Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@nicotesy

boklu mu boklu bir düğün arenasına davet edildiniz

iyi okumalar.

yorum sınırı:100

Bu benim hayatımdı, tabi aileye ortak bölünen koca bir saçmalığı saymazsak gayet mutlu sayılırdım. Sonuçta üzerimde kırmızı renkte, naftalin kokulu, üzerindeki altın işlemeli ipliği satmaya kalksam servet edineceğim gelinliği taşırken, dizlerimi kırıp Kralın önünde eğilirken ve aşamadığım bağırsak sorunlarım yüzünden streste girip kalçalarımı sıkarken, evet, harika bir an yaşıyordum.

Kocam olacak domuz o kadar havalıydı ki; "Aptal, kafanı kaldır," artık diye beni uyarıyor, sabahtan beri ince ip üzerinde yürüyerek, kafamda kafamdan iki kat büyüklükte bir taç, saç, takan oymuş gibi kaldırmadığım başıma, kaldır diye uyarıyor. Çok sinirlenmiştim. Boynum kopmak üzereydi. "Kaldır kaldırabiliyorsan başımı," dedim bir solukla. Yanaklarım kızardı. Çünkü çok sesli söylemiş olacağım ki, tüm gün yanımda gezen ve bana sarayın kurallarını anlatan kız hafifçe öksürdü.

Sanki yarrağımın başını kaldırın dedim, bu tripler de ne!

Neyse ki bana karşı hiçbir arzusu olmayan, çünkü odasının kolonizasyonu tıkadığım için benden tiksinen bir adam vardı. Ne vardı bunda? Siz hiç sıçtığınız kaya gibi bokun suyun üstünde yüzdüğünü ve kaç defa sifona bassanız da gitmediğini görmediniz mi? Bunun için içine peçeteler atıp size gülümseyen bokunuza yeni bir surat vermediniz mi? Ben vermiştim ve o da görmüştü. Sonuçta kocamdı.

Göt deliğimi aşkından yalayacağı günlerde gelecek nasıl olsa, o yalamanın hatırına oradan çıkanlara saygı duymak zorundaydı işte.

"Yemin ederim burnuma kazındı kokun," diye laf atıyordu, el atıp şu kafamı yerden kaldıracağına öküz herif. Yine de kendimden ödün vermeyerek kafamı, inandığım hulk adına zor da kaldırmaya başardım. En seksi yan bakışımı attım ona. "Bir gün seni o kokuya bile muhtaç ederim, görürsün."

Egosunu yediğim, "Kim sana âşık olacak da alacak. Malum artık evlendik," diyerek yılan gibi tısladı. Ona bağışıklık kazanan bünyem sayesinde; "Ha öyle mi olmuş vah vah..." dedim diyerek trenin öküze baktığı gibi baktım ona. "Evet öyle bir bok yedik."

Arkadaşlar tüm bu konuşmanın nerde olduğuna dair küçük bir betimleme yapayım size. Şimdi siz de bu medusadan dolayı beyniniz sulanmış olabilir. Küfretmeyin, hayatımı okuyorsanız beyninizi bir yerde bırakmışsınız belli ki. Her neyse, bu beyinsizliğin temelini Taehyung'tan dolayı olduğunu bilseniz kafi.

Öhöm öhöm.

Kral karşımızdaydı. Solgun görünüyor olsa da elbette oğlunun düğünü için hasta yatağından kalkıp gelmiş, gözlüklerinin ardında en mertçe gülümseyen herif olarak gönlüme taht kurmuştu. Elbette başımı okşayıp sende benim oğlumsun demesiyle alakalı değildi. Onun hemen yanında, her an bir fiyasko yaratacakmışım gibi gözlerini diken şeytan kayınvalidem vardı. Ah Kralın hemen yanında uçuşan etekli, şamanların anası gibi duran ve sürekli gülümseyen Ana kraliçe vardı. Şaka maka alıştım ben bu kadının sürekli oyuncak bebeklerin asla kapanmayan ağzındaki bembeyaz dişlerinin görüntüsüne. Annem, babam ve kardeşim ilerden bizi izliyordu. Annem artık prensle evlenen ben için fazla gururlu bakıyor, babam ağlıyor, kardeşim ise instagram hesabına koyacağı bir fotoğrafı hangi açıdan almalıyım diye bir karar aşamasındaydı.

Tüm saray çalışanları ve ülkedeki tüm siyasetçileri de buradaydı. Sarayın dışında da yerel halk vardı. Bağırıyorlardı ama ne dedikleri anlaşılmıyordu.

