@nicotesy
|
Selam... içimden bir şey yazmak gelmedi bu sefer, dilerim beğenirsiniz, iyi okumalar.
"Kesin konuşmak gerekirse, yüzümüz bir maskedir. Gerçek insan, tenin altındakidir." ... Bölüm 43: Uykudan mı uyandırır bu bakışlar yoksa bakışlar mıdır bizi bir uykuya yatıran? Her ne ise, kalbin, kalbimin mezarı olsun artık. Yazarın Ağzından Kapının tokmağından çarpan eller güçlü ve sert çenesinde görünen o diklik, vakurdu. Bir sağlam yürüyordu, bir sağlam basıyordu cilalı zemine doğru Hoseok. Giydiği o takım elbisesinde yakasını açık bırakırken, zincirlerindeki o ince düşünürlük kendi gösterişini sunuyordu aslında. Neticesinde o, çok tehlikeli ve güçlü bir adamdı. Gücün asla ötekileştirmeye cesaret etmeyeceği biriydi. İlahın ve silahın çarpıştığı nadide adam. Ancak o şeytanın koridoruna doğru renk saçarak, şatafatlı görünen süngülü kapısından geçiyorken, yüzündeki o iz bilakis dudaklarında var olan o korkunç tebessüm karşılaştığı adama neredeyse benzer bir kıvamdaydı. Düşman ama bir o kadar kısas içeren anlaşmalar, konu menfaat veya paraya dönünce insanın yüzünde her daim bu şekilde şekilsiz bir ifade bırakıyordu. "Uzun zaman oldu dostum," demişti onu karşılayan adam. İki şeytani demde birbirlerini demleyip birbirlerine zehir olacak iki insan. Yüzleri parıl parıl lakin içlerinde bir kokuşmuşluk, bir entrikayı bin olaya evirecek potansiyel de vardı. Samimiyet altında birbirine dokunan eller sıkı, baskın duruyordu. Aslında araların da bile bir güç ukdesi vardı. "Sahiden de öyle oldu. Ama hayatın düzenbazlığı yine bizi içine çekiyor. Tanrı her defasında biz kuralları yeniden yazalım diye bir araya getiriyor öyle değil mi?" Çapkın gülüşünü bir kenara bıraktı uzun boylu adam. Güçlü omuzlarıyla, bir ayağı onu sıkıntıya sokarak ilerledi ama bunu asla gün yüzüne çıkarmadan, sarıya doğru açılan saçlarını ellerinin arasında taradı serserice. Yanına gelen adam onu hemen yan tarafından takip ederek, yönlendiriyor olduğu karşılıklı koltukların olduğu geniş salona doğru geçiyorlardı. Hoseok düzgünce sıralanmış ve çoğu kişinin aklını bu yönde bulandıracak bir şekilde sırıtıyorken, koltuğa geçerken geriniyordu. "Seninle her daim kuralları kusursuzca çizdiğimizi biliyorsun, Namjoon," diyor ve zamanında abisinden arakladıkları paralarla döşeyip, inşa ettirdiği kalesinde duran pahalı koltukların rahatlığının keyfine bakıyordu. Kendisinin de bu tür lüks zevkleri vardı ancak devletin ağzındayken göze batmamak için daha mütevazi bir yaşam hayatı varmış gibi takılıyor, içini sıcacık eden gülüşüyle karşı tarafa güven veren poker suratıyla çok tehlikeli, yırtıcı, avcı oluyordu. Karşılıklı şekilde oturduklarında, Namjoon misafirine içki ikram etti. Dudaklardan hoşnutluk mırıltıları çıktıktan sonra, söze Namjoon girdi. Her daim pasif gibi görünen, arka perde de kıskanç olduğundan ortalığı karıştıran gibi dursa da aslında bir Alfa olmasına rağmen, bir Delta'nın boy ölçüşemez gücü kadar büyük bir zekaya sahipti. Ve kendisi zaten abisi tarafından aranırken, Hoseok'un son dönemde şüphe çekmeye başlayan suikastlar dolanırken etrafta, bir anda dikkatleri üzerine çekecekleri bu buluşmayı neden ayarlamak istediğini bilmek istiyordu. "Pek ortalıkta gözükmek istemediğini sanıyordum Hoseok... Malum son zamanlarda ülkeler arası durumlar kızışıyor. Burada önemli rolünün olduğunu bilsem de şaşırdım. Nasıl oldu da buraya kadar gelebildin. Oysa yapacaklarımızdan ötürü bir gizlilik istiyordun. Bununla beni ele mi vermek istiyorsun." Demişti alaycı bir kinaye ile. Kendinden bir tık bile güçsüz olana bu şekil ukala yaklaşmayı severdi Namjoon. Oysa kesinlikle Hoseok güçsüz değildi. Sadece gücünü gösterirse dikkat çekilmekten, yasadışı işlerinden çalıyor olduğu zimmet ve paraların ortaya çıkmasından endişeliydi. Buna uyuşturucular, silahlar, organ ticareti dahildi. Genellikle komutasında olduğu birliğine daime eğitime aldığı kimsesiz gençler gelirdi. Öldüklerinde onları öylece sahipsiz bir mezarlığa tıkıştırmak yerine, sermayeye dönüştürmüştü. Özellikle deneylerde kullanılmak üzere. Bu kesinlikle Amerika ile yaptığı yüklü bir anlaşmaydı. Silahların imalatı da öyle. Yakında ortalık daha fazla sıkışacaktı ve o durumlar karıştığında, satın aldığı, başkası adına yapmış olduğuyla oraya yerleşecek ve kıyamet koparken barbekü pişirenlerden biri olmayı planlıyordu. Bunun sinsi planları varken içinde, "Hayır, hayır," dedi Hoseok. Koltuğa rahatça yerleşerek oturdu ve bacaklarını bir bacağının üzerine kusursuzca attı. Namjoon'u da bu oyun içinde kullanmaya çalışırken, olumsuz bir tepki almamalı ve inanılmaz derecede gevşek duran yüzünün ifadesini korumaya devam etti. "Çok yanlış düşünüyorsun, Rm." Namjoon'un yer altında kullandığı o lakabı kullandı özellikle. Bununla bunun bir iş görüşmesi olduğunu detaylandırmıştı. Ve art niyet taşımadığını da tabi. Bu ithamlar, özeldi ve gizlilik olduğundan aslında ne kadar yakın olduklarını göz önüne sürüyordu Hoseok. "Dürüstçe ifade etmem gerekirse, benden habersiz bir işler peşinde olduğunu düşündüğüm için buraya kadar geldim." Dedi, o ifadesiz ve maskesi sadece güleç görünen Namjoon'a karşı. "Ne? Ben mi! Ha ha ha, güldürme beni Hoseok. Sen ihanet edeceğim biri değilsin. Çoğunlukla işime yarıyorsun. Ben meyve veren ağacı ne taşlarım ne de keserim." Haklı biri olarak diyordu bu sözleri. Gece iblisliği yapıyorlardı şu anda her ikisi de. Ancak Namjoon gelecek olanın bilincindeydi, fakat o tavrı gütmüyordu. En azından daha ılımlı düşünüyordu. Belki de karşısındaki yüzün ifadeleriydi bu denli aklını savunmasız görünecek kadar saf dışı bırakmasının sebebi. "Bende bundan ötürü şaşkınım ya!" Diyordu aynı üslupla Hoseok. Namjoon'un gözlerinin içi hafif bir karanlıkla silkelendi. "Ne demek istiyorsun?" dedi, sesi baskındı. Şimdi keyifle dönen dili kasılmış görünüyordu. Hoseok çenesini sıvazladı birkaç saniye parmak uçlarıyla. Sonrasında ağzında ıslanan baklayı atıverdi, samimiyetli görünen ve aslında içinde bir o kadar samimiyeti bulundurmayan gözleriyle. "Jungkook ile olan bağlantını sorguluyorum sadece. Abini bu tarz şeylere yakın tuttun ancak el sürmesine asla izin vermedin ve şu an onunla bir hayli yakın görünüyorlar. Ben sadece bunun sebebini anlamaya çalışıyorum. Ne planlıyorsun? Benden onu oradan almamı isterken, sadece acımadan sanıyordum. Ama senin kimseye pek acıyacağını düşünmezken, olaylar sandığımdan daha garip hale geliyor. Kendimi bu saçmalığın arasında