@nicotesy
|
Selammm çukulatlarım... baya beklettim sizi dimi, üzgünüm. Tüm aksilikler üst üste geliyor, inanın bana. İgde yazsam bile bu aile sağlık problemini açmayacağım. Sadece bilin ki ben sizi kolay kolay ybsiz bırakmam... Uzun bir bölüm yazdım. kötü bir gün geçiriyorum, yazdıklarımı da artık beğenmiyorum isteksiz oldu kusuruma bakmayın yine de sevmenizi umuyorum.. güzel yorumcuklar, bol yorumcuklar okuyabilir miyim bunun için? medyadaki şarkı favlarımdandır ve sözleri aşırı fice uygun, göz atmanızı ve dinlemenizi isterim İyi okumalar :) ... "Şimdi açsam pencereyi beklesem, sen gelsen. Olmaz ya hani geliversen. Hiçbir şey sormasan, hiçbir şey söylemesen. Sussam. Sussan. Sussak... Susuşların anlattığını dinlesek, sırt sırta otursak. Katılasıya ağlasak. Sormasak birbirimize sebebini. Sarılsam, sarılsan, sarılsak... Ve yine hiçbir şey konuşmasak ama anlasak. Ne vardı sahi, olmaz ya hayal ya hani diyorum olsa ne vardı..." ... Bölüm 39: Seni daha nasıl az sevebilirim, daha kendimi bile sevemiyorken. Korkunç saniyeler boyunca süren bir savaştı, gittiğini görmek. İyi bir akşamı dileyerek, dilenmemiş bir niyetle çekip gitmek. Öylece, böylece, bir sevgi düşkünüyle. Birinin ardından saatler boyu bakabileceğimi hiç düşünmezdim oysa ben. Ancak dakikalar geçiyor ve ben omuzlarımda bir külfet gibi ağırlık yapan bu adamın sesindeki enkazın sebebi olmaktan ötürü iki adım öteye taşıyamıyordum bedenimi. Şimdi gitsem yanına ve sarılsam, aslında sen öyle biri değilsin. Sana öyle davranmak istemedim diye. Ama yine de çekindim bunu yapmaya. Düşünecek olur diye, bu konuşmanın üzerinden sarılmadığım ona şimdi sarılırsam eğer yine o istemediği acıma duygusuna sahibimdir diye. Belki de öyleydi, fakat hiç öyleymiş gibi de hissettirmedi. Pekâlâ, en azından buralardaydı. Öyle demişti. Bugün değilse bile yarın karşısına geçecek, aramızda bu gerginliği var ettiğim durumu kendimi açıklayarak toparlayacaktım. Evet, böyle düşününce daha rahat nefes almaya başlayabilmiştim. Bu daha iyi hissettirdi. En azından bir şekilde, karşılaşmıştık. Bu ilk bana korkutucu olay gerçekleşmiş, zihnime oynattığım o korkma sahnesinin hiçbiri yaşanmamıştı. O adam, bana zarar veremezdi. Çünkü hissettirdi. Ona zarar verecek olan kişinin sadece yalnızca benim olduğumu. Şimdi ise daha bir gariptim. Konuşmalarımızı sessizlikle düşünürken. Sevgisini, aşkını nasıl da cesurca söylemişti, diğerinde kelimeler etkileyici iken şimdi bedenen bana mağlupmuşçasına dökülüvermişlerdi o sözler. Kurdunun bana olan bağlılığından ötürü sanıyordum ilk başlarda. Hiç inandırıcı gelmemişti. Fakat usul usul işlenmiş bu gönle, vakitli vakitsiz sadece onu düşünüyor, vesvese gibi karışan varlığı aklıma süzülüyordu daima. Bir şekilde düşüncelerimin başında veya sonunda, hep o vardı. Yine aklımın karmakarışık olduğunu bilmeme rağmen, bu sefer koltukta oturarak kafamı yaslamış ve öylece tavanı izlemeye başlamıştım. Kapım tekrardan çalınınca onun geldiğini düşünerek yerimden hızlıca kalktım. Evet, tam zamanıydı diyerek kendi kendimi heyecanlandırdığımda, karşımda odaya dalması gerekirken onun yerine çalmayı tercih eden Jennie'ydi. Bana gülümseyerek içeriye geçmişti. Halbuki yüzümde koca bir hayal kırıklığı taşıyordum. "Beni gördüğüne sevinmedin sanırım," dedi, dudaklarını büzerek. "Hayır ondan değil," diyerek kalktığım yere tekrardan oturdum. Fakat hemen gelip kolumdan tutarak beni yerimden kaldırdı. "Ama ben sana çok sevineceğin bir haber getirmiştim," diyerek