Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27. Bölüm

@nicotesy

Selam ballarım, bugünle birlikte bu kurguyu yazmaya başlayalı tam bir ay oldu. 45k için teşekkür ederim... ve gerçekten, bu kadar ilginiz olmasa bu kazar hızlı ilerlemiyor olacağım da gerçek.

Şimdi çıkarın pamuk ellerinizi cepten, yorumcuklar bırakın :)

İyi okumalar.

...

"... insanın bir elini candan tutuşu, bir kardeş deyişi vardı ki dünyanın tekmil sevgisi bu adamın yüreğinde cem olmuş sanırdın. Bir kardeş derdi ki, ağzından bin kardeş sözcüğü çıkardı."

...

Bölüm 27: Beni alıp tekrar karnına soksan bile anne, koruyamazsın artık bu dünyanın kötülüğünden.

Yüzündeki manasız tebessümler, geleceğe birer yatırım gibi duran yumuşak bakışlar gerçekti. Ancak abisiyle ilgili her cümle buz kestiriyordu tenimi. Bu nedenle göz ardı ediyordum Delta ile ilgili cümlelerini. Çünkü benim yüreğimdeki yaraları saracak tek bir şey vardı, o da kardeşim. Şimdi öyle çok telaşlıydım ki nefes aldığımı hissettim. Fakat durdum ve baştan aşağı kendime baktım. Daha çok ağlamak istedim. Ben onun karşısına nasıl böyle çıkabilirdim ki? Onun üzüldüğünü görürsem sevinç bana ne uğrar ki?

"Ama Jimin beni böyle görürse çok üzülür Jennie." Diyerek beni anlamasını umduğum gözlerine baktım. Yüzündeki masumane gevşeklik dudaklarının sarkmasına sebep oldu. "Kardeşini böyle görürse çok üzülür ve ben daha çok üzülürüm. Sarılırken yüreğimin yarasını hissederse ben sarılamam ki ona. Canı yanar. Ve... ve ben onu aylardır görmüyorum. Onsuzken ne kadar perişan olduğumu bilmesin. Bilirse, kötü olur her şey. Tanıyorum onu."

Saçlarımı okşadı usulca. "Bende artık seni artık tanıyorum. Bu yüzden hazırlıklı geldim Jungkook. Endişelenme." Diyerek benim umutlanan gözlerime bakıyordu ve benim bu mucizem diyeceğim olay karşısında, ağzımı açamıyordum. Çok dua ediyordum, lütfen bu aldatmaca olmasın, bu dünyada iyilik biraz da kalmış olsun.

Elimden tuttu ve beni odadaki banyoya sürükledi. Poşeti bana uzattı. "Hadi ama Jungkook, acele et. Ben bile heyecanlandım. Senin adına en azından." Benim sesime vuramadığımdan daha çok dışa vurarak konuşuyordu. Yanakları al aldı ve ben, bunca zaman sonra insanlığa karışıyor olmanın tuhaf yönünü görürmüş gibi onun yakınlığını inceledim. Sonrasında sertçe yutkundum ve kafamı sallayarak bana getirdiği kıyafetleri kapattığım kapının ardından giyinmeye çalıştım.

Üzerimdeki kırık beyaz renkteki kumaş pantolon ile kazağa bakıyordum. Az önceki hastane kıyafetlerinden sonra garip hissettim kendimi. Yumuşaklardı ve tüm kusurlarımı gizliyordu, yüzüme çökmüş olan yaşamsızlık dışında. Yine de bakmadım aynaya. İçimden gelmedi. Çekindim ve sadece giyindiklerimle beni bekleyen Jennie'nin yanına gittim. Yüzünde bundan memnun olduğunu gösteren hoş ifadeler vardı.

"Yüzünü canlandırsak olur mu? Tabi sende istersen..." bu durumu memnuniyetle kabul ettim. Uzun tutmadı. Acele ediyor, sadece solgun yüzüm ve çatlak dudaklarıma renk veriyordu. Ona ayak uydurdum. Hiç konuşmak gelmiyordu içimden. Sanırım kelimeleri uzun zamandır sadece kalbimdeki acıyı susturmak için zihnimde kullandığımdan, şimdi nasıl kolayca konuşulur bilmiyordum. Belki de sebeplerden biridir, bana her sabah içirdikleri şu ilaç zımbırtısı şeyleri.

