@nicotesy
|
Selam... (medyaya bıraktığım şarkı, bence ficin ana şarkısı gibi, sözlerine mutlaka bakın) Yorumlarınız öyle azaldı ki... bu beni üzdü. Ne yani haftada en az beş bölüm yerine bir bölüm mü atayım, ona göre yarın bölüm atmayacağım. İyi okumalar. ... "Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama! Kendini koru, insanlara karşı kendini koru!" ... Bölüm 29: Bir ince pusudayım, yolumun üstü engerek. Beni pusuda avlayan gözlerine, mayhoş bırakılmış sakin gözlerimle bakarken aslında içimde bu duruma dair köpüren, hayret eden ne diyeceğini veya ne düşüneceğini bilmeyen ve bu işin sonunun nereye gittiğini göremeyen biri vardı. O biri olarak yutkunarak gözlerimi çektim ve onun boş duran çarşaflarının arasındaki yerine baktım. Aslında bir şey demesini, beni izlerken yakalamış olmasının onda bir utanç duygusunu yaratmasını beklerdim. Ya da ben bir maksat bulamadan bir ses çıkarmasını. Fakat dünden beri anladığım şey, o dürüsttü ve ne düşünüyorsa söylemekten çekinmiyordu. Benim aksime. Düşündüğüm gibi davrandı, ses çıkarma konusunda. Boğazını temizleyerek, "Günaydın," dediğinde, aynı şekilde bende o sabahın getirisi olan kalınlaşmaya meyledilmiş sesimle, "Günaydın," diye mırıldandım. O sırada bunu daha önce aramızda geçmeyen bir diyalog olduğundan durum sandığımdan garip bir noktaya varıyordu benim için. O gidince kalkmayı istiyordum yataktan. Açıkçası dün geceki ağır duyguların ve olayların tahribatı halen bendeydi. Bu nedenle sessizce durmam, onun huzursuz bir şekilde olduğu yerde durmasından ötürü ona bakmam gerektiğini düşündürttü. Ve baktım. Gözlerimle buluşan mavi ölüm çukurları gergince üzerimden uzaklaştığında, eli ensesinde dolandı. Uyuşuk sesi, "Kahvaltıya ineceğim," diyor ve asılı kalacakmış gibi duran cümlelerinde telaş yatıyordu, emir kipinin altında yatan bir telaş. "Benimle kahvaltıya in." Sanırım benimle cidden ilgilenmek ve yakın olmak istiyordu. Lakin bu istek benim içimde yoktu ona karşı. Gözlerimde ona karşı kirli bir nefret vardı, geçmişten kalan. Bunca zaman doyurduğum gözyaşlarımın ahı da vardı üzerimde, onu sadece ilgiyle süzülmüş gözleri hatırına yok sayacak hiç değildim. Bu nedenledir ki; "İştahım yok," diyerek kestirip attım ve artık karşısında uzanır halde yatıyor olmaktan rahatsız olarak toparlanıp ayaklarımı yere bıraktım. Oturur haldeydim. Ve o kendi ayaklarımı izlerken, "Rica ediyorum," diye ısrar edince, sırtım gerildi ve ona dehşet içinde baktım. Bu hali, çok anormaldi? Ürpertici, eğrelti ve eğri. Kısacası bu hali, fazla sakıncalıydı. Sanırım dün insanlık namına sunacağım yaklaşım ve öğretici sevgi durumunu samimi bir şekilde ciddiye almıştı. Felaket bir garipliği vardı, gözleri ise bu konuda beklentiyle bakıyor, çatık kaşlarını sürekli normal durması için çabalıyordu. Tutamadım kendimi. "Bu sende çok ama çok tuhaf duruyor," diye mırıldandım. Sonrasında içimde yankı bulan sesi farkında olmadan dudaklarımla ortaya çıkardım. "Eskisinden daha korkunçsun," diyerek. Bundan pişman olmuştum. İyileşmek ve denemek isteyen birini baltalamak olur diye. Her halükârda onun hasta, kontrolsüz ve nefret dolu tavırlarını yine çekecek olan bendim. Neyse ki bunu duymamış olmalıydı. "Bir şey mi dedin?" diye sormuştu çünkü. Elbette ona aslında ne düşündüğümü söylemeyecektim. Biraz da sabırlı bir