Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@nicotesy

ikonik bir yorum görme isteğiyle;

İyi okumalar...

Kim Taehyung, Sekreter Lee'den gelen telefon çağrısı ile beş kişilik özel Vip sınıfından çıkarken, koridorların sonunda onu nasıl bir manzaranın beklediğini bilmesine rağmen sessiz adımlarla ve alışkın olduğu bakışlarla bale salonun kapısına bakıyordu. Çocukluk aşkı ve kendisinin her daim yanında olan Jimin'in ona sunduğu bu evlilik teklifini kabul etmediği günden sonra bir kez olsun konuşmamışlardı.

Normalde gün içinde birbirlerini ararlardı veyahut gizli gizli buluşmalar yaparlardı. Şimdi ise o buz gibi dağların arasında ve sorumluluklarının yükümlülüğü ile kendisini kapana sıkışmış hissediyordu. O hiçbir zaman bir kral olmak istememişti. Sıradan ve normal olmayı o kadar çok arzuluyordu ki, saraya kendi çapında şen katan Jungkook'a bile alışmak üzereydi.

Şu anda Kraliçe'nin kendisini acilen görmek istemesinin sabahki yaşanan olaylarla ilgisinin olduğunu pekâlâ çok iyi farkındaydı.

Ama zaman kolluyordu. Babasının iyileşmesini ve buralardan kaçıp gitmeyi. Kız kardeşi gibi dünyayı dolaşmak istiyordu. Lakin bir kral olarak yetiştirilirken, kendisinde oluşan soğuk mizaca ve masumiyetine tek şahit olan Jimin'ken bir daha böylesine bir sırdaşlığı kimse ile paylaşamayacağı için kendisini yalnız hissediyordu.

Annesine bile çok uzaktı.

Bu uzaklığı saraya geldiğinde, Kraliçenin kaldığı konağın önünde kapısını çalarak ve içeriye gelmesi için bir davet beklerken asık suratına içini dinginleştirecek birkaç derin nefes çekti. Kapı açıldı ve kapının önünde duran iki saray görevlisi kız, eteklerini eğerek çıktılar odadan ve anneyle oğlunu baş başa bıraktılar.

Taehyung halen beyaz renkteki okul üniformasıyla dururken eğildi ve annesine selam verdi. Annesi tam karşısında, ayakta duruyordu. Ondan bir hayli kısa gözüküyorsa da o keskin gözleri bir hayli ufukların ötesindeydi.

"Kraliçem, beni çağırmışsınız." Diye söze girdi Taehyung. Kraliçe, eliyle ona oturması için minderin önüne davet ederken, "Evet prensim, şöyle geçin lütfen," diyerek kendisi de tam karşısındaki mindere oturdu dizlerini biçimli bir şekilde kırarak ve üzerindeki kırmızı renkteki kraliyet kıyafetinin uzun, kabarık eteğini dikkatlice düzeltirken. Oğlunun usturuplu bir şekilde karşısında oturmasıyla kafasındaki sisli düşüncelerini rafa kaldırdı.

O ağır örgülerle taşmış kafasını dimdik kaldırdı ve kendisine ruhsuzca bakan oğluna, "Prensim..." diyerek bir hitapta bulunarak cümleye başladı. "Sizi uyardığımı çok iyi hatırlıyorum. Ne zamandır bu kadar dikkatsiz ve saygısız olmaya başladınız." Dedi ve sabah olanların basına sızmasından ötürü yeterince gergin değilmiş gibi biraz daha kızarıp sinirlendi olduğu yerde. "Bu sabah okulda sızan skandal görüntülerde ne böyle? Size özellikle toplum içinde derli ve toplu durmanızı, kraliyet ailesinin adının hiçbir magazin haberlerinde görmek istemediğimi söylememiş miydim?"

Kraliçe yaklaşan tehlikenin haberlerini çok önceden almıştı ve oğlunun gençlik kaçamaklarına, ara sırada da olsa gizlice gittiği tatillerine ve müsamahalarına son vermek zorunda kalarak onu bu evliliğe zorlamıştı. O da sıradan birini eğitmek istemiyordu. Üst kasttan, kendini yetiştirmiş birini ailesine katmayı daha çok isterdi. İlişkisini bildiği Jimin bile seçeneklerinin arasında Jungkook'tan daha iyiydi. Ama arada yazılı bir söz vardı ve bunu bozamazlardı. Kraliyet için verilen söz, şeref sözüdür.