bulurken, işler kızışıyor ve abin yüzünden bazı dostlarımla papaz olmak üzereyim." Jungkook, dedi içinden Namjoon. Her şey o kaltağın yüzünden demek istiyordu ama diyemiyordu da. O hoş kokulu çocuğun kızgınlıktayken kendisini tatmin edemediği o arzu boğazında yumru gibiydi. Psikopat bir yöne sahipti. Manipülatifti de. O çocuğu kesinlikle becerme duygusundan daha fazlası vardı. Takıntı. Annesiyle halen konuşurken, halasının eve gelmesine dair akılı da veren oydu. Fakat olan olaylar, onu bile şaşırtmıştı. Taehyung'un tüm sırlarına sahipti. İşlerin bu kadar kızışacağını düşünmüyordu. Taehyung kolay kolay dönüşmezdi. Özellikle Delta'nın kendisi kendi kan bağına çok önem verirdi. Kolay kolay öldüremezdi. Ve Taehyung'un en büyük korkularını var eden bir insanı bile parçalayacak şekilde öldürmesini, Jungkook'a olan bağlılığından tamamen kaynaklı olmadığı düşüncesiydi. Keza, eve bıraktığı zehre karşı bünyesinin yavaş yavaş azaldığını ve kurdunun kendisine daha fazla söz geçirdiği ile de alakalı buluyordu. Düşünüyordu, acaba sahiplendiği omegayı da öldürecek kadar aklını kaybeder miydi? Bunu görmek ona zevk verirdi muhakkak. Kendisine yar olmayacak birini abisinin altında olsun istemezdi. Ki abisinin daha önce yattığı her kişiyle de yatmıştı. Eun ile de. O sürtük işini iyi yapıyordu. Onun düşüncesi buydu. Daha iki gün önce eski numarasına mesaj atmıştı. Kendisinden annesinin intikamı için medet umuyordu. Annesi de öyle. Çünkü Taehyung, annesini sahte bir deli raporu ile akıl hastanesine kapatmıştı. Evdekilerinin bundan haberi olmadığını biliyordu. Taehyun'un telefonunda olan her şeyi yedek telefonundan takip ediyordu. Arkadaş grubunda genellikle evdeki durumları tartıştığı, hoşlandığı oğlanın ilgisini çekmeye çalıştığı arsız yazıları görüyordu. Bir de uyuşturucuya merak saldığını da. Bir abisi olarak bunların hiçbiri umurunda değildi tabi ki. Ve Jungkook ile şu anda Taehyung'un araları bozukken, tam sırası diyordu. Onu yaralamanın, başına çoraplar örmenin. Öfkesini alevlendirecek şeyler yaşadıkça daha hızlı insanlığını kaybeden bir et yığınından başka bir şey olmayacağını çok iyi biliyordu. Bu kısa süreli zaman içinde dolgun dudaklarını birbirine kapattı. İki iri gamzeleri yüzünü okşarcasına ortaya çıkmıştı. "Ah, o mesele," diyordu havada kalan şapırdatıcı bir sesle. "Basit bir aşk var oluyor sanırım. Ama önemli değil. Aksine öylesi çok hoşuma gidiyor ki bu durum. O omegayı ve kardeşine olan zaafla bakışlarımı onlar üzerinde daha yakın tutuyorum. Bilirsin, aşk demek zaaf demektir. Bu da güçlü adamların en lanet ettikleri ölüm sebebi." Bu durumdan aşırı keyif almış görünüyordu. Hoseok, basit aşk kavramında birkaç saniye düşününce kafasıyla onayladı bu durumu. Taehyung'dan bunu beklemiyordu. O herifi birine aşık hayal edemediği gibi, pençeleriyle birinin saçlarını da okşayacağını hiç düşünmüyordu. Zaten onu tanıyan birinin de onunla aşk yaşayacağını da. Yine de bu durumun üzerine fazla endişeli düşünceler içine kapılmadı. Ne de olsa bir önem arz etmiyordu. Bunun için, "Ben istediğim zaman öldürmeni istiyorum onu. İstediğim o vakti biliyorsun. Tam seçim gününden sonra gidilecek olan başkanlık toplantısının korumalığında, biliyorsun