biçimde gelmem için bekliyor olmasına tepkisiz kalamadım. Buradaki zamanım ne kadardı bilemezdim ama en azından bunun daha sorunsuz ve insani koşullarda geçmesinin temennisi ile pes ettim, aşağıya inmeme konusunda. Çünkü acıkmıştım. "Hayır." Dedim ve ayağa kalktım. Beraber inmemizi istediğinden, "Sadece beni bekleyebilir misin biraz diyecektim. Yeni uyandım ya, kendimi gelmem uzun sürüyor... Hayatımı sorguluyorum uzun bir süre." "Ah, tamam." Dedi ve kaşları yine çatıldı. Bu konuda istese de bir şey yapamıyordu. Dövmelenmişler gibiydi artık. "Haklısın, sen yeni uyandın." Dediğinde anladım, uzun zamandır uyanıktı ve belli ki uyanmamı bekliyordu. Bunun için ne hissedeceğimi bile bilemedim. Bu biraz beni utandırmıştı. Uyurken sizi birinin izliyor olması. Bu sefer amacı ise çokça şaibeliyken. Resmen bu durum yüzümde belli olmasın diye koşar adım lavaboya kaçmıştım. Orada uzunca oyalanmıştım. Sanırım bıkmasını ve çekip gitmesini bekliyordum. Hiç ses gelmeyince öyle çıktım oradan. Fakat onu sırtı dönük bir şekilde pencereyi açmış, sigarasını yarılamış bir halde içiyor olduğunu görünce sanırım onun pes etmeyeceğini anladığımdan, giysi odasına girdim ve kapıyı kapatarak ne giydiğimi umursamadan bir kot ve kazak aldım. Dağınık saçlarımı elimle yoklasam da dalgalıydı ve gözlerimin önüne düşmeye devam ediyorlardı. Pes ederek odanın içine tekrar girdim ve onun bir yeni sigara yakıp içmeye devam ettiğini gördüm. Koku ağırdı ve her ne kadar havalandırsa da odayı kokusu siniyordu bir şekilde az çok. Neden aç karna bu kadar çok içiyordu ki? Kendimi tutamadım, o dalgınlıkla içtiği sigarasını dışarıya fırlatıp önüne dönerken. "Sabahları aç karınla sigara içme." Dedim, sanırım kendisinden garip bir bakış kazandım. Sigara tutmuş parmaklarını cebine sokuşturdu. "Alışkanlık." Dedi geçiştirmeye çalışarak. "İçme yine de." Diye ısrar ettim ama kendimi bu durumun garipliğinden en az onun kadar alıkoyamadım. Birdenbire onun hayatına karışabilirmişim gibi. Bunu yaptığım için kendime kızdım. Onun da kızmasını bekledim. Ama onun yerine, "Dikkat ederim," diye mırıldandığında ona karışıyor olmama ses etmemişti. Aramızdaki bu katlanılmaz gergin hava oluşumundan bizi yine o kurtardı. Odadan çıkmak için hamle yaparak ve böylelikle kendisini takip etmemi sağladı. Bir adım arkasından ilerliyordum merdivenlerden. Onun geniş sırtını, kolunda duran hafif potluğunu. Acaba hiç mi acımıyordu? Acısını belli etmemeye ne zaman önce alışmıştı? Ve artık her şeyi biliyordu, niçin bu kadar sakindi? Peki Namjoon, o da bu evde miydi? O iğrenç yaşanan olayları ona anlatmalıydım, yalnız ve aklım başımda olduğu vakit. Çünkü daha yeni söylemişti, Yoongi için, sırtında bir bıçak olduğundan. Şimdi ben bir tanesini daha söyleyecektim. Bunu benden duyması eminim ki onu çok rahatsız edecektir. Merdivenlerden indik ve o birden durmaya karar verince bunu öngöremeyerek kafamın onun sırtına çarpmış olmasıyla anlık bir tepkiyle acıyla inledim. Bu adamın sırtı neden bu kadar sertti. Bir şey takmıştı, çelik yelek olabilir miydi? Dün gece silahlı saldırıya uğramıştı, önlem amaçlı bunu yapmış olabilirdi. Öyle olmuş olmalı ki hemen arkasını döndü. "İyi misin?" diye sordu ve parmaklarını alnıma değdireceğini fark ettiğimde, hemen bir adım geriye attım ve koymak istediği yere kendi