Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@nicotesy

Yine geldim ben... uzatmadan iyi okumalar. :)

 

....

 

 

 

 

 

Bölüm 3: Bir sığıntı gibi, sakınırım kendimi bu dünyadan.

 

"Ağlamak insana, suçunu bastırıp, olan biteni, karşı çıkan olmaksızın kadere bağlama imkânı verir. Ağlıyordum çünkü."

 

Üzerimden bir mahkumiyetin geçtiği vakit beni sarsan ve dumura uğratan şey, sözler değildi. Bir anda sözleri bana kullanan kişinin kalbimde bıraktığı aç acıydı. Bile bile, ona sadık olacağımı bilmesine rağmen daha fazla acımasızca kullandığı ve harf harf düşürerek kalbime bıraktığı darbelerdi. Gücüm yokken gözlerinin içine canımı yakamadın der gibi bakmaya çalışıyordum.

 

Fakat o benim hunharca girişiyor olduğum mücadeleme bile saygı duymadan bakışlarını üzerimden çekerek ayağa kalktı. Herkes haddini ve yerini bilir gibi hareket ederken, salonun içinde yer alan insan sayısı azalıyordu. Kimin girdiği veya çıktığı önemli değildi buraya bu saatten sonra. Akıbetim dökülecekti o dudaklardan ve onun bana dayattığı zehir çoktan kalbimin duvarlarına onun tadını zerk ediyordu.

 

Annesi odadan çıkmayan ve ikimize bakıp duran tek kişiydi. Çekiniyordu oğluyla konuşurken. "Ne yapalım biz bunu şimdi," diyordu, varlığımın bir eşya kadar değeri yoktu o sırada. Bunu göstermekten normal bir şeymiş gibiydi, o ağızlardan da öyle dökülmeye devam edecekti artık. Öyle ki, "Depoya bir yatak kurarız, yatar kalkar orada. Senin gözünün önünde olup da sinirlerini bozmasın bu oğlum," dediğinde, bunu istemiştim. Bu adamın ölü denizlerinde intihar edeceğime, bir deponun karanlığında huzura ermek daha sıcaktı.

 

Lakin niyetim daha beni iç huzura erdirmeden Delta beni cidden de hayatımdan etmeye meraklı bir şekilde konuşmaya başladı. "Hayır, aksine benim odamda kalacak." Dedi ve annesinin çatık kaşları bu durumdan hiç memnun durmuyordu. "Her gün onu görerek bana bu yapılan saygısızlığı ona misliyle ödeteceğim. Madem kardeşinin yerine geçti ve şimdi de eşim olmayı kabullendi, öyleyse aldığı kararların bedelini ödesin bakalım."

 

Tüm kelimeleri bastıra bastıra kullandı. Daha sonrasında bana ters ters baktı ve tekrardan annesine döndü. "Onu odama bırak ve üzerine kapıyı kilitle, ben o odaya gireceğim vakit gelip elime verilecek o odanın anahtarları. Onun haricinde ne oradan çıkacak ne de benden habersiz boğazından bir lokma geçecek. Anladın beni değil mi anne? Bunu diğerlerine de söyle. Acıyan ve merhamet eden olursa, bilsin ki onu kapının dışına atarım."

 

Annesi onu hemen onaylamıştı. Zaten o da hemen çıkıp gitti buradan. Dileğim kardeşimi bulamaması ve bir daha onu görmemekti. Ölmesini dilemek çok uçuk kalırdı, birinden ölesiye nefret eden biri olmamıştım. Ancak bir insan en çok ne kadar nefret edilirse o kadar nefret edilir ya, bana olan nefreti de o kadardı işte. Bunu sadece yanımda olan duruşuyla hissettim ve gidişiyle içimdeki huzursuzluğun beraberinde kaslarımın rahatladığını.

 

Ancak erken sevinmiştim.

 

Dediği üzerine ben artık o kadın tarafından peşin hükümlü gibi peşine takılmak ve kendisini takip etmek zorunda kaldım. O odanın içine atıldığımda, "Sana yine merhametli davranıyor ama ben sana asla öyle davranmayacağım omega, sakın burada yaşayan insanlardan medet umma," diye uyardı ve sahiden de üzerime kapıyı kilitleyip de gitti.

 

Öncesinde dehşetle girdiğim odanın içinde sessizce yerimde durarak bakışlarım beni bekleyen külfet zamanın içinde oyalanacak, dehşete düşürecek olayların silsilesi içinde kıvranıyor ve ben bir cep telefonuna sahip olmadığım gibi, mümkün olsa bile Jimin'in sesi kulaklarımda olmadan bir gün nasıl geçireceğim diye aklımı kaybediyordum.