Biz ise en son eğilmiş ve bunu tam tamına üç kere yapmıştık. En son kafam kalkmayınca, gururum kaldırdı başını ve üçüncü kez ayağa kalkmamla sersemledim. Taehyung bir tavuk havaya fırlatarak adak yaparken, ben beyaz bir güvercin saldım havaya. Güller uçuştu. Tören bitti, yani en azından benim için. Çünkü bana törendeki süreci anlatan kadının ne dediğini unuttum.

Sonra size kafadan olayı resemedeyim derken gözlerimin ekranına yaklaşan hödük, şapkasının yüzünü kapatan tülünün ardından kafasını bana çevirdi. "Bak Jungkook, rica ediyorum. Bana artık bok deme. Seni yürüyen bir bok makinası olarak hayal ediyorum." Dediğinde, ona defalarca anlatamama rağmen anlamamasına çok sinir olmuştum. "Bak bu benim suçum değil, sen zaten yap-" dediğinde çat diye koluma vurdu. "Tamam sus, aynı şeyleri duymak istemiyorum."

Kafasını çevirdiğinde bu sefer ben kafamı ona çevirdim. Kralın bana baktığını gördüm, dişlerimi sıktığımda ve dudaklarımı heybedenmiş bir deve gibi açarken, aşırı mutlu bir kertenkeleye benzediğime emindim.

Konuşmak istiyordum ama bu herif bugün beni hep susturuyordu.

"Bu son törendi. Ailenle vedalaş. Uzun bir süre onları göremeyeceksin zaten."

"Nasıl? Nedenmiş o? Sen her gün tüm sülaleni görüyorsun da ben niye göremiyorum?"

"Yasak. Sadece kocan izin verirse," diyerek, ego savar bir kibirle güldü. "Yani ben sana izin verirsem öyle gidebilirsin." Dedi bastıra bastıra.

Oğlum sen ne güzel kocam olduğunu söylüyordun öyle?

İşveye cilve, cilveye biraz naz ekleyerek baktım gözlerinin içine. Sevimli bir kediydim şu anda. Sizi bir Jeon Jungkook'un, ay pardon Kim Jungkook'un parlak gözlerle, gülümseyerek ve dudak büzerek kocam olan hıyara, ay yine çok pardon, kocam Kim Taehyung'a baktığımı hayal edin.

"Ne yani kocacığım, sen bana izin vermeyecek misin?"

"Bakma bana o koca gözlerinle." Dedi kafa sallayarak. Kafasını çevirdi tekrar. Bana baksana lan sen dangalak. Bir de yüzüme bakmadan konuşmaya devam ediyordu. "Şu anlık izin yok. Önce saraya ve kurallarına alışmak zorundasın. Bir de kraliçe ne zaman aileni buraya davet ederse o şekilde görüşürsünüz."

Kendime üzüldüm. Bakınız tam da şu anda.

"Ama bak, benim ağzım daha muzlu süt kokuyor. Nasıl bu kadar acımasız olabilirsin? Ben hiç ailemden ayrı kalmadım. En fazla on iki saat, o da okulda kursa kaldığım için." Diyerek, ana kuzusu olduğumu resmen ilan etmeme rağmen acımadı bana öküz. "Üzgünüm Jungkook. Artık evlisin. Alışman gereken hayat bu."

Kendimi artık çok kırgın hissediyordum.

"Bence şu an fırsatın varken görüş. Birazdan sarayın kapıları kapanacak."

Şerefsizdi bu adam. Şu anda onu takamayacak bir haldeydim. Onun bu inadıyla sonra uğraşacaktım. Hemen yavaşça -çünkü ayağımdaki korkunç çarıklar ayağıma küçük geliyordu, bu yüzden yürümekte zorlanıyordum artık- ailemin yanına gittim.

"Anneee," diyerek uzunca sarıldım boynuna. "Oğlummm" diyerek bağrına bastı beni. Babam beni annemden ayırarak kendi kollarının arasına aldı. "Babaaa," dedim höyküre höyküre. Beni "Minik kurdumm" diyerek severken, göz yaşlarım onunla pıt pıt akıyordu. Burnumdan nefes alamamaya başladığımda, bit kadar boyuyla yanımda duran kardeşime ayıp olmasın diye eğilip sarıldım. "Sidikli kardeşimm," diye sevip, sırtını çimdikledim. O da benim kolumu çimdikleyerek, "Bok kokulu abim," dedi, annem demek ki çoktan anlatmıştı ona. Şaşırmadım.

"Sizi çok özleyeceğim." Dedim küçücük, çekirdek kadar olan aileme bakarak. "Bizde seni yavrum." Dedi annem, bende gözlerim bir kaçış bulmanın seviciyle açıldı şimşek gibi. "Tamam o zaman hadi beni eve geri götürün."