parmaklarımı yasladım. "Önemli bir şey değil. Dikkatim dağılmış," dedim. Dudaklarını bastırarak tepkimi inceledi. Hoşnutsuz ve karmakarışık duruyordu. Çenesini sıkıyordu. "Anladım, bir daha dağılmasın dikkatin." Diyerek biraz kızarak konuştuğunda, tam ağzımı açıp bir şey diyecektim ki yine bir şey deyip beni haklılığıyla susturdu. "Dün yaşananlardan sonra anlamışsındır her an her şeyin olabileceğini. Ben her zaman yanında olamayabilirim. Sende bu nedenle dikkatli olmak zorundasın her daim." İçimde tutamıyordum. Ona adım adım yaklaşırken tam karşısındaydım. Gözlerinin içine bakıyordum. Bu ani yakınlaşmamla afallamıştı ve bunu belli etmemeye çalıştığının da farkındaydım. "Ben seni kendimden koruyamadım, koruyamıyorum... Eminim bir başkasının sıkacağı bir kurşun canımı sandığım kadar artık yakamaz. Endişelenme benim için bu kadar, Taehyung." Bu sözlerimin olmadığını bildiğim yüreğine usulca işlemesini bekledim ve öyle geri çekildim. Gözlerimin içindeki o aşılmaz duvarları görsün istiyordum, beni ne hale getirdiğini ve o ilgiyle çıkan iki yumuşak sözler uğruna ne onu ne de bu evde yaşatılan hiçbir şeyi unutmayacaktım. Suçlu olduğum yerler vardı muhakkak, ama o öyle bir davrandı ki bana o haklılığı bile yok olup gitti gözümde. Ama ondan önce masaya gidip o hep geldiğim yere oturduğumda onun uzun bir süre gelmeyişi ile yeniden huzursuzlaştım. Tutamadığım kendime o böyle yapınca vicdan yapıyor olmaktan dolayı nefret ediyordum. Fakat artık yüzüne bakınca susamıyordum, bir kere çözülmüştü ağzımdaki düğüm her şey ben durduramadan dışarıya dökülüyordu istemsizce. Belli ki o geldikten sonra dolacağım sofrada sadece ikimizdi. Önümdeki boş tabağa bakıyordum sessizce. Hemen yanı başımda olduğunu duyumsamamaya çalışıyordum. Geong abla acele ile onun başlamadığı kahvaltısı için içmesi için getirdiği kahveyi önüne elleri titreyerek bıraktığımda, durum dikkatimi çektiğinden başımı kaldırdım ve olayları takip ettim sessizce. O dudaklarında memnuniyetsizce içtiği kahveyi yerine koyduğunda sinirliydi. "Neden yaptığınız şey artık eskisi gibi olmuyor, sıkıldım artık bu durumdan. Götürün bunu Bayan Geong, yapamayacaksanız bir daha önüme getirmeyin ve kendinize yeni bir iş bakın," dedi, kadın çile çeker gibi başında duruyor olduğundan telaşla gitti ve gözlerinin dolduğunu fark ettim. Alt tarafı bir kahveydi ve bunu içme konusunda bu kadar takıntılı olmasını anlayamıyordum. Sanki sabahları bunu içmeyecek olsa kıyamet kopacaktı sanki. Ona kaşlarım çatık bakıyordum. Abartılı bulduğumdan ötürü. Ama o birdenbire sanki hiçbirine bağırmamış, kovmakla tehdit etmemiş gibi omuzlarını silkmiş, normal durabilirmiş gibi normal durmaya çalışarak konuşmuştu benimle. Özellikle, "Jungkook, bu sabahki kahvemi sen yapar mısın?" derken kibar olması ve daha sonrasında hiç çekinmeden bana dürüstçe söylemesi bazı şeyleri, halen garipliğini koruyordu. "Sen yokken, hiç içemedim. Senin hazırladıkların çok iyi oluyor, anlayamadığım bir sebeple." Sanırım bunu yaparsam bir şey kaybetmezdim değil mi? En azından bu az da olsa, her neyse, bunu düşünmeyecektim. "Tamam, yaparım." Diyerek kaçmaktı niyetim. Çünkü onun yanındayken öncesinde yaşadığım bu büyük korku, yerini gerginliğe bırakmışlardı. Acele ile mutfağa gittiğimde tahmin ettiğim gibi Geong abla, diğer yaşlı kadına dert