Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@nicotesy

Selam, her gün yb dozu modu açıldı bakalım. Nazara gelmesek bari. :)

uzun bir bölüm oldu... lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin, bu beni yazmak için aşırı teşvik ediyor.

İyi okumalar dilerim.

Bölüm 5: Ya vur ya da kaç, ama sakın korkma.

"En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak... Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey; bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi."

Hiç bilmeden koşuyordum. Ayağımda doğru düzgün diyebileceğim bir ayakkabı yerine çekinerek giydiğim ev terliklerinin olmamasını dilerdim. Ağrıyan ve kanayan bacağım yüzünden aksayarak koşuyor ve aldığım kararımdan artık çok geç olduğunu biliyordum. Bundan ötürü yaşıyor olduğum adrenalin ile acıyı umursamamaya çalışarak kaçmaya çalışıyordum.

Fakat hiç bilmediğim bir yerde, nereye gideceğimi bilmeden hedefini geçtiğim ağaçları atlayarak koşuyordum. Hedefliyor olduğum neydi sahiden de? Bilmiyordum. Sadece Delta'dan ve Delta'nın ayak bastığı yerlerden kaçmak istiyordum. Bu kahredici acınası halimle nefes nefese kaldığımda, elimi iri çam ağaçlarından birinin kavuğuna yasladım. Normal zamanlarda burada böyle tek başıma olduğumun varsayacak olduğumuzda, bu korkudan kalp krizi geçirmeme sebep olurdu. Güçsüz omegam, diğerleri gibi değildi. Ve dışarıdaki tehlikelere karşı koruyacak bir iç güdüye sahip değildi.

Ama şimdi arkamdaki karanlıktan bana her an parlayacak olan Delta'nın bakışları, daha vahşi ve daha korkutucu geliyordu.

Yeteri kadar dinlenemeden arkamdan bir kez daha silah sesi duydum ve çok sonra adımı haykıran Delta'nın sesini. Panikle kaçışmaya başladığımda nefes nefeseydim. Ağlamak ve öylece durup ölmeyi dilemek arasında en azından beni bu sığ ormanın içinden kurtaracak bir tabela arayışındaydım. Ama hiçbir şey yoktu. Beni ifşa etmek isteyen ay ışığından başka hiçbir şey.

Sağı mı solu mu kestiremeden bir kez daha koşmaya başladığımda, o karşımdaydı. Bunu büyük bir sessizlikle nasıl başardığını bile bilmezken zaten nefeslerimin ve kalp atışlarımın kulağıma kadar vurduğundan duymakta zorlanıyordum çoğu şeyi.

Ama onun sesi net ve tüm her şeyden daha baskındı.

"Benden kaçabileceğini mi sandın?" dedi, deliren bir adamın şuh gülüşü varla yok arasındaydı. Karanlık ne kadar aydınlık durursa dursun, onun gözlerinde, özellikle yaralı duran gözüne baktığımda öfkesi çoktan bir el olup boğazıma sarılmıştı bile.

Bunca geldiğim yolu, ondan gelecek zararın korkusuyla yavaş yavaş geriye adımlıyordum. Aciz sesim, "Bırak beni, lütfen," diye yalvarıyordu.

Lakin insaf taşımıyordu. O önümüze geçen dalı siniriyle kırarken, benim ondan uzaklaşmaya çalışan sakin adımlarım onun sürat bulan ayaklarıyla çok yakınıma ulaşıyordu Delta. "Sen artık bana aitsin." Diyordu, burnundan soludu bu cümleyi kullanırken. "Böyle kolay kolay benden uzaklaşabileceğini mi sandın? Ne zavallısın sahiden de."

Ölüm kokan gözleri beni boylu boyunca süzdüğünde, ayaklarım birbirine çelme takmak istercesine birbirine dolanıyordu. Özellikle o beni böylesine tuzağa çekmiş ve benimle alay etmişken üstelik.

"O anahtarı bilerek cebimde bıraktım ve bilerek odanın içinde durmasına izin verdim. Korumalarımı bilerek sen odadan çıktığın anda seni görmemiş gibi yapmalarını istedim. Anla, seni test ettim. Biraz da senin kapana sıkışmış bir fare gibi neler yapabileceğini merak ettim. Kaçabileceğine inanmanı ve asla kaçamayacağını anlamanı istedim. Şimdi anladın mı Jungkook? Benden, ben istemedikçe kurtulamayacağını."