"Kısa sürede gideriz değil mi?" diye sordum odadan çıkarken. Ama daha önce hiç bu odadan çıkmadığımdan onun yönlendirmelerini takip ediyor, garip duran bu düzenlemede kaldığım yerin psikiyatri servisi olması iç çekmeme sebep oluyordu. "Evet, zaten Choi hyung bize eşlik edecek. O çok iyi bir sürücü. Kısa sürede gideriz yani."

Şimdi içim içime sığmıyordu. Bir an önce Jimin'in hayaletleriyle değil gerçeğine dokunarak sarılma hasretiyle yanıp kül oldum. Hastanenin çıkışına kadar gergin adımlarla yürümüştüm. O da anlamadığım bir şekilde gergin görünüyor ve etrafına bakıp duruyordu. Dudaklarımı ısırarak kontağı açık duran arabanın önünde duran tanıdık sima ile karşılaştık. Hafif bir tebessüm edişi ile rahatlamış hissettim. Delta kadar olmasa da o da sürekli olarak kaşları çatık ve dik başlı görünüyordu. Gardiyanlarımı dışarıyı izlemekten dolayı çözmüş sayılırdım.

İkimizin de arka koltuğa geçmesiyle, aracı çalıştırdı Choi. Yanındaki diğer adam ise telefonundan kısa bir mesaj yollayıp o da ortamdaki sessizliğe ayak uydurdu. Ben ise içimdeki heyecanı bastırmak için etrafa bakıyor ve bu normal hayatların içinde kendime benzer hikayelerin olup olmadığını düşünüyordum. Belki vardır ya da yoktur. Belki de çok daha fazlaları vardır. Bilemezdim. Yine de şu an her şeye rağmen içimde var olan kardeşimi görme arzusu, eminim çoğu insanların nadiren yaşıyor olduğu mutluklardan çok fazlaydı. Dile kolay üç ay olacaktı ve ben, şimdi onun karnı şiş halde görecektim. Yeğenimi hissedecektim. Jimin'in kokusunu çekecektim. Ben onunla olan hasretimi dindirecektim. Bu o kadar ağırdı ki, ciğerlerimdeki havayı hızlı alamadan edemiyordum. Yeni doğmuş bir bebeğin heyecanı vardı içimde.

O yüksek binalardan geçişimiz, akşam trafiğinde olan mücadelemiz, sanki hiç bitmeyecek bir döngü gibiydi. Tek bildiğim o evin yolunda olmadığımızdı. Bu ya yalansa diyen iç sesimi bastırmamı sağlıyordu. En sonunda lüks binaların, tarihi yerlerin ağırlıkta olduğu ve arkasında dağ manzarasına ev sahipliği yapan kısımlara geldiğimizde, araç bundan içimden saydığım beş yüz on yedinci saniyede durdu lüks bir otelin önünde.

Farkında olmadan Jennie'nin elini sıkmıştım. Bunu araç durduğunda fark ettim. Bu kadar kasıldığımı, titrediğimi ve terlediğimi. O da bunu hiç çaktırmamıştı. Sadece biraz kulağıma yaklaşıp, "Neden en az senin kadar heyecanlı hissediyorum ben, tuhaf. Çok tuhaf," dedi ve ikimizin inmesi için hadi dedi. Bizimle öndeki ikisi de inmişlerdi.

Dizlerim titriyordu. Nefesim kesiliyordu. Benden bir adım önde giden Jennie'nin koluna tutundum. Yürümeyi unutmuş gibiydim. "Ben, ben çok heyecanlıyım. Yürüyemiyorum," dedim o zar zor aldığım kef dolu nefesimle. Normalde çok konuşkan olmasına rağmen bugün bu huyunu terk etmişti. Sakin ve yatıştırıcıydı. Özdü ve beni dengede tutuyordu. "Koluma tutun, sana destek olacağım."

