@nicotesy
|
Selam... gece üçü çoktan geçti ve, yeni yılınız musmutlu olsun... umarım bölümü seversiniz, beni bekleyenleri beklettiğim için üzgünüm, ama panoda da dediğim gibi misafirlerim vardı ve bölüm tahmin ettiğimden daha uzun ilerledi. Yorum YAPMAZSANIZ YEMİN EDERİM 1 HAFTA GELMEMMMM :)))))) evet sizi tehdit etmekten zevk alıyorum, saygılar... şaka şaka. İyi okumalar :)
... "Sen yoksan eğer, bugünün hisleri dünün ölü kabuklarından ibarettir." ...
Bölüm 40: Git dedin, geldim. Senden başka gidecek bir yerim yok benim. Elimdeki kâğıdı sıkıyordum. İmkânım olsa onu yok sayacak ve tüm okuduğum o satırları, yüreğimi tam da şu anda acıtmak için kullandığım hayalden mısralar sayacaktım. Ne yazık ki, bu gerçekti. Bana ardından bıraktığı dikenli gül kadar. Oysa biliyordu, elime aldığımda batacak olduğunu. Bile bile yapmıştı. Ona dokunmanın da canımı bu denli yakıyor olduğunu bilerek. Sen çok acımasız ve bencil bir adamsın, diye söylendim hıçkırık tutmuş, tazelenmiş her damla yaş arasından. Bu odanın içi hep beni çaresizliğimi yutuyordu ve ben bana bıraktığı acı kokusu yüzünden katmanlaşıyordum. Acı ve hüzün üzerine, tadıyor olduğum gözlerinin, ki o gözler benim korkumdu daha öncesinde, şimdi ise koca bir özlemdi. Gerçekti. Sert duvarlarının arasından bana imdat diye bağıran çocuktu. Yeminlerim olsun ki ben o çocuğa çok düşkündüm. Düştüm. Düşledim. Elde kalanlara bakarken, bu olmamamlaydı diyordum durmaksızın. Böyle olmamalıydı. Böyle olacağını hiç hissettirmemişti çünkü. Belki de kaçması, kaçışı, beni kafasında kurguladığı, ondan nefret eden adamı görmemek içindi, ama ben bu saatten sonra nefret ediyor olduğum şeyleri düşünürken bile nefret edemiyordum. Ve ben her birikmiş şeyler için ağlarken, haince duygular arasında kendimi de suçlu buluyordum. İnsanların bana sundukları o güler yüze ne çabuk aldanıyorum diye. Sindiremediğim ne çok şey vardı, oysa ne aptaldım. Yoongi hyunga güvenirken. Bunca badirelere göğüs gererek. Ne ahmağım, hiçbir zaman kendimi düşünmeyen biri olarak. İlk defa kendimi düşünmek istedim. Bu bencilliği kendime hak gördüm. Ben içimdeki bu duyguları öylece bırakmak yerine mücadele ederek bırakmamayı istiyordum. Ben Taehyung ile iyileşmek, mutlu olmak ve onun bana sunduğu sevgisi içinde ona verebileceğim tüm sevgimle karşılık vermek istiyordum. Kendime bu yapmış olduğum itiraf; kayıtsız şartsız bir gülüşüyle, olur olmaz yerde ağzımın kenarına bir öpücük kondurmasını... isteyişimdendi. Sevdanın oduna pek güvenilmez, tutuşursam eğer kolay kolay da sönülmezdi. Biliyordum da ben zaten çoktan tutuşmaya başlamıştım, sönemiyorken, kaçmak neye yarar. Nereye gidersem gideyim şimdi taşıyacaktım ben bu içimdekini. Bunu bildiğimden reddediyordum. Buradan gitmeyecek ve onu bekleyecektim. O zaman anlayacaktı. Dilimden kolayca düşüremediğim sözlerimi aslında davranışlarımla nasıl belli ettiğimi. İçimdeki kırgınlık taşısam da bunu yok sayarak başımı dimdik kaldırdım. Ağlamayacaktım. Bunun bana bir kazancı yoktu, fakat kontrolümün dışında akıyor olsa da bunu görmezden geldim. Elimdeki kâğıdı ve gülü, yatağımın yanındaki yastığın altına bıraktım. Hiçbir şey olmamış gibi duşumu aldım. Göğsümdeki çatallı ağrıyla sızlanan kurdumu duymazdan, anlamamazlıktan geliyordum. Ve omegama diyordum ki; ağlama, biz ona sıkıca sarılacağız, bizi bir daha bırakmaya cesaret edemeyecek diyordum ve bunu dediğim için kendimden halen utanıyordum. Onu sevmek, onu çok sevmek yanlış mı olurdu? Bana böyle zararı dokunmuş birinin şimdi hayatımdan çıkıp gideceği günü bu denli beklemek, şimdi şuursuz bir gurura sahip olmak mı demekti, yine hiç bilmiyordum. Sadece, çok düşünmeden yaşamak... O an hissettiğin gibi davranmak, çok mu yasaklı bir duygu? Ben bu günahın içinde tam olarak neredeydim? Ben şu anda neredeydim? Ait olduğum yer neresiydi? O yokken evdeki varlığım tüm anlamını kaybetmişti bir anda. Kendimi bunun için rahatlatırken, aslında bir yandan da kor edici düşünceler eşliğinde başımı yaslamıştım yatağıma. Fakat farklı farklı yerlere kapı açan bu durum şimdi benim kafamı karıştırıyordu. Akışına bırakmalıyım... bazı şeyleri kendi içimde harlayıp soğutmalıyım. Belki de ikimize karşı ayırdığı bu zaman, ihtiyacım olan şeydir. O kendi içinde beni özgürleştiğini sansa bile. Ancak, istenilen her şey istenildiği gibi olmuyordu. Yorgun gözlerim sabahı bulduğunda bile döne döne kabuslara uyuyup uyandım. Ne zor bir geceydi. Tüm yaşadıklarım karman çorman bir halde hortladıkları yerden bana vahşi görüntüler sunuyordu, sonrasında yüreğimi yakacak veda cümleleri. Araftaydım ama kesinlikle bu hiç iyi hissettirmemişti. Bu neredeyse iki günümü aynı kedere boğdu. Jennie sayesinde, durumu pek izah etmesem de sanki anlamış gibi benim yanımda olmaya, beraber aktivite yaparak kafamı dağıtmaya çalıştı. Bazı şeyleri ona belli etmemek çok güçtü. Taehyung'un bana bıraktığı bu özel yazıların anlamını daha kendimde derince bozduramadığımdan, dilimin ucuna gelse de karalayamadım birkaç şey. Sadece Yoongi'den bahsettim ve bana söylediklerinden. Dehşete düşmüştü. Hayliyle. Çok şaşkındı. En az benim kadar bu duruma çok tepkiliydi. Gözlerinden ateş çıkıyordu. Hem yaşadıklarını hem de duyduklarının hazmedişiyle kıyametler koparıyordu. Onunla resmen kafa dengi olup çıkmıştım ve eğer o burada, yanımda olup destek olmasaydı eminim ki ben bu kadar hızlı toparlanamaz, normal hayatın akıcılığını bu kadar doğal karşılamaya başlamazdım. "Bunu hemen Taehyung abime söylemelisin, geldiği gibi yakalarından tutup anlatmalısın gerçeği. Abim de olsa, Jimin'e gerçekleri söylemeli ve öğrenmesini sağlamalısın. Ondan sonrası artık onun vereceği bir karar olmalı" Sonrasında bu ılımlı konuşması, öfkesine yenik düştü. Yatağının üzerindeyken resmen koltukta oturan bana doğru zıplayacak sandım. "Bak sevdiği için, çaresiz kaldığı için buna mecbur olmuş ve Jimin'i götürmüş olabilir dedim. Bunda bir yere kadar sorun yok. Abimi çok iyi tanımasına rağmen düğünden kaçırmış olmasının bile. Ama ondan sonrasında gözünün önünde, bu kadarına izin vermiş olamazsın. Ben aklımı kaybedeceğim. Beraber büyüdüğüm insanlar, hiç öyle değillerdi. Jungkook bizim sorunumuz ne böyle? Biz neden hep yanlış