Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@nicotesy

Selam... bekleyenler kimler? Günlük yb moduna devam. Nazar değmez inşallah.

uzun bir bölümle geldim, iyi okumalar dilerim:)

votelemeyi ve yorum yapmayı unutmayın!

.....

Bölüm 7: Oyunlardan, dizlerden düşen ayıplara kadar.

"Hiçbir şey söylemedim çünkü hayatın artık bir anlamı yoktu."

Peşin sıra adımlarla merdivenlerden çıkıyordum. İlk defa peşimde birilerinin olmasını ve beni oraya gidiyorum diye azarlamasını çok istiyordum. Beni yanına çağırmıştı, pekâlâ sebep eğer Geong ablanın söylediği gibiyse... Bu çok saçmaydı.

Tüm bu strestim üstüne aksayarak çıkıyor olduğum merdiven basamakları bitmiş ve ben kendimi kapının önünde, elimi göğsüme bastırarak korkunun ve bilinmezliğin getirdiği hezeyandan ötürü sakinleştirmeye çalışıyordum. Fakat bu sefer de kendisini bekletiyorum diye kızacak endişesi ile yumruk olan elimi kapıya iki kez vurup bekledim.

"Gel," diyen tok sesini işitince sertçe yutkundum. Kapının kolunu yavaşça aşağıya indirdim. Sıkıca kapanmış dudaklarım, görüşü bulanık gözlerim daha dün burada yediği azar yüzünden bir hayalet misali omuzlarımdan tutuyordu. Baskın Delta'nın daha tam olarak nerede olduğunu bilmiyor, etrafa bakma cesareti gösteremiyordum. O ise olduğu yerden benim odanın içine basmış ayaklarıma yer yön veriyordu, emriyle. "Kapıyı kapat."

Dediğini hemen yaptım ve boşta kalan ellerimi nereye koyacağımı bilemeyerek önlerimde birbirine kavuşturdum. Meraklı gözlerim, onun koltukta oturan halinin tamamını görmek isterken ben sadece sağ bacağını sol bacağının üzerine atarak çenesini sıvazlayan Delta'nın derin gözleri haricinde her şeye bakıyordum.

Sadece susuyordu ve bana bakıyordu. Konuşmasını ve bana bir şey demesini beklerken, ayak tabanlarıma dikenler batıyordu. Bu da yetmezmiş gibi ağrıyan bacağımı görmezden gelmek için sürekli kasılıyordum.

Pes ederek bakışlarımı kaldırdım. "Beni çağırmışsınız," dedim. Konuşması ve gözleri dışında bana yapacak bir işkencesi varsa, bunu yapıp bırakması için.

"Evet," dedi bir solukla. Sonra kibirli burnundan bir nefes çekti. "Nasılsa gel deyince gelecek, git deyince gidecek birisin sen."

Bilerek yapıyordu. Beni aşağılıyordu. Bu beni incitiyordu. Fakat bunu belli ettikçe bana daha fazlasını yapmak istiyordu. Sustum. Ne yüzüne baktım ne de kullandığı laflara karşı edineceği bir yeni alay mimiği. Donuk ve hissiz durdum tam karşısında.

"Seni buraya çağırdım çünkü, akıllının biri benim evlendiğimi sandığım kişinin kaçmasına yardım etmiş. Ve o akıllı da burada onun yerine kalarak, benim eşim olabilmeyi kabullenmiş." Dedi sinirleri yıpranmış bir halde konuşurken. Tüm isyanını bastırmaya çalışıyordu. Bana duyduğu öfkeyi, ellerini sıkıp bırakarak atmaya çalışıyordu. "Sen Omega, eğer bu akşam seni tanıştırdığım insanlar önünde rezil etmeye, beni bir nebze olsun canımı sıkacak bir şey yapacak olursan... Sana yapacağım eziyeti hayal bile edemezsin. O zaman bırak kardeşinin gözünün önünde öldürmeyeyim diye yalvarmayı, cesedini ellerine vermem için yalvarırsın."