Dediğini yaptı ve ben arkamızdan bize eşlik eden iki yabancıyı umursamadan gidiyorken, özel lobiye geldik ve hemen şu siyah kapının ardında olduğunu bilmek avuç içlerimi sırılsıklam bırakmıştı. Jennie ile kapıya kadar geldik ama o bir adım benden uzaklaştı. Ona baktığımda, "Bu özel bir an, sana güveniyorum, eminim iki kardeşin baş başa olması daha doğru," dedi ve gözlerini kaçırdı. "Hassas bir dönemdeydim ve makyajımın akması beni sinir eder. Kısacası ağlamamak için sen önden git. Buralarda dolanıyor olacağım. Bir şeye ihtiyacın olursa diye."

İhtiyacım olan tek şey kardeşimdi. Bu nedenle sadece teşekkür ettim ve titreyen şu bedenimi sakinleştirebilmek için derin bir nefes aldım. Sonrasında o kapıyı.

Benim gözlerime bayram edecek o ışığımı gördüm. Yağmuru kirpiklerden içmeyi bilmediğim meleğim bana ilk anda gözleri yaşla dolu dolu bakıyordu. Yumruk kadar bir yüreğe dünyayı sığdırma hünerim olsaydı, şimdi alırdım onu. Ona sevinç verdiğim sürece ben buradayım dediğim o günlerin zenginliğini özledim. Ve özlediğimi yapmak için bile yalpalayacağımı bilsem de onun kalkarken iki büklüm olan bedeninden daha hızlı davranarak, o kokusuna aç kaldığıma sarıldım güçsüz kollarla. Ama o bana sıkıca sarılmak istiyor, karnıma o kaybettiğim kilolarımı var eden yumuşak göbeğiyle buna engel oluyordu.

Gözlerimi sıkıca kapattım. Derin nefesler aldım. İçimi çocukça bir sevinç kapladı; olabileceğine inanmadığım kadar büyük bir sevinç, aynı zamanda da olduğum yerde kalma isteği duydum. Garip değil mi, acı da sevinç de insanda aynı etkiyi yapıyor; soluğumuz kesiliyor, insanın ağlayası geliyordu. Şimdi bastırdığım tüm yaşlar onun boynuna, onunkiler de benim kırık omuzlarıma batıyordu.

Doyamıyordum.

"Jungkook, benim güzel kardeşim...o kadar özledim ki seni." Diye hıçkırarak ağlarken, "Geçti, hepsi, geçti meleğim," diyerek kendimi onunla teselli ediyordum.

Gözlerimi onu milyonlarca resmettiği yere gerçeğini koyarken, mor göz altlarına, solgun tenine, dağınık duran saçlarına bakıyordum. Her birini iyileştirmek istedim, daha kendimi iyi edemeden. Öptüm. Bir kardeş nasıl sevilerek, merhem olmak istercesine öpülürse öyle öptüm.

Meleğimin, divaneliğimle ellerini, gözlerini öptüm. Öpüyorum ama doyamıyorum. Mutluluk ya da cehennemdi bu galiba. Özlediğine doymak, korkunç ahmaklık olur. Ahmaktım, ne yapsam da geçmiyordu yüreğimdeki bu özlem.

Hayatında çok yer kaplayan biri, bir anda hayatından gidince sanki zihnini çıkarıp onunla dolduruyorlar gibi oluyormuş. Nereye baksan onunla bir anın çıkıyormuş sandıktan. Sonra, anılar sağanağı üzerine yağıyormuş. Ben şimdi tüm yağan yağmurlar altında, onun sıcaklığıyla titriyor, ayrılmayan ellerimizle dermansız duran dizlerimi değdirerek yan yana oturuyorduk.

"Jimin hyung," diyerek ellerimizin birleştiği yere kafamı yasladım. O da her zaman yaptığı gibi boşta kalan eliyle saçlarımı okşadı. "Jungkook ben çok büyük bir hata yaptım. Seni nasıl ardımda bıraktım. O kadar aptalım ki... senin gerçekten de iyi olduğunu sanmıştım. Yalandı değil mi?" dediğinde ona kızarak baktım. "Sus hyung böyle şeyler deme," dedim sıkıca sarılırken. "Sen hayattasın ve benim için bundan daha güzel bir şey olamaz. Ve yaşıyorum, bu yetmez mi?"

