@nicotesy
|
Selam ballar ben geldim... :) uzatmadan bölüme atayım sizi, kararsız bir şekilde yazdım. Umarım yine de seversiniz, ayrıca... neyse. Hadi size iyi okumalar, bu bölüme de az yorum yaparsanız, yemin ederim sizden çok pis intikam alırım :D ... "Sevgiden caydığım yerde darıl bana." ... Bölüm 41: Dün, bugün, yarın. Umut eder bir yara, bu son değil bir başlangıç, biliyorum. "Dünya var oldukça sürecek olan bir tek öpücük, senin, her zaman senin..." Ani duygusal oluşum, sıcaklığın bedenimde onun tarafından derin bir hissi yaratırken o bileğimden kavradığı parmaklarını kaydırarak ellerimizi birbirine kenetlemişti. O birleşik ele bakmak için başımı biraz çevirip kaldırdığımda, dudağımın kenarında aynı benimki gibi küçük bir öpücük bırakmıştı. Dudaklarından taşan öpücüklerini yüzümün ayalarında iç çekerek bastırıyor ve beni mahvediyordu. Eğer o dudaklar bana böyle dokunmaya devam etmeseydi ben bilemeyecektim de bundan aslında ne kadar hoşlandığımı. Ben bu kadar sıcak hissederken, "Neden gelmedin," dedim sessizce. Ama yüreğim öğütülüyordu o vakitte. Dudaklarıyla talan ettiği masum öpücüklerinin ardından beni parmak uçlarımda yükseltecek kadar derin olan o birkaç öpücüklerinden sonra. "Cesaretimi kaybettim," dedi aynı derin ve uslulukla. Gözleri halen kapalı duruyordu. Başını eğerek boynuma yaslanırken, ıslandıklarını düşünüyordum. Ağlıyor muydu? Nasıl? "Belki de gidecektin ve sadece benim gelmemi bekliyorsun sanıyordum. Aslında çok şey olup bitiyordu. Benden korktuğunu o kadar çok düşündüm ki, gidecek bir yerin olmadığından bana sığınıyorsun sanıyordum. Jungkook... Gitmeyecek ve hep kalacak mısın benimle?" dedi ve yüreğimin içine bakmayan isteyen ölü mavi derinlikleri, bir okyanus kadar yalnız görünüyordu. Narin parlak derinlerinden bana değen taneleri inciler gibi pırıl pırıldı ve ben çok çaresizdim bu adamın bu hali karşısında. "Beni sevebilecek misin, korkmadan? Cevap ver omegam, çünkü şimdi öptüğüm bu dudakların sarhoşluğundan ötürü aklımı kaçırmaktan korkuyorum. Gerçekten sarhoş olduğumu ve sabah uyandığımda senin yine yanı başımda göremeyeceğim gerçeğinden ötürü acı çekiyor olacağım yeniden." Sertçe yutkundum. Sözleri o kadar açıklardı ki ona nasıl bir cevap vereceğimi bile bilemedim. Sadece elimi kaldırdım. Az önce bana yaptığı gibi yanaklarına bıraktım. Sıcak teni avuçlarımdaki soğuk kar tanelerini tek tek erimesini sağlıyorlardı. Dudaklarım bu hissi öylesine sevmişlerdi ki, göz bebeklerim titriyordu bu adamın her iki gözü arasında mekik dokurken. Kabullenmek böyle bir şey miydi? Bilhassa o avuç arasına başını yaslayıp, eğilmiş başıyla kirpiklerinin altından bana masum bir çocuk gibi bakarken, ona sunduğum sevgiye muhtaçlığından hafifçe mırıldanıyordu. "Seni bırakmaya gelmedim Taehyung," dedim küçük harflerle. "Ben, ben içimde sana karşı büyüyen bu duyguyu peşlemeye geldim. Ve ilk kez, bunun doğru veya yanlış olduğunu düşünmek istemedim. Çünkü her ne kadar kopmuş bir bağ olsa da benim kurdum halen senin kurduna bağlı. Seviyor seni. Seni sen yapan her şeyiyle." Gözlerini açıp kapattı. Dudakları çatallı dilini hafifçe gösterirken gözlerimi gözlerinden ayırmamaya çalışıyordum. "Ya sen, omegaya sahip olan sen de beni en az onun kadar sevebiliyor musun?" diye sorunca, nefesim tekledi. Bu soruya bu kadar hızlı cevap veremedim. Sessizliği takip ettik aramızda. En sonunda, "Belki onun kadar divane değil, belki onun kadar körü körüne değil, belki hiçbir zaman onun kadar değil... Ama ben bu duygular içinde savaşırken, zamanın içinde körleşerek bir divane olmak üzereyim. Yapmam dediğim şeyi yapıyorum, söyleyemiyorum, ama sen beni gözlerimden ve" diyerek uzandım, tam sus çizgisine hafif bir öpücük bıraktım. "Seni bu denli saf hislerle öptüğümde nasıl mahvolduğumu görerek de anla istiyorum." "Ben çok bir bencil bir adamım değil mi Jungkook?" diye sorunca, afalladım. Sanki ona olan bu şekil seslenişimi duymuş gibi. Kaşlarım huysuzca çatıldı. "Kendimi öyle düşünüyorum ki, senin aslında kendi içinde yaşaman gereken duygu geçişlerine bile izin vermedim. Bir aşka tutuldum ve ardından hemen peşimden gel istedim. Buna hakkım yokken bile. Özür dilerim bunun için," acı içinde bunları diyerek kendini avuçlarımın arasından sıyırdığında, arkasını dönerek içeriye girerken adımları sendeler gibiydi. Bir anda girdiği o ruh halini anlayamayarak arkasından baktım. Çok kızmıştım. Tam olarak dengemi bozduktan sonra arkasını dönerek gitmesine çok bozulmuş ve biraz sinir olmuştum. Ardından ilerlerken, onunla birazdan kavgaya tutuşacakmışım gibi hissediyordum. Onun adımları salonu bulduğunda, yerde yuvarlanmış şişeler, masanın üzerinde bitmiş saymaktan üşeneceğim kadar sigara paketleri vardı. Aslında onun yarım bıraktığı içki bardağına bakarken, ki öperken tadına karışan tarçın ve biraz ekşi aromayı düşününce, sarhoş olmasına rağmen halen denge sahibiydi. İnce ve biçimli parmakları saçlarının arasından kayıp giderken, "Taehyung," diye seslendim ve bana dönmesini bekledim. Derin bir nefes aldı dönerken. Gözlerinin içi karanlıktı bana bakarlarken, sertçe yutkunurken. "Bilmiyorum ama az öncesinde, bir konuşma yapıyorduk." Dedim ama yanaklarım halen çok sıcaktı. Özellikle konuşmanın üzerimde bıraktığı bedenin ağırlığı o yerleri böylesine tatlı tatlı karıncalandırırken. "Ve sen öylece arkanı dönüp gittin. Bunun için ne düşünmem gerekiyor benim?" dedim, ama sesimin çatlaması duygularımın alabora oluşunu ele vermişti. Dudaklarını ısırdı. Tereddüt ediyordu. "Jungkook... sana bu kadar yakın olmak ve her defasında daha ileriye gitmeye çalışmadan kendimi durmanın ne kadar zor olduğunun farkında mısın? Aylardır, aylardır içimde biriken bir arzu var. Tek dokunabildiğim sensin, tek dokunmak istediğimde. Ben kendimi o anda durduramayacağımı hissettim. Bu yüzden uzaklaştım. Pişman olacağın bir şey olsun istemedim." İçim kıpır kıpır olmasının sebebi neydi böyle? Arzulanıyor olmaktı. Birinin bana bu denli her anlamda muhtaç olduğunu hissettirmesi miydi? Neydi bu böyle? Karnımın içe çekildiği bir andı ve ben, hızlanan nefesimle, uyuşmuş bedenimle