Yeni Üyelik
34.
Bölüm

34. Bölüm

@nicotesy

Selamlar olsun, bugün değil yarın atacaktık bölümü ama bu bölümde yazılması gerekiyordu. (çok özlemişsiniz anladığım kadarıyla, panomda yattınız resmen, çok tatlısınız, götünüzü yediklerim acnjsdhcjş)

ara bölüm gibi ama değil, uzun yazmayacağım, o zaman sık bölüm atamam...yine de siz çok uzun yazmışım gibi okuyup tepki verin tamam mı ballar, iyi okumalar :)

...

"Beni kalbin üzerine Hatem gibi, buzun üzerine mühür gibi koydu. Zira, muhabbet ölüm kadar kuvvetlidir. Kıskaçlık Haviye gibi şefkatsizdir. Anın alevi yıldırım ateşi alevidir."

...

Bölüm 34: Sarıldı bana, kalbimden de sarmak ister gibi.

Omuzlarımda bu sabah onun başının yüküyle uyandım. Belime sarılmış, üzerime hafifçe uzanmıştı. Ellerimden biri bilinçsizce halen onun saçlarının arasında duruyordu, bir diğeri ise belimi kavrayarak karnıma getirmiş olduğu elinin üstünü tutuyordu. Çıplak göğsünün sakin nefesleri, benim üzerime bir zırh gibi döşediğim kendimi ikinci bir deri gibi sarmıştı. Sırtımın ağrıdığı aşikardı. Kendimi kıpırdatmak istiyordum. Bir yandan da gönlüm razı gelmiyordu. Çünkü o, huzurlu ve hiç olmadığı kadar sakindi. Sıcaktı. Dudaklarının arasından ıslığa benzer ses çıkıyor, tüm çevremi saran onun kokusu ile ne yaman bir çelişki içindeyim diyordum.

Celladımı göğsüme yatırmış, onu yaraları ellerimle sarıyordum. Oysa onun benden gizli duran yaralarının açık ağzı ile yumuluyordu dudaklarım. Fütursuzca, o görmüyor diye kendimi daha az günahkâr sayıyordum. Kirpiklerimin altından onun üstten bakıyor, kirpiklerinin gözlerinin kapalı içlerinden gidip gelmesiyle kıpır kıpır oluşunu izliyordum. Burnunun uçunundaki beni okşuyor, dudağının kenarından sıyrılan o kırmızılığı izliyordum.

Eğer her şey farklı olsaydı ve o bana ilk kendini tanıttığı haliyle değil de bu haliyle karşıma dikilmiş ve bedenime bu şekil dinginlik bırakmış olsaydı, eminim ki ben çoktan kalbimin sınır kapılarını ona açmış olurdum. Deli olurdum. Aklım çıkardı. Nefes alamaz olurdum. Şimdi ise tüm yaşananlar bir sedir gibi açılıveriyordu aramızda. Manalarla dolu manasız iç çekişlerim oluyordu. Onunla olmak isterken, destek olmak isterken, bir yandan da bunu yapmayı istemiyordum. Kendime haksızlık ettiğimi düşünerek. Çünkü bağlanıyordum. Onu bir eş olarak görmeye başlıyordum. Sahtelikten öte.

Bu duyguların tehlikeli çanları ile derin bir nefes aldım. Gözlerimi yumdum. Sorun etmeden, bir an için her şeyi yok sayarak sağ tarafından sızılı durmuş parmaklarımı, onun yumuşak asi saçlarında gezindirdim. Bir şeye sahipmiş gibi, o sahip olduğumu sevebilirmişim gibi. Kendime bu ihtimali tattırırken onun uykucu sesinin olağandan daha farklı olmaya başladığını işittim.

Uyanmıştı. Ve ikimizde o gözlerini açtığında bu yakın mesafenin uzaklara dağılacağının farkındaydık.

Sessizdik ve paylaştığımız anın rollerini oynamaya devam ettik.

Çok sonra, parmaklarım duraksamaya başladığında o da hafifçe gözlerini araladı. Bu haldeyken ondan daha güçlü ve daha yıkılmaz görüyordum varlığımı. Dün gece olanlardan sonra bana en zayıf, kırılgan, çocuksu yanını gösterdiğinden şimdi ne olacağını kestiremiyordum.

