Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@nicotesy

Selam, bugün erkenciyim....

sizi her gün bir yeni bölüme alıştırıyorum farkında mısınız? Sizin yüzünüzden bu fice ağırlık verdim şimdi de diğerlerini yazmak külfet gibi... neyse :D Bölüm arasına yorumlarınızı bekliyorum, bu bölüm oheşşşğğğ olacaksınız.

İyi okumalar çukulatlarım ;)

...

Sırtını döndü ve sanki hiçbir şey olmamış gibi, babasının yatağıymış gibi mışıl mışıl uyudu. Yemin ederim ben orada bir taşa döndüm ve kulaklarımda en ahlaksız kelimeler cirit atıyordu durmaksızın. Neydi o, iyi geceler sevgili eşim. Lan vicdansızın oğlu, insan hiçbir omegaya birden böyle taarruza geçerek ve sonra hiçbir şey olamamış gibi uyuyabilir miydi?

Hani en gamsız kişi bendim bu dünyada. Peki bu adam neyin nesi oluyordu şimdi? Çok şüpheli.

Bir dakika içinde uyudu şaka gibi. Nefes alışları o kadar yavaşladı ki, elleri ve kolları öylece yastığının altında duruyor, yatağın köşesinde sızıyor ve bende üzerimdeki yorganın eteklerini sıkıca tutmuş nefesi tutuyor ve her boğulacak gibi olduğumda tekrar nefes alıp veriyordum.

Kalbim öyle hızlı atıyordu ki, bu kesinlikle benim daha önce kimse ile uyumuyor olmam ile alakalıydı ve lanet olası Medusa'nın uykunun getirdiği savunmasızlıkla feromları yayılıyor ve ayak parmaklarımdan fışkıran huzura siktir ediyordum. Kokusunu tarif edemem, daha o kadar çiçekler hakkında engin bir bilgiye sahip değildim. Elbette ona da sormayacağım için ve sanki tek derdim buymuş gibi debeleniyordum içimden.

Ama uyumadığımı anlar diye de uyuyamıyordum. Çünkü ne kadar dengesiz uyuduğumu en iyi ben bilirdim. Gece normal bir şekilde yatağa girer, uyandığımda ters yatmış, yatağın ucunda kafamı bulurdum ve çarşafımın etekleri yere kadar sarkar, nevresimin içindeki yorgan ters dönerdi.

Tüm bu dengesizliklerimi bahane ederek uyumaktan sakındıktan sonra beynim o kadar fazla düşünmekten yanmaya başlamış ve vücudum bilmem kaç saattir pozisyonda uyuduğunda yorularak bende ona sırtımı dönmüştüm. Ancak bundan kısa bir süre uyuya kaldım ama kesinlikle o şerefsizin beni mayıştıran feromları ile alakası yoktu.

Tetikte kalmaktan yorulmuştum sadece.

Sol yanağımda huylandıran ve uyuşturan bir baskı vardı. Rüyamda kalçama kimse şaplak atmadığına göre benim bu ağrılarımın sebebi neydi merak ediyordum. Ya da çok daha fazlasının sebebini. Tek gözümü açtım, karanlıktı, diğerini açtığımda ise gökdelenleri görüyordum. Ten renginde kavisli gökdelenleri. Saçmala Jungkook, dünya üzerinde böyle bir estetik kaynağı olamazdı.

Huhuhuu... Uyansana şaşkın. Prensin koynundasın ve onun kurdu bana kur yapıyor Jungkook... çok utanıyorum, uzaklaş artık ondan.

Kurdumun beni getirdiği galeyana daha yeni bir uyanış gerçekleştirirken üzerine sindiğim alfa kodomonun varlığını sonunda fark ettim. Aniden aldığım nefes sayısı saniyede beşe çıkarken, bu deccal kılıklı herifin uyuyor olduğunu görmek içimi rahatlatmıştı. Beni onun üzerinde görürse eğer, ona âşık olduğumu, o uyurken ona yanaşmaya çalıştığımı falