Yeni Üyelik
46.
Bölüm

46. Bölüm

@nicotesy

Selam ballar, bu gece de gelebildik çok şükür... ama bu bölüm bana sunmaktan vazgeçtiğiniz ilginizi görürsem... bir hafta olmayacağım, zaten bir zorlukla yazıyorum :(

kırmayın la beni kasdşosdnc sabah uyandığımda yorum okumak istiyorum (kaos perilerim siz bunu yapmayınca şaha kalkıyor, bu da onlardan biri olacak)

İyi okumalar, bol yorumcuklar.

...

"-Mutluluk varabileceğimiz bir son durak değildir. Kendimizi mutlu hissettiğimiz ilk anda bunun hiç bitmesini istemeyiz ama bitecek. Aynı yoğunlukta ve kesintisiz bir şekilde mutluluğu hissetmek imkansızdır. Duygularımızın yoğunluğu geçtiğinde tekrar aynı şekilde mutlu hissetmek için uğraşacağız ama bu çoğu zaman mümkün olmayacak. Bu durumda yeni arayışlara gireceğiz böylece yeniden başlayacak mutlu olma mücadelesi. İmkanlarımız varsa belki birkaç defa daha yakalayacağız mutluluk kurşunu. Bu da bir yere kadar tabii. Sonrası bir çaresizlik, imkânsızlık ve kabulleniş hali olacak. İşte bu noktada bir teslimiyet duygusu gelişecek ve "normal" insan olacağız. Mutlu olma ihtimalim mucizelere kalmış "normal bir insan"."

...

Bölüm 46: Sana tüm sevgimi verebilirim, çünkü sensin sevginin kendisi ve kaybolduğum cennetimin sahibi.

Yüreğimdeki yangın daha çok tazeydi. Islak odunla dövülüyormuşçasına can sıkıcıydı. Bedenim yediğim bu gamı daha atlatmış değildi. Ve ben daha yeni keşfediyor olduğum bu durumun hazmını atlatamıyorken, karşıma doğru dikilmek isteyen bu suç ortaklarından birini görmek hiç ama hiç iyi değildi.

Sinirden harbe dönmüş dilim şiddetle yuvarlanmaya başladı ağzımın içinde. Güçsüz sandığım yumruklarım bu gurursuz ayaklarla karşıma dikilmiş olana doğru hızlı giderken, onun bir anda üstüne çullanmak isteyen adımlarımı anlamlandırmaya yetmeden, tüm gücümle kaldırdığım elimi onun bana doğru pişkince gelmiş yüzüne doğru isabet ettirdim. Yeteri hızımı alamıyordum. Yakıp, yıkmak istiyordum. Benim en nadide emanetim ondaydı ve ben şimdi gönlüme emanet olmuş adamı onlar yüzünden kaybetmek üzereydim.

Karşımda aman aman bir sarsılmayla durduğunda, şaşkınlığı ve yanaklarındaki o parmaklarımın kızarıklığının üzerine bıraktığı elleriyle bakışları seğirdi. Kim olduğu veya bana nasıl bir güç yaptırımı yaptırıyor olacağı umurumda bile değildi.

"Sizin yüzünüzden," diye bağırdım ona. Burası şu anda bir hastane değilmiş gibi zapt edilemeyen sesim haykırmaya dönüşmüştü. Göğsünü tekmeleyen ellerimle vurmaya devam ettim. Beni kurdukları bu pisliğe alet ettiklerinden, hiç bilmediğim bir yoldan dolayı Taehyung'un bu şekilde olması çok dokunuyordu, beni aşağılık biriymişim gibi hissettiriyordu. Bunun hıncıyla savurdum bir kez daha. "Sizin yüzünüzden o bu halde ve sende hiç utanma yok mu be?"

Çatık kaşları, yana düşmüş yüzüyle çehresinde derin düşünceler gölge yaptığında, susan yüzüne ben tüm acımı veriyordum. Kusabilmeyi istiyordum dolu dolu bu kinimi. Bu ahlaksızlığı kabul ederek hak ettiği bu cezayı bulmasına da.

Ama buna imkân tanınmıyordu.