Dudaklarımı ısırdım. Onun düz ve gevşek duran kaşları, üst bedeninin benden tarafa olan yaslı halini toparlayınca yine o çevikliği ve sertliği almıştı. Belimden ayrılan ellerinin aslında orada ne kadar hissedilir olduğunu, o parmakların çekilmesiyle anlamıştım. Önüme bakıyordum. Bir anda altımda bulunan koltuğun rayları bir diken gibi batmaya başladı. O da aynı şekilde susuyordu. Başı karşıya dikili şekilde dursa da gözleri yere doğru sabitlenmişti.

Huzursuzdum. Gergindim ve niye bu kadar kırılganmışçasına uzak olduğumuzu kestiremiyordum.

"Günaydın," diye mırıldandığım vaktin üzerine o bana, "Özür dilerim," demişti.

Ne için özür dilediğini bile anlamamıştım. Kaşlarımı çatarak onun yandan görebildiğim duruşunu izledim. Susmak, onun konuşmasının devamını açıkladı hemen nasıl olsa bana. "Dün akşam benim yüzümden tatsız olaylar yaşadın ve gece de uykundan ettim, uyandın benim yüzümden. Bir kez daha olursa, böyle bir şey yaşanırsa, görmezden gel, dön sırtını bana ve uyu. Yeterince kötü şeyler yaşadın benim yüzümden. Şimdi de böyle güzel davranınca bana kendimi daha da suçlu ve savunmasız hissettiriyorsun."

Kanına karışan ve belki de ne kadar sökmeye çalışsam da ruhundan kazınmayacak olan gururunu konuşturdu. Oysa dün gece kendisine sarılmamı isterken, kokumu içine çekerken ve bunu yaparken sakinleştiğinde dünya da tek ihtiyacı olduğu şeyin benim kollarımın olduğunu inandırmıştı. Şimdi ise bundan pişmanmış gibi davranıyordu. Ama bence ben onu biraz olsun tanıyabilmişsem eğer, aslında benim bundan pişman olduğumu ve diğerleri gibi zayıf biri olacağını söyleyerek gözündeki o imajı zedelemekten korkuyordu. Halbuki bilse ben onun bu haline daha yakın olmayı tercih ederdim.

Bununla, "Bitti mi?" diye sordum. Çünkü sinirlenmiştim. Ben onu tanımaya başlarken onun benim üzerimde olan ilgisine rağmen karakterimi daha çözememiş olmasına sinirleniyordum. Yeterince bıkmıştım yanlış anlamalardan.

Ve o beni kelimeyi az da olsa dövercesine çıkan sesimi anlamayarak hafifçe başını benden tarafa çevirdi. "Hım?" dediğinde, onunla göz göze gelmeyi bekledim. Yüzümde ciddi bir ifade olduğunun farkındaydım. Onun bakışları beni garip bir ağırlığın verdiği ufak şaşkınlık, ağız aralanmasıyla izliyordu. "Saçmalaman bitti mi diye soruyorum? Sana dün gece söylediklerim konsun da samimiydim ben Taehyung. Şimdi yanımda bunun gururunu yaparak kendini bu konuda incitme."

"Jungkook... Bu öyle bir şey değil." Diye itiraz etti. Kafası karışmış görünüyordu. Bunun sebebini bilmiyordum. İnsanın karakterini oluşturan en büyük sebep, geçmişin tozlu raflarından çıkan yaşanmışlıklardır muhakkak. Bende onun iyi bir geçmişi olmadığını biliyordum. Fakat geleceğini iyiye döndürmek için olan çabasını da görüyordum.

İnsanlar şehir gibiydi. Bazı kötü yönleri var diye bütün şehirden nefret etmezdiniz. Sevmediğiniz yanları, birkaç tane tehlikeli ara sokağı ve mahallesi olabilirdi ama bir şehri yaşanır kılan şey iyi yönleriydi. Ben bu yönleri, mahallesini ve ara sokaklarındaki o temiz kalan şeyi ortaya çıkarmak istiyordum.