 

Fakat benim zindanımın duvarları griydi. Yatağın üzerindeki tavandan yatak başlığına kadar uzanan spot başlıkları vardı. Yatağın üzerinde, beyaz çarşaflarına uygun tül vardı. Büyüktü içerisi, daha öncesinde girdiğim banyosu haricinde bir de giysi odası vardı. Oraya bakmayı hiç istemedim. Umurumda da değildi. Sadece o geldiği vakit nerede saklanırım diye düşünüyor, büyük penceresi olan odanın önündeki kahve koltuklara yöneliyor, oradan perdenin kalın perdesini yana çekerek hem buradan yüksekliğini hesap ediyor hem de ay ışığını izliyordum. Gözlerim kanlanıyor, ben ağır nefesler ve düşünceler arasında en son elimin göğsümde hizalanıp uyuya kaldığımı anımsıyordum.

 

Çünkü yüzümü buruşturarak uyandığımda, açık bıraktığım perdeden doğan güneşin sıcaklığı yüzümü huzursuz etti. Varlığımı ve yaşamı sorguladığım vakitlerdi. Korkuyla açıp kapanan gözlerim, ben uyurken nelerin olup bittiğini hem merak ediyor hem de kafamı çevirdiğim anda göreceğim manzaradan ödüm kopuyordu.

 

Neyse ki görmekten endişe duyduğum manzara yoktu karşımda. O dağınık güllerle kaplı yatak, dün Delta ile olan boğuşmam sırasında dağıldığı halinden gram oynama olmamış ve o bu odaya hiç gelmemişti.

 

Meğerse benim bu evde ilk ve son huzurlu gecemmiş, onu çok sonra anlayabilmiştim.

 

Zaman birbiri ardına düşüyordu. Evin her daim kafama yıkılacak beklentisi ile yerimden kıpırdayamamış, acıdan dolayı taşlaşmış yüzüm saatlerce aynı boşluğa baktırmak dışında bana bir şey kazandırmamıştı. Açlıktan midem bulanmaya başladığı vakit anca o zaman sendelememe rağmen banyoya ulaşmış elimi yüzüme bakarak, kızarmaktan ve şişmekten dolayı tanınmaz halde duran yüzüme bakmıştım. Omuzlarıma kadar dinlenen saçlarım solmuş, dudaklarım çatlamış ve kabuklanmıştı. Rengim beyazlığını kaybederek sararmış, her an gözlerim kararacakmış gibi dururken, boynumda duran kızarıklığın eseri halen yaşamakta olduğumu hatırlatıyordu.

 

Çeşmeyi açarak avuçlarımı birleştirdim ve midemin aldığı kadar su içerek oraya doldurmaya çalıştım. Ancak bunu yapmak sandığım kadar beni toparlamadı ve midemi bulandırarak ağzıma aldıklarımı da çıkarmak zorunda bıraktı. Başım dönüyordu durmaksızın, parmak uçlarım hissizleştiğinde banyodan dışarıya çıkmaya çalıştım.

 

Kapının pervazına tutunurken, diğer odanın kapısındaki kilit sesini duymamla daha çok tutunmaya çalıştım. Bu kadar güçsüzlüğümle onun ölüm bahşeden gözleriyle karşılaşmaya, onun beni aşağılayan bakışlarının altında ezilmeye gücüm kalmamıştı.

 

Ama kafamı eğmek ve bir adım atmaya çalışmak dünyanın en büyük yüküydü o vakit, o yükü atmaya çalıştığımda zayıflık beni ele geçirdi. Titrek bacaklarım, onun bacaklarını odaya bir esir gibi ele geçirdiğinde yere yığıldım.

 

Bir an tüm duyularımı kaybettim, çok kısa bir süre sonra tekrar kendime gelir gibi olduğumda gözlerimi açabilmek için tüm mücadelemi ortaya koyuyordum. Lambanın ışığı gözlerimi yaktığından açmakta güçlük çekiyordum, çok az karanlık suratımda oyalandığında kirpiklerimi oynatabildiğimi hissediyordum.

