@nicotesy
|
Selamm... gece 4 olmak üzere, en uzun bölümümü de yazdım, oh... Oylarınız neden düştü ya, beni incitmeyin, vallaha üç gün gelmemm.... zaten her gün en az dört post misafiler anamı ağlatıyor... bunun için pamuk eller cepten çıksın, vote ve bol yorumcuklar atın bana ay !smut uyarısı bırakalım şuraya! iyi okumalar :D ... "Göğsünde uyuyanla göğsünden bıçaklayan aynı kişi olunca sesin çıkmaz." ... Bölüm 44: Bana hatıradır yaşadıklarım, sözlerden bir geri kalanım. Huzurun bir gün çıkmazıydı bu. Cennet nedir bilmem ama bu iç sıcaklık kardeşimle olandan çok farklıydı. Bir ait olma meselesiydi zannımca. Çünkü arada kaynayan söz geçirilemez, büyüyen ve git gide bedenimi ele geçiren bir hasrette söz konusuydu. Kollarına sarılmıştım uzun uzun, bunu yapmazsam eksik ve içimde ürperen korkumla kalacakmışım gibi hissediyordum. Ve o şimdi, şakaklarımı okşayarak öpüyordu. Bu anın bende yarattığı küçük heyecanlardan ötürü dudaklarımda inanılmaz gülümsemeler payda oluyor ve ben kendimi bu anın kaybından dolayı halen biraz utanıyor, kızarıyordum. "Endişelendin demek benim için," diyordu, gülüş ballandıran bir sesle. "Hıhım," dedim ve onun sıcak göğsünde olmanın bana iyi gelmediğini düşünerek geriye çektim kendimi. Yüzüne bakarken, o, o kadar kusursuz duruyordu ki ve kendini bilirmiş gibi kollarını başının arkasına yasladı. Göğsü daha da açıldı. Bir kanat gibi geriniyordu. Derin mavilikleri benim yeşillerimde budaklanırken, yutkundum sertçe. "O kadar çok uyandırmaya çalıştım ki seni, çok endişelendim." Dedim, halen içten içe o beni yiyen korkum da tamamen silinip gitmiş değildi. Gözlerinin kırmızılığı, normal miydi? Belki de ara sıra oluyordu ama ben daha önce hiç denk gelmediğimden şimdi benim görmüş olduğum şüpheye düşürüyordu? Sahi ben efsaneler dışında, Delta'lar hakkında hiçbir şey bilmiyordum ki. Aslında daha çok bir beta ile evlenirim diye düşünürken, şimdi kast sisteminin en yırtıcı olan kurduna bağlıydım sıkı sıkı ve bu adam daha öncesinde aklıma nasıl iyi gelmediyse, şimdi de yüreğime hiç iyi gelmiyordu. Duygularım, şu son bir günde tanınmaz bir coşkunun esiriydi. Ve o benim ona olan endişemi çok başka yöne çekiyordu. "Ama sen benim için böyle endişelenirsen," diyerek tam karşısında, dizlerinin üstünde olan bana kollarından birini çözerek elimi tuttu ve ondan zaten çok az uzakken, daha da yakınlaştırdı. Yakından beni görmek ister gibi. Halbuki bir karış ötesinde olmak, onun bu kadar canlı duran yüzünün yanındayken çok zordu. Bilakis o bu durumdan aşırı zevk alıyordu. "Sırf böyle bana hep sımsıkı sarıl diye yataklara atar, hasta ederim kendimi." "Ne saçmalıyorsun sen öyle," dedim, biraz yükselerek. Ben sırf o uyanmadı diye bile kalp krizi geçirecek kadar korkmuşken, konuyu buna bağlamasından hiç ama hiç hoşlanmamıştım. "Ne yani hasta olsam bakmaz mısın bana," demişti, alınır gibi. Kafamı çevirdim o bana bu şekilde davranırken. Ağzımın ucundan cevap verdim. "Ben seni sevmiyorken de bakmıştım yani ilgilenmiştim, hatırlatırım." "Bir dakika," dedi hızlıca doğrulmaya çalıştığında. Bu hamlesinden ötürü geriye doğru çekilmek durumunda kaldım. Onun bu ani yükselişini anlamadığımdan kaşlarımı çatarak bakıyordum ki, o sırıtmaya başlayınca kafayı yiyecektim. "Şimdi ben buradan beni sevdiğini mi anlamalıyım?" Gözlerim kocaman açıldılar. Onun bu sözleri yüzünden açılıp kapanan ağzım, yumruk olan ellerimi utançla ne yapacağını bilemeyerek onun hemen yanı başımda duran iri kaslı göğsüne doğru bastırıp, olan ama ona göre yetersiz duran gücümle ittirdim. "Sen, sen çoktan uyanmışsın," dedim kekeleyerek. O kadar utanmıştım ki, yanaklarım kızardılar tekrardan. Ayağa fırladım ve kaçmaya başladım bu odanın içinden. Kendi içimden kaçmayı başarıyordum aslında. "Jungkook kaçmasana," diyerek arkamdan gelirken sesi, ben daha ne olduğunu anlayamadan belim ve bacaklarımın altından tutulmuş olmamla ayaklarım yerden kesildi. Gözlerimi ona kaldırdığımda, onun tamamen çıplak olduğu düşüncesinden dolayı kalbimde şiddetli bir deprem oluyordu. Onun kucağındaydım ve o gözleri, hiç masum değildi. "Ama Taehyung, kahvaltı hazırlamıştım." Diyordum dudaklarımı büzerek. Keşke şimdi kafamı o göğsüne yaslayarak kapayabilseydim görüşüm. Ama hayır, o gözlerimi tetikleyen dudaklarını beni taklit edercesine büzüştürüyor, "Kahvaltı," diyor, düşünür gibi "Hım," diyerek gözlerini deviriyordu. Ama bacağımda duran parmakları hiç uslu değildi. Tam olarak çıplak baldırımı dışardan duran eliyle sıkıp bırakırken. Derin bir nefes almıştım ki, o çetin olmayan gözlerini benim kırpışıp duran gözlerime kaydırdı usulca. Sesi uyuşuk ve halen çok derindi. "Bilmem farkında mısın ama, daha çok bana kendini hazırlamış gibisin. Ben buna nasıl karşı koyabilirim. Seni yemeden nasıl durabilir bebeğim, özellikle sana bu kadar aç kalmış hissederken." "Sen, sen neden böyle her şeyi yanlış anlıyorsun?" "Anlamayayım mı?" Ciddi değildi ama gözleri kesinlikle aynı ciddiyetle benimkileri ezerken altında, belimi saran elleri beni daha çok kendisine çekerken ağlayacaktım. "Utandırma beni." Dedim, gözlerimi kaçırarak. Üflediği sıcak nefesinin ardından yükselen teninin öz kokusu artmaya başladı. Hissettim. Başıma gelecek olanı hissediyordum. "O zaman aramızdaki bu utanç duvarlarını kaldıralım mı güzelim?" diye sorarken, boş boğazlığımla, "Nasıl," diye sordum. Gülümsedi ve beni kucağında taşırken, önüme baktığımda daha bundan bir saat önce yıkandığım banyoya doğru çekiyordu beni kendisiyle. "Böyle," diyordu duş kabinene sokarken. Ben ise debelendim kollarında. "Dur Taehyung, saçmalama, ya ben zaten banyo etmiştim ki." Ama hayır bu onu ikna etmedi. Kucağına taşırken bedenimi, birkaç geriye doğru adım atarak musluğu bulduğu eliyle açıp, üzerimize aynı anda ılık suyun fışkırmasına sebep oldu. "Şimdi de benimle et. Islanmak güzeldir, anlarsın ya." Diye göz kırpıyor, ben ise dişlerimi sıkıyordum. Garip olmaktan öteydi. "Ben sana karşı ne diyeceğimi bilemiyorum," diye söyleniyor, umutsuz bir çabayla yüzümden akan suları elimle silmeye çalışıyordum. Çoktan sırılsıklam olmuştum ve o, tanrım... her şeyiyle çok açıktı. "Deme zaten," diyerek ayaklarımın üstüne basmamı sağladı. Kazağımın eteklerinden tuttu. "Çıkaralım şunu. Zaten sırılsıklam oldu," diyor ve beni kandırmaya çalışır gibi tatlı bir üslupla söylüyordu bu sözlerini. "Suyun ayarını biraz daha sıcak yapalım ki üşüme." Oysa gelişi güzel çıkardığı kazağımla karşısında şimdi böyle çırılçıplak olmak bana o kadar açık geldi ki, bakamıyordum. Çok ama çok utanıyordum. Halbuki içimde daha fazlasını arzulamaya başlayan ve bana bunu fısıldayıp duran bir iç ses de vardı. Kendimle yaşadığım bu çatışma enkazında, zihnim lekeleniyor ve ben gözlerimin önünde onun teninden ardı ardına süzülen sıcak suyun akışını bile takip edemiyordum. Yutkunuyor ve gözlerimi sıkıca yumuyordum. Sanki o derin hırıltılı nefesi bana burada tek olduğumu düşündürecekmiş gibi. Ama değildi. Çenemi bulan elleri, eğmiş olduğum yüzümü kaldırdı kendisine doğru. "Jungkook, gözlerini kapatma. Bak bana," diyorken, yumuşak olduğu kadar da baskındı. Tereddüt ederek bakışımı kaldırdım. Ama gözüme çarpan, onun soluğundan sızan titrek nefesi ve arasına doğru süzülen sıcak suyun esiriydi. "Bakıyorum işte," diyordum, üşümüş bir sesle. Onun dudaklarından kayıp gidenler öyle çok baş döndürücüydü ki, beni şu anda izlediği kuzgun gözlerine takılsam, eminim sudan daha derin duran okyanuslarından sağ çıkamaz, boğulmaya başlardım. "Dudaklarıma bakıyorsun ama..." dedi ve tükenmiş, yılmış yorgun gözlerim içlerine çekilircesine bir cesaretle bakışlarımı kaldırdım gözlerine doğru. Ama onun da bakışları dudaklarımdaydı. Onları sertçe birbirine bastırıp ayırdığımda, suya bulanmış dudaklarımdan gelip geçti dilim. Suyun içinde yaşayan ama susayan o denizyıldızı gibi. Aynı kararmış ifadelerle, "Aynısını sende yapıyorsun," dedim ona. "Öyle mi yapıyorum?" dedi dudaklarını ısırdı. Onu taklit etti dudaklarım, dudaklarına bakarken bir kez daha. "Evet." Dedim ve beni kendisine daha fazla yenik bırakmak adına, bir adım attı. O kaslı bacakları iki bacağımın arasındaki uyluğa çarparken, çehremde duran elini boynuma doğru düşürdü okşarcasına. Beni siyah fayansın kaygan yüzeyine yaslayana kadar durmuyordu üzerime gelmeleri. "Öpsem seni şimdi," dedi kafasını eğerek. Dudaklarıma düşürdüğü dudaklarının bütünüyle, beni ezdi ve geçti yumuşak baskısı. "Böyle," diyerek, kafasını daha fazla eğip dudaklarımın onun dudaklarının arasında daha hızlı ezilsinler diye bastırdı. Suyu onun dudaklarından dolu içmek gibiydi bu. Ve tükenmiş bir ıstırapla, "Ama git gide daha sert," diyerek, diğerinden daha sahiplenici bir avuçlamayla yasladı dudaklarını ve dilimle bütünleştirdi. Ona aynı karşılığı vermeye başladığımda, eli belimden aşağısına kayıyor ve tenimi teniyle kaydırarak mıncıklıyordu. Sanki benim bam telimi bulmuştu ve parmaklarıyla, derin kalın telli sesiyle nasıl ayarlayacağının çok iyi farkındaydı. Çünkü durduğunda, tam kendimi onun dudaklarının arasında kaybolacakken bir boşluk hissi veriyordu. Elleriyle dudaklarının eksikliği, bedenimin en büyük yoksunluğuymuş gibi sızlanmama sebep oluyordu. "Sende bu şekilde karşılık vermeye devam eder misin?" "Bazen çok sorguluyorsun?" Karşılık veriyor olduğumu bile bile benimle oynamasına izin vermedim. Beni dokunuşlarıyla bu denli parmağında döndürüyor hissine kapılsın da istemedim. Onun uzaklaşmış her parçasına tutuşan bedenim, akan suyun nevrinden kayarak ona doğru atıldım. Elimi ensesine dolayarak dudaklarımı sertçe onun alt dudaklarına yaslayıp ısırdım. Bedenen, kayıyordum. Beni kavradı tamamen kendisine doğru. "Tanrım... Sen beni çıldırtıyorsun ve bilseydim güne böyle başlayacağımı, daha erken uyanmayı dilerdim yatmadan önce." Diyor ve kalçalarımı avuçlayıp ayırırken, gözlerim şimdiden kaymak istiyordu. Halbuki çok kısa bir süreliğine de olsa onun bana bu tepkime vermiş olduğu, tutkulu cevaplardan ötürü her ne kadar içten içe çok mutlu olsam da ayrıldığı için pişman duran dudaklarımı onun dudaklarına aceleyle buluşturdum. Taehyung'un açtığı bacaklarının arasına sığarak orada dururken, beni tekrardan kucağına aldığında, ona üstten hükmetmeye çalışarak öpmeye başlıyormuşum gibi hissediyordum. Çıkardığımız ıslak sesleri takip ediyor ve kalçalarımın, Taehyung'un geniş avuçlarının arasında oyalanırken, içimde bastırdığım duygu zorlayıcıydı. Tahammülsüze kasıklarımda gezinen patlayıcı heyecanımdan dolayı Taehyung'un ağzının içine inlemeye başlamıştım. Ve o dudaklarımı tamamen ağzının içine hapsetmeye çalışırken, onun genzinden dökülen sert soluklar ve baskılar altında başım dönüyordu. Bir an önce yıldızları görmek isteği bırakıyordu tüm bedenimde. Ayaklarımı sadece somut anlamda değil, soyut anlamda da yerden kesen adamın öpüşleriyle, dokunmasıyla bile boşalacak gibiyken kalçalarımı daha fazla havaya kaldırıp zevkten sertleşen erkekliğimi Taehyung'un karnına doğru, kasıklarının üstüne bastırıp orayı ezerek rahatlatmaya çalışıyordum istemsizce. Bilinçsizceydi ve kurdum, bedenimi ele geçiriyordu. Bu konuda çekingen olan her bir hücremi, yükseltmeye başladığı feromonlarıyla Taehyung'un daha da feromon salgılamasına sebep oluyordu. "Eğer," dedi Taehyung. Başını eğdi, seğiren göğsüme dilini sürttü. Gözlerinin içinde karanlığın efendisi olmak yetmiyormuş gibi, zehre bandırılmış dilinde dokunduğu tenime ahlaksız bir çekim sunuyordu. Dili afrodizyak ile tatlandırılmıştı sanki, ben dünkü halimden daha fazla sıcak hissediyordum kalçalarımın arası kaşınıyor, sızlanıyordum. Bunu çok kısa sürede her şeyiyle başarmış, onunla bu haldeyken normalde düşündürücü ve kendimi geriye çekmeyi istediğim her şeyi bastırmıştı. "Çırpınmaya devam edersen, canını daha fazla yakmak isterim. Daha sert dokunmak, daha çok tüketmek isterim kasıklarını. Sadece bana teslim ol, bana güzelim. Hep bana, çünkü ben senden başka kimseye sahip değilim... Bu saatten sonra da senin olmana da izin vermem. Sadece benim, senin için ışık olan." "A-ama," dedim anlamayarak. Fakat Taehyung bu itirazım üzerine yeterince hassaslaşmış olan vücudumu, yönümüzü çevirerek duvara yasladı. İki bileğimi de kafamın üzerine yasladı ve tek eliyle sıkıca sardı. Zemine dayanan ayaklarım, olduğu yeri yadırgıyordu. Soluğum boğazımda talan bir haldeydi. Penisini sertçe okşayıp, dişiyle sol göğsümün pembe ucunu ısırdı. Bir anlık karşı gelme gafletimin iç ağrıtıcı cevabını alarak tısladım. Öne atılmaya çalıştığım için, şimdiden ağrıdığını hissettiğim kollarım yüzünden omuzlarım sızlıyordu. Sızlanan mırıldanmalarımdan rahatsız olacak ki kaşlarını çattı. Burnunu sürterek iki göğsümün arasındaki çatallarımı pütürlü dilinin ucuyla oynamaya başlayıp, boynuma doladı. Emerek küçük bir ısırık bıraktı. Çene altıma yumuşak bir öpücük bıraktı ve avuçlarını dolduran kalçalarımı avuçladı. Uzun parmaklarıyla derince açılmış yanaklarımın arasını dahi avuçlarken, kendi çıplak penisini, penisimin üzerine yasladı. Arzu, saf arzu arasında pişiyordum. Onun şehveti, dün gecekinden çok farklıydı. Çok fazlaydı. Kendimde fazlalık bulduğum yanlarımı kamçılıyordu her hareketi. Dokunmaya başlamış olduğu vücudumda, Taehyung'un tenimde bırakıyor olduğu azaptan dolayı boynumu geriye atmak istedim. Çırılçıplaktık. Hem bedenen hem de ruhen. Ve kasıklarımda olan baskıdan ötürü, iç baldırlarımda yağlanma ve itme isteği ile yanıp tutuşuyordum. Çünkü hayali sanrılarım, onun gerçek çıplaklığıydı. Utandığım kadar, bundan zevk alıyordum. Zevkin sesi tenimde olan diliyle ve elleriyle bir örümcek ağ misali sarıp sarmalamaya devam etti beni. "Ne yapmamı istiyorsun güzelim, sana tam olarak nasıl davranmamı istersin," dedi kararmış sesiyle. Boynumda soluyor ve şah damarıma nabzı kendi dudaklarından verircesine sakinleştirici öpücükler bahşediyordu. Kulağının kenarına yaslanan dudaklarıyla oraya derin bir öpücük bıraktı. "Küçüğüm..." diye soludu. "Sadece sana nasıl dokunmamı istediğini söyle? Senin için her şeyi yaparım." Şehvet onun dudaklarının altında bir esirken, isteyeceğim şeyler onun bile tam olarak çözemeyeceği şekilde bir karın ağrısı olarak ruhuma bir açlık gibi yayılıyordu. Feromonlarından dolayı tüm vücudum duyarlı bir mıknatıs haline dönüşürken, alıştığım gözlerinin karanlığına rağmen gözlerinin mavi özünde bir ışık varmışçasına iç içe olmak istiyordum o bakışlarıyla da. Özellikle, kalçalarımın arasında sürtünen ve dairesel bir biçimde deliğime her an girecekmiş gibi duran bir işaret parmağının gazabı varken. İnlememin kıyaslarında bir doruk ile bulurken sesimi, "Öp beni Taehyung," dedim nefes nefese. "Ancak bununla üstesinden gelebiliyorum her şeyin." Dilini dilimle buluşturmasıyla duygusal boşluğunun ketum açlığını doyurmaya çalışıyordum. Taehyung benim bu isteğimi en iyi şekilde gerçekleştirdi. Öncesinde orada hissedilir bir nefes bıraktı. Kendi ağzımdan kaçırmamak için tuttuğum inleyişleri, iki et parçasının dirhemini birbirine kapattığı yerden kendi dudaklarımı içine alarak içine çektiğinde, içine çekilerek uzanmış dudaklarımı öne doğru büzülüp açılmasıyla onun kıvrak diliyle yeniden tanışır gibiydim. Ağzının içinde diliyle oynaması ile karanlığın içinde görünmeyen bir varlıkla veya kudretli bir varlıkla seviştiğimi düşündüm. Kısacık anda onu daha derin hissetmek için gözlerimi sıkıca kapatmıştım. Sonra düşüncelerim dağıldı. Her bir öpücüğün boşluğunda, dillerimizin ve o dillere karışan boğuk seslerimizi dinledim. Onun penisini çekiştirmesi ile ayak uçlarımın kaydığı kaygısıyla sırtımı geriye doğru daha çok yasladım. Canım acıyarak tısladığımda, dudaklarının tesiri kayboldu. Bileklerimde olan dokunuşlarda. Geleceğimi, kendimi tutmayacağımı biliyordum. Tıpkı bunu bilen Taehyung gibi. Ona bir parça kendimden verecektim. Ondan alacak olduğum en özel parça için. Bizi çift olacakken, aile kılacak çok özel bir parça. "Taehyung," diyerek gözlerimi açtım. "Mugunghwam," diye bir yanıt alırken, bu şefkat dolu ses beni ayyuka çıkararak kendime getirir gibi oldu. "O kadar ihtiyaç dolusun ki," dediğinde sesinde gezinen muzip memnuniyet, gözlerindeki yoğun karanlık dahi kendi içinde parıldarken, yanmakta olan vücudumu göğsüne dokundurdu. "Evet," diyebildim, bu durum için ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Yutkunuyordum. Daha fazla dokunsun diye. Başını fayanslara dayadım. Hırıltılı nefesler almamak için zorladı kendimi. "Seni bu halinle de çok seviyorum Jungkook... arzuların içinde dağınıkça duruyor ve bana bakıyorsun." Sonra sertçe yutkundu. Aklındaki kelimeleri toparlamaya çalışıyordu. "Gülüşündeki cennet yatıran ama kalbindeki o beni yakacak olan cehenneme bile âşık olacağım. Aşk benim için yavaş değil, hızlı geldi ama ona sahip olmak için nelerden fedakâr ettiğimi hiç bilemeyeceksin. Çünkü feda ettiğim, benim. Senin yanına yakışmasını umduğum kendim." Aldığım samimi teslimiyetçi duygularıyla, bir yandan da baştan çıkarıcı dokunuşlarıyla bana bir ödül gibi sunuyordu varlığını. "Teşekkür ederim," diyordu. "Beni bir canavarken, canavar olmaya iterlerken bile hâlâ yanımda olduğun için." Sözündeki teşekkürü gerçekleştirmek adına bir hamlede bulundu. Kalçalarım eğer o parmaklarının kalçalarımdan kendinden geçen ıslaklığıyla parmaklarıyla doldurmasaydı, kalçamdaki, içindeki kaşıntıyı ve daha fazlasını arzulayan- iten ve serçe doldurup kendisini geriye çeken penisi- kolaylıkla en köküne kadar alabilirdi. Ama onun yerine açtığı ağzının içinden inlemelerim firar oldu. Karnımın üzerinde biriken sıcak sıvıyı göremediğim gibi, Taehyung'un yüzüne sıçrayan kendi sıvısını diliyle sıyıran o adamın tutkusunu da göremiyordum. Her şey çok hızlı ve aklımı zinde tutamayacağım kadar ani gelişmişti. Terden sırılsıklam olup sarsılmıştı ancak Taehyung yeni başlıyordu. Çünkü beni çevirip, yüzümü fayanslara yaslı bırakmıştı. "Beni delirtiyorsun," diyerek söylendi sırtıma göğsünü yaslayıp, bizi boğan su damlalarından uzaklaştırıp, duyacağım tek şeyi kulağıma yaslı duran dudaklarından çıkan ve şimdiden içimi ezen sesiydi. Sesi daha da hırıldadı, "Bunu bil," dedi, kalçalarıma kadar birçok öpücük kondurdu. "Çünkü sen tatmin olduğunda daha güzel ve olduğundan daha eşsiz olacaksın, bunu görmek istiyorum." Belim iki büklüm kalırken, havada kalan kollarım yüzümün yanına yaslamıştım, dayanamayacağımdan korkarak ve o aralanmış bacaklarımın arasını daha çok açarak kendi eliyle sardığı penisini, biraz daha aralı bıraktığı kendi bacaklarımın arasına, onu rahatça kavrayabilmesi için, kendi bacaklarının dirseklerini kullandı ve kasıklarıma onu gömmeden, deliğimi hedef aldı ve sonra sağ elini duvarda duran sağ elimin üzerine yaslayıp parmaklarımı avuçladı. "O içindeki duvarları ezerken," dedi, o ihtiyaçla nefes alıp veren deliğimin üstünden ve arka toplarına kadar penisinin ucunu bastıra bastıra hissettirdi ve ben aklımı kaybettim, dudaklarımı o kadar ısırıyordum ki, kanatmıştı bile. "Bunu sana benden başkasını yapamayacağını bil Jungkook." "Kimseyle, senden başka-" dediğim anda ne diyeceğimi bile unutmuştum ve tüm kelimeleri ağzımın içinde yuttum. Başı zonklamıştı. Aniden ve sonra tümden içime sızan o büyük doluluk bir anda uyuşturduğu kadar, beni hayatta tutar gibiydi. "Deliğinin ne kadar dar olduğunu bilmiyorsun ne kadar sıcak, ıslak ve kucaklayıcı olduğunu," dedi ve o dar duvarlarıma kendi büyük derinliğini alıştırmaya çalıştı. Aklımı kaybediyordum. Bu kadar dolu ve derin hissederken. Karnımın içinde hissetmiştim bir anda. Çok sıkı ve sertti. Taşkın ve iç kıydırıcı. Ama bir yandan avuçladığı kalçalarımı, geriye doğru kırdığım belim sayesinde, elleriyle yoğurarak içine girip çıkmaya başladı, tüm vücudu sarsılıyordu. Ne kadar hızlı nefes alıp verdiğimi bilmiyordum. Başının döndüğünü, tekrar ve tekrar patlamaya hazır olduğumu biliyordum sadece. Boğulur gibiydim ve kafamın çaresizce durduğu zemin yüzünden daha fazla debeleniyordum. Taehyung'un esmer parmakları boynumdan kavrayarak kendisine doğru çekmesiyle derin nefes alabilmiştim. Gerçek bir boğulmayı o parmak boğumların beni sıkıp bırakmasından hemen önce. Sonrasında ağladığımı bile fark edemeden daha büyük hıçkırıklarla içime aldığım ağır darbelerle sızlanarak haykırmaya devam ettim. "Zevkten," dedi aynı nefes nefese kalmış cümlelerle beni doldurmaya çalışırken. "Ağlarken bile böylesine... ne kadar harika hissettirdiğini bilmiyorsun. O ıslak kalçalarının benimle bütün oluşunun mükemmelliğine şahit olamıyorsun... o kadar güzelsin ki." Sesleri boğuk boğuk duyuyordum. Onun yerine; Taehyung'un içime girdiği anda teninin tenimle çarpışan seslerini, nefes nefese dökülen iniltilerini, sıcak suyun çarpıp durduğu hışırtılarını, uzanarak kafamı kendisine doğru çevirerek dudaklarımı öpmeye çalışırken mırıltısını, dilini dilimle şapırdattığın da çıkarttığı sesleri işitiyordum. Tamamen bir vücut haline getiren seslerimizi tüm körlüğü ile işitiyordum. Dayanılmaz bir uç noktayla. Ruhumun odalarında ve onun duvarlarında sürte sürte işitiyordum. O tutuk zirveyi yakalarken her ikimiz de son kez içime girip boşaldığında, tüm vücudum o an içimi dolduran sıcaklığı beklercesine boşalmıştı hemen ardından. O pozisyonda dakikalarca bekleyebilirdim. Ama tüm vücudum daha fazla ayakta durmaya dayanamayacak gibiydim. Üst sınırdaydım. Belki de yaşadıklarımla sınırların ötesindeydim. Düzene koymaya çalıştığım nefesim bölük pörçüktü. Hiç bu kadar kaslarımın yandığını veya sızladığını sanmıyordum. Kendimi mahvolmuş ve tükenmiş hissediyorken, az önceki sert dizginleri olan adamın şimdi ensemden saç diplerimde dolanan öpücükleri, karnımı saran kollarıyla bana olan sarılışı ile kendimi ona yaslıyordum. Halen içimdeydi ve oradaki doluluk halen sızdırmama sebep oluyordu. Nefeslerimiz doğru yolu bulduğunda, içimden çıktı ve benim yüzüm şişmişçesine elime gelecek kadar sersemlemiş duruyorlardı. Yönümü ona çevirince, burnumun üstüne yumuşak bir öpücük bıraktı. "Kahvaltıdan önce gelen lezzetli tatlım için teşekkür ederim," dedi ve dudakları yumuşak gözlerimin yanlarına öpücük bırakıyordu. Yutkunuyor ve onun, "Şimdi seni güzelce yıkayalım," diyerek beni çocuk gibi önüne getirip, bedenimi köpükleyerek temizliyor, saçlarımı okşuyor, tüm vücuduma masaj yaparak rahatlamamı sağlıyordu, bir nevi arındırıyordu her şeyimden. Sessizleşmiş ve daha da duygusallaşmış hissediyordum o bana tüm bunları yaparken. Kendisini de temizlerken, aynı şekilde onu temizlemek hoşuma gitmişti. Ara sıra öpücük kondurduğu dudaklarımı kıvrılmasına, utangaç tebessümler çıkmasına sebep oluyordu. Kurulandıktan sonra bana kendi giydiği eşofmanın üstünü verdi ve kendisine de altını geçirip, parmak uçlarımdan tutarak beraber hazırladığım kahvaltısına götürerek beraber yemek yememizi sağladı. İlk defa onun sabah kahvaltısını yediğine şahit olmuştum. Şaşırsam da bunu belli etmedim. Çünkü çok mutlu görünüyordu. Tüm zamanlarımca gördüğüm gülüşlerinden daha çoktu ve o çok güzeldi. Elimi çehreme yaslayarak onu izlemek istiyordum. Onun bu kadar rahatken tatlı tatlı yemek yediğini görmek, benim için bir mucizeyi izlemek gibiydi. Kendimi feci şekilde ona kapılmış hissediyordum. Ciğerlerim yanıyordu ve içimde bitmek tükenmez bir istek de vardı. Koltukta otururken, bacaklarımı kucağına çekmiş, kafasını koltuğa yaslamıştı. Gözlerime bakıyordu huzurla. "Yarın doğum günün," dedi, unutmuştum bile bunu. O da farkındaydı. "O kadar kötü şeyler olup bitti