Seokjin hyung benim daha karşımda duran bu korkak adamın yüzünde kalıcı bir iz bırakmama izin vermeden tutarak kendisine çekti. "Jungkook burası bunu yapacağın bir yer değil," diye beni uyarsa da uyarıya halen kulak asacak kadar aklı selim hissedemiyordum. Şu anlık o gücü kendimde yeteri kadar bulmuş değildim.

"Bırak beni hyung," diyerek kollarından çıkmaya çalıştım. Gözüm seğiriyordu. Karşımdaki bu adamı gördükçe midem çalkalanıyordu. "Taehyung şu anda canıyla cebelleşiyorsa bu iğrenç insanlar yüzünden. Kardeşlerinin ona yaptıklarına bak hyung, bir de buraya kadar geliyor. Benim artık midem kaldırmıyor bunu. Taehyung'un daha fazla onlar tarafından zehirlenmesine izin vermeyeceğim."

"Biliyorum ama şimdi değil," dedi bir kez daha uyarıcı bir sesle hyung.

"Ben hiçbir şey yapmadım." Dedi bu olayların fitili olmuş olan Yoongi. Sinirle kızarmış yüzümden bozuk bir gülüş çıktı. "Sen ve o iblis kardeşin her haltı yedikten sonra nasıl halen bu şekilde masum durabiliyorsun karşımda. Sizin hiç utanmanız da mı yok?"

"Jungkook sınırlarını aşma,"

"Ne yaparsın Yoongi, yoksa Taehyung'un zehirlenmesine sebep olduğunuz gibi beni de mi öldürmeye kalkışırsınız? Dur, sizin daha akla gelinmez kirli oyunlarınız var."

"Bak dediklerinden bir şey anlamıyorum ama endişelendim onun için ve hastaneye kaldırıldığını öğrendim." Diyor ve çatallaşmış sesi çenesini sıkıp bırakmasıyla daha da ayar olacağım bir görüntü sunuyordu bana. Çünkü katlanamıyordum. Bunların her şeyi yaptıktan sonra itiraf ettikleri taktirde affedileceklerine olan inancını. Ve bu adamın gerçek yüzünü daha öğrenmiş miydi abim? Ya da çocuğuyla daha iyi olsalar da şurada olsa ve bana can vermesini istesem, çok mu haksızlık ederdim diye düşünüyordum. O kadar hızlı akıyordu ki zihnim çalkalandığı her vakit ayarsız zıt düşüncelerin içindeydi.

"Onunla her şeyi konuşabilmek için gitmiştim ve o burada. Dediklerinden de hiçbir şey anlamıyorum. Pişmanım ayrıca. Abim beni affederse yanında olacağımı ve Namjoon'u sakladığı deliğin yerini söylemeye geldim."

Bu işe yarardı. Bu çok işe yarardı. Eğer Taehyung uyandığında bu şaşırmayacağı ama ihanete uğramış kalbinde acıdan başka bir güç kırıklığı yaşayacaktı. Ben bunu ondan nasıl sakınacaktım? Sancıyan acılarımla onu nasıl koruyabileceğimi bile bilmiyordum.

Kendimi koruyamamıştım bu insanlardan ve şimdi bu haldeydi hayatlarımız.

"Eğer onunla konuşabileceğini düşünüyorsan, pekâlâ," dedim sağ duyulu bir biçimde. Sekojin hyung sakinleştiğimi anlayarak beni sıkıca tutmaktan vazgeçmişti. Yanıma geçti. "Namjoon neyse de senden hiç beklemezdim Yoongi. Taehyung sana değer verirdi. Sen isteseydin eminim sana her şeyini de vermekten gocunmazdı. Bu affedilmez ama siz yine de o katil diye gözünüzü kararttığınız abinin katili olarak yardım eli uzatın. Nasılsa onu bu yardıma muhtaç kılan da sizsiniz."

Hiçbir şey diyemedi.

Çökmüş omuzlarını karşımdan geçmesi bile yeterliydi.