Korkuyla sindiğimde, tehditkâr gözlerine bakamaz oldum. Başım uğulduyordu. Ses veren nefesim batıyor ve ben karıncalan vücudumun onun sadece ayağa kalkması ile sendeliyordum. Üzerime üzerime gelen adımları, "Anladın mı beni?" diyerek baskınlık kuran tavrı, ağzımı uyuşturan korkumla sadece başımı sallamama imkân kıldı. "Güzel... artık beni anlaman güzel omega."

Sonrasında yanımdan geçti. Yüzüme artık bakmadığı için şanslıydım. Ancak odadan çıkmak üzere hamle yaparken, son kez seslendi bana. "Şimdi git ve yıkan. Yüzüne yapışmış şu kirinden arın. Birazdan Jennie seni bir şeye benzetmek için gelir. İmkânı yok ama yine de yanıma yakışır biri gibi durmaya çalış en azından. Sende ne bulduğumu sorarlarsa, en azından giyimi hoş biri derim."

O kapı kapandığında, varlığıma duyulan bu tiksintiyle git gide kendime olan benliğim, öz saygınlığım da gidiyordu. Diyemiyordum da kir dediğin benim göz yaşlarım. Kir dediğin, annenin bana her sabah attığı tokatları. O kir dediğin benim mutsuzluğum. Eğer bir kez olsun görseydin mutluluğumu, kıyamazdın bana. Acıtmak istemezdin canımı.

Çünkü siz benim kendime acımama bile izin vermeden tekrar tekrar acıtıyordunuz canımı.

Oysa benim yaralarım tenimde değildi, yüreğimdeydi. Ben gözyaşlarıyla dolmuş gözlerimin kirini kazağımın ucuyla silerken, aslında korkuyu ve bana bıraktığı bıçak yarası olan yarayı tuzluyordum. Onun duymadığı omegamın kendini küçük görmesini ve eşi olduğunu sandığı Delta'ya duyduğu hayal kırıklığını, öz güvensizliğini ve onun tarafından asla sevilmeyecek olduğunu anlamasıyla, kalbime bıraktığı ağrıyla yüzleşiyordum.

Bu beni meftun bir acının içine sürüklediğinde, banyonun içindeydim. Üzerime kaynar sular dökmek istedim. Fakat sarı baloncukların oluştuğu ayağım acısı, diğer acılarımın üstüne geldi ve ben bu sefer yüzümde kir olmayacak şekilde başımdan akan ılık su ile bunu bahane ederek dakikalarca göz yaşı döktüm.

Bıraksalar bunu uzun süre yapabilirdim kendime. Fakat duş bataryasının musluğunu kapatmamı sağlayan kişi Jennie oldu. Hızlı hızlı vuruyordu banyonun kapısına. "Hadisene! Çok vaktimiz yok, her an gelebilirler. Senin yüzünden Taehyung abimden laf işiteceğim." Diye evham yapıyor, ben onun çılgına dönen oflamaları yüzünden kendime geliyordum. İçine girdiğim düş kırıklarından sıyrılmak sandığım kadar kolay olmadı.

Dolaptan bir bornoz alıp hemen onu giydim. Omuzlarıma değen saçlarımı ise hızlıca bir kez kurulayıp kapıda homurdanan Jennie'nin beni görmesi için kapıyı açtım. "Sonunda," dedi gözlerini devirerek.

Sonrasında bileğimden çekiştirdi. Yatağın üzerine oturttu. Nedense hem gergin hem de heyecanlıydı. Ve kesinlikle anladım ki bu kız heyecanlı olduğu zaman konuşkandı. "Bak şimdi, abim bana senin üzerinde hünerlerimi gösterdi. Şanslısın bu konuda. Okulun en başarılı moda tasarımcısı ile muhatapsın. Ve abim ilk kez bana, 'Senin zevkin güzel,' dedi. Bunu layığına ulaştırmalı ve seni bir," dedi, duraksayarak. Kararsız bir biçimde süzdükten sonra konuşmasına devam etti. "Bal kabağından Cindirella'ya dönüştüreceğim."

