@nicotesy
|
Selam, geciktim ama uzun oldu bu bölüm, istediğim yerde bitirmek istedim. Peki kimler beni bekledi, o koca yürekli sadık okuyucularım ses versin bana. ayrıca, bu bölüm çok yorum gelmezse ben neyi anlayacağım biliyor musunuz? spoi olacağı için alta yazacağım devamını... İyi okumalar :):) ... "Sordu: nasıl bu kadar iyisin insanlara karşı? Süt ve bal damladı dudaklarımdan. Cevaben, çünkü kimse bana iyi davranmadı." ... Bölüm 35: Baldı dudaklardan damlayan, düştü bakışlar, sormadı kimse de bana aşk ateşinde yanmaya gönül razı mıdır? Bazı insanlar karanlık bir kuyu gibidir, yanın da yıllar geçirseniz bile tanıyamazsınız, bazı insanlar ise açık kitap gibidir, daha ilk gördüğünüz anda anlarsınız. Onlar kendilerini gizlemeye gerek duymazlar. Şimdi Taehyung ile karşılıklı otururken, onun açık mı yoksa kapalı mı olduğunu anlamaya çalışıyordum. Çünkü ortamdaki bu aura ile elini çenesine yaslamış ve gözlerindeki o perdeyi aralayarak bana apaçık bakıyordu. Tanıdığımdan farklı, olduğundan bilhassa farklıydı. Dürüstlüğe değer verdiğini bilirdim. Belki de bu dürüst gözlerin bana bakarken ışıltıyla parlıyor olması ellerimin vıcıklamasına sebep oluyordu. Kahvaltı edecektik ama o sadece beni izliyordu. Sanki, balayına çıkmış aşıklar gibiydi tavırları. O evde yediğimiz yemek masasındaki o çatık kaşlarını, bana olan alttan bakan bakışlarının hiçbiri yoktu. Tüm yüzümü gözlerinin içine kazıyarak dokunuyordu tenime görüşleri, ağzımdaki lokmalar bu apaçık duran izlenme yüzünde büyüyor ve her an ter atacakmışım gibi hissediyordum. Fark etmemişim gibi yapmaya çalışırken kafamı sağa sola başı boş dolaştırıyor manzarayı izliyordum. Geçici de olsa her şey geride kalmış gibi duruyordu yaşadıklarım. Anının tadını çıkarmak istiyordum, boydan camın ardından görünen şelalenin hırçın sesini, hafif rüzgarla başını eğerek yere uzanan ağaçlarla, sarı ve mor ağırlıktaki ot ve çiçeklerin güzelliğini izliyordum. Arkada sıcak piyano sesleri, arka tarafımda şömine yakılmıştı. Sıcaktı. Sessizdi. Garson her şeyi hazırlamış ve Taehyung'un tek bir bakışıyla hemen ortamı terk etmişti. O kadar huzurluydu ki, konuşmuyor olsak da ikimiz arasında derin bir muhabbet dönüyormuş gibi hissediyordum. Güven duygusu, sıcaklık, mutluluk, ilk aşkıymışım gibi duran karşımda bir adam ve dahası... Bir bakışın tüm bunları verebilmesi mümkün olabilir miydi? Tek bir bakıl sonsuzluğu hissettirebilir miydi? Benim bunları hissetmem ne kadar normaldi? Ben onun bakışlarının yenilgisiyle iç çekerek ona bakarken, ihanet mi ediyordum kendime? Ne zaman içime sindiğini bilmediğim bu duygular için şimdi kendimi nasıl suçlayacaktım? Bunu yaparsam ne kazanacaktım? Çünkü haince bir duygu vardı. Sinsi bir hastalık gibi bedenimi ele geçirmeye çalışıyordu. Bu duyguyla ilk kez mücadele veriyordum ve bunun hoşlanmak demenin ötesine geçmek üzere olduğunun da farkındaydım. Sonuçta insan birçok şeyden hoşlanabilirdi. Çiçeklerden, kıyafetlerden, derslerden... ama bir insandan hoşlanmak normal değildi. Bunu hisseder korkusu yaşıyordum. Eğer bana o şekil bakmaya devam ederse yakalayacaktı içimi kavurtan bu düşüncelerimi. "Kahvaltı etmeye geldik sanıyordum," diye mırıldandım. Dudaklarımı farkında olmadan içe kapanıyor ve kirpiklerimin altında duran canım can çekişiyordu. Bilhassa o gülümserken bana. "Herkes çok farklı şekillerde karnını doyuruyor. Kimileri bir parça ekmekle, kimileri o ekmeği yiyen kişinin kendisiyle." O kadar açıktı ki sözlerinin ifadeleri. Yanaklarım ısındı. Ne diyeceğimi bilemedim. Utanmıştım. Kalbim hızlanmıştı. Dudaklarımın içleri