@nicotesy
|
Selammm ben geldimmmm kimler burada bakalım?? Bu bölüm için heyecanlıyım hadi bakalım. Bu uzun zamandır istiyor olduğunuz bölümdü. umarım öyledir... Hala bildirim gelmiyor şaka mı? İyi okumalar ballar...:)
"Muhteşem yönlere doğru gidebilecek bir parça, artık hiçbir yere gitmiyordu." ...
Gözlerimin içine bakıyordu. Benim korkudan dolayı buruşmuş yüzümün onu keyiflendirmesine izin vermek istemiyordum ancak bunu yapamayacak kadar korku doluydum. Korktuğum o fenalığı içime bırakacak diye çabalıyordum. Hamlelerim, onun hamleleri yanında birer hiçti. Elinin sızladığını bahane ederek, burada kaldığım ki günleri bilmiyordum, ben bu karanlıkta kaldığım o tek günlerimden ötürü hangi günde olduğumu bile bilmiyordum ve o ansızın çıka geldi. Sanki gücüm varmış gibi güçsüz kaldığım cılız kollarımdan tutarak beni yatağa sabitlediğinde, gözleri şaşkınlık içerisinde parıldamışlardı. "Siktir ya, bu nasıl bir şans." Diyerek küfrediyor olsa bile yanındaki yüzü maskeli adamdan beni bağlamasını istedi. Yalvardım. Bana yemek bırakıp giden adama yalvardım. Ancak o duyarsız davranarak tek işi buymuş gibi bileklerimi ve ayaklarımı bağladı. Adama çıkmasını söylediğinde, bu hiç tanımadığım adam Namjoon denen iblisten daha güvenliydi. "Yalvarırım beni onunla yalnız bırakma," dedim ama bu yüksek sesli çığlıklarım onu epey rahatsız etmişti ve ağzıma bez bağlayıp, sadece kendi canımı yakacağımı bile bile debelenmeme, boğazım acıyana kadar ağlamama sebep olmuştu. "Madem sana dokunamıyorum, ama sana dokunduğumu düşünmeli ki aklını kaybetmeli. Ona bu hediyemden sonra nasıl olsa bir falso fiyasko bırakmak üzereyim. Bilmek ister misin Jungkook?" dediğinde çok eğleniyordu. Ağzının içinde dilini emmeye çalışarak gözlerime korku salıyordu. "İsmin bile bu kadar lezzetliyken... yazık oldu. Taehyung ile bu kadar ileri gittiğinizi hiç düşünmemiştim. Ona olan nefretin altına yatıp inletecek kadar sahici değil demekmiş? Bir gün benim için de aynı şeyi yaparsın diye bekliyor olacağım lolita." Ona cevap verebilmeyi, o gevşek yüzünü ellerimle paramparça etmek istiyordum. Ancak hiç gücüm yoktu. Kendimi bile zar zor ayakta tutmuştum. Karanlık beynimi uyuşturmuş ve şimdide bu adamın deccal gibi parıldayan sinsi ve ahlaksız sözlerini işitiyordum. "Konuşmuyor olman ne sıkıcı," dedi kendi kendine. Üzerindeki rahat elbisesinin arka kot cebinden telefonunu çıkardı. Fotoğrafımızı çekti. "Hatıra," diye mırıldandı. Ardından video tuşuna basarak saçma sapan sözlerle Taehyung'u hitabına alarak iğrenç şekillerde beni ve kendisini kayıt alına almaya başladı. Çıldırıyordum. Bu ruh hastasından ve yapacaklarından dolayı korkuyordum. Taehyung'un beni bulması neden bu kadar uzun sürmüştü? Oysa o, istediği zaman birini bulabilirdi? Yoksa ben onun hiç bulamayacağı bir yerde miydim? Benim sonum bu adamın elinden olmamalıydı. Olacaksa bile böyle olmamalıydı. Öncesinde içine çekildiğim ölümün çaresizliğinden şimdi doyasıya yaşama arzusu içindeydim. "Pekâlâ şimdiye kadar görüldü atmış olmalı, kanıtlarımızı ve bize ulaşmasına sağlayacak ipuçlarını yok