"Yetmez küçüğüm," diyerek yanağımı öptü. "Nefes almak yetmez. Biz birlikte mutlu olacağımıza söz vermiştik. Ama ben sana ihanet ettim. Kördüm, heyecanlıydım ve el kadar içimde saklanan bu çocuğu kurtarmayı istedim. İstemiştim." Dedi o sakladığı kırık dökük sesi kendisini ele verirken.

"Bir sorun mu var?" diye sordum korka korka.

Bir şey demediğinde kaşlarımı çattım. Bir sorun vardı belli ki. Sertçe yutkundum almaktan korktuğum milyon tane cevaplardan dolayı. Gözlerime bakamayınca, "Hyung, sen iyisin değil mi?" dediğinde, onun elleri karnında durunca korkum arttı. "Yoongi hyung sana iyi bakacağını söylemişti. Kötü bir şey mi var? Sen iyi değil misin Jimin? Lütfen hyung iyisin değil mi?"

"Ben iyiyim," dedi ama sözleri sadece telaşımı bastırmak için söylenmiş iki uyduruk sözcükten ibaretti. "Seni gördüm, artık iyi olacağım." Dediğinde kendiyle birlikte sildi göz yaşlarımı.

"Hyung, söyle bana? Ardından böyle endişeyle yüreği sıkışık durmak istemiyorum. Ben seni çok özledim ve mutlu olman dışında başka bir isteğim yokken, yapma bana bunu" diyerek yüzünü avuçladım. Bana bakmak zorunda kalmıştı o hareler. "Gözlerindeki bu tazecik yaşları sil şimdi. Anlat kardeşine. Ben seni her zorluğa rağmen korurum. İnanmazsın ama ben büyüdüm, ben sondayım ve senin için yaşıyorum."

"Öyle şeyler deme..." diyerek kızdı. İç çekti. "Bu öyle bir şey değil Jungkook." Dediğinde aynı sevgiyle yüzümde duran elimi öptü. "Sadece biraz hastayım. Doktor, stresten ötürü olduğunu söyledi. Ama şimdi çok mutluyum ve o da" diyerek elimi karnına yasladı. "Seninle tanıştığı için artık mutlu olacak ve ne kadar harika bir amcası olduğunu bildiği için yaşamak isteyecek. Seni o kadar anlattım ki şimdi tanıştı seninle."

İçe çöken karnına dokundum. Neden bu kadar az şişlikteydi. Beş aylık olmuş olmalıydı ama küçüktü işte. Kendimi bu nedenle çok suçlu hissettim. Abimin benim üzüntümden karnındaki bebeğine bile bakamamasının sorumlusu hissettim ve bu beni kahretti.

Şimdi karnının üzerinde dururken elim, bir daha ne zaman görüşeceğimi bilmediğim yeğenimle tanışmaya çalışıyordum. Dudaklarımda uçuk bir tebessüm vardı. "Ona bir isim buldun mu?" diye sorduğumda, taklit edilmiş bir gülüş peydah oldu. Elimin üstüne elini koydu. "Suhoo," dedi ve ben içime doğmuş yanlışımla baktım şaşırarak. "Erkek mi?" diye sordum.

Ona bir kız çocuk babası olmak ne yakışırdı ama.

"Evet," diyerek gülümsedi. Bundan dolayı mutlu olması yeterdi benim için. Eminim o da en az babası kadar harika bir insan olacaktı. Peki ben o anlarına şahit olabilecek miydim? Jennie, bir kereliğine mahsus demişti. Bununla avunmalıydım değil mi? Oysa ben onu bir daha göremeyeceğim korkusuyla mahvolmuştum şimdi dokunabildiğim bir gerçekti. Gözlerine, zayıflamış yanaklarına bakıyordum. Kızarık burnuna, en az benimkiler kadar solgun duran dudaklarına. Bu haliyle artık hatırlayacağımı bilmek ne acıydı o vakit.

"Hyung, söz ver bana bir daha bu kadar güçsüz görünmeyeceğine. Sen ki bana güç verensin. Beni bu yaşa kadar getirensin, lütfen, iyi bak kendine. Bunu bilerek ardıma bakmadan gidebilme gücü bulayım ben kendimden. Şu an bile nasıl buluştuğumuzu bilemezken, bir daha bu fırsatımızın olamayacağı korkusuyla içim içimi yiyor zaten. Sen de en azından mutlu ol, olur mu?"