Aldırış etmedim sözlerine. Sadece konuşurken gülümsüyor olması bile bir şeydi. Bu evde uzun zamandır konuştuğum kimse yoktu, emir almak ve onları onaylamak dışında. Duygusuzca bakıyordum ve o da bir çırpıda giysi odasına gitti. Elinde siyah bir tulum ile geldiğinde, "Bu elbiseyi ben seçmiştim daha öncesinde. Bunu kafamdaki takılarla kombine edersek," dedi ve elbiseyi elime tutuşturup yüzümü inceledi. Göz kenarlarına sürdüğü hafif simler, onu küçük bir çocuğa benzetiyordu. Saçlarını açık bırakmak yerine iki yandan toplasaydı kesinlikle küçük bir kız çocuğuna benzeyecekti. "Gözlerin güzelmiş aslında, ama tenin ölü gibi. Makyaj her şeyi çözer. Bu konuda da iyiyim."

"İyi olduğunu görebiliyorum," dedim mırıldanarak. Açıkçası onu övmek için söylemiştim. Hatta bunu yaparken içtendim. Çatlayan dudaklarım bunun adına bir tebessümü bile var etmişti. Fakat o bir anda kendini geriye çekip kaşlarını çattı. Ne düşündüğünü kestiremiyordum lakin benimle bir anda bu kadar yakın olduğu için durumu garipsemiş olabilir diye düşündüm.

Bu kurduğu yakınlıktan dolayı pişmanlık duymasın diye, "Şey, ben bunları giyip geliyorum," dedim ve acele ile kalkıp giysi odasına gittim. Ama o arkamdan, "Senin ayağına bir şey mi yapışmış," dedi ve gördüğü şeyi hızlı gördüğünden anlamamış olmalı ki oradaki duran yarayı tam olarak bir şeye benzetememişti. Bende anlamasın diye, "Evet, evet," dedim ve girdiğim odanın kapısını kapattım.

Tekrar homurdanmasın diye acele ediyor, altıma giydiğim dikişsiz iç çamaşırın üzerine giymekte zorlandığım siyah tulumu geçirmeye çalışıyordum. Sade duran ama giyildiği zaman vücuduma tam oturması, ilk bakışta boydan baktığım ayna da beni rahatsız etse de kendimi kısa süre inceledim. Ben değilmişim gibi.

Islak saçlarım hafifçe kabarmış bir halde kıvırcıklaşıyordu, yüzüm halen soluk ve yorgundu. İki göğsümün arasının boşluğu bana göre açık olsa da bel kısmımı saran deri kısımları çok zayıf görünmemi sağlıyordu. Tam olarak bileklerimde biten, kalçalarımdan aşağıya inen bol kesime sahipti. Garipti. Daha önce böyle bir şey giymemiştim ve nedense bu utanmama, yanaklarımın kızarmasına sebep oldu.

"Giyemedin mi daha?" diyen Jennie'nin sabırsızlığıyla aynayla bakışıyor olduğum kendimi çektim ve düzgün yürümeye çalışarak beni bekleyen kapıyı aralayıp kendimi gösterdim ona. "Yakışacağını biliyordum," dedi ve elinde tuttuğu tarak, diğer elinde duran sprey ise diğer aşamalara geçmek için yapılan hazırlıklardan biriydi.

"Şimdi diğer işlemleri yapalım," dedi ve ben, beni oturttuğu koltuğa oturdum. Sadece hareketsizce onun benimle uğraşmasını, sürüp takıştırmasını izledim. O an onu Jimin gibi hayal ettim. Çünkü Jimin benimle böyle ilgilenmeyi çok severdi. Saçlarımı taramayı, süslemeyi, bana dünyanın en güzel parçaymışsın gibi davranmayı çok severdi. Ben o beni seviyor diye kendimi severdim.

