@nicotesy
|
Selam ballar.... evet uzun bir bölüm yazdım. Buna da az yorum gelirse bundan sonra kısa yazacağım ve size bölüm atmayacağım her gün. Hiç şakacı da değilim ayrıca jkdsfhaKLNDj ayrıca anladım ki siz tk yakınlaşması falan da istemiyorsunuz, diğer bölümde iyice anladık onu... İyi okumalar :) ... "Gittin ama gitmemiş saydı seni kırlar, ağzını ayrılıklarla yırtan yarınlar. Biz seninle hiç karşılaşmamış olsaydık keşke, bende ölmemiş sözcükler kalırdı, severdim yine seni kedilerin bile uğramadığı bir köşede. Anlatmak istediklerimiz anlaşılmasın diye şiir var, karşı köşede." ... Bölüm 37: Zinhar bir duygu bu ne evet ne de bir hayır. Başı belli olmayan ama sonu başkaları tarafından yazılmak üzere bırakılmış bir hikâyeydi bu. "Rızan var mı yok mu omega?" Kadının keskin tırnakları boğazımda sıkıca duruyordu. Gözlerine, nefessiz kalmaya başladığımdan ötürü kızaran gözlerimle bakıyor olsam da elim onun elinin kuvvetini bastırmak için geçirse de parmaklarını, çok güçsüz kaldım yanında. Bir fırtınadaydım ve arayışla çabalayan gözlerim, benim zaten yok olup gitmemi isteyen insanlarla doluydu. Taehyung'a ihtiyacım vardı. Benim sığınağıma ihtiyacım vardı. O yoktu. "Cevap ver," diye dişlerinin arasından kandaşı vardı karşımda. Acımasız ve zalimdi. Bakışlarda ne merhamet vardı ne de insanlık. Duyguları tamamen hayvani, vahşiydi. Kendisini tamamen kurduna teslim etmiş bir caniydi. Gözlerim kayacak kadar kendilerinden geçmek üzereydiler. Titreyen çenem, "Nefes alamıyorum," diyerek bir can havlinde bulunsalar da bu kadına minnet eder gibi, yalvarmışçasına boğuk boğuk çıkan sesimden tiksindim. Aynı o da o tiksintiyle ellerini çekip beni ittiğinde, zevk aldı. Ayaklarının altında duran, acıyan boğazıma ciğerlerime yetersiz kalan havayı hırıltılarla doldurmaya çalışmamdan. "Şimdi konuş bakalım," diyerek beni küçük görerek üzerime yürüdü. Gözlerimi onun kurdunun tesiri altında olan koyu siyah gözlerinden alamıyordum. Düşmanca bakıyordum. Bu yaptığım kendime zarardı ancak bunu durduramıyordum. Kurtarılmak istiyordum. Taehyung'un söz verdiği gibi beni korumasını bekliyordum. Onun yerine Jennie çığlık atarcasına salona girdi. "Neler oluyor burada?" diyerek şok olmuş bir halde bana koşarak geliyordu. İlk kez kurtarılacağıma inandım. İnançlar her zaman size gereken tesellileri veremezdi zaten. Benim o sesi duymamadan ötürü yaşadığım sevinç, beni kaldırmaya çalışırken titreyen elleri, aslında baskıdan dolayı ne kadar güçsüz olduğunu gösteriyordu. "Jungkook..." diyerek gözlerime dolu dolu bakıyordu. Bende ne görüyordu bilmem ama ben her şey yeniden başlamışçasına bir yorgunluk ve kaçtığım çaresizlik duygusuna yeniden kapıldığımı görebiliyordum. "Hala sen ne yapıyorsun böyle?" Kafasını kaldırmış o şekilde öfkeyle söylemişti. Ama bilmediği şey belki de çok iyi bir şey olan kadının şu anda buradaki herkesten çok daha güçlü bir ırk olmasıydı. O baskın sesi kendi yeğenini bile paramparça edecek kadar şiddetliydi. "Kes sesini ve çık buradan," diye bağırdı. Jennie'nin gözleri yaşarmıştı. Ellerini önünde kavuşturmuş, yalvarıyordu. "Hala bunu yapma. Lütfen." "Sana sesini kes dedim," diyerek yeğenin gözlerine bakarken sertti ve o kibar sanılan hantal bedeninin çok aksine dinç ve yıkıcıydı. Sol tarafına çevirdi başını. Annesine seslendi. "Çıkar dışarıya bunu," diyerek. Sahiden de kadın hemen acele ederek yanımda çökmüş halde duran Jennie'nin koltuk altından kavradı. Annesinin kollarının arasında debeleniyordu. "Anne çıldırdınız mı?" diye. Ama annesi onun aksine sessiz ve sakindi. "Ölmek mi istiyorsun sen de onun gibi?" diye uyarıyordu. Kendi sonumun bu olacağını tahmin etmemek güç değildi o vakitte. "Çık odana ve kapını da kapat." Jennie gözleri alev alevdi. Bana ne