Ama ben dayanamıyordum. "Jimin nerede, onu neden yalnız bıraktın bu haldeyken? Biliyorum çok kötü bir insansın ama abime zarar vermeyeceğine inanıyorum," dedim açık yüreklikle. Sesim soğuk mesafesinden katiyen uzaklaşmıyordu. "Beni kovdu," dedi dümdüz bir sesle. "Ama merak etme. Taehyung daha öncesinde evin etrafına adamlarını yerleştirdi. Evde ona yardımcı olacak bir hemşire de var. Yakında seninle iletişime geçer."

Şaşırdım ve biraz endişelendim.

"Seni kovdu derken?"

Gözlerinin içi doldu. Bu sorumla yüzünde ona acıma hissi uyandıracak birkaç ifade gelip geçti. "Sen ona her şeyi anlatmadan önce ben anlatmak istedim. Ama o beni kovdu ve abim beni senin ve abimin affetmediği sürece affetmeyeceğini ve çocuğumuzu da göstermeyeceğini söyledi. Şu anda ayrı kalmamız bize acı veriyor olsa da bunu yapmayacağım." Dedi ve anlamamı ister gibi gözlerimi yokladı içleri. "Biz mühürlüyüz Jungkook. Ölüm bizi ayırır. İkimizden birinin ölümü keser hislerimizin önünü. Ancak biz sadece mühürle değil, kalben de sevdik. Dilerim beni yine de sever ve affeder."

Gözlerim kor gibi tutuştu. "Adalet yerini bulsun, senin için de. Bundan daha fazla bir şey söylemek istemiyorum sana." Dedim ve arkamı döndüm. Onu yok saymayı başarmak isteyerek Taehyung'u izlemeye devam edeceğim camın önüne geçtim.

Yine içimde kabaran hiçlik beni keskin bir kedere boğdu.

Ona baktıktan sonra tüm zamanın içinde yaşadığım sorunlar sorun olmaktan çıktı.

"En derin yalnızlığımın içinde kendi kendime konuşuyorum. Yine de çok yüksek sesle konuşmuyorum çünkü kendi sesimin boş yankısından korkuyorum. Seni orada kaybetmekten korkuyorum."

Özlüyordum. Ben onun sesini, gözlerini, sadece bana gülen kahkahalarını özlüyordum. Ne çabuk alıştığını bilmediğim her şeyini şimdi titreyerek izliyordum ve bu bana yetmiyordu. Onun elini tutmak istiyordum. Sırf bana iyi kalmış yüzünün her bir yanını öpmek, bana çekindirdiği o gözünün üstündeki kusurunu öperek kalbine ulaşmak istiyordum.

Büyük ihtimalle hep küçük tartışmalar yaşayacaktık ama birbirimizi her zaman sevecektik. Bunu biliyordum.

Belki de mühürleseydi beni... Hissederdi beni? Beni neden mühürlememişti ki?

Aramızdaki bu yakınlık olmadan öncesinde arzuyla titreyen sesiyle bana sahip olmak isterken, en sadık ve gerçek eşi kılmak isterken neden şimdi tam ona kucak olmuş kollarımın sararken, boynuma yasladığı dudaklarıyla ruhlarımızı da sarmamıştı ki? Bunu yapmış olsaydı en azından acısını bölüşebilirdim onunla. Çünkü her şeye rağmen ben kadar kurdum da o karanlıklara sarılı kurdu için yas tutuyordu. Bu beni tüketiyordu.

Hissizleşiyordu.

Burkulan midemle gözlerim onun kavruk tenini tamamen karanlığın içine yasladığında, dayanaksız, kucaksız, üşümüş kalmıştım ben. Dizlerimin tutmayan kuvveti beni yerle bir etmişti. Şimdi nasırlaşmış parmaklarım kapaklandığım yerde, gözlerim beni boşluğun içine çekmişti. Ama halen kalbimde atan bu acı çok şiddetli olmanın ötesindeydi.

En az senin kadar karanlık içindeyim Taehyung.

Ama bu bir son değil. Sadece sen bana bir son diye yazılabilirdin. Öyleyse benim bu gözlerimin sana aç kalmış karanlığında aydınlat beni, çünkü seni son kez gördüğümün hissine kapıldım. Bu beni kahretti. Ateşe düşmüş yüreğimi alevlendirdi. Sensiz cayır cayır yanıyordum.