Jennie'de öyle bir anlık sevgiyle baktım. Bakışlarımı fark edince garipseyerek bana bir bakış attı. "Neden öyle bakıyorsun bana?" diye sorduğunda, sadece hiç dedim. Devamını getirmedim. O kıyafete göre seçtiği ayakkabıyı giymemi bekledi. Sonrasında eşitlenmiş boylarımızla açıkta kalan göğsüm için zarif bir kelebek kolyesi taktı. Kulaklarıma ona uyumlu küpelerini taktırdı.

Sonrasında aynaya bakmamı istedi. Dediğini yaptığımda, yeşil gözlerim ön plandaydı. O morluklar, pürüzlü tenim yok olmuştu. Kendimi hiç bu kadar güzel görmemiştim. Şaşkındım ve o da bana aynı şaşkınlıkla bakıyordu.

"Aslında güzelmişsin," dedi. Ve sonra dudaklarını büktü. "Keşke bunu yapmasaydın. Güzelliğin olması bir işe yaramıyor. Hataların yüzünden hep çirkin hatırlanacaksın," dediğinde, o az önce hissettiğim küçük olsa da mutluluk yüzümden uçup gitti. Renklendirdiği dudaklarım olmasaydı, içime batan hüzünle solabilirlerdi.

Onlar istediklerini söyleyebilirlerdi bana. Kimse benim ne bedellerle yaşadığımı ve o bedeli ödemek için vazgeçtiğim kendimi anlayamayacaklardı. Çünkü kimse benim yaşadıklarımı yaşamamıştı. O abisinin mahvolduğunu, gururunun incinmesinden dolayı benden nefret ediyordu. Ama ben hem kardeşimi hem de onun yeğenini diri diri ateşlere atmasınlar diye feda ediyordum kendimi. Gururun bedeli, iki belki de üç candan fazla olmamalıydı.

Bu düşünceler içinde boğuştum. Kendime gelmek zaman aldı. Çalan telefonuna baktı. "Namjoon abim arıyor, kesin geldiler." Dedi ve hadi dercesine bana bakıp kapıyı açtı. Peşinden giderken beni kısaca uyardı.

"Gelenler çok önemli insanlar. Aile dostlarımız. Jung Ailesi ailemiz için önemli ve saygıyla yaklaşmamız gereken kişiler. Askeriye de sözü geçen kişiler ve abimle ayrı yürüttükleri işler de var. Kısacası," dedi ve merdivenlerden inerken durdu. Benim de durmamı sağladı. Sanki sesi yalvarır gibiydi. "Abimi daha fazla utandırma. O eskisinden daha kötü bir halde ve ben... yapma işte. Onların gözünde utandırma. Hata yapma ya da fazla konuşma. Tam olarak diyemiyorum ama beni anlayışla karşıla olur mu?"

Karşımda bu kadar nazik konuşması, abisi için düşünceli şekilde kullandığı sözler bir anda bu cehennem dolu evin soğuk ürpertisi içinde ben ilk defa bir bağ gördüm. Bir kardeşin abisine karşı duyduğu bağ.

"Öyle bir niyetim yok. Ben kötü biri değilim. Elimden geleni yapacağım."

Bu teskin edici sözlerimle başıyla onayladı beni. Umut ettiği şeyler sonucunda, solona doğru geçtiğimizde stresten ötürü dudaklarımı ısırmaya başladım. İlk defa bu evde gülüş sesleri vardı ve yabancı sesler birden fazlaydı. Ve en önemlisi Delta'nın beni bulduğu bakışlarıyla ne yapacağımı merak ediyordum. Ondan nefret ediyor, ondan dolayı inciniyorken, şimdi herkesin bildiği bu ortamda nasıl onun eşi gibi davranacaktım? Burada sürüklenmiş, laf işitmiş ve dayak yemiştim. O kadar garibime gidiyordu ki, imkânım olsa Jennie'nin arkasında kalmayı ve görünmeden ilerlemeyi sürdürmeyi isterdim. Ancak bu imkansızdı.