yanıyordu onun hakkından. O da yorulmuştu bu adamın git gelli sinir halinden. Beni görünce kendisini toparlamıştı. Tuhaf gözlerle baksa da "Bir şeye mi ihtiyaç duydunuz efendim," dediğinde, bana böyle seslenmesinden rahatsız olsam da bir şey demedim. Daha öncesinde dile getirmiştim o da onun izin vermediğini söylemişti, şimdi bir de bu olaydan dolayı gerilmesini, azar yiyecek korkusunu yaşayamazdım. "Kahve yapacaktım," dedim sadece. Ama sanki ona çok sevinçli bir haber vermişim gibi davranarak hemen temiz bir fincan çıkardı. Sonrasında kahve kutusunu. Ayrıyeten bir şişe daha çıkarınca bunu daha önce hiç görmediğimden, "Bu ne içindi?" diye sordum. "Kutuya katıp karıştırmaya üşendiğimden böyle katıyorum ama hallederim bugün," dedi. Fakat halen anlamıyor, soru işaretleriyle dolu olmuş gözlerimle bakıyordum. O da açıkladığı yarım yamalak cümlelerini anladı ve devam etti konuşmaya. "Bunlar ağır sakinleştiriciler, Taehyung Bey önceden de kullanıyordu, şey öfke sorunları için. Sizin olmadığınız günlerde tekrar başladı. Kahvesine karıştırıp içiyor." Bu durum beni rahatsız etti. Sanki kafamı çevirdiğimde açık kapının ardından görünmeyen onu görebilirmişim gibi görmeye çalıştım. Merakıma engel olamadım. "Ne zamandır kullanıyor bunları?" diye sorduğumda, "Sekiz yaşından beri," demesiyle daha da huzursuz oldum. Konuşmak bir yük gibiydi. Bir şey demeyerek kahvesini hazırlayıp mutfaktan çıktım. Önüne bıraktığımda gözlerimin içine baktı. "Teşekkür ederim." Dediğinde, dün gece ona söylemiş olduğumu dikkate alması hoştu. Sadece hafifçe tebessüm ederek yerime oturdum. O da sakince kahvesini içerken, "Yemek ye," diye uyarınca tabağıma koyduğum birkaç şeyi yemeye başladım. İkimizin baş başa olması, bu kadar sessiz durmamız rahatsız etti. Jennie'ye dünkü desteğinden dolayı da teşekkür etmek istiyordum. Bugün günlerden Salı olmalıydı, dersi öğleden sonra olmasına rağmen yoktu. Taehyun ise zaten genellikle onun ne yaptığı konusunda bir fikrim yoktu. Olmadığına en çok sevindiğim annesi ve Namjoon sayesinde, huzurlu geçmesi gereken bir kahvaltıydı ama geçmiyordu. O ise sadece kahvesini içmişti. Belli ki kahvaltı sadece onun için bir formaliteden ibaretti. Çatık kaşlarıyla telefondan bir şeyleri kontrol ederken, zamanı sadece burada her ne ise onu kontrol etmekti sanırım. "Jennie derse gitti sanırım." Diye mırıldandım. Dikkatini hemen telefondan çekmiş olması dikkatimden kaçmamıştı. "Üzüldün mü?" diye sorarken çok ciddi durmasından ötürü sırtım gerildi. Bazı şeyler onda hep biraz ayarsızdı. Bakışlarımı kaçırdım. "Bilmem. Sonuçta bu eve ve sınırlarına alıştım," dedim ve iç çektim. "Uzun zamandır dört duvarlar arasındayım ben. Tek başıma elbet düşüneceğim çok şey var, o en azından konuşacağım biri." Bana diktiği gözlerinin rahatsız verici hissini yaşarken, tok bir sesi vardı. "Dışarıya mı çıkmak istiyorsun?" diyordu, ama ben ondan ziyade rahat olduğum bir yer istiyorum, gönlümce konuşacağım birilerini arıyordum diyemiyorum. Bir kardeşim vardı, o da ailenize bulaşmanın lanetiyle bu hayatta göreceğim son insanlardan biri oldu. Bunu düşünmek bile ciğerimi yaktı. O beni diken üstünde tutan halim yerine, kırılmış sesim çıkıyordu ortaya. "Ne istediğimi bilmiyorum," diyordum. "Beni artık neyin mutlu edeceğini bilmiyorum." Sessizlik oluştuğunda ona