Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@nicotesy

 

Selammm... ay bugün yb atamayacağım diye bir korkamadım değil, iş yorgunluğundan uyuya kalmışım. Eğer günlük modu bozulursa, totem bozulur falan.

 

neyse, bakınız güzel yorumcuklar yapın tamam mı sabah işe giderken okumak istiyorum.

 

iyi okumalar :)

 

 

 

 

 

 

Bölüm 8: Bana düşlerimi geri ver.

 

"Artık ağlamayacağım görmediğim düşler için."

 

Kalbimde küle dönen bir yangı eşliğinde çiçek açan bir yaranın etrafına hesap edemediğim sayıda bakışları gidip geliyor ve en sonunda ben gözlerimdeki bayatlayan acıyla, çekiyordum ona korkakça, çaresizce ve beni bu denli kurtarması için çırpındığım soluklarımla duran bakışlarımı. Ben yeterince çırpınıyordum ve o soğuk bakışları, benden daha kötü acılar çekmemenin beklentisindeydi.

 

Bileklerimde asılı duran parmakları halen orada duruyordu.

 

"Ne zamandır bu haldesin," diye sordu duygusuzca. Sıkılı çenem olduğu düğümü çözmek için dudaklarıma yasladığım avuç içimi çekmek zorunda kaldım. "O günden beri," dedim sessizce. Beni duyduğunda kaşları sanki imkânı varmış gibi daha çok çatıldı. İma ettiğim günü hatırlayıp da sinirlenmesinden ve bu haldeyken bile acısını üzerimden çıkarmasından endişe duyuyordum.

 

Ellerinin yanan tenimin üzerinden yok olması onu hemen kendime doğru çekme isteğini bastırdı ve o ayağa kalkarak, yatağın kenarına bıraktığı telefonunu almaya gitti. Hızlı parmakları birkaç tuşta oyalandı ve telefonunu kulağına yasladı.

 

Karşıdaki onu kısa süre bekletmişti, bende beni bu acıdan kurtarması için bir umutla bekliyordum. Sızlayan inlemelerimi ona bakarken bastırmaya çalışıyordum. "Neredesin, buraya gelebilme imkânın var mı?" diye sordu karşı tarafa. Bu sözleriyle geçen gün gelen Alfa ile konuştuğunu anlamış oldum. Ama karşı tarafı dinledikten sonra, dilini yanağını vurunca hoşlanmadığı bir şeyleri işittiğini anladım. "Tamam, karşıla öyleyse bizi. On dakikaya gelirim," dedi ve telefonu kapattı. Bana baktı daha sonrasında.

 

"Ayağa kalk," dedi huysuzca. "Mecburen seni hastaneye götüreceğim," diye homurdanmaya devam ettiğinde kendimi uzandığım yerden toparlayarak kaldırmaya çalışıyordum o ise kenarda duran ceketini alıyordu, açıkta bıraktığı birkaç gömlek düğmesini kapatmadan önce. Ağlak gözlerimi, titrek dudaklarımın baskısını durdurmaya çalışarak zemine bastığım ayağımdan güç bularak kalkmaya çalıştığımda, bunu yapmamla korkunç acı, ilk acıdığı andan daha şiddetli vurduğunda kalkmadan kaba etimi tekrardan koltuğun üzerine atmak zorunda kaldım.

 

Canım tatlı değildi benim. Aksine acı eşiğim yüksekti. Lakin bu çürüyen ayağımın acısı, yaşadığım fiziksel diğer acılara hiç benzemiyordu. Beni iki büklüm kılıyordu.

 

Delta önümde durduğunda, "Tam bir baş belasısın," diyerek bacaklarımdan kavrayarak kucağına aldığında, kısa süreliğine yaşadığım şaşkınlıkla acımı unuttum. Tekrar hatırlayınca huzurlaştım, kucağında, göğsüne dayanmış omuzlarımla kendimi sarsarken beni uyardı. "Düzgün dur ve boynumu sar," dedi ve kendisiyle birlikte ilerletirken beni, belimi tutan eli bedenimden ayrılarak kapının kolunu açmak için hamlede bulunduğunda, kucağından düşeceğim diye refleksle boynuna doladım kollarımı.