 

Sonrasında karnımı dürtükleyen bir darbeyi. O darbeyi takip eden, kafama tokmak gibi gelen geçen aşağılayıcı sesi. "Bu da aciz şovlarından biri olsa gerek. Geldiğim ilk anda kendini bana karşı güçsüz göstererek canını yakmayacağımı sanıyorsan... çok yanılıyorsun omega. Ayağa kalk. Sökmez senin bu mağdur ve zavallı hallerin bana." O sese karşı gelmek için bile, onun ayaklarının altında bir paspas muamelesi görmemek için bile inleyerek de olsa soluk soluğa kendime gelmeye çalıştım.

 

Ölümün kıyısında dolanan irisleri, parlak mavilerini kurnazca üzerimden tarıyor, bana üstten bakan çehresinde yapay bir sırıtma vardı. "Nasılda ayılıyorsun yavaş yavaş," dedi, ama midem bulanmaya devam ederken kendimi refleksle yana yatırıp kusmaya çalıştım. Yapabildiğim sadece boş midemde kalan suyu atmak olmuştu.

 

Ayakkabılarına sıçrayan tükürüklerden rahatsız olurken yüzünü buruşturup odadan çıktı. Ama fazla uzaklaşmamış olacak ki, hemen koridorda duruyor, sesleniyordu birine. "Biri gelsin baksın şuna," diye.

 

Hayatta en nefret ettiğim şeylerden biriydi, birine muhtaç yaşamak. Bu yaşa kadar her ne kadar evimizden kaçıp gitmeye çalışsak da hayatın şartları bunu yapmamıza izin vermemişti. Türümüzden ötürü bize yapılacak muamelelerden ötürü. Bu nedenle babamla yaşadığımız evde, hakkımız olmasına rağmen bir el gibi, lokmaları her daim sayılan evlatlar gibi büyütülmüştük.

 

Şimdi de buradaydım, benden tiksinen Delta'nın yanında.

 

O ise benim eşimdi.

 

Bunu bilmek ve bu sözleri işiten yüreğime hem ağır hem de kurdumu zayıflamasına sebep oluyordu. Bütünlüğüm, kişiliğim ve var olduğum her bir hücrem, yanlışlar dolu bu olaylarla birlikte, kapalı gözlerimin ardında evlerini pisleten, sevilmeyen ama atılmayan o köpek muamelesini iliklerime kadar hissetmeme sebep oluyordu.

 

Çok değil, kısa süre içerisinde anlımda bana dokunan sert parmaklar, Jimin'in yumuşak parmaklarından çok daha büyük ve kaba duran baskıya sahiplerdi, soluklanıyordu üzerimde. "Ateşi çıkmış Taehyung Bey," diye söyleniyor, kararsız bir şekilde benden uzak dururken sessizlik var oluyordu. Kimsenin o sırada uğraşmak istemediği, oyalanmak istemediği biriydim.

 

Fakat onun aksine ilgisiz sesin ilgili cümleleri beynimi tırmalıyordu.

 

"Yatağa yatır şunu, sonra da ortalığı temizle. Namjoon'a da söyle Seokjin'i çağırsın. Gelsin baksın şuna. Mikroplarını saça saça ölmesin burada."

 

Kadın hafif mırıltılarla denileni yaptığında beni yerimden kaldırmaya çalıştı. "Neyse ki ağır bir şey değil," diyerek benim külfet misali ayakta tutmaya zorlandığım bedenimi, temiz kokan çarşafların arasına doğru atarcasına yığıntı gibi bıraktı. Şimdi üzerimdeki pis kokuyu alır gibiydim.

 

Ama bundan daha öfkeli kramplarım ve titremelerim baş gösteriyorken, dönmeye çalıştım. Yatağın en ucundaydım. Kadın çoktan yanı başımdan gitmişti ama halen beni izleyen gözlerin bilinciyle, yorganın altına girmek isteyen bedenimi gururumdan ötürü zapt etmeye çalışıyordum.

 

Fakat bu başarısız eylemim, tüm tüylerimin diken diken oluşundan dolayı hareket etmeye ve yerimde tekrardan huzursuzca dönmeme sebep olduğunda bir an kafam boşluğa düşer gibi oldu. Bunun yerine yanağımda hissettiğim sıcaklık, tenimi oraya bastırmama sebep olduğunda gözlerim nemli şekilde açılıp kapandı. Bana bakan ölüm kokan gözlerin çatık ifadesi, bir halüsinasyona gibiydi. İnandırıcı değildi.

 

Çünkü gözlerim yavaşça açılıp kapandığında ne o sıcaklık vardı ne de o gözlerin üzerimde olan ağırlığı.