"Ne, sen evlendin kuzum." Dedi annem, sonra babama kızdı. "Sen doğumhanede çocuğu kucağına alacağım diye diretip yere düşürmeseydin, bu çocuk daha akıllı olacaktı." Sonra bana döndü, az önce ne dediğini duymamışım gibi beni uyardı. "Aklını başını topla. Bak buradakiler seni çiğ çiğ yer."

Gün geçmiyor ki dostlar sırtımdaki hançerlere bir yenisi ekleniyordu.

Sinsi kardeşim, hep bu anı beklemiş gibi heyecanla konuşuyordu. "Abi senin odana ben geçiyorum haberin olsun. Evdeki en geniş oda senindi. Sonunda senden kurtuldum. Tüm duvarları siyaha boyayıp ayin yapacağım içinde. Elseli posterlerine de elveda."

"Seni küçük hain," diye üstüne yürüdüm. Şimdi saçını başını yolacaktım bu kızın. Çok konuşuyordu. "Sus lan burada velihat prensin eşi olmuşsun, göt kadar odanı alıyorum diye atar yapıyorsun bana," dedi küçük ergen. Ağzını yırtacaktım ama düt düt kırmızı alarm!

Yılanın kolları belime dolandı. Anasını sikeyim, bu herif beni hep hazırlıksız yakalıyordu. İşkillenmeye başladım ben bu ırz düşmanından. "Jungkook," diyordu bir de naifçe. Ailemin yanında aklın sıra şov yapıyordu. Sen şov yaparsın da ben eksik mi kalırım? Oğlum ben senin aklını bile alırım. Hoş çok bir şeyde yok ama neyse.

"O prensim," dedim, öylesine kibardım ki... babişkoma inme indi neredeyse.

Ondan annem konuştu, "Lütfen oğlumuza iyi bakın prensimiz," dedi, saygıyla. Bizim ailemizde bu kadar saygı yoktur. Nerden geliyor bu hal ve tavırlar. Şaşkınım, çok şaşkınım lan.

"Hiç merak etmeyin. Eksikliğinizi hiç hissettirmeyeceğim ona."

Hassiktir oradan iki yüzlü orangutan! Daha az önce atar gider yapıyordun bana.

"Çok müteşekkiriz efendim." Dedi benim saf babam. İşte medusa bu güzel adamın iyiliğini bile suistimal ediyordu. "Tören bittiği için gitmemiz gerekiyor," diyerek ayırıyordu beni ailemden.

Belimden tutarak beni çekiştirmeye çalışırken, "Anne, baba..." diyordum ve bana bakan güzel, misvak kokulu ailem gülümseyerek bana el sallıyordu. "Kendine dikkat et kuzucuğum. Bizi aramayı da unutma."

O kadar boktan hissediyordum ki, sadece Taehyung'un arkasından yürüyor ve ağlamamı durduramıyordum. Sanki az önce cenazem olmuştu. Ben onları sonsuza kadar kaybetmişim gibi hayal kırıklığı ve acıyla doluydum.

"Sen hep böyle ağlayacak mısın?"

Ona bön bön baktım. Ne duygusuz bir it cinsiydi bu! Burada ailesini kaybetmiş, taze bir damattım. Biraz anlayışlı olsa geberir miydi? Çok sinirlendim, hem de çok. Sümüklü bez peçeteyi onun yüzüne fırlattım. "Kes be, buna da mı izin yok burada? Ne kadar duygusuz bir şeysin sen" dedim ama o da bana aynı sinirle konuştu.

"Evet yok. Odana geçince istediğin kadar zırlayabilirsin. İnsanların içinde ağlayarak beni küçük düşürme. Artık sadece kendinden değil benden de sorumlusun. Beni en iyi şekilde taşımak zorundasın."

"Öküzsün sen," dedim, arkasına döndü hemen. Söyleniyordu önden önden. "Medusalıktan öküzlüğe geçtik. Senin o edepsiz dilini çok kötü cezalandırmak lazım?" dediğinde hemen önüne geçip, "Al," dedim ve dilimi dışarıya çıkardım. "Nasol cezolandorcocaksın bokolum."

Gözlerini devirip, omzumdan itekledi. "Tanrım, sen bu delinin elinden bana sabır ver." Diyerek kaldığı yürüyüş yolundan ilerlemeye devam etti. Tabi olduğum yerde bekliyordum. "Takip et beni. Senin şamatalarınla uğraşamayacağım." Dedi, alfa kodumun alfası.

Biz bununla baya yürüdük, güzel bir bahçeyi birbirine bağlayan yere geldik. Eski görünen ama içi gayet modern olan binaya. Burayı anımsadım, Taehyung'un odasındaki bok vakamdan sonra kaçmış ve saraydaki görevlilerden birine yakalanmış Kraliçe'ye götürülmüştüm.