karıncalanıyordu. Ruhumun bu yorgun haliyle, "Sen yine de yemek ye," diye çatmaya çalıştım kaşlarımı. Onun gibi bunu yaparsam ciddi dururum sandım. Ama hayır, o sadece çok sevimli bir şey görüyormuş gibi bakıyordu. "Kızar mısın bana yoksa? Azarlar mısın? Yoksa sen mi yedirirsin bana yemeği?" Ağzım açık ona baktım. "Benimle dalga mı geçmeye çalışıyorsun," diyordum ki duruşunu toparlayarak ellerini göğsünde kavuşturdu. "Hayır. Bunu bana yaparsan nasıl hissederim diye düşünüyorum. Ben ve kurdumun senin için sürekli olarak düşündüklerini biliyor olsaydın, hiç de seninle dalga geçemeyeceğimi anlardın Jungkook." "Senin Deltan biraz garip," diye ağzımın ucunda geveledim. Fincandaki çayı yudumladım. Gergin parmaklarımı bacağımı sıkarak stresimi azaltmaya çalıştıkça acımaya başlamıştı. Bununla onları oyalamaya çalıştım. Ama Taehyung sadece konuştukça körüklüyordu içimdeki omegamın ona olan duygularını. Onun kırgınlığı bile geçmek üzere iken ben halen kırıldıklarım ve yaşadıklarımın basireti ile ona bir adım atmaya ölümüne korkuyordum. "Hayır, ilk kez birine çok feci bağlandı. Ve ilk defa uyuştuğumuz konu hakkında tartışmıyor, kışkırtıyoruz birbirimizi." Söyledikleriyle kafamı gömdüğüm tabağımdan kaldırdım. Mavi elmasları ışıl ışıl, dudakları canlıydı konuşurken. Sesi, kalın ve derindi. "Seni mühürlemek istiyorum Jungkook. Bu isteğimi seni her gördüğümde bastırmak zorunda kalmanın beni ne kadar yıprattığını bilemezsin. Ama senin beni sevmediğini, çekindiğini bilirken sadece bu mühre nazaran ufak kalan bağla yetinmeye çalışıyorum. Benimsin diyebildiğim için. Fakat en az benim kadar, senin olmayı arzuluyorum." Kalbim bu sözler altında çırpınırken nefeslerim yetersiz gelmeye başladı. "Taehyung, dur artık." Tüm vücudum yanıyordu. Bana söylediklerinin ne kadar ağır ve önemli şeyler olduğunun farkında mıydı? Mühür istiyordu. Özellikle bir delta iken. Deltalar kendilerine birçok eş yaparlardı. Birine bağlı kalmak onlara özgü değillerdi. Özgürlüğüne ve kendilerine önem verirdi. O bana tamamen sadakat dolu olacağının garantisini vermeye çalışıyordu. Bir ömür, benimle olacağını. Acımı acısı yapacağını, mutluluğumu mutluluğu. Resmen, duygu ve düşüncelerini bana hapsetmek istediğinden bahsediyordu. Bu yüzden çok şaşkındım. Onun duyguları artık etkilenmenin ötesindeydi. Bana aşık mıydı? Nasıl olabilirdi? Bu duygu tam olarak nasıl ve ne zaman olmuştu? Ben kendimden vazgeçtiğimde mi? Yoksa daha da mı eskiydi de bu duyguları da kabullenişi uzun sürdü? Allak bullaktım. "Özür dilerim." Dedi. Yüzü asılmıştı. Resmen ona durmasını söylediğim için incinmiş bakışlarla karşılık veriyordu bana. "Kendimi tutmayı deniyorum ama yemin ederim, gözlerinin ardında bana bakan ışıltın ve omegan yüzünden bunu durdurmak o kadar zor ki... çabalıyorum. Oysa sana bakınca dilimin tutulduğunu, seni gördüğümde beni bir ateşin sardığını, yüreğimin yandığını, hayat dolu olduğum kadar ne kadar çaresiz olduğunu söylemek istiyorum. Çünkü çok çaresiz bu duygular bende. Onları bastırmaya çalışmak... bastırmaya çalıştığım duygulardan daha büyük. Özellikle her sabah uyandığımda senin huzurla uyuyan yüzünü izlemeye çalışırken." Gözlerimin dolmasına sebep oldu bu duygular. Pişmanlık ile coşkuyla karışık bakarken, hayatımda gördüğüm en kırgın gülümseyişe sahiptiler. "Sen... Yatmadan evvelki son şeyim, Uyandığım zamanki ilk şeyimsin." Sadece yalnızlık çeken çocuklar tutkularını bütünüyle, dağılmaksızın koruyabilirler, ötekiler, duygularını başkalarıyla beraberlik atmosferinde gevezeliklerle harcarlar, yakınlıklarla köreltirler, aşk