ki, hatırlamaman bile normal Günyüzü'm. Ama şimdi sana daha önceki güzel saydığın anıları yaşatmak, kötü olanların her birini silmek istiyorum." Onun yanında git gide daha rahat olmaya başlıyordum. "Nasıl olacakmış o," diyordum, aslında şu an yaşadıklarım ve onunla burada hissettiklerim çoğu derdi tasayı aklımda yer etmesine imkân vermiyordu. Yine de aklında bir şey varken, onun ne olduğunu da merak ediyor ve parmaklarının dizlerimi okşuyor olmasını gözden geliyordum. "Sana doğum günü pastası hazırlayacağım, kendi ellerimle." Buna sesli bir kahkaha attığımda, kendimi durduramıyordum. Hayal ediyorken bile inanılmaz geldi ve şimdiden bu girişiminden dolayı mutfağı leş hale dönüştüreceğini ön görebiliyordum. Ama durup gülüşüm sonlandığında, yüzünü seçebilmiştim. Büyülenmiş gibiydi bana bakarken. Bu yine beni kıpkırmızı olmamı sağladı. "Sanırım, doğum günümle ölüm günüm aynı olacak. Keza senin yaptığını yersem, ölecekmişim gibi. Yine de güzel düşüncen için teşekkür ederim." "Ne yani, yapamayacağımı mı sanıyorsun?" Ayağa kalktığında kendini bana ispatlama isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Ciddiydi ve onun bu tepkisiyle aynı şekilde ayağa kalktım. "Yaparsın tabi ki..." dedim, bundan dolayı kırılmasını hiç istemediğimden. "Ama benim yardımımla daha iyi olur sanki, bilemedim." "Sadece beni kontrol etmek için teklif ediyorsun bunu." "Üzgünüm, niyetimi çok belli ettim." Taehyung bana bir adım yaklaştı ve gözlerini kısarak saçlarını geriye doğru attı, bunu yaparken çok havalı görünüyordu. "Gel de aslında ne kadar marifetli bir adamı kendine aşık ettiğini kendi gözlerinle gör bakalım," dedi böbürlenerek. Sadece yüzümde onu alaya alan bir ifade vardı. O da kendisini kanıtlama gayesiyle mutfağa gidiyor, "Gel güzelim, hemen," diyor, peşinden bir heyecanla gidiyordum. Yanaklarımdan sinmeyen bir gülücük vardı ve ayaklarım onu takip ederken, daha bu sabah bardaklardan başka bir şey kullanmayan bu adamın, her yeri çok iyi bilirmiş gibi tek tek çıkarmaya başladığı malzemelere bakıyordum. Onu daha iyi izlemek için sandalyelerden birine oturup, dirseklerimi ara tezgahın siyah mermer yüzeyinin üzerine bırakarak yüzüme yasladım elimi. Yumurtaları aldığı bir kabın içinde tek tek kırıyor, içine attığı şekerle çırpmaya başlarken elinde duran zarafeti izliyordum hipnoz olmuş bir şekilde. "Kakolu seviyorsun, yanlış bilmiyorum değil mi?" dediğinde sıyrıldım ellerine olan bakışlarımı. Bana bakıyordu, afallamıştım. O böyle üstsüz bir şekilde mutfağa çok yakışacak bir şekilde duruyorken. Birkaç saniye düşünceler arasında cebelleşip, "Sen nereden biliyorsun bunu," diye sordum. Göz kırparak, "Yakın arkadaş edindiğin kişinin kız kardeşim olduğunu unutuyorsun," dedi imayla. Elimi alnıma vurdum. "Doğru ya... o söylemiştir sana." Güldü ve dudaklarını sıkıca birbirine kenetleyip, kakao attı hazırlamaya başladığı kabın içine. Ardından birkaç paket açıp içine karıştırdı. Sonrasında, "Güzelim hemen arka taraftaki dolabın içinde un olacaktı, onu bana verir misin?" diye sorduğunda, ona halen garip garip bakıyordum. Yine de benden istediğini vermek için yerimden kalkıp, işaret ettiği dolaba gittim ve kutunun içimde olan unu onun yanına taşıyordum. O ise tezgâhın üzerinde çırpmaya devam ediyordu. Yanına geldiğim gibi elini kalçama atıp şaplak attığında, gözlerim hızla büyüdüler. "Yerinde mi diye kontrol ediyordum," diyerek muziplik yaparken, elimdeki un kutusunu hemen önümdeki mermerin üzerine bıraktım. Madem benimle uğraşıyordu, pekâlâ bunu bende yapabilirdim. "Sen yine azdın bence, ama ben seni kendine getireceğim," diyerek bana şaplak attığı kolunu ısırdım. Taehyung oyuncu bir sesle çığlık atıyordu. "Ama, kullanımın devamı için şart bu," diyerek beni utandırıyordu tekrardan. Benim moraran yüzüme acımış olmalı ki, ne diyeceğini bilemeyerek kapanmış dudaklarımın üzerinden öptü. Üst üste kısa