Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. Bölüm

@nicotesy

Selamlar olsun size ballar... bu bölüm ay, neyse :) Kimler burada bakalım? Uyumayan gececi tayfam nerede benim??

Yine çokçokçooook yorum yapın, feelsden ölmeyin de ayrıca, arada durun nefes alın. Nefesinizi kesicem bir yerde zaten ben sizin dnacjbdlskşlc okuyunca anlık gelen farkındalık bulacak sizi nasıl olsa

iyi okumalar :)

...

"Karşılığını bulamadığım bütün sözleri söyleyenlerin hepsi ölmeden rahat edemem, anlıyor musunuz? Yoksa, bütün bu acılıkları ömrüm boyunca içimde taşırım."

...

Bölüm 36: Beni vurup yerde bırakma, içim dağıldı da ben diyemedim ya.

"Kimse anlamıyor beni. Benim omegamdan başkasına dokunamadığımı. Omegamdan başkasının kokusuyla yanmadığımı."

Belki de bu duyulmuş gerçek, benim az öncesinde şahit olduğum sözlerin varlığı kadar iştah kabartıcı ya da değil. Ama o kollarıyla beni kendi bedeninin meskeninde kundaklarken, cayır cayırdı dudakları. Boynumda asılan dokunuşları. Ne zaman nefes almaya cüret edecek olsam sanki bundan yüz bularak beni daha derinlerime işletecek olan o kabuksuz sözleriyle tarayacaktı. Keza içine çekerek kokladığında beni, sessizliğimi bozacak bir yemin misali atıyordu kalbimin atışları.

Gözlerimi kapatmayı, onun kokusunun verdiği ağırlığa teslim olmayı ne çok istedim. Bunun mücadelesini vermeye çalışmak çok yorucuydu o sırada. Bilhassa, boynumda duran dolgun dudakları, etimi sakince sıkıştırırken. O yumuşak ve ıslak ses zihnimin kirli satırlarını ele geçirdi. Yutkunmadan çok kısa bir süre önce, "O kadar güzelsin ki..." diye mırıldandı. Ama bu çalmaya çalıştığı güzelliği, tırnaklarımı geçirmek istediğim kurdumun isteğiyle başım geriye düştü. Tamamen ona yaslıydım. Tamamen. "Tüm hüzünlerimle vedalaşıyorum. Sen böyle kollarımda titrerken, aklımı kaybedecek oluyorum seninle Jungkook."

Oysa burada aklını kaybedecek olan bendim. Onun en azından açıkça dile getirdiği arzuları dışında duyguları varken, benim daha yaşanan onca şeylerden sonra yedirmekte bile güçlük çektiğim, üstüne birçok şey düşünmem gereken konular vardı.

Sessizliğim, konuşamam da bu yüzdendi. Bedenimden önce hayallerime doğru süzülen elleri gibi, küçük küçük parçalarca öpmeye başladı. Gözlerimin içi yanıyordu. İlk kez odadaki ışığın bana ne çok yetersiz kaldıklarını düşündüm. Görüşüm kararacak gibi oldu. Bu kasıklarımı sızlatacak kadar bedenimi sımsıcak tutan istek de neydi böyle?

Kalçalarımda onun öptükçe eğildiği, köprücük kemiklerimi ısırırken hissediyor olduğum o baskınlık boğazımı susuz bırakmıştı. Her defasında daha sert, her defasında daha hissedilirdi.

Durmalıydı. Yoksa karşılık bulacaktı bedenimden bedenine.

"Taehyung," dedim. Ama daha durmasını söyleyecek olduğum cümlem devamında dilimin arasından sıyrılmadı ki, kazağımın altında duran ama orada huylandırıcı bir şekilde beni okşayan parmakları yukarıya, adını boğazımdan iniltiye benzer sesle çıkardığım an göğsümün ucunu yakaladı. Nemlenmiş parmaklarıyla kıstırarak döndürdüğünde, refleksle inledim.

Soluklarım hızlandı. "Şu küçücük seslerin aslında en büyük bir ezgiye dönüştüklerini keşke benden de duyabilseydim omegam," diyerek, daha da sıkıştırdı parmaklarıyla göğsümün ucunu. Konuşmak istiyordum. Ama bunu yapacak kadar da güçlü veya aklımı toparlayacak kadar bir zindelikte değildim. Onun kokusu, çok kışkırtıcı ve ağırdı. O kadar savurganlardı ki gözlerimin içini yakıyorlardı.