Ve bu kocişkom olan adam beni bambaşka bir odaya götürdü. Bizim ev kadar büyük, içinde kusmuk kadar sim olan bir odaya. Pembe seviyordum tamam da bu kadar da değil. Kocaman olan yatağa bakarken, "Burası kimin odası? İkimizin mi?" diye sordum.

Bakışlarımın kaydığı yönü anlamış olacak ki, gülerek, "Hayır seni şapşal," dedi. Bu adam bipolardı. "Biz sadece törenle evliyiz. Seni daha mühürlemediğim için karşılıklı odalarda kalacağız. Seni mühürleyeceğim güne daha var, şükürler olsun. Şimdi buradaki yerinin keyfine bak. Çok yorgunum, beni rahatsız etme."

"Ben sana çok meraklıydım sanki."

Bana baktı. "İyi," dedi. Bende burnumu kırıştırarak ona baktım. "İyi," dedim.

Sonra da çekip gitti. Kendimi üç çocuğumla ortalıkta bırakılmış gibi hissediyordum, yapayalnız hissediyordum. Buraya ait hissetmiyordum ama birdenbire sahip olduğum odaya bakarken, dikkatimi çeken dikiş makinası ile çok mutlu oldum, hep hayalini kurduğum markaydı. Ayıptır söylemesi pek pahalı bir şeydi bu. Onu kucağıma alıp doya doya sevdim. Biraz dolaştım, banyo muslukları çalışıyor mu diye baktım. Çalışıyorlardı. Üzerimdeki bu saçmalıklardan kurtulduktan sonra misler gibi, arap sabunundan sonra avucuma bolca sıktığım çilekli duş jelinden sonra kendimi harika hissediyordum.

Bedava elektrik, bedava su ve bedava şampuanlar.

Giydiğim tavşanlı pijama takımımla yatağa bakarken söyleniyordum. Burası çok sessizdi. Kardeşimin saçma sapan rock müzikleri, annemin babamın horladığı için kızdığı sesler, bozuk mutfak bataryasından şıp diye akan su, lağımda gezinen fareler, kapımın gıcırdayışı. Ben bu kadar huzura alışkın değildim.

"Püf... her şey çok güzelde. Nasıl uyuyacağım ben?"

Yatağa zıplamak için bir hamlede bulunacaktım ki, "Jungkook," dedi, tıslak herif.

Kafamı çevirdiğimde, üstünde siyah ipek takım bir gecelik vardı. Tövbe haşa diyecek oldum bu esmer beyin zarafetinden ötürü. Şeytan kovalarcasına sol tarafıma üç kez tükürdüm.

Onu gördüğüme sevindiğimi inkâr edemeyecektim. Bu yüzden onu terslemeden, "Ne vardı prens hazretleri?" diye sorduğumda, odamın kapısından içeriye girdi. "Bugünlük odaları değiştirelim." Dedi pat diye, kafamı eğdim. Neden böyle bir şey istediğini anlamak için.

"Nedenmiş o?"

"Oda sen gibi kokuyor. Kalmak istemiyorum."

Yatağında uyudum ya, kesin feromlarım yüzünden azmıştı bu. Anladım ben bunu. Zavallıcık. Bana karşı gelmek bu kadar mı zor senin için ha? Medusa deliriyorsun benim için sen. Çoktan âşık olmuşsun sen bana.

Gururum okşandı. Gülümseyerek, "Kokum seni tahrik mi ediyor?" diye sorduğumda, ağzı açık kaldı. Sonra yüzünü buruşturdu it herif. "Bok kokusuna tahrik olan biri varsa o da sensindir. Kimsenin senin gibi iğrenç zevkleri yok." Dedi, bay şerefsiz.

Gözlerimi kıstım. Bu mal kafaya karşı hamlede bulundum.

"Haklısın, sonuçta seninle evlendim. Bunu ancak benim gibi iğrenç bir zevki olan kabul ederdi. Diğerlerinin senin reddettiğini düşünürsek," dedim, en hassas karın boşluğuna, Jimin'in imasını yaparken. Dediğimi anlamıştı hemen. "Sen," dedi, üstüme gelmeye başlarken.

"Ne," diyerek geri geri adımlar atarken sesini yükselti.

Tanrım feromları çok baskındı! Bacaklarım titriyordu ve o bana, "Hemen yatağa geç," diye emir verirken, son can havlimle, "Af buyur prensim?" diyordum.

Ama bu ırz düşmanından korkuyordum. Affedersiniz ama bana, beni sikecekmiş gibi bakıyordu!

Jeonboty!

Hayır...

.

Bölümün sonu.

Özlendik mi bakalım :D

Of bunlar daha kendi arlarında kavga ediyorlar, diğer kaoslar olduğunda herhalde neler olur tahmin edemiyorummmm

Ben Nicotesy.

Sizi seeviyommm

Loading...
0%