Ve uyandığımda artık hiç yoktun. Sen yoksun sevgilim?

Beni kendine buldur ve var et. Senin için elimden geleni yapacağım.

Yazarın Ağzından

Jungkook yere yığılmıştı.

Bedeninde olan güç savaşının sonundaydı.

Onu o halde gören Yoongi hemen ulaşıyordu ki kapının ilerisinde, dışarıdan yeni gelen Choi ondan daha hızlı atılarak onu olduğu gibi kucakladığında, çocuk kollarında küçücük kalmıştı. "Efendim," diye seslendi ama onu aldığı gibi karşısına ilk çıkan hemşireyi çağırarak yardım istedi.

Yoongi de öylece olanları izlerken kendisini bu durumlar karşısında elbette ki suçlu hissediyordu.

Hemşire Jungkook ile ilgilenirken, Seokjin'e haber vermeyi de ihmal etmemişti. Yorgunluk ve aşırı stresten ötürü bayılmıştı Jungkook. Bu durumu tahmin etmeliydi. Jungkook karşısında duruyorken çok kötü görünüyordu. Çelimsiz bacakları sürekli titriyordu. Ona vücudunu toparlaması için bir serum taktıklarından sonra hemşireye, kendine geldiğinde bir sakinleştirici vurmasını istedi. En azından Taehyung kendine gelene kadar bu halde uyuyor olması daha iyidir diye düşünmüştü.

Ama sorun şu ki Taehyung'un ne zaman kendine geleceğiydi? Kurdu ile mücadelesinden onu sağ kurtulmasını bekliyordu. Onun ne kadar güçlü bir iradeye sahip olduğunu bildiğinden kazanacağına dair bir şüphesi yoktu.

Fakat içten içe Jungkook'un yanından ayrılmadan ona dalgınca bakarken, nerden nereye demeden de edemiyordu.

Taehyung'un daha öncesinde bir köşede onun yaralarını sarmak için beklediğindeki acımasız yüzü ile çocuğun ondan korkan nefret dolu bakışları nasıl da değişmişti öyle. Tahmin ediyordu böyle olacağını. Kurtlar insanlardan daha söz dinlemez ve başlarına buyruktu. Taehyung'un her ne kadar sert görünse de bu bağla ona çekileceğinin farkındaydı. Bunun için onu pişman olmasın diye çokça uyarmıştı.

Şimdi ise bu birbirine ulaşmayı dileyen ruhlara huzur diliyordu.

Oradan ayrıldı ve içeride düş olmadan karanlık bir hissin içinde yalnız kalmış Jungkook'u bir başına bırakmıştı.

Seokjin bilseydi onu yalnız bırakmaması gerektiğini, asla ayrılmazdı. Ama o sadece Taehyung'un doktoru değildi. Ona burada yüzlerce muhtaç insan vardı ve otuz iki saatlik mesaisinin sonunda o da çok çökmüştü.

Yoongi ve Choi ise aralarında garip bir bakışma yaşayarak sessizce duruyorlardı.

Choi adamlarını buraya çağırmak istiyor ancak güven duyamıyordu kimseye. Taehyung'u burada da yalnız bırakmak istemediğinden de dolayı ayrılamıyordu. Saygısı sonsuz olduğu arkadaşına bunu yapan, kim bilir o yokken şu karşısında duran oda da neler yapardı. Bu yüzden odaya her hemşire girdiğinde dikkatle yüzlerine bakıyor ve bir sorun çıktığında kimin canını yakacağını bilmek istiyordu. Keza, izin verselerdi Namjoon'un bağırsaklarını sökerek öldürmek istiyordu.

Ama o sırada Namjoon'un endişeden dolayı aklını kaybetmek üzere olduğunu bilseydi, izin istemeden bunu yapması gerektiğini de bilirdi.