Bilakis yüzünde gülümsemenin eksik olmadığı kızıl saçlı bir adamın bana bakarak gülmesi ve yanında duran Taehyung'un omzuna pat patlayarak açık sözlü bir şekilde konuşması beni fena halde utandırmıştı.

"Seni adi herif, nerden buldun bu güzel omegayı? Işıltısından ötürü kör oldum."

Sözler kulağıma ulaştığında garip bir şekilde odadaki herkesin ablukasına alınmıştım ve en son onun bakışları bana dönmüştü. Mavi irisleri ilk önce hafifçe kısıldı. Tek kaşını kaldırarak bana bakmayı sürdürdüğünde, "O beni buldu," dedi. Romantik sayılacak türdeydi sözleri, eğer bir yabancı olsaydınız. Ama benim için, burada duranlar için değildi. "Hayatıma tepetaklak bir giriş yaptı ve artık onu bırakmam imkânsız."

Sonrasında koltuktan kalktı. Bana doğru adımlar atarken, eğrelti durmaması adına gülümsemeye çalışıyordum. Ancak gözlerini bakmak beni halen korkuttuğundan, göğsümü daraltan nefesi zoraki vererek orada duran insanlara bakmaya çalışıyordum.

Sanırım Jung ailesinden sadece üç kişilerdi. Kızıl saçlı olan, tekli koltukta oturan yaşı olmasına rağmen dinç duran adamın evladı olmalıydı. Diğer tarafta daha minyon tipli bakımlı bir kadın oturuyordu. Yüzündeki gülümseme o kadar güzeldi ki bana bakarken, sanırım ona bakarken gerçekten gülümsemiştim. Ta ki hemen yanı başımda duran Delta'nın annesinin o yobaz bakışlarının altında duran eğrelti ağzını görmüş olmasaydım.

Bakışlarım çekinerek uzaklaştığında, pencere tarafında ayakta duran Namjoon'un bakışları hemen yanımda duran Delta arasında mekik dokuyordu. Sebebini anlamak güç değildi. Delta samimi bir görüntü sunmak için elini belime attı. Hafifçe sıktığında, kulağıma doğru eğildi. Fısıldıyordu. "Tek bir hata... senin sonun olur. Bu yüzden az önce gülümsediğin gibi gülümse herkese." Başını hafifçe geriye çektiğinde gözlerimin içine baktı. "Gel güzelim, değer verdiğim dostlarımızla tanış."

Sadece dediği gibi tebessüm etmeye çalıştım. Bunu az önce yaptığım gibi hızlıca yapamadım. Özellikle onun eli beni yönlendirmek için belimde duruyorken, tüm aile bu oyuna gözlerindeki oyunbozan tavırla eşlik ederken.

Ailesinin önüne geldiğimde, "Hoş geldiniz," dedim kibarca. Utangaç bakışlarım, burada ne olup bittiğini bilmeyen insanlara karşıydı. Ve kızıl saçlı adam tokalaşmak için elini uzattığında karşılık vermek için uzattım ama hiç ummadığım bir harekette bulunarak, elimi dudaklarına götürerek hafif bir öpücük bıraktı. Bu benim ürpermeme sebep olduğunda, Taehyung'un kollarının arasında kasılmış ve kızarmıştım. O ise bilerek mi yaptı yoksa bilmeyerek mi tutuşunu sertleştirerek beni biraz daha kendisine yanaştırdı. Soluğu neredeyse ensemde dolanıyordu.

"Bu huysuz adamla evlendiği kişinin elleri öpülmeli mutlaka," diyerek flörtüz bir bakış attığında, ısınan yanaklarımda sadece tebessüm vardı. Bundan başka ne denilirdi bilemiyordum. En azından beni söyledikleriyle geren, öven adamın kıskacından Delta, "Hosoek... eşime sulanma. Biliyorsun, kıskanç bir adamım ve karşımdaki insanın kim olduğunu da pek umursamayan biriyim," dediğinde, sesi gerçekten de sinirli gibiydi.