 

Bana ufak bir bakış yolladıktan sonra kapıyı arkasından kapattı ve eli tekrardan belime dolandı. "Sessiz ol, canın acıyor olsa bile yut bunu. Yoksa seni o halde bırakır dönerim arkamı."

 

Dediğini yapmak için ağzımı kapatacak, göz yaşlarımın, burun çekme isteğimi bastırmaya çalıştım. Beni en azından rahatlatacak bir şeylerin peşindeydim. Ellerim boynunda olmasına rağmen, bundan rahatsız olduğuna dair bir belirti göstermediğinden bende o merdivenlerden aşağıya hareket eden ve bununla sarsılan bedenimi düz tutmaya çalışırken, farkında olmadan yüzüm boynuna yaklaştı. Oradan beni yumuşamamı sağlayan bir kokunun yayıldığını bilirken, bunu bilerek mi yapıyordu yoksa bilmeyerek mi bilmiyordum ama bunu yaparken ses etmiyor oluşundan, ben nefret ettiğim ve korktuğum adamın kucağındayken çenemi onun omuzlarına yasladım.

 

O evin uykuya yatan sessizliğinden dış kapısına kadar sürüklerken, ara holdeki ışıklar haricindekiler dışında her biri kapalıydı. Yine dış kapıyı açmak için elini belimden ayırdı ve ben o biraz eğildi diye onunla eğilir gibi olduğumda, kollarım onun boynunu daha sıkı kavradı ve kapıyı açtığında dikleştiğinde, ıslak dudaklarım onun tenine çarptığında, kafamı hemen önüme çevirdim.

 

Artık istemiyordum onun kokusunu içine çekmek.

 

Çünkü hissettim. Bu adamın zulmü nefretim olduğu kadar, merhameti benim sonum olurdu.

 

Bu nedenle yumduğum gözlerim, bizi gören adamlarını gitmesini söyleyene kadar açmadım. Utandım buradaki yerimden. Beni mahveden birine muhtaç olduğumdan, o muhtaç olduğum kişinin beni daha çok yıkıp geçmek istemesine rağmen yine o muhtaçlıkla dolanıyorum diye bedenine. Bu nedenle sadece omuzlarında asılı kalmış ellerimi kendime doğru çektim.

 

Derin bir nefes aldım. Gecenin sessiz karanlığında ben içimde ve dışımda yaşıyor olduğum sancılarımdan ötürü uzun bir zaman sonra pencereden bakıyor olduğum dış dünyanın özgürlüğüne bile heveslenemiyor, araçların olduğu yere gidene kadar ay ışığına bakmaktan çekiniyordum. Çünkü isterdim, ben özgür olmayı çok isterdim. Birinin himayesinde olmadan yaşamayı. Bunu bana yaşatmaya izin vermeyeceklerinden ötürü heveslenmeden, beni hemen şoför koltuğunun yanında oturttuğu yere kendimi toparlayarak oturdum ve Delta yanıma oturup arabayı çalıştırana kadar ne ona ne de çevremdeki dünyaya bakamadım.

 

Gözlerimi yumdum. Geçecek, dedim. Geçmeliydi.

 

Sonra bilmiyordum ne olup bittiğini, ağrım kısa süreliğine beni rahat bıraktığında omzumu yasladığım cam kenarındaki haraketlilik sona erdiğinde, nemden dolayı birbirine yapışmış gözlerim usulca açıldı. Karşımda özel bir hastanenin acil yazısıyla bakıştım. Delta o sırada emniyet kemerini çözüyordu. Ona baktım kısaca, aynı şeyi bende yaparken parmak uçlarım buz kesmiş ve ben hareketlerimin sarsaklığı ile mücadele ediyordum.

 

Arabadan indi ve benim olduğum tarafa gelerek kapıyı açtı. Bir şey demeden beni tekrar kucağına alarak taşıdığında, bu sefer utanç duygusu ile mücadele ediyordum. Burada tanımadığım yüzler arasındaydım ve girişi az da olsa kalabalık duran acilin içinden geçerken insanların bize bakan gözlerinde imrenme duygusunu kestirebiliyordum. Hakikati bilselerdi, yine böyle bakarlar mıydı beni taşıyan Delta'ya? Asla.