uzun zamandan sonra yüzünde geçici bir gülüş değil, sahiden de mutlulukla doldurulmuş dudak bükülmelerine sahipken kolumu küçük bir çocuğun içi içine sığmayan bir coşkuyla çevirip duruyordu. Halbuki yanımdan ayrılalı ne kadar olmuştu da kendisini bu kadar neşeli görebilmiştim şimdi. İnsan karşısındakinin sıcaklığına aldanarak unutuveriyordu çarçabuk her şeyi. "Korkmalı mıyım?" diye sordum onun bu hal ve tavırlarına garipçe bakmamak için şamataya vurmaya çalışmıştım. Aslında bir nevi dalga geçiyordum onunla. Ama o ayaklarını yere vura vura, "Ya Jungkook... hadi bebiş sevmeye gidelim," diyerek beni neşelendirmeye çalışıyorken, ne söylediğinin hiç farkında değildi. Oysa ben duyduklarımla, "Ne?" demiştim o anın şaşkınlığıyla. Düşündüğüm, aklıma gelen ilk şeyin olacağı ihtimali çok uzaktı bende şu anda. "Düşündüğüm şeyi ima etmedin değil mi Jennie?" "Tam da onu ima ettim. Abim on dakika önce yanıma geldi," dedi ve duraksadı. Kaşlarını çattı ve sonra dilinin ucuna geleni, sanırım gözlerime bakarken tereddüt ederek durdurdu ve her neyse söylemekten vazgeçti. "Geldi ve isterseniz dedi, yani sen istersen, kardeşinin yanına hastaneye gidebileceğimizi söyledi. Açıkçası, hayata dair güzel ve temiz bir şeyler görmeye çok ihtiyacım var... Jungkook. Bana öyle şoka girmiş gibi bakma, gözlerin kocaman duruyor, korkuyorum senden. Şu an senin mutluluktan bana kocaman sarılman gerekiyordu." Onun dediklerini önemsemeden ve o dediği için değil, içimden gelerek kocaman sarıldım. Dudaklarımdaki ağırlık bile geriye kaçmıştı. Yine de acımalarına rağmen gülümsememi sağlamıştı. "Tanrım sen ciddisin," derken elim ayağıma dolaşıyor ve kucaklaşmış olmanın sıcaklığından geriye atıyordum kendimi. Bir an için göğsümdeki baskı azalmış gibiydi. Taehyung'a söylemek istediğimi ben ona söylemeden yapmış olması, izin vereceğini bile sanmıyorken... Hem çok sevinmiş hem de çok üzülmüştüm. Beni şu an ne kadar mutlu ettiğinden haberi yoktu ya da tahmin ediyor olmalıydı. Peki ya o? Bana kırgın ayrılan o gözleri şimdi nasıllardı? Beni böylesine iyi edecek bir haberi kardeşiyle yollarken, minnetle açılmış kollarımı ona sarmayı dilerdim. Bilakis mutluluğumu huzursuzluğa çeviren ve beni bir hüzün yosması gibi dilimi yaralayan, onu yaralamış olduğum seslenmişliğim vardı. Ve ben zaten olması gerekeni ondan görüyorken, öncesinde bir lütufmuş gibi olan durum, onun bana merhameti olarak yorumluyordum. Ve onun merhameti benim yüreğimin kıvrımlarımındın yanık kokusunun yükselmesine sebep oluyordu. "Şükür ki sonunda ciddiyetimi görebildin?" diyerek heveslenmiş bir şekilde yüzüme bakan Jennie'e bakışlarım çok uzaktandı. Durumu kontrol etmeye çalışarak kendimi toparlamaya çalıştım. Bu kısık ve teskin edici bir soluğu ciğerlerimden atmamı sapladığından, bir an için, çok az da olsa yüreğimi dolu dolu kabartan bu sevince odaklanmaya çalıştım. "Dur, aslında, ben çok heyecanlandım, tuhaf oldum daha doğrusu. Bunu beklemiyordum, Jimin'i görebileceğimin ihtimali o kadar uzaktı ki, bir de şu olan olaylardan sonra..." dedim, ellerimi saramadığım, buluşturamadığım göğsüme dolarken, tekerrür eden ve bunca zamanın ayaksız zıt düşünceleri şimdi koşar adım geliyorlardı aklıma. Yutkunuyordum da bu acizce ama bir o kadar kıpır kıpır içime dolan isteğe her şeye rağmen. "Taehyung'a bunun için teşekkür etmeliyim şimdi." Dudaklarını birbirine bastırdı sıkıca. Tek kaşı benim olduğum yönün tersine doğru kavislenirken, bakışlarını kaçırdı. "Şey