edelim. Sonrasında da planımızı işleyelim. Bence tahminlerimden daha çok acı çekiyor olmalı. Hem aşık hem de ruh eşin. Ama ne müthiş bir kombinasyon," dedi ve cümleleri her ne kadar gevşek çıksa da bundan kesinlikle mutlu değildi. Benim aksime... Onunla ruh eşi miydik? Ben onun ruhunun eşi miydim? Bu nasıl mümkün olabilirdi. Bu sadece bir efsaneydi ve benim de bunu anlamam gerekmez miydi? Kurdum bu adamın korkusundan dolayı asla saklandığı delikten çıkmıyordu. Korkunun dayattı feromonları dahi korktuğundan acı çekiyor olmasına rağmen hem beni hem de kendisini baskılamaya devam ediyordu. Benim kalbimde bu odanın sert soğukluğundan sonra ilk kez bir sıcak pay düşmüştü. Sakinleşmiştim. Keşke bunu o hemen yanı başımda duran adama hiç belli etmiş olmasaydım. "Bakıyorum da korkmana rağmen gözlerin bu durum için parlamaya başladı. Ne sanıyorsun? Seni onunla mutlu edeceğimi. Aptal sanrılara kapılma. İstesen de ne seni bulabilir ne de dışarıya çıkabilir. Sence ben sadece seninle mi onu çökerteceğim sanıyorsun. Hayır aptal omega. Daha ona atağım suçları bilmiyorsun. Göğsünü kabartan o itibarına nasıl da sağlam tekme atacağım. Kimse ona yardım edemeyecek... ederlerse, onlarda suçlanacak." Dedi ve anlayamadım sözlerinden hiçbir şey. "Bu kadar aptal olduğunu düşünmüyordum. Sanırım sadece senin şu bünyen yediğin dayaklara ve hakaretlere karşı bu şekilde dayanıklı. Eh, insan babasının evinde de aynı muameleyi gördüğünden el evinde de görünce çıkarmaz oluyor. Haklısın sende. Kullanılmış bir beden olduğundan artık ilgimi çekmiyorsun bile. Oysa çoğu şeyi senin için yapmıştım. Hayal kırıklığı." Kendi kendine konuştu. Kendi kendine hakaretlerini sıraladı ve bana son kez çıkmadan boylu boyunca baktı. Göz dağı veriyordu. "Yine de denemeye gelirim... son bir kez nefesin ciğerlerinden sökülüp giderken veya kurdun yok olup giderken bedenin işime yarar." Dedi ve sırıttı. Kesinlikle ona karşı dehşete düşmüş olmama zaafı vardı. Çünkü bunun tepkisini verdiğim anda parıldıyordu gözleri zevkle. "Görüşürüz tavşancık. Bir dahakine kadar sefaletten ve soğuktan ölmemeye çalış ya da kendini öldürmemeye. Eminim burada çok insan hayatını bu şekilde kaybetti." Gitti. Alamadığım derin nefesler hali hazırdaydı. O çıktığı gibi onun arkasından yüzünde maskesi ve beresi olan adam girdi. Yapılıydı. Beni rahatlıkla boğazlayarak öldürebilirdi. Ama benim bu iğrenç yerde bir şekilde yaşamamı istiyorlardı. Ve hiçbir şey olmamış gibi gelip ellerim ve ayaklarımı çözdü. Kapıdan çıkacakken ağzımdaki bez parçasından kurtuldum aceleyle. "Ne zamandır buradayım? Lütfen. Uzun zamandır bir ışığa hasretim ben. Burada ne zamandır kalıyorum, en azından merhamet ederek bunu söyle bana?" dedim ve cevap vermeyecek oldu sırtı dönük bir şekilde kapıya ilerledi ve demir süngüyü sertçe kapattı üzerime. Yine ağlamanın eşiğindeyken, "Bir aydır buradasın, iyi dayanıyorsun omega. Devam et böyle," dedi ve gitti. Teselliye karışmış o kötülükle kalakaldım. Bir ay... sanki kıymeti olmayan koca bir boşluktu. O boşluğundan içindeydim... Ve artık hiçbir anlamı kalmayan