Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@nicotesy

haydaaa, ben geldimm...

iyi okumalar :D

....

Bir adım attı, kafamdaki kurtçuklar onunla bir adım geriye atarken kendimi duvara yapıştırıp onun benim üzerime gelerek baskın olduğu bir sahneye olanak sağlamaya hiç niyetim yoktu. Biz çok gördük bu sahneleri. Okuldan sonra eve gelip izlediğim pembe dizilerimi neden izliyordum sanıyordunuz siz?

Elbette ilk tırsıyor olsam da elimi ona rest çekmek için kaldırdığımda, aklı gidip gelen ölen dedeme benzemiştim. O da Go oynarken dayılanırdı.

"Hayırdır sen, yatağa geç falan." Dedim kaş göz yaparken. "Daha az önce mühürlenmeden aynı odada kalamıyoruz diyen sen değil miydin prens hazretleri?"

Yok bu öküze hiçbir şey işlemiyordu. Utanmasa dibime girdiği yetmezmiş gibi yüzünü yüzüme yapıştırıp kafa atacaktım. İlk gecesinde kocasından dayak yiyen de ancak ben olurdum zaten.

Hafiften tırsıyordum ve kuyruğu sıkışan kurduma küfürler ediyordum. Tamam anladık, en çok bakir sendin. Ne meraklıydın seni görmeye tahammülü olmayan birinin götünü yalamaya.

Adam sana işaret parmağını sallayıp göğsüne vuruyor, "O senin küstahlıklarından önceydi," diyor, sen de utanmadan tokatla beni diyorsun.

Mantık, gel beni bul.

Aldım, kabul ettim, 777.

Evren seviciliğimin bana verdiği yegâne güçle, "Bak, anlıyorum kocişkom. Ama yanlış yapıyorsun. Sen beni değil, Jimin'i seviyorsun," dedim, sanırım niyetin tesiri çabuk etki etmiş olacak ki o keskin gözleriyle aramızdaki mesafeyi yokladı. Uzaklaştı benden. Vay be, şu hayatta Jimin olmak varmış. Adını duyunca bile bir durgunlaşıyordu bu adam.

Ben çok iyi bir insan olduğum için kibarca konuşmaya devam etti. Bilir misiniz aşkolar, benim çok tatlı ve yumuşak bir sesim vardı. İnsanlar benimle konuştuğunda uykularının geldiğini söylerdi. O derece yani.

Neyse kendimi överken, aslında akışında olan ancak benim methiyeler yazarak anlattığım olaylarımızda devamında ben o billur sesimle dudaklarımı büzerek konuşuyordum.

"O da seni çok seviyordur mutlaka. Garibim senin kadar sevmedi diye niye kızıyorsun ona? Herkesin birbirini eşit sevdiği nerde görülmüş," diyordum, bana bir an o tatlı duran gözlerini ilgiyle kaldırdığında, çarpılacaktım.

Hiç alışkın değildim ben böyle şeylere.

Geri bastım hemen. "Herkes senin gibi birini sevmek zorunda değil. Jimin'de senden kurtulduğu için mutludur ve muhakkak senin benim başımı yaktığın için üzülüyordur bana. Benim gibi dünyalar harikası bir omegayı, senin gibi anlayışsız, bencil, şımarık, kalın kafalı, haydut suratlı..." diyordum ki, o tatlı dediğim gözleri siktir edin, kürsüde konuştuğum replikleri ezbere sıraladığım için kendimi kaybetmiştim ve o hayvanda bana doğru gelip pijamalarımın yakalayarak beni sarsmaya başlamıştı. "Çok konuşuyorsun sen, dilin çok gevşemiş senin," diyerek bana karşı nefretle nefes alıp verirken, kaç diyordum.

Jungkook, kaç oğlum. Bu adam senin feriştahına kadar ters düz yatırıp siker.

"Gel buraya." Dedi, sanki o dedi diye banyonun kapısına kadar kaçan beni yanına getirebilecekmiş gibi haspam. "Gel dedim sana," diyerek sesini yükselttiğinde, ben durur muyum yerimde, taşi run run diye diye dil çıkartıp banyonun içine kaçtım. "Ya da ben sana gelmesini bilirim," diye o sürüngen ayaklarını evim kadar geniş olan odanın içinde koşuştururken, ben kapının yuvasında olmayan anahtar deliğine bakıyordum bön bön.