insanlara güveniyoruz... Baksana, o bile bana yalan söyledi. Geçen diyordum ya okul grubunda bir konuşma var diye. Ya benimle sevgili olan adamı başkasıyla samimi olan fotoğraflarını atmışlar. Yılın çifti diye. Benimle nasıl böyle eğlenebilir? Ulaşılmazdım ve o bana ulaştı, buna izin verdim. İnan bana bunu yapana kadar ne dalavere çevirdim bir bilsen korumaların elinden, aklın şaşar. Ama bak görüyorsun... Anla, bunların ağzında aşk lafları pelesenk olmuş ama biri de adam gibi, hakkıyla sevmiyor birini. Orospu çocukları... Ay çok sinirledim, imdat diye çığlık atacağım şimdi." Birdenbire kendimi onu sakinleştirmeye çalışırken buldum. Ağlama krizine girmişti. o çocuk her kimse, gerçekten ona değer vermiş olmalıydı. O kişiyi görmeden nefret etmiştim. "Senin hatan değildi. Bazen, bazı ilişkilerde karşı taraf senin sevgini hak etmeyen taraftı. En azından gerçek yüzünü ve niyetini gördün," dedim ve saçlarını okşamaya devam ettim. "Daha dönülmez bir yol ayrımında sana bunu yapmış olsaydın, bu daha ağır olurdu." "Oldu olacak kadar ağır, sen merak etme. Görüştüğü kızda kaltağın teki bu arada. Habire hakkımda olaylar uyduruyor. Hayır insanların boşboğazlıklarına cevap vermiyorum diye ben niye havalı ve kendini beğenmiş oluyorum. Siz de az haset ve aklı başında olsanız, niye muhatap olmayayım sizinle dimi?" "Haklısın kuzum." Ondan sonrasında resmen hayatlarımızdan öylece çekip gitmek isteyenlere inat, bakım yaptık, pijamalarımızı giyindik, film izledik ve beraber uyuduk. İtiraf ediyorum ki bu çok iyi geldi. Ertesi gün okula gitmek zorunda kaldı. Benim için gitmeyecekti ancak sözde yakışıklı olan hocasının dönem sonu proje ödevlerinin konusunu dağıtacağını, bu yüzden de gitmek zorunda olduğundan bahsetti. Telaşlıydı, çünkü bir şekilde o çocukla karşılarsa içinde veremediği tepkilerin hıncı olacakmış, giderayak onu söylüyor, parmaklarını kütletiyordu. Birine şamar atmak isteyen yaramaz çocuklar gibi. Bu tepkisi komikti ancak şimdi onun gidişiyle bu evde yalnız olma fikri hiç hoşuma gitmemişti. Her ne olursa olsun, Taehyung bu evde olmadığında bu ev üzerime çökecek sahipsiz bir harabeye dönüşüyordu. Ama en azından, Jennie'nin kalabalık ve cıvıl cıvıl olan odasında ilgimi çekecek ve oyalanacak çok şeyim vardı. Gururumu bir kenara atarak Taehyung'u aramak istesem de yapmadım. Eminim, bana özgürsün demesine rağmen gitmiyor oluşumu anlayacak ve bu eve geri dönecekti. Geri dönmesini, gözlerimin içine baktığında yaşadığım duygularla bir karar alacaktım. Emin olacaktım. Ya bu adam sonum ya da sonsuzum olacaktı. Ve o burada yokken bunu kestirmek çok zordu işte. Oturduğum yerden kalkamadan, Jennie'nin çalışma masasının üzerinde duran eskiz defterini aldım. Renkli kalemler çok iç çekici olsa da kara kalemle uğraşmak daha çok güzel bir histi. Sararmış kağıtlara çizmeye çalıştığım neydi bilmiyordum ama, bir yakamoz altında omuz omuza çizdiğim bu iki insanı benzetmiştim, kendim ve ona. Ne kadar huzurlu ve sorunsuz görünüyordu. Yüreğim bunu yaparken, neredeyse yirmi yaşıma basacak olduğum zamanın içinde kendimi daha olgun düşünceler