geçmişinin ıstırabına ve umutsuzluğuna yas tutuyordum. Yazarın Ağzından Karşı duvara bakıyordu genç adam. Hem kederli hem de endişe doluydu. Akıl sır erdiremiyor olsa da kafasında bu durumu netleştirmişti. Her ne olursa olsun Jungkook'u sakladıkları yerde kendisi olmalıydı. Olaylara abisinin gözünden pek hâkim olmasa da kaldıkları evin içinde kimse olmadığından Jennie'ye moral olma amacıyla gelmişti. Genç kızın onun bu varlığına eskisi kadar tamah etmediği doğruydu. Ama Yoongi'de bir bakıma bu olaydan saf dışı bırakılmasına rağmen olayların gelişimini takip ediyordu en azından buradan rahatlıkla. Açıkçası kaldığı otel odası ev gibi hissettirmiyordu. Choi birazdan eve gelecekti. Haberleşmişlerdi. Taehyung'un yanlarından ayrıldığını ve şu anlık gittikleri yerden haber beklediklerini söylemek dışında elleri ve kolları bağlıydı. Ve aklını kurcalayan çok şey vardı, bunu sesli bir şekilde Choi ile konuşmak ve fikir danışıklığı yapmak istiyordu. Bu düşüncenin üzerine kendisini oturma odasında beklediğini bildiği Yoongi'nin yanına doğru adımladı Choi. Çok dağınık ve bitkin bir haldeydi. Bir aydır cılkı çıkıyordu ve üstüne üstlük kendisini bu konuda sorumlu hissettiğinden duygusal anlamda da bir çöküklük yaşıyordu. Eğer daha dikkatli olsaydı tüm yaşananlara mahal vermiş olmayacaktı. Yoongi onun gelip karşısındaki koltuğa çökmesiyle derin bir nefes aldı. Anlamasına rağmen, "Yine bir haber yok değil mi?" diye sordu. Choi şakaklarını ovalamaya başladı. Çaresizlik damarlarında bir kol gibiydi ve boğazını sıkıyordu konuşurken. Çünkü daha önce birini bulmak için bu kadar uğraşmamışlardı. Anlam veremiyordu bu yüzden de. En fazla bir hafta diye düşünmüştü ama gelinen noktanın zamanı korkunç ve tahammül bırakmayacak türden fazlaydı. "Hayır, yer yarıldı da içine düştü şerefsiz herif." Dedi dilini dışarıya sinirle vurdurtmaya devam etti. "Hayır anlamıyorum kim buna yardım ediyor da çok iyi saklanabiliyor. Girmediğimiz delik kalmadı." Dediğinde, işte Yoongi'nin de aklını kurcalayanlar bunlardan olduğundan bunun için özellikle Choi ile konuşabilmek için bu saate kadar beklemişti. "Yakında şehirdeki normal insanların evlerine dalmaya başlayacağız o da bize baya sıkıntı çıkaracak. Taehyung'u kapatmalarından korkuyorum. Gözü dönmüş gibi. Normal olsa da herkes bunu normal karşılamıyor maalesef ki." "Haklısın." Dedi büyük bir sakinlikle. Yüzünde halen koca bir utancın lekesi varken konuşurken biraz zorlanıyordu bu durumlar hakkında. "Birine ilk kez bağlandı. Bağlandığı gün sayısı kadar insanı bir ayda yok etti. Kimse onun karşısında ağzını açamıyor bile." "Açsalar daha iyi olurdu." Dedi daha bu sabah ve akşama kadar devam eden işkenceleri anımsarken. Aralarında suçsuz olanlar varsa bile kaynayıp gitmişlerdi Delta'nın öfkesinin altında. "Bu durum okyanusta iğne aramaya dönecek diye korkuyorum. Belki, öldürdüler ve bir yere gömdüler." Dedi realist bir düşünceyle, ama bu düşünce en korkunç olanıydı. Yoongi de aynı oranda o duyguları hissederek irkildi. "İçim buz kesti." "Sen bir de Taehyung'un yanında beni gör. Buna hiç ihtimal