@nicotesy
|
Sellam ballişkolarım.... bir bölüm yazmışım uzunluğu dillere destan. Şaka şaka hiç içimden gelmedi yazmak. Zorla yazdım o da bölüm atacağım diye. Geçiş bölümü sayın, ama sanmayın ki bomboş... yooo.. değil. Ve angst yapmayacağım, buradan da bildireyim. Beni takip etmeyenler panomda paylaştıklarımı görmemiş olabilir. Neyse... (yorum baskısı yapmayacağım bu bölüm, neden? evet sinsi bir şeyi anlayacağım asjdfhdkls) İyi okumalar :) ... "Pişman değilim. Bir daha dünyaya gelsem aynı hayatı, daha bir ustaca ve korkusuz yaşarım. Ama bu sefer seni tanımakta gecikmem!" ... Bölüm 38: Sana uzaktan bakıyor artık gözlerim, gönlüm senden geçmez bana döndü hep sözlerim. Unutmak o kadar kolay değil. Gözlerim aynı noktaya takılmışlardı. Orada ne bulduğum değildi önemli olan ne bulmaya başladığımdı. Keza orada, o kadının acı çığlıkları vardı. O kadından fazlaydı görmüş olduklarım. Kan kokusunu hiç bu kadar yakından almamıştım. O kan benden zamanında dökülmüş olsalar bile bu bambaşkaydı. Farklıydı. Midemi ekşitiyordu. Zor geliyordu yatağın kenarına eğilip içimdeki tüm yaşayıp da gördüğüm o korkunç şeyleri kusmak. Bir bedenin içine hapsolmuş olan o organların neredeyse dışarıya fırladığını görmek. Ve bunu yapanın senin neredeyse kalbini tek bir bakışıyla hoplatmaya başladığını düşündüğün o kişiyse üstelik. O kırmızı gözlü, parlak, korkunç derecede insanın ruhunu derin bir acıya sürükleyen Delta'nın vahşetini gözlerimin önünden çekemiyordum. Bir insanın ölümü hak ettiğini düşünmem. Kinci veya nefret dolu değilimdir, ancak başkasına yaşattığını yaşamadan da ölmemeli. İnsan hak ettiğini bulmalı ve dünyanın adaletinin terazisi bu yönde daima dengede kalmalıydı. Her şey geride kalmayacak kadar tazeydi. Uyuklamak parça parça ölmek, uyumaksa yekpare ölüm. Bu aralar hep uyukluyordum. Vücudumdan büyük parçalar kaybetmişim gibi hissediyorum kendimi. Onun her daim kalbimin bir köşesinde olduğunu hissettiren gücünü, çekimi veya varlığını, bağını. Onun yokluğu muydu beni bu gördüklerimden ziyade içimde de eksik bırakan? Rüyalarımdan bu gördüklerimin kabuslarıyla uyanıyordum durmaksızın. Ve en acısı da tüm bu yaşananlar olup biterken kırmızı gözlü Delta pençelerini bana da savuracakmışçasına bir hamle ile sürekli sıçrayarak uyanmama sebep oluyordu. Ve ben Taehyung'u son üç gündür hiç görmemiştim. Burada değildi. Bize ait olan bu odada değildi. Olmasını ister miydim? Bilmiyordum. Eğer onu görseydim buna dair bir fikrim olacaktı elbette ki. Ama yoktu. Jennie vardı daima yanımda. Bazen ise yanımda kıvırılıp uyumuştu ve o süreçte en az o da ben kadar korkmuş görünüyordu. Bu duruma dair ikimizde pek sesimizi çıkarmadık. Açıkçası konuşmak istedik, lakin ikimizde ağzını açan ilk kişi olmayı istemedik. Belki de o sadece şunu demişti bana. Ondan daha korkunç sarımtırak bir yüze sahip olduğum için. "Hak etti, halam bundan çok fazlasını hak etti. Onu bu hale kendisi getirdi. Onun ellerinden de bu şekilde öleceğini biliyor olmalıydı. Ayrıca abimin sana olan bağını fark etmesine rağmen, kurdunun rızası olmadan aranızdaki bağı, evliliği bitirdi. Farkındaydı ama yaptı. Üzülmüyorum onun için. O herkesi üzecek çok şey yaptı. Sadece Eun'un şu anda nerede ne yaptığını bilmemek canımı çok sıkıyor. Kuzenim olsa bile eminim bir şekilde bu yaşanılanlarını acısını çıkarmaya çalışacak." Ve annesi hakkında tek bir kelime söylemedi bana. Eminim aldığı darbe ile hayatını kaybetmiş olsaydı, pekalada yanımda bu kadar sağ duyulu