Ve oğlu Veliaht prensti ve halkın gözünün önünde kusursuz bir profilinin oluşması gerekiyordu. Kral hayattaydı ancak yakında bu tahtını oğluna teslim etmek istese de varisin tehlikeye atacak olaylara izin vermemesi gerekiyordu. Çünkü daha öncesinde tahtta olan Kralın vefatından sonra eşi geçebilmişti tahtta ve onun en büyük oğlu halen hayattaydı ve Güney Kore'ye döndüğüne dair söylentiler vardı. Asıl tehlikeli olanın bu değil, Sehun'un annesiydi. Ülkeye girişi yasaktı ve eğer bunu bile bile yaptıysa, tek bir şey için yapmış olduğunu biliyordu. O da oğlunu Kral olmasını sağlamaktı.

Bu gerginlik tüylerini ürpertiyordu.

"Özür dilerim Kraliçem."

Oğlunun özürleri bir kazanç sağlamazdı kendisine. Bu nedenle onu daha sert uyarmalı ve kendisine olan kızgınlığını da dolaylı yoldan dile getirerek Taehyung'un daha dikkatli olmasını isteyecek, gerekirse kendisi müdahil olacaktı ikilinin arasındaki ilişkiye. "Onunla evlenmene daha çok karşı çıkmalıydım. O, çok toy ve bilgisiz. Öğrenme konusunda isteksiz. Korkarım ki hiçbir zaman saraya alışamayacak ve yakışmayacak. Ve bizi onun tarafından rencide edecekler insanlar durmadan."

"Tamamen benim hatam Kraliçem." Diyerek kafasını eğerek af diledi annesinden. "Onunla daha çok ilgilenmeliydim. Dikkatsiz davrandım. Özür dilerim."

"Prensim, çok ciddi sorunlarımız var ve çocukmuş gibi davranmayı bırakın. Ve özür dilemek yerine bunun bir daha tekrarlanmamasını sağlayın." Diye azarlanırken, Taehyung kaldırmadı başını. Sorumluluklarının farkındaydı ve kalbinin kırık olmasını umursamamasını ve bu kör edici hayata bir an önce uyum sağlaması gerektiğini hatırlattı kendisine.

Tıpkı annesinin ona tekrar tekrar hatırlattığı gibi. "Sorumluluklarınızı en az onun kadar sizin de farkına varmasını istiyorum. Babanız hasta ve doktorlar yakında bilincinin kapanabileceğinden endişeli. Siz yakında Kral olacaksınız. Yanınızdaki eşinizin bunun ağırlığını kaldırabilmeli ve sorumluluk sahibi bilincinde olmalı. Yakında ailemizi temsil edecek. Onu kendi yöntemlerimle eğitmeye devam edeceğim. Siz de bu konuda bana yardımcı olun. Ülkemizin geleceği için."

"Sorumluluğuma sahip çıkacağım efendim." Dedi ve tekrar ayağa kalktı ve baş selamı verdi. "İzninizle."

Jungkook ile konuşması gerekiyordu. Ama onunla konuşmanın cidden ne kadar zor olduğunu düşündü. Devlet meseleleri bunun yanında daha stressiz sayılırdı.

....

Mental anlamda yorulduğum hatta çokça yorulduğum bir gün sonuna gelirken, okulun kapısından çıktığımda sabah bizlere eşlik eden korumalar beni görerek hemen etrafıma doluştu ve bineceğim araca yönlendirdiler beni. Arabaya binmeden barıştığım arkadaşlarıma el salladım ve bana tebessüm ederek hemen göz önünden kaçan Sehun'a da aynı tebessümü yollayarak içerisine girmek için beklettiğim aracın içine girdim.

İçinin boş olması ve bindiğim gibi çalışmasıyla gözlerim istemsizce siyah camla kaplı pencerenin dışında çevreye bakındı. Taehyung olmadan hareket ediyorduk ve onun şu anda nerede olduğunu merak ediyordum. Aslında bana ne diyerek umursamamak çok kolaydı. Ama bendeki bu merak beni öldüreceği için, zor da olsa omuzlarımı dik tutmaya özen göstererek ön koltuklarda oturan korumaya seslendim.

"Veliaht prens nerede?" Diye sordum, adamın mırın kırın etmemesi için dik tuttuğum omuzlarımı siktir ederek iki koltuğuna arasına sıkıştırdığımda, heyecandan kavrulan büyük gözlerimle aniden karşılaştıkları için korkuyla çığlık attılar.