Artık alayları bitmiş yerine öfke tecelli bulmuştu. Sözlerinden dolayı başım dönüyordu. Cılız yumruklarım bedenimi korumak istercesine önümde bir set gibi duruyordu. "Yaklaşma bana," diyordum, sesimde cesaretin emaresi kalmamıştı.

"Sana yaklaşmamam için ne yapabilirsin," dedi ve tek kaşını kaldırdı. Benimle halen alay eden gözleri ve tek kıvrım kalkmış dudağı oradaydı. Benden uzun duran boyunu, benden duyacağı yalvarışları ve çaresiz mırın kırınların peşindeyken, eğmişti hafifçe başını. Eğer o bir adım atmak istese, yüz yüze gelecektik.

Pes ederek ellerim yanlarıma düştü. İşte o zaman pantolonuma çarpan elim, o şeyi yeniden hissetti. Tereddüt etmeden almaya çalıştığımda, onun parmaklarımın arasından düşmemesi için yalvardım. Sesim bölük pörçüktü, "Seni vururum," derken.

"Komik, bence fırsatın varken bunu yapmalısın." Diyerek gerildi ve sanki bunu yaparken bana vurabileceğim bir alan sağlamaya çalışıyordu. Benim silahı tutarken titreyen ellerime baktı ve sonra bakışlarını gözlerime çıkardı. "Yapabilecek kadar yüreğin var mı omega? Yoksa o zavallı yüreğin sadece birilerine feda edilmek için mi taşıyorsun? Katil olabilecek misin? Birinin canını isteyerek yakabilecek misin? Benim gibi."

Katil olma düşüncesi, ona benzeme düşüncesi ile bocaladım. Ben bunu birine yapamazdım. Ben zaten bu hayattan can alıcı yaralar dışında ne gördüm de bunu bir başkasına yapayım. Ben bunca zaman katıksız bir şekilde kendimi iyi etmeye çalışırken, şimdi bunu bir başkasına mı yapacaktım? Jimin bunu duysa çok üzülürdü. Beni o yetiştirmişti çünkü. Ben onun böylesine iğrenç yetiştirdiği bir çocuk olamazdım.

"Hayır," diye fısıldayarak elimdeki silahla birlikle dizlerimin beni düşürmesine izin verdim. Bu bir pes ediş değildi. Kabullenişti. Bakışlarımı kaldırdığım Delta'ya bu sefer tüm cesaret dolu bakışlarımla baktım. Ruhumda derin bir ıstırap vardı, duymazdı ama ben kendimi duyuyordum. Ellerinde parçalanana kadar belki de sıkılana kadar oynayacağı bir oyuncak olmak istemiyordum. Bu nedenle bana sakin adımlarla geldiğinde, gözlerini çekmemesi, onda bulduğum deliliğe itti beni.

Silahın namlusunu kendi boğazımdan tam olarak çenemin altına bastırdım.

"Hayır ben kimsenin canını yakamam ama kendi canımı yakabilirim."

"Aptal," dedi. Tiksinerek söyledi bunu. Bana bakmaya tahammül edemiyordu. Oysa ben içimden sadece, Mutlu ol Jimin... öldüm diye üzülme, biliyorsun ki mutlaka aramızdan sadece biri hayatta kalabilirdi, muhakkak o sen olmalıydın... seni seviyorum, dedim ve gözlerimi sıkıca kapattım. Ölümden korkuyordum, yaşayacaklarımdan korktuğum gibi. Yine de namluda duran parmağımı derin bir nefes alarak bastırdım.

Bir tık sesi duyuldu.

Ama canım yanmadı.

Buğulu gözlerimle kırpıştırdığımda etrafımı, Delta eğilerek elimdeki silahı aldı hızlıca. Bunu yaptığından dengemi kaybederek yere düştüm. O ise bunu günün her dakikasında yapıyormuş gibi silaha dokundu, bir şeyi çekip bıraktıktan sonra havaya doğru bir el ateş etti. Kulaklarım bu yüksek sesle çınlarken, onun bunu yaptıktan sonra bana bir böcekmişim gibi bakan gözlerinden kaçırdım bakışlarımı.