vermiyor ama ben vermeye başladım. Bu kadar zamandır haber alamıyor olmamız hiç normal değil." Yoongi onun sözcüklerini onayladı başıyla. Ardından katladığı dizlerini çözerek eğildi. "Namjoon'u sende az çok çocukluğundan beridir tanıyorsun," dedi, ima edeceği şeyin daha kolay anlaşılır olması için başladığı sözle düşündüğü ve aklına en olası olan fikri kendisine de kızmayı ihmal etmeyerek kullanmaya başladı. "Bugün yarın bize mutlaka bir şey gönderecektir. Artık onu çözüyorum. Cidden geçmişi düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum. Nasıl bu kadar aptal ve gözü kapalı olabilirim. Şu an Taehyung'un neler hissettiğini az çok anlıyorum. İnsan konu aşk olduğunda yapılacak çoğu şeyin normal ve mubah görüyor. Bende bana anlattıklarını makul gördüm. Sadece Jimin ve bebeğimizi korumaya çalıştım büyük bir bencillikle. Bundan o kadar pişmanım ki kendimi onlara karşı bu durum için sorumlu hissediyorum. Ben Jimin'e kardeşini borçluyum. Bu yüzden bulmak zorundayım." Choi şu bir ayda Yoongi ile bu konularda daha sık konuştuğundan, kısa bir çekiş gerçekleştirdi. Herkes hayatına almak istedikleri insan için tüm her şeyi yapıyor ve bencillik yaparak diğerlerini görmezden gelirken, o neden halen sevdiği kadın olan Jennie'ye sadece uzaktan bakmakla yetiniyordu. Eğer zamanında onu reddetmemiş ve kalbini kırmak zorunda kalmış olmasıydı, o donuk gözleri şimdi kendisine ışıl ışıl bakacağından emindi. Göğsü kabardı. Taehyung'u az da olsa anlayabildiği için. Eğer aynı şey Jennie için yaşanmış olsaydı o da gece gündüz demeden onu her yerde arıyor olurdu bulmak için. Yine de durum buydu. Sıfır sonuçlara gebe kalmış bir durum. "Hepimiz zorundayız ama bir ipucumuz bile yok." Demesi bu yüzdendi. Ancak Yoongi sonunda ağzında ıslatıp durduğu o baklayı çıkardı. "Ama benim şüphelendiğim biri var," diyerek. "Hoseok'tan bahsediyorum. Taehyung ile her zaman dışarıdan araları iyi görünse de bildiğin üzere hep bir rekabet vardı. En azından Hoseok'un gözlerinde bu görülebiliyor. Ve şimdi Taehyung'un bu halini krize çevirecekken çok sessiz. Benim bildiğim bu adam bunu yapmaz anlıyor musun?" "Belki de herkes senin gibi insanı en ahlaksız olduğu yerlerinden vurmuyor," dedi, diline hâkim olamayan Choi. Yoongi ona baktığı gözlerini hafifçe aşağı doğru devirdi. Ne zaman bu kadar iğrenç bir insana dönüştüğünü kendisi de bilmiyordu. "Doğru olduğundan bir şey diyemeyeceğim." Dedi bu nedenle de. Durumu toparlamak istediğinden kafasını kaldırdı yeniden. "Sadece bunun üstüne düşeceğim. Siz evine baktığınızı söylediniz ve birkaç çiftlik evini daha baktığınızı da. Ama tanrı aşkına bir düşünsene, rakibinin omegasını varıp da göze çarpan bir mülkünde oturtturur musun? Bu mantıklı mı?" "Bu kesinliği olmayan bir şey ve sahiden de sadece sessiz kaldı diye adamın tüm mülklerine çökemeyiz. Bu etik değil." Dedi Choi. Her ne kadar bu onların imkanlarıyla da olsa, Hoseok'da askeriye de sözü geçen bir adamdı. Babası eski genelkurmaydı ve kolay değildi bu kadar ileriye gitmek. Eğer arkası boşsa bu da şu anda olmayacak zaman içinde aramalarına