diyeceğini bilemeden baktı ardından çehresini kaldırıp, diğerlerine baktıktan hemen sonra annesinin onun gitmesi için iteklediği yüzüne baktı. Keskin ve yüreğimi sıkıştıracak kadar çok derindi bu sesler. "Anne abim hepinizi zaten öldürecek eğer siz bunu yaparsanız... Bunu bile bile yapıyorsunuz? Boş yere kendinizin sonunu getiriyorsunuz. En çok da halam." Annesi bu duruma şiddetle karşı çıktı. "Hiçbir şey de yapamaz. Halana kimse dokunamaz," diyerek. Jennie pes eden gözlerle baktığında, halasının homurdanışına nefretle karşılık verdiğinde çıktı buradan. Oysa beni yalnız bıraktığı için kırılmıştım ona. Yaşadığım her şeye çok kırgındım ben. Kırılmadık yerim kalmamasına rağmen ben kendi kırıklarımı toplarken bile incinmeye devam ediyordum. Oysa kendimi geriye attığım, atacak çok şeyim vardı. Kardeşim, o iyi miydi? Bakamamıştı kendisine. Bebeğine de. O kadar üzgündüm ki. Yaşadığım onca şey sebepsiz yere çekilmiş çilelerden başka bir şey olmayacaktı. Ve Taehyung... neden bu kadar çok kolayıma gelecek bu durumu istemiyordum? Aramızda bir bağ vardı ve ben buna alışmıştım. Şimdi bile bana omegam diye seslendiğinde, yüreğim hoplamaz mı olacaktı? Ne olacaktı? Çözümler çok uzağımdalarmış gibilerdi artık. Bıraksalardı, parkeyi ıslatmaya devam edecekti kuru göz yaşlarım. Beni sefalet bir duygu emaresi altında ezilmeye devam edecektim. Hayır, ben öksüz bir insandım. O insanların başını ezen çok olurdu bu hayatta. En başta sahipsiz bırakılmış insanların çizilecek, kesilecek, acıması olmayan rast düşen yolu çok olacaktı. Geçmiş zamanlar boyunca hep ara ara olmuşlardı, ama her şey ben Delta ile yolum kesiştiğimden beri tüm bu zamanın seyrek duyduğu diyetler tamamen paramparça etmişlerdi beni. Bu mahvolmuş duygularımla daha öncesinde de kesilmiş gibi sesim, tekrardan o sesi arıyordum elimle boğazıma dayamış olduğum yerden. Tıkanıyordum bir şekilde. Kadının ağır bakışları, karnımdan yumruk yemişçesine bir ağırlık bırakırken kıvranmamak için zor duruyordum. "Evet omega," diyerek herkesin de bana bakmasını sağladı. Kaşları itaat etmem için çatıldı ve bana her şeyin hazırlanmış konulmuş olan masanın olduğu tarafa işaret etti. "Geç şuraya, hadi." Direniyordum. Bedenimdeki her bir uzvumun pes ettiğini bilirken bile ben direniyordum. Bir tek gözlerim sağ salimdi. Öfkeli, nefretle basılmış, kırgınlıkla yüceltilmiş, yanlış yapmaktan çekiniyordu. Her biri benim yıldırılmış bir halde duran dizleri titrek halime bakarken, zorlanıyordum göğüs kafesimi zorlayan kalbimin baskısını. Bu şeytanlaşmış insanların tuzak dolu hayatlarının bir parçası haline gelmek istemiyordum. Her şeyi beklerken onlardan, yine benim zaafımdan bulup kırmalarına şaşırmıyordum da ben. Belki de tüm bu yaşananlar sadece beni bu bağı kırmam, kızını Taehyung'a rahatça yamayabilmek içindir. Kızın yüzünde kurnaz bir gülümseme vardı. Sabırsızdı. Benim koltuğa oturmamı beklerken. Ama hayır, ben aklımı kurcalayan bu umuda sığınmak istiyordum. Ben kendim dışında olan her şeye sığınmak istiyordum. İnanırdım çünkü. Bununla, nefes nefese kalmış olsam da kabaran göğsümde tuttuğum yumruğumla burada herkesi kendisine pespaye eden bu kadının gözlerinin içine baktım. Zafer vardı kadının duruşunda. "Az önce bana yalan söylediniz değil mi?" diye sordum. Damağım titremesin diye kendimi sıkıyordum. "Abim iyi ve siz beni zorla bu evliliğin bağını kırdırtmaya çalışarak kurtulmaya çalışıyorsunuz?" "Sence bunu yapamayacağımı mı sanıyorsun?" diyerek güldüğünde, bana bir aptalmışım gibi davranıyordu. Savurgan gücünü anlatırken, herkesi ezmeye çalışıyordu bir bakıma. "Buradaki tüm insanları işe alan, çoğunu yetiştiren benim. Taehyung'u ben büyüttüm. Ben baktım. Ben onu bu konuma getirdim. Benim sayemde ayakları üstüne basan