Bu nedenle, onun bana takındığı dürüstlüğü takındım dilimde. Yüreğimden ve aklımın bana izin verdiği şekilde samimi bir biçimde konuştum.

"O zaman tam sana güvenecekken ve yaklaşmak isteyecekken beni itme. Çünkü yaklaşmak için ilerlediğim adımlarımı iteleyerek geri dönersem, arkama bakmam bile. Çabalamam, uğraşmam. Ve ben isteydim en başında, senin bana yakın bile olmana izin vermezdim Taehyung." Dedim ve onun bir yetişkinden ziyade bir çocuğun masumiyetini anımsatan umudu görünce kendime engel olamadım. "Bu nedenle, uğraşımın bir çabası olarak bana güzel bir yemek ısmarlamalısın." Yüzündeki gülümseme kalbime iyi gelmedi. Elimi belime atarak bu gülüşten sakındım aklımı. "Bir de sanırım sen birazcık ağırsın, belim ağrıyor."

Sadece esprili bir şekilde kattığım gerçeklik onu endişelendirmiş ve ayağa fırlamasına sebep olmuştu. "Ben çok üzgünüm düşüncesizlik ettim, hemen bir ağrı kesici krem getirip beline sürmemi ister misin?" diye soruyordu ama bence zaten bunu yapacaktı, izin bir bahaneyken bıyık altından gülümsememek zordu. O kadar garip geliyordu ki, sanki o, o değilmiş gibi.

"Olabilir," diye mırıldanmam yetti onun çıplak ayaklarıyla banyoya doğru gitmesine. Halbuki arkasından gerilen kaslarına bakarken, en azından bir tişört giyse fena olmazdı diye düşünüyordum. Dikkat çekiciydi. Neden dikkatimi çekiyordu ki? Onunla aynı odada kaldığım sürece genellikle o hep böyle uyurdu zaten. Bizimkilerden daha çok sıcaktı vücudu. Hassas değildi. Yapılı ve daha dinçti. Bu nedenle rahat edemiyordu? Ben, ben niye aklımda bunu döndürüyordum ki, gece boyu o bedene yaslı şekilde durmamışım gibi.

Düşüncelerimin seyir aldığı bu durum beni felaket şekilde utandırdı. Elimle yüzümü kapattım. Gerdiğim sırtımla kollarım dizlerime dayalı duruyordu. O ise bulduğuyla gelirken nasıl görünüyordum ama endişeli sesi, bacaklarımın hemen önünde kırılmış dizleri dururken kemikli duran elleri omuzlarımı tutuyordu.

"Çok mu acıyor canın," diye sordu. Suçlulukla. Oysa bu halimin sebebi, onun şu anda benim aklımda ona dair sarf ettiğim edepsiz düşüncelerim olsaydı, bence yine de canımın yandığını anlardı. Bir nevi canımı yakıyordu bu durum. Ona bu şekilde yaklaşmaya başlamış olmam, kurdumdan ziyade kendi duygularım olurken kendimle çatışmak, yorucu ve hırpalayıcıydı işte. "Hayır, hayır." Derken, güvensizliği yenmenin düşmanlıkla baş etmekten daha zor olduğunu düşünmeden saçmaladım durdum. "Yanmıyor canım. Aklıma bir şeyler geldi. Yemekle ilgili. Evet acıktım ben. Bu aralar çok fazla acıkıyorum saçma bir şekilde. Sende de oluyor mu?"

Ani gelişen saçma davranışımla gözlerimi sıkıca kapattım. Evet saçma olan şey karşımda duran iri kaslardı. Bu onun farkında değilken bana ne diyeceğini bilememesi ayrı bir rezillik gibi göründü. Neden böyle oldu ki?

O gülmek isterken kendisini tutuyordu. "Bende acıkıyorum, anlıyorum seni. İnsan gözünün önünde duran lezzetli bir şeye bakarken daima aç hissetmesi normal." Dedi ve açtığım gözlerimin içine içimi yakacak bir ifade ile bakarken, yutkundum. Pekâlâ ikimizde açtık ama kesinlikle konunun yiyeceklerle hiçbir alakası yoktu.