hakkında çok şey okumuşlardır, duymuşlardır ve aşkın ortak bir kader olduğunu bilirler. Onunla bir oyuncakmışçasına oynarlar, tıpkı ilk sigaralarını içen erkek çocukları gibi, onunla böbürlenirler. Oysa bana gelince, benim içimi dökebileceğim kimsem yoktu, kimse bana bir şey öğretmiş ve beni uyarmış değildi, deneyimsizdim ve her şeyden habersizdim: kendimi kaderime bir uçuruma atlarcasına teslim ettim. Korkuyordum. Bu duyguların beni körüklediği şeylerden çok korkuyordum. Ya bu içimi titreten sözlerin onda bir hevesten ibaretse diye. Ben ona kapılmak istediğim an beni aslında kendi uçurumundan yuvarlayıp, yine o çaresizliğin içine atar diye. "Ne diyeceğimi bilmiyorum Taehyung. Ben senin bu halin için, düşüncelerin için doğru bir cümle bulamıyorum. Sadece, gerçek değilmiş gibiler." Kafa salladı. Şişirdiği göğsünden derin bir nefes alıp verdi. "Haklısın." Dedi ve bakışlarını kaçırdı. "Canını çok yaktım sözlerimle. Şimdi o sözlerin sahibi olarak bambaşka şeyler söylüyorum." Sonra gözlerini bana bakarken, uzağa bakarmışçasına dalgınca baktı. Asi yüzünde ruhu çekilmiş bir ifade vardı. "Bana güvenmiyorsun. Beni sevmiyorsun. Beni istemiyorsun... zorlayamam seni. Buna hakkım yok. Bencillik yapmamam gereken tek kişisin. En azından bunu sana yapabilmeli, duygularımı bir fırtına gibi ezip geçen seni korumalıyım kendimden." Sonra boğazında bir yumru varmış gibi onu geçiştirmeye çalıştı. "Ama ben sana olan bencilliğimin üstesinden gelemiyorum. Seni kendimden kurtaramadığım gibi hapsetmeye çalışıyorum. Jungkook, senin benden kaçtığın kadar sana yakalanmaya çalışıyorum. Çünkü ben nefes alıyorum yıllar sonra. Seni korumak için kabuklarımdan sıyrılıyorum. Canım acısa da buna değer diyeceğim sen geliyorsun. Bir zehirsin ve ben bile bile içmeye razı geliyorum. Ve lütfen duygularımı küçümseme, nefes almak için getirdiğim bu yerde kafanı karıştırıyorum ya da şişiriyorum diye de kızma. Daha önce de dediğim gibi. Seninleyken iyileşiyorum. İyileştiğimi sanıyorum." Sözlerinin parçalanan mısralarının altında ezildim. O kadar berbat hissediyordum ki gözlerine bakamıyordum. O sözler beni çok etkilemişken, kendimi bu gözlerin içinde bulmaya hazır hissedemedim. Sadece o sıktığı kollarına bakıyordum. Birdenbire gözlerimin dolduğunu hissettim. Ardından titreyen dudaklarımın altından onun ellerinin titrediğini gördüm. Bu garipti. Burnumu çektim. "İyileştiğini söylüyorsun ama," dedim ve derince bir iç çektim. "Neden ellerin titriyor. İlaçlarını içmedin diye mi?" Sustu. Susması hoşuma gitmediğinden yüzüne baktım. Dudağının bir kıvrımı oynamıştı yerinden. Ancak beni rahatsız etti bu duruşu. "Boş ver," dedi ve yutkundu. Hoşlanmadım. Bu halinden hiç ama hiç hoşlanmadım. Uzaklaşan bakışları şimdi sessizce benim daha önce yaptığım gibi manzara seyrine daldırdı. "Taehyung," diye ısrar ettim. "Sorun değil. Senin canını yakmadığım sürece ne olduğunu önemseme." Dedi sadece. Bana bakmama konusunda ısrar ediyordu. Neden onu paramparça etmişim gibi dalgınlaşıyordu. Sanki çabalamazsam yitip gidecekti. Neden bu kendimi vicdan masasına yatırdığım yerde ağır bir darbe almama sebep olmuştu ki? Çünkü benden bir şeyler duymak istedi. İyi veya kötü. Biliyorum. Ama daha kendime veremediğim cevabı ona nasıl verebilecektim. "Bana bakar mısın?" diye sordum daha sessiz. Bakışları ağır ağır bana döndü. Dişlerimi sıkıyordum. "Sorumu cevaplar mısın?" diye direttim. Huzursuz olmuştum. Onun yine kendine veya çevresine zarar vermesini istemiyordum. Çok küçük yaşlardan beridir kullanıyordu. Onu bu kadar zorlayan şeyin temelini bilmeyi