Bu safsataların beni koruyabileceklerini mi sanıyorlardı cidden? Ben bunları gözümle bile altlarına işettirirdim be!

"Kendileri son ders olmadan saraya çağrıldığı için okuldan ayrıldı efendim." Dedi şoför koltuğunun yanında oturan adam, tabi biraz utanarak söyledi. Eh, artık karşılarında bir prens vardı. Hadlerini bileceklerdi. Şaka, şaka... sadece benim ani tavırlarımdan az buçuk korkmuşlardı bu herifler.

Anladım, diyerek mırıldanarak önüme döndüm ve olduğum yerde pineklerken benim arabamın daha güzel olduğu bir gerçekti diye düşündüm. Her ne kadar benim bisikletim yorucu olsa da en azından öndeki bu godomanlar olmuyordu etrafımda. İç çektim. Meğerse ben çok özgür bir insanmışım, ama hakkımı yemişim. Ailemin küçük evine zamanında sövdüğüm için özür diliyordum şimdi.

Ve neden bir an önce saraya gitmek zorunda kaldığını merak ediyordum. Bunun benimle alakası olamazdı değil mi? Yok be! O kadar abartılacak bir şey yapmamıştım. Kesin o şeytanın işleri vardır. Hiç vicdan yapma Kookie, sen şu acıkan karnını gittiğin gibi doyurmaya bak. Ama daha gittiğimde saray kurallarıyla ilgili kolum kadar uzunluktaki kitapları okumaya devam etmem gerekiyordu. Ben zar zor insanlarla konuşabiliyordum, onlarda çok gerekliymiş gibi eski Kore dilini öğrenmem gerektiğini söylüyordu. Adabımuaşeret önemliymiş, muaşeretine adap diktiğim kuralları ve dili.

Sarayın tanıdık bahçesine girdiğimde, Ana Kraliçe'yi gördüm. Yanındaki adam onu güneş ışınlarından korumak için şemsiye tutuyordu. Kafamı kaldırıp batmakta olan güneşe baktım. Bunların fors dışında bir bok yaramayan durumlarını anlamakta zorlanırken, birbirimizi gördüğümüzden istemeye istemeye gittim ve eğilip selam verdim.

"Sizinle burada karşılaşıyor olmak, beni bahtiyar kıldı efendim."

Ana Kraliçe, yaptırmış olduğu kireç gibi beyaz dişleriyle sırıtarak bana şaşkınlıkla baktı. "Senin gibi gençlerin böyle cümleler kurması beni çok şaşırttı kuzum. İnsanlar modern çağa ayak uydururken," dedi, karmaşık bir şekilde. Ben şimdi bir ayak uyduracaktım ki, "Kraliçe'nin bana zorunlu kıldığı derslerden öğreniyoruz birkaç şey efendim," dedim, kaynanamın adını makamını bile ağzıma alırken üç buçuk atıyordum ben. O kadında beni timsahlara çiğ çiğ yedirecek bir tip vardı.

Bana bir adım yaklaşıp, tonton yanaklarını yanaklarıma yapıştırdı. "Kraliçe tam bir cadaloz, onu pek kafana takma. Gençliğinin tadına bak." Şoka girdim, yaw bu kadın tam benim kafadanmış. Yaşlanınca ben olur gibi, "Tavsiyenize uyacağım Ana Kraliçem," dediğimde, bana daha sonrasında yanına çaya gelmemi söyledi. Kabul ettim ve üzerimi değiştirmek için benim peşimden sıkı bir takiple gelen görevli omega kızla şakalaşa şakalaşa ben ve medusaya ait olan binaya geçtik.

Şikâyetlenerek yürüyor ve az buçuk her şeye sövüyordum ki, yanımdaki kız durdu ve bende onu durduran sebebi anlamak için gözlerimi onun yüzünden çekip, ne olduğunu anlamak içi odamın kapısına baktım. Bay Egosavar, hizmetçim olan kıza kaş göz yaparak yanımızdan postalarken sinirlenmiştim. O kızı kafalamış ve arkadaş olmuştuk. Tam da onun hakkında dedikodu yapacakken beni kendisiyle baş başa bıraktığı için daha fazla sinir olmuştum.

Yanından öylece geçmeyi planlıyorken, o soğuk sesiyle, "Konuşmamız gerekiyor," dedi.