ama hoş sayılan öpücüklerle. Havada bir anda garip bir an oluştuğunda, ona ansızın sarıldım. Bırakmak istemiyormuşçasına. Garip bir buhranla kabarmıştım. Elindekini bırakıp tamamen bana karşılık verdiğinde, "İyi misin?" diye sordu ama cevap vermek yerine kafamı kaldırıp dudaklarına öpücük kondurdum. "Sen iyi geliyorsun..." dedim ve gözlerimin içine duyguyla bakarken, elimden birini çözdüm. Bana dikkat kesilmişti ve ben milim milim yüzünü öpercesine yaklaşırken, kutunun kapağını hızlıca açtım ve yüzüne bir tutam unu fırlattım. "Ama dudaklarımı hissetmiyorum artık." Neye uğradığını şaşırmış, ben ise yüzünü temizlemeye çalışıyor ama başaramayınca, vücuduna olan dağınıklığı boş verip aynı şekilde o da kutudan aldığını bana fırlatmak için hamle yaptığında hızlıca kaçtım mutfaktan. Peşimden hızlı adımlarla geliyordu. Salonun içinde kaçışıyor, "Seni bir yakalayayım ben, bak nasıl kanatıyorum onları," diyerek üzerime üzerime gelirken, merdivenlerin olduğu yere nefes nefese kalmışçasına gelmiştim. "Tamam, tamam nefesim kesildi Taehyung," dediğimde durulmuş, elimi karnıma yaslamıştım. Bir yandan da merdivenlerden çıkıyordum. "Sen hadi yap bana pastamı, şahsen inandım çok iyi yapacağına," dediğimde, merdivenlerin başında duruyor, gözlerini kısıyordu ama halen yüzünde un varken komik ve biraz da sevimli görünüyordu. "Seni o pastayla tekrardan yediğimde bakalım yine böyle sesin çıkacak mı omegam," dediğinde, ona karşı eğlenen yüzüm dehşetle kasıldı. Üst üste bunu kaldıramazdım. Bu sefer şoklanmış yüzümle eğlenen oydu. Rest çekende. Çünkü ıslık çalarak mutfağa tekrar gidiyordu ve ben olduğum yerde mıhlanmıştım. Aşağı inmeye tekrardan çekinmiştim. Olduğum hal ise, un batırdığım elimin üzerimdeki siyah eşofmanımı mahvetmiş olmasıydı. İçimden dua ettim, lütfen bu değiştireceğim son üst olsun diye. Yatak odasına tekrardan geçtim. Anılar orada kursağımda geçmek bilmeyen kızarıklar bırakıyor ve tüm vücudumun dokunulduğu yerler, sanki o oralara dokunuyormuş gibi karıncalanıyordu. Görmezden gelerek kendime bir tane daha buna benzer bir kazak buldum ve dolabın içine bakarak giyebileceğim bir şort buldum. Dizlerime kadar geliyordu ama en azından üşümemi engelliyordu. İpliklerini sıkıca sardığımda, orada duran potluğu üzerinde salınan kazak kapatmıştı. Yatağa uzandım ve odanın açık kapısından pişirdiği kekin kokusunu çektim. Ama yatakta duran onun kokusunu daha çok çekiyordum. Ardından pes ettim. Yeterince oyalanmıştım. Nerede olursa olayım ondan kaçmam mümkün değildi artık. Bununla adım adım merdivenlerden inmeye başladım. O da elinde hazırladığı, bence onun gibi biri için harika duran, çikolatayla kaplı küçük bir pastayı taşıyor ve üzerindeki mumu yakmaya çalışıyordu kaşlarını çatarak. Merdivenin ortasında durmuş, onu izliyordum. Beni fark etmesini belki de. Bilmiyordum. İçim kabarıyordu ona bakarken. Beni fark ettiğinde, o kadar iri bir gülümseme vardı ki yüzünde, şarkı söyler gibiydi. "İyi ki doğdun ruh parçam," diyerek adım adım bana yaklaşırken, onun bu haliyle kalbim hızlanıyordu. Açıkçası bana gelmesini ve o haliyle öpmesini çok istedim. Ama o, durdu. Yüzündeki gülüş yavaşça solduğunda, kaşları çatılmaya başladı. Aynı şekilde onun ne yaptığını anlamaya çalışırken, burnundan kan akmaya başladığında korkarak öne doğru bir adım attığımda gözlerinin kırmızılığı gördüğüm son şeydi. Çünkü ben ona yetişemeden o yere düşmüştü elinde tutamadığı pastasıyla. Oysa ben ölüyorum sandım onu halde görürken. Çünkü bu sefer ne kadar seslensem de asla uyanmamıştı. O uyanmamıştı kollarımda. Söz vermesine rağmen...
Bölümün sonu. ahey ahey... jk bebesi olacak daha ama deltasının başı dertten kurtulmuyor... diğer bölüm ne olacak acaba? çocuk ismi ve cinsiyeti ayarlayalım aşklar, ilerde lazım olacak bana, isim konusunda sıfır yaratıcılık var bende çünkü Ben Nicotesy, bu saate kadar yb yazan kendimi sikim. |
0% |