abim dışarıya çıkacağını söyledi," dedi duraksayarak. Çünkü gözlerime baktığında, ikimizde bu bahanenin arkasına sığınan durumun az çok farkındaydık. "İşim var diyerek." Oysa ben yine de duraksadım. Hemen gitmiş olmasını beklemiyordum çünkü ya da gidebileceğini, beni hiç bırakmayacakmış gibi hissettirirken üstelik. İçimdeki hissin buna sebep olduğum yöndeki algıları pek açıktı ve ben, benim gördüğüm yılgınlığı kardeşi tarafından da görünüp görünmediğini merak ettim. Çünkü o Kim Taehyung'du. Daima sağlam bir kale kadar dimdik, hüznünü açmak istemeyecek kadar gururlu. Benim kendisine yaklaşmaktan ve hazmedişlerimden ötürü yaşadığım gurur kadar sağlamdı duruşu. Saçlarımı gerginlikle ovuştururken ne olmasını istediğimi veya ne olacağının beklentisindeydim ki de bu durum beni çok rahatsız etmişti? "Peki nasıl görünüyordu," diye sorduğumda, Jennie'nin yüzünden görmeye çalışır gibi dikkatle, bakıyordum. "Berbat," dediğinde, bu kendi içimde bardağı taşırdığım son noktaydı. "Ve o halde dışarıya çıktı. Sanırım bu işle alakalı değildi. O tarz yerlere her zaman üstü başına çok dikkat ederek çıkardı evden." Söylediklerini görmüş biri olarak göz ardı etmiyor olsam da bu konu hakkında bir yorumda bulunmadım. "O zaman döndüğümde teşekkür ederim ben ona." Diyerek kendimi teselli ettim daha çok. Ve evet, kardeşimin yanından döndüğümde, onunla karşı karşıya gelecek ve sıkıca sarılacaktım. Ondan korkmadığımı, onu önemsediğimi ve daha öncesinde de zamana bırakırsa, yaşanan onca şeyi biraz da olsa sindirmiş bir şekilde karşılık vereceğimi söyleyecektim. En önemlisi de başka bir yerde uyumasını değil, bağımız kopsa da halen seni içinde deliler gibi seven ve seni görmek için yanıp tutuşan bir kurdumun halen var olduğunu da söyleyecektim. Bu sözlerimin onun yüzünde o gördükçe ilgimi çeken, yüreğimi kıpır kıpır eden gülüşünü de barındıracağına inanıyordum. Bu içimdeki huzursuzluğun dinmesini sağladı. Dilerim ki öyle olurdu. Bu ayak üstü konuşmamızın yerini olayın gerçeğine bırakırken, gergindim yine de. İçimdeki ummalı o sevinçler bir kırıntıya dönüştü. Aynı anda çok şey yaşıyor ve her duyguya yetişmeye çalışıyordum. Yıpranmıştım. Jennie yanımda telefonuyla mesajlaşırken, yapabildiğim tek şey dışarıyı seyretmekti. Choi denilen, anladığım kadarıyla o Taehyung'un sağ kolu oluyordu, dikiz aynasından ara ara beni kontrol ettiğini fark ettim. Öncesinde bize eşlik eden arkadaki araca bakıyor sanıyordum ancak ikiden fazla denk düşen göz temasımızdan ötürü bu kanıya vardım. Beni rahatsız edercesine değildi ancak kontrol ediliyor olmak daima rahatsız ediciydi. Bunu ondan Taehyung'un istediğini düşünmekte kalbimi kırıyordu? Ondan halen kaçabileceğini düşünmesi, ne kadar sevdiğini söylüyor olsa da güvenmediğini gösteriyordu. Şimdi kardeşimin yanına giderken ve onu nasıl bulacağımı bile bilmezken, düşünüyor olduğum şeyin Taehyung'un neden bana güvenmemesiydi? Bu hantal durumdan silkelendim. Daha öncesinde gelmediğim bu özel hastanenin otoparkına kadar sesimi çıkarmadım. Araç durduğunda, Jennie halen bunun farkında değildi ve takır takır mesajlaşmaya devam ediyordu. Oysa arabaya binene kadar bu konuda çok konuşkan ve heyecanlıydı. Şimdi ise kaşları çatılı, dudakları sinirle kapanmış, karşısında düşmanı varmışçasına acele ile hareket ettiriyordu. "Jennie?" diyerek kolundan dürtükledim. Sanal dünyasından parıldayan gözleri, durumu çözememiş gibi etrafa bakındı. "Gelmişiz bile," dedi. Sessizce ona yaklaştım. Kulağına