arasında bulmuş ve resmetmiştim. Peki o? Yirmi yedisine basacak bir adam için çok mu çöktürmüştüm omuzlarını. Ya da kendimi ona bir dayanak kıldığımdan mıdır belime uzanmış ve tıpkı o günkü gibi benimle sarılmak ve öylece durmak istediği zamanki gibi miydi bu çizdiklerim? Dile kolay, o bana içindeki savunmasız, en çaresiz ve en korktuğu halini göstermişti. Korktuğum adamın korkusu oluvermiştim. Ve o kâğıdı yine bilmeden, neden bu şekilde göz yaşı döktüğünün farkında olmadan ıslatırken görüntü bozuluyor diye sinir olmuş, parmaklarıma bulaşan kömür tozu yüzünden, silmeye çalıştığım yüzüm is içinde kalmıştı. Durulduğumda durumu fark ettim ve hemen elimi yüzümü yıkadım. O resmi de katlayıp cebime koydum. Bilmiyorum, bana fazlasıyla anlamlar ifade etmişlerdi. Jennie'nin bilgisayarından onu görmek isteyen gözlerimi tatmin edebilmek için arama motoruna ismini yazmış ve çıkan görsellere ve haber başlıklarına bakmıştım. Ama gördüklerimden ötürü ise sinir olup kapatmıştım. "Yüzyılın yaşayan en asi Deltası" veya "Bakışlarıyla insanların en çok çekindiği adam" veyahut "Tüm alt ırkı delirten Delta'nın bu kadar karizmatik olması, Tanrının her daim ona tanıdığı bir ayrıcalık mı?" sorusundan sonra nasıl da bu haberler başlık olur ve insanlar göklere çıkardıkları bu adamı bir anda yermeye başlayarak hakkında kötü şeyler söyleyebilirlerdi? Sanki yaşanan olaylar hakkında en ufak fikirleri varmış gibi. Bu o kadar sinir bozucuydu ki, Taehyung'un itibar diye bana sıraladığı cümlelerini egodan sanıyordum. Ama insanlar cidden de onu feci şekilde karalıyorlardı. "Herkesin çekindiği adamın bir omega tarafından alaşağı edilmesi, çok eğlenceli." Bu nasıl iğrençti böyle. "Delta'ların tek eşli olmaması dünyanın varoluşundan yana bilinen bir gerçek. Ama bizim Delta'mız sanırım iki eş sahibi birden olmak istedi ya da kardeşleri birbirinden ayırmak istemedi, karar sizin?" Bunun gibi bir sürü forumlar açılmıştı. İğrenç insanlar, bazıları konuya hakimmiş gibi yaşadıklarıma benzer olayları kurguya dökerek anlatmışlardı. Tek sevindiğim nokta, kim olduğumu bilmemeleriydi. Bu kafa yorduğum şeyleri Jennie'nin gelmesiyle ona anlattığımda şaşırmadı, zaten bildiğini söyledi. Tabi bilmeliydi. Burada dış dünyayla alakası olmayan tek kişiydim ben nasıl olsa. Buna alınacak veya gücenecek değildim, sadece beni durduk yere sinir eden bu olayı da bilmeyi istemezdim. Ama bilince de Taehyung'u bir kez daha derinlemesine düşünmek isteyen aklımı da toparlamak güç olmaya başladı bir kez daha, neredeydi ve ne yapıyordu, nasıl hissediyordu... vazgeçmek, taşıyamadığı bu yükten kurtulduğunu hissedebiliyor muydu artık? Yine dalgınlaştığımı ve bu ağır buhran düşüncelere daldığımı, Jennie'nin, "Sen beni dinlemiyor musun yoksa Jungkook?" diyerek sarsmasıyla kurtulabilmiştim. Hemen onu dinliyormuş gibi yaptım ve kaldığı konuşmasına uzun uzun devam etti. Olayları bazen uzatarak anlatması, sanırım onun git gide tatlı bir özelliğine dönüşüyordu. En azından bana daha olumlu şeylerden bahsettiği içindir. Dönem proje ödevinden bilhassa. Kesinlikle bahsedişinin bariz