Acele ile eşyalarının birkaçını toparlıyordu o deşmek istediği adam. Ve o sırada telefonunu sokuşturduğu koltuğun köşesinden telaşla bulup çıkarmaya çalışıyordu. İşler sandığı gibi ilerlemiyordu. Yaptığı alçak hamlesi açığa çıkmıştı. Eğer Seokjin'in yanındaki çalışanlardan birine düzenli para akışı sağlamasaydı, hastaneye yatırıldığını öğrenmezdi. Bunu daha öncesinde onu kurtboğanla yaralamasını sağladıktan sonra neden ölmediğini anlamak için yapmıştı ve bu durum daha sonrasında işine yarar diye takip etmeye de devam etti.

Ve o adam onu bundan bir saat önce arayıp haber vermişti.

Delta'nın kurtulma şansı vardı ve kahve olayının açığa çıkmasıyla, tüm okların kendisinde toplanacağı belliydi ve burayla daha önce Yoongi'yle de gelmişti. O budala kardeşinin şimdi vicdan azabından dolayı ona öteceğini de çok iyi biliyordu.

Daha kimseler ensesine binmeden buradan kaçmalıydı.

Bunu yaparken çok yenilmiş hissediyordu. Dişlerini kıracakmışçasına bastırıyor ve acil durumlar için kullanacağı kartını götünü kurtarmak için kullanmaya karar veriyordu.

Telefonundan Hoseok'u aradı hızlıca.

"Hoseok?" dedi açıldığını işittiği telefona karşı hızlıca konuşurken. "Ne oldu Joon?" dedi Hoseok. Daha yeni bir çatışmanın içinden çıkmıştı. Bu yüzden hızlı solukları hırıltılı çıkıyordu ağzından.

"Bana yardım edeceksin, hemen." Diyen emir veren ses yüzünden sinirleri zaten yeterince hoplamıştı. Bu herifin şu anda kendisine emir verircesine konuşmasına sinir olmuş ve sesine de yansıtmaktan çekinmedi kestirip atarken. "Şu an işim var Joon?"

Namjoon son olarak kasasına doğru ilerliyordu. "Sence bu ne kadar umurumda lanet olası?" diyerek yatak odasının dolabının içindeki kasasından belgeleri çıkarmaya başlıyordu tek tek. Hoseok'un sesini hoparlöre aldı. Bu şekilde konuşurken elinde ne var ne yok diye belgeleri hızlıca bir kez daha kontrol edecekti.

"Düzgün konuş. Yoksa bu konuşma hiç olmamış varsayıp kapatacağım telefonu."

Gözlerini devirdi. Kendisiyle böyle konuşmaması gerektiğini hatırlatırcasına, onunla ilgili olan dosyayı parmaklarının arasında sıktı. "Senin organ kaçakçılığı yaptığına dair çok yakın arkadaşım olan emniyet amirine şu anda göndermekten çekinmem."

"Sen beni tehdit mi ediyorsun?"

"Beni canın istediğinde siktir edemeyeceğini ve bana karşı muhtaç olduğunu söylemeye çalışıyorum."

İkili arasındaki bu sert konuşma, Hoseok'un sinirle homurdanmasına neden olmuştu. "Sesine ve konuşmana bakılırsa, sen daha çok muhtaçsın." Diyordu, altta kalmayı kabullenmeyen bir mizaçla. Bu Namjoon'un aslında ne kadar gözünün döndüğünü açıklamasını sağladı. Çünkü söyledikleri konusunda ne alay vardı ne de bir yalan. Çok ciddiydi. Sinirliydi. Her şeyden nefret ediyordu. Kaybedecek bir şeyi kalmamıştı. Bu yüzden de kimsenin kazanmasına da izin veremezdi.

"Pekâlâ, ipin ucundayım ve cehenneme giderken seni de kendimle sürüklemekten gocunmam. Bunu yine de yaparım," dedi ve delirmiş gibi güldü. "Bence beni çok iyi tanıyorsun ve bu konuda ne kadar samimi olduğumu görmeden bile sesimden anlıyorsundur."

Hoseok saçlarını astırdı. Bu şarlatana yenilmiş değildi. Ancak şu an bu durum açığa çıkarsa, götünü kurtaracak bir zamanı olmayabilirdi. Bundan ötürü gına gelmiş bir sesle, "Ne istiyorsun?" diye sordu.