ki Irak'ta bir görüşme planlanıyor... İstihbarat tetikte. Bunun içinde yanlarında bir Delta götürmek isteyeceklerdir. Taehyung yine bu çatışmalardan sadece yaralı olarak kurtulmamalı. Anlıyorsun beni değil mi?" demişti. "Bilemiyorum Hoseok. Bazen ne kadar sabırsız bir adam olduğumu bilirsin," dedi, zaten adım adım abisinin her an öleceği haberini içten içe beklerken. Çok az kaldı diye düşünüyordu. Taehyung'un yakın zamanda gittiği klinik doktoruyla olan raporunu asistanı sayesinde öğrenmişti. Dozunu arttırmak istediğini de. Bunun onun için tek bir açıklaması vardı. Bundan emin olduğundan yaşanacak olaylar için çok heyecanlıydı. "Haftalarca bekleyemeyebilirim. Zamanı nakit olarak kullanmayı severim lakin bu durum benim için zevke dönüşmek üzere. Parayı saçmaktan daha keyifli." "Senin için her şey zaten bir zevk unsuru," diyerek sırıttı Hoseok. "Farklı olan bir şey göremedim doğrusu," demişti ardından seslice gülerek. Ve bahsi geçen bir hayat, gerçek bir kan bağı iken dili geçmişte olduğu gibi Namjoon asla ama asla normal biri değildi. Uçuktu. Haksızlık yemiş bünyesi, tüm insanlığa haksızlık yapacağının hakkını var etmişti onun içinde. Ona göre Taehyung'a ait her şey onun olmalıydı. O ölürse, kurduğu bu düzensizliği düzenleyen biri olarak kahraman olarak ilan edilecekti. Ne ukala bir düşünceydi doğrusu. "Haklısın. Beni iyi tanıyorsun," dedi bu nedenle o ukala ve kibirli gözlerle karşıya bakarak. "Sadece, aramızda kişisel bir durum gelişti diyelim. Ve ben onu sessizce değil de oynayarak işini bitirmeyi istiyorum. Rahatsız edici gelebilir bu sana. Eh, buna bir şey diyemezsin sanırım. Jay'in işini bitirmeme rağmen. Kusursuzdu. Biliyorsun. İstersen, Seokjin'in işini de bitirebiliriz. Bu sayede onun yaralıyken sağ dönmesi güç hale gelir." Bu durumdan dolayı dinlediği sözler kuruyan damağına bir sululuk katarken, Namjoon'un doldurduğu viski bardağına ilgiyle baktı. Keyfi yerine gelmiş görünüyordu. "Evet. Taehyung'un zaman içinde kendisine ne olduğunu anlayamadığı o gözlerindeki korku en büyük yatak zevkim haline gelebilir." Demişti Hoseok, o zevkin parıltısıyla. Dudaklarından sonrasında gözlerinde gerçek bir duygu olarak satır bulurken. "Seni adi herif!" Dedi Namjoon, eğlenerek. Ve doldurduğu bardağı karşısında duran Hoseok'a doğru uzattı. "Ve bu yüzden en çok yıkımını hiçbir şeyden haberi olmayan Taehyung'un üzerine tüm olmuş olan suçlamaları attığımızda olacak olanlar, günlerce yataktan çıkamayacağımız şekilde zevkli olacak Hoseok." Namjoon için kendisi gibi birini görmek, bu yüzden Hoseok'a karşı nazik olmasına sebep oluyordu. Özellikle Jungkook'u düşününce çok daha işe yarar bir durumdu bu. O beyaz tenli, savurgan ve masum görünen ama içinde bir ateş olduğunu hissettiği bedenine karşı sahiplenici hissediyordu. Taehyung'un onu mühürlemeyeceğinin farkındaydı çünkü. Eminim, göreve çağrılma haberini çoktan almıştı ve eğer ondan gerçekten de düşündüğü gibi seviyorsa bunu yapamayacaktır. Yokluğunda acı çekmemesi için. Bu fırsatı değerlendirip kendisine eş yapacaktı. "Yatak zevkine dostum." Diyerek kadehini kaldırdı Namjoon. Şerefe dercesine. "Yatak zevkine." Dedi, Hoseok. O zevk almış bu durumun şeref duyduğu haliyle. ....