bir muhabbet açısından olmadığını güç de olsa lafın sonu gelmeden anlayabilmiştim. Çünkü çalışmasını bir omega erkek tarafından yapması gerektiğini, eğer bu dersi veremezse okulunun uzayacağından, defileye tasarımları gitmezse adının kötüye anılacağından, o kızın akademik başarısının altında asla kalamam... tarzı birçok cümleden sonra asıl isteğine gelmişti. "Biz yakın arkadaşız seninle Jungkook. Ve yakın arkadaşlar birbirleri için her şeyi yapmalı. Yani sende benim modelim olmalısın. Fiziğin dehşet ötesi zaten. Bırak da benim şahane parmaklarım senin üzerinde bir sanat yaratsın olur mu?" Aslında yapamayacağım bir şey değildi ve o da çok ikna edici yalvarırken, kabul ettim. En fazla ne olabilirdi ki? Çok fazla şey olacağı kesindi. Bu durumdan sonra o yapacağı tasarım çalışmalarına döndü ve internetten bunun için, özellikle benim gibi erkek omegalar için trend görünümlerini araştırmaya koyuldu. Kendi kendine çığlıklar atarken, izledim sadece onu. Aynı yaştaydık ama sanki öyle de değil gibi hissettim. O duygularını uç tepkilerde verebilirken, neden ben hep içimde bir burukluk, bir eksiklik hissederek devam etmek zorundaydım ki? Böyle düşünmek canımı sıktığından uyuyacağımı bahane ederek odama, Taehyung'un olmadığı o odaya tekrar çıktım. Ve sahiden de uyumayı başarmıştım. Sonraki bir hafta artık tahammülüm kalmamıştı. Taehyung gelmiyordu. Neden gelmiyordu? Oysa; Her parçamda, bir parçalayıcı parlak olarak da sen çıkıyordun karşıma Taehyung. Sönük yaldızların arasında ritimsiz bir melodi duyuyordum. Ben, kendimi hapsettiğim o pencereden dışarıya bakıyordum. Bir anda kendimi hiç gelmeyecek bir adamı bekliyor olduğumun farkındalığını yaşıyordum. Sönük zamanlar, ağır ve uyuşturucu bir hisle kavursa da içimi dimdiktim. Meğerse insanın içine işlenen bu illet her ne ise, çok vahim ve çok kahrediciydi. Uyuşuyordunuz. Siz kendi içindeki duygulara bile uyuşuk kalıyordunuz. Ben ise kendimi tamamen çaresiz hissetmeye başladım. Kendime verdiğim iyi niyetlerce bozulmuş tesellilerimin sonuna gelmiştim. Kalbimde bastıramadığım ve zaten bilinmezlikle bezeli bu ıstıraptan ötürü dayanamamış, birinden yardım ister olmuştum. Çünkü Jennie abisinin bir iş için eve gelmediğini düşünüyordu. Bazen böyle olduğu için. Ama gerçeği ben ona açıklayacaktım. Elimde onun bana son bıraktığı kâğıdın izleriyle üstelik. Odasının kapısını çalarak içeriye girdiğimde, yatağında uzanmış bir kitap okuyordu. "Jennie..." diye çaresizce seslenince, hemen kitabını bir kenara bıraktı. Endişeli görünerek ayağa kalkarken, zaten ona gitmek isteyen adımlarımı odanın ortasında buluşturdu. Yüzümü incelerken, eliyle alnımı yokladı. Sanırım hastalandım sanıyordu. Belki biraz ağlamış olacağımdan yanaklarım kızarmış ve gözlerim şişmiş olabilirlerdi. "İyi misin Jungkook, zaten aklım sendeydi. Ama biraz yalnız kalmaya ihtiyacın varmış gibi görünüyordun bugün. Ondan dolayı rahatsız etmek istemedim seni." Diye kendisini açıklarken derin bir iç çektim. Dürüstçe söyledim. "Ben çok kötüyüm... o gitti, tamamen." Diyordum, sahiden de ateşi çıkmış ve sayıklamışım gibi. Anlamayan