balta vurmaktan başka ne işe yarardı ki? "Sikerler etikliği şimdi." "Seni şüphelendiren bir şey daha mı var?" Yoongi yanaklarında biriktirdiği derin nefesi yavaşça boşalttı. "Emin değilim. O kadar çok şey yaşandı ki," dediğinde gözleri dalgınlaşmış ve bir şeyleri yeniden anımsamaya çalışır gibiydi. "Sanki bir ara, çok kısa Hoseok ve Namjoon'u konuşurken gördüm. Bir de bir konuşma sırasında ikisi birbirine manalı şekilde baktı. Bununla tetiklendim. Hoseok'un bunu yapacak götü yok. O başka boklar peşinde. Ama Namjoon'da insanları hassas yerinden vuran bir herif olduğundan, acaba elinde ona karşı kullanacağı bir şey var da ondan mı Hoseok yardım ediyor ona diye düşünmeden edemiyorum. Bence olası bir ihtimal bu. Neden bulunamadığını da çok iyi açıklar bu durum." Bu Choi'ye çok mantıklı gelmişti. "Ama o olduğu kesin değil. Yine de içime kurt düşürdün." Demekten alıkoyamadı kendisini. Yoongi bu konuda haklı olduğunu daha çok hissetti dışa vurduğu düşünceleriyle. "Bence sen bu konunun üzerinde durmaya çalış, en azından ben de yaparak sana destek olurum. Ama senin daha sessiz, işini bilen avukatların ve tanıdık casusların vardır. Bence ona ait dört duvarı bile araştırmanı ve adamlarını fark edilmeyecek şekilde izlemeleri için yollamanı tavsiye ederim. Bu konuda bende yardım ederim sana. Ne diyorsun buna?" Choi'i bu ihtimale sıcak baktı. Göz ardı etmeyecekti. Bu konuda fikir belirtecek oldu ama ağzını açacağı sırada çalan telefonu yüzünden arada kalmış konuşmasını devam ettiremeden, "Bekle, telefonumu açayım yanıtlayacağım seni," diyerek telefonunu aldı ve arayan emniyet amiriydi. Hızlıca yanıtlayıp ayağa kalktı. Karşısındaki müdür direkt konuya girmişti. Konu delta ve şehirde yaşattığı korkuyla ilgiliydi. Choi duyduklarıyla korktuğunun başına geldiğini biliyordu artık. Nefesi sıklaştı. "Nerde görülmüş en son?" dedi ve aldığı cevapla telefonunu kapattı. Teninin rengi sararmıştı. Yoongi onun iyi haber almadığını biliyordu. Konun Jungkook ile alakalı olabileceğini düşünmüştü. Cevap bulma umuduyla ayağa kalktı ve elleri titreyen kendisinden daha genç duran adamın karşısına geçti. "Sorun ne?" diye sordu. Choi'nin göz bebekleri bile titriyordu. "Taehyung," diyordu yutkunarak. "Delta formundayken şehre inmiş ve insanların evine dalmaya başlamış." Söyledikleri ile telaşı daha fazla arttı. "Seokjin'i görmem ve yanına gitmem lazım." "Bende gelmek isterdim. Ama olaylarda suçum olduğundan onu karşısına çıkamam." Dedi biriken korkusuyla. Choi, "Haklısın," diyerek geçiştirdiğinde duramadı bile orada daha fazla. Bu kaosu durdurması gerekiyordu yoksa işler çığırından çıkacaktı. Yoongi ise Taehyung'u normale döndürecek kişinin Jungkook olduğunun bilincindeyken, kendi kendine söylendi gidenin arkasından. "Sanırım bu hava da kalan konuyu sadece benim araştırmam gerekecek." .....