Sertçe yutkundum. Adını artık öğrendiğim Hoseok ise arsızca gülümsüyordu. "Seni sekiz yaşından beri tanıyorum Taehyung ve bence, onu merak etmem çok normal. Sahiden de bebek gibi," dediğinde, gerginlikle elimi nereye atacağımı bilemedim ve belimden taşan Delta'nın sahiplenici elinin üzerine bıraktığımda, tenim yanıyordu. Oradan çekmek istedim hızlıca, ancak bu garip karşılanır diye yapmaya çekindim. Eşler bu kadar yakın olmalıydı değil mi?

"Bence senin ağzının dolması lazım konuşmaman için. Hadi," dedi ve diğerlerine baktı. "Lütfen sizlerde buyurun."

Diğerleriyle de sofraya geçmeden tokalaştık. Bunu yaparken Delta'nın daima yakınımda durması, beni kontrol etmek ve göstermeyi istediği birlikteliğimizi gerçekmiş gibi lanse etmek içindi. Yine de inkâr edilemeyecek bir biçimde kurdum onunla bu kadar yakın olmaktan dolayı kendini konuşmasa da güvende olduğunu hissettiriyordu. Bu bir nebzede olsa gergin uzuvlarımın sıkışmasını önlüyordu.

Bay Jung, Taehyung'un omuzunu sıktı ve sahiden de keyfi yerindeymiş gibi konuştu. "Siz çocukların çatışmasını izlemek hep keyifli olmuştur zaten," diyerek, diğerlerinin de ayağa kalkmış olmasıyla sofraya doğru ilerlemiştik.

Daha öncesinde sadece yapımında yardımım dokunduğu bu sofraya, aileden biri gibi oturmam gerekiyordu ve ben bunun kısa süreliğine tereddütlüğünü yaşadığımda, Delta'nın o tanıdık bakışını görünce irkildim ve masanın başında oturduğundan beni sol tarafındaki boş yere geçmem için işaret etti.

Dikkatli bir şekilde oturdum ve kafamı kaldırdım. Annesi hemen karşımda duruyor, eğri dudakları birbirine sıkıca geçmiş, gözleri kusur aramak için beni didikliyordu. Çekimser bakışlarımı tanıdık bir yüz bulma ümidiyle Jennie'ye çevirdiğimde, Namjoon ile küçük bir atışma yaşıyordu. Onları keyifle izleyen Bay ve Bayan Jung vardı. Hoseok, Yoongi'den bahsedince, anneleri olaya hemen el attı. Yeni bir iş üzerinde çalıştığını, kendi şirketini kurmak ve büyütmek istediğini övgüler eşliğinde anlatmaya başladı.

Yerimde sessizce dururken, kafam Delta'ya doğru çevrildi. Bana bakıyordu, aynı şekilde bakışlarına karşılık verdiğimde yutkundum. Bakışları boynum ile gözlerim arasında gidip geldi. Nedense bu beni rahatsız etti. Yine de çekemeyeceğim kadar tuzak dolu bakışları vardı. Eğer Geong abla araya girip çorba servisini başlatmasaydı, bu bakışma anlamını bulamayacağım bir noktaya doğru ilerleyecekti.

Herkes kısa süreliğine sessizleşip kaşıklarını oynattığında, sadece çorbadan birkaç kaşık aldım çekine çekine ve annesinin lokmalarımı sayan tavrı yüzünden, yumru indi mideme ve ben ondan sonra kesilen iştahımla sadece su içebildim.

Ardından Hoseok, Delta ile birkaç güncel siyasi ataklardan, şirket durumlardan ve ekonomiden bahsetti. Fark ettim ki kızıl saçlı adam şakacı olduğu kadar, bilgili ve düşünceleri ise fazlasıyla mantıklı, sorgulayıcıydı. Delta'da onunla bu konuşmayı yaparken ciddiydi. İlginin üzerimden azalması beni rahatlamıştı.