Onun yangınında en çok başkalarının kaybolması bu yüzdendir. Çünkü ateş ayrıştırır. Yanması gerekeni yakar yok eder. Geriye varsa saf cevher kalır. Böyle bir yığın söyledi söylendi. Ateşi yücelttikçe yüceltti. Sözü söze eklerken, söylediklerinin bir kısmı secdeden kaçınmasıyla ilgili bir savunu bile değildi. Ama sözün kalabalığında şaşalanmak da belli ki onun özelliğiydi. Benliğinin önünde secde bekleyen çimenlerin alnından önce bir kırışık sonra bir korku geçti. Bağlanmış mıydı gözleri? Belli ki gözlerinde kendi ışığının yakıcı kamaşması, o da iki cümleydi: Rüya ile gerçeklik arasındaydım. Hiç anlayamadığı veya anlatsa bile buna yeterli cümleler kuramayacağım kadar yenilmiş hissediyordu Jungkook. Kendiyle olan mücadelenin sonuna geldiğinden midir nedir, uzun zamandan sonra kendini bir gününün sabahında, dünyası tarafından güvenle sarılmış hissediyordu. Taehyung'un yumuşak nefesleri çıplak sırtındaydı. Uyuşuk dudakları omuzunun ortasına çarpıyordu o sırada. Belinin altından kavrayarak onu kendisine yaslayıp bırakmıştı. Tazecik kokan denizi ile gözleri hem bu durumdan memnunlardı hem de içimde biriken heyecanı görme arzusundan dolayı heyecanla kırpışmak istiyorlardı etrafa doğru. Kendini yenilenmiş ve bir o kadar yorgun hissederken, halen bedeninde ıslaklık vardı. Kalçalarının arasında bilhassa. Taehyung'un sıcaklığı ve üzerini örten örtünün altında olmaktan dolayı sıcaklamaya da devam ediyordu. Beyaz bacakları esmer bacakların arasına hapsedilmişti ve bu sabahın en sessiz ve gergin duran saatlerinde bu teması keserek onu uyandırmak istemiyordu. Açıkçası dün gece yaşananlardan sonra halen çok utangaçtı. Bunu yapabilmiş olmanın yanında, bunu onunla yapmış olmak, iki bedenden tek bir beden olmak çok fazla... güzeldi onun için. Dinlenmişçesine çıkan sakin nefeslerin arasında Delta'nın nefesleri aklını uğultu derecesinde kabartan yaşananları düşünmesine sebep oluyordu durmaksızın. Karnımın içi kıpırdıyordu. Bunun nedenlerinden biri de Jungkook'un halen o çıplak tene bulaştırdığı çıplaklık da olmuş olabilirdi. Yine de bu onun ilk deneyimleri, hayallerinden biriydi. Geleceğindeki eşiyle böyle rahat ve böyle uyum içimde olmayı. Kollarındayken fazlaca hissediyordu bu durumu. İçindeki düşlü arzusuna yenik düşerek hafifçe dönmeye başladı olduğu yerden. Bunu yaparken tüm oylukları ona sürtünüyordu. Bu içini gıdıklıyordu ancak Taehyung'un vücudu o kadar sıcaktı ki, sırtını dönmesiyle diğer tarafa rahatladı biraz olsun. Onunla daha öncesinde de uyumuştu ancak hiçbirinde değildi böyle sıcaklığı. Çıplak olduklarından ötürü müydü? Emin değildi. Kafası karışmıştı. Ancak Taehyung'un şişmiş kırmızı dudaklarına bakarken ilk, kaşlarını çattı. Ondan az santimler uzağındayken, ona nazaran daha serin olan parmaklarını kendi dudaklarına götürdü. Sızlıyorlardı. İlk kez bu kadar büyük bir ilgi ve arzu tarafından ezilmişlerdi. Kurumuş, kanamış buluyordu. Ama Taehyung'un ok gibi hareketsizce duran kirpikleri, çatık kaşları, görmeyi umduğu bir manzara değildi. Daha yumuşak, huzurlu olur diye düşünüyordu. Çünkü