Karşılık vermeye çalıştığımda ise, "Karşılık verme sadece seni öpmeme izin ver, çünkü yarın bunu düşünerek benden daha da nefret etme. Senin için tüm yaşadığın pişmanlıklarının sorumluluğunu alacağım," diyordu. Keşke her kullanılan cümle işlevini tamamlayabiliyor olsaydı.

Nafile bir uğraştı en nihayetinde benimki de.

Onun parmaklarının savaşından harabe yangınlarımı ortaya çıkarmamak. Tam şu anda bana yalvarırken, sadece bedenime duyduğun şu açlığın, derinden çalkaladığın kurdunla aslında ne çok öpmek istiyor olduğumu ya da tam sen bu haldeyken bunun nasıl olacağını merak ettiğimi itiraf edemezdim. Emin miydim ki? Teslim olmak, kendimi daha az suçlamamı sağlıyordu bir bakıma.

Ama onun da bildiği gibi derin bir pişmanlık da duyabilirdim bunun için. Birine aşkla dokunmak ve onun zaten öylesine bozdurduğu dudaklarımın çeyizinden sonra ben en azından yaşayacağım bir birlikteliğin çok daha yoğun ve karşılıklı bir aşkla olmasını istiyordum. Ve o şu anda bana karşı duyguları da olsa yapacağı her öngörüsüz hamlesi kurdunun ağırlıkta olduğu hakimiyetle olacaktı. Oysa ben, Taehyung'un kendisini isterdim. Tıpkı bugün kendindeyken bambaşka bir adam olduğu gibi.

Çünkü ben bugün hayatımda uzun zamandan sonra dudaklarıma benci bir gülüş kondu. Utandım doyasıya. Salıncak kurar oldum, yaşanan o apaçık iltifat ve sevgi dolu sözler için. Ruhuma yapışan çamurların yaftalamalarını ayıkladım o bakışlardan. Bilmiyorum bugün çok şey oldu, olmaya da devam ediyordu.

Şimdi ise aklımı abisin sınırlarında bırakacağım türden bir yoksunluk bıraktı. Elleriyle, arka bacaklarımı bacaklarıma geçiren o ağırlığı, teması çekilmişti. Dumura uğramıştı ona yaslı duran bedenim. Meğerse o çekildiğinde, ne kadar güçsüzleştiğimi öne doğru sendelemek üzere olan ayaklarımın hezeyan dolu tavırlarıyla anladım. Derin bir soluk aldığımda, onun kolumdan tutması ile sarsıldım ve daha onun kokusu ciğerlerimi patlatmadan beni yüreğimi patlattı.

Oturduğu yatağın üzerine çekti. Kendine çektiği bedenimin iki yanımdan, belimden kavrayarak kucağına aldığı, gözlerim irice açılmış kırpışmaya başlamıştı.

"Sana her daim bu kadar, bir nefes kadar yakın olmak istiyorum." Dedi ve dudaklarımın üzerine nefesini üfledi. "Bıraksan kendini, sana nefes olacağım küçüğüm."

"Bıraksan kendini, yakacağım ikimizi doyasıya."

Öyle ki, üst dudağımdan söküp aldı beni. Yumuşak et parçasının altında, bir başak tarlasında eğilmiş o başı okşayarak kendine çekti. Bir bereketle suyunu dudaklarının arasından var ederek, yanan havzadan olma o dudaklarımın üstünden bana bir hayatı var etti. O kadar temkinli, uyuşuk ve sabır dolu bir öpücüktü ki, öpmek için değil dudaklarından da bir ezber yaparcasına kıstırmıştı orayı.

Gözlerimden onun kapalı gözlerini bu kadar yakınımda görüyorken, biçimli burnu burnumun yanında dinleniyorken ağır nefesi ona ithafen yavaş dudakları birlikte birer uyumlarmış gibi beni öpmeye başladı, acımasızca arada dişlerini geçiriyordu. İki yönlü bir adamın dudaklarından parça parça oluyordum.