şekilde oturarak benimle ilgileniyor olmazdı. Bunları düşünmek istemiyordum. Hayatıma acı katmış bu insanlara acımakta öyle. Uyandığım gibi ilk öğrenmek istediğim bir şey vardı. Onu da öğrenmiştim. Abim ve yeğenim güvendeydi. Bu yeterliydi, en azından şimdilik. Taehyung'un kendisiyle bu konu hakkında konuşmak ve beni abimle tekrardan görüştürüp görüştürmeyeceğini sormak istiyordum. Ancak ne benim bir şekilde onu görme isteğim vardı ne de onun. Farkındaydım ki ya bir şeyler tamamen kopmuştu ya da kopanların her biri daha sıkı bir araya geleceklerdi. Şu anlık hangisi olacağı meçhuldü. Lakin insan bu yüzden insandı. Ne yaşarsa yaşasın elbette devam ediyor ve yaşamın döngüsüne ayak uydurabiliyordu. Akşam vaktiydi. Yemek yemiştim odada. Sonrasında ağrı kesicileri içmiştim. Jennie'ye gidebileceğini ve tek kalabileceğimi söyledim. Açıkçası amacım Taehyung ile konuşabilmekti. Bunun içinde yılmış bir haldeyken bile kalkıp uzunca sıcak suyun altında tüm ağrıyan, beynimi zonklatan düşüncelerden kaçmaya çalıştım. Fakat bir türlü huzurlu hissetmiyordum. İçimde koca bir yalnızlık vardı. Ondan dolayı eksilmiş olduğum bir yalnızlık. Bunun sebebini anlamak mahvetmişti beni. Ben ona sadece kurdumun kurduna olan bağlılığıyla bağlanmamıştım. Benim kurdum o deltanın kendisine aşıktı. Yaşananlar her ne olursa olsun, bunu bizi kaybettiğini ve öldüğümüzü düşündüğü için öfkeyle yaptığını söyledi. Bu benim aksime kurdumun çok hoşuna gitmişti. Sebep olduğu şeyleri görmezden geliyordu. Çünkü sebebin kendisi olmak onun sevgisine karşılık buluyor olmasının tatminiydi aslında. Ben buna kesinlikle katılmıyordum. Her ne olursa olsun, şiddet bir şeyin sonucu olmamalı. Bunu en çok gören biri de oldum bu evde. Yine de bu içime kadar işleyen yargılarıma tersti. Ve bütün sevmeyi istemeyeceğim özelliklerin her biri Taehyung'da toplanmışlardı. Bunu bile bile onu merak ediyordum. Nasıl hissettiğini. Sadece seslenmemle durmayacakmışçasına sağa sola saldırıyorken, o kaba vücuduyla bana döndüğünde Delta'sının şeklinden çok gözlerindeki ağırlık içime oturmuştu. Seviyordu. Her yanına çirkinlikler sarılı duran bu adam beni gerçekten çok seviyordu. Lakin, çok sevmek yetmezdi birini sevmeye ya da onunla bir ömür hayat paylaşma fikrine. Bunu düşünerek daha çok kendimi geriye çekiyordum. Biliyordum da o gözlerini yine bundan günler öncesinde yoğun bakışlarla dolaştırsa ben yine o yanakları kızaran kişi olacaktım. Kalbim hızla çarpacaktı. Sorun, belki de sorunum neden onu göremediğim ile alakalıydı? Kurumuş boğazımla pencerenin karşısına geçtim. Dışarıyı aydınlatmaya devam eden son gün batımın demlerini, erguvan renkleri ile şeftalinin arasına sızmış mor cümbüşünü seyrettim. Kızıllar son demlerini yaşarken, grilik hemen onun etrafını sarmıştı. Bulutsuz gökyüzünde bir müddet sonra yıldızlar kendilerini göstermeye başlamışlardı. Fakat halen soluk yarım ay canlı durmuyor, iç çekerken, avluda olan onun arabasına bakıyordum. Evdeydi, buradaydı, saatlerdir buradaydı. Bunun için ne düşünmeliydim? Yanıma gelmeyişi, kurdunun artık ona ait olduğumdan ötürü görmek istemeyişinden miydi yoksa? Seviyordu da o sevme sebebi mi kaybolmuştu? Sürekli zıt olarak karmaşaya girdiğim bu düşünceler altında ezilip bükülmeye başladım. Üzerimdeki boğazlı kazağın yakalarını düzelttim. Üşüdüğümü hissederek. Bunu yapmak iyi bir fikir değildi. O kadının artık ölü bir leşten farksız bedenin parmakları asılı kalmıştı. Canım çok yanmıştı benim. Yanağımda derin bir