bir Delta o." Yüzündeki gülüş büyüdü. Kızından telefonunu vermesini istedi. Kızı bu acele istediğini hızlıca gördü. "Sence ben işimi sağlama almadan mı iş yaparım?" diyerek, eline aldığı telefonu çok kısa bir aramaya tabi tuttu. Sadece karşı tarafa, "Ver ona telefonu," dedi ve sesi hoparlöre aldığında, yedi cihanımda bu ses karşısında çaresizdi. Çünkü Jimin hıçkırarak ağlıyordu. Korkuyordu. Ağlamaktan konuşması o kadar hızlı ve yavaş arasında gidip geldi ki, sanki o telefonu elinden alacak olsam oracıkta kardeşimi koruyarak sarılabilecektim. Tüm bunun sebebi şimdi de ben mi olmuştum? "Jungkook... Neler oluyor? Jungkook onlar bebeğimi aldılar benden... Jungkook sana da bir şey olmasına izin verme... Jungko- " ondan sonrasında yerini kapanan telefonun sessizliği hakim oldu. Ellerimle yüzümü kapatarak beni olduğumdan daha zayıf bırakan göz yaşlarımı geriye atmaya çalışıyordum. "Bu kadarını da yapmış olamazsınız?" diyordum, çıldırıyordum. Irkımdan, kendimden nefret ettim. Sırf omegayım diye üstlerimden gördüğüm bu eziyeti geçtim, bunların insanlıktan bir nebze olsun yararlanmadıkları karakterleri karşısında ne yapacağımı bilemiyordum. Bunlar hiç çocuk da mı olmamışlardı? Hiç iyiye dair güzel bir düş de mi kurmamışlardı? Birinin bunu yapabilmesi için vicdanının yok olması gerekiyordu. Madem Tanrı bu duyguları herkes için eşit yaratmıştı, niçin bunların her biri böyleydi. Anlayamıyordum. Çığ gibi büyüyen kendimle bağırıyordum. O küçücük olan yeğenim için en azından. "Nedir sizin gözlerinizi bu denli körelten karanlık? Siz neden bu kadar kötüsünüz?" Sadece boş bakan bu kişiler arasında, onlar da bir evlat sahipleriydi. Yoongi'nin annesi bu duruma nasıl sessiz kalabiliyordu. Halanın arkasında duran ona baktım. Gözlerimin içi acıdan dolayı sicim sicim gözyaşlarıyla akıp duruyorlardı. "Ya da sen be kadın ya o senin torunun. Bunu nasıl yapabiliyorsunuz? Korkunçsunuz... Özellikle sen bir anne olarak öz evladına yaptıklarınla bir canisin." "Kes sesini, sen kimsin de ağzını aça aça bizimle böyle konuşuyorsun," diyerek bağırmasının ardında yüzümde hissettiğim o tokatla, koltukta yana düştüm. O sert eli yüzümü cayır cayır yaktı. Elim refleksle yüzüme gittiğinde, ıslaklığın göz yaşlarımdan kaynaklı olduğunu sanıyordum, ama değildi. Burnum ve dudağım kanıyordu. Şaşırmadım da olana. Beni şaşkınlığa uğratan annesiydi. Yanındaki kadından ölesiye korkuyordu ki, gözlerindeki o bozuk duygularını görmesem inanacaktım sözlerinin çirkinliklerine. Yine de bunu her şeye rağmen söylemesi, acıma hissi bırakmıyordu. En az korktuğu kadın kadar kötü kalpli biriydi. "Sizden gelenlerle hiçbir kan bağım yok. Olamazda. Eğer oğlum bu rezilliğe kalkıştıysa ailesinden habersiz, ölsün. Böyle zavallı bir çocuk benden düşmüş olamaz. Ailesinin arkasından iş çeviren, bir eş uğruna ailesinin arkasından iş çeviren korkak insanlar bizden değildir." "Haklısın, senin de doğurdukların hep de zavallı çıktı." Dedi bu sözlerini dudağı seğirerek dinleyen hala. Şimdi şamanda dahil herkes bana bakıyordu. Yanımda ayak da dikilen bir diğer kadın olan şaman bu durumdan çok sıkılmıştı. "Hanımım, daha gitmem gereken bir yer daha var. Belli ki oğlanın izni yok. Yasaları ve kurtların işleyişini bilirsiniz. Ben bu işe kalkışmam. Sonrasında çok daha kötü şeyler olur. Eğer olmayacaksa ben eşyalarımı toparlayıp gidiyorum." Kadının çekinerek de olsa söylemiş olduklarına ters ters baktı. "Dur durduğun yerde. Az daha bekle. Gideceğin yerin parasını da veririz sana." Sonrasında bana döndü. "Tekrar telefonu alırsam elime, biliyorsun kime ne diyeceğimi omega? Beni sakın basite alma. Ben kimseye acımam. Merhamet duygum yoktur benim." Dedi, ellerimle sürekli akan o gözyaşlarımı sildim. Ama yüzüme dağılıyordu