çok istiyordum. Bu nedenle, "İlaçların yüzünden mi?" diye tekrar sordum. "Bilmem, belki de öyledir." Dedi sadece. Alnım kırışınca, "Son zamanlarda ara ara oluyor. Kendimi, kurdumu kontrol etmeye çalışıyorum. Merak etme, benimle ilgilenen doktoruma danıştım. Baskıdandır dedi ve seni rahatlatacak bir şeylerle uğraş dedi. Bende uğraşıyorum. Seninle yani." Gözlerim artık bu duruma katlanamayarak kocaman açıldılar. "Senin içinden ne çıktı böyle," dedim dayanamayarak. "Nasıl?" diye sordu bu garipsediğim durum için. "Çok dürüstsün. Yani düşünce olarak. Açık ve asla karşındakini düşünmeyecek kadar utandırıcı." Dayanamamıştım. Beni ne kadar terlettiğinden ve köşeye sıkıştırdığından farkında değildi çünkğ. "Utandırıcı mı? Ayıp şeyler söylemedim ki," dediğinde, sinirlerim bozuldu. Eğer öyle şeylerde söylese kafayı yerdim. "Taehyung, anlamıyorsun dimi beni hiç?" dedim pes etmiş bir sesle. Kafası karışmış ve ne diyeceğini bilememişti. Sanırım bana karşı yanlış bir şey yapıp yapmadığını düşünmeye başlamıştı. "Kötü bir şey mi söyledim? Canını sıkacak türden şeyler mi sarf ettim? Oysa içimde asla öyle bir niyet yok. Kıyamadığım tek şeysin çünkü." "Halen yapıyorsun," dedim ve ağlayacak oldum. Yüzümü kapattım. Bu adam durmadan bana böyle şeyler söylemeye devam ederse ben aklımı kaçıracaktım. Sanırım. Oysa o ayağa kalkmış, "Jungkook, güzelim bir yerin mi acıyor?" diye sorarak yanımda dururken, evet sen kalbime bir kıymık gibi batmaya başlıyorsun diyemiyordum. "Ben biraz hava almak istiyorum. Doydum. Yeterince doydum." Sözlerin beni doyurdu demek yerine bunları demiştim. "Çıkalım mı? Dışarısı çok güzel." Endişeli bir şekilde bana bakıyor, bana dokunmak için kaldırdığı elini yumruk yaparak yanına çekiyordu. "Kendini daha iyi hissedeceksen." Dedi ve kalkmamı bekledi. Kalktığımızı gören garson bize hemen eşlik etmek için geldi telaşla. "Umarım memnun kalmışsınızdır," dedi güler yüzlülükle. Tebessüm ettim ve ter attığım bu yerde mahvolmuştum. "Teşekkür ederiz," dedim, gözleri samimiyetle kısıldı ve yanıma kaydığında hemen duruşunu düzeltti. Anlamak için hemen yanımda duran Taehyung'a bakıyordu. Bakışları çok rahatsız edici kadar sertti. Dirseğimi onun karın boşluğuna vurdum. Hemen bana bakınca kaş göz yaptım. Anlamadı. Biraz yükselerek kulağına doğru fısıldadım. "Teşekkür et insanlara," diye uyardım onu. Bu duyduğundan hiç mutlu olmamıştı ama beni de kırmamıştı. "Teşekkür ederiz, ilginiz için. Hoşça kalın," dedi ve elimi tuttu. Garson kapıya kadar bize eşlik ederken omuzlarının üstünden adama bir bakış atıp ağzının ayarsız tonuyla sertçe konuştu. "Takip etmene gerek yok, kal olduğun yerde. Eşimi rahatsız ediyorsun." Söylediği şeyle put kesildim. Elimi sıkıca tutarken, "Sen neden öyle bir şey dedin ki? Ne rahatsız olması... Taehyung? Delireceğim," diye isyan ediyordum ama bunu hiç umursamıyordu. Daha çok kızgındı. "Sana herkese gülümseme öyle demiştim ama sen bunu yapıyorsun. Tek deliren sen değilsin omegam. Deltanın nasıl onu öldürmek istediğini bilsen, dehşete kapılırdın." "Ben bugün için yeterince dehşet içindeyim, merak etme." Elimi ondan çekip hızlı hızlı ondan önce çıktım mekândan. Merdivenlerden aceleyle iniyordum sanki bana istese yetişmesi imkansızmış gibi. Kıskanmıştı. Tamam? Ama bana ne hissettirdiğinden, nefes alamadığımdan haberi yoktu. Gururumla olan savaşımdan özellikle. Ve manzarayı izlemek için yapılan taş yola girdiğimde, düz yoldaki trabzanlara tutunmak, özgürce ciğerlerime temiz hava doldurmak istiyordum. O kadar acele ile fırlamıştım ki duraksadığımda, şelaleden sıçrayan küçük su damlaları yüzüme doğru geldi. Bir adım gerilediğimde, genellikle sırtımda olacağını sandığım Taehyung'un yokluğuyla kaşlarımı çattım. Etrafıma baktığımda onu göremedim. Endişelenerek olduğum yerde durduğumda, vazgeçerek geldiğim yoldan dönerken rampanın orada durmuş ellerini seyrediyordu kaşlarını çatarak. Sol elinin titrediğini seçerken, beni fark etmesiyle onu yumruk yaparak bana gülümsedi. Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu. "En son benden kaçtığını sanıyordum," diyordu gülümseyerek. Oysa ben biraz üzülmüştüm bu duruma. Belli ki bir sağlık problemine dönüşecek fiziksel veya ruhsal sorunu vardı ama o bana gururundan hiçbir şey belli etmemeye çalışıyordu. Sanırım buna saygı duymak zorundaydım. Yanına yavaşça yaklaştım. "Sanki istesem de senden kaçamayacağımı hep söyleyen sen değilmişsin gibi." "Çünkü hemen gidersin benden." Dedi derince. "Bunu istemiyorum." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Karşımda duruyordu. Kafasını hafifçe eğmişti. Beni yine kendi gözlerine esir edecek kadar, aklımda durmadan dönmeye devam edecek kadar derin bakıyordu. Mavilerin içindeki öbekleri kararıyordu. "Tek istediğimken, seni bırakamam. Bu artık benim için imkânsız." Sonrasında eğildi, tam yanağımın üstündeki, dudaklarımı bastırmaktan dolayı katlanan derimin üzerine, cansız gamzemin üzerinden dudaklarını orada hep hatırlamamı istercesine uzun öptü. Çok sıcaktı dudakları. Geriye çekildiğinde, orası hariç her yer havanın aslında ne kadar soğuk olduğunu hissetmemi sağladı. "Özellikle gamzende yeşersin diye çabaladığım dudaklarım orada kendini kaybederken." Hızlı soluklarım, kalbimden yankılanan iç kıpırtılarım beni mahvediyordu. Özellikle saçları gelişi güzel dağılırken, siyahların içinde o kadar iyi duruyorken, canımı yakıyordu bu adam. Güzelliğin içinde tek dikkat edebildiğim şey oymuş gibi oluyordu. Pes ettim. İçimde yapmayı istediğim şey için. Bir adım yaklaştım. Ayakkabılarımızın uçları birbirine değiyordu. Orada yükselerek yanağına çok küçük bir buse kondurdum. Sonrasında heyecanımın beni zemine yapıştırırken, "Belki de hayatta imkânsız bir şeyin olmadığını sadece zamana ihtiyacı olduğunu bilmek gerek," dedim. Ardından yaptığın şeyin farkındalığıyla kocaman açılmış gözlerimle kaçtım. Evet, hızlıca kaçtım ondan. Arkamdan neşeli gülüşlerini duyarken yerin dibine girmiş ve oradan çıkmak için debelenircesine çırpınıyordum. Arabanın önüne geldiğimde kilidini açtı. Hemen oturdum ve emniyet kemerimi taktım. Uzamış saçlarıma ilk kez minnet ettim. Yüzümü onunla saklayacaktım. Ama halen sırıtarak gelirken ve arabaya binerken, o ellerinin titreyişinin yok olduğunu görürken, deliriyordum. Beni değiştiriyordu. Beni kendimden ediyordu. Oysa ben, "Sakın tek bir kelime etme, yoksa asla seninle konuşmam," diyerek tehdit ettiğimde sadece gülmesi bile yeterdi. Sessizlikten önce, "Çok tatlısın omegam..." demesi ve sahiden de sadece yüzünde bir tebessümle yol boyu susması. Halbuki benim yüzümde de ondan ötürü açılmak istenen bir gülüş söz konusuydu. Bunu bastırmak çok zordu. Ama dayandım. O evin çöken karanlığı gün yüzüne çıkana kadar. Arabayı evin önüne çekerken, durmak yerine halen çalıştırır vaziyette beklerken nedense ondan kaçmak isterken şimdi benimle gelsin istiyordum. Bu evde, kalkanım oydu. Kalbimdeki kalkan gibi. "Gidecek misin?" diye sordum fısıltı dolu bir sesle. "Gitmek zorundayım," dedi, cidden de istemiyordu bunu söylerken. "Ama işimi halledip yanına geleceğim. Akşam yemeğine yetişemeyebilirim. Odamızda ol. Canının kimsenin sıkmasına izin verme. Beni