 

Bunun yerine bana bakan, gülümseyen bir adamın yüzü ile karşılaşmam rüyada olduğumu hissettirdi. İki güzel dolgun dudakları samimi bir şekilde yukarıya kıvrılmış, alamadığım feromlarından ötürü onun ne tür olduğunu anlayamazsam da bana olan merhametli duran tavrından ötürü tebessümüne karşılık vermek istemiştim.

 

"Baş dönmelerin devam ediyor mu Jungkook," diye sorduğunda, kafamın fazlasıyla boş olduğunu hissederken kafamı olumsuz anlamda çevirdim. Sonrasında kendimi olduğumdan daha iyi hissederken vücudumda sadece ezilmiş bir tekerleğin dinamikliği vardı. Tüm kemiklerim ağrıyordu, parmak uçlarımı sıktığımda ise kolumdaki serumu fark etmiştim.

 

Kaşlarımı çatarak baktığımda, yanımda halen durmaya devam eden adam kafamın üstüne ateş ölçeri koyup ekranda duran sayıları takip etti.

 

"Endişelenme, şimdi daha iyisin. Ateşin düşmüş. Bir de kaç gündür beslenmiyorsun Jungkook? Gönderttiğim kan tahlillerini yeni aldım. Şu anda kendini bu kadar güçsüz hissetmenin sebebi yetersiz beslenmeden kaynaklı."

 

"Bilmiyorum," diyebildim sadece. Hayatımdaki şu son bir ayı hatırlamaya çalışmak bile istemiyordum. Adam kaşlarını çattığında, bana gülümsüyor olması daha iyiydi. Ama şimdi o da bana sert bakıyordu ya da bakmıyordu. Çünkü biraz uzaklaştığında, sesi bana ithafen değildi. Gittiği yönde duran Delta'ya yönelikti.

 

"Ne yapmaya çalışıyorsunuz bilmiyorum ama bu etik değil. Onun hemen bir şeyler yemesi lazım. Bu serum onu sadece birkaç saat kendinde bırakır. Koskoca Delta bunca varlığın içinde eşine bunu mu reva görüyor?" dedi kinayeli bir şekilde.

 

Keşke bilmediği şeylere karışmasa dedim içimden. Bana karşı göstermiş olduğu merhamet duygusundan ötürü pişman olsun istememiştim çünkü.

 

Ancak Taehyung, sadece dün beni Jimin sanarak yaklaştığında ve konuştuğunda çıkmıştı ağzından öyle ılımlı sesler. Şimdi şaşkınlıkla gözlerim açılmak ve bunu söylerken ki yüzünün aldığı şekli merak ediyordu.

 

"Haddin olmaya işlere burnunu sokma. Birazdan yemek getirirler ve yer. Buradaki işin bittiyse, Namjoon'a söyle seni aldığı yere geri bıraksın. Bir de şu söylediğin ilaçların reçetesini ver, gelirken alsın."

 

Sessizlik yeniden var olduğunda yutkundum sertçe.

 

Kafam sol tarafıma dönüktü ve o da tekli koltuklardan birinde oturmuş, bacağını bir bacağını üzerine atarak bakışlarını bana dikmişti. Göz göze geldiğimde çekemedim bakışlarımı onun üzerinden. Zaten ölmemi, acı çekmemi istiyordu. Şimdi neden bunca zahmete giriyordu benim için. Onun gözünde buna değmezdim bile. Eşi olsam bile değmezdi.

 

Sanki o da bunu duymuş gibi gözlerimin içine bakarken, benim sorguya düşürdüğüm şeyleri uyuşuk duran sesiyle karşılık buldurmuştu.

 

"Şimdi neden sana bu denli merhametli yaklaştığımı sorguluyorsun değil mi omega? Bana bakan o rahatsız edici gözlerinden bile görebiliyorum bunu. Hem korkuyorsun hem de korkmana rağmen bana bakmaktan çekinmiyorsun... Umutlanma. Boşuna kendini yorma bana bakarken. Seni yaşatıyorum, çünkü seni her gün yaşarken öldüğüne şahit olmak istiyorum. Bana oyun oynadığın abini bulana kadar intikamımı senden alacağım. Bu adaletsizce gelebilir sana. Ama onu zorla almadım. Ona sorduğumda hayır diyebilirdi. Demedi. Aynı senin gibi korkarak baktı ve itaat etti. Babasından korktuğundandır, bu umurumda değil. Lakin senin seçme şansın varken, yaşama şansın varken susmaya devam ediyor ve saklamaya çalışıyorsun onu. Niçin?"