İkimizin garip bir şekilde biliyor olması ve üzerine düşmemesi rahatlatıcıydı. Elindeki kremi alarak, ben sürerim, diyerek hızlıca fırlayıp banyoya kaçtım. Ama arkamdan, "İyi süreceğinden şüphem yok," diye bir laf işitince, pekâlâ kafayı yedim, ben bu kadar imalı sözlere alışkın değildim. Ya da aslında her şey normaldi ben alıngandım. Acaba şu daha önce geçirdiğim kızgınlığım mı yaklaşıyordu? Zamandan bir haberdim. Bu olacağı zaman yine kendimi bu durumdan nasıl kurtaracaktım?

Bunun için endişelenmeyi bıraktım. Günlük ihtiyaçlarımı giderdikten kremi sırtıma gelişi güzel sürdüm. Sonrasında çıktım oradan. Taehyung hazırlanmış ve oturuyordu. Üzerinde siyah bir takım vardı. Saçları onu daha yumuşak gösterecek saçlara sahipti. Geriye atmak yerine önlerine dağılmasına izin vermişti ve o kulağının birine tek küpe takmış, parmaklarının üzerinde sigaranın getirdiği alışkanlıkla getirip götürüyordu.

Benim üzerimdeki sade pijama ile sırıtıyor olmama o keyifle bakıyordu.

"Yerimizi ayırttım. Ne zaman hazır olursun," diye sorduğunda, gerçekten de onunla bu evden öylece çıkıp gideceğim için biraz heyecanlanmıştım. "Hemen," derken biraz hızlı olmaya çalışarak girdim giysi bölümüne.

Bana ne yakışırdı ki? Ya da yakışır mıydı ki bana bir şey?

O ne giyse iyiydi. Ve ben, neden onun yanında sırıtmak istemiyordum ki? Bu sorunun cevabını bilmeye hazır değildim. Jennie'nin şu acil durum diye kenara ayırdığı bölüme bakarken, onun siyah kenarları demir detaylı olan siyah ceketi çıkardım. Altına beyaz, kaygan gömleği ve siyah deri pantolonu giymek için alırken, yakışıp yakışmayacağını bilemeden hızlıca giyinmeye çalıştım. Kolaylıkla giydim. Kıyafetler insanı başka bir insana dönüştürürken, solgun duruyordu yüzüm bu parlak kıyafetlerin içinde. Makyaj masasından aldıklarımla, yapabildiğim kadar sade bir şeyler yaptım. Küpe ve parfüm. Kaç dakika geçmişti.

Tam odadan çıkacakken aklıma dolan anıyla dondum.

Ben tüm bu hazırlığı o bir zamanlar benim şu bedenimi boyamak zorunda kaldığım halim için söylemiş olduğu sözler geldi. Şu yüzünü bir şeye benzet de insanlar sorarsa giyimi hoş biri derim, dediği için mi ben içten içe onun yanında iyi mi durmaya çalıştım. Neden aşağılara kaktırdığım bu durum tam olarak beni başka dünyaların heyecanına atarken yakalamıştı.

Bunun için adımlarım geriye gitti. Omuzlarımdan aşağı düşen saçlarıma baktım. Sıradandım her şeyiyle. Niye kendimi özel ve değerli hissetmeye çalıştım ki? Bunun niçin yapıyordum, kendim için diyemem değerlerimin çoğu bu evde solup gitmişlerdi.

Gözüme kestirdiğim büyük bir şapkayı kafama geçirdim. Evet, koca gözlerim görünmeyince daha iyiydim ben. Buna inandırarak, bir de eskiyi anımsamış olmanın verdiği o burukluk, hüzün ve iç çekişle çıktım onun karşısına. Kafamı yerden kaldıramayacağım kadar ağır bir yük bindirmiş, "Hazırım ben," derken kızarmıştım. Hani olurdu ya insan hakkı olmayan bir şeye el sürmek ister, bu isteğinin doğru bulmadığını bilir ya benimki de öyle bir içe doğru bir büzülüştü.