at ortaya. Nasıl olsa bir şey diyemezler bana." Bakışlarımı yüzüne kaldırdım. Neden bilmiyorum ama gözlerine uzun uzun baktım. Onun gibi. "Dikkatli ol, incinmeden gel." Dedim. Ama o gözleri öylesine kıvrıldı ki, "Seni bir kez daha görebilmek için dikkat edeceğim kendime. Sonuçta önceliğim kendimden önce sensin. Seni korumalıyım." Dudaklarımı ısırdım ve ayrılma vaktimiz geldiğini bilerek kemerimi çözdüm. Çıkmak için hamlede bulundum. "Jungkook," diye seslenince, kapıyı kapatmadan ona baktığım diyeceği şey için. "Senden sadece etkilenmiyorum. Bunun farkındasın. Bıraktığın zaman içinde sana olan duygularımı basit bulma. Çok fazlasısın. Beni iyi bir adam olmaya itecek kadar." Sonrasında göz kırptı. Bunu yaparken çapkındı. Sendelediğimde, resmen bana beni sevdiğini söylemişti. Arabayı hızla önümden çekerken, arkasından bakakaldım. Elimi kalbime attım o artık görünürlerde yokken. "Bu adam canıma değil, kalbime göz dikmiş..." diyordum. "Beni cayır cayır yakacak." O kadar sersemlemiştim ki eve giden ayaklarım, önümde pembe dumanlar eşliğinde saatler boyu yaşadığım şeyler üzerinden gelip geçiyordu. Odama doğru gidiyordum. Hayır, ortamın garip sessizliği bile tuhaflığıma gitmiyordu. Öyle ki odama girdiğim gibi özgürce gülümsemiştim. Sonra o sessizliği anlamamı sağlayan Jennie'nin kapıyı hızlıca açması, nefes nefese kalmış haliyle karşı karşıya kaldım. "Jungkook," diyordu maraton koşmuşçasına hırıltıyla konuşurken. Onun için endişelendim. Hemen, "Ne oldu?" diye sorarak elinden tutup sakinleşmesini bekliyordum. Fakat onun ilk yaptığı şey odamın kapısını kapatmak olmuştu. Sararmış teniyle, "Çok vaktimiz yok, sana acilen bir şey söylemeliyim," diyor, bakışları kapıya doğru kayıyordu. "Beni korkutuyorsun." "Bende bunların yapacaklarından korkuyorum artık." Duraksadım. Yüzümü anlamayarak ona çevirdim. "Kimlerin?" diye sordum. "Ailemin," diye bir cevap verdiğinde ise şaşırmadım. "Ben şimdi bunlardan şüphelendim," dedi aceleye konuşurken. "Sofrada annem ve Eun kaş göz yaptılar birbirilerine. Bende bunları takip ettim. Salonun köşesinde oturmuşlar sessiz konuşuyorlardı ama ben çoğu şeyi duydum tamam mı?" Hissetim. Duyacaklarımın hiç iyi şeyler olmayacağı konusunda. "Ne duydun?" diye sorarken yüzüm kasılıyordu. Bilhassa duyduklarımla içimde bir anda baş gösteren duygularla çıldırmak istiyordum. "Annem, Taehyung abim ve Eun'un arasını yapmaya çalışıyor. Her anlamda." "Anlamam için daha açık konuşmalısın benimle." Dedim ama dişlerimi sıkıyordum. "Ona bir şey verdi, ilaç galiba. Sanırım abimin şey olması için. Cinsel anlamda, anladın sen. Onu kandırıp birlikte olmak için kullanacak bunu. Önünü göremeyecek falan dedi. Mühürlet kendini dedi özellikle. Senden kurtulmak istiyorlarmış. Ve, ve sen buna engel ol diye de annem seni kandırıp bir yere kapatacakmış. Bizi de bir yere sürükleyip ikisinin baş başa kalmasını sağlayacakmış." "Tamam," dedim çok sakin bir şekilde. Aslında şu anda giderek her birinin yüzlerini parçalamak istiyordum. Bir insana rızasız bir şekilde bunlara yapmaya çalıştıkları için. Kendi evladına bile bunu yapabilecek bir kadının, hemen yüz verdi diye bu kadar arsızlaşmaya başladığı için. Jennie aslında benim içimin nasıl fokur fokur kaynamaya başladığından haberi yoktu. Bu sabit duran halimi görmeyi beklemiyordu. Zaten içimi dışa vursam, en başında bu evi ateşe verirdim. Bana yaptıkları ilk kötülükten itibaren. Ama demek ki, bazen insanlar sadece kötüdür. Onlar her hâlükârda değişemezlerdi. Çaba boşaydı. Şimdi kendimi bu kötülüklerin altında ezilmemek için kurdumun ve kendi