 

Kalabalığın içinden sıyrılarak acil müdahale ettikleri veya sağlık sorunlarını grupça ayırdıkları ve yönlendirdikleri, yönlendirme etiketlerinin farklı olduğu bölmedeki en son odaya, kırmızı olana geçtiğimizde, beni hasta yatağına uzandırdı.

 

"Uslu dur ve sessizce bekle beni," dedi sadece. Sadece başımla onaylayarak buradan çıkmasını izledim. Neden diye sordum kendi kendime? Neden en kötüsü ile yüzleşmek zorundaydım ve o ölüm kokan gözleri beni bir gün öldürmekten vazgeçse, ben de insan gibi yaşamayı bilsem... o şanslı insanlardan biri olsam ne olurdu?

 

Avuçlarımda, ezberimde acıdan başka bir şey yoktu çünkü.

 

Her şey üst üste geldiğinde yine ağlıyordum. Acılarımı bahane ederek üstelik. Bu sefer odaya giren Doktor Seokjin Bey olsa da beni gördüğünde sevinen sonrasında halimi görünce rahatsız duran yüzüyle acele etti.

 

"Bu Taehyung sana neden bakmayı bilmiyor," diye söylendi ve hemen bacağımı sıyırıp yarama baktı. "Çocuk," diye kızarak baktı bana. "Bu, bu hale gelene kadar neden müdahale etmediniz. Nasıl oldu bu?" diye sordu sonra. Kafasını arkaya çevirdi ve ben dalgınlaştığımdan, bizi kapıda izleyen Delta'yı fark edememiştim.

 

Ona gerçeği nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum.

 

Benim yerime Delta cevapladı. "Ormana gitmeye çalışırken ayağını paslı demirlerden biriyle sıyırmış," dedi soğukkanlıyla. Doktor arkasını döndü. "Aferin, biraz daha geç gelseydiniz bacağını keser atardık." Sesi sinirliydi. Bana da o sinirle baktı. Ona olan ürkek ifadelerimi görünce yüzünü yumuşatmaya çalıştı. "Seni korkutmaya çalışmıyorum kuzum, benim sinirim senin odun kocana karşı."

 

Söyledikleriyle bakışlarım Delta'ya kaydı. Çenesini sıkıyordu ve ben onun eşi olarak lanse edilmenin tuhaflığı yanında, Seokjin'in parmaklarıyla yaranın etrafına hafifçe bastırmasıyla sıkıyordum kendimi.

 

"Ne kadar yayıldığını kontrol ediyordum, çok fazla enfeksiyon kapmış." dedi acıyla kasılmış yüzüme bakarken. Sonrasında dikeldiği yerden bana yapacağı müdahaleyi anlattı kısaca. Bundan öncesinde bana ağrı kesici bir iğne yaptığı için şanslıydım.

 

Kan tahlili yaptı ve bir serum taktığında, Delta yanımda değildi ama kapının önünde doktorla belli belirsiz bir konuşma geçirdiklerinin de farkındaydım. Göz kapaklarım rahatlamanın verdiği huzurla açılıp kapanıyordu. Tek duyduğum sözler şu olabilmişlerdi.

 

"Onu öldürmek istiyorsan böyle yapmaya devam et. Eğer biraz daha ihmal olursa elinizde ölecek. O zaman sana bir daha yardımcı olmam. Bu işler kurşun yarasına benzemez Taehyung. O daha küçük ve bu davranışlarını da hak ettiğini düşünmüyorum."

 

Gözlerimi tekrar açtığımda beklediğim o iyodum kokusu yoktu. Ağırlaşmış bedenimi oynatmaya çalıştığımda, ayağımın kasılmasıyla yüzümü buruşturdum ve yumulu gözlerimi açtım. Sabah çoktan olmuştu ve ben Delta'nın yatağında uyuyordum. Ayağım sargıdaydı ve üzerimde dün gece giydiğim kıyafetlerim yerine bol siyah bir eşofman takımı vardı. Sadece belimin etrafı örtüyle kapanmış, bacağıma değmesin diye de açıkta bırakmıştı.