Benim bacak aramda duran bacakları darmaduman eden aklımda, onun bir sigara dumanını çeker gibi nefese ihtiyaç duyarak, dudaklarımı nefesiyle boyuyor, onun nefesi ciğerlerimi katran karasına çalıyordu.

Bu tek taraflı sevişme beni tekrardan karıncalandırıyordu, düşünmenin eşliğinden atlamış boğazımdaki prangaları yoruyordu. Eli uslu değildi. Belimde, göğsümde aklımı alacak her yerde geziniyor ve beni neyle sınacağını bilir gibi üzerinde sürtünmeme sebep oluyordu, çünkü onun üzerime geldikçe veya uzaklaştıkça dudaklarından, çekim dolu ellerinden dolayı hareket ediyor ve sürtünüyordum.

Sürtünüyor birbirine solgun düşmüş kasıklarımda bir ateş parçası kadar dayanılmaz, kabartıcı bir his bırakıyordu. O kumaşların altından hissettiğim kimyayı, çekimi arzuluyordum. Bu his canımı yakıyordu. Kuru kalbimi, gözlerimle nemlendirerek kendi içinde girdiği muharebede beni enkaza sürüklüyordu.

Ellerim tükenerek en azından onun tenini sarıp sarmalamak istiyordu. Onun saç diplerinden kayarak, beni içine çektiği dudaklarından dilim içeriye gömülürken kendinden kaçan dilimle ağzımın içi iki tarafından arafından okşanıyordu.

Tırnak diplerim onun nemli, açık kalan gömleğinin altından usulca, boynundan ve omuzlarına doğru boylu boyunca kayarken ağzımın içine inlemiş ve ben onun sözüne itaat etmeyerek dudaklarımı onun dudaklarının üzerine kapatmıştım. Durmamıştı, bu sefer karşı çıkmamış ve onu dudaklarımla keşfetmeme izin vermişti.

İzin verilmeyen bana yetmeyen nefesim olurken, o da benim gibi durağanlaşmış ve beni az önceki kafamın içindeki tüm yangın yeri olan düşüncelerin içinden sıyrılmamı sağlamıştı.

Taştan olma o bedeninin tam kucağında oturuyorken, yetmiyordu. Dudaklarında olan dudaklarım, dilinden olma dilim, bana yetmiyordu. Beni kendisine bir teslimiyetle çekerken üzerinde hafif uzanmış haldeydim. Aralanmış bacak arasına sığındığım kasıklarımla, o yerden daha vahim kıvrılıyor ve ateş olduğu yerde yanmaya devam ediyor, gözlerimin rengi kararıyordu.

Ona dokundukça, ona alıştıkça, onun gözleriyle tekrar tekrar buluştukça daha yeni ve daha söz dinlemez bir insan olmaya başlıyordum. Anladım ki, altında uzanıyor olduğum bu adamı tanımaya çalıştıkça, kendimi tanıyamaz oluyordum.

Uzamış saç önlerim onun yumuşak koyu renkli saçlarına karışırken, cılız bir nefes burnumun direğini sızlatarak kaçıveriyordu. Parlak bir dünya, nevrini şaşırarak bataklığı bollaşmış o gözlerin kirpik üstlerine dokunuyordu.

İki elleriyle sardığı yüzüm, güzden olma o dikensizliğiyle ensesinde buluştu. Onun ellerinin üzerinden kayıp giderek bir başka tenin yerinde buluşurken. Alt dudağından çekip alırken, öylesine yoğun ve yavaş akıyordu ki zaman, zamandan öteye hisli o iç çekişen o dudakların kendi savaşı, kalbimin ortasından çağlıyordu oracıkta pınarı.

Ağır, ağrılı. Çekiliyor, çekiliyor ve beni çektiği yerde aralanmış ağzımın içinde kemiksiz kalışıyla bir hayayı öldürüyordu. Dilimden kayıp gidiyordu, dili. Dilimi seviyor, okşuyor ve bedenin üstüne çekilmem için kendi bedenini yatağa doğru eğiyordu. Eğdikçe, susuyor ve ayak parmaklarına kadar soluksuz kaldığım bu anda bir mecal bulma umuduyla omuzlarından gelip geçiyordum.