Önüme konulan lapayı ağzıma alırken midem bulanarak onu tutamadım ve yediğim kaba doğru tükürmek zorunda kaldım. Her şeyin tadı korkunç ve dayanılmaz bir noktaya gelmişti. Buradaki nemden ötürü durmadan kusuyordum. Burnum akıyordu. Boğazım durmadan kusmaya başladığımdan acıyordu ve ben ağzımı çalkaladığım musluk suyundan bile tiksiniyordum. Kendimden, her şeyden çok tiksiniyordum. Bu yine beni bir ağlama krizine soktu. Aklımı kaybetmek üzereydim. Konuşmamaktan bazı kelimeleri unutmuş gibiydim. Dönemeçli vakitler her daim o iri adamın bana verdiği yemeklerle zaman kazanırken, günleri de o şekilde saymaya çalışıyordum. Ama bir zaman sonra onlarından birer ibresi kopuvermişti. Dayanamıyordum artık. Burada sonsuz bir zaman karanlığı vardı ve ben aklımı kaçırmak üzereydim. "Yalvarırım, artık bırakın beni ya da öldürün. Ama daha fazla bu şekilde işkence çektirmeye devam ettirmeyin bana." Yine sesimin boş yankısı dışında hiçbir cevap tünemedi. "Ya sizin hiç vicdanınız yok mu? Oradaki adam, senin bir ailende mi yok? Neden hiçbir suçum ve günahım olmadan bana zulmedenlerin yanında duruyorsun." Kendi kendime söyleniyordum. Nasıl olsa yine duyumsamazlıktan gelecekti. Alışmıştım. Onun bana yemek bıraktığı ilk zamandan beri söylüyor olduğum şeyler bunlardı. Belki bu adamı da görmeseydim tamamen yalnızlıktan kafayı yerdim ve buranın gerçek olmadığına bile inanırdım. Çünkü bu dört duvar arasından çok rüyalarımda gördüklerimi gerçek sanmaya meyletmiş durumdaydım. Fakat yatağın içinde sırtımı duvara vermiş, başımı dizlerime yaslayarak kendimi sarmaladığım bu yalnızlık çukurunda kapı açılınca kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı. O adam diye düşünüyordum. Genellikle benim uyuduğumu sandığımda önümdeki tabağı alıyor ve yerine yenisini bırakıp çıkıyordu. Namjoon geldi diyordum içimden. Çünkü geleceğim, yeniden geleceğim demişti. Ve ben bu sefer bu savunmasız halimle ondan nasıl kaçacağımı bilmiyordum. Geçen sefer anlayamayacağım bir şekilde bana dokunmamıştı ama bu sefer bunu yapabileceğini biliyordum. "Omega," diye seslenen o kapımdaki adamın sesiyle neredeyse titreyen parmaklarım biraz olsun rahatladı. Tecavüze uğramaktansa ölmeyi yeğlerdim. Ve bu adam gözünü kırpmadan birini vuracakmış gibi duruyordu. Ve ilk kez ben bir şey demeden bana seslenmişti. Kaldırdığım gözlerimle elinde bir bıçak tuttuğunu görünce çığlık attım. "Sakinleş, sana zarar vermek değil amacım. Ama bende yoruldum her gün senin burada ağlayıp sızlanmadan. O gelen piç heriften hiç hazzetmiyorum. Birazdan gelecek ve senin kendini korumanı istiyorum. Hatta ben burada olmayacağım için fırsatın varsa bunu iyi değerlendirip kaç. Yoksa benden bilirler. Ailemi tehlikeye atamam. Bunu göze alamam. Anlıyor musun beni?" Şaşkındım ve o bıçağı öylece görebileceğim şekilde yere bıraktı. "Delta'nın omegası mısın?" diye sorunca nefes alışlarım hızlandı. Taehyung'dan bahsediyordu. Nasıl hızlanmazdı? Neredeyse tekrar ağlayacaktım. Sadece kafamı salladım dolulukla taşan gözlerimle. Gözleri dışında seçemediğim gözleri az da olsa yumuşamıştı. "Anlıyorum. Seni bulsa iyi olur, yoksa yakında öldürülecek." Söylediği şeyle öne atılacak gibi oldum. "Neden, neden böyle bir şey dedin bana sen şimdi?" dedim ve o derin bir nefes aldı ve çıkmak isteyen adımlarını ileri geri oynattı. "Seni