"Anahtar nerede lan!" diye çığlık atıyordum. Ama kapının arkasından gelen onun kahkaha sesi, kapı kolunun dönmesi, hızla popomu kapı açılmasın diye itmeye başladım.

Bu hayvanı neyle besliyorlardı, benim çubuk kraker kadar olan kolumun mecali kalmadı daha üçüncü saniye de falan. "Allah'ını seviyorsan beni rahat bırakırsın," diye seslendim. Habeş maymunu bana, "Ben Deistim Jungkook. Hadi yavrum, çık da oradan senin o çok bilmiş ağzını bir güzel benzeteyim," dedi, tıslak herif.

İkisi de aynı şey değil miydi lan?

Korkmadım değil. Biraz fazla uğraşıyordum onunla. Elimde değildi, cidden.

Tamam yalan söyledim, onun kızgın bir boğa gibi öfkeli olmasından deli gibi tatmin oluyordum. O kibirli burnundan her an duman çıkacakmış gibi tepkiler vermesi, okuldaki asalakların onu dünyanın en asil kişisi olduğunu söyleyerek diğerlerinin de beynini yıkarken onun tam da aklımdaki kişi olmasından tatmin oluyor ve durdurulamaz bir istekle onu dizlerimin önünde nakavt etmek istiyorum.

Sadece bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Göt vermem bu herife, başka bir şey bulmalıydım. Hiyerarşinin ağzına sıçacak mutlak bir şeyler misal.

Düşün sende omegam. – Götünü ver, abartma herkes yapıyor bunu. Seninki altından değil.

Omegam tam bir orospu kılıklı olduğu için, yıllardır içinde bastırdığı libidosunu bu adam karşısında ayaklar altına almasından ötürü ona olan tüm saygınlığımı bitirdim ve mümkünse uzun süre konuşmama kararı aldım.

Güçsüzlüğümden dolayı kapı açıldı ve ben neredeyse sinek gibi o kuvvettin etkisiyle duvara yapışmaktan son anda kurtuldum. Korkuyla arkamı döndüm, "Dokunamazsın bana," diye bağırdım. "Bal gibi de dokunurum sana. Biz evlendik."

"İnsancıklar olarak evlendik biz." Dedim, burun kıvırdı. Biliyorum beni anlamaya çalışırken son iki kuruşluk beynini de bende harcayıp gidecekti ve benim bunu iyi kullanmam lazımdı. "Ben tamamen bir kurdum, hırrr." Diyerek ellerimi açarak ona tırnaklarımı gösterdim, ama plan boşa işledi. Bu saftirik benim bir deli olduğuma ikna olmuş değildi halen.

Havada asılı kalan ellerimi tek bir hamlede yakalayarak tek eliyle hapsederken, yakındı. Çok fazla yakın. "Hoşşt! Mühürlemeden olmaz, kodumun alfası." Dinlemedi beni. Beni sürükleye sürükleye banyonun içerisinden çıkardı ve yatağın önüne kadar sürüklemeye devam etti. Dizimle karnını tekmelemeye çalıştım, ama herif o kadar despottu ki darbelerime gıdıklanıyormuş gibi tepkiler veriyordu.

"Uslu dur," diye tısladı, tekrardan. Dişlerini gıcırdattı. "Neden, uslu çıtırcıklardan mı hoşlanırsınız efendim?" dediğimde, beni omuzlarımdan iterek yatağa attı. Oha! Fazla haşin ve bende o uslu çıtırcığım sanırım. Yatağın içinde kol dirseklerimin üzerinden yükselirken bana olan bakışları garipsedi, lan bu harbi harbi beni böyle tepeden tırnağa süzmeye başladı.

Götümü hangi yana çevireceğimi bilemedim.

Üzerime doğru eğiliyordu. Ellerini yatağın üzerine bıraktı. O oyunbaz taş gözleri, beni taşa dönüştürmek için tekinsizce bakıyordu. Dudaklarını diliyle bir güzel yalarken, şlap şlap olan bir yerlerim vardı, ama siz boş verin. Kocam sonuçta. Kan kaynıyor bir zamandan sonra bu yakınlığa.

"Uslu durursan, belki..." dedi, kafasını yüzüme doğru yaklaştırdı. "Hoşlanırım."