zaten gözlerimin içinde ondan dolayı büyüyen bir arzu varken ve emin olduğum duygunun dudakları tarafından zaaf dolu hissederken, teslimiyet içindeydim. Sönemediğim bu yangın için. "Pişman olacağımı sana düşündürten ne Taehyung?" dedim, bu vakur sesin benden çıktığına kendim bile inanamazken, ona çekiliyordum. Yemin ederim, ben hiçbir ten için dokunurken dehşet içinde hissetmemiştim. Hem acıtıyor hem de acısını alıyordu. Artık kararsızlığı bırakmak ve bu ayrı zamanların bana yaşattığı duygulardan muaf olmak istiyordum. Bu nedenle adım adım tam karşısına geçiyordum. Onun ise gözleri kısılıyor ve dik tutmaya çalıştığı başı benim hizama yine de çaresizce eğiliyorlardı. Bu bakışlar altında kendimi kesinlikle gerçek bir omega gibi hissediyordum. Deltasını hükmü altına alacak kadar parıldayan bir omega. Bunun verdiği enerjiyle dudaklarımı sıyırdım dilimle. Kuruyorlardı çünkü. Cesaretsiz olduklarından dolayı perçinliyordum da belki. "Sana geldim ben, tamamen seninle olmak istediğim için. Şimdi de tam karşındayım. Öpüyorum, ben seni öpüyorum... Bir tek arzuya yenik düşen sen değilsin. Bir tek kendisini baskılayan ve hataya düşmek isteyen sen değilsin. Ben de varım. Açığım. Sana karşı kalbimi yakacak bir duygu taşıyorum ben." Bana halen o kararsız gözlerle bakıyordu. Şimdi ondan adım adım uzaklaşan bendim. Öylesine güçsüzdüm ki, yüzüne bakmak istemiyordum bunca kurduğum açık seçik sözlerimden sonra. Sadece bu kadar kolay olmamalıydı bazı şeyler ancak yeterince zor şeyler yaşamamış mıydım? Onun için hissediyor olduklarım, gözünde bu kadar değersiz ucuz görünmemeliydi. Güvenmeyişi, onur kırıcıydı. Sözlerime güvenmeyişi ve tereddüt edişi, incitiyordu her ne kadar beni incitmemek için yapıyor olduğunu söylese de. Bir şey beklemiyordum da aslında. Olumsuz bir cevap vermesi daha kötü olurdu benim için. Çünkü yine konu benim ondan sakındığım gözlerime gelebilirlerdi. Belki çok daha kötüsünü de yapabilirdi, bunca zamanın saklanmış niyetlerinden sonra birdenbire kendimi bu şekil açıkladım diye. Ama dürüsttüm. Yalan söylemedim. En büyük hatam ona en başında bazı gerçeklerimi, sırrımı söylememiş olmamdı. Onun haricinde bende hep dürüsttüm ona karşı. Lakin bir büyünün, mor çenginin içinde dünyam kararıp gün açtırırken o bendeki birçok şeyi unutturmuştu. En azından hatırlamak istemeyeceğim şeylere dönüşmesini sağlamıştı. O çok kısa bir sürede beni kendisine çok fena kaptırmıştı. Çok yeni, çok yanlış bir zamanın içinde bana bu kalp çarpıntısını vermişti. Şimdi de bu korkaklığı çok can sıkıcıydı. Beni özgür bıraktıktan sonra sahiplenmeyişi çok can sıkıcıydı. İncitiyordu. O kalbin ağrısı çok fenaydı. Yıkılmamış bedenim, belki de bu karanlık sessizlikten ötürü çığlık atmak istiyordu. Birçok şeyi yapmak istediği kesindi. Bunlardan biri de geldiğim gibi buradan gitme düşüncesi. Belki de tamamen çıkıp gitmeliydim. Tam gidecek hamlelerim geldiğim yöne doğru ilerken, bu sefer köşeye sinmiş bedenime sıkıca sarılan oydu. Zordu gözlerimi kapatıp bu âna teslim olmamak. Çok kolaydı, yaraları