kan. Parmaklarımda onu daha çok görüyordum. Gözlerim o kırmızılığa bakarken, bana daha bundan bir saat öncesinde kırmızının çok yakıştığını söyleyen Taehyung'u hatırlıyordum. Alnımı öpen dudaklarını. Neden onu kaybetmek istemiyordum ki? Üzüleceğini düşündüğümden mi? Ya da asıl üzülecek olan kişi ben olduğumdan mı? "Bunu yapmayın." Dedim, ellerimden gözlerimi çekemiyordum. Taehyung'un benim için, benim içimi sıcacık eden gülüşü varken, "Taehyung çok üzülür. O çok üzülür," diyordum. Çünkü o benim için bile iyileşmek istiyordu. Direniyordu. Çabalıyordu. Biz bir şekilde birbirimize iyi gelmenin yolunu buluyorduk. "Merak etme." Diyordu bir de utanmadan. Dalga geçiyor ve o sinsi dudakları benim onun için üzülüyor olmama bile alayla karşılık buldurtuyordu. "Yine canına kıydın sanır en fazla. Çünkü ya öleceksin ya da bu bağı söktükten sonra sümüklü kardeşini de alıp siktir olup gideceksin bu ülkeden. En başından sana özgürlüğünü veriyorum daha ne istiyorsun küstah," diyerek minnet etmem için kendisine yalvarmamı bekliyordu. Ama inanmıyordum ben bu kadının sözlerine. "Bunu yapmayacaksınız." Dedim aciz bir düşüncenin savurgan sessizliğiyle. Burnumu çekiyordum. "Beni kandırmaya çalışmayın." Diyerek, düşmüş omuzlarımı dik tutmaya çalıştım. Bu çabam bile aşağılanıyordu. Bırakmıyorlardı. İnsanın kendisine olan her şeyini yok etmek istiyordu bu kadın. Ben ki sadece çok kısa bir süre onu görmüş veya tanışmıştım, peki ya Taehyung? Çok küçük yaştan beri bu kadının her türlüsüne sahip olduğu şiddetin altından nasıl kalkabilmişti? Belki de bu kışkırtıcı ilaç durumuna ve Eun'un baştan çıkarıcı olan tavırlarına rağmen bir şey dememişti onlara. Belki de kadının dediği gibiydi. Bu kadının gölgesinde Taehyung sadece beni konuşmalarıyla koruyabilirdi. Ama bir umut sığınaydı bu, insanın canı çıkardı da yine de güzel günler olacağının umudunu yaşama ve ölüme kodlanmış bu bedenden atamazdı. Belki de kadının gözlerimde gördüğü o yaşamı, güzel günlere duyduğum inancın törpülemesi gerekti. Konuşurken, "Öyle mi? Pekâlâ, inandırıcılığı olsun diye ilk yeğenini öldüreyim," diyor, gülümsüyordu. Öylece bahsettiği sözler cansızlardı ve o da onları ezmeye bayılıyormuş gibi davranıyordu. "Sende o küçük çığlıklarını duy. İlk ve son çığlıklarını... ne tatlı. Ardından da kardeşinkini." Dayanamıyordum. Zihnime sokuşturduğu bu vahşet görüntülere dayanamıyordum. "T-tamam." Dedim pes ederek. "Duyamadım?" dedi, duymuş olmasına rağmen. Halen üzerimde baskınlık kurmaya çalışıyor ve beni kendi sözlerimin pişmanlığını yaşatıyordu doyasıya. "Tamam diyorum. Bozacaksanız da bozun ama kimsenin canını daha fazla yakmayın." Şaman'a dönerek kaş göz yaptı. Kadın hazırdı, elindeki dövecek olduğu bir kap taşıyor, içine çantasından çıkardığı otları ezmeye başlıyordu. Dudakları sürekli olarak mırıldanıyor, ezgi koparıyordu. Nefesim öyle tıkanıktı ki, ellerim titriyordu. Bunu ne ben ne de kurdum istiyordu. Ona sadece eş gözüyle bağlı olmadığını anladığım kurdum canımı yakıyordu, buna engel olmadığım için. Ellerimle yüzümü kapattım. Yüreğimin artıklarıyla durmaksızın sessizce göz yaşları döküyordum. Tek diyebildiğim ya da tek dileyebildiğim bunların onların yanına kalmamasıydı. Ne olacağı konusunda en ufak fikrim yokken kapattığım gözlerimin ardında onlar varken bile yokmuş gibi davranarak iç dünyamın dikenli yollarında sürünüyordum, bir çıkış bulma umuduyla. Ama yoktu. Kimse beni bu aciz durumdan kurtaramayacaktı. Kardeşimi de yeğenimi de. Ve o daha çok küçüktü. Dünyaya zayıf doğmuştu. Oysa dünyaya geldiğini öğrenmiştim, bugün benim hayatımda aldığım en güzel haberim olmalıydı. Yeğenim vardı artık. Sahipleneceğim, seveceğim, gezdireceğim, başımın tacı yapacağım bir yeğen. "Anne," diyen kızın pişkinliğini