gözleriyle, "Kim gitti?" diye sorarken, sarıldım ona. Kafamı omuzuna saklarken, onun sürekli ettiği imaları geri çevirdiğimden, şimdi mağlup olmuş bir halde edeceğim itiraflar, yüzümün daha çok kızarmasına sebep oluyordu. Öyle ki adını söylerken fısıldıyordum. "Taehyung," "Bir saniye, ben düz kontak bir kızım. Abim hep bir yere gider? Ne alaka şimdi?" İlla yüzümü görmek istiyordu. Çünkü kafamı bedeninden uzaklaştırarak yüzüme bakıyor, sorguluyordu. Kaçmak mümkün değildi o saatten sonra. "Hayır beni anlamıyorsun. Beni bıraktı." "Pardon?" "Beni bıraktı." Dedim, şok içinde kalmış ona gerçeği alenen sunarken. "Bana veda mektubu yazmış. Özgürsün demiş. Artık ona tutsak olmadığımı yazmış. Ama ben gitmedim ve gitmediğimi çok iyi bilmesine rağmen, onu beklediğimi anlamasına rağmen gelmiyor... Gerçekten de vazgeçti mi benden? Ben boşu boşuna mı acı çekiyorum onun için?" Bu durum o kadar ilgisini ve tepkisini çekmişti ki, dudaklarını ısırıyor ve geriliyordu. "Bende bakabilir miyim yazdıklarına?" derken çekingendi. Göstermeyeceğimi düşünüyordu. Evet başta bu fikre sahiptim ama bir arkadaşımın da bu durum hakkında yorum yapmasına da çok ihtiyacım vardı benim. "Burada," diyerek onu cebimden çıkarak uzattım. Elimden alarak dikkatli bir şekilde okumaya başladı. Ama yüzü şekilden şekle gidiyor, "Okuyorum... hım... bak sen," diyerek kafa sallıyordu. Bitirdiğinde, halen dudaklarını eğmiş ve gözlerini kısmıştı. "Ne oldu?" diyerek anormal duran tepkisini sorguluyordum. Oysa o gülüyordu. "Abime bak sen, ne güzel de ağzı laf yapıyor. Bize gelince astım kestim, âşık olunca da şair." Bu beni de güldürmüştü. En azından kız kardeşinin onun için bu şekilde bir tepki vermesi çok komik bir durumdu. Ama cidden de o okurken, ezberlemiş olduğum cümleler de yüreğimden akıp gitmişti bir kez daha. "Hiç güleceğim yoktu." Diyerek gülüyor ve iç çekiyordum. "Gülmüyorsun zaten, bir yandan da ağlıyorsun." Dediğinde ise elimi yüzüme attım, sahiden de ağlıyordum da. Tüm dengem bozulmuştu. "Ben farkında değilim," dedim durumun garipliğiyle. Yüzümü hızlıca silip burnumu çektim. Artık gülemiyordum. "Her şey çok üst üste geliyor ve ben, benim için mantıklı ve doğru olanı bulamayacak kadar kör, aptal, çaresiz hissediyorum Jennie. Bu yüzden sana geldim. Her gün deli gibi onun gelmesini istiyorum. Ondan korktuğumu düşündüğü için uzaklaştı benden. Ama ben, ben onun benden uzaklaşmasını istemiyordum. Onu reddetmedim ama onaylamadım da. Tek istediğim bir zamandı. Fakat hayatımızda olan aksiliklerden ötürü de bir türlü tam bir sağlıklı iletişimimiz de olmadı hiç. Çok karışığım ve durmaksızın onu düşünüyorum sadece. Ona sarılmalıydım... Bana öyle bakarken, senden korkmuyorum diyebilmeliydim. Bilmiyorum işte. Diyecek çok şey var ve yüreğime batan her ne ise, sürekli onu düşünüyorum. Bana neler oluyor böyle?" "Afiyet bal şeker olsun canım," diyerek yanaklarımı mıcırdı. "Âşık olmuşsun." "Sanmıyorum," dediğimde katiyen buna karşı çıktı. "Daha önce biriyle ilişkin olmadığını ve kimseyi sevmediğini söyledin. Sizin ne tanışmanız ne de yaşadıklarınız, normal