Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32. Bölüm

@nicotesy

Selamlar olsun ben geldim... bakınız ben bu bölümleri uzatmaya başladım. of...

Bol yorumcuklarınız olsun, ballar.

(medyadaki şarkı çocukluğum ve bu fice çok yakıştı, dinleyin sözler, şarkı taeyi, başındaki şiir jk gibi)

İyi okumalar. :)

...

"Kıskanmak bir ölçüt değil, 'Seni seven kıskanır,' yorumu doğru değil. Seven değil, sahip olmak isteyen kıskanır. Sevmek... sahip olmak... Çok farklı şeyler."

...

Bölüm 32: Yüreğini isterim ya adam gibi ya da çek git.

"Hoş geldiniz. Ben Taehyung'un eşiyim. Jungkook. Adım veya varlığım şey değil kısaca."

Bu kullanmış olduğum sözler onların arasında dikkat çekici bir hal uyandırdığından, ilk önce sözleri söyleyen bana iğneleyici bakışlar atıldı her bir taraftan. Vermiş olduğum cevaptan dolayı mutlu olan tek kişi Jennie görünüyordu. Yüzlerine dik dik bakıyor olmama bıyık altından gülümsediler, halası olan kadın dudaklarını eğdi. "İşin yaş senin bu çocukla," dedi, Taehyung'un annesine dönerek. "Havası Kaf dağından görünüyor. Yüzsüz yüzsüz. Biz seni böyle mi eğittik gelin hanım."

Annesi o kadar gerildi ki mahcup olmuş bir şekilde kafasını eğmişti. Çenesini sıkıyor, bakışlarının altından duyduklarının etkisiyle bana ters bir bakış yollamayı ihmal etmiyordu. "Terbiyeye ihtiyacı olduğunu biliyorum. Ama sizin bana öğrettiklerinizi yapmış olmanıza rağmen pes etmiyor." Dediğinde, karşındaki kadın homurdanıp benim yüzümü inceledi sırıtarak.

"Senden de çetin ve arsız desene," dedi keyiflenircesine. "Boşuna dememişler gelin de kaynana toprağından yaratılır diye. Sende zamanında abime kancayı taktığında kurtaramamıştık onu senden. Belli ki Taehyung oğlumu da bundan kurtaramayacağız."

Söyledikleri o kadar sinir bozucu ve aşağılık şeylerdi ki, kadının o ukala duran çok bilmiş yüzüne irdeleyerek bakıyor ve ağzım açık söylemiş olduklarını bir nebze olsa sindirmeye çalışıyordum. Duyduklarım biraz aile sırlarını da içerse de beni rahatsız eden nokta bu duruma benzetilmiş olmaktı.

Evin halası olan kadın, olduğu yerde durmaktan çok sıkılarak önünde duran beni iteklemiş, "Çekil şuradan, aval aval durma karşımda," diye sinirlice homurdanmıştı. Bunların aile genlerinde hep böyle asabiyet, sinir ve uyuzluk mu yatardı? Ya da iki yüzlülük mü demeliydim? Keza sadece susarak beni fark ettiği andan beri sessizce izleyen kızına dönerek, o az önceki kaba sesin haricinde daha sıcak bir şekilde konuşarak kızını salona geçmek için harekete geçiriyordu. "Gel kızım, huyundan bulaşmasın. Havası kirlenmiş buranın."

Onların bu gamsızca duran ilerleyişlerine durup da tek bir kelime etmeyişime çok içerlemiştim. Jennie dudaklarını ısırıyordu. Onu yanına çağıran Eun denen kızdan ötürü oflayarak peşlerine takılıyordu. Oysa içimde sözler birikiyordu. En az benim kadar nefret etmişti bu ortamın içinde bulunmaktan. Söylene söylene gözlerini devirerek yanından geçiyor ve beni annesiyle baş başa bırakıyordu.

Halbuki insan bu sözler karşısında, bu sözleri söyleyen yürekler karşısında en fazla ne diyebilirdi ki? Bunun muharebesi ile cebelleşiyordum aklımda. Tek kalmış olmamı, neden aynı yerde durduğumu sorgulamıyordum o sırada.

Annesi birdenbire kol dirseklerimden sıkıca tuttu. Gözleri beni parçalayacakmış gibi parıldıyorlardı. "Bir kere de şu ayağıma taş olup karşımda durmasan. Bu ailede yerin yok zaten. Git odanda ne bok yiyorsan ye."