Hangi ara, nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde onun kollarının arasında dönmüştüm. Göğsümü taşıyan ben değildim oysa. Sırtım yatağın içinde gerili duruyorken, onun çokça kararmış gözleri beni bir avcının keskin gözleriyle izleyerek bakıyordu.

Ve ardından gözleri an be an şahit olduğum muazzam bir görüntüyle kırmızı rengini almaya başladı.

"Sen, seni istemenin nasıl bir şey olduğunu hiç bilmiyorsun omega?" dedi o karanlık ses.

Bu sesin baskınlığı ile gözlerimi karartan derinliğin içinde hissettim. Dilini dudaklarıyla nemlendiren, feromlarını daha da baskın kılan bu kurdun benim gözlerime olan öldürücü bakışlarını. Ardından boynuma kayan bakışlarını. Elim titreyerek mühür yerime gitti. Tam olarak bir alacaklı gibi bacaklarımın arasındaydı.

Dudaklarım şişmiş, saçlarım kabarmış, yeşillerim aydınlanmıştı. Üzerimdeki beyaz gömleğim dağılmış, önümde bir kabarıklık var olmuştu. O ise tüm bunlara, beni utandıracak kadar arzu dolu bakıyorken, eğildi.

"Seni kendi sonsuzluğum..." dedi ve çenemin altından öpücükler başlattı. Dudakları elimin üzerine geliyordu. "Seni kendime gerçek kılmak istiyorum omega. İzin ver seni mühürleyeyim?"

Buna muhtaçmış gibi davrandığında, ona çoktan tamamen bağlanmak isteyen kurdumun yaydığı feromları durdurmaya çalıştım. Bu çok güçtü. O ciddi duran yüz bana bunu yapmaya kararlıyken, "Ben buna hazır değilim," dedim kesik kesik. Benim o sessiz çırpınışlarımın duyacak kadar yakınımdaydı. "Ben buna daha hazır değilim Delta, yapma bunu bana. İlk önce onu, sizi sevmeme izin ver."

Kendisinde değildi. Sabah olduğunda ve kendisini bu kadar kaybederek yapıyor olduğu şeyleri ben bir omur gibi bir ömür taşımayı istemiyordum. Ben ilk önce onu sevebilmenin cesaretinde olmayı istiyordum. Dudaklarımdan ne zaman onun kadar tutku dolu sesler çıkacak olur, işte o zaman bende tamamen ona ait olurdum. Ölene denk. Şimdi değildi. Benim gerçekten istediğim bu değildi.

Bu istediğime saygı duyar mıydı ki? O bir deltaydı en nihayetinde. İstese alırdı ve onun kurduna söz geçirmesi de bir hayli yorucu olduğunun da bilincindeyken, beni çok daha şaşırtacak bir şey yaptı.

Dudaklarını alnıma bastırdı. Uzunca öptü.

"Biz, senin bizi seveceğin günü bekleyeceğiz omega, omegam."

Sonrasında o değilmiş gibi, bedeni içindeki ateşten dolayı sırılsıklam, önündeki o şişkinlikle kalakalmamış gibi usulca kalktı üzerimden. Gözleri son kez baktı. Yutkundu ve ardına dönerek banyonun yolunu tuttuğunda, bir enkazın altında kalmış gibiydim.

Ondan sonrası daha zordu. Çünkü banyo ediyorken, o su sesini bastıran inlemeleri başımı döndürüyordu. Kendi kasıklarıma onun bana gösterdiği gibi dokunurken, utancımdan kafamı yastığa bastırmış, benim onu duyduğum gibi duymasın diye debelenmiştim. Bunu tek başıma yapmak zordu. Ancak onun sesini duyuyorken, sandığımdan daha yüksek notaları bulmuştum genzimden. Paramparça kaldığımda, soluk soluğaydım. İsmimi haykırdığında son kez.

Gözlerimden duyguların ve yaşadığım boşluğun, debelenmenin ağırlığı vardı.

Ve öylece bitkin düştüm. Hatırlayamadım da bu karanlık ve parlaklığının nereden gelip son bulduğunu.