Yanıma kadar geldi. "Neden o kadar büyük bir şapka takıyorsun ki? Gideceğimiz yerde o kadar çok üşümezsin," dedi, şapkamı kaldırmak için uzandığında elini tuttum. "Yüzümün daha önce çok çirkin olduğunu söylemiştin. Dışarıda insanlar yanında beni görürse rahatsız olursun belki," dediğimde, "Sen," dedi ve şapkayı çıkarıp attı. Yanaklarımdan kavradı her iki eliyle.

"Benim kendimi kandırmak için kullandığım cümlelerime sakın alınma. Onların her biri sırf seni gözümde çirkin kılmak için söylenmiş sözlerdi. Jungkook... sen ağladığında bile elmaslar gözlerinin içinde parıldıyor, sen inada tutulmuş yaşamdın ve bu kadar ölüm kokarken, senin bana hissedeceğin şeylerin korkusuyla saçmaladım. Çünkü daha ilk anda gözlerimin içine baktığında, benim canımı yakacağını, beni çaresiz bırakacaklarını çok iyi biliyordum." Söylediği sözlerinin üzerine alnıma bir öpücük bıraktı. Dudakları halen orada duraksıyorken, "Senin tenin beyaz altından küçüğüm. Senin yanında yaralı ve kusurlu biri varsa da o da benim. Seni kendime layık bulamadığımdan istediğimde dokunamıyor, sarılamıyor, öpemiyorum. Bunları unutma olur mu? Sen bedenin bir evren, gözlerin ise yıldızlar. Beni ay ışığında büyülü bırakan yıldızlar," dedi ve ben derin bir nefes aldım.

Hoşlanmak... Sulandırılmış sevgi... İdareli. Küçük dozlarda. Nefret etmeye kararlı olduğun birinden hoşlanmak! Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka. Ben bu iradesiz kılınmışçasına bırakıldığım sözlerin altında, sevgisizliğin yarattığı o nadir yaralarım beni bu denli içine çekecek kadar derin ve mana ile doluyken, zor geliyordu. Nefreti diri tutmak. İyi niyet aramamak. İnsanı en çok yıpratan şey 'iyi niyetidir' oysa.

Ben ise kirpiklerime kadar titrerken delinmiş ruhumun sızısıyla gözlerinin içine baktım. Ne kelimeler türemeyi kesti akıldan ne manalar eksildi kalpte. Şans diledim kendime. Yarın kötü bir gün olacaksa, bırakalım da bugün güzel olsun.

Güzel bir güne sadece dudaklarım kıvrıldı. Tebessüm akıp gitti. İç çektim. En azından bu sözleri için benden bir şeyler duymanın beklentisine girmemişti. Anlamıştı. Kızarmış yanaklarım, çarpan kalbimle bence anlamıştı içimde dönen fırtınaların hikmetini.

"Hadi gidelim," diyerek elini uzattı tutmam için. O parmaklara bakarken, yapabilirim dedim. Bunu yapabilirim. Bizi aşağıda bin bir kenardan çekiştirip ayırmak isteyen o insanların inadına da yapabilirdim. Çünkü kötü gördüğüm bu adamın yanında bambaşkalardı. Saftılar. Özdüler.

O esmer parmakların arasına sıkıştırdım parmaklarımı.

İçine çekildim ve yoluma baktım. İçim içime sığmıyordu. Onunla tamamlanmış gibi hissederken. Bu duygular o kadar yeni ve farklılardı ki, bu beni sersemletiyordu. Merdivenlerden iniyor, en son ki kaos halinden izler barındıran bir kimselere görünmeyiz diye umuyordum. Heyecandan kasılan bedenim, nemlendirdiğim dudaklarımı sürekli dişlerimin arasına getirip götürmeme sebep oluyor ve sahiden de onun dediği gibi oluyor, o yanımdayken korkunç duran suratı aslında benim kalkanım oluyordu.

Annesi mutfaktan telaşla önümüze çıkıyordu. "Bir yere mi gidiyorsunuz?" diye soruyordu. Elimize bakmamaya çalışıyordu. Taehyung beni kendisiyle birlikte yürütürken, "Eşimle kahvaltıyı dışarıda yapacağız," dedi otoriter sesiyle. "İlaçlarını içmedin ama." Diyerek aceleyle yanımıza geliyordu.