Namjoon, götünü kurtarmak istediğinden ilk, "Adamlarından birkaçını gönder buraya ve beni senin güvenli arazilerinden birine yerleştir," dedi ama Hoseok bu isteğe karşı geldi. Kendi bölgesine patlamak üzere bir bomba bırakmak demekti. O zaman ne anlamı kalırdı bunu yapmasının. "Taehyung bunu öğrenirse, beni de öğrenir." Dedi, gerçekten bu konu hakkında büyük bir endişesi vardı.

"Öğrenmemesini sağla." Diyen ukala ses halen ciddi olduğundan, düşündü derin bir nefes alırken.

"Tamam lanet olası herif," diye bağırdı. Biraz ötesinde duran adamlarına el işareti yaptı. Ve acele ile Namjoon'un istediği şeyi yerine getirmesi için birilerini görevlendirdi.

Ancak bu istek daha bitmemişti. Kapatmayı umduğu telefonun ardından Hoseok'un kulağına, "Bitmedi," diyen bir itiraz duyuldu. Sinirden delirmek üzereydi Hoseok. Bu aptaldan bunun acısını çıkarmalıydı. Elindeki kendisine ait kanıtları yok ettikten emin olduktan hemen sonra.

"Daha ne istiyorsun?" diyordu öfkeyle.

Namjoon ise bunun aksine daha keyifli ve daha sakin bir ses tonuna sahipti.

"Taehyung hastanede." Dedi ve dudakları gerildi gerginlikle. "Ve ölmek yerine iyileşiyor. Bu ondan almak istediğim can acısını almama izin vermiyor. Ben onun yerle bir olmasını istiyorum. Benim yöntemimle delirmedi ama bu şekilde delireceğini biliyorum."

Aklındaki iğrenç intikam şu anda zihninde daha çekici şekilde karalanmaya başlamıştı bile.

Ama Hoseok'un onun nefret kusmalarını dinleyecek bir hassasiyete ve sabrı kalmış hiç görünmüyordu. "Laf kalabalığı yapma. Ne istiyorsan çabuk söyle?" dedi.

Namjoon sonunda ağzındaki zehirli isteklerinden birini de öylece çok kolaymış gibi dudaklarının arasından çıkardı ve bunu yaparken, onu çekici gösteren iri gamzeleri yanaklarını çökertiyordu.

"Jungkook'u hastaneden kaçırmanı. Bunu anlaşılmadan nasıl yapacağın sana kalmış. Ama fazla süren yok bunu bil. Şu an odaların birinde baygın yatıyor. Onu kaçırmanı ve bir müddet ondan kimsenin haberi olmayacak şekilde saklamanı istiyorum."

Dosyaları aldı ve bunu sadece belgeli değil, gizli bulutuna da aktarmıştı. Başına bir şey gelirse, herkesi de ardından yakmaya çoktan hazırdı. Hoseok'un bunun peşindeyken, kendisini bu şekilde kolay kolay yem etmeyecekti tabi ki. En azından elinde ne olduğunu bilmeli ve buna göre karşısında el mahkûm kıvranmaya devam etmeli diye düşünüyordu.

Lakin Hoseok'un aklını bulandıran şey bu değildi. Neden bu riske giriyor olduğuydu.

Bununla, "Neden öldürmek yerine bunu yapıyoruz?" diye sordu.

Ancak Namjoon'un cevabı, sadece onun içindeki arzularının karanlık istikbalinden başka bir şey değildi.

"Benim onunla tamamlanmamış bir işim var." Derken sesi derindi. "Sen bu kadarını yap. Bende sana söz verdiğim gibi senin tüm suçlarını onun üzerine atacağım. Biliyorsun ki bunu hemen yaparım. Sende bu alemin yeni kralı ve kahramanı ilan edilirsin. Bundan üç ay sonra değil de bir ay içinde olmasında bir sorun yok. Zaten çıldıracağı için kimse bu haberler karşısında ikilem de kalmaz ve hemen suçlarlar. Devleti bilirsin, işin gerçeğinden ziyade halkın baskısının verdiği şekilde rol kesip icabet eder. Yani çok güvendikleri adamı içeriye yargısız infaz yaparak tıkayacaklarından eminim."