kendisi böyle hissediyordu onunla yaşadıklarından sonra ve uykusundan uyanırken de. Açıkta kalan göğsüne baktı. Dağınık saçlarına. Kendi bedenine göz ucuyla bakarken, bu seferde o dudaklarını büzüştürdü. Neden benim bedenimde bu denli onun izleri varken, onun üzerinde benim dudaklarım tarafından damgalanmış ifadeler yoktu ki? Halbuki bunu yapacak kadar cesur hissetmiyordu ama istiyordu bunu. Delta'sının ciğerlerine kadar kazıdığı kadar olan yere dudaklarını bastırmayı, bir gün olur da mühür gibi dişlerini bastırmayı. Ama bunu ona yapmasına izin verecek kadar seviyor muydu ki? Kafası daha da bulandı, içinde değişik arzular ve istekler çoğalıyordu. Gelecek kuruyor ve iyiye yoruyordu. Her şey yolunda gitmeye başlamıştı onun için. Kardeşinin ve bebeğinin sağlık durumu en son iyiydi. Yaşadıkları eve dönene kadar daha da iyi olmasını bekliyordu sadece. Bu sayede Yoongi'nin gerçek yüzünü anlatacaktı. Namjoon için bir şey düşünemiyordu, bunu Taehyung'a nasıl soracağını da bilmiyordu. Fakat konuşulması gerektiğini de biliyordu. Aklındaki bu rahatsız düşünceleriyle güne bu şekilde başlamak istemediğinden, aklına daha güzel fikirler geldi. Bu çok mu romantik olurdu? Emin değildi. İçinde bu istek vardı ve Taehyung'un gözlerini kabartan aşkı varken, bunun onun da hoşuna gideceğini biliyordu işte. Bununla, uykusundan uyanmak bilmeyen Taehyung'un kendisine doğru dönmüş olan yanağına küçük bir öpücük bıraktı ve sanki bunu yaparken yakalanmış gibi utanarak yataktan çıktı. Kalça içlerinden akmaya başlayanla, durdu ve sonra telaşla banyonun yolunu tuttu. Dolaplardan birinde temiz bir bornoz aldı. Duş kabininde, Taehyung'un kullandığını bildiği bakım ürünleriyle güzelce yıkandı. Ama nedense iç bacaklarında duran lekeleri temizlerken, endişeliydi. İlk ilişkisinden hamile kalmazdı değil mi? Bunu ister miydi? Evet. Peki buna şu anda hazır mıydı? Hayır. Ama omegalar genellikle kızgınlığında hamile olurlardı. Bu durum onu rahatlattı. Ancak şimdi daha büyük bir sorun vardı. Yedek diş fırçasıyla dişlerini fırçalarken, öpülmüş, sevilmiş teninin kızarıklarından, morluklarından daha büyük bir sorunmuş gibi ne giyeceğini düşünüyordu. Temiz kıyafetler... Taehyung'un kıyafetleri. Bununla kıkırdadı ve aynada duran gözlerini görmemek için gözlerini kapadı. Ardından yatak odasına tekrar girdi. Taehyung halen bıraktığı gibi duruyordu. Tebessüm ederek izledi onu ve yaramazlık yapmak isteyen bir çocuk gibi giysi dolabını karıştırdı. Siyah ağırlıkta olan kazaklardan birini eline aldı. Ancak onun geniş ve yapılı omuzlarında duran kıyafetler, Jungkook birini giyerken parmaklarının bile kapanmasına sebep oluyordu. Açıkta kalan bacaklarına bakıyordu. Kazak kalçalarının çok az aşağısına geliyordu. Eşofmanı giyerse çuvala benzeyecekti ve ayaklarına takılacaktı. Taehyung'un bunu gördüğünde gülünç bir duruma düşeceğinin düşüncesinden en azından onu biraz olsun etkileyici bulması daha hoş durur diye düşündü. O şekilde paytak adımlarıyla aşağı kata indi. Ortadaki dağınıklığı güzelce topladı. Taehyung'u bitmiş gösteren her şeyden