"İlk önce silahın kilidini açmayı bil ve ondan sonra şovunu yap omega. Bu gidişle sadece sinirlerimi bozduğunla değil, beni eğlendirdiğinle kalacaksın."

Fakat asla sesi eğlenir gibi değildi. "Şimdi gel buraya," diyerek, toprağa batmış ellerimi kendine doğru çekmeye çalıştı. Artık tahammülsüzdü. "Hayır!" diyordum, o beni sürüklemeye çalışırken. "Bırak beni," dedim, bağırıyordum. Fakat o bundan nefret ederek yüzünü buruşturdu.

"Sus, kafamı şişiriyorsun."

Ellerinin arasında boğuşmamdan sıkılarak, beni omuzuna atıyor olduğu bir havlu gibi kavrayıp omuzlarının arasında sallandırdı. Korksam da ellerim onun sırtını yumrukladı. Sert bedenine değen her yumruğum onu gram kasmıyordu ve bir müddet sonra üzerimde aniden baskı kurmasıyla, feromlarını yaymasıyla ormanın kokusuna onun kokusu ağır geldi ve ben beceriksizce yumruklarken göz kapaklarımı bile açamaz oldum.

Hissizleştiğimde, kollarım başı boş şekilde sallanıyor ve ben tutunmasam da onun belimi tutan hali sıkıydı. Bu çok tuhaftı. Korkuyordum ama kollarının arasında olmak, anlamakta güçlük çektiğim bir güven duygusunu peyda ediyordu. Bunun, beni eşi kıldığından dolayı hissettiriyor olması da kendimi suçlu hissetmemi engelliyordu.

Ve ardımdan bakarken, benim koşarcasına, can çekişerek geldiğim yollar şimdi bir hiç uğruna sekteye uğruyor ve ben tekrardan eve doğru giderken, onun üzerimden yavaşça baskısını çektiği feromları yüzünden kendime geliyor, göz yaşlarım burnumu sızlatacak kadar çok akmaya devam ediyordu.

Avlunun kapısından girerken, o bir anda ortalıkta gözükmeyen adamların her biri Delta'nın gelmesini bekliyorlardı. Ondan fazla duran adamlar kafalarını eğmişti. Delta tanımadığım uzun boylu adama kafasını çevirdi. "Güvenliği iki katına çıkar. İzinsiz ne bir kuş girecek bu eve ne de çıkacak, özellikle bunun avluda dolandığını görecek olursam hesabını ona değil size sorarım. Anlaşıldı mı?" diyerek bağırdığında sesi tüm bedenimi sarstı. Kollarında tekrar debelenmek istiyordum. Artık beni bırakmasını istiyordum. Ağrıyan bacağım kendisini gösterirken, ayağımdan çıkmış terliklerimle üşüdüğümü hissettim tekrardan.

Bakışlarım onun omuzundan arkasına bakarken, adamlar bana tuhaf tuhaf baktılar. Utandım kendimden. Bu daha yanaklarıma bile ulaşamadan, evin içine girdik. Delta beni salondaki annesinin önüne atarak bıraktığında, acıyla buruşmuş yüzümü toparlayamadım. Yine herkesin odaklandığı o kişiydim.

Annesi ve kızı yan yana duruyorlardı. Çalışan kadın köşeden olan biteni izliyor, onun yanında daha yaşlı bir kadın daha bekliyordu ayakta. Sol çaprazımda duran Namjoon, o yabancı surat ise yanındaydı. Ortanca kardeşleri olan aralarında daha genç duran Taehyun çenesini sıkarak abisine, Taehyung'a bakıyordu. Ve o ezici bakışmaların içinde beni en çok yaralayan, rahatsız eden, yok eden Delta'nınkiydi.

Beni bıraktığı halimi az çok toplayabilmiş, yırtılmış pantolonumdan dışa yansıyan tenimi o bakışlarını oraya çektiğinde yavaşça onları kendime doğru çekip elimi oraya yasladım. Ayağa kalkmak istiyordum, buna gücüm vardı daha ama işte bunu yapmak, beni yerlerde görmek isteyen bu insanlar için hakaret olacağından da yapamıyor, kafamı hüküm giydirmek isteyen insanlara karşı eğmek zorunda kalıyordum.

Kimseden çıt çıkmıyordu, ama annesinin solukları bana üzerimden tekme atarcasına sertti.