işittiğimde, kafamı kaldırmamıştım daha. Annesi hemencecik, "Kızım," diyerek onu kalkanı altına alırken, bu iki yüzlü tavır bir tek benim mi midemi bulandırmaya yetmişti? Çünkü bu anne kızın sınırları olmadığı pekâlâ belliydi. Bilhassa, bakışlarımı kaldırdığım gibi Taehyung'a gözünü ahlaksızlaşacak kadar çok dikmiş bu kızın hırsla dolu bakışlarının maruzu olurken. Bana bakıyordu direkt olarak ama annesine de tatlı bir dudak büzmeyle, "Önce ben bir şey yapabilir miyim?" diye izin istiyordu. Hissettim. Yapacağını hissettim. Annesi sadece başıyla onu onaylamasıyla, kuduz bir köpek misali üzerime salyalarını akıtarak yüzümü cırmalamaya çalıştı. Onu elimden geldiğim gibi savurduğumda ise annesi işin içine baskın kurdunu soktuğunda, zayıf gücüm bu karşı koyma işini savsak bir hale dönüştürdü. Sadece yüzümü korumaya çalıştım elinden. Çünkü uzamış arka saçlarımı astırdığında sinirle gülen sesi, benim kusmama sebep oluyordu. Midem ağzımdaydı. Ve o da ağzındaki mide bulandırıcı sözleriyle kusuyordu üzerime. "Böyle saçımı çekiştirmiştin dimi? Al sana bakalım nasıl oluyor? Al sana sürtük." Bunu dakikalarca yaptı bana. Bedenim acıdan kendisine bir elbise geçirmişti ve ben gözlerimi bile açamıyordum. Başımda dikelip gülerken bile. "Bunu yapmasam içimde kalırdı." Demişti. Kendimi hiç bu kadar sahipsiz ve kırgın hissetmemiştim. O kızın bile annesi tarafından sahiplenildiği bir yer vardı. Ben ise bu insanların arasında korunaksızdım. Öyle dolu dolulardı ki gözlerim, acısa da sildim. Ve karşıma geçen Şaman yüzüme baktı. Elindeki kâseyi tutuyor ve diğer eliyle yaktığı tütsüyü etrafımda döndürüyordu. Daha kokusu şimdiden kurdumun çığlık atmasına sebep oldu. "Hazır mısın omega, bağının kopulmasına?" Bu söze sadece bir buruk gülümseme sundum. Yüreğim rıza göstermiyordu ama dilim, beni bu harabenin içinde bir yırtıcı edası ile izlerken, çok canım yanıyordu. Benim acılarım acıyordu artık. Bununla omuz silktim. "Evet," dedim en nihayetinde. Sonrasında derin bir karanlık hızlıca yalayıp yuttu varlığımı. Eğer gerçekse onun sevgisi, istese de kopmuş sayılmazdı. Bu yüzden üzülme Taehyung... benim için üzülme, sadece daha sana teslim olamadım ve korktum, beni korumayacağını sanarak. Ama şimdi daha çok korkuyorum, senden ve senin yapabileceğin her şeyden. Şimdi sana korkarak baktım diye uzaklaşma benden. Yemin ederim, korkacak olsaydım öpmezdim seni gözlerinden. Seni bu hale çeviren yaralarının üstünden. Benden uzaklaşma... Ben nefretle değil, aşkla bakar oluyorum artık sana.
"Onun tedavi görmesi gerekiyor," dedi birisi. "Hiçbir insan bunları atlatabilecek kadar güçlü olamaz. Bu başka bir boyut. Bu öfke, nefret, üzüntü... Hepsi onda bir takıntı haline gelmiş. Ürkütücü derecede büyük bir takıntı... Sisteme, insanlara, yaşananlara... İnsan sürekli kafasının içinde bunlar varken hayat yaşayamaz." "Yaşayamaz," diye katıldı birisi ona. "Ama böyle bir şey tedavi edilir mi ki?" "Çoktan vazgeçmiş." "Ama savaşırsak hâlâ bir şansımız olabilir." dedi birisi. İkisi de birbirine bu kararsız gözlerle bakıyorken, Taehyung duyuyordu sekiz yaşındayken bu sözleri. Ufalarak düşmüşlerdi bu konuşmalar. Nedense bu sabah hatırlamak istemediği ancak uzun zamandan sonra evine gelen halası yüzünden birçok şeyi hatırlıyor, kendisine sorulan o kapalı hastane koğuşunda mantık arayamadığı sorularına şimdi bu yaşta cevap vermeye çalışıyordu. "Şiddetin güdüsü genellikle öfke mi yoksa korku mudur?" Bu sözü düşündü. Öfkesini besleyen korkusu değil miydi bunca zaman? Güçsüz olacağı korkusu. Ve çocukken veremediği cevabı doktor ona karşı acımasız bir mırıltı eşliğinde vermişti. "Hepimizde belirli bir miktarda öfke vardır ancak psikopat kişilerdeki öfke bebeklikte karşılanmayan ihtiyaçlardan