Zaman çoktan çizelgesini kopartmış ve beni derin bir uykunun kollarından ansızın uyandırmıştı. Ne zaman uyuduğumu dahi bilmezken, en son Taehyung tarafından saçlarımın okşandığını, kulağımın kenarında aşinası olduğum lakin bilmekte yetersiz kaldığım birçok kelimelerin söylenmiş olduğunu ve dinlenmiş genzinden çıkanların bana bir masal gibi geldiğiydi. Eğer bir rüya görmediysem, yaşadıklarım ve anımsadıklarım bunlardan ibaretti. En çok da onun ezgiden olma sesinden dökülen sesli notalarla bir dansa kalkmış olan kalbimin acısının hafiflemiş olmasıydı.

Düş ve düş sonrası gibi yumuşak, ağır ve yorucuydu bana olmaya başlayan.

Çünkü gözlerimi usulca kapattığım da gözlerimi sonunda gerçekliği bulmak adına karşıya diktiğimde, koltukta uzanmış halde olduğunu ama gözlerinin düşünceli şekilde karşıya baktıklarını gördüm. Ondan ayırmış, onun kapanmış gözlerinin serpilmiş ile düşürmüştüm, düşmekte olan can havlimi. Ve tekrar onun sanrılarıyla uyuya kaldım.

Sabahın sıcak güneşi yüzümü bulurken, önümü kesmek adına huysuzca yastığa doladım başımı. Sakınmaya çalıştım. Kendimi yorgun ve yaşadıklarımı anımsamayacak kadar tembel hissediyordum. Ama bir yandan da onu görmek istediğimi fark ediyor, tereddüt ederek bilmediğim bir saatin diliminde gözlerim kaçındığım güneşe doğru uzanıyordu. Oradaydı. Oturmuş, bacak üstüne bacağını atmış, beni izliyordu. Gözleri açık uyuyakalmış biri gibiydi. Yüzü huzurlu duruyordu. Onunla kesişince bakışlarım, iç çekti.

"Günaydın..." dedi derin sesiyle. "Uyurken mırıldandığını hiç biliyor muydun?"

Güne kendim hakkında bilmediğim bir şeyle başlıyor olmak mı yoksa güne sizi uyurken izleyen birinin varlığıyla mı uyanmak isterdim bilmiyorum ama, normalde rahatsızlık duymam gereken bu durum sadece yüreğimin kıpırdanmasına sebep oluyordu. Üstelik üzerimde onun dokunuşları ve onun dokunuşlarından dolayı ıslaklık taşıyorken.

Kaçamak bakışlarım onun gözlerin kaçtı hızlıca. "Günaydın," dedim zor da olsa. Boğazımı temizledim. "Bilmiyordum." Dedim ve daha da garip duygular tarafından bedenim gıdıklanıyordu. Oysa diyecek olduğum şeyler günün getirdiği akıl salimliği ile tek tek hortluyordu.

En azından daha içimi ezen o kızın davranışları, bu ailenin burada döndürdükleri oyunlar, birçok şey var aslında hesapta görülmeyen ve ben bunları Taehyung'la konuşmak istiyordum. Belki, tamamen çıkarması gerekirdi bu insanları hayatlarından. İyileşmeyi istiyorsa bu denli.

"İyi uyuyabildin mi?" diye sorduğunda, "Evet," dedim sadece bir cevap verebilmek adına. Sonra nezaket adına onun bana sorduğu gibi, "Ya sen?" dedim. Çünkü bir ara uyandığımda onu uyanık görmüştüm. "Evet," dediğinde baktım yüzüne uzunca. Oysa hafif kararmış göz altları gerçeği açıklıyordu. "Emin misin Taehyung, yorgun görünüyorsun?"

"Kahve saatimi kaçırdığımdan kendime gelemiyorum." Dedi dudakları tebessüm eder gibi çıktığında. İlaçlarını içmiyor olduğundan mı böyleydi şimdi? Dünde içememişti. Telaş yapmıştım. Ayağa kalktım hızlıca. Ama ilk önce duş almak istiyordum. "Saat kaç ki? Ve hemen duş alsam olur mu? Kısacık daha bekler misin? Hemen yapacağım kahveni."