insanların yaşayacağı türden şeyler değil. Tabi aşkınız da epey garip. Acı çekmeye bayılıyorsunuz galiba. Ben olsam, bu kafa karışıklığını bu dört duvar arasında yaşayacağıma, asıl bir korkak gibi deliğine sığınan o kurdun peşine düşerdim. Sen niye boş yere acı çekiyorsun ve korkuyorsun? En fazla daha ne olabilir Jungkook? Bence hemen abime git ve onun yüzüne ne kadar korkak olduğunu, bu denli seviyorken nasıl kendini bana sevdirmen gerekiyorken vazgeçip kaçarsın, senin aşkın bu mu? Diye hesap sormalı, k-drama konusunda nam salmış bu ülkeyi onurlandırmalısın aşkım." Beni öylesine büyük bir havaya sokmuştu ki, kendimi, "Ben onun nerede olduğunu nasıl bulacağım ki?" diye sorarken bulmuştum. Fakat o kendisinden bir hayli emin görünerek, "O iş bende, Choi hyung var ya... o, onun hakkında her şeyi bilir. Şu anda abimin de nerede olduğunu çok iyi biliyor. Bana da çocukken çok aşıktı, abim bunu dövdükten sonra sevmedi bir daha beni. Ama illaki bir hatırımız vardır. Ona söyleyeceğim ve seni onun yanına götürmesini isteyeceğim," dedi ve aslında söylediklerinin beni nasıl bir şoka soktuğundan habersizdi. Çünkü kendinden emindi. Hemen odasının dolabından bana beyaz bir kazak çıkardı ve giymemi söyledi. "Senin masumiyetine çok yakışıyor, altındaki pantolonda iyi," diyor ve sanki şu anda derdim buymuş gibi telaş ederek, üzerime uzun krem renginde kendi paltosunu giydiriyordu. "Dudakların önemli şimdi, abim orayı sömürmeden önce biraz nemlendirelim de kuruyup çatlamasınlar dimi ama," diyor, ben bunun düşüncesiyle bile kasılıyordum. Oysa daha onun yanına gideceğim bile kesin değildi. Jennie'ye ayak uydurdum. Zaten bundan başka ne yapabilirdim ki? İçimde sadece onu görecek olmanın heyecanı ve ihtiyacı vardı. Beni ne zaman bu kadar kendine bağladı ve ben onu görmek için kendimden vazgeçtim, hiçbir fikrim yoktu. Sadece kapı eşiğinde bekliyor, Jennie'nin bahçeye çıkıp Choi ile konuşmasını izliyordum uzaktan. Bir ara ikisinin bakışları bana döndü ve bu fena şekilde beni utandırdı. Keşke meraklanıp kapı arasından onları izlemeye çalışmasaydım dedim içimden, ama artık çok geçti. Jennie sırıtarak beni yanlarına çağırıyordu. Gerçekten de onu ikna etmişti. Ve ben delirmiş hissediyordum bunu yaptığım için. Delilik değil, duygular bir sınır tanımıyordu halbuki. Öncesinde irice atılmış adımlarım, ben o evin dış kapısını görene kadar ağırlaştı. Günün karanlığı ilk kez güzeldi. Yüzümdeki olağanca ortaya çıkmak isteyen her türlü duygu ve düşüncelerimi, kapının dışında kalan korumalardan az çok gizliyordu. Sırtımda onca duygu yağmuru, dilimde bir kötürümlük, gözlerimde ise bir aitlik vardı. Ait olduğumu görmeye, onu dillendirmeye, sarılarak duygularımı tamamlamaya ihtiyacım vardı. Bunu, onu gördüğüm anda yapabilecek cesaretimin olmasını diliyordum. Bu nedenle ben, beni onun sığındığı mabedin içinde kucaklayan bahçenin içinden geçerken etraftaki güller ne de zıt duruyordu onun gibi adama ama ne de çok oydu, kendisini çirkin bir adamın dünyasına benzeterek sarıp sarmalarken. Bana o değerlisinden bir parça ardında bırakırken, ne