Bu adamın konuşmaktan kastı sadece aşağılamak olduğu için onu dinlemeden odaya girmeye çalıştığımda, kolumdan tutup kendisine çekti. Ne oluyoruz lan... Tamam dünya ahiret kocamsın da öyle şlap diye dokunmak falan. Şerbetliydi benim kanım. Şeytanlara karşı ters tepki veriyordum.

Kolumu ondan kurtarıp ters ters baktım ona. "Seninle ben bu saatten sonra konuşmam. Aşağılayıcı konuşmalarını kendine sakla. Ben odaya geçiyorum izinizle prensim." Dedim ve daha bir hamle yapmadan, saçlarını elleriyle geriye atıp söylenmeye başladı. "Bir kez olsun beni şaşırt ve konuşmak isteyen birini olgunlukla karşıla."

Onun bu tavırlarına aşırı gıcık olduğum için kapıyı suratına kapatmak vardı ama ben kendisine saygı duyan biri olduğumdan, kollarımı göğsüme sardım ve ayaklarımla yere vurmaya başladım. "Pekâlâ," dedim. "İşte dinliyorum seni. Ne söylemek istiyorsan söyle. Daha dersim var, hazırlanmam gerekiyor."

Onu sabırsızlıkla dinlediğimi düşünerek girizgâh yumuşak bir sesle girdi. "Şu an neler çektiğinin farkındayım," dedi, iki yüzlülüğü suratıma hava yaptığı için ağzım açık kaldı. Daha bu sabah dalyarak herif bana ağzına geleni söylememiş miydi? Bu da yetmezmiş gibi aşığına methiyeler dolu gözleriyle bakmamış mıydı?

Sinirlerim körelmişti. O gözlerini kör edesim vardı.

"Hadi ya, yapma sen, öyle mi?" dedim, tezat ruh haliyle dalga geçerken.

"Neden bu kadar yorucusun..." dediğinde, ona doğru bir adım atıp kollarımı çözdüm. Göğsüne işaret parmağımı uzatarak tam kalbinin üzerine vurdum. "Çünkü sen bencil birisin. O yüzden seninle konuşurken yoruluyorsun. Çünkü aynı şekilde bende öyle hissediyorum. Sürekli ya kızıyorsun ya da dalga geçiyorsun benimle. Ve sadakatsizsin. Yalancısında."

Kaşlarını çattı ve aramızdaki bu kısa mesafeden rahatsızlık duymadan, "Sana herhangi bir ihanette bulunmayacağımı söyledim," dediğinde, omuzlarım yaşadığım sinirle dalgalandı ve genzimden güldüm. Gözlerimi ona diktim ardından. "Gözlerin prensim, dilinden çıkanlardan daha cesur. Ama biliyor musun, umurumda değil. Sonuçta bu evlilik hiçbir zaman gerçek olmayacak."

O gözleri karşımda daha da kısıldı ve gözlerinin içindeki siyah tortular büyüdü. Kendisini kastığını görebiliyordum. "Bu evliliğin gerçek olmasını ister miydin?" dedi, yem atarcasına. Ya da ciddiydi. Hiçbir fikrim yoktu. Sadece bunun olmasını istediğimi hissettim bir yerde. Bu sinsi düşünce beni terletirken, "Hala dilinizden korkunç sözler çıkmaya devam ediyor," dedim ve arkamı döndüm.

Ama o ansızın arkamdan sarılınca, orospu kalbim hızlıca atmaya başladı. Ensemde onun sıcak nefesleri dökülürken, "Dalga geçmiyorum söylediklerimle ama işin tuhaf yanı seninle uğraşmak hoşuma gidiyor. Eğlenceli bir çocuksun. Ayrıca sana gereksiz yere hiç kızmadım sana. Sen her daim sınırların dışına çıkmaya çalışan birisin. Ve ben seni buradan, hiç tanımadığın insanlardan korumaya çalışıyorum," dedi ve yutkundum.

Bu mecalsizlikte ne böyleydi? Kuyruğu sıkışmış kurdum bile ondan kaçmamı istiyordu benden?

"İzin ver seni koruyayım. Yoksa mahvolacaksın."

Şimdiden mahvoldum ben orospu çocuğu.

Onu omuzlarımdan ittim. Arkama dönmeden odama kaçtım. Bu şeytan beni ele geçirmek istiyordu. Ya da yokluktan bana sulanıyordu, yoksa akşam yemeğinde bana böyle dokunmaya çalışmazdı.

Irz düşmanı yiyecekti beni.

...

Diğer bölüm ve ondan sonralarında ortalık yangın yeri her anlamda.. :D

Loading...
0%