Taehyung bu durumdan sıkılarak durdu. "Jungkook yanımda olduğunda buna ihtiyacım yok. Size afiyet olsun," dedi ve dış kapıyı açtı. Annesi arkasından, "Halan çok kızacak," dese de Taehyung sadece adının geçmesiyle elimi tuttuğu elimi sıktı. "Dün beni yeterince kızdırdı, bunu ona sayar artık."

Ondan sonrasında onu duymazdan geldi. Tek önemli olan şeyin benim şoför koltuğunun yanındaki koltuğun içinde güvenli bir şekilde duruyor olmammış gibi. Konuşacak şeylerimiz var mıydı bilmem ama onun daldığı düşünceleri için bölmedim. Sessizce dışarıyı seyrettim. Biraz da uzun zamandır gezmek için bir yerlere gitmediğimden merak ediyordum. Yeni yüzlere, yeni yerlere ve yeni yaşanmışlıklarla nasıl bir tepki vereceğimi.

Ve en sonunda, yeşilliklerin ve şelale manzarasının olduğu bir yere geldiğimizde kendimi küçük çaplı sessiz bir cennetin içinde hissediyordum. Özel yapım bir bina, camla kaplıydı. Sıcaklık dışa vuruyorken, mor cümbüşüyle ahenk kazandırılmış yerde o benim elimi tekrardan tutuyor, beni kendine sıkıca sahipli bırakıyordu.

Belki de öyleydi. Çünkü mekânı sadece ikimiz olalım diye kapatmıştı. Sadece bize özel olacak bir alan yaratırken, ben bu içimde büyüyen duygularımı yenememeye başlıyordum. O öylesine dediklerimin her birinin üzerine bir çaba ile karşılık verirken.

Gerçekten de tek istediği benimle olmaktı. Beni izlemekti. Bunu hissederken, ona karşı duygulanan kaçamak gözlerimi tüm gün alamadım üzerinden. Bu o kadar değerli anlardı ki, sadece yeniden diyebildim. İnsan kendisine ufakta olsa yeni bir şans verebilirdi değil mi? Buna değeceğine inanmaya başladıysa üstelik.

Yazarın Ağızından

Delta'nın annesi, Eun'u karşısına almıştı. Sabah oğlu ve o nefretiyle boğmak istediği gencin birbirlerine olan yakınlıklarıyla evden ayrıldığını gördükten sonra kayıtsız kalamayarak genç kızla konuşmaya karar verdi. Zaten çoğu şeyden haberi vardı. Daha önce telefondan bu durumu konuşmuşlardı. Şimdi ise ikisinin arasında gerçek bir şeyler oluşmaya başlıyordu. Bu çocuğu istemiyordu. Karşısındaki kız çok daha iyiydi ve ağzının içine bakıyordu. Görümcesi olacak kadında bu fikre sıcak bakıyorken, ortalığı karıştırmaktan zarar gelmezdi.

Kendisi de bir omegaydı. Ve bir eşe sahip olan omeganın kaldıramayacağı tek bir şey vardır. O da ihanet. Bundan öncesinde kurtlar buna razı gelemez, kişiye korkunç azaplar verirdi. Kadında bunu kullanmanın derdindeydi. Kız sayesinde.

"Taehyung'u gerçekten istiyor musun? Bunun için ne kadar ileriye gidebilirsin Eun?"

Kız bu soruyu düşünmeden yanıtladı. Hayatına kim girerse girsin kimse Taehyung kadar baskın ve güçlü değildi. Onun yanında kendini yenilmez hissediyordu. İnsanlar ona duyduğu saygıyı ona da vermek zorunda kalacağını biliyordu.

"Çok ileri gidebilirim," dedi ve bu söz kadının yüzünde sinsice bir gülüşe neden oldu. "Peki kızım, şimdi beni iyi dinle."

"Dinliyorum efendim," dedi. Ellerini birleştirdi ve kadının ağzından çıkanları pür dikkat dinlemeye çalıştı.