doğru fısıldadım. Diğerlerinin bir sorun olduğunu düşünerek üzerimize düşmesini istemiyordum. "İyi misin? Bir sorun var gibi görünüyor," diye sordum. Omuzlarını silkip sorun yok dercesine kafa salladı. "İyiyim, eve döndüğümüzde anlatırım. Okul grubunda konuşulan bir muhabbet var. Bu da beni rahatsız etti. O yüzden sinirlendim." Onayladım. İnmemizi bekleyenlerde varken, daha doğrusu ne tarafa gideceğimi bile bilmezken indim ve giyindiğim montun yakalarını kaldırdım. Hava halen çok soğuktu. Burnumu çekmeme sebep oldu. Otoparkın asansörüne kadar etrafımızı saran beş adamla birlikte ilerlemek beni diken üstünde tuttu. Böyle çok dikkat çekiyorduk. Bu kadar önlemin bana saçma gelmesine rağmen normal karşılamaya da başlıyordum. Bundan kısa sayılacak bir zaman öncesinde, kardeşimin yanından ayrıldığım o günde bir silahlı saldırıya uğramıştı Taehyung. Şu anda da bizleri onun üzerinden tehdit edebilmek için de her an bir saldırı olmama ihtimalini de düşünmüyor değildim. Evet, bu düşünce bile asansörün daracık yerinde huzursuzca kıpırdanmamı sağladı. Diğerlerinin sağlam duruşlarından ötürü kendimi sakinleştirdim. Dikkat çekilmekten nefret ediyordum çünkü. Ama onların yeterince dikkat edici olduklarını düşününce, boş bir endişeydi benimkisi. Asansör sonunda dokuzuncu katta durduğunda, derin bir nefes aldım. Aralarında baskın bir alfa olmalıydı. Bu beni rahatsız etmişti. Taehyung ile olan bağımdan ötürü öncesinde, insanların az da olsa yaydıkları feromlarına dikkat bile edemiyordum. Ancak onun benden silinen bağından ötürü insanların üzerindeki ağır baskıyı hisseder olmuştum. Bu da kurdumun, beklentiye kapıldığı Delta'nın kurdunun kendisiyle olmayı ve güven duymayı istiyordu. Jennie ile önden gittik. Choi ve arabada bize eşlik eden diğer alfa da iki adım arkamızdan ilerliyordu. Diğer üç adam ise girişin biraz ilerisinde dağınık şekilde konumlanmış bize ve etrafa bakınıyordu. Dışa dönmek istediğim bu dünyada daima arkamda birilerinin bu şekilde durmaksızın izleyecek olması dehşet vericiydi. Jennie'ye dönerek, "Bunlar hep böyle peşimizde mi olacaklar," diye sordum arkamızdakileri işaret ederek. Hafifçe güldü. "Ben yıllardır böyle yaşıyorum. Alıştım. Bir zaman sonra sürekli gördüğün ama artık dikkatini çekmeyen bir eşyaya dönüşüyorlar. Sende alışırsın. Merak etme," dediğinde, tekrardan arkama döndüm. Her ikisi de onlara bakmamdan ötürü kaşlarını çattılar. Hızlıca başımı çevirdim. "Buna alışmak istemiyorum. Bence çok ürpertici." Güldü sadece ve beni sondaki diğer koridora doğru yönlendirdi. Ve yönlendirdiğimiz gibi Yoongi'yi görünce içimdeki duygu karmaşası beni buldu. Ayakta durmuş, cam duvara yaslanmış içeriye bakıyordu. Varlığımızı Jennie ile yanına varana kadar fark etmedi. Soyutlanmış ve bitmiş görünüyordu. Hiç baba olmuş birinin yenice heyecanı yoktu üzerinde. Jennie, "Merhaba Yoongi abi," diye söze girdiğinde, çok cansızdı sesi. Ben ise sessizce durmuş Yoongi'nin o bitik halini inceliyordum. Gözlerinin altı morarmıştı. Dudakları kupkuru, saçları ise epey dağınıktı. Kirpiklerinde tortular varmış gibi açılıp kapanıyorlardı. Ve bizi görmekten dolayı nedense derin bir nefes alıp, göğsündeki yükü arttırmış gibi zoraki bir nefes aldı. "Selam," dedi gevşek bir sessizlikle. Konuşmayı unutmuş gibiydi. Etrafına baktım. Eğer Yoongi hyung böyleyse, Jimin'imi hayal edemiyordum. "Hyung," diye seslendim. Bakışları yüzüme tesadüfen değmişler gibi bomboş bir ifadeyle bakındı. "Kötü görünüyorsun?" dedim