Ta ki bu durumdan sıkılan Hoseok bize nasıl tanıştığımızı sorana kadar.

"Bir düğünde tanıştık," dedi Delta. Tüylerim ürperdiğinde manidar bakışları bakışlarımdaydı.

"Ne senlik olmayan bir hareket." Dedi Hosek, gülüyordu. Sanırım bunu hayal etmiş ve oturtturamamıştı düşlediklerine. Ama Delta onun tepkisine bakmıyor, masanın üzerinde sıkıca kapattığım elimin üzerine elini bırakıyor ve yavaşça sıkıyordu konuştukça. "Sonrada âşık oldum ve evlenme teklifi ettim," dedi ve elimi kıskacından serbest bıraktı. Elleri gibi bakışları da çekildi üzerimden. "Bu kadar hikayemiz."

"Ne etkileyici bir tanışma hikayesiydi yahu."

Onun imalarından ötürü yutkunuyor ve bana bu kadar kolay dokunması yüzünden ne yapacağımı bilemiyordum. Ve şimdi de Hoseok bana bakıyordu. Belki de fark edemediğim birkaç kişi de.

Delta, "Canım, şu soteden biraz daha verir misin?" dediğinde, nefesim kısa bir anlığına sekteye uğradığında, diğerlerinin hepsi bize bakıyordu. Bir an önce bitsin istiyor, stresten ötürü sürekli kasılıyordum. Ama onu ikiletmemeye çalışarak ayağa kalktım ve benden istediği et sote tabağını alarak, yanındaki servis kaşığından biraz alıp tabağına dikkatlice koyarken biraz boynunu uzattı. Dudakları neredeyse benim boynuma değecekti ve oradaki sıcak dokunuş, sesinin buz gibi sesine öyle zıttı ki; "Bu kadar gergin durma," dediğinde, imkânı olacakmış gibi daha çok gerildim.

Dikkatlice çekildiğimde, saçımdan birkaç tel onun yanağını sıyırıp geçti. Bu temas onun da garip bir şekilde yüzüme bakmasına sebep oldu. Artık tüm vücudum kıpkırmızıydı, şayet Hoseok bundan daha beter sözler sıralayıp kendimi yerin dibinde bulunmamı isteyecek sözlerini söylemeseydi.

"Taehyung gerçekten de yuh, yeni evlisiniz de bu kadar olmaz. Baba biz çok mu erken geldik? Bunlar daha balayı aşamasında," diyerek kahkaha attığında, hemen tabağı yerine koyarak yerime oturdum. Ellerimin titremesi gözükmesin diye onların masanın altına sakladım.

Yanaklarıma düşen utançla ve bahsedilen imalarla, kafamı kaldırmak istemiyordum. Asi nefeslerim ağır ağır dudaklarımdan dökülürken, zorla aldığım o iki kaşıkta boğazımdan geri çıkmak istiyordu. Neredeyse dalgınlaşmış bir haldeydim. Kulaklarıma kadar kızardığımdan, karşımda duran annesinin ayağıma vurmasıyla aniden irkildim, yutmaya çabaladığım acıyı durduramadığım bir sessizlikle inleyerek bastırmaya çalıştım. Bacağımın ıslandığını hissediyordum, taze bir yanık gibi sızladığını, durmadığını ve durmayacağını hissediyordum.

Gözlerime inen hücumla, korkarak Delta'ya baktım. Kimse umurumda değildi. Sadece Delta'nı ölü gözlerinde beni bundan dolayı pişman etmemesini dilediğim bakışlarım vardı. Ve sanırım bir tek o duymuştu. Çünkü diğerleri tekrar kendi alemindeydi. Bir de annesinin bu durumu bilerek yapmasından dolayı, sinirini atamadığından ötürü beni tokatlamak isteyen elini kaşıdığını görmüştüm.

Bu durum, acıyla ağlamak üzere olduğum halime katlanma sürem on dakikanın sonunda bittiğinde herkes gibi sofradan kalktım. Sendeleyerek yürüyor gibiydim. Eğer Delta gelip, "Senin burada işin bitti. Odama çık," demeseydi, bayılacak gibiydim.