"Benimle düzgün konuşun," diye sesimi çıkarıp kolumu olun pençelerinden kurtardığımda, az öncesine kadar içine içine konuşan kadın şimdi durmuş alayla dudaklarını büküyor, iki elini koluna yaslayarak bana meydan okuyordu.

"Biliyor musun? İçerideki kadın bana hiç benzemez." Diyordu, yine beni bir şeylerle tehdit etmeye başlamıştı. "O pörtlek gözlerin bana öyle cins cins bakıyor da cesaretin var mı içerideki kadınla başa çıkmaya. Taehyung kendisinden çok çekinir. Belki beni anne olarak görse de kan bağı bulamadığından üzerimden gelip geçebiliyor, senin gibi bir mendebur için bile beni karşısına alabiliyor. Ama sanıyor musun ki onun çocukluğunu geçirdiği kadına da aynı benim gibi davranacağını. Sanmam." İşaret parmağını alıp şakağıma bastırdığında, sınırdaydım. Bu parmakların bir daha vücuduma değdiği anda onları kıracağımı hissediyordum. "O zeki kafanla dene istersen. Sonuçlarını da gör de aklın başına gelsin, yılan."

Dişlerimi sıktım. "Ben size hiç mi hiç benzemem, Tanrı korusun. Sizin gibi zehirli birine benzemek, bunca söylemiş sözlerinizin iğrençliğinden daha iğrenç ve korkunçlar." Dediğim şeyle yumruklarını sıktı. Gözlerimizle birbirimizi deşiyorduk.

Eğer içerideki kadın bağırarak dikkatini çekmeseydi. "Söyle valizlerimizi düzgün taşısınlar. İçinde değerli eşyalarda var." Bu sözlerle güldüm. Telaşına. "Siz ilk önce ağzınızı açamadığınız ağzınızın ayarını yapın. Maazallah korkmamı söylediğiniz kadından en çok siz korkar gibisiniz."

"Küstah," diyerek omuz atarak yanımdan geçti.

Olduğum yerde durmanın ve bu zehirli sözlerin sahipleri olan bu insanların çevrelerinde durmanın bir anlamı yoktu. Mutfaktan bir dolu bardak su alarak yukarıya çıktım. Odanın kapısını kapattığımda, şöyle içeriye göz attım. Sanırım bir şekilde aşağıdaki gergin hat yüzünden bu odanın güvenli yerim olmaya başladığını anladım.

Buruk bir gülümseme oluştu yüzümde.

Farkında olduğum şeylerle burada yaşadıklarım tek tek süzüldüler gözlerimin içine. Dolaptan bir peluş battaniye alarak koltuğa oturmadan perdeyi çekip boydan boya duran dağ manzarasını izledim. Yalnızlık ne bunaltıcıydı o vakit. İnsan sürekli bir şeyler düşündükten sonra yorgun düşüyordu düşünceler arasında. İçimde fenalık getiren düşünceler yüzünden sinirleniyordum.

Taehyung ile onu düşünüyordum. Geçmiş, insanın geçmişi şimdisinde ve geleceğinde olacağını bildiği biriyleyken takılmaması gerekendi zannımca. Ama çoğu şey lafta olduğu gibi ilerlemiyor, düşünme diye diretirken, içimdeki karamsar ve kamçılayan düşünceler, ya benim içimi hoş edecek kadar aklımı çarpıtan bu sözleri ona da söylüyorsa diye geriliyor, kızıyordum. Ne olmasını bekliyordum ama onun için gerçekten de farklı ve özel olmayı istiyordum. Bu isteğimi fark edince kendime kızıyordum.

Hangi ara onunla bağ kurmak, bağa sahip çıkmak isteyecek yakın olmuştum.

Oysa acılarım daha dün gibiydi, bugünler ise yaşananları yok saymak için zehir gibi kalbimi ele geçiriyordu. Ve onu gördüğünde, geçmişinin hissine kapılırsa ne olacaktı? Bana karşı iyileşmeye başlayan yönleri eskiye mi dönecekti? Yüzüne bakınca keşfettiğim yakışıklığı yine o eski korkunçluğu mu alacaktı? Ya da bunun hesabını sorsam, bile bile niye izin verdin mi diye sormalıydım? Ancak annesi benim yanımda demişti kıza bir görücü bulduklarını ve araştırmaya geldiklerini. Kendisine yalan söylemişti. Daha dün demişti, bir şey olmadan önce bana sor diye. Sorsam, onu kıskandığımı mı düşünecekti?

Bunu bilirse çok ama çok utanırdım.

Kafamdaki seslere yeter diyecek kadar delirdim.

Neyse ki bu mücadelemden iki saat sonra Jennie kapıyı çalarak elinde bir tepsiyle geldi. "Jungkook müsait misin?" diye sormuştu dudaklarını büzerek. Aldığım çikolata kokusuna rağmen, olduğum halimi gösterdim sitem ederek. "Tabi, burada durmaktan başka ne işim var ki sanki?"

Güldü ve tepsiyi sehpaya bıraktı. İkimize de sütlü çikolata getirmişti. Kulplardan birini uzatınca, "Öyle deme ya, aşağıda olsaydın gerginlikten ve vıcıklıktan dolayı kafayı yerdin. Yemin ederim yeter diye bağıracaktım az kalsın," diyerek ağlayacak gibi sesler çıkarıyordu. Parmaklarımda olan sıcaklık hoşuma gitti. Kokusunu içime çekti.

İçmeyeli uzun zaman olmuştu. Bu beni biraz olsa da içimi sıcacık etmişti.

Onun gibi bende bir yudum aldığımda, "O senin halan, diğeri de kuzenin. Neden sevmiyorsun ki onları?" diye sordum. O da gözlerini devirdi. Haklı olarak. "Sende gördün onları? Akraba da olsa sence sevilecek yanları mı var bunların?"

Sözlerinden çok tepkisi komik gelmişti. Dudaklarımı ısırdım gülmemek için. Çok bezmiş gibi davranıyordu ve onlar geleli sadece iki saat olmuştu.

"Haklısın, bu konuda bir şey diyemem."

"Öyle." Diye çattı kaşlarını. Sonra yanımdaki bedenini daha rahat bir pozisyona bırakıp elindeki fincanı sehpanın üzerine bıraktı. Biliyordum ben bunu. İçini dökecekti ve yoğun bir konuşmaya hazırlıyordu kendisini. Hep öyle yapıyordu. Elleri konuşurken sürekli hareket halindeydi.

"Ve tahmin ettiğim şey için gelmişler kesinlikle." Dediğinde gerilerek bende bıraktım birkaç yudum aldığım sıcak çikolatayı onunkinin yanına. Gerildiğimi belli etmemeye çalışıyordum. "Eun laf arasında sürekli abimi sorup durdu. Kaltak, adam evli artık, bu neyin hırsı? Unut dimi. İki yıl geçmiş aranızdaki şeylerin bitmesinin üzerinden. Düşmüş annesinin peşine. Neymiş Amerika'da şöyle eğitim aldım, yazılım okudum geldim, sen niye moda gibi bir bölüm okuyup zekanı kullanmıyorsun gibi bir ton saçmalık. Az kalsın bağıracaktım. Kırık kıçını kapatmak için alıyorsun ama o kıyafetleri. Dünyanın parasını da ödüyorsun. Sence onları senin yazılım yaptığın kodlar mı yapıyor acaba?"

Sesi çok fazla çıktığından, yüzü kızarıp morardığından, "Hey sakin olsana, çok gerginsin," diye sakinleştirmeye çalıştım onu. Bu bölüm onun tek hayaliydi ve bunu bir şekilde başarmıştı, birinin gelip buna laf ederek küçümsemesi hayliyle sinirlerini zıplatmıştı.

"Sevmiyorum işte. Özellikle halamın abime yaptıkları yüzünden."

Ortaya fırlattığı cümlelerle iki kaşım çatıldı. "Ne yaptı ki? Annen ondan çok çekindiğini söyledi. Bunu saygıdan dolayı olduğunu sanıyordum." Diye fikrimi belirtiyordum.