olduğunu bildiğim bu adama bir sargı olmamak. Kalbin bir yapbozu var ise o tam olarak oydu eksik kalmış olan. Bu sarılış ile bana yaptığını yaparak itmek istiyordum onu. Ama güçsüzdüm. Ben çok güçsüzdüm. Çünkü bedenimi onun arasında sahipli, küçücük ve güvende hissediyordum. Sanki hep bu şekilde arkamdan sarılsa hiçbir kötülük üzerimizden akıp gitmeyecekmiş gibi. Çünkü ilk sarıldığı anda gözlerimi kapatmıştım. Belime sarılan ellerin üzerine ellerimi bırakmış, öylece dokunmuştum. O süs ile biçimli duran burnu hemen ensemin üzerinden yükselerek saç diplerine kayarken, o iki etten olma dudaklarının payı ensemde titreyerek nefesini oradan döküyordu. Hasretine bilenmiş tenim o vakit unutuyordu her şeyi. En başında bunu isterken, gamsız kalbimi işte böylesine birden yoldan çıkarıyordu. "Özür dilerim," diyordu. Öylece dudaklarını bastırmadan hissediyordum uyuşuk tanelerin yorgun kabuklarını. "Jungkook ben kaybetmeye alışkın bir adamım. Korkağım... çaresizim. Ben kalbi sadece yalanlara çevrilip büyütülmüş bir adamım." Dudaklarını bastırdığında zordu o üzerimdeki ellerini sıkmamak. Çünkü bir anda güçsüzleşmiş sesi öylesine naifti ki, solup gitmiştim. Ben bitmiştim. "Bu adamın sığıntı yaptığı kalbinde sen çok fazlasın. Bu yüzden beni kendine çeken gözlerin bir başkasına beni sevdiğinden emin olmadan kayıp giderse diye, ben deliririm. Günyüzü'm, ben yine ölürüm. İnan bana senin için ölmekten çekinmem. Ama böyle de havada asılı kalmış cümlelerle kıyamıyorum dokunmaya sana." "Ben yine ölürüm..." dedi tekrardan derin bir nefes alarak boynumdan kokumu dudaklarının arasına hapsederken. "Senin öldüğün yerde ben zaten bir ölüyüm. Şimdi ise yaşamak istiyorum seni, eğer rızan varsa... ben sana bu gece doymak istiyorum. Tüm özlememi ve sevgimi izin ver, dudaklarımla anlatayım." Daha fazla sarılmıştı. Söz duymamış aklının onu tedirgin ettiği belliydi. Az önce kaskatı olmuş o beden, soğukluğunu hissettirmişken şimdi üşümüş her bir uzvumu ısıtabilmek için bir can havliyle canıma karıştırmaya çalışıyordu. "Yaşamama izin verecek misin, dudaklarının altında beni her daim yaşatacağının sözünü verir misin bana?" Demiştim derin bir solukla, soluksuzluğumla. Aklımın tüm şalterleri halatını gerdiğim boğazımda düğüm oldu. Acımı unuttum. Her şeyi unuttum. O sessiz feryadın istediği o istek oldum. "Bana güvenecek misin, beni sevdiğini söylerken böyle korkaklık yapmaya devam edecek misin?" Dedim, sızlayan genzimle. "Benim için daha çok çabalayacak mısın? Yaşadığımız onca kötü badireleri tek bir yudum nefeste unutturabilecek misin? Sen Deltan ve kendini benim için de olsa, iyileştirecek misin?" Çünkü buydu ilişkinin en temeli, en kutsalı. Bu olmadığı vakti, aşkın bittiği yerdir. Biz daha en başındaydık. Yola adımı attığımız ilk adımdaydık. Ben ise onun her daim sözüne sadık biri olduğunu düşündüğümden, çabasını görmek istiyordum. Yapacağı fedakarlığı da öyle. Ama sustu. Derin bir sessizlikle yitip gitti sanki oracıkta. Nefesi yavaşladı. Bir an için vermeyi bıraktı. "Güvenmek... Ben