O kadar şerbetli bir kıkırtı bıraktı ki, benim telaştan gidip gelmeyi isteyen adımlarım sekteye uğradı. "Bu kadar tatlı olmak zorunda mısın Jungkook?" dedi, bu iltifatları bana kafayı yedirtecekti yine. Çünkü ben beyaz tenli bir insandım ve en büyük sorunum da kendini ifşa eden utangaç yanaklarımdı. Onlara baktığını bilirken, sanırım insaf etti bu halim için. "Saat onu geçiyor çoktan..." elini çehresine yasladığında kaşlarım havaya kalktı. O asla bu saate kadar odada duran biri değildi.

"Normalde bu saatlerde evde olmazsın ki?"

"Evet olmam. Ama seni izlemenin tadını çıkarmak istedim. İçimde ukde kalanları kurdumla tartışmaya girdiğimizden, zamanın bir önemi veya gelip geçiyor olmaması umurumda olmadı." Dedi, dün geceye atıfta bulunurken. Yutkundum sertçe. "Dün gece sana ne olduğunun farkındasın değil mi?"

"Evet." Diyerek bir nefes aldı. "Normalde evi ayağa kaldıracağım bir olayken, sırf senin o dağılmış saçlarınla, dudaklarında duran dudaklarımın hissinden ötürü bir şey diyemiyorum Jungkook. Çünkü sen istemedikçe yaklaşamayacağımı bilirken, bunu yaptım. Seni tatmak istedim, her bir yerini. Bununla daha yoğun yüzleştiğim bir sabahı seni tekrar göreceğim bilinciyle huzurla uyudum, düşündüğümün aksine."

Öksürük krizine girmek üzereydim. Ve yemin ederim ki bana ne yaptığının çok iyi farkındaydı. Gözlerinin altında yatan dün geceki arzulu parlaklıklar halen orada, yerli yerinde duruyorlardı.

"Hadi duş al omegam, bacaklarının arasından halen dün geceye ait şehvetli kokunu alabiliyorum. İnan bana, çok zorlanıyorum. Acı bana," dedi ve dudaklarının üzerini parmaklarıyla sürterken kaçtım. Evet, farkına varmayacağı şeyi açık açık yüzüme söylediğinden dehşet bir utanç duygusuyla banyonun içine kaçtım.

Yüzüme baktım aynadan. O kadar belliydiler ki, dudaklarım kanamış, saçlarım kabarmış, gözlerim yorucu bir uykudan dolayı şişmişlerdi. Ve boynum, oradaki pembelikler morartıya dönüşmek istercesine yakalarımın altından gözüküyorlardı.

Elimle yüzümü kapatsam bile nafileydi ve ben hızlıca duş kabinene girerek, hayatımda yaşadığım en utanç dolu bir temizlenme süreci yaşadım. Özellikle bacaklarımda kurumuş kalçalarımdan sızan sıvı ve karnıma düşen öz lekelerim. Tanrım, bu öylesine hem utandırıcı hem de heyecan vericiydi ki, onun duş jeliyle yıkandığımın bile farkında olmadan bornozumu alıp çıktım. Sonrasında yanıma kıyafet almadığımı fark ettim. Onun beni yine arsızca süzeceğini hissederken kendimi sıkıca tembihledim. Katiyen ona bakmadan geçecek ve giysi odasının kapısını sıkıca kapatacaktım.

Denileni yaparken, ne kadar titrediğimi görmezden geldim.

Hızlıca diğer tarafa geçtim ve kapıyı farkında olmadan sertçe kapattım.

Bunun pişmanlığını yaşamak için çok geçti. Sadece acele ediyor, dalgınlaşmak isteyen bakışlarımı kendine getirmeye çalışıyordum. Bilhassa boynumda duran o izi kapatacak türden siyah boğazlı bir kazak, üzerine onu şık gösteren kırmızı renkte yelek giyerken, altıma düz bir kot pantolon geçirdim. Saçlarımın nemini alsam da kıvırcıklaşıyorlardı. Bunun için yapacak bir şeyim yoktu. Sadece sızlayan dudaklarıma nemlendirici sürüp çıktığımda, o kapıya omzunu dayamış ve siyah şık bir takım elbisesiyle her zamanki gibi görünüyordu. Güçlü, çekici ve yakışıklı. Doğalı hep buymuş gibi.

"Hazırım ben," dedim. Başını salladı sadece. Ona yaklaşana kadar duruşunu düzeltmedi. Çıkmak için yanına geldiğimde ise saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı. "Benim gibi kokmanı sevdim," dediğinde, nefesi saçlarımda dağılıyordu.