düşünüyordu? Ben ne yapıyordum? Şimdi ben, bana gelmeyi kaç kez denemiş bu adamın vazgeçmiş gözlerine umut olmaya geliyordum. Çünkü anladım, benim duygularımın bir adı vardı ve ben onu seslendirmesem de o yok olmuyordu. Öyle ki bana nefes almam gerektiğini hatırlatıyordu. Aşk birdenbire, dayanılmaz bir acı gibi bütün varlığımı yakıyordu. Gökyüzünde seherin solmuş gümüşi renkleri, yeryüzünde altın renkli bir akşam, güllerden bir cümle, kuşların ahengiyle alkışlanan ilk aşk öpücüğü ebedi olmaya layık değil midir? Çünkü ben o kapıyı çalarken ve dakikalar sonra o kapı açılırken, ben onu öpmek istemiyor muydum? Çünkü ikimizde titreyerek bakıyorduk birbirimize. O ise daha vahim bir haldeydi. Bir hafta içinde çökmüştü. Eğer Tanrı şahidim olsun ki, sönük bakışları beni bulduğu anda cam gibi parlamaya başlamasaydı, ağlardım. Onu bu hale dönüşmesine sebep olduğum için. Ama ilk kez, daha cesur oldum ve içimden geleni utanmayarak yapacağım diye yüreklendirdim kendimi. Fakat ölüyordum, kalbimin sesi ağzımın içinde atıyor, uyuşuyordum. Gözlerimin önü karıncalanıyordu. Yine de tek seçebildiğim, o derin mavi ölü gözleriydi. Adım adım yaklaştım ve o daha çok dayanmaya çalıştı, halen tutmaya çalıştığı kapıya. Tam karşısındaydım. Seraba tutulmuş bana bakıyordu. Varlığımın gerçek olup olmadığını anlamak için gözlerini kırpıştırarak nazikçe yanağımı okşuyordu. O sıcak parmaklarına doğru yatırmak istedim kendimi. "Hayallerin artık daha canlılar," dedi sessizce. Gülümsedim. Gamzeme dokundu. Öpmek için kıvrılmak isteyen dudaklarını ısırdı. "Tüm her şeyden vazgeçmek kolayken, şu gamzelerin beni sürekli seni düşünmeye itiyor. Bari hayallerimde kendini bana bu kadar bağlama." Daha da gülümsedim ve parmak uçlarımda yükseldim. Dudağının üzerine hafif bir öpücük kondurdum. Korkusuzca gözlerinin içine bakarak kendimi geriye çektim. "Arık rüyalarda ve hayaller de olmak istemiyorum Taehyung. Ben iyileşmek, seninle iyileşmek istiyorum." Kaşlarını çatarak kafasını uzaklaştırdı. Sertçe yutkundu. Şaşkındı. Ona sarıldığım da daha çok şaşırdı. Bende şaşkındım ama kurdum bazı yapmaktan çekindiğim şeylerin cesaretini tüm coşkusuyla veriyorken, kayıtsız kalamıyordum. Ben ona sarılınca tamam hissediyorsam, bunun için kimi yargılayabilirdim? Ben bu içimde yer eden duygular için artık ne yapabilirdim? Kafamı kaldırdığımda, bana sıkıca sarılmış bu adamın dudakları dudaklarımın arasını şaşkınlıkla öperken, kavuştuk mu yoksa ikimizde bir düş sanrısının altında mantıklarımızı silkeleyerek mi öpüyorduk birbirimizi bile bilmezken, günlerin mutsuzluğu toz olup gitmişti aklımdan. Ve o öptükçe, öpüşünde karşılık buluyorken ve bununla gülümsüyorken, fısıldıyorken, aklımı kaybetmeye bu denli hazır olmam normal miydi? "Dünya var oldukça sürecek olan bir tek öpücük, senin, her zaman senin..."
Bölümün sonu. İçime oturmadı bölümler ama bence şu kıskançlık olayının nerden geldiği de anlaşıldı bence. Ayrıca, diğer bölüm yazdığınız soft sahnelerin çoğunu yazacağım... da, bu sahneden sonra ne yazılır, siz deyin bana önce :D Ben Nicotesy, yeni yılınız kutlu olsun.
|
0% |