içimdeki öz duygularımla kabarıyordum. "Tamam mı? Nasıl bu kadar sakin olabilirsin? Ben duyduklarım şeyler karşısında dondum. Bu kız nasıl bu kadar orospu olabilir ya? Ahlaksız ya. Vallahi saçını başını yolacağım ben şimdi." Diyor ve küfrediyordu. Yerinde gidip geliyordu. Dişlerini sıkıyor, kendi halinde duran bu kızın sonu yakında ben gibi akıl hastanesi olarak görüyordum. Yoldaş olarak. "Bir de halam da istiyormuş bunu. Sakın buna izin verme Jungkook. Abimi sevmiyor olabilirsin ama bana o cadalozu da yenge yapma başıma." Aslında son söylediklerine gülmek istedim. Sinirden. "Sakinim demedim." Duygularım yüzüme taşındı. "Sadece yetti artık. Onların anlayacağı bir dilde konuşma vakti gelmiş. Susuyorum diye, sineye çekiyorum diye bir sınırım olmayacağını sanıyorlarsa yanılıyorlar. Kurtulmak mı istiyorlar? Pekâlâ, bakalım kim kimden kurtuluyor." Ağzı beş karış açık kaldı. Gözlerindeki parıltılar, bana inanılmaz bir varlıkmışım gibi bakıyordu. "Oha çok havalısın." "Çok sinirliyim," diyerek sinirle güldüm. "Hayatımda hiç karşılaşmayacağım kötülüklerin hepsi bu evde toplanmış." "Haklısın. Bunun hakkında savunacak bir şey bulamıyorum." İkimizde birbirimize baktık ve ben ona, "Sen git. Dikkat çekme. Annen sonra kızmasın," diyerek uyardım. İkimizin anlaştığını biliyordu. Anlasın istemiyordum. Jennie haklı buldu beni bu konuda. Ama çıkmadan önce ellerini kollarıma yasladı. Sanırım bir nevi destek konuşmasıydı söyleyecekleri. "Jungkook... abimin seni sevdiğini fark ettikleri için bu şekilde davranıyorlar farkında mısın? Çünkü başka türlü abim senden başkasını hayatına almayacağını anladılar. Ve bu iğrenç yola kalkıştılar." Gülümsedim. Bugün yaşadıklarım ve onun söyledikleriyle daha da emin oluyordum. "Sanırım, artık böyle olduğunu biliyorum." Dedim ve aslında bunu bilmenin beni içten içe ne kadar rahatladığını bilmeden onun yanımdan ayrılmasına izin verdim. O zamandan sonra vakit korkunç senaryolar eşliğinde ilerlerken, şüphe çekmemeye çalıştım. Bu evde daha önce her yeri temizlediğimden, çok sessiz bir şekilde her zaman yedek duran evin tüm odalarına ait anahtarların olduğu yere, annesinin odasına girmek zorunda kaldım. Bunu yaparken, çok gergindim. Neyse ki onun aşağıdaki gülüşlerini duyarak, orada olduğundan emin olarak sızmış ve çok hızlı davranarak çıkmıştım kendi odama. Bundan tam bir saat sonra, normalde akşam yemeği saatleri sırasında odama geldi. Halanın benimle görüşmek istediğini ve eğer gelmezse çok kötü şeyler olacağını söyleyerek birkaç laf sokan cümlelerinden ötürü sinirlensem de kendi tuzağına düşsün diye huysuzluk yapmadım. Halbuki beni ikinci katın çalışma odasına sürüklerken, biliyordum başıma gelecek olanı. Odaya girmemi bekleyerek üzerime kapatırken kapıyı, aptal diye söylendi. Ama ilk kez çok sakin bir şekilde kapıyı yumruklayıp, "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz, çıkarın beni buradan," dedim ve gülerek, "Bu gece son gecen," diyerek gülüp uzaklaştı. Oysa orada gülen bendim. Her ne kadar çok sinirli olsam da. Odada volta atıyordum. Bu taraftan evin girişini göremediğim gibi onların ne zaman gittiğini veya Taehyung'un ne zaman geleceğini kestiremiyordum. Anahtarları elimde tutarken de ya gitmedilerse ve ben onları bu rezil tuzaklarının içinde mahvedemezsem diye de hızlı davranamıyordum. Fakat bir yanımda, ya Taehyung o ilacın etkisiyle o kıza dokunursa diye de parmaklarım uyuşuyordu. Eğer bunu yaparsa, asla ve asla olmazdı. Onca söylediği sözlerin bir anlamı kalmazdı. İmkansızı zamana bırakmıştım ya, o zaman artık sonsuzluktan başka bir