"İkna edici konuşuyorsun." Dedi ve bu Hoseok'u en azından motive olması için gerekli cümlelerdi. "Umarım dediğini yaparsın. Yoksa Taehyung yerine seni ben gebertirim. Şimdi siktir git ve hazırlan, on dakikaya gelirler."

"Felaketler bile ne iştah açıcı bu hayatta." Diyerek kapattığı telefonuyla, kafasını gülerek geriye attı Namjoon. Her şeyini hazırlamış ve her yerin cehennem yerine dönmesini izlemek için onu güvenli bir yere göndermesini sağlayacak adamları, toparladığı eşyalarıyla kapının önünde beklemeye koyuldu.

Hoseok ise bir an önce bu konularda çok zeki olan birkaç adamını görevlendirdi.

Durum hakkında ve ne yapacakları hakkında kısaca bir bilgi verip harekete geçmeleri için beklediler.

Hastaneye ulaşan tipler, çok normal görünen iki gençti. Ancak onların arkasından ilerleyen yaşlı adam, direkt olarak kameraların olduğu güvenlik odasına giderken yolunu kaybetmiş ihtiyar rolünü iyi kavramıştı. Her şey yanlışlıktan ibaretmiş görünürken, bu hastaneye ait kameraların son yirmi dört saat ile silecek ve formatlayacaktı. Ama bunu yapmadan önce yanlışlıkla girmiş gibi girdiği odaya, doktor nerde, burası neresi, diye kem küm yapıyor huysuzlanıyordu.

İki kişi güvenlik kameralarını izliyordu.

Gençlerden biri adama sevimli bir şekilde, "Yanlış geldiniz, nereye gitmek istemiştiniz? Ben size yardımcı olayım," dedi ama çok sürmedi ki, adamı susturucu silahıyla karnından üç ateş ile öldürmüş ve halen koltuklarda duran adam şaşkınlıktan ağzını açıp silahına davranamadan tam alnından vurularak can vermişti.

İhtiyar bu işin en iyilerinden biriydi.

Diğer ikisi de öğrendikleri odanın önünden bir kez geçti. Biri telefonu eline alarak güvenliğe sızmış ihtiyarı aradı. Bir diğeri de gözüne kestirdiği tekerlekli sandalyeyi çekerek Jungkook'un odasına bakışarak içeriye sızdı. Eğer içerdeki çocuk uyanıksa, etkisiz hale getirecekti. Eğer baygınsa, bir şey yapmalarına gerek bile kalmazdı.

Tanrı onlardan yanaydı.

Jungkook halen ilaçların etkisiyle uyuyordu. Onu hemen yerinden kaldırıp, getirdiği kabanı giydirmek için çocuğun kolundaki serumu çözdü. Ve hızlıca kaban ile bereyi kafasına yerleştirdi. Sandalyeye oturttu. Bunu çok hızlı yapıyordu. Kameralar belki sorun olmayacaktı ama görevlilerden biri ya da çalışanlardan biri büyük sorun çıkarırdı.

Eğer bundan yarım saat sonra gelecek olsaydı, evet, onu görmek için gelen Seokjin tarafından büyük bir olayın çıkacağı kesindi.

Adamlar onu aldıkları sandalyeyle rahatça çıkardıklarında, biri yetişkin, bir diğeri de gençti. Hastanenin önündeki güvenliğin önünden, "Hemen uyuya kaldı, aldığı ilaçlar hep böyle yapıyor kardeşimi," diyerek dertli dertli söyleniyordu. Adam bu durumu garip bulmadı ki bakışlarını onlardan uzaklaştırdı.

Jungkook'u arabanın arkasına attıklarında, dünya artık eski güzelliğini kaybetmişti bu insanlar arasında.

Çünkü kendine geldiğinde, yaşadıkları sadece bir kabustu. Durmaksızın uyuyup uyanmak istediği bir kâbus.