kurtulmasını sağlıyordu. Ardından mutfağa geçti. Dolap doluydu ama kullanılmış olan sadece bardaklarmış gibi görünüyordu. Elinden geldiğince Taehyung'un hoşuna gideceği bir kahvaltı hazırladı. Bunu yaparken sürekli gülümsüyor, utanıyor ve yanakları kızararak yaşadıkları, duyduğu o sözleri düşünüp duruyordu. Bununla tam bir saat oyalanmıştı. En son Taehyung'un çok sevdiği kahvesini hazırlamış ve salondaki yemek masasına bırakmıştı. İç çekti. Bu kadar şeyle uğraşmıştı. Kıvırcıklaşmış saçları önüne düşerken, onu dudaklarıyla üfleyip bıraktı. Taehyung çok mu yorgundu? Oysa bu sabah uyandığında onun gözlerinin üzerinde olacağından ve utancından dolayı kollarından kaçacağını bile düşünmüştü yatmadan önce. En iyisi kendisi onu uyandırmalıydı. Bununla hızlı hızlı merdivenlerden çıkmıştı. Aralık bıraktığı yatak odasına belki uyanmıştır ve duşa girmiştir diye yoklamak amacıyla hafifçe uzattı. Ama hayır, Taehyung halen olduğu gibiydi. Asla kıpırdamamış, dağınık saçları eskisi gibi siyah çarşaflarının arasında kaybolmuşçasına duruyordu. Neden huzursuz olmuştu. Yoksa kuruntu mu yapıyordu? Genellikle o koltukta uyuduğunda, huysuzca döner ve oflardı, bu nedenle mi garip bulmuştu bu gördüklerini, bilemedi. Dudaklarını ısıra ısıra, daha öncesinde kalktığı yere dizlerini kırarak oturdu. Onu uyandıracaktı. Yumuşak bir sesle, "Taehyung," dedi. Tepki alamayınca aynı sesle birkaç kez seslendi. Yine duymadığını düşünerek, omuzuna sardı ellerini. Hafifçe sarsarak, "Taehyung, hadi uyansana..." dedi biraz endişelenerek. Ama buna bile tepki vermeyince, nefesi hızlandı. Korktu. Normalde bu kadar rahatsız edildikten sonra bile uyanması gerekiyordu. "Taehyung," diyerek çığlığı basacak kadar bağırarak omuzlarını sarstı. Bedeni gevşekçe yana düşünce, elleri titriyordu Jungkook'un. Çok korkuyordu. Hem de çok. Gözleri dolmuş, çaresiz bir şekilde Taehyung'un uyanması için yanaklarını dürtüklüyor ve adını söylüyordu. "Yardım çağırmalıyım, yardım çağırmalıyım... evet, evet." Diye büyük bir panik yaşıyordu. Tam kalkıp birinden yardım istemek için kalkacağı sırada, "Jungkook," dedi ve Jungkook kalktığından o sesi duymanın sevinciyle ona döndüğünde, gözleri parlıyordu. Taehyung bileğini sıkıca tutmuştu. "Bu haldeyken, nereye gidebileceğini sanıyorsun?" diyordu, uykudan dolayı fazlasıyla derinleşmiş sesiyle. Ama Jungkook'un dikkatini çeken şey, Taehyung'un kırmızı gözleriydi. Dikkatle baktığında gözlerine, Taehyung gözlerini açıp kapattı sakince. Derin mavileri ortaya çıkarken, gülümsüyordu. "Seni korktum sanırım. Ama hayatımda ilk kez deliksiz bir uyku çektim. Sayende omegam." Jungkook onun o güzel sözleriyle, durumdan dolayı korkmuş kalbini kısa sürede sakinleştirdi. Şimdi apaçık olarak gördüğü ve kendisine aşkla bakan bu çıplak adamın kollarına sarıldı. Sıkıca. İyi olduğunu, nefesi saçlarında dağıldığında daha iyi anlayacaktı. "Beni korkuttun... Bir daha sana seslendiğimde, sakın uyanmamazlık yapma." "Yapmam Mugunghwam."
Umarım sevmişsinizdir, kitabın akışından sıkılmamışsınızdır... Ben Nicotesy, iyi geceler. |
0% |