"Of, bak bende tam bilmiyorum. Çok küçüktüm." Dediğinde, sanki hissettim. Duyacaklarımın hiç de iyi olmayacağını. "Taehyung abime neredeyse yedi yıl o baktı. O büyüttü. Özellikle Delta olduğu için babamdan Taehyung abimi kendisi yetiştirmek istediğini söyledi. Fak ettiğin üzere annemden nefret ediyor, beni de az çok seviyor sanırım, neyse... Abim onların çiftliklerinden geldikten sonra değişmişti. Yüzünde yara vardı mesela, gözündeki özellikle, çenesindeki izler geçmişti ama bu hiç geçmedi. Bunun nasıl olduğunu hiçbir zaman söylemedi. Konuşmuyordu. Diğer abilerim onunla dalga geçiyorlardı, ama onları da pataklıyordu karşılığında. Çok asi ve hırçındı. Her şeye zarar veriyordu. Sonra babam onu şeye götürdü, hastaneye, devletin saldırgan kurtlar için kurduğu özel tesise. Gözetim altına alındı. Çok sancılı bir süreçti. Korkunç şeyler öğrendiğini bilsem de benimle asla diğerleriyle olduğu gibi olmadı. Bu yüzden midir, en çok onu seviyorum ve içinde sakladığı özün onda tamamen açığa çıksın istiyorum."

Yüreğimi boğazladı bu sözler. Elimle ensemi ovmaya başladım. Onun küçükken nasıl biri olduğunu, nasıl göründüğünü düşünürken, içim acıyordu. Üzücü şeyler gelip gidiyordu gözlerimin içine.

Ellerimin içi buz kesmişti. "Halan sence ona zarar mı veriyordu?" diye sordum.

"Bilmiyorum, babamla bir keresinde kavga ettiklerinde duydum işte. 'Senin suçun, bu çocuğu zapt edemiyorum, onu devlete teslim edeceğim başka çarem kalmadı,' diyordu. Bilmiyorum of." Diye kafasını geriye attı. "Aklıma kötü şeyler getirmemeye çalışıyorum. Bunun mümkün olması da beni ürkütüyordu." Sonra gözlerimin içine bakıyordu, o duygusal sesi, beni daha da bu düşünce bataklığına çekti. "Sence abime zararı o mu verdi? İnsanlardan bu kadar nefret etmesi, saldırganlaşmış olmasının başka açıklaması olamaz. Sürekli ormana kaçıyor, dönüşmeye çalışıyordu. Ya da kurdunun baskısı çok erken yaşta açığa çıktı, ona itaat ediyordu. Anlamıyorum işte. Sürekli tedavi altında ilaçlar içiyor ama ne olduğu konusunda en ufak fikrim yok."

Neredeyse duyduklarım karşısında ayağa kalkacak gibi oldum. "Bu tacizdir Jennie," diye öfkemi bastırmaya çalışıyordum. Ne kadar geçmişte de olsa, zamanında yaşanan bir taciz söz konusu. Fiziksel, bir taciz." Onun acı çektiğini ve dayak yediğini düşünürken, kendi hallerim de boylu boyunca anılar dolabından ortaya çıktı. Harelerim donuklaştı. "Garip, bunca zaman bende burada bunu yaşıyorum. Ama şimdi durmuş onu düşünüyorum."

"Sen iyi ve aklı başında birisin." Dedi Jennie. Gerginlikle ovuşturduğum ellerimin üzerine ellerini bıraktı. Hafifçe sıktı. Yanındayım der gibi. "Aşağı da o karşı gelişinle bile ne kadar güçlü olduğunu gösterdin ama hiç farkında bile değilsin."

Sonrasında yanlış anlaşılmamak için çabaladı. Sahici bir tebessüm ve samimi bir üslupla konuştu benimle. "Bunu söylüyorum diye yanlış anlama. Aklına bir şeyler kazıdığımı da düşünme. Bence abimin yanına yakışabilecek tek insan sensin. O senin kalbini hak etmiyordur bile... Ama deniyor." Son sözü, aynı onun bana dediğini hatırlattı. Deniyorum... dediği sözlerini.

Gülmeye başladı.

"Buna seninle yakın olduğum için neredeyse utana sıkıla beni köşeye sıkıştırıp, Jungkook'un yapmaktan hoşlandığı şeyler ne diye sordu. Yemin ederim o böyle sorunca daha çok utandım. Fakat merak etme, en yakın arkadaşlık kartımı kullanarak, ona içtenlikle yaklaşman bile yeter, o diğer omegalar gibi bir şeyler isteyen ve arayıp duran biri değil dedim. Sevildiğini hissettiği her şeyden hoşlanır o dedim. İyi demiş miyim?"