şey olamazdı. Tırnaklarımı bile bu düşündüğüm düşünceden ötürü kemirdiğimde, merdivenlerden duyulan savsak sesle donakaldım. "Jungkook," dediğini duyar gibi oldum. Taehyung eve gelmişti. Ama sesi, o kadar derindi ki. Kapıya yaklaştım. Ama o aceleyle üst kata, odamıza çıkıyordu. Kalbim hızla atarken, tam kapıyı açacağım sırasında muhtemelen o kıza ait olduğunu bildiğim ayakkabılarının sivri ince sesleri geldi. Yukarıya çıktıklarından emin olduğum vakit ise hemen anahtarları tek tek deneyerek, bu beşinci denemem oluyordu, çünkü her birinde buna dair not olması gerekirken, farklı şekillerle basılmıştı ve açmıştım en nihayetinde onu. Hızlanan nefesimle merdivenlerden çıkıyor, elimi kalbime yaslıyordum. Lütfen Taehyung'un dudakları veya bedenin bir başka parçası, o kızın bedeninde dolanmış olmasın. Buna şahit olmayı istemiyordum. Bunu görürsem, kaldırabileceğimi sanmıyordum. Özellikle kurdumun gözlerimle göreceği bu şeylerden sonra asla ama asla ona aynı gözle bakamayacağını, beni üzüntüye boğacağını bilirken. Aralık kapıyı seçtiğimde, nefesimi tuttum. "Jungkook," diyordu Taehyung halen. Tüm vücudum alev aldı. Kız ona, "Evet, buradayım aşkım," derken ellerim avuç içlerime batıyordu. Sessizce kapı eşiğinden kafamı içeriyi görmek için uzatırken, kızın onun gömleğini çözmeye ama Taehyung'un buna izin vermediğini gördüm. "Hayır, benim omegam böyle kokmuyor," dedi, kızı var gücüyle iteklediğinde hırlıyordu. "Jungkook nerede? Başına bir şey gelmiş olmalı," diye sersemleyerek yataktan kalkmaya çalıştığında, Eun son bir hamle ile oturduğu kucağına çıkmaya çalışmasıyla, dayanamadım. "Ben buradayım, senin için. İzin ver bana Delta, eskisi gibi." İçeriye girdiğimde, Taehyung, "Git başımdan," diyerek onu kovduğunda içimin rahatlamış olmasını umursamadan, elimi aldım ve kızın bu yarı açık giyinmiş haliyle, eşimin kucağında oturmaya çalışmasına dayanamayarak saçlarına dolamıştım. Sertçe asılarak onu çekiştirdiğimde çığlık attı. "Sen, sen ne yaptığını sanıyorsun? Benim eşime benmişim gibi kendini mi sunmaya çalıştın az önce," diye saçlarını çekiştirdiğimde debelenerek kendini toparlamaya çalıştı. "Bırak beni," diye bağırıyordu. Oysa, gözüm dönmüştü. "Senin o kafanı ezerim. Bir daha, değil bedenin, gözlerin değerse kör ederim seni." Ellerimden sıyrıldığı gibi neredeyse koşar adım odadan kaçmaya çalıştığında, gözlerimden halen alevler çıkacakmış gibi, kaçtığı odaya tekrar dalacakmış gibi gözlerim kapıya kilitlenmiş ve ben alıp verdiğim hızlı nefeslerimle, aslında hemen yanımda olan Delta'nın kokusuyla nefes alamaz olmuştum. Bir anda kıza odaklanmış olmamdan ötürü, arkamda duran, kollarıyla belime sarılıp dudaklarını mühür yerime bastırıp öpen Taehyung yüzünden kaskatı kesildim. Arkamda hissettiğim sertliği, içine çektiği bedenim, sıcak soluklarıyla hırlıyordu. Beni kendi ateşinin içine atıyordu. Bunun bilincinde bile değildi üstelik. "Kimse anlamıyor beni. Benim omegamdan başkasına dokunamadığımı. Omegamdan başkasının kokusuyla yanmadığımı."
... eğer bu bölüme az yorum gelirse, demek ki siz tk birleşmesini ve yakın olmasını istemiyorsunuz. bende size ona göre bölümler ayarlarım hiç merak etmeyin. bende yazılacak olay çok nasıl olsa, nefes alsam kaos üretiyor kafam djsfajscmds Ve, bu bölüm nasıldı bakalım?? Kurgu akışı iyi mi? Gelecek bölüm ne olacak sizce? Ayrıca taenin günahını alanlar bu bölümle utanır mı bilmem... Son olarak bir spotify listesi hazırlayacağım. Siz de bu kurguya yakışacak şarkılar bırakır mısınız yorum olarak, çok mutlu olurum. Ben Nicotesy, kendinize tatlı davranın. |
0% |