Ve Taehyung sadece annesine baktı o sırada. "O artık senin malın. Onunla ne yapmak istiyorsan yap. Eti de kemiği de senin bu saatten sonra senin anne. Yeter ki gözüm görmesin bir müddet bunu. Ve eğer, kaçmak için bir kez daha girişimde bulunursa, bilirim ki buna sen sebep olmuşsundur." Sözler emir verici ve uyarıcıydı. Onun annesinin ellerine düşmek istemiyordum. Bu kadın onun benden duyduğu nefretten çok daha fazlasına sahip bir nefretle bakıyordu.

Bunun var ettiği korkaklıkla, Delta'nın gözlerine baktım. O ise kaşlarını sonuna kadar çatmıştı. Bir şeyler söyleyecek oldu, sonra bundan vazgeçerek arkasını döndü ve çıktı evden.

İşte o zaman başladı.

Arkasında beni emanet ettiği kadının zulmü.

Ellerini saçlarıma doladı ve sıkıca astırdı. "Hem ahlaksız hem de arsız. Bak ben sana neler ediyorum şimdi," diyerek beni çekiştirdiğinde, kendimi korumaya çalıştım. Başarısızdım. Belki Jennie dehşete düşerek, "Anne ne yapıyorsun sen?" diyerek çığlık atmazsa, beni çok fena dövecekti. Diğerleri de annelerine garip garip bakıyor, bana acıyorlardı.

Hiç bu kadar utanmamıştım. Annem yok diye okulda dalga geçen çocukların, her gün aynı elbiseleri ve yırtık ayakkabılarını giyiyor, öğlenleri hiçbir şey yemeden sınıfta oturduğum için benimle alay eden ve acıyan bakışlardan daha kötüydü. Çocuktum o zaman. Bir şekilde atlatıyordum. Şimdi yetişkindim, kendimi bu bakışlardan ve hor görülmeden kurtaramıyordum.

"Geong, çabuk gel buraya." Dedi kadın otoriterce. Bana öğütte bulunan kadındı bu. Olduğu yerden hızlıca hareket ederek geldi, hemen benim yanı başımdaki yerde durdu. Kafasını eğerek, "Buyurun hanımım," diyordu, onunla göz göze gelirken. O bakışlarını hemen kaçırdı.

"Git aşağı bodruma götür, bir tane de şilte ver. Onun üstünde uyusun. Orada yatıp kalksın. Bir it gibi."

"Hemen hanımım," dedi, bana kaş göz hareketi yaparak ayağa kalkmamı söyledi. Yutkunarak kalkmaya çalıştığımda, ayağımdan biriken acı yüzünden yüzüm buruşa buruşa kalkmayı başardım. Beni koluna almak istediğinde, arkadaki kadın buna izin vermedi. "Kimse ne acıyacak ona ne de yardım edecek. Yemin ederim onu değil sizi yen içinde bırakırım." Dedi ve bu tehdidi alan çalışan kadın bana dokunmadan çekti ellerini kendine doğru.

Son kalan gururumla kadının peşinden gittim.

Aşağı inerken canım acısa da tüm acıyı gözlerimden çıkardım. Benim ağır ve aksak adımların onun yanında kaplumbağa hızındaydı. O çoktan üzerinde uyumam için bir şilte getirdi, beni bodrumun kapısında bekleterek kapıyı açtı. İçeriye girmemi bekledi elimde tutuşturduğuyla.

Hiç ışık almayan bir yer daha. Bundan kurtulamıyordum ama buna alışmış olduğumdan mıdır, dudaklarımda tanıdık bir manzara görmenin buruk gülüşü vardı.

Kadın bana kararsız gözlerle baktı. "Şu eşyaların ardında yırtık bir battaniye var. Ört onu. Daha başkası da elimden gelmez. Keşke kaçmaya çalışmasaydın, her şeyi kendin için daha beter yapacaksın." Dedi ve dolan gözlerimle ona bakarken, "Onunla aynı odadan kalmaktan çok daha iyi burası. Hem ben alışığım karanlık ve soğuk yerlerde uyumaya. Bu benim için kötü değil," dedim.

Başını salladı onaylamayan bir tavırla.