yara izi vardı. Kızına ait. Elmacık kemiğimin üzerindeydi. Acısı hafiflese de iz kalacağından hiç şüphem yoktu. Ve ben oraya baktıkça hep bugünleri hatırlamaktan korkuyordum. Yine tekrar en başa dönebilseydim. Bu başıma gelecek tüm felaketleri önleyebilmiş olsaydım. Bunun düşüncesiyle başımı dışarının soğuğunu taşıyan, bunun yüzünden nemlenmiş boydan pencerenin camına yasladım. Gözlerim kapalıydı. Bütün iyi de kötü olsa, ki iyiye dair pek bir şey olmasa da en çok sığındığım enkazım burasıyken dudaklarım titriyordu. Göğsümün arasındaki sıkıntıdan bıkmıştım. Yorulmuştum. Kendimi anlatamamaktan anlayamamaktan ve bu içimdeki özlem duygusunu da öyle. İç çekeceğim sırasında, kapımın çalınmasıyla kafamı olduğu yerden kaldırdım. Jennie'nin geleceğini sanmıyordum. Gelecek olsa dalardı içeriye. Arsız bir yapısı vardı bu konuda. Sanırım o da aramızın çok sıkı fıkı olduğundandır. Geong abla olmalıydı. Yemek getirmiştir. Bu nedenle kapıya bakma gereksinimi duymadan, kapının ardından beni duyacağı şekilde seslendim. "Gelebilirsiniz." Kapı sandığımdan daha yavaş açıldı ama ne kapandı ne de daha fazla aralandı. Sadece geldiğini belli etti. Ve o an anladım. Gelenin kafamda umduğum kişilerden hiçbiri değildi. Oydu. İçeriye girmeden bana baktığını çok iyi bildiğim Taehyung. Bunu bilmek feci şekilde irkilmeme, tüylerimin diken diken olmasına sebep oldu. Soluklarım hızlandığında, dönemiyordum. Ona bakmaya tam şu anda cesaret edemiyordum. Biz onunla artık hiçbir şeydik? "Jungkook..." dediğimde o kadar sessiz ve acı içinde duyuldu ki sesi, benim bildiğimden çok farklıydı. Daha öncesini hiç böyle duymamıştım dudaklarından. Ona dönmek istedim. Bakmak, nice son bir çirkin ve bir korkutucu yüz vardı karşımda. Şimdi o sesin sahip olduğu mahur yüze bakmayı istiyordum. "İyi misin?" diye sorduğunda dönebildim ondan tarafa. Tümsekte dolanırmışçasına dikkatli ve yavaş. Onu uzun zamandır görmemişim gibi yüzüne çevirdim başımı. Dalgın bakışları, yorgun omuzlarıyla bitmiş görünüyordu. Ama gözlerimin içine baktığında, benimle buluşan gözlerinde gördüğüm o Delta'nın varlığıyla bakışlarımı çekinerek kaçırdım ondan. Nasıl iyi olunur henüz öğrenemedim ama "İyiyimler" yamaladım dilime o sırada ona karşı. Dilimden o kadar uzun süre kelime çıkmadı ki, susmuş gönlümden sadece bir parça sesti çıkarabildiğim oysa. "Evet, iyiyim... Delta." Dedim çekinerek. Ama sonra dudaklarımı sertçe ısırdım. Bunu istememişti benden. Adıyla seslenmemi bu kadar isteyen birine şimdi de korktuğumdan, anlık gelen refleksle kurdunun varlığıyla seslenmiştim. Onun hükmedici baskısını nasıl unutabilirdim? "Anladım." Derken kırgındı. Kırdığım potun farkındaydım ve eğmiş olduğum başımı kaldırmadığımdan onun zaten hiç içeriye adım atmamış olan bacaklarının aynı duruşuyla durmaya devam eden halini izleyebiliyordum sadece. "Seni daha fazla rahatsız etmeyeyim ben. Nasıl olsa, kar yağarken bile kirlenen bir şeydi benim yüzüm. Şu anda böyle, bana böyle davranmanı çok daha iyi anlıyorum. Canavar olduğumu özellikle." Kendisi için söylediklerine ben bile alınmıştım. Onu bu kadar incitebileceğimi bile bilmiyordum halbuki. Onun doğası buydu. Onu kontrol edemiyor olmasının onu kışkırtanların sebebiyken ona bu denli farkında olmadan kendisine yüklendiğim için çok kızdım kendime. "Burası senin odan. Benim değil," diyerek baktım yüzüne. Aslında üstü kapalı da olsa bir şeyler anlayacağını ummuştum. Yüzüme bakarken, gözlerime bakarken şimdi ondan korkmadığı