baktım. Bana bakmıyordu. Düşünüyordu. Sonrasında konuşmak için bana doğru çevirince bakışlarını, refleksle karşımdaki boş sandalyeye baktım. "Akşam, iş dönüşü hazırlan öyleyse. Seni dışarı çıkaracağım." Dediğinde, gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Buna gerek yok," dedim hemen. Çünkü amaç ondan uzak kalmaktı. Fakat o bunu anlamamıştı. Üstüne, "Ben çıkaracağım diyorsam," diyerek baskınlığını kullanırken ona bakabildiğim kadar sert bakıyordum. Ama o bunu umursamadan ayağa kalkıyor, yüzümdeki ifadeden rahatsız oluyor ve frenliyordu sesini. Şimdi daha yumuşaktı. Onun sert halini bilmeyenler için bence kesinlikle halen sertti. "Yani dışarı çıkmak istiyorsan, eğer benden çok rahatsız oluyorsan, Jennie ile çıkabilirsin." Diyordu ve masada duran telefonu alırken kendisine söyleniyordu. "Bu evde güvendiğim başka kimim kaldı ki zaten?" "Her neyse," dedi ve karşımda durdu. Gözleriyle tamamen beni inceledi ve "Çıkıyorum," diyerek arkasına bakmadan gittiğinde, çöktüğüm sandalyede derin bir nefes aldım. Sanırım bu hali yüzünden o ilaçları tek başına içmek zorunda kalmayacaktı. Dengesiz hissediyordum. Ve düşünüyordum, düşündükçe kendisinin benden etkilendiğini söylediği sözler geliyor aklım bulanıyordu. Bu işin nereye varacaktı ve kaçmak istediğim kendisinden bir şekilde günün sonunda aynı odada olacağım gerçeği ile baş etmek sahiden de zordu. Kapının sesi kısa bir süre sonra çaldığında, o kadar kendi halimdeydim ki irkilmiştim. Az önce gitmişti. "Neden hemen geri döndü ki," diyerek kalktım yerimden. Zaten bir şey yemiyor sadece kalkmak ağır geldiği için oturmaya devam etmiştim masadan. Açıkçası bu evde yapabileceğim şeyler sınırlı olduğundan, belki oda da o gördüğüm kitaplıktan bir kitap okumak Jennie gelene kadar kafamı dağıtırdı. Ne yazık ki hayat asla planlarımın doğrultusunda ilerlemiyordu. Çünkü daha solandan çıkıp hole doğru ilerlemiştim ki, o kadının sesini duymuş olmakla kapının ağzında çakılı kalmıştım. O, her şeye rağmen ve bana kullandığı o sözlere rağmen annesinin buraya gelmesini mi istemişti? Çıldıracaktım. İki yüzlüydü. Dürüstlük sadece palavraydı. Biraz olsun, biraz olsun ona karşı böyle devam ederse yumuşayacağımı sanıyorum ama bu artık imkansızdı. Hem biraz kırılmış hem de haddinden fazla nefretle dolmuştum. Geong abla ona koşarak kapıda karşılamıştı hemen. Göz ucuyla bakıyordum. Üstündeki montunu çıkarıp kadına verdiğinde, "Hoş geldiniz hanımım, sizi beklemiyorduk," diyerek neredeyse yere eğilecek kadar selam veriyor olması sadece büyük bir yapmacılıktan ibaretti. "Oğlum için geldim. Yoksa gelmeyecektim. Nerede Taehyung," diye gerine gerine konuşuyordu kadın. O tüm sinirlerimi, travmalarımı tetikleyen ayakkabılarının sesini duydukça kalbimin üstünde o ezici vuruşlar vardı. "On dakika önce çıktılar." Diye yanıt alınca, "Kızım evde mi?" diye soruyor ve ilerliyordu. Geong ablanın söylemeye çekindiği şey o sırada bendim. "Sadece Jungkook Bey var." Dediğinde, çekinme sebebini kendi gözlerimle görmüş oldum. Resmen fönlenerek geriye atılmış saçlarının sinirle kadına dönmüş ve kabarmıştı. "Ne demek o burada?" diyor ve kadını dövecekmiş gibi ellerini kaldırıyordu. "Şuna Bey deyip delirtmeyin beni." Gözleri delirmiş gibi etrafa bakıyor, hıncını alamıyordu. "Gebermemiş miydi bu en son? Yanlış mı haber