Gururlu ifadeleri varken, "Deli," diye koluna vurdum. Ama içim içimi yiyordu. Yaptığı veya yapmaya çalıştıklarını öğrenmeye başladıkça, daha ılımlı oluyordum. Hatta birazcık hoşuma gidiyordu. Bunu nasıl yapmış olduğunu düşünürken, ellerim sıcaklayan yanaklarımı buldu. Jennie hemen bunu fark etti. "Utandın sanki," dedi, eğleniyordu. Kaşlarımı çatarak onu terslemeye çalıştım. "Yok öyle bir şey," dedim ama inanmadı. "Ya tabi tabi."

"Of susar mısın Jennie, her şey üst üste geliyor zaten." Dedim, onun benimle uğraşmasını istemeyerek. Ama dur durak bilmiyordu. Üstüme gülüyordu ve bununla çok eğleniyordu. "Ne gibi mesela? Dün gece kavganızdan sonra aşağıya indiğinizde şiş olan dudakların gibi mi şeyler? Resmen diyorlardı ki bana, çok şiddetli öpüldüm, acıyorlar, diyorlardı. Sonrasında da dışarıda gezmeye çıktınız. Sen söyle asıl, neler oluyor?"

Pes etmeyecekti. Açıkçası bunu birine anlatmak da, içimdeki şeyleri dışa vurmak rahatlatıyordu beni.

Çekinsem de veya gözlerine bakamamış olsam da "Bilmiyorum. Benden bir şans istedi. Gerçek bir evlilik yaşama adına. Bende ona, düşüneceğimi ve zaman istediğimi söyledim," dedim dürüstçe.

"Bu da bir gelişme." Dedi sırıtarak. Sonrasında iç çekti. "Yine de sen şu Eun şeytanına dikkat et. Ağzı iyi laf yapar." Diye beni uyardığında, omuzlarımı silkti. "Radarımda değil." Dedim.

"Öz güvenlisin," diyerek göz kırptığında, aslında durumun böyle olmadığını anlattım ona. "Birinin seçimi olduğum vakit, seçilsem bile bir ikilime tabi tutulduğumdan bunun bir anlamı yok. Duygularda acaba olacaksa, hiç olmasın."

Beni alkışlayıp saygıyla eğildiğinde seslice güldüm.

"Woah, bunu benimkine de kullanmam gerek." Diyor ve sahiden de cümleleri ezberine alır gibi mırıldanıyordu. Sonrasında elini kafasına vurdu. "Neyse gidiyorum, annem şimdi laf eder. Uğraşamam." Dedi, şimdiden kendini sakinleştirmeye çalışmıştı.

Onunla konuşmak hem kafamı karıştırmış hem de rahatlamıştı.

"Tamam görüşürüz," dedim ve o gülümseyip, kendi bardağıyla tepsiyi alıp çıktı odadan.

Sessizce biraz olsa da soğumuş olan içeceğimi içmeye devam ettim. Ama aklımda artık yeni düşünceler vardı. Kâbus niteliğinde. Ona sormayı ne çok istedim. Fakat dün sormaya çalıştığımda bile konuyu hemen kapatmış, konuşmak istemediğini açıkça belli etmişti bana. Üzerine gidemezdim. Neler yaşadığını bilmeden konuşmaya çalışmak, o hazırken özellikle, kötü olabilirdi. Belki... kendisi anlatmak isterdi.

Bunun tesellisiyle bitirdiğim içeceği bırakmış, kasılan kaslarımı gevşetmek için sıcak bir duşa girmiştim. Açıkçası Taehyung gelene kadar oyalanıyordum. Onu görme isteğimi sadece kurduma bağlamaya çalışıyordum o sırada.

Aynadan uzun saçlarıma baktım. Ensemden daha da aşağıya dökülüyordu. Onları kesmek istiyordum. Bu işlerden hiç anlamadığımdan oldukları gibi bırakmak zorunda kalıyordum. En azından bazen gözlerimin önünü engelleyen perçemlerimi kısaltabilmiş olsaydım. Ve yüzümdeki solgun görüntü batmış, kurcaladığım dolaplardan birinde maske bulup yapmaya başlamıştım. Aniden kendime olan uğraşımın içindeki asıl sebebi bilsem de bunu bilmemezlikten geldim. Ama fark ettim ki insan kendisi için bir şeyler yaptığında daha iyi hissediyordu.