 

Bunu yapan kişinin o olduğunu düşünmek kesinlikle benim mantık sınırlarımı zorlayacak türden düşlerdi. Mutlaka beni getirdiğinde evden birinden yardım istemiş olmalıydı. Akla gelecek ilk kişi ise Geong ablaydı. Saattin kaç olduğunu bilmeden yerimden kalktım. Onun odada olmaması ve yatağını işgal ettiğimden şu anda nerede olduğunu merak bile etmek istemiyordum. Fakat bu dürtüler engellenemezdi. Mutlaka akşamki misafirlerle ilgileniyordur diye düşünüyor ve yastıktan kaldırdığım başımla etrafa boş bakışlar atıyordum.

 

Koltukta duran yastık onun burada benimle olduğunu gösteriyordu.

 

Kendimde değilken neler olduğunu bilmemek can sıkıcıydı. Buna rağmen kendimi düşünmeliydim diyordum. Bu evde hayatta kalmalı, kaçma fırsatım olduğunda ise kardeşime kavuşmalıyım diye telkinlerde bulunuyordum.

 

Banyoya giderek ihtiyaçlarımı giderdim ve şiş gözlerimi soğuk su ile uzunca yıkayarak kendime getirmeye çalıştım. Sendeleyerek ve ağırca yürürken, içeriye birinin girdiğini hissettim. Onun olmasını bekliyordum ama değildi.

 

Geong abla elinde bir yemek tepsisiyle geldiğinde şaşırarak bakmıştım kendisine. O ise bana baktı boylu boyunca. Ayağımdaki sargıya bakarken elindeki tepsisini hemen orta sehpaya bırakarak yavaş adımlarla kendisine yaklaştığımda evham içinde bir hali vardı. Çok sık konuşmuyor olsak da bana yavaş yavaş alıştığından, en azından anaç bir yapısı olduğundan buradakilerden daha fazla yumuşak davranıyordu.

 

"Ne oldu sana böyle?" dedi ve elimi tutarak beni koltuklara doğru yürüttü. "Bir gece de kendine zarar vermeyi nasıl başardın? Yoksa Taehyung Bey mi yaptı sana bunu?"

 

Söyledikleriyle kaşlarım çatıldı. Bunu zaten biliyordur diye umuyordum. O zaman beni yatağa yatıran, üzerimi değiştiren ve üstümü örten kimdi? Delta'nın kendisi olamazdı. Bu asla ihtimal edeceğim türden bir şey değildi çünkü.

 

"Hayır," dedim ve açıkçası ne diyeceğimi de bilemedim aklımı çelip duran düşüncelerimden ötürü. "O gün kaçmaya çalışırken bacağımı yaralamıştım. Enfeksiyon kapmış, dün o da bunu görüp hastaneye götürdü beni."

 

Şaşkındı ve şaşkınlığını gizleyemeden, elini ağzına götürüp anında vermek istediği cevabı durdurdu. "Bende diyorum, Taehyung Bey neden bu ilaçları da kahvaltıyla birlikte odaya gönderiyor. Sofrada seni soranlara biraz üşüttüğünü ve kendini iyi hissetmediğini söyledi. Bende öyle sandım. Bir de evliymişsiniz gibi davranıyorsunuz ya, herhalde daha fazla misafirlerle yüz göz olma diye bahane ediyor sanıyordum."

 

Bu sefer şaşıran taraf bendim. Ensemi kaşırken neden kendimi bu kadar tuhaf hissettiğimi anlayamıyordum bile. Sadece bu konunun üzerinde durmak istemiyordum. "Gittiler mi?" diye sordum misafirleri kastederek. Ama gitmiş olsalardı muhtemelen bu odada önüme kahvaltılık göndermek yerine, bodrumdaki yerime gönderir diye düşünüyordum.