 

Sertçe yutkundum. Cevap beklemiyordu belki de. Ama ilk defa bana bağırmadan bir şeyler söylüyordu. Haklı olduğunu bilmek ise beni sadece ona karşı bir bahaneci olarak göstermesine rağmen, ben bildiğimi savunmak istiyordum.

 

"Ben sadece o mutlu olsun istiyorum, çünkü ben onun bunca zaman yaşadığım yılları borçluyum. O sadece abim değildi. Hem annemdi hem de babamdı." Dedim ve burnumun ucunda sızladı Jimin'in gül kokan kollarında olmadığım bir günü deviriyorum diye. Titrek bir iç çektiğimde, susmam için bağırmadığından konuşmaya yüz buldum tekrardan. "Babama karşı gelemeyeceğini bildiğinden kabul etmiştir o. Seçme şansı vardı senin gözünde, ama bizim doğuştan bir seçme hakkımız yok, göremiyor musun?"

 

O bir Delta olarak doğmuştu. Tüm ırkı dizlerinin önüne çökertecek biriydi. Her anlamda. Şimdi bir şansımız veya seçeneğimizin olabileceğini savunuyordu. Bu empati yoksunu sözlerine anlayış gösterebiliyordum yine de.

 

Oysa ben yine de onu anlamaya çalışırken, o, histeri bir şekilde gülümseyerek dudaklarını birbirine bastırdı. Yüzünü çözmek zordu. Ağlak duran gözlerim, ona tezat duran, ona cevap verme cesaretinde bulunan bir alaydı belki de. Bilmiyordum.

 

"Belki onun yoktu. Ama sen onun yerine geçerek, bile isteye bir seçim yaptın." Dedi ve sesi yine o eski hiddetine kavuştu. "Benim gururumu ve itibarımı zedeledin." Üzerime doğru yavaşça yürümeye başladığında, bir insan yatağın içinde ne kadar küçülmeye ve alçalmaya çalışırsa, işte o kadar yok olmaya çalıştım. "Bunu kabul ederken, bir bedelinin de olacağını biliyordun omega."

 

Çenesinin sıktığını, dişlerini gıcırdattığını, burnundan dökülen sert nefesi, üzerime düşen gölgesinde bakışıyor olduğum gözündeki yarayla tekrar o canavar halini aldı önümde. Ve ilk defa feromlarını bastırdığında, tüm bedenim onun bana göstermeye çalıştığı güç oyunun içinde kasılmama, ter dökmeme sebep oldu. Dudaklarım korkuyla açılıp kapandığında, gözlerimden firar eden yaşlar benim durduracağım türden değildi.

 

"Gözlerin bana ancak böyle bakabilmeli bu saatten sonra. Bir daha gözlerime baktığında, o cesaretini değil, acizliğini sun. Böylelikle yaşayacağın günler uzar bu evde. Aksi halde, seni en korktuğunla sınarım."

 

Sertçe yutkundum. Benim en korktuğum Jimin'in ölmesiydi. Ama onu bulamadığına göre bu zamandan beri, Yoongi onu sahiden de güvenli bir şekilde koruduğuna inanarak bir güvenceye tutunmuş, nefes alırken zorlanan boğazımı bu sayede rahatlığa kavuşturmaya çalışmıştım.

 

Ama öyle değildi söyledikleri.

 

Bu çok daha başka bir şeydi. İhtimali düşünülecek en son şeydi belki de.

 

Ve artık en çok neyden korktuğumu anlamamı sağlayacak şeydi muhakkak.

 

"Sana öyle bir acı yaşatırım ki Jungkook... bir gün kucağında seviyor olduğun çocuklara bakarken vicdan azabı yaşıyor olursun. Çünkü sen, kardeşinin katili olacak bir adamın evladını büyütüyor olacaksın. Ve her sevmek için kaldırdığın o ellerin, kırılarak, onlara dokunamadan geriye çekilecek. Kardeşinin onların üzerlerine sıçrayan kanlarla bir gün bile huzurlu olamayacaksın. Buna izin vermeyeceğim. Tiksindiğim şu vücuduna dokunmak pahasına olsun, seni sadece kanla değil, gerçeğiyle gerçek eş yapar, sana bu azabı bir ömür yaşaman için intikamımı senin üzerinden alırım."

 

 

 

 

 

 

Bölümün sonu.

 

Kurguyu sevdiniz mi? Yavaş yavaş ısınalım bakalım olaylara ve gidişatlara.

 

Ben Nicotesy, Dead butterfly'da kalın!

 

Loading...
0%