Dudaklarıma bakıyordu bu. Tamam stresten üç buçuk attığım için dudaklarımı ısırıyordum. Bu izlediğim porno sahnelerine dönmeye başladı. Bebeklerim, aşkitonuz iki aşk yaşayıp gelecek. Kapayın gözlerinizi bakalım.

Size derken kendi gözlerimi kapattım hiç farkında olmadan. Böyle melun melun bir koku var burnumda. Acayip güzeldi ve yüzümü ısıtan nefesi yüzünden çok fazla heyecanlandım. Yakınlaştığım iki şeye sahiptim ben. Yakın arkadaşlarım, Hoseok ve Yoongi ve bir de aynalar. Bende bir, biri sayılırdım sonuçta.

Ama gel gelelim ki kapalı gözlerimin üstünden bir kıkırtı duydum. Bunun götü başı yine ayrı oynamaya başlamıştı. O sütlü, çikolatalı parmaklarını dudaklarımı kıstırmak için kullandığına irkildim ve gözlerimi kocaman açtım.

"Dudaklarını büzmüştün. Beni öpmek mi istiyorsun," dedi, alayla. İşte beni böyle utandırmayacaktın. Yanaklarım ısındı. Gözlerimin içi de öyle. Ne yapabilirdim, benim de kalbim vardı. Böyle gördüğü her yakınlığı, ilgiyi sevgiyle karşılayan, arzulayan. Sinir olmuştum. "Ben senin o çirkin dudaklarını neden öpmek isteyeyim ki? Kullanılmaktan bozulmuşlardır onlar. Ben başkalarının eskittiklerine senin gibi ilgi duymuyorum maalesef bay Kim."

Durdu ve sadece baktı. Sonunda üzerimden kalkabilmişti. Onun benden sakındığı alanların boşluğuyla derin bir nefes alabilmiştim. Bir anda zoraki olduğum bu evliliğin içinde her şeyin nasıl da yabancı ve kendimi sığıntı olarak gördüm. Kendi salaklarıma dahil eğlenemiyordum.

"Hassas dönemlerinde misin?" dedi ciddi bir şekilde, en azından sesi öyle duyulmuştu. Çünkü kollarımı birbirine bağlamış ve kafamı ondan tarafa çevirmiş, Barbie'ye benzeyen toz pembeli duvarlara bakıyordum. "Neden, illaki gözlerimin dolması için hassas dönemde mi olmam gerekiyor? Ya da benimle dalga geçiyorsun diye mutlu olayım. Sanki bir kez olsun benimle normal konuşmuşsun gibi."

Sessiz kalmasından yüz bularak kafamı onun olduğu tarafa çevirdim. Tek kaşı havaya kalkmış, beni sakince dinliyordu. Farkındayım, benden o da böyle cümleler duymaya alışkın değildi. Bende bayılmıyordum, ama mutlu olmam için sürekli bir şeylerle dalga geçmem ve kafamdaki sorunlarımdan ziyade başka şeylerle uğraşmam gerekiyordu.

Artık onunla evliydim ve hayal ettiğim hiçbir şey istediğim gibi değildi. Ondan hoşlanmıyordum. Çünkü onun her şeye sahip olmasına rağmen okulda asık suratla, bizlere tahammülü yokmuşçasına böbürlenerek yürümesinden, kimseyi duymamak için kulaklık takıp başı boş şekilde gezinmesinden hoşlanmıyordum. Melankolik bir yalnızlığın içindeymiş gibi biz diğer halktan olanlardan farklı muamele görmesinden hoşlanmıyordum.

Herkesin ona âşık olmasına katlanamıyordum.

Çünkü ben değildim ve olmayacaktım da.

O zaten birini seviyordu ve beni evcil hayvanı gibi görerek dalga geçmesine katlanamıyordum. Elbette bende onunla dalga geçerek eğlenmeliydim. Bir yerde eşitlenmemiz gerekiyordu. Ama beni mahkûmu olduğu evlilik hayatı için suçlayamazdı. Buna hiç mi hiç hakkı yokken üstelik.

Madem bugün ilk günümüz, aramızdaki bu durumu konuşmamız gerekiyordu. Çünkü ben biraz korkuyordum, bu insanlardan, bu garip fetişli görgü kurallarından. Bu nedenle gözlerinin içine baktım. Onun kim olduğu veya hangi statüde olduğu umurumda değildi. O veliaht prens ise bende veliaht prensin eşiydim.