sorarcasına. Sertçe yutkundum ardından. "Her şey yolunda mı? Jimin ve bebek nerede?" İşte göz bebekleri boşluğu terk etmiş, dolmuşlardı. Belli belirsiz sızılı bir tebessümle, başıyla karşıyı gösterdi. Ondan uzak olduğumdan görmek için bir adım öne atıldım. "Şuradalar," dedi titrercesine. Jennie hemen arkamdan bana destek olmak için kolumdan tuttu. Yüreğim ağzımda attı saniyelerce. Feryat dolu bir kükreme hissettim ciğerlerimde. Nefes alamıyordum sanki. "J-jimin, Jimin neden orada öylece yatıyor hyung?" diyerek kendimi iyiye karşı duyar arayan biri olarak dönemiyorum, yörüngem abimin orada öylece hareketsizce yatan bedeninin üzerineydi. Gerçek bir yaşamın olmadığı yerde onun yerini düşler alırdı ve ben düşlerimden daha kırgın, yara almış abimin can acısını hissederek ağlamaya başladım. Yoongi hyunga dönerek ona sarıldım. O abimin en sevdiğiydi. Onca felaketi bu adamın sevgisine nazaran yaşamıştık. Onun kıymetlisini alarak sarılmak, değerlimi hissetmeye çalışmaktı. Babacan bir tavırla karşılık verdi. "Korkma, iyi olacak," diyordu ama daha kendisi bile inanmıyor gibiydi. Sesi o kadar güçsüzdü ki. "Kötü şeyler yaşandı çok fazla. En son ki olay son patlama noktasıydı." Duyduklarım yüzünden kendimi büyük bir suçlulukla geriye çektim. En son yaşanan şeyler, sadece beni değil tüm ailenin birbirine uzanan kollarına büyük bir keskin bıçak darbesi olmuştu. Ben ayaktaydım, daha iyi sayılırdım. Ama abim, onun hemen önünde küvözde duran evladının ona çok ihtiyacı varken, savunmasızca yatıyordu. Ne yani? Onu yaşatan o serum mu iyi edecekti? Sanmam. "Jungkook... ona ve çocuğumuza bir şey olmaz değil mi?" diye sordu çaresizce. Kapana sıkışmış ve onun benden daha çok kahrolduğunu görmek beni kahretmişti. Jennie araya girerek, "Sizler neler atlattınız abi, bu günleri de atlatacaksınız. Lütfen, kendini de perişan ederek içerde halen sana ihtiyaç duyan eşini daha da üzme. Ve savaşmanız gereken bir kişi daha varken," diyordu teselli dolu sözlerle. Yoongi hyung ağlamamak için kafasını yana çevirdi. Yine parmaklarıyla gözlerinin altını kuruttu. Şimdi daha çok toparlanmış gözüküyordu. "Haklısın, Jimin'im kadar... Yujun'un bize ihtiyacı var." Yeğenimin ismini duymak bile sakinleşmemi sağladı. "Yujun... çok güzel ismi." Dedim ve o da hemen buruk da olsa gülümsedi. "Çok zayıf ama o kadar güçlü ki ve bir o kadar Jimin'e benziyor ki... mutlaka sonra görmelisiniz. Odaya kimseyi almıyorlar. Jimin'in feromlarına az da olsa ihtiyacı olduğundan ikisi aynı anda kalıyorlar. Ona bir kere olsa bile dokunmak ve öpmek istiyorum." Hayal kırıklığıyla baktım içeriye. "Yine de kendimi çok çaresiz hissediyorum." Dedi ve bana döndü. "Bir de utanmadan sana dert yakınıyorum. Sanki benim yüzümden perişan olmamışsın gibi." O sözlerini duymazdan geldim. "İyi olacaklar mı sahiden de?" diyerek gözlerimle solmuş bitmiş kardeşime bakıyordum. Yoongi hyung, "Onun sana ihtiyacı var. Beni sevse de yanında olmam yetmiyor. Yeter sandım ama yetmedi," dedi ve o da karşıya baktı. İç çekti. "Jennie, bizi biraz Jungkook ile yalnız bırakır mısın? Konuşmak istediğim şeyler var," dediğinde, içimdeki huzursuzluk büyüdü. Jennie bu duruma bir alınganlık bile göstermeden sessizce bizden uzaklaştığında, hyung belli belirsiz kirpiklerinin altından bakarak sanki konuşmayı bölmemiş gibi kaldığı yerden devam etti. "Bu kadar yalan üstüne yalan söylememe rağmen, bir kez inanmadı senin iyi olduğuna biliyor musun? Her gece uykusundan sıçradı. Jungkook, iyi