Seokjin, yoğun bakım hemşiresinin çağırısıyla kısa süreli bir saatlik uykusundan sıçrayarak uyandı. Gözleri çok yorgundu ve zihniyle, ruhunu taşıyan bedeni iki günün verdiği olaylar karşısında bitkindi. Sadece bir saatlik mola vermek istemişti ve o mola sona ermişti. Taehyung uyanmıştı.

Bu haber karşısında koşarak onlara giderken, hastanenin içinde bir polis kalabalığı vardı.

Büyük bir kaza olduğunu veya belli ki bir olay olmuştu. Ama bu durumu sorgulamak yerine, ilk önce Taehyung ile konuşması ve gözleriyle durumunu incelemek, kalıcı bir hasar olup olmadığını tespit etmek istiyordu.

Ancak asansörün önünde karşılaştıkları meslaktaşları ona durumu anlatırken, yüreği sıkıştı. Sadece uykusuzluktan dolayı bu şekilde düşünüyorum, diye teskin ediyordu. Ama bir kere vesvese oturmuştu yüreğine. Taehyung'un burada yatış yaptığı günde bu şekil yaşanmış bir olaya tesadüf gözüyle bakamayacak kadar çok hakimdi onun karanlık dünyasında dönen faili meçhul olaylara. Özellikle iki kameralardan sorumlu görevlinin öldürülmesi, ellerinin buz kesmesine sebep oldu.

Taehyung iyiydi. Çünkü az önce hemşire aramıştı. Ama Jungkook? En son odada sakinleştiricinin etkisiyle uyuyor olmalıydı. Bu nedenle hemen ineceği katın bir alt katında duran odaya koştu. Kapıyı açtı telaşla. Jungkook orada yoktu. Belki de uyandı bir şekilde ve Taehyung'u görmeye gitti diyordu. Ancak o da biliyordu içten içe.

Çünkü yoğun bakım ünitesinin yer aldığı katta sadece Yoongi ve Choi vardı. Gidip geliyor ve kendilerini gördüklerinde, heyecanla yanlarına geliyordu. Choi, "Uyandı," diye sevinç dolu bir sesle konuşuyordu. Seokjin etrafa bakıyor, "Jungkook nerede?" diye sorduğunda ikisi de gerildi. Yoongi, "Onu götürdünüz ya," diye araya girdiğinde, Seokjin çaresiz bir dolu nefes aldı.

"Sorun nedir Seokjin Bey," diye soran gergin sesli Choi'ye beti benzi atmış bir şekilde baktı. "Sorun çok ama çok büyük, Jungkook kaçırıldı."

İkisi de şok olmuş halde bakarken, hemşire, Taehyung'un olduğu odadan çıktı. Seokjin'i görmesiyle hemen yanına doğru ilerledi. "Efendim," diye seslendi. Seokjin sadece bakışlarını kaldırabildi.

"Bay Kim, Jungkook adında birini sorup duruyor ve nefes almakta zorlanıyor konuşmaya çalıştığı için. Ben sakinleştiremiyorum." Diye yakınırken, Seokjin sertçe yutkundu.

Gözlerini sıkıca kapattı. "Bunu ona söylemeye kim cesaret etmek ister?" diye havada kalan bir söz söyledi. Ama hiçbirinin buna cesareti yoktu. Çünkü bu olayı çözebilecek kişi yine içerdekiydi.

Ama içerdekinin aklını kaçırmasına çok az kalmıştı.

Sevdiği adamın iki ay boyunca yokluğuna vereceği tepki, sınırdaki deliliğiyle tüm ülkeyi kaosa sürükleyecek kadar tehlikeli ve ıstırap doluydu. Bu uğurda çoğu insan hayatını kaybedecekti.

Jungkook ruhundaki çiçeklerini, Taehyung ise bedenindeki son insani kırıntılarını.

 

 

Bölümün sonu.

Birileri demiş ki yazar öldü, ne münasebet :) ben finale kadar size zulüm diye yazılmışım...

diğer bölümlerin gazabına hazır mısınız?

ayrıca, final de olacak bu fic neden istemiyorsunuz, kaçta final görsün istiyorsunuz bu fic haa???

Ben Nicotesy, acılar... bolca acılar diliyorum.

Loading...
0%