görebilecekti. Ancak onu görmek için ben çevirdiğimde bakışlarımı, sahiden aşağıya doğru devirmişti gözlerini ve düşünceli şekilde izliyordu orayı. Yüzüme bakmıyordu. Belki de bakamıyordu. Beni korkuttuğunun düşüncesini az önce davranışımla dayattığım için. Bunun pişmanlığıyla dilimden döktüm olası bir fısıltı. Beni duyacağını biliyordum. "Ve öyle şeyler söyleme bana kendin için... Sen böyle olmayı seçmedin." "Benim olan her şeyi sana vermek istediğimi bilirken... daha fazla böyle konuşma." Dedi ve sesi o kadar boğuktu ki, benim içimi yakıyordu. Onu bu hale gelmesine sebep olduğuma inanamıyordum ancak o zaten bunun sebebi olduğumu açık açık söylüyordu. "Gözlerine bakamıyorum. Sende öyle. Korkuyorsun benden." Bunu söylediğinde dudaklarını birbirine sıkıca bastırmıştı. Bu durumdan nefret ediyor görünüyordu. "Senin her uyuduğunda gördüğün kabuslardan fazlası değilim artık nasıl olsa hayatında. Şimdi de uyandığında bir kâbus olarak çıkmak istemiyorum. Bunu görmeye katlanamam." Kapı pervazında duran elini kendisine çektiğinde, elleri titriyordu. Bu yine çokça dikkatimi çektiğinde, sanki kendimi bunun sorumlusu ilan ederek suçlamaya başladım. Yine benim yüzümden ihmal mi etmişti içtiği ilaçları? Belki de son zamanlardaki o aksaklıklar yüzünden tamamen kurdu onu ele geçirerek hükmetmişti. Benci düşünceler içerisindeydim. Ve bu evde yakışık durmayan onun varlığı, her an sarsılacak gibi duruyordu. Yüzü en az benimkiler kadar solgun, yüzü zayıflamış duruyordu. Gözlerinin içine daha derinden bakacak olsam gerçekten de onda olan biten her şeyi göreceğimi sanıyordum. Ve sanki onu nasıl izlediğimi bilir gibi cebine sıkıştırdı o titreyen elini. Kaşlarının o gevşek, üzüntüyü giydirdiği hali derin bir soluk alarak kendisini hızla toparlamaya davet etti. Kaşları çatıldı. "Taehyung," diyerek ona seslendiğimde, neredeyse gözlerini kaldıracak oldu bana doğru. Lakin bunu yapmaktan hemen vazgeçti. Kırpışan gözlerini daha derin bir izin peşinde koştururcasına bana kelimelerin fiyatsız üslubuyla çok değerli ama bir o kadar kendisini değersizleştiren sözler kullandı. "Kendini zorlama. Bana karşı iyi olmak zorunda hissetme de kendini. Senin için ne vicdan meselesi olmaya razı gönlüm ne de korkacağın biri olmaya. Yine de bir şeye ihtiyacın olursa herhangi bir şey işte, yakınlarda bir yerlerde olurum. Sadece seslen bana. Az önceki gibi. Belki en azından hayatında bununla iyiye dair bir şeye sebep olurum." Tüm yaşananlara o sebep olmuş gibi konuşuyordu. Bu konuda çok haksızdı. Diğerlerinin kötülükleri ve yaptıkları, bana ve kardeşime karşı bu kadar acımasızken, bunun karşılığını vahşete düşecek vermiş olmasının tüm sorumluluğunu kendisine yükleyemezdi. Zaten bir katildi. Bunu hiç inkâr etmedi. Devletine bağlı bir katil. Ailesi, herkes, bu civarlarda yaşayan herkes onun bir katil olduğunu biliyordu. Delta'ların öldürmeye meyilli hallerini. Onun ise büyük bir öfke problemi vardı. Bunu atlatmak için bile küçük yaştan itibaren çabalıyor ve ilaç içiyorken, onu suçlayamıyordum. Halası ölüme bile bile gitti. Onu kışkırtarak ve kendisine olan güveniyle. Benim atlatamadığım, ona bunu yaparken görmüş olmaktı. Yaşadığım her şey gibi bunun da zamanla hafızamda silinik bir anıya dönüşeceğinin de farkındaydım. Kısasa kısas gerektiren zamana, zihnimi daha iyi bir geleceğe açılsın diye sakinleştirmeye ihtiyacım vardı. Ve sanırım bunu yaparken, Taehyung benim ondan uzaklaşacağımı düşünüyordu. Hayliyle. Ondan yana artık bağlı olduğum