doğar. Sen hiç sevilmemişsin evlat. Senin tek sorunun da bu. Biraz sevilmek düzeltecektir seni, ancak kendine kurduğun bu setlerden ötürü bunu bizler içinde imkânsız kılıyorsun. Bir canavar maskesi istedin sanıyordum ama tüm bunları yaparsan canavarın kendisi olacaksın. Kurdun seni buna dönüştürecek. Bu da zamanla duygularını, güvenini ve inançlarını tüketecek. Öldürmek için, savaşmak için yaratılmış o kurduna teslim olacaksın. Her neyden korkuyorsan, ondan korkmayı bırakmalı ve yenmelisin." Ancak doktor onu fiziki bir muayene aldığında çocuğun bedeninde uzun süre geçmeyecek olan darplar, şiddetin yarattığı tacizler varken bunun çok geç kalınan bir durum olduğunun da farkındaydı. Kendisine bakan gözler güvensizdi ve tehlike saçıyordu. Gördüğü her aynada kendisini yumruklayan, sayıklayan bu hastasını iyileştirmek istiyordu. Ancak üstlerinin bunu istemediğini de bilirken, devletin onu bu halinden yararlanarak tetikçi olarak kullanacağını bilirken çok güçtü şimdi bu olasılık. Taehyung şimdiki zamanda bu sözleri düşünürken, doktorunun yanından az önce çıkmıştı. Düşünceliydi ve ilaçların ona yeterli gelmediğinin düşüncesinde olduğundan, doktora sakinleştiricinin dozunu arttırmasını söyledi. Doktoru ise katiyen bunu reddetti. En yüksek dozdaydı ve bunun bir intihar olacağını da ayrıca söylemişti. Ama Taehyung bu duruma katlanamıyordu. Elleri titriyor ve bazen kurdu kendisini baskılayarak bedenini ele geçirmeye çalışıyordu. Bu durumu Jungkook'un yanında taşımak istemiyordu. Ona zarar vereceğinin endişesinden değildi, kendisinden korktuğunu görmek istemeyişindendi. Çünkü ona âşık olmuştu. Bu duyguları kabullenmek hiç de kolay olmamıştı onun için. Belki de onu gözleri önünde o şekilde görmüş olmasaydı, sadece etkilendiği için ona çekilmeye devam ettiği düşüncesini taşımaya devam edecekti. Ama hayır, onu koruyamamak düşüncesi aklını kaybettirdi ona. Hıncını ne alabildi bir başkasından ne de kendisinden. Nasıl özür dileyeceğini bile bilmezken, eve gitmeden önce uzaktan izleyerek içinde onu görme arzusunu anladı o aralar. Bunun kanatini verdiğinde dürüsttü. O dürüst biri olmayı, karşısındaki kişinin de öyle olmasını hep çok isterdi. Şimdi aralarında ne bir sır vardı ne de günah. Ona yaklaşmak istemişti. Sınırları olan bir insan olmamıştı. Ama şimdi omegası istiyor diye durmaksızın ona olan yakınlığını tetikte bırakıyordu. Şu anda da aklı evdeydi. Ona bir telefon almalıyım diye düşünürken, kalp atışları hızlandı tekrardan. Arabanın arka koltuğunda otururken sakinleşmeye çalıştı öğrenmiş olduğu o tekniklerle. Bir günde fazladan doz almaması gerekiyordu ancak gerçek sebebi bu değildi bu durum. İçtiği o her kahvenin içinde bulunan gerçek zehirdi onu böylesine kafasını karıştıran, vücudunu terleten, titreten ve gördüğü kabuslarını arttıran. Yavaş yavaş kurdunun zincirlerini kırıyordu. Bir insan olmaktan öteye geçecek olduğunda ise, tamamen kurt olacaktı. Bu da onun yok oluşuydu. Çünkü bu yaşa kadar hizmet ettiği devleti tarafından yok edilecekti. Kontrol edilemeyen bir canavarı artık bu saatten sonra kim ne yapmak isterdi ki? Namjoon'un da o evden kaçarak izini kaybettirmesi de bu yüzden değil miydi? Her daim itibarına itibar kattığı arkasındaki devlet tarafından öldürülmesiydi. Çünkü kaç kez denemiş ve becerememişti bu durumu. Taehyung ise tüm bu durumlardan habersizdi. Halasının gelmesiyle nüksettiğini sanıyor ve kendisinde olmaya başlayan bu garipliği buna yoruyordu. Şu anda da güçsüz görünmemek adına, gideceği yerde sakin olmak için zihnini boşaltıyordu. Bu önemli bir ticari görüşme olacaktı. Küçük örgütlerle değil Japonya'daki büyük yakuzalarla gerçekleşecekti. Bu nedenle bu durumda hata yapmamalıydı. Sonrasında kendisinden çok artık zaafı olmuş adamın