"Belli ki zor bir çocukluğun olmuş. Ama benim kastettiğim sadece yattığın yer değildi çocuk. Ellerine teslim olduğun hanımım. Lütfen onun yanında dik başlı olma. Kabullenir ol ki seninle daha az uğraşsın."

Sustum ve o da benden bir cevap beklemeden kapıyı üzerime kapattı.

İşte yine o dünya... beni içine çektiğinde, kapıya yakın bir yere şilteyi serdim. İçerisi toz ve hafif rutubetle kaplıydı. Kapının ardından ışığı görüyordum, ayağımı sürüyerek alıştığım karanlığın içinde bulmayı umduğum yorganı dakikalar sonra çekiştire çekiştire buldum. Sanırım bunu yaparken neredeyse eski bir masayı kırmak üzereydim.

Gürültü çıkarmamaya özen gösteriyordum ama buradan da kimsenin beni duyacağını sanmıyordum. Zemin katın bir altıydı. Ve burada sadece birkaç oda vardı, üsttekiler gibi gösterişli tablolardan birkaç tane vardı. Zannımca bu katta çalışanlar vardı, bir de ben. Delta'nın faresi olarak gördüğü ve bodruma kilitlediği ben.

Yine de onu görmediğim için mutluydum.

Bununla uzandım şiltenin üzerine. Yerden bedenime felaket bir soğuk işliyordu, bunu sorun etmedim. Ama bacağımın ne halde olduğunu göremediğimden, sadece dokundum. Acıyla tıslayınca orayı kendi haline bırakıp üzerime yorganı çektim. Gözlerimi sıkıca kapatırken, beni uykuya daldıracak ve ısıtacak hayaller kurdum. Jimin ile aynı evi paylaştığımızı, beraber uyumak için hazırlık yaptığımızı düşledim. En son saçlarımı okşuyordu. Bu yüzümde bir tebessüm oluşturdu ve ben bununla gözlerimde asılı kalan yaşlarımla, etrafımda olan karanlık gibi büyük bir karanlığa teslim oldum.

Uyandığımda ise ormanın içinde yaşanan olaylara benzer bir rüyayı görmüş olmanın ter attırıcı şevkiyle kıpırdadım. Ayağımın şiş olduğunu hissediyor, huzursuzca yerimden kalkmaya çalışıyordum. Ağrıyan başım ve susuzluktan kurumuş dudaklarımı ıslatırken, kapının ardındaki ışık belli belirsiz kayboldu ve kapının açılmaya çalışan sesiyle, gelenin Delta olmaması için dua ettim.

Ama onun yerine bana yardımcı olan kadın, yani adı Geong olan kadın kapıyı açarak direkt bana baktı. Uyanık olduğumu görünce kaşlarını çatsa da "Uyanmışsın bu iyi," dedi ve "Hadi kalk bakalım, bundan sonra bizimle bu evde iş yapacaksın. Hanımım böyle buyurdu," diyerek kendi açıkladığında, artık sorun çıkarmayacağımı kendime tembihlediğimden dediğini yaparak hızlıca kendimi toparladım ve yırtık da olsa yorganımı katlayıp kenara koydum.

Ona tuvalete gitmek istediğimi söyledim. O da buradaki katta olan yeri gösterdi. Ardından bundan sonra ihtiyaçlarımı buradan gidereceğimi. Bunu yaptıktan sonra bana giymem için bir eşofman ve düz bir siyah kazak getirdi. Hanımı yemekler konusunda titiz olduğundan, saçlarımı toplamam içinde bir toka verdi elime. Saat daha sabahın altısıydı ve ben kendimi mutfakta sessizce onlara yardım ederken buldum kendimi.

Dışarı bahçeden topladıkları sebzeleri yıkıyor, onların açıyor oldukları böreklere bakarken, Delta'nın kahvesini hazırlıyordum. Ayak altında şu anlık o varken gözükmem istenmediği için mutfaktan çıkmadım. Zaten uzun bir süre ayakta kalmak beni güçsüz hale getirmişti. Birazdan onlar kendi aralarında bir sofra kurdu. Benimle pek iletişime geçmeseler de en azından diğerleri gibi itip kalkmıyor oldukları için memnundum halimden. Buna da şükretmiştim.