veriyorsunuz bana," diyerek kadına kızarak sobelemek istediği beni aramak için hızlıca adımlar attığında, karşısına çıktım ve baktım gözlerinin içine. Yenemediniz, öldüremediniz bir beni. Şimdi karşınızdayım ve artık ölen birinin canını acıtamazsınız diyerek baktım gözlerine dimdik. Tüm tiksinme, nefretimin var ettiği gözlerimle. "Şuna bak." Diyerek, tasması kopmuş kuduz bir köpek gibi üzerime geliyordu. "Tüm kardeşleri birbirine düşürmemiş gibi, sırık gibi duruyor karşımda haspam. Ama dur bak ben sana şimdi neler yapıyorum," dedi ve o elini yüzümde yine bir tokat atmak için kaldırdığında, sertçe tuttum havaya kalkmış bileğimi. Tüm gücümle sıktığımda, şaşkınlığını fırsat bilerek onu kendimden uzaklaştırmak adına ittirdim. Bir iki adım sendelemiş, gözleri faltaşı gibi açılmışlardı. O cayır cayır o gözler artık bendeydi. "Kendinize gelin." Diye bağırdım. "Siz bana bu saatten sonra bir şey yapamazsınız." Diyerek üzerine yürüdüm. "Beni ayıplayıp duracağınıza gidin yetiştiremediğiniz çocuklarınıza biraz insanlık öğretin. Her birinde yer alan korkunç duygular yüzünden hayatım mahvoldu. Bende sizin o kurbanlarınızdan biri olmayacağım." Baş parmağımı kaldırıp kendisini işaret ettim. "Eğer bana bir daha dokunursanız, bundan sonra size bunun misliyle karşılığını vereceğimi bilin Bayan Kim." Karşımdaki iki kadında içimde çıkan bu öfkeye şok olmuşlardı. Ben olmamıştım. Tuttuğum her şey dayanılmaz bir şekilde çıkıyordu. Çok zordu artık bunlara katlanmak artık. Annesinin, "Delirmiş," diyerek gülmeye çalışsa da benden korktuğunu hissetmiştim. Aynı şekilde sesimi yükseltmeye devam ettim. "Delirdim ve inanın uzun zamandır hiç bu kadar kendimi iyi hissetmemiştim. Şimdi uzak durun benden. Bana yaptıklarınız yüzünden her birine karşı intikam duygusu taşıyorum. Sizi öldürmekten çekinmem. Hatta şimdi bile yaparım bunu." Gözlerimin tamamen açıldığını, dudaklarımın sinirden morardığını hissederken kadın dehşete kapılmıştı. "Ne diyorsun, deliye bak." Diyerek Geong Ablanın yanına doğru kaçınırken, onu köşeye sıkıştırmış olmanın hazzıyla boğuşuyordum. "Kaçın benden. Sizi hiç ummadığınız bir anda boğazlayacağım." Sonrasında çok kibar bir şekilde gülümsedim. Bu onu o kadar sinir etmişti ki, "Seni Taehyung'a söyleyeceğim. Bu davranışların yanına kar kalmayacak, " diyerek halen beni bastırmaya çalışsa da bunu yememiştim. Nasıl davranıyorsa öyle davranacaktım bu saatten sonra bu kadına. Bununla saygıyla ama aslında alayla önünde eğildim. Gülümseyerek kaldırdım başımı. "Selamımı da iletin lütfen." Diyerek arkamı dönerek odama çıktım. Arkamdan ayılıp bayılıyor olması gram umurumda değildi. Tek düşünebildiğim, Delta'nın onun buraya gelmesine izin vermiş olmasıydı. Ondan nefret ediyordum. Bu nedenle ikimizin arasında muhtemel geçecek olan tartışmayı ön görebiliyordum. Bununla bir şeylerin çok fena dağılıp toparlanacağını da. Dünyayı sevgi kurtaracak diyenler sevgisizliğin bir gün yok edeceğinden habersizlerdi. Sevgisiz büyüyen çocuklar hiç tatmadığı o duygunun acısını dünyadan çıkaracaktı. Bölümün sonu. (herkes askere gitti, bok gibi, bu özlem bizi mahvedecek) sizce tae çabalıyor mu? Diğer bölüm, taekook kavgasını yazacağım... bence çok iyi bir dönüm noktası olacak. (Wattpadden direkt kopyala yapıştır yapıyorummm) Ben Nicotesy, kendinize cici bakın. |
0% |