değil, ne olur ona göz kulak ol diyordu, olman için de hep beni yanından bir şekilde gönderiyordu, o iyi değilken onu bırakmak istemiyordum. Eve geldiğim zamanlar, o anlara tekabül ediyordu aslında. Seni o zamanlarda babanın yanında sanıyordu. Ona rağmen çok endişeliydi." Diyordu, bildiğim şeyleri bana söylerken. Sonrasında buz kesmişti sesi. "Sonra her şey açığa çıktı ve Taehyung yanımıza gelince, anladı her şeyi. Senin onunla evlendiğini. Bize, sizi eşim için bağışlıyorum, dedi. Onun bu kadar kıymet verdiği bir insana zarar veremem, bunu çok istesem bile yapamam dediğinde, şok olmuştum. Bunu beklemiyordum. Her şeyi bekliyordum ama senin için bu sözleri bize kullanabileceğini asla düşünmüyordum. Onu değiştirmişsin... çok hem de." Sessizce bir bakış attım ona. Bir şeyler söylemedim diye ona inanmadığımı düşünüyordu. Ama artık ben Taehyung'un bunu yapabileceğine inanıyor ve içimde burukluk yapan onu düşündükçe, daha da üzülüyordum onu üzdüğüm için. "Kapıyı açtığımda, karşımda onu gördüğümde ne kadar korktum biliyor musun? Ant içmişti. Gözleri öfkeyle ve öyle dolu bir hayal kırıklığı ile bakıyordu ki bana, biliyordum ki o an canımı alsa gıkım çıkmazdı. Hak ettiğimi biliyordum. Fazlasını da. Sana yapılanlara göz yumdum. Çare arıyordum ama bulamayacağıma da emindim. Taehyung'du bu. Eğer o istemeden haberim olsaydı engel olurdum buna. Ama iş içten geçtikten sonra öğrendim. Taehyung'un da ağzından çıkan sözler, yemin gibidir. Jimin'i bana vermeyeceğine emindim. Bir de Namjoon'da bu konuda böyle konuşunca aklıma başka bir çare gelmedi. Belki düğün günü olmasaydı, olaylar en azından bu kadar kötü olmazdı. Kaçardık, kaçmaya devam ederdik. Ama bugünden çok daha iyi olurduk." Keşke demeye artık ne gerek vardı ne de bir anlam. "Bilemezdik," dedim sadece. Ama bu duruma şiddetle karşı çıktı. "Hayır, benim bilmem gerekiyordu. Benim bu kadar aptal olmam gerekmiyordu." Sonrasında pişmanlıkla bana döndü. Benden af diliyordu. "Özür dilerim Jungkook. Şimdi bunu demenin bir faydası olmasa da yaşadığın çoğu şeyde benim payım var," dedi ve bu süngeri çekmek istediğim geçmişimin ekşiyen yüzü bana doğru bakıyordu. "Unuttun mu? Orada kalmaya karar verende benim, evlenen de." "Bilmiyorsun..." dedi, saçlarını çekiştirdi. "Evlendin ama başına geleceklerinin bu kadar kötü olmasının asıl sebebini bilmiyorsun." Beni artık haddinden fazla rahatsız eden bu konuşmadan ötürü tamamen bedenimi ona döndürdüm. "Ne demek istiyorsun hyung? Biraz daha açık konuş benimle." Sözlerime kararsızlıkla baktı. "Taehyung'un öfke sorunu olduğunu fark etmiş olmalısın," dedi, diyemedim bunu iliklerime kadar biliyor ve kabuslarım oluveriyor diye. Kafa salladım sadece. "Namjoon bunun daha da olması için çabaladı Jungkook. Gerek annemizle gerek de onun ilaçlarının ayarlarıyla oynayarak. Sen netice de eve yıldırım gibi düşen, Taehyung'un itibarını ve hayatını mahvetmesine neden olan biri olarak girdin. Ama biz," dediğinde, duyduklarımdan ötürü boğazımdan inmeyen yumruyla, "Biz?" dedim tedirginlikle. "Namjoon ve ben," dedi, yüreğim yen içinde kaldı. "Sen... Hyung o bana neredeyse tecavüz edecekti?" dedim dehşete düşercesine. Bunu biliyor ve susmuş olamazdı değil mi? Ama o da şaşırmış görünüyordu. "O kadar ileri gideceğini sanmıyordum," diyordu öfkelenerek. Fakat burada daha çok öfkeli olan biri bendim. "Ne demek sanmıyordum? ne demek onun niyetini bile bile beni onun ellerine bırakırsın. Hyung? Sen benim o evde neler çektiğimi