Fakat çok sürmedi ki, Delta'nın annesi giyindiği lüks elbiseleri ile mutfağa girmiş ve ben tam sofraya oturmak için gidecekken onu görmemle başımı eğerek olduğum yerde kalmıştım. Diğerleri de aynı duruşla yerlerinde dururken, yeri izlediğim görüntünün içine onun giymiş olduğu deri topuklu ayakkabıları girmişti.

Sonrasında havaya kalktığını hissettiğim elinin yanağıma doğru sertçe vurmasıyla, gözlerimin içi yanmaya başlamıştı. Ama ağlamamak için kendimi sıkıyordum. Başımı ise asla kaldırmıyordum. Canımı yaktığını görsün istemedim.

"Her güne benim tokatlarımla başlayacaksın. Başla ki burada kim olduğunu, neden olduğunu asla unutma. O ahlaksız abinle bu bokları yerken bir hayli akıllıydınız, şimdi çekin bakalım ceremesini."

Bunları söyledi ve arkamda duranla, "Acele edin, sofrayı kurun birazdan," dedi ve sonrasında, "Sabah kahvemi bahçede içeceğim, oraya getirin," diye ekleyerek mutfaktan çıkınca, titreyen soluğum dudaklarımdan fırladığında, acıyan yanağıma üşümüş parmak uçlarımı yasladım.

Buna dayanabilirim diyordum. Git gide dayanmak benim için güç hale gelse de. Ve o sabah yaşananlardan ötürü diğerlerinin yanında doğru düzgün yemek yiyemedim ve yüzlerine bakamadım. Kara kuru gürültüyle Delta'nın sesi ulaştı bana. Sofrada oturuşunun, kahvesini beğendiğini söylemesini. İstemeyerek hazırlamış olsam da bunu beğenmişti. Belki benim yaptığımı bilseydi gelip onu benim başımdan aşağı dökerdi.

O gittikten sonra hayatımın ufak rutinini anlamış oldum. Sabah kalkacak, sofra hazırlanılacak, Geong ablanın peşine takılarak tüm ev her gün temizlenip tozu alınacaktı. Çarşaflar değiştirilecek, kıyafetler ütülenecekti. Zorlanıyordum. Beni zorlayan ise her gün güne bir tokatla başlayarak, hakaretler eşliğinde bitiriyor olmak. Ayağım ise beni en kötü etkileyen ve zorlayan şeydi.

Gururumdan kimseye söyleyemiyor, burktum diye yalan söylüyordum. Çünkü kimse iyileştirmeyecekti, bunu bilerek o kadının bana eziyet etmesinden çekindim. Ama bu rutinimin daha birinci haftası dolmamıştı ki ağrıma giden bir olay yaşandı. Bilmiyordum. Onun artık sadece sesini duyuyordum ve asla yüzünü görmüyordum. Tıpkı onun istediği gibi. O sabah erken uyanmıştı. Annesi ise mutfakta her zamanki gibi bana laf söylüyordu. Yine alışkınlık haline gelmiş eli sanki bugün daha büyük suç işlemişim gibi yüzüme ağırca bir tokat attı.

Yana savrulan yüzüm, refleksle acıyan yanağımı bulduğunda gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Onunla uzun zaman sonra ilk kez karşılaştım ve göz göze geldim. Durmuş bize bakmıştı. Hazırlanmış, siyah üzerine oturan dar kesimli takımıyla evden çıkmaya hazırlanıyordu belli ki. Ve bana bakan hareleri donuktu. Hatırladığım ölüm ifadeleri yerli yerindeyken, yutkunuşuma baktı. Kafasını çevirip gitti. Nedense bu beni ilk kez kırmıştı. Ona bağlı olduğum eşlikten dolayıydı. Çünkü her ne kadar korkuyor olsam da omegam onun tarafından sahiplenmeyi bekliyordu... Bundan daha da nefret ettim.

Kırıldığımı göstermemek için daha çok kırıldım.

Gün tekrar bana ölü seviciliği ile geliyor, bir umut ise Yoongi'nin eve gelmesini, bana Jimin'den bir haber getirmesini bekliyordum. Ama o da gelmiyordu. Merdivenleri bana vileda yerine bezle sildiren Delta'nın annesi bir kusur bulup beni hırpalamak için yer ararken, sürekli ağrıyan bacağımın sızısını saklamaya çalışıyor ve ağlamamak için kendimi zor zapt ediyordum. Sanırım bacağımı kesen demir paslıydı ve bu yüzden enfeksiyona dönüşmüştü, iyileşmek yerine. Sildiğim yerlere tekrar gözyaşlarım akarken, bağırıyordu bana.