daha öncesinde birine hiç güvenmedim Jungkook. Ben bu sözün altından kalkamam. Ben sana bunun garantisini veremem." Ama güvenmişti. Belki de bu söyleyişi, ondan çok korktuğumu sandığı gün örselenmişti. Çünkü o bana en büyük sırrını vermişti bir zamanlar. Ağlayarak bana teslim olmuştu. Bana sarılmış, tüm içten gelen kalbinin saflığı ile yaralarını sarmama izin vermişti. O en güvendiği kişiler tarafından ihanete uğramışken, elbette güvenmek onun için çok zor olmalıydı. Bu yüzden bencil olamazdım. Onu zorlayamazdım. Onu taşıyamayacağı bir yüke sokamazdım. Ama ona bunu öğretebilirdim. Bu nedenle ellerini tutup, belimden çektim. Çok zordu bunu yapmak ama yapabilirdim. Gücüm yoktu, ama onunla iken güçlüymüşüm gibi davranabilirdim. Biz beraber çoğu şeyi atlatabilirdik. Kalp bir şeyi istediği vakit, onunla mücadele edecek her şeyi her zaman önüne sunabilirdi. Ben ise kendi içimde savaştığım bu savaştan çok yorgun düşmüştüm. Kendim için bir şeyler yapamamaktan çok yorgun düşmüştüm. Şimdi gücü onun sırtından alıyorken, ben kalbimin bana fısıldadığı yolu takip etmek istiyordum. Bunun verdiği o güçle, bu düşüncenin o yarattığı takat ile ayrıldığım kollarımdan ona doğru döndüm. Bana bakan gözleri çaresizlikle çapak tutmuş gibilerdi, kızarık duran gözlerinden birçok çaresizlik geçmişti. Bunu hissettirmişti. Ben kırgın Taehyung'u iliklerime kadar hissetmiştim. O kırgınlığı çekip almak için, tam gözlerinin içine baktım. Korkmadan, gözlerimi kırpmadan yorgun gözlerimle izledim. Kurumuş dudaklarımı bin bir güçle ayırıp bıraktım. Öylece yanlarında salınmış sağ eline uzanarak onu avuç içlerime aldım. Öyle ilgiyle bakıyordu ki, bu hali o engebeli yolda bir tek yolu benmişim gibiydi. Bir başka yöne kayarsa bakışları kaybolacak gibiymiş gibi. Ya da bilmiyorum, ben öyle hissettiğim için öyle düşünüyorumdur. Bundan mütevellit dudaklarım kıvrılarak, ellerimin arasında sakladığım elinin avucunu açmış bir küçük buse kondurmuştum. O ellerin üzerimden çekilmesini istemiyordum. Çünkü ben ilk defa bir insanın bana verdiği o duygudan ötürü sarhoş hissediyordum. Bu hissin avucumda tuttuğum elle daha çok büyümesini istiyordum. Bu ölümü hissettiğim son günlerde o bir yaşam ağacı gibiydi. Ve ben o ağacın altında, bıraktığı o gölgesi sayesinde, bıraktığı o yangın yeri ile yine de onun sayesinde korunmak istiyordum. Ben ona sığınmak istiyordum. "Buna gücüm yeter mi, bilmiyorum. Ama ben, ben sana güvenmeyi öğretmek istiyorum Taehyung. Peki bunun için izin verir misin? En azından bu yükün altına girer misin? Benim için." Gözleri dolmuştu. Ben kahrolmuştum. Nasıl bir adamın göz haznesinde oluşan o su birikintisi, kendi göğsümde birikerek beni boğabilirdi ki. O nasıl bir adamdı ki, beni her bir hareketi ile ondan tarafa bir hiçe dönüştürebilirdi. İşte yüreğimin kaldıramadığı nokta buydu. O avcumdaki elini sıkıca tutup, kendi göğsüne bir hızla çekerken tüm bedenimi sarmış ve onu sarmalamıştı, sanki boğulduğumu hissederek yapmıştı bunu. Mabedin kendisi bedeniydi oysaki. Ben o bedenin çizgilerinde