Bende bununla tamamen temizlenmiş kendimi kremlemiştim. Kollarımdaki izleri görüp durağanlaşmıştım. Çok azdı ama oradaydı. O anda yaşadığım psikolojik dehşetimi anımsadığımda gözlerim doldu. Sonrasında, "Geçti, geçti... her şey çok güzel olacak," diye kendimi motive ederek, yaşama bel bağladığım Jimin'in sarılışını ve gül kokusunu düşündüm. Bu sahiden de iyi geldi.

Saçlarımı kurulayıp önlerinden topladım. Jennie'nin daha önce yaptığı gibi yapmaya çalıştım. Sonrasında kıyafet odasından yeşil, crop gibi duran, kollarının bazı yerlerinde sökük ve metal detayları olan kazağı aldım. Altıma da dar paça siyah bir kot giyindim. Aynadan baktım. Hoş duruyordu bence. Tek bir kulağıma uzun metal bir yaprak motifli küpe ile olmuştu bence. Yüzümdeki tek solgun şeyler dudaklarım gibi görünüyorken, vişne olan nemlendiriciyi hafifçe sürdüm.

Nedense uzun zaman sonra kendime özendiğimden garip hissediyordum. O bunu fark edince yanlış mı anlardı ya da bilmiyorum, uzun zamandır kendimle ilgilenmediğimden garip geldi.

Aynaya baktıkça bunun sorgusunun devam edeceğini anlayarak odadan çıktığımda, kapı birden açıldı. Onun geldiğini sandım. Çünkü kapının açılan yüzü benim tarafıma denk geliyordu.

Ama o gördüğüm pembe topuklu ayakkabılar, ardından uçuşan eteğiyle ortaya çıkan kızın varlığıyla şaşkına döndüm. Kız kapıyı çalmadan odaya pat diye dalmıştı resmen.

"Ne yaptığını sanıyorsun, izinsiz bir odaya girmekte ne böyle?" diyerek kızın karşısına dikelirken pişkin pişkin gülüyor ve bana bakıyordu. "Şekerim kusura bakma. Taehyung'un odasına böyle girmeye önceden alıştığımdan tuhaf geldi kapı çalma işi, alışkanlığıma teslim oldum diyelim. Ah bir de evli değilsiniz. Hatırlatayım dedim."

İzin almadan odanın ortasına kadar dalıyor ve bana değil de yatağımıza, odanın içinde dünden dolayı kalmayan az detayları inceliyordu. Kollarını kollarına sarmış, okkalı burnunu havaya kaldırarak saçlarını savuruyordu. "Az önce dinledim aşağıda hikayenizi. Sence de rol yapmak için de fazla uğraşmıyor musun?" diyerek arkasında, bu rahat tavırları yüzünden kabaran gözlerimin öfkesine o omuzlarının üzerinden baktı.

Dişlerimi sıkarak önüne geçtim. "Dediğin gibi öncesindeymiş olup bitenler," diyordum. Sesimi beni umursamayan kişiyi hırpalayacak kadar çok yüksek çıkarmıştım. "Çık odamızdan," dedim ama sanki karşısında küçük bir çocuk varmış gibi kafasını eğerek dudaklarını büzdü. "Ne kadar da sevimlisin."

"Dalga mı geçiyorsun? Saygısızlık yapmak istemiyorum."

"Bence sen zeki bir çocuksun." Diyordu, uyarımı takmıyordu bile. Sadece bu ailenin en pis olan zehrini tükürüyordu dilinden. "Neden burada olduğumu çok iyi anladın, odama göz atıyorum. Neleri değiştiririm diye bakıyorum. Oda hiç de Taehyung'un tarzı değil. Sen bilir misin Taehyung'un neylerden hoşlandığını? Onu neyi mutlu edip rahatladığını? Bilseydin, çoktan karnında bir bebek olurdu?"

Dilim damağımı sertçe ezdi. Güldüm alayla. "Senin de bilmende pek işe yaramamış anlaşılan," dediğimde gözleri açıldı hızlıca. "Arsız arsız gelmiş, eşi olan bir adama gözünü diktiğini itiraf ediyorsun. Eskiden takılıyormuşsunuz ya. Seninle şimdi neden sadece takılıp bıraktığını anladım ama."

"Bana bak," diye üzerime yürüdüğünde, aynı onun az önce davrandığı gibi kafamı eğip dudaklarımı büzdüm. "Bakıyorum."

İnsanlara bazen, size davrandığı gibi davranmak gerekiyordu. Bazıları ancak bundan anlardı.