görmeme rağmen, bile bile görmezden geldiğini mi itiraf ediyorsun? Hatta iş birliği yaptığını iddia ettiğin aşağılık Namjoon'la?" Haddinden fazla yükselen sesimi bastıramıyordum. Ve o ise ne diyeceğini bilemiyor ve susuyordu. Zaten bu bir cevap olmuyor muydu bana? Ben ona güvenmiştim. Ya ben ona kardeşimi, en değerli mi emanet etmiştim? Ve kendimden vazgeçmiştim. Benim fedakârlığımın ederi bu muydu? "Biliyor musun?" dedim gözlerimin içi yanarken. "Sizin o canavar bellediğiniz, ölümüne korktuğunuz bu adam sizlerden daha az canımı yaktı benim. Ve ben en çok onu suçladım. Ona sırt çevirdim. Şu an gözlerimin içine muhtaçlıkla bakan bu adamın ben üzerime aldığım günahlarından ötürü sürekli nefret ettim. Sizi yücelttim gözümde. Ne büyük bir haksızlık. Şimdi pişman olsan ne yazar? Sen bunları bana şimdi itiraf edip vicdanını rahatlatırken, neye yarar şimdi? Beni olduğumdan daha sakat bıraktınız. Nefret nedir bilmezken, şimdi de nefretin yanına tiksinti eklendi. Siz içimdeki insanlığımı, güvenimi alıp götürdünüz." Krize girecekmişim gibi nefes alışlarım hızlandı. Elimi boğazıma attım. Ama orada bile canım cebelleşiyordu. "Keşke Taehyung benim yüzümden seni affetmek yerine öldürseymiş," dedim tüm tiksintimle. "Sen onun kardeşliğini ne de Jimin'in eşi olmayı hak ediyorsun. Jimin senin gibi bir insanı sevmiş olamaz. Sen, beni nasıl kandırdıysan onu da kandırmış olmalısın." Buna karşı geldi hızlıca. "Yemin ederim ben asla Jimin'i kandırmadım. Ben onu tüm kalbimle seviyorum." Dediğinde, tükürmemek elde değildi. "Sakın," diyerek gözlerimi diktim ona. "Sakın o iğrenç kalbinde abimi anma. O öyle bir yere yakışmıyor." Dişlerimi sıkarak kendime gelmeye çalıştım. "Yeminlerim olsun, abim kendine geldiğinde ilk işim onu senden koparmak olacak. O senin gibi bir adam için acı çekmeyecek." Parmağını göğsüne bastırdım. "Abim benim ince çizgimdir ve sen yeterince o çizgi üzerinde aşağılıkça hareket ettin." "Jungkook, lütfen..." dedi yalvarırcasına. Ama daha fazla katlanamıyordum. "Sus," diyerek susmasa bile kardeşim ve yeğenime baktım. Bu adamın varlığı artık tahammül edilemezdi benim için. "Yeterince konuştun. Ve ben şimdi konuşurken sus." Yüzüne son kez iğrenircesine bakarken, "Bana yapmış olduklarınızın asla karşılıksız kalacağını düşünme. Sen ve o diğer mahlukat, elbet yaşadıklarınızın karşılığını alacaksınız." Oradan tüm sineye çektiklerimi dağıta dağıta uzaklaşıyordum. Ben sevinç bulacağım sandığım bu yerde, enkazımı da peşimden sürükleyerek ilerliyordum. Ön görmez, yön bilmez bir şekilde. Oysa çocukluğumun ilk yıllarından beri kalbine bir keder dikeni saplanmıştı ve yaşamının her anı bu dikeni yerinden çıkarmakla daha çok batırmak arasında gidip gelen bir tahterevalli gibi oyunuydu. Tüm çocukluğum, sonrasında yaşayacağım güzel hayallerin umuduyla geçmişti ama şimdi kırıklıklarıma hazırlanmakla geçmeye başlıyordu. Bir tanesi bitmeden bir yeni hayal kırıklığını avuçluyordum ellerime. Her biri hanelerce göz yaşları gibi süzülüyordu gözlerimden, yüreğimden. Jennie koşar adım peşimden gelirken, ne oldu diye sorarken yanıtlayamıyordum onu. Diğerlerinin bakışlarını işte şimdi umursayamıyordum. Tek istediğim, artık evim diyebildiğim o odaya gitmekti. Bana sahiden bu zamana kadar asla yalan söylememiş Taehyung'a sarılabilmekti. Çünkü en gerçek ve en hissedilir oydu. Bana iyi geleceğini, canı yansa da yine de bana iyi gelmek isteyeceğini çok iyi biliyordum. Belki o tüm yaşanmış kötü şeyler bu kadar