hayatını riske atar endişesi vardı. Ve durdu. Onu düşünmeye devam etti. Dün geceyi ve bu sabahki utangaç tavırlarını. Bu onu bir hayli kendisini sakinleştirmişti. Bununla derin bir nefes alarak kafasını koltuğa yasladı. Oysa çok sürmedi bu huzur dolu olay. Sabahki gelen haberin devamıdır diye düşünmüştü, iş telefonu yerine kişisel telefonu çalınca. Yoongi'yi halen gözetim halinde tuttuğundan adamları tarafından, doğuma gittiklerinin ve bebeğin hayati tehlike taşıdığını da biliyordu. Fakat bunu Jungkook'a söylemedi. Bu durumu halen kendi içinde tam aşmış değildi. Canlarını bağışlamış ve şimdi de kendi parasını harcadıklarını bilse de sesini çıkarmıyordu. Daha onlar ne için yapabilirdi? Yine de belki... dedi içinden. Jennie ile onu ziyaret edebilir, bunu görmezden gelebilirim. Bunun için bana kırılmasını istemiyorum, diye kendisini bu konuda ikna etmeye devam ediyordu tabi ki. Ama çağrıyı başlatan adamları değildi. Keza o adamlar halası tarafından organize edilmiş kişilerdi. Arayan kişi, kız kardeşiydi. Gündüz aramazdı. Genellikle evdekiler o aramadıkça arayamazdı onu. Nelerle meşgul olduğunu çok iyi bildiklerinden elbette ki. Açtı o telefonu. Bir sorun olduğunu bile bile. "Jennie?" dediği anda hattın diğer ucundaki kız hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Taehyung hemen duruşunu düzeltti. "Ne oluyor orada?" diye bağırdığında, "Abi yetiş, halam... halam çok kötü şeyle yapıyor Jungkook'a," dediği anda Taehyung'un gözlerinin içine büyük karanlık tortular düşmeye başlamıştı. "Ne yapıyor?" dedi dişlerinin arasından. Bir yandan da bağırdı öndekilere. "Eğer on dakika içinde evde olmazsak seni kendi ellerimle öldürürüm Choi," diye kükredikten sonra, ağlamaya devam kardeşinin sözüne döndü. Korktuğunu hissetti sesinde. Oysa duyduklarından kendisi de korkmuştu. "Evliliğinizi bozuyor ve onu tehdit etti. Abi onu boğazlamıştı. Ben bir şey yapamadım. Abi lütfen, onu öldürecek biliyorum ben. Çok korkuyorum." "Korkma kardeşim, oraya hemen geleceğim." Telefonu sinirle elinde bükerken kimse bu tetiklenmiş adamın içinde nasıl bir kıyameti ayağa kaldırdığından bir haberdi. Öfkeli feromları Choi'nin baskın alfa olmasına rağmen başını döndürmüştü. Yol hakimiyetini kaybetmemek adına, "Sakinleş, varamayacağız çünkü bizi öldüreceksin," diye sesini çıkarmaya çalıştı. Tüm pencereleri açtı. Kokunun az da olsa içeriye giren rüzgâr sayesinde dağılacağını umuyordu. Bu çok az işe yaradı. Keza Taehyung için bitmek bilmeyen on beş dakikanın sonunda ne olduğu değil, neler olacağını kestiremeyişiydi. Gözleri kan kırmızısına dönüşmüşlerdi. Tüm damarları çatlıyordu. Ve solukları o kadar hızlanmıştı ki, kapıyı açan adam neredeyse dizlerinin üzerine düştü. Nefes alamadı. Delta'nın baskınlığı herkesin ona hükmetmesini sağlıyordu. Şu anda herkesin kokusunu alabiliyordu. Almayı umduğu tek koku haricinde. Bu bile sadece Delta'sının âşık olduğu omegasını hissedemediğinden delirmesine yetmişti. Herkes onun geldiğini biliyordu. Herkes onu çok iyi hissediyordu. Uzun zamandır kimse onun bu canavar haline şahit olmamıştı. Onu bu hale çeviren halası hariç. Kilitlenmiş kapıyı sadece basit bir omuz hareketiyle açarken, Jennie üst kattan beklediği abisinin gelişiyle hızlıca inmeye başlamıştı. Şimdi hepsinin canına nasıl okuduğunu görmek istiyordu. En çok da Jungkook'un nasıl olduğunu bilmek. Fakat göreceği şeyler bu saatten sonra kimse için iyi şeyler olmayacaktı. Taehyung salonda hırıltı ile kabarmış göğsünü indirip kaldırırken, karşısında duran halasında değildi gözleri. Yerde, yüzü gözü kan olmuş halde baygınca duran ve hiçbir kokusunu hissedemediği omegasının üzerindeydi. Artık ona ait olmayan omegasının. Ölmüş müydü? Jungkook... ölmüş müydü? Jungkook öldü, omegamı