bulmak için çok kişiyi öldürmüş. Aksine üstüne açılmış birçok davada var. İnsanlar onu deşmek istiyor. Haberin olsun. Bu gidişle kavuşamadan birinizden biri ölecek gibi." Namjoon, dedim içimden. Bana son söyledikleri de bununla alakalıydı. Onun yüzündendi her şey. Bir insanı canından edemeyecek kadar korkak ve merhametle dolu bir vicdana sahip olduğumu bilirdim de bu artık insani olmayacak bir boyutta olan yaratıktan başka bir şey olamazdı. Sessizliğin kapana sıkıştırdığı şeyle adamın odadan çıkıp üzerime kapıyı kapattığının bile farkında değildim. Yerde duran bıçağa odaklanmıştım. Vücudumun direnci yoktu ama gözlerimde o adama karşı bürüdüğüm nefret ile bunu yapmalıyım dedim. O tüm pisliği ile bizi yok ederek bu dünyada keyfine bakamayacaktı. Kalktım ve onu elime alarak sıkıca tuttum. Çıldırmış hissediyordum. Yatağa geçtim ve uzandım. O kirli battaniyeyi üzerime serdim. Midem halen çalkalanıyordu ama bir güç gözlerimi pörtleterek karanlığa bakmam konusunda güç veriyordu. Saniyeler, dakikalar, belki de saatler geçmişti. Sadece elimde tuttuğum o şey parmaklarımdan biri iken hareketsiz olduğumdan dolayı kapalı ışığın ve zihnimin halüsinasyonlarıyla çok keskindi. Adamınkinden farklı olan uyuşuk ayak seslerin ona ait olduğunu biliyordum. Sessiz ve zararsız görünmeliydim. En azından beni yine bağlamaya çalışmadan onu yaralayıp kaçma şansım varken bunu yapabilmeliydim işte. Gözlerimi gevşekçe kapattım. O kadar gergindim ki benim uyumadığımı anlarsa ve buna karşı beni kısıtlayacak kötü bir hamle yaparsa diye ödüm kopuyordu. Ama adım adım gelirken, o iğrenç sesi kulaklarımı tırmalıyordu. "Yaşamaya devam ettiğini görmek ne güzel tavşancık, meğerse en az sende benim olduğum kadar bana karşı isteklisin anlaşılan." Kendimi sıktım. Yutkunmamak için zor durdum. Yüzüme yaklaşıyor ve tarçın kokan nefesini yüzüme solurken yüzümü buruşturmama engel olamadım. "Uyumadığını biliyorum prenses," dediğinde gözlerimi açtığımda gözleri tam karşımdaydı. İşte o zaman tüm gücümle kolumu oynatarak onu sol tarafında duran göğsüne bıçağı sapladım. Bu hamlemi çok geç fark etmişti. Anladığı an geri çekilecek olsa bile az da saplanmıştı. Oradan sızan kanı görürken, "Orospu çocuğu," diye bağırarak, kaçmaya çalıştım. Ama daha ne olduğunu anlamadan beni belimden yakaladığından debeleniyordum. En azından biraz güçsüzdü ve acıyla kıvranıyordu. "Demek dişli çıktın fahişe," dediğinde olabildiğinden kol dirseklerimi karnına vurmaya çalışıyordum. Kafam onun göğsüne çarptığında acıyla kıvrıldı ve kolları bollaşmaya başladı. Bundan yararlanarak tekrar kaçmaya çalıştığımda yine aynı şekilde bacaklarımdan yakaladı. Yere kapaklandım. Tekmelemeye devam ettim. Bir ölüm kalım savaşı veriyordum o sırada. "Bırak beni," dedim bağıra bağıra. Ama o beni elinde tutmak için çaba veriyordu. Heybetli bir adamdı ama en azından bu kadar güçlü olmak zorunda değildi. Kaçamayacağıma inanacak haldeyken yüzüne tekme atabildim. Ayağa kalkamasam da sürünerek gitmeye çalıştığımda, belimde hissettiğim korkunç acıyla hareket edemedim. Bakmaya korkuyordum. Onu