 

"Yok," dedi Geong abla. "Onlar geldiler mi en az bir hafta kalıyorlar. Ziyaret yapıyorlar bir de işle ilgili konular var, şirkete geçiyorlar."

 

"Anladım," diyebildim sadece. Zaten bundan başka ne denilebilirdi ki. O da işinin olduğunu, yemeğimi yiyip ilaçlarımı içmemi söyledi. Dediğini yaptım ve boşluğa düştüm tekrardan. O andan sonra her şey saçma sapan bir hale varıyor ve ben ilk kez Jimin'i düşünmek yerine Delta'yı düşünüyordum. Neden bana yardım etmişti? Acaba bana bir nebze olsa da acıma duygusu mu taşımaya başlamıştı?

 

Bu düşüncelerimin bana açtığı tehlikeleri ve korkunçluğunu fark ederken tüylerim diken diken oldu. Başka şeylere odaklanmaya çalıştım, birkaç kez de ilaçların verdiği sersemlikle uyanıp kalktım.

 

Odanın kapısı çaldığında birkaç uyuyup kalktığım anlardan birindeydim ve kapı çalınca aşırı gerildim. Bu odaya kimsenin bana saygı duyarak kapıyı çalacağını sanmıyordum, eğer o kişi aile üyelerinden biri değilse. Bu nedenle içime çöken hisle, yerimden kalktım ve biraz yavaş olduğum için kapı bir kez daha çalınca açabildim kapıyı.

 

Karşımda görmeyi umduğum yüz, dün tanıştığım Hoseok bile olabilirdi ama kesinlikle Yoongi olamaz diye düşünürken gözlerimi kocaman açtım ve korkuyla etrafıma baktım. Geçen günkü gibi yakalanmak istemiyordum Delta'ya. Aslında gördüğüme çok sevinmiş ve kardeşimden bana bir haber getirmiştir diye umut ediyordum.

 

Neredeyse Jimin'nin yanından geliyor diye ona duyduğum özlemle sarılmak ve eğer kokusu üzerinde varsa onu soluyup bırakmak istiyordum. Ancak onun burada olması endişelendirdiğinden, istemsizce etrafa bakıyor ve sessizce, "Burada olman sorun değil mi?" diye soruyordum.

 

O her ne kadar, "Abim yok evde. Yine de riskli. Sana bıraktığım fotoğrafı aldın mı?" diyordu hızlıca ve aynı sessizlikle. Bodruma sakladığım fotoğrafı almak, koynumda saklamak istesem de evden biri onu görürse başım daha çok belaya gireceğini biliyordum.

 

"Evet, özlemim dinmedi. Ama yalnız olmadığımı hissettiriyor," dedim buruk bir gülümseme ile. Aynı buruklukla mırıldandı ve nedense gözlerime pek bakmıyordu. "Buna sevindim."

 

Aramızda oluşacak sessizliğe izin vermedim. Belki yine uzun bir süre onunla konuşma fırsatı bulamayacaktım, bu nedenle onu sorarken titreyen ve gözlerimi yoran hasretle onu gören Yoongi hyungun gözlerine baktım. "O iyi mi?" sorduğum soru nefesinin daralmasına bir şeyler düşünmesine sebep olmuştu. "İyi olması için uğraşıyorum," demişti ve elini arka pantolonuna atıp cüzdanını çıkardı. İçinden katlanmış bir kâğıt çıkararak elime verdi. "Bak bunu sana ulaştırmamı istedi," dediğinde, hızlıca dörde katlanmış kâğıdı açtım.

 

Bir ultrason fotoğrafıydı. Gözlerim sadece görüntüye mest oldu. Oradaydı. Benim Jimin'im bebeği. "İnanamıyorum." Dudaklarım hiç olmadığı kadar gülümseme ile doldu. Aynı gülümseme ve parlaklık gözlerinde duruyordu hyungun. "Bende. Çok küçük ama olsun, çok tatlı."

 

O kâğıt parçasının üstünden yeğenimi sevdim. Bunu kendime saklayacaktım. Ama ya onu da Delta görecek olursa?