Soğumuş yanaklarımı tekrardan hararetlendirdiğinde dayanamadım. Karnını çimdikledim. "Beni birdenbire böyle heyecanlandırmayı bırak artık," dedim kapının kolunu açtığım gibi kendimi dışarıya attım. Arkamdan gülerek geliyordu. "Gel buraya, kaçma benden Jungkook. Az önce söylediğin şeyi tekrar duymak istiyorum ben."

"Laf ağızdan bir kere çıkar," diyerek arkama döndüm, o beyaz dişlerinin tamamını göreceğim kadar çok sırıtırken, dudaklarımın onun bu gülüşüyle burkulduğunu ve gülümsediğini fark etmeden kendimi mutfağa attım.

Buraya gelmez diye düşünüyordum. Dediğim gibi de oldu. Geong abla bana garip garip bakıyordu. Pek sessizdi, günaydın demiş olmama rağmen sesini çıkarmamıştı. Kaşlarım bu durumu garipliği ile çatılırken, kahve yapmak için geldiğim yerde kahveyi yapmaya koyuldum. Artık insanların benimle olan dertlerini umursamak istemiyordum. Bilmiyordum. Görmeyi istemediğim yüzlerle karşılaşmadan, kahvesini vermeyi, onu uğurlamayı ve birkaç atıştırmalıkları alarak geri odaya çıkmak istiyordum sadece.

Öğleden sonra Jennie okuldan gelirdi. Onunla vakit geçirirdim. Gün için güzel bir plandı benim için. Çünkü bu evin içinde bundan başka iyiye dair yapılacak bir şey yoktu.

Hazırladığım kahvesini dikkatli bir şekilde, onu tek olduğu salonda oturduğu koltuklara doğru ilerledim. Elindeki telefonda olan görüşmesini hemen sonlandırdı ve elimden alıp teşekkür etti. Bir anda sessizliğe bürünmesi dikkatimi çekse de işleriyle alakadır diye de bir şey demedim. Ama yüzü asık duruyordu. İçiyordu yavaşça kahvesini, içim içimi yemeye başladı.

"İyi misin Taehyung? Kötü bir haber mi aldın?" diye sordum. Gözlerimin içine baktı ama bana göstermedi içinde gizlediği gerçek sessizliği. "Huzursuzum biraz. Genellikle böyle hissettiğimde hiç iyi şeyler olmaz."

Bu sözlerinden dolayı bende kendimi kötü hissettim kendimi. Özellikle o kahvesini bitirdikten sonra ayağa kalkarken. Karşımda duruyordu. "Bana sarılır mısın Jungkook," dedi ve o kadar masum bir istekken kollarımı açıp göğsüne sarıldım. Göğsünde yüzümü saklamayı seviyordum. Özellikle kalbinin gür atışlarını işitirken. Onun belimde duran elleri sıkıydı o vakitte. Oysa benim dokunuşlarım çekingendi halen.

Ardından çekildi ve alnıma bir öpücük bıraktı. Bunu yapmayı seviyordu. Sürekli yapmaya başlamıştı. Onun bu hareketi hoşuma gidiyordu artık. Alıştığımdandır belki. Bununla yüzümde gamzelerim çıkmış olmalı ki havaya kaldırdığı elini oraya usulca dokundu. Ancak o parmakları titriyordu yine. Bunu fark edince hemen çekti ve elini cebine sıkıştırdı.

"Akşam görüşürüz," dedi ve iç çekti. "Sana kırmızı çok yakışıyor," diyerek bir şey dememi beklemeden dik tuttuğu omuzlarını da alıp çıkıyordu salondan. Ama nedense onu takip etmek isteyen adımlarım, onun birdenbire değişen o ruh halinden ötürü kabarmışlardı. Yüreğim sıkışmıştı. Bir derdi vardı besbelli. Özellikle şu son zamanlarda titreyen elleri. Dilerim ki bu durum sadece ilaçlarını bir gün de olsa ihmal ettiğinden kaynaklıdır.