hırpalamış olmasaydı ne bedenimi ne de ruhumu, belki de ben şimdi bu halde değil, uyurken yüzünde tebessümü olan biri olacaktım. Ama değildi. Bizim aramıza, daha hiç var olmamış o araya zaten düzinelerce engel ve insan girmişti. Artık buna izin vermeyecektim. Yaptığım bu gururdan artık vazgeçecektim. Şimdi koşar adım eve gitmek istiyordum. Hak ettiğine o hak ettiği sevgiyi bir an önce verebilmek için. Yüreğimin kabaran bulutlarından durmaksızın yağmur taneleri çiselerken, çok ağrıma gitti bana bu atılan kazık. Altından kalkamıyordum. Yol boyu benim gözyaşlarımın yoğunluğu hissedenleri gözüm görmüyordu. Son bulacağını umduğum eve varana kadar devam etti. Ben ilk kez bu eve koşar adım gittim. Odaya çıkarak kendime gelmeyi ve girerken göremediğim Taehyung'un arabasının gelmesini bekleyecektim. Ama ne nafile. Odama girdiğim gibi buram buram onun havada asılı kalan yoğun hüzün kokulu feromları karşıladı beni. Buradadır diye bir sevince doymak istedim lambayı açarken. Ama hayır, ondan geriye sadece yatağımın üzerinde el ile yazılmış bir kâğıt, bir kırmızı gül vardı. Adım adım giderken ve uzanırken, ellerim titriyordu. Ellerimin arasında bir not. Sanki kanlı bıçak taşıyordum. Kim anlayabilir içimdeki kaygısız acıyı, nasıl atılırım kaygılara fark etmeden, nasıl yıkılırım, yenilirim kendime! Benim gözlerim şimdi tam teslim olacağım anda beni yıkacak olan bu sözleri okumaya nasıl dayanacaktı? Dayanamaya dayanamaya, hıçkırıklarım her şeyin bir bahanesi olarak durmaksızın titreyen bedenimden haykırırcasına dökülmüşlerdi şimdi. Çünkü o yüreğimi yaktı sözleriyle. Edebi bir yanık, yankıyla bir edep ile. "Sana sevdiğimi söyleyerek yanlış yaptım, haklı olduğumu düşünerek yanlış yaptım. Ama sana bakamayacağımı hissettirdiğimde ya da bir omega olarak seslendiğimde, bil ki omegam, yalan söyledim. İçimde milyarlarca sana sahiplenmiş kelimeler coşuyor. Arkama bakmaya korkarak senden uzaklaşırken adımlarım, aslında kendimden kaçıyordum. Bulacaklarımdan korkarak yapmıştım. Beni asla beni sevemeyeceğinin düşüncesinden. Ama seni nasıl daha az sevebilirim. Daha kendimi sevemezken ve sana nasıl her şeyimi verebilirim, yeter mi ki? Sadece yarım bir adamken... eksik ve bir canavarken. Şimdi bu canavarın, hapsettiği bu güzeli, kafeslerinden kurtarma zamanı. Çünkü sana kılmaya çalıştıkça bu zindanı, kendimi tutsak ediyorum. Seni kendime tutsak edemem. Buna artık yeteri kadar gücüm kalmış hissetmiyorum. Şimdi, çok istediğin, acılar çektiğin özgürlüğüne kavuşabilirsin omegam. Uzun bir süre burada olmayacağım. Dilerim, hatırlanmayacak olan o gönlünde sadece bir kâbus olarak kalmış olmam. İnan bana, bu beni sevmeyişinden daha çok acı veriyor. Kendine iyi bak, KTH." Nasıl bilebilirdim tenim gözyaşlarıyla ıslanacak ... kim suçlayabilir nabzım böyle atarken... senin kalpsizliğin kumaşındandı, ben ağladığımla, sen yokluğunla kaldım. Ben senin beni özgür bırakışınla kimsesiz kaldım. Kimsesiz olmak, bir kimse olana kadar... öyleyse yanımda dur Taehyung. Çünkü ben senin bana vaat ettiğin bu tutsaklığa bağlıyım. Şimdi seni kazanmak için kaybetmem gerektiğini çok iyi anladım. Bölümün sonu. Bölümü nasıl buldunuz bebeklerim? özlediniz mi beni, ben baya özledim ama her şey üst üste geldi inanın bana... tk da görmek istediğiniz flört sahnesi yazsanıza bana, ben çok dram queen olduğumdan soft yazamıyormuşum geliyor bana, yardımcı olun bu yazarınıza lütfen :) Ben Nicotesy, nazar duası bırakında günlük yb moduna dönelim. |
0% |