 

"Hyung... böyle nasıl devam edecek?" dedim, bir umuda, bir kurtuluşa ve bu evden bir çıkışımın olacağının inancıyla. O da aynı çaresizlikle bana baktı. Zayıf bir alfa değildi ancak bir Delta'nın kudretinde olamazdı. Özellikle o kişi abisiyse ve ihanet ediyorsa. Onun içinde zor bir durumdu. Muhakkak öyleydi. Bir sevda, tüm aileyi darmaduman etmişti. En çok da benimle kardeşimin arasına ulaşılmayan yollar katmıştı. Benim en sevdiğimi ellerimden almışlardı. Şimdi kavuşmak için yanıp tutuşuyordum. Çünkü ayrılık varsa, kavuşmak da vardır diyerekten.

 

"Bende bir çıkış arıyorum. Yemin ederim. İkili bir hayat yaşıyorum ve sanki abim benden şüphelenmeye başladı. Sürekli peşimde biri var ve ben seninle doğru düzgün konuşamıyorum. Başına açtıklarımdan dolayı da çekiniyorum konuşmaya." Çekingen bakışları bu sefer dürüstçe bakıyorlardı bana. Mahcubiyet kendisini gösteriyordu. "Seni ailemden koruyamadığım için üzgünüm Jungkook."

 

Her şeyin farkındaydım artık. Belki de biliyordum, bu aldığım kararla başıma az çok neyin geleceğini. Bu nedenle, "Benim ailemi koru yeter," dedim, Delta'nın daha öncesinde söylediği acımasız sözleri çınlıyordu kulağımda.

 

Bu halimden ötürü şefkatle baktı. Tanıdık bir yüz görmüşçesine.

 

"Jungkook... eğer abim sana şey olursa, affeder belki bizi." Dediğinde, algılayamadım dediklerini ilk. "Ne demek istiyorsun?"

 

"Sana güvenmesini sağlarsan ve bir şekilde seninle dışarıya çıkmasına izin verirse, ben seni Jimin ile yan yana getirebilirim." Sadece bunu cümleleri kurması bile heyecanlanmama sebep oldu. Ama imkansızı istiyordu, o da farkındaydı, bende öyle. "Çünkü o her ne kadar benimleyken gülümsemeye çalışsa da sürekli ağlıyor ve yemek yemiyor. Zorla besliyorum onu. Sende kaldı diğer yarısı, avutamıyorum. Her şeyi göze alıp evinize gitmeye bile kalkıştı."

 

Bu cümleler yüreğimi sıkıştırdı. Ben o mutlu olsun diye can çekişirken, onun Delta'nın azap dolu ellerinde soluğu kesilmesin diye göğüslerken onun kalkışıyor olduğu durumdan ötürü kızdım ona. Aynı halde olsak bende yapardım bunu, ama o yapmamalıydı işte. Her ne kadar önceliği olduysam bu yaşa kadar, ben artık büyümüştüm. Ve onun büyütmesi gereken minnacık bir canı daha vardı.

 

"Sakın hyung. Sakın. O, onu bulur ve" dedim, korku vücudumun buz kesmesine sebep oldu. Delta istediğini başarmıştı, o yokken bile kendisinden ve yapacaklarından korkmamı sağlamıştı. "Düşünmek bile istemiyorum."

 

Yoongi bir şeyler söyleyecek oldu ama benden daha keskin duyumları olduğundan kendini biraz geriye çekti. "Abim geldi, geçen seferki gibi yakalanmayalım." Dedi ve gitmek için acele ediyordu. Onu durduran ben oldum. Onun boynunda hatırasını kıskanan ben. "Hyung, bir dahakine bana da ondan bir eşya getir. Kokusu kalsın üzerimde. Lütfen."

 

"Tamam, yapacağım bunu."

 

Ve o gittiğinde kaldım yerimde. Düşüncelerim ve yaşananlar bir binek gibi üzerime bindiğinde, düşmüş omuzlarımla odanın kapısını kapattım. Yerler değişiyordu lakin o hapsedilme hissi hiç geçmiyordu.