"Bilmem farkında mısın? İlk defa yalnız başıma kalıyorum ve ailemden uzak bir yerde, bildiğim sokak kültüründen çok daha farklı bir kültürün içinde mükemmel olmam isteniliyor benden. Ama bunlardan daha korkunç olanı ne biliyor musun? Düşlerimdeki eşe asla sahip olamayacağımın gerçeği. Sen birini sevmenin ne demek olduğunu çoktan bildin ve o kişi senin evlilik teklifini kabul etmedi diye, söz verilen eş olarak onun yerine geldim. Hâlâ onu seviyorsun, özlüyorsun, kim bilir onunla evli olsan da görüşmeye devam edeceksin. Bunu normalde umursamam. Ama senin bana bir anda yakın davranmam sonra da bir çöpmüşüm gibi kızıp durmandan rahatsız oluyorum. Benden saygı görmek istiyorsan, bana saygı duymalısın. Tek istediğim bu. Şimdi rica ediyorum git buradan."

Ben bile uzunca kurduğum kendi cümlelerimin arasında şaşkına uğrarken, üzerimde dehşet verici bir ağlama isteği vardı. Onunla bir ömür boyu lanetlenmişim gibi bir his. Çünkü onun bana olan yaklaşımı, belirsizdi. Böyle olmamdan nefret etmiş gibi bir hali vardı. Zor da olsa gözlerindeki o belli belirsiz olan eğlenen ifadeleri kaybolmuştu.

"Ben evli biriyim, eğer aklın onunla olacağım korkusu yaşıyorsa yaşamasın. O onurlu biri. Ben çok istesem de benimle olmak istemez."

Söylediğim onca söze sarf ettiği bunlardı. Burada sima olarak tek tanıdığım oydu ve ona istemsizce yakınlık kurmaya çalıştığımın farkındaydım. Ağzına sıçtığım omegalığı ve duygusal taraflarım. Onun gözlerine nefretle bakıyordum. Çünkü beni dinlemiyordu bile. Sadece bakmış, dinlemişti ama kendi içinden geçenleri.

"İyi," dedim, "İyi geceler," diyerek çıktı odamdan.

Arkasından ayağa kalkıp açık bıraktığı kapıyı çarparak kapattım. Oysa o çoktan odasına geçmiş ve kapısını kapatmıştı. "Umarım bok kokumda boğulursun götümün prensi. Kalas, odun, ruhsuz."

Yatağımın içine çöktüm ve biraz ağladım. Tamam uyuyana kadar aklıma gelen her şeye ağladım. Evde dolapta kalan en sevdiğim yemek olan pırasa yemeğine kadar. Sonrasında burada, hapishanemde geçen bir hafta boyunca görgü eğitimlerine katıldım. Nasıl kalkmam ve giyinmem gerektiğine dair uyarıldım. Okuldaki etekli pijama kombinim yasaklandı. Canımdan can gitti de sesimi çıkaramadım. Ve Taehyung'u o ilk geceden sonra hiç görmedim.

Pencereden gizlice gözetlediğim odasında bile hiç görmedim. Garip bir duyguydu ve onunla tartışmayı bile özlemiştim.

Bu özlem pazartesi sabahı okula döneceğimiz gün aynı arabayla gelmemiz ile son buldu. Ama o benimle hiç konuşmadı ve yüzüme bile bakmadı. Her zamanki despot yüzüyle kulaklığını takıp yola çevirdi başını. Okulun içine girerken bile benden hızlıca uzaklaşıp arkadaşlarının yanına gitti. Onlara gülümsemişti. Ben ise okulun bana dik dik bakan insanların arasında ne yapacağımı düşünüyordum.

Ama her şey yeni başlıyordu.

Çünkü benim tıslak eşimin ilk aşkı olan Park Jimin, Amerika'dan dönmüştü. Okuldaydı ve merdivenlerin girişinde durmuş bana bakıyordu. Baştan aşağı, aşağılarcasına.

Çünkü tek bir kelimesi ile Taehyung'a sahip olacağını çok iyi biliyordu.

...

Eğlenceye devam ama kaosta geldi geliyor arklar :D

sizi öptümmm

Loading...
0%