güvedeydim. Ben o kara aklar tutmuş saçlarının renginde, hasret kalınan o cennetin içindeydim. Eksik kalanım oymuş gibi feromları dolanırken, ruhumu ele geçiriyordu bu yoğunluk. O cennet ki; "Senin için her şeye dayanabilirim. Çünkü ilk defa, ilk defa biri benim için çabalıyor. İlk defa biri benim için yaralarımı kalbiyle sarmaya çalışıyor. Ben ilk defa birinin beni yakacağını bildiğim o ateşe bile isteye teslim olmak istiyorum. Omegam, yemin ederim senin yokluğunun o ilk anında ben zaten ölüyordum. Benim en büyük korkum, o gözündeki o yer edinen bakışın bir gün solması. Kalbini kırarsam şayet, benden nefret edişin olur gerçek sonum. Benden nefret etme. Sadece benden nefret etme. Olur mu?" demiş, ona karşı tüm oluru olacak saf duygularını önüme sermişti. Bu yüzden kollarından ayrılmayarak başımı hafifçe kaldırarak yüzüne yaklaştım. İkimizden de o en savunmasız nefesler dökülüyorken, "Senden asla nefret etmeyeceğim. Ben sadece seni seveceğim," demiştim tüm dürüstlüğümle. O dürüstlük canıma diş olup, öylece kondu dudaklarının üstüne. O kızarmış dudaklarından yanıp kül olmak için. O küllerden tekrar bir ateş olup yanmak için. Bilhassa o dokunuşuma yumuşak bir kavrayış sunduğu vakit, o küçük yara dudağımda bir yası soldurdu. Ardından, çoğaldı öpücüklerin derin anlamları. Bu masum değildi. Bu hırçın bir öpücüktü. Böyle had bildiren. Nefesimi benden kesecek türdendi. Islak olan her bir yanıma ondan kayma bir ıslaklık bırakarak evirip çeviriyordu dudaklarımın üzerinden. Bir can havla oluşuyor, baskın dudaklarına yetişmek için çabayı kendimde hak görerek bir karşılık sunmaya çalışıyordum ve bunu yaptığından beni kendimden geçirdiğini görmemesi de gerekirdi. Ama o, beni canıma can katan nefesten mahrum bırakıyor olmasından ötürü o tutkudan geriye çektim. Bir dilin savaşı olmamıştı. Keza o birbirine yapışan dudaklarımı yemek ister gibi kendi dudaklarının arasına alarak emip, bıraktı. Sızlıyordu. Dişin değmediği ama onun tarafından üst üste yedirdiği çekiştirmelerden ötürü kan toplamış gibi hissediyordum. Oraya dokunarak kızgın külün değdiği yere el değmek istiyordum işte. Kendime gelmiş değildim. Ama o, fazla dinç duruyordu ve sakinleşmem için bekliyordu. Beklediği yerde benim gördüğüm ise benden ötürü şiş kalan dudaklarıydı. Tek bir kusurun bulunmadığı o dudaklar birbirinin üzerine yapışarak, kızararak duruyordu öylece. Utanmadı dudaklarının üzerini diliyle sıyırırken. Eğildi ve o narin bedenin ölmüş hücrelerine ayıp olmasın diye bir toprak atmaya niyetlenmiş olacak ki, küçük küçük buseler kondurdu. Burnunu sürttü. Kulak kenarımdan başlayarak çenemin altına kayan uzun öpücükler bırakarak yukarıya doğru sürttü dudaklarını. Sağ gözünde tuttuğum dudaklarının o hafif baskısını alıp, bir diğer bıraktığım öksüz gözlere çevirdim. Yara kalmış, çocukluğunun anı kalmış yere bıraktım kendimi. Orayı öptüğümde, derin nefesi sol yanağımdan süzülüp geçti. Geçtiği yerden hislenerek, yanaklarının üstüne birçok kuru öpücükler bıraktım. Yüzünde kirli düşündüğü tüm ifadelerini