 

Tek farkı Geong ablanın akşam yemeği ile ilaçlarımı getirmiş olmasıydı. Yememi beklerken aşağıdaki yokluğumun sorun olup olmayacağını sormuştum. O da bilmiyorum demişti. Sonuçta ona emirleri verenin Delta olduğundan bahsetti ve bu konu hakkında pek konuşmadı. Evdeydi halen. Bir ara pencereden dışarıyı izlerken tek başına arabayla evden ayrıldığını gördüm. Yaklaşık bir saat sonra geri gelmiş, ben her an odaya gelecek diye tetikteydim.

 

Ardından boş durmamış kendimi biraz daha iyi hissettiğimden, koltuğa temiz bir çarşaf serip, yeni bir yastık ve battaniye bıraktım. Dün geceden beri bu yatakta yattığımdan, eğer odaya gelip burada uyuduğumdan dolayı kokumdan rahatsız olmasın diye yattığım yatağın yatak yüzlerini de değiştirmiştim.

 

İlaçlar bir müddet sonra beni sersemletmeye ve uykumu getirmeye başladığında, değiştirdiğim yüzlerden dolayı yorulmuş ve bir anlığına yatağın üzerine oturmuştum.

 

Ancak kapı açıldığında irkilerek uykulu gözlerim açıldı ve ben onun bana bakmadan odaya girmesini izledim dikkatle. Odaya kısaca göz attığında ceketini çıkardı. Sonrasında kolundaki saatini.

 

"Uyu orada," dedi. Kararsız gözlerimle ona bakarken, nedense o çok yorgun ve bitik duruyordu karşımda. İlk defa çılgın, ölüm kokan ifadeleri benimle bile uğraşmıyor, kafasına ağır bir darbe almışçasına şakaklarını ovuşturuyordu.

 

Onun neden bu halde olduğunu merak ediyor, "Orası sana ait," dedim. Amacım huysuzluk yapmak değildi. Sadece sonrasında bunu da yüzüme vurmaması içindi. Fakat tahammül edemiyor gibiydi.

 

"Uzatma," diye tersleyip attı ve üzerindeki gömleğinin düğmelerini tamamen açtı. Sırtı bana dönüktü ve nedense bakmak istemesem de esmer teninin açılan kısımlarının hep izlerle dolu olması beni dehşete düşürdü. Neden vücudunda bu kadar yara izi vardı.

 

"Bana o acınası bakışlarını atmayı kes." Dedi ve sanki arkasında bir göz varmış gibi davranırken, elim ağzımda duruyordu. "Çünkü burada acınacak halde duran sensin."

 

Neden şaşırdığımı bile bilmiyordum. Lakin yüzü bana doğru döndüğünde, yapılı vücudunda, gözleriyle bedenini tamamlayan kusurlu görünen ancak onun ölüm vadisi duran bakışlarına uyan bir görünüş vardı. Yine de yanaklarım ısınarak bakışlarımı kaçırdım. O ise yanıma geldi.

 

Neden bu kadar yakındı ve çatık kaşları, soğuk sesiyle aramızdaki duvarları aşacak kadar hırpalayıcıydı. Tek yapmak istediğim o bana yerimi belli etmeden, yerimi bildiğimi göstermekti. Ya beni yanlış anladı ya da anlamak istediği gibi yanlışlara meyletti beni.

 

"Hayatımın içine sıçtın. Bu gördüklerinden daha fazlasını bana sen sadece bir günde yaptın. Şimdi ellerimde can vermiyorken, sadece sus. Çünkü senin sesini duymakta, görmekte, nefretimi körüklemekten başka bir boka yaramıyor."

 

Bir gün, o sesimi duymak istediğinde duyamadığını anladığında ve görmek istediğinde göremediğinde de hatırla bunları Taehyung. Çünkü ben hiç unutmayacağım bunları.

 

 

 

 

 

Bölümün sonu.

 

Aklımda bir kaos var ki, siz böyle tam eriyip bittiğinde zortlayacaksınız hahahha

 

neyse be, herkes kurban olsun benim jk'uma

 

Ben Nicotesy, iyi geceler dilerim.

Loading...
0%