"Sanırsın kraliyet ailesinde büyümüşte, iş yaparken sızlanıyor da sızlanıyor haspam. Düzgün yap, çık en üst kattan tekrar aşağıya kadar sil merdivenleri. Parladığını göreceğim ben onların."

Aynı eziyeti bana o gün içinde birkaç kez yaparak tekrarlattı. Tek amacının beni kendisine karşı yalvartmak olduğunun farkında olduğumdan, acıdan dolayı yürümeyecek hale gelsem de ona istediğini vermedim.

O günün akşamında ise büyük bir akşam yemeği vardı. Nedense sofraya aşırı özenilmişti. Sonra öğrendim ki Delta'nın babasının ölüm yıl dönümüydü ve her yıl bu şekilde sofra hazırlanıp, aile toplanırmış. Bu nedenle Yoongi'nin eve geleceğini anlamış, heyecanlanmıştım.

Gözüm sürekli kapıdaydı. Yorgun olmama rağmen benden Jennie'nin odasına gitmemi ve yatağın üzerinde olan şalını getirmemi istediler. Bir kat daha çıkacak gücüm olmamasına rağmen bunu yaptım ve Geong ablaya verdim. O da gidip ona verip geldi. Sofrayı hazırlıyorlardı. Yoongi'nin gelip gelmediğini bilmiyordum, sorarsam da çok garip duracak ve şüphe çekecek diye de sesimi çıkaramıyordum.

Evin hanımı, "Acele edin," diye bize bağırınca, Geong abla elime çorba kaselerinin olduğu tepsiyi elime verdi. "Jungkook sen bunları götür, ben şu tatlıyı fırından çıkarayım. Eğer dibi tutarsa beni mahvederler," dediğinde, "Ama," diye itirazda bulundum. "Hadi," diye kızıp işine bakınca, çekine çekine salondaki yemek masasına doğru gitmeye çalışıyordum.

Ancak daha masayı göremeden bacağımdaki ağrı şiddetlendi. Bugün o kadar çok yorulmuştum ki, yemek yemeye bile fırsatım olmamıştı. Dengesiz hissederek sağlam olmasını umduğum adımlarım beni önümde bir engelim varmışçasına yere doğru yapıştırırken, acıyla kasıldım. Sıcak çorbanın çoğu üzerime sıçradı.

Kafamı kaldıramadım.

Ama onun yerine herkesin bana baktığını bilmek, en çok da o masanın başında oturan Delta'nın bakışlarına maruz kalmak utandırıyordu beni.

Sinirle ayağa kalktığını fark ettiğimde, umutsuz bir çabayla kalkmaya çalışıyordum. Döktüğüm çorbanın aksine Delta, masanın örtüsünü eline alıp çektiğinde masaya bırakılan her şey yerle bir oldu.

"Kaç kere söyledim bunun yüzünü görmek istemediğimi! Onu yakınlarımda dahil olmayacağını. Siz bana bunu bilerek mi yapıyorsunuz lan!" Masadan sinirlerini boşaltamayarak yanımdan hızlıca geçti ve yüzüme bakmadı bile. "Bütün iştahımı kaçırdı yine." Dedi ve beni yine acısını benden çıkaracak olan annesini bırakıp gitti.

Bakışlarımı kaldırdığımda ise bakışlarını benden kaçıran Yoongi'ye baktım. Çok zoruma gitmişti bu an. Herkes benden ya tiksiniyor ya da nefret ediyordu. Ama Yoongi, boynunda benim Jimin'e ellerimle yapmış olduğum ince boncuklarla dizdiğim kolyeyi takıyordu.

Burada hayatını yoluna koyamayan, sığdırılamayan, fazlalık olan bendim. Ne yazık ki; bu hep böyle gitsin istemiyordum.

Ya kabullenecektim bu hayatı ya da değiştirmek için çabalayacaktım bir şeyleri.

Siz olsanız hangisini yapardınız?

Bölümün sonu.

Diğer bölüm bir şeyler olacak ama hadi bakalım :)

Ben Nİcotesy, yarın aksilik çıkmazsa yine buradayım ballarım

Loading...
0%