benden aldılar diye kükredi içindeki Delta. "Kendine gel Delta, aileni bir omega için karşına alamazsın," dedi halası tam karşısında duruyor, küçüklüğünde olduğu gibi gözlerinin içini oymak istercesine bakıyordu. Sanki bunu daha önce yapmamış gibi. Şimdi halasına bağlı olduğu tüm damarları çatlıyordu. Taehyung içinde dayanılmaz bir üzüntü, keder ve göz yaşı biriktirirken, Deltasının taşıdığı duygular bunun tam zıttaydı. Öfke, nefret ve intikam. Kısasa kısas diyeceği türden bir kinle inletiyordu ortalığı. "Sen benim ailemi yok ettin, sen benim olan ailemi yok ettin." Acıyla çığlık attığında, tüm derisinin altından bedenini ele geçiren kurdu onu dönüştürmeye başladı. Kurdu kibirli olduğu kadar kindardı ve bir Delta'nın aşkı ise diğer herkesin sırf o istedi diye bile sonu olurdu. O kadar baskındı ki, tüm bedeni yere savruldu. Sanki tüm derisindeki insan derisi parçalanıyor, şekilleniyor ve elleri ile ağzından çıkan o sivrilikler gerçekçi görünmüyordu. Bu mucizenin ve sadece yüz yılda bir gelen Delta'nın yapabileceği bir şeydi. Ve o da kolay kolay olan bir şey değildi. Delta tamamen üstünlüğü eline aldı. Karanlık ve siyah parlak tüylerinin altında, bir katil kadar kırmızı parlak gözleri kendisinden korkmayan halasının üzerine yürüdü. "Biz artık senden korkmuyoruz," diyerek elini kaldırdığında, isabet ettirdiği parmakları bir neşter kadar keskindi. Ve keskinlik halasının boynunu ikiye ayıracak kadar sert savurduğunda, soğumuyordu içi. Onun tüm organlarını geçmişten bugüne taşıdığı tüm nefreti ve çektikleriyle bir bedel katarak yakıp yok saymaya çalıştı. Diğerlerinin attığı çığlıkları duymuyordu. Eun delirmiş bir şekilde izlerken aklını kaybetmek üzereydi. Annesi orada paramparça haldeydi. Jungkook'un saçlarını yolmak için itina ile uğraştığı şeyler şimdi kendi saçlarını yolmasına sebep oluyor, feromlardan ötürü dizlerini yerden bile kaldıramıyordu. Annesi ise öyle çok korkmuştu ki sıranın birazdan kendisine geleceğini anladı. Taehyung belki kendisine merhamet ederdi ancak Delta bunu kesinlikle eşine yapanlardan biri olduğu için kabullenmeyecekti. "Benim omegama dokunmayacaktınız," diye kükremeye devam ettiğinde, artık işe yaramaz olan bedenden ayırdı gözlerini. Burada olan herkesi yok etmek istiyordu. Bununla ayağa kalktı. Sırıttı. Yerde sürünerek kaçmaya çalışan annesini gözlerine kestirdiğinde, Jennie'nin kapı ağzında kendisine korkarak baktığını gördü. "Git buradan," diye uyardı onu. Ama kan bağı olmayan annesine sırtından pençelerini geçirdiğinde, yalvaran çığlıkların arasından çok minik bir ses duyuldu. "Taehyung, delta..." diye. Bu sesi biliyordu. Nasıl bilmezdi. İliklerine kadar işlenmişti. Başı aniden yerde baygınca yatan küçüğünün açılıp kapanan gözlerini gördü. Kendisine bakıyordu. Ellerini çekerek ona yaklaştığında ise Jungkook'un ağlayarak etrafa ve kendisine baktı. Korktuğunu gördü kendisinden. Sonrasında tekrardan gözlerini kapattığında, bu Taehyung'un içinde dayanılmaz bir acı bıraktı. Onun için her şeyi yapardı ama her şeyi olacak o adam, artık kendisinin hiçbir şeyi olacak kadar uzağındaydı. Deltasını asla kabullenemeyecekti. Artık kendisi de kabullenemeyecekti. Bu çatallı süreç, Jungkook gözlerini kendisine tekrardan açana kadar devam edecekti? Peki bir kez daha onu kendisine eş yapabilecek miydi? Canını yakmadan bir can olabilecek miydi? Oysa daha büyük sorunları varken, sorun ettiği tek şeyler bunlardı şimdilik. Şöyle bir şey vardı ki; artık tüm yaralar kanamaya başlayacaktı. İyileşmek için.
Bölümü nasıl buldunuz? Hadi biraz Tae karakteri hakkında yorumlarınızı alayım, gidişatı da? Angst olmasını istemiyorum fici ama sizce de angst olmayı hakkediyor mu? Ben Nicotesy, yorum az gelirse küserim ve iki gün de gelmem bb. |
0% |