Ama karşımdaki kızda bunu anlayacak kapasite yoktu.

"Aptal, neden aramızdaki tutku bitti sanıyorsun?" diyor ama içten içe anlamamı sağlıyordu. Onu kaybettiği için delirmiş görünüyor ve kendini motive edecek sözlerle avutuyordu. "Ben eğitim hayatıma devam etmek istedim çünkü. O ise evlenip benden çocuk beklentisindeydi. Anladın mı şimdi? Geldim, onun benden istediği sorumluluğu almak için. Daha mühürlenmediğiniz için olmaması gibi bir durum yok. Nasıl olsa, senin gibi düz ve sıradan, zavallıcık olan birinde ne bulacak ki? Özellikle, kendisine böyle davranan bir korkakken."

Yumruk olmuş elim havaya kalkar gibi oldu. "Şimdi bu zavallı seni saçlarından yolabilir?" dedim dişlerimin arasından. İnsanları sadece dış görünüşüyle yargılayan ve bir sınıfa ayıran insanların hepsi iğrençlerdi.

"Varoşluk diyorsun... bu sana daha çok uyar." Diyerek, kendisini temize çıkaran ve karşısındakini aşağılayarak egosunu şaha kaldıran bu kızın tavırları cidden de sabrımı zorluyordu.

"Sen cidden kaşınıyorsun. Bak, saygısızlık yapan sensin ama senin bana yaptığını yapmayacağım sana. Şimdi defol, özel alanımızı kirletiyorsun."

"Komik şey seni," dedi ve yine gamsızca gezecek oldu odanın içini. "Bekliyorum, çık odadan."

Bunu umursamayınca, kolundan sürükleyerek çıkarmayı kafama koymuştum ki o açık bıraktığı kapıdan içeriye kaşları çatılarak girmiş olan Taehyung'a şen dolu bir sevinçle karşılama sundu. "Taehyung, gelmişsin. Seni bekliyordum, uzun zaman oldu."

Taehyung onun arkasında duran bana doğru gelirken, o kıza bakıyordu halen. "Hoş geldin Eun," diyerek yanıma yaklaştı usulca. Belimden kavrayarak beni kendisine çekti. "Eşimle tanışmışsın." Dedi ve sanki hep bunu yaparmış gibi şakağımdan öptü. Sessizce, "İyi misin?" diye sorduğunda, onun kollarında olduğumu bilmek beni mayıştırmıştı. Özellikle böyle davranmış olmasıyla. "Hıhım..." diye mırıldanıyor, bizi izleyen bu kıza rağmen yanaklarım pembeleşiyordu.

Gördüklerinden hoşlanmayan ve dikkat çekme çabasıyla, "Evet, anlaşmamız gerektiğini düşündüm," diyerek beni gözleriyle ablukaya alan Taehyung'un bakışlarını kendisine çekti. "Senlik durmuyor sanki," diye imada bulunduğunda, bu beni hem kızdırıyor hem de kırıyordu.

Ama ben daha bu duyguları zihnimde oyalatamadan, Taehyung belimde duran elini gevşetip boşta kalan elini ondan tarafta olmayan yanağımın üzerine bıraktı. Yemin ederim, sıcak parmaklarım yüzümü avuçluyor, beni kendi yüzüne yaklaştırarak, yapacağı hamlesini gören benim ağzımın açık kalmasına sebep olduğu dudaklarımın arasına sıkıştırıyordu dudaklarını. Islak ve yoğundu. İçine çektiğinde, gülümseyerek ayrılmıştı. Benim parlayan, bunu yapacağını tahmin etmeyen yüzüme sırıtarak bakıyordu.

Dünyası benden ibaretmiş gibi hissettiriyordu böyle davranırken.

"Şu dudakların sadece yıllardır aradığım şey olduğunu bilmelisin Eun." Dediğinde, onun bu dokunuşları yüzünden aklım başımdan gitmiş, gözlerimi onun esmer teninden zar zor çekerek moraran kıza çevirebilmiştim. Yüzü kast katıydı. "Bunu yapmana gerek yoktu, açık açık." Diyordu, ama Taehyung dudaklarını yanağıma yaslıyordu. "Dürüst ve net olmayı severim Eun, bilirsin."

Bu halimize rağmen kızın geçmişe dem vurarak konuşması, arsızlığı, pes ettirecek türdendi.