yok etmek, kendimce saf niyetle öptüğüm yerleri dokunulması imkânsız olan her izi sıyırsın ve sandığım o temiz tene ulaşsın diye. Nitekim o umutla kalbime söz geçirmiş ve has kokusunun yayıldığını düşündüğüm o şah damarın üzerinden sesli bir öpücük bırakmıştım. Bedenin izlerini sorgulamamış ve bazen kederli olarak yargıladığım yargılarımın bir doğru olduğunun savunuculuğunu yaparak sorgulamamıştım. Kalben bir mühür açmak çok yeniyken, kıyamamıştım. Ben bu bedene dokunurken, titrerken, çok fazlaydım ve düşünmeden hareket ediyordum. Zaman. Zaman demiş ve susturmuştum. Titreyen ellerimle bir adamı öptüğüm o günahın içinde bana vaat ettiği o çiçek olarak yapraklarımı açmıştım üzerine. Kısa ve narin. Köprücük kemiklerimde olup da kıvırdığı dudaklarından tırnak izinin geçmeyen o omuzlarının üzerine dokunuşumun sebebi buydu. O böyle tüm arzularını açıkça öperek belli ederken, üst üste binen soluklarım ve bacaklarımın arasında olan sızıyla tükeniyordum. En az bana yaptığı gibi öpmek istiyordum. O beni kalçalarımdan avuçlayarak kucağına aldığında özellikle. Kaydırdım bedenimi onunla ait olmak için kıvranan yere. Dudaklarım her bir yanında, bir köşesinde temizce nefes almış ve dinlene dinlene öpmüştüm onun yüzünün her bir yanını. İçimden gelerek, sevgisini esmer teninden kendime çekerek. Kalbinin üstüne bir düş gibi düştüğüm o sol göğsünde, içim kanayan o şevkiyle bastırmış ve ellerimle bir az önceki zamanda bıraktığım o dudak payımın üzerindeki hatıralarımla üstünden geçmiştim. Sessizdi. Sadece derince nefesler alıyor ve dudağımın içine düşen o baskıyı, yaptığım baskıyı arttırıyordu. "Jungkook," dedi o derin iniltiyle. Tam oracıkta solmuş dudaklarım karın içlerinde onu seviyorken. Çenemi sürterek kaldırmıştım. "Seni tamamen hissetmek istiyorum," demişti. "Seni tamamen kendimde istiyorum." Gözlerinin içi daha da karardı. "Bırak da sana bu gece tapayım ve dudaklarım tenini mühürlesin." Tek kaşım kalktı parlak dudaklarının üstüne doğru. Sözlerin altında yatan birçok kavrama aç kalmış duyularımla sözlerinin altında yatan o açık sözlere bile kıvranmamak elde değildi. "Biliyorsun..." dedim gözlerimi kaçırarak. Düşündüğüm şey, onun arzusuna yetişememekti. "Ben daha önce," dediğimde gülümsedi hafifçe. Eksik hissederek söylediğim şeyler onun mutluluk sebebi olmuş gibilerdi. "Sen saf bir altınsın, sana ne kadar değerli olduğunu bırak da kendi gözlerimden göstereyim," diyordu derin sesiyle. "O zaman," dedim ama o kadar yüreğim sert atıyordu ki, kelimeler ağzımdan dökülürken yüreğimde onun verdiği heyecanla kayıp gidiyordu. "İzin veriyorum, senin kadar benim de seni hissedecek olmama." "Sen zamana vurulmuş bir kelebeksin," dedi ve gözlerime baktı uzun uzun. "Şimdi her acını öperek yüreğime yaslayacağım." O andan sonra tutkunun diliyle beni kavradı kendisine tamamen. Bölümün sonu. YAAAAĞĞĞ ÇOK MU ACELE ETTİM BEN ACABA?? NEYSE, smut konusunda güveniyor musunuz bana? Ben Nicotesy, buradaki okuyucuların taekook azgınlıkları her şeye rağmen diz boyu, aynı ben kjadfhlkdsn |
0% |