hiçbir şey kalmamıştı. O da bunun farkındaydı. Yine de... "Kendini suçlama." Diyerek onun kendisini bu konuda daha fazla kötü olmasını istemedim. Kıyamadım bu haline. Ama birdenbire gözlerini gözlerime kaldırdığında, kalbim sadece bir anda üzerime gelen bakışlar yüzünden hızlanmıştı. Dudaklarımı kıstırırken, yoğun almayı istediğim soluğumu yavaşça bıraktım. Ama o zaten, söyledikleriyle soluklarımın ufalmasına sebep olmuşlardı. "Kaybettiğim çok şeye sahibim ben omega. Hem de çok şeye, bir sahiplik ekinden veya bir harfin seslendiğimde yanından kaybolmasıyla çok şey kaybettim." Dedi ve yüreğimde onun baskısı, aynı iç çekişle kurdumla ilerledi. Bağımızın yitip gitmesiyle, bana artık omegam diyemeyecek olmanın acısını onun gibi bir adamdan duymak, hiç Delta'm diye seslenmemiş beni bile eksiklendirdi. "Bunun anlamını benim kadar hissetmeni beklemiyorum zaten. Yine de... bana güvenmeni çok isterdim. İlk vazgeçeceğin kişi olmamayı çok isterdim." Tüm bunları söylerken gözlerimin içini yasa boğuyordu. Ben oradan bana ulaşmış cam kırıklarının canıma olan acısını, onun acısını hissediyordum. Sevilmenin ne olduğunu bildiğim gibi sevilmemek duygusunu da bilirdim. O ise hiç sevilmemiş biri olarak, sevilmek istediği ben tarafından sevilmemiş olmanın iç karartıcı sözleriyle canımı yakıyordu. Ona karşı mahcup hissediyordum. Belki de çok daha fazlasıydı. Onu önemsiyordum. Bu yüzden sözleri canımı bu kadar yakabiliyordu. Düşündürüyor ve sıkıyordu içimi. "Şimdi de gitmek için uzağa dalmış bakışlarını görürken, yine senin gözünde zalim bir adama dönüştüm. Hep öyleydim." Dudaklarının kıvrılması, üzerine kadar yara bere kalmış kabuklarıyla savaşıyordu. Kendisiyle ya da benimle. Çünkü ilk kez yüzüme söylüyordu bu sözleri, aşağılayıcı olan kendisiyle ve bunun karşıtı duran yücelttiği sevgisiyle. "Senin için böyle olmadığıma ben bile inanacaktım az kalsın. Seni bırakamıyorum. Delta'mın tiksinç gelen yüzüne rağmen, biz seni seviyoruz. Ben seni seviyorum." Ağzımı bu sözler karşısında sıkıca açık kalmasınlar diye sıkıca kapattım. Ne diyeceğimi bilemedim. Ama bunun aslında beni içten içe sıcak tutan bir itiraf da olduğunun farkındaydım. O ise halen iç çektiği az da gözlerindeki bulutların dağıldığı bir bakışı benim yanağımdaki gamzemin üstüne kondurdu. "İyi akşamlar," dedi sessizce. Hiçbir şey diyemedim, o tüm içindekileri söyleyip çıkarken bu odadan. Sadece üzülmenin ve korkmanın yanına bir tane daha büyük bir duygu esir almıştı. Bunlar çok fazla çaresiz hissediyor olduğum şeylerdi. Çünkü daha sonrasında, bugün haricinde ben uzun bir süre onu göremeyecektim. Arkasında bıraktığı benin ne halde olduğunun hiç farkında değildi. Bir korkak vardı elbette, âşık olmaya başladığını anlamayan bir korkak. O korkak anlıyordu artık kendisi için verdiği mücadeleleri ve tüm tavizleri. Buna sebep olmanın onun değerli olan kalbini tanıma isteğiyle doluştururken, aslında ben onunla kendimi tanıyordum. Onu sevmenin aslında ne kadar güzel bir duygu olduğunu tanıyacaktım en çok da. Bölümün sonu. Diğer bölüm, tk başlıyor artık. Bir küçük sahneden sonra onlar birbirlerine, özellikle jk kendi isteğiyle ona yaklaşacak ve ben geberiyorum... yazmak istediğim bir kıskançlık sahnesi var, elbiseler yırtılmasa bari jksadksljcndsl (biraz fem olacak bir görüntü görecek de tae) neyse neyse....:) güzel bir söz bırakın, içinizden ne geliyorsa... Ben Nicotesy, iki güncük yok olsam özler misiniz beni hemen ya? Küsmezsiniz de bence, hım? |
0% |