yaraladığım bıçağın keskinliği karnımda hissediyordum adeta. Canım deli gibi yanıyordu ve bu acı dayanılmazdı. "Kaltak," dedi sırtımı ayağıyla ezerken. "Burada bu şekilde geberip git bakalım." Dedi ve yüzünü buruştura buruştura, duvarlara tutuna tutuna çıkıyordu bu yerden. O kadar büyük bir ümitsizlik içindeydim ki burada ölüp gideceğimi anladım. Artık bir kurtuluşumun olmayacağını düşünerek hazırdım kendimi bu soğuk ölümün yatağına. Ama hayır, çok büyük bir çığlık koptu ve ardından duyduğum hırlama ile gözlerim dolu doluydu. Onun kurdunun sesiydi. Bu Taehyung'un kurdunun sesiydi. Canım yanıyordu ama burada öylece öleceğimi bekleyemeden kalkmaya çalıştım yerimden ama önce kapının demirine kadar süründüm. Sesler o kadar çoktu ki, bir şeyler kırılıp dökülüyordu. Taehyung'un adını seslenmek istiyordum ama konuşamıyordum. Feromları ciğerlerimi eziyordu ama bu kez güç verircesine. Ayağa kalkabildiğimde artık tek istediğim artık bana bir imkânsız gibi görünen kollarında olabilmekti. Kapıdan zorla çıkardığım kafamla, bulanık gördüğüm şeyler dayanılmazdı. Belimdeki bıçağı çok acımasına rağmen çıkarıp attığımda, üstümdeki koyu renkli eşofmandaki kan lekesinin büyüdüğünü görebiliyordum. Git gide hissizleşsem de Delta'nın Namjoon'un bedenini bir top gibi duvara vurup daha sonrasında yere düştüğünde yine aynı şekilde duvara çarptığını görebiliyordum. Yüzünün belirgin kısımları içe çökmüştü. Havada sallanan bedenin duruşundan kemiklerinin kırıldığı belliydi. Çoktan ölmüştü. Ama Delta onun bedenine duyduğu hıncı alamıyordu. Devam ediyordu. Sanki tek bildiği buymuş gibi hırlıyordu. Ne zaman ben kendimi gösterdim, "Delta," dedim, işte o zaman bir cam parçası kadar dağınık duran bedeni bir köşeye fırlattı. O kırmızı gözleri ve parlak tüylerim tek seçebildiğimdi. Bana geliyorken öyle çok uludu ki benim tüm bedenim dalgalandı bu sesle. Aşkını yüreğime kadar işittirmişti. Ağlıyordum. Korktuğum, kendisinden korktuğum o cüsseli bedenin çirkin ve ürpertici duruşuna rağmen benim şu taşıyamadığım bedenimi kucaklasın istiyordum. "Omegam," dedi, Delta kendi sesiyle. Gözlerim yarı açılıp kapanıyor ve adım atmak öylesine güçken yanıma kadar gelmiş olan o bedene tüm gücümle bir bela bir adım atarak başımı onun göğsündeki tüylerinin arasına sakladım. Bu yaşadığım en gerçek yaşanır andı. "Sonunda geldin," diyebildim sadece. Çünkü kollarında yaşadığım derin ve uzun bir karanlıktı. Ama biliyordum ki bundan sonra gözlerim onun aşkından ve aydınlığından başka bir şey görmeyecekti. Ben iliklerime kadar muhtaç olduğum adamın omegası, o da benim her bir zerremle yanıp kül olan Deltam'dı. Bölümün sonu. Kaos bitmiştir arkadaşlar. Geriye sadece aşk, mucuk, sevgi, veletler ve tatlı krizler olacak. Kısacası normal bir ficte olacak kaoslar olacak. Bence anladınız siz beni :)) Bölümü ve kurguyu sevdiniz mi? Çünkü benim için kafada bu kurgu final verdi. Diğer yazacaklarım hep sizin için olacak? Tüm fic boyunca olan düşüncelerinizi alayım buraya. Ben Nicotesy, buraya kadar okuyan sizlere maşallah diyorum, ne sabır sizdeki de ha kdsfahjods |
0% |