Elimle onun alnımda bıraktığı dokunuşu okşaya okşaya mutfağa tekrar girdim ve hep dolapta hazır duran sandviçlerden bir tane alarak odaya çıktım. Yapacak bir şeyim yokken, kirlettiğim o çarşafları değiştirdim ve onun yatağını topladım. Kokusu vardı, her an biri görecek korkusuyla bile koklamak istesem de koklayamadım. Resmen içimde yücelen bu duygudan kaçmaya çalışıyordum.

Öylece zamanı öldürecek bir kitap arayışındayken, kapı açılınca, şunu kilitlemeliyim diye hatırlattım kendime.

Annesi elini beline koymuş sinirle bana bakıyordu. "Düş önüme, hadi," dedi ve bunu yapmayarak olduğum yerde durdum. "Hayırdır, yine bir yere mi kapatacaksınız beni?" dedim alayla. Benden daha büyük bir sorunu varmış gibi yüzünü buruşturdu. "Böyle yapacağını biliyordum. Ama sen çoktan sınırı aştın. Artık seninle ben değil, aşağıda seni çiğ çiğ yemek isteyen kadın uğraşacak." Dedi ve bir adım öne doğru adım attı. "Eun'a dokunmayacaktın küçük fahişe, şimdi gör bakalım başına neler geliyor."

Arkasına doğru döndü ve seslendi birilerine.

"Gelin şunu zorla aşağıya indirin," dedi ve çıktı odadan. İçeriye giren iki iri adam beni kollarımdan tutmak istediklerinde, zaten onlara gücümün yetmeyeceğinin farkındaydım, bu nedenle bağırdım onlara. "Sakın dokunmayın bana, kendim inerim," dedim.

Aceleye dövülen ayaklarımın benden sadece on basamak önde giden annesinin peşindeyken, çıldıracaktım. Başıma yine ne işler getirecekler diye. Sakinleşmeli ve kendimden emin durmalıyım dedim onların yapacakları şeyler karşısında. Biliyorum ki, artık emindim ki eğer canımı yakarlarsa Taehyung'da onların canlarını yakardı. Bunu bilmek, o yokken bile güvende hissettiriyordu.

Ta ki, salonda halasının baskın alfa olan kokusu midemi ağzıma getirene kadar. Sinirli ve öfkeliydi. Yanında getirdikleri kadını ise tanımıştım. Orada duruyordu. Her şey hazırlanmıştı. Eun bile sırıtarak beni izlerken, odanın içinde duran bana hiçbiri acımadan bakıyorlardı.

Şaman ayağa kalkmıştı. "Evliliğin bozulması için her şey hazır efendim," diyordu.

Benim adımlarım bu durumdan kaçmak için bir adım atarken, "Dur orada seni omega," dediğinde, ayaklarım o baskınlıkla kaldı yerinde. Sesi, nasıl bu kadar domine edici çıkabilirdi ağzından. Tüm bedenimden bir ürperti geçti. Arkasında duran şaman benim yüzüme baktı. "Rızasız olmaz bu işler biliyorsunuz. Omega razı mı buna?" diye sordu.

Kadın içimi ürperten bir soğuklukla yüzüme bakarak gülümsedi.

"Rızası olacak, yoksa hastane köşelerinde can çekişen kardeşini ben öldürürüm. Erken doğum yaptığı bebeğiyle hem de. Bırak onları kurtaracak birini, kendini kurtaramaz ellerimden. Taehyung'a güveniyorsa da güvenmemeyi bilsin, eğer ben bir şeyi istiyorsam, o da ancak buna itaat edebilir." Dedi ve uzandığı eli, yaşını almış bir kadın olması rağmen boynuma doladığında gözlerimin içine bakıyordu çıldırmış bir insanın hor öfkesiyle.

"Rızan var mı yok mu omega?"

Bölümün sonu.

Diğer bölüm ne olacak? Korkunç şeyler olacak... Taehyung'un azabından kaçın... çünkü o yumuşak yüzü sadece jk için vardı ama o da gidecek, acaba neden? travma, tetiklenmeler ve malum olay yüzünden.

küçük bir not: smut için daha erkendi arkadaşlar, yani jk daha kabullenmeden ben böyle bir şey yapmak istemiyorum... bebe istiyorum çok ama daha çok erken öyle şeyler için.

Ben Nicotesy, özletmeyin kendinizi bana.

Loading...
0%