"Evet, çok iyi hem de. Seni en çok ben iyi bilirim." Diyerek sadece Taehyung'a bakıyordu. Taehyung'un aslında yumuşakmış gibi duran sert sesiyle verdiği yanıt ise çok hoşuma gitmişti.

"Öyleyse, eve yeni geldiğimi, tüm gün göremediğim, özlediğim eşimle baş başa kalmak istediğimi de bilmiş olmalısın."

Eun aldığı cevaptan epey bozulmuştu. "Öyle olsun Taehyung," dediğinde, Taehyung, "Öyle," dedi ve kız anında çıktı odadan. Utanmasa çıkarken kapatmaya çalıştığı kapıyı kıracaktı.

Şimdi odada baş başa kaldığım Taehyung'un kollarından çıkarken kafam doluydu. "Eski sevgilini kıskandırmak için mi böyle davranıyorsun bana böyle?" diyordum, içten içe bunu istemediğimi çok iyi biliyordu. O da hemen, "Hayır," demişti. "Konuştuk bunları. Sadece yapmak istiyorum. Senin beni isteyerek öpemeyeceğini bildiğimden, seni öpmek için bahaneler buluyorum."

Yutkundum o sözler karşısında. Dudaklarıma bakan gözlerine bakarken, dudaklarına bakmaya başladım. "Beni gerçekten de öpmek mi istiyorsun, sürekli yani." Diyordum, ancak heyecanlanmış ve kendimi neredeyse titrerken bulacaktım. Özellikle o bir adım yaklaşarak, kollarıyla beni belimden kavrayıp kendine çekerken. Gözlerini gözlerime değdirecek kadar eğilirken. Ağzından uslanmaz ve açık kelimeler dökülüyordu. Sıcak soluğu, söylediği yerleri turluyordu.

"Evet, şu kızarmış yanaklarından başlayarak o güzel gözlerine kadar... dudaklarında yorulana kadar öpmeyi istiyorum."

"Şey," dedim, ama kalbim çok hızlanmıştı. Parmaklarım onun ceketinin yakalarından güç bulmaya çalışıyor, gözlerimi kaçırmamak için zor duruyordum. "Hım..." diyerek dudaklarımı izlerken, hafifçe ayak uçlarımdan yükseldim ve dudaklarının üstüne dudaklarımı bıraktım. Çok kısa sürdü. Kendimi utanarak geriye çektim.

Gözleri şaşkınla kırpışmaya başladığından, uyuşuk dilimin döndüğü kadar beni anlamasını umdum. "Öpebilirsin. Ama bir başkasını anımsamadan, sadece beni ben olduğum için öp olur mu?" dedim ve içimi kemiren ezeli kıskançlığımı farkında olmadan ağzımdan kaçırmıştım.

Bunun için daha da utanmama fırsat vermeden, "Zaten hep öyle yapıyorum," diyerek dudaklarımın arasına kondurdu dudaklarını. Bir kar tanesi gibi eriyen dudaklarımın arasında, "Ben," diyor, emiyor, ısırıyordu hafifçe. Aralasın diye uğraştığı ağzımın içindeki çekingen dilimi kendi dudaklarının üzerinde bırakmaya çalışıyordu. "Kimseyi incitmekten korkarcasına öpmedim." Dediğinde gözlerim, sözlerden ötürü büyüyordu ama onun gözleri kapalıydı. "Bu duyguyu seninle yaşıyorum," dediğinde, hissettirdiği şeylerle öpücüklerine karşılık vermeye çalıştım. Zayıf soluklarım beni güçten bir hayliyle düşürmüştü.

En çok da o. Öperken, öpülürken, kısık gözleriyle benim titreyen kirpiklerimin altında duran irileşmiş göz bebeklerimin içine bakıyordu.

"Beni kendine çaresiz bırakıyorsun omegam."


Bölümün sonu.

İlk kez bir bölüm sonu kaossuz gibi bir his ama içini açan, detaylı bakan neler görür neler...

Aralarında oluşan bağı kabullenmeye başladınız mı ballar? yani en azından taenin çabasını ve duygularını hissedebiliyor musunuz?

Ben Nicotesy, ben bu hafta biraz yoğunum bebekler, yine de müsait olduğum gibi bölüm atacağım, ama haftaya da günlük moddaya devam edeceğiz. Seviyorum sizleri muahh

Loading...
0%