"O bir delta. Arzular işin içine girdiğinde kontrol etmesi çok güç varlıklardır. Ben bugün anneni ve Jennie'yi alıp dışarıya çıkacağım. Bundan öncesinde, Taehyung mutlaka o çocuğu eve bırakmak için gelecek. İşlerine kulak kabartırım. Akşam üstüne yakın bir vekille görüşmesi var. O çocuk evde olduğunda, onu bir şekilde kandırarak bir yere kapatacağım. Sende, Eun kızım. Ona eski günleri hatırlatır gibi bir içecek ikram et." Dedi ve pantolonun içinden küçük bir hap çıkardı. "Bu ona kızgınlığa sokacak kadar tehlikeli bir afrodizyak. Kafasını bulandıracak. Önünü göremeyecek. Aciz hissedecek."

Eun duyduklarını hayal ederken gözlerinin içi parladı. Nefesi hızlanmış. Şimdiden akşam olmasını bekliyorken, "Bana zarar vermez değil mi?" dediğinde kadın sırıttı.

"Kurdu sana yabancı değil. Artık hünerlerini göster ve seni mühürlemesini sağla. Bende başımdaki beladan sonsuza denk atayım. Sende gördün annene nasıl davrandığını. O çocuk onu çok değiştirdi. Aklını bulandırdı. Önünü göremiyor. O iblisin bu evden diri ya da ölü defolup gitmesini istiyorum."

Eun eline sakladığı hapla arkasını koltuğa verdi. "Ben ölü gitmesini tercih ederim. Çok ukala ve kibirli. Ona bir böcek olduğunu biri hatırlatsa iyi olur. Neden o kişi ben olmayayım?"

Söyledikleriyle güldü, eğlendi. İzin istedi. Akşam için hazırlık yapmak istiyordu. Taehyung ile geçireceği bir gece vardı kafasında, her şey muntazam ve tutkulu olmalıydı onun için.

Kesinlikle bu evde bir tutku yaşanacaktı. Jungkook kıyameti eve getirmeden hemen öncesinde. Gördükleriyle çıldırmanın eşiğindeyken, kurdu tamamen Delta'ya haddini bildirecekti. Öyle ya da böyle.

 

 

 

Bölümün sonu.

-kaoslar kapıda, aşk ve tehlikeli iç güdüler kadar :)

okuyunuz;

ve rica ediyorum, tae karakterine biraz empati yapın ya. çok acımasızsınız bazıları. hayır, jk da çok masum değildi, yalan söyleyip öylece hiçbir şey olmadan bir insanın hayatını epey zorlayacak bir biçimde zarara uğrattı... o kardeşini koruyorsa da, tae de onun çok kıymetli olarak büyütüldüğü değerlere olan durumunu korumaya çalışıyordu.

ayrıca, çabalıyor, hatasının farkında ve bunun üstüne yaşadıkları da normal değil. tamam bir insan sırf öyle de diye sineye çekilmez, buna da okeyim, farkındaysanız da karakterimin biri iyiye, diğeri kötülüğe meyilli... vicdan ve merhamete sahip, salaklığından değil. bazıları bunu çok iyi anlarken, bazıları anlamamazlık konusunda ısrar ediyor... sürünsün diyorsunuz da, kimin neye göre nasıl süründüğünü bilemezsiniz, siz sadece size jk gözünden yazıyorum diye biliyorsunuz o tarafı, eğer taenin durumunda yazsaydım ki bence siz de onu anlar onu da destekleyecek muhakkak bir şey bulurdunuz.

aile konusuna gelirsek, siz ailenizi kolayca atabiliyor, silebiliyor musunuz? yanınızdayken böyle yapanların, uzaktayken neler yapabileceklerini kestirebiliyor musunuz? tae karakteri de siler atar ama benim size daha sunmadığım fakat düşman diye gösterdiklerimi görünce anlayacaksınız, tae sadece her şeyin normal gözükmesini sağlıyor, yaklaşan tehlikenin farkında.

neyse bu kadardı, ne uzattım ha sjzhkfjş4

Ben Nicotesy, diğer bölüm ölcezzz...

 

Loading...
0%