Hiçbir şey demeden odaya doğru yürümeye başladım. Delta'nın Hoseok ve Bay Jung ile dışarıya çıktıklarını gördüm. Bayan Jung onun annesinin himayesi altındaydı ve Jennie telefonundan mesajlaşmaya odaklanmış, Namjoon ise bana bakıyordu. Bu nedenle dik yürümeye çalışıyordum.

Ama vakur çehrem acıdan dolayı titriyordu. Kimsenin beni göremeyeceği merdivenlere ulaştğımda trabzanlara tutuna tutuna çıkmaya çalışıyordum. Acıyla hıçkıran dudaklarımdan fırlayan sesi, kolumu ısırarak susturmaya çalışıyordum.

Kendimi onun odasına attığımda, artık durduramadığım seslerim, iniltilerim... koltuğun üstüne attığım bedenimi kıvrandırmaya başladı. Sadece bacağım kopacakmış gibi yanıyor ve tulumun yapıştığı deriyi kaldırmaya korkuyordum.

Uzandım ve bu acının beni uyuşturmasını diledim.

Dakikalar geçti, belki saatler, bilmiyordum. Tek bildiğim bu acının beni yıldırdığı ve inilti dolu sesler çıkarmaya başladığımı biliyor olmamdı.

Kapı açıldığında bile kendimi toparlayıp ayağa kalkamadım. Dönemedim ve iniltimi, kıvranışımı kaskatı tuttuğum bedenimde saklamaya çalışıyordum. Nafile bir uğraştı. O beni uyuyor sanıyordu, sırtım ona dönük olduğu için. Ceketini çıkarmış, gömleğinin düğmelerini çözmeye başlamıştı. Sırtımda gezinen bakışlarını hissederken, ısırdığım dudaklarım feci şekilde kanıyordu. Gözlerimden dolan, kapalı ağzımdan alamıyor olduğum nefesle burnumu çektim.

O kadar yılmış ve tükenmiştim ki, ayağımı kendime çekmeye çalıştım. Artık durduramadım, acıyla dökülen iniltilerim yaşlarımla birlikte bir bir ağzımdan çözülmeye başladılar.

"Senin sorunun ne?" dedi, boğuk sesi bıkkındı. "Annem sırf sen dalgınlaştın diye ayağına kendine gel diye vurduysa ne olmuş?"

Ona cevap veremedim. Daha çok ağladım. Bu artık sadece bedenimin değil, ruhumun da çöken sesiydi. "Uyumak istiyorum, kes artık sesini." Dedi, susmaya çalıştım. Yatağından gıcırtılı sesler duyduğumda, onun cidden uyumak istediğini anladım.

Tekrar kendimi susturmak için kolumu ağzıma bastırdım. Ama bu acımı önlemiyordu.

En sonunda o sinirle yatağından kalkıp omuzlarımdan çevirip kendisine döndürdüğünde, "Sana susmanı söyledim," dedi, sinirli bir şekilde. Ama gözlerine yalvararak bakıyordum. "Çok acıyor," dedim, kanamış dudaklarıma baktı. "Benim canım çok acıyor Delta... lütfen."

Sonrasında kendime çekmeye çalıştığım ayağımın bileğinden tuttu. Kaşları çatıktı. Özellikle pantolonumun eteğini çekerek yarama baktığında. İşte gözlerimin içine ilk kez baktı ve orada çok kısa süre de olsa pişmanlık gördüm.

Belki de görmek istedim, bilmiyordum.

Çünkü yine sinirli, öfkeli ve nefret doluydu bakışlarıyla sözleri.

"İyileştireceğim seni, ama bil ki seni yaralayan sadece ben olmak için."

Bölümün sonu.

-diğer bölüm bir şeyler olacak ama iyi mi kötü siz karar vereceksiniz artık.

Ben Nicotesy, iyi geceler dilerim.

Loading...
0%