Kocaman sarıldı bana, sıkıca karşılık verdim.

"Sen mutlu değilsen, ben nasıl olurum ki?" dedi ağlamasını durduramıyordu. "Sen bensin Jungkook, ben sen mutluysan mutlu olurum."

"Hyung, bak ben iyiyim. Mutlu da olacağım." Bana bakmasını sağlamaya çalışıyordum. "Her şey mutlaka bir gün yoluna girecek ve biz bir daha böyle ağlamayacağız, tamam mı?"

"Rolleri değiştirdik küçüğüm farkında mısın?" dedi ve ilk kez umursamaz bir gülüş duydum ve gülüşüne batırdım kendimi. "Hep bunu hayal etmiştim," dedim gülerek. O da göz yaşlarını silerek omzuma vurdu hafifçe. "Benden uzun olman asla senin benden büyük olduğunu ispatlamayacak, tamam mı?"

"Tamam, tamam."

Sakince durduk ve içim içime sığmıyordu. İkimizde bazı şeyleri sormaktan dolayı çekindiğimizin farkındaydık. Sonunda o dayanamadı. "Yoongi bana yalan söyledi," dedi, kızgındı. "Eve geri döndüğünü ve iyi olduğunu söyledi. Seni görmek istiyordum, ama arandığımızı söyledi bir de hastaydım birazcık. Doktor düşük riskim olduğundan yerimden kalkmama izin vermiyordu."

"Arama beni," diye hemen kızdım ona. "Hyung söyledi bunları bana. Senin için ne kadar korktum haberin var mı? Her şeyi geçtim, karnındaki bebeğini korumalısın hyung." Ona biraz daha kızmak zorunda hissettim. Ben de her ne kadar kendimi onun gibi hissetsem de benim sorumlu olduğum bir tek kendim varken, onun karnında tüm dünyanın kötülüklerinden habersiz biri varken bencillik yapamazdı. "Ondan sorumlusun ve bana çok iyi bakmışken, nasıl ona iyi bakmazsın? Bu beni yıkar hyung. Yapma, kimse sen ve bebeğinden daha önemli olmamalı. Anlaşıldı mı?"

"Senin başına her an bir şey gelecek korkusu varken mi?" dedi. Dudaklarımı ısırdım sertçe. "Gelmeyecek ki, neden öyle düşünüyorsun?" dedim ama o en haklı sebebiyle, "Onunla evlenmişsin..." dedi uzunca.

"Evet." Dedim, bunu inkâr edemezdi. Gerçek bir evlilik değildi. Belki de gerçek olması için çok fazla şeyler eksikti. Jimin bunu bilmese de olurdu. Ama ben onu bildiği gerçeklerden nasıl alıkoyardım. "Ve o, çok acımasız biri. Bunu biliyoruz. Ondan sana şefkatli olamayacağını, benim yaptıklarım yüzünden tüm acısını senden çıkaracağını da biliyorum. Şimdiye ölmüşsündür diye..." gözlerinin sululuğu yerini aldı. Düşündüklerinin esiriydi ve karşısında sapasağlam durmam bile ona yeterli gelmiyordu.

"Bak, buradayım. Ve o acımasız olan adam, ikimizi görüştürdü. Bizi öyle ya da böyle karşı karşıya getirdi."

Bu sözlerim onu teskin etmiyordu. Ona yalan söylemekten nefret ediyordum. Ama o öyle bir halde duruyordu ki, bazen bazı insanların hayatlarına devam etmesi için yalandan olma aldatıcı sözleri duymaya ihtiyaçları vardır.

"Beni sevdiğini biliyorum ve bende zamanla ona bağlanıyorum. Endişelenme o yüzden. Kendi yuvanla ilgilen. Lütfen. Bunu söylemek ne kadar doğru bilmiyorum ama belki de bu yaşadıklarım, benim kaderimdir."

"Bende buna inanamıyorum. Yoongi bana söylediğinde ben inanamadım. Mutlu olayım diye söyledi sandım. Çünkü o Delta'nın buna izin vereceğini geçtim, bizi öldürmeye geleceğini bekledim. Her an bunun beklentisi de vardı. Ama şimdi? Gerçekten seni önemsiyor olmalı."

Bunu hiç düşünemedim. Beni önemsediğine dair bir ümidim yoktu da. Ondan çok uzaktım, bu gerçek hissettirmiyordu. "Mutlusun şimdi, ne olup bittiğini boş ver." Diyerek konuyu geçiştirmek istedim. Ama hyungum kollarımdan tuttuğunda, bileğim sızladı. Yüzüm buruştu. O da bunu hemen fark edince elimi çektim ondan.

Hızlıydı ve kazağımı sıyırarak görmeye çalıştı yarım kalan o izi. "Jungkook bu ne?" dediğinde hemen örttüm orayı. "Önemli değil hyung, düşmüştüm, onun izleri bunlar." Dediğimde bir yırtıcı gibi pırıl pırıldı gözleri. "Yalan söyleme bana."

Ona sıkıca sarıldım. Kalbimi hissetsin ve sakinleşsin diye. "Bunu asla yapmam. Sadece endişelenme diye diyorum. Geçti ve artık acımıyor canım. Benim ne kadar sakar olduğumu bilmiyorsun sanki." Bu sözlerim onu ne kadar inandırdı bilmiyorum ama ayrılmamıza üzülmem gerekirken, kapının tıklatılıp açılmasına sevinmiştim. Ona daha fazla yalan söyleyerek üzmek istemiyordum. Eminim kendi canımı acıttım diye asla affetmezdi beni.

Jennie çekingen bir şekilde olduğu yerde duruyor, "Merhaba," diyordu. Hyungum kollarımda onu gördüğü için rahatsız olmuştu. Sessizce, "O iyi biri hyung," dedim, rahatlaması için.

Jennie huzursuz görünüyordu. Jimin'e bakıyordu sanırım konuşmak istedi ama bundan çekindi ve bana baktı. "Şey, gitmemiz gerekiyor artık Jungkook," dedi ama Jimin beni daha çok sarıldı. "Ayrılmak istemiyorum." Dedi, bende istemiyordum. Ona sıkıca sarıldım. Boynundan öpüp uzun uzun çektim kokusunu. "Ben de ama bir daha görüşebilmek için bu durumu sorunsuz atlatalım hyung."

Çünkü Delta'ya güvenmiyordum. Bundan pişmanlık duyarak burnumdan da getirebilirdi bu durumu. Nasıl acımasızsa sadece bununla bana iyi oldu sanacak değildim. Açıkçası buradan çıkıp eve gittiğimde ne olacaktı, bunu da kestiremiyordum. Beni neler bekliyordu? Bunun sıkıntısıyla güç bularak sarıldığım hyungumun yanaklarından öptüm sulu sulu.

"Seni seviyorum küçüğüm," dedi ve güzel hatıralar buladığım ona kocaman gülümsedim. Göz yaşlarımızın arasında gülümsüyorduk. "Ben de seni çok seviyorum meleğim." Diyerek gitmenin zor olduğu bu adımlarla ondan uzaklaşıyordum.

Kapıdan çıkmadan döndüm ve baktım ona.

"Mutlu ve sağlıklı ol hyung. Eğer beni gerçekten seviyorsan bunu yap. Ben öyle yapacağım senin için."

Arkamda kaldığında ağlıyordum ve bunun için asla utanmıyordum. Hıçkırıklarımı bastırmaya çalışıyor ve yanımdaki bu insanlar, Jimin'imden sonra birer yabancılar gibilerdi. Arkamda kalmıştı. Ailem, her şeyim. O kadar büyük bir yüktü ki, geldiğimiz çıkış kapısından beni karşılayan serin havayla sakinleşmeye çalışıyordum.

Fakat, hemen önümde duran aracın önünde camları açık bekleyen Delta'nın keskin gözleri ile buluşunca gözlerim, dondum. Buradaydı ve beni bekliyordu. Hiç çekinmeden bakıyordum, o ise gözlerini benden asla çekmiyordu.

O vakit anladım, gözlerimizin arasında bir savaş başlamak üzereydi.

Hiçbir zaman yanlış insan olduğunu düşünmedim ama benim daha olmam gerekiyordu, olgunlaşmam... Yerimi bilmem, bunu severim bunu sevmem diye bir sarsılmam gerekiyordu hayatta... Sen, ben bunları yapamadan geldin...Ve bir insanın bir başkasının yanındayken büyümesi zor...

Ona baktıkça, sarsılan omuzlarım daha dik duruyordu. Kaybedecek ne bir şeyim kaldı ne de bir sırrım. O ise bir muamma gibi bana bakıyordu. Jennie ve diğer ikisi geldiğimiz araca bindiklerinde, yerinde duran bendim. Onun yanına gitmesi gereken. Ama dikelmiş ayaklarım, beni cayır cayır yakacak olanlara gidemiyor, diğerleri gidiyor ve ben dımdızlak kalıyordum.

Sonrasında tam pes ederek gözlerin içine baka baka gidiyordum ki o birden hemen yanından geçmek olan araca döndü ve eğince kafasını, ne olup bittiğini anlayamadan karşı taraftaki aracın penceresinin camından sarkan iki adam onun olduğu aracı ateşlemeye başladığında, koca bir çığlık attım. Sayamadığım kadar çok ateşlenmeden sonra basıp giden, camının çatlayan yerlerinden sadece eğik duran bedenini görürken, yüreğim ağzımda ona yaklaşmaya çalışıyordum.

"Delta," dedim büyük bir korkuyla. Ben daha önce böyle şeyleri hiç yaşamadım. Filmlerde bile görsem inandırıcılığı olmayan bu sahneler şimdi gerçekti ve yıkılmaz duran bu adamın, daha bundan bir dakika öncesinde gözlerime derin bakan hali yoktu. Kapıyı korka korka açıyordum. "Delta," diyordum şokla, ağlamaya yüz bulmuş sesimle.

Birileri polisi çağırıyor bazıları da korktukları için kaçışmıştı ama ben, arabanın içinde neresinden yaralandığını bilmediğim Delta'yı uyandırmaya çalışıyordum. Kolunu dürttüğümde elime gelen ıslaklıkla, gözlerim faltaşı gibi açıldılar. Yüreğimdeki o hokkabaz endişe had safhaydı.

"Biri yardım etsin," diye bağırıyordum. Ama ağlıyordum. Neden onun için göz yaşı döküyor olduğumu bile bilmiyordum. "Olamaz, uyan hadi." Diyerek kapalı gözlerini açılsın diye yanaklarını dürtüyordum. Paniklemiştim. Ancak o gözleri birden açıp gülümseyince tüm dengem alt üst oldu. İlk defa çatık olmayan kaşları, gevşek yüzü ve rahatlamış duran nefesiyle gözlerimdeki korkumu ve daha sonrasında yer edinen şaşkınlığımı izliyordu.

"Aslında hiç baygın değildin," dedim durumu anlamaya çalışarak. Gülüşünü bastırdı. "Bu kadar basit şeylerle ölmem ben, korkma. Benden sana uzun bir zaman kurtuluş yok omega."

O kadar sinirlendim ki, elim o kanın sızdığı yere bastırdım. Sıktım. Benimle dalga geçmişti. Ne cüretle.

"Seni ben öldüreceğim zaten, başkasının ellerinden olacağını hiç sanma Delta. Ve bir daha sakın ama sakın bu konu hakkında benimle dalga geçme," diyerek karşı geldiğimde, gözlerinde bana karşı bir şey büyüyordu ama bunun ne olduğunu anlayamadım. Sadece sertçe yutkundu ve ıslattığı dudaklarını araladı.

"Ben çoktan öldüm. Şimdi senin bana yapacağın zarar beni ancak hayatta tutar omega. Ama yine de dene, alt edilmiş olmamın senin gibi bir sebebi olsun."

Ve sözlerinin bendeki fireler anlam kazanamadan çekti ve sarıldı bana. Bunu öyle kolay yaptı ki, her gün, her dakika bana sarılıyormuş gibi. Bu neden benim kalbimi hızlandırmıştı ki?

Bölümün sonu.

Bölümü nasıl buldunuz?

Farkındaysanız, aşırı sakinim iki bölümdür. Bu hiç normal değil :D neyse, sizi neler neler bekliyor, şu an love arenaların kıyısındayız, ah bir de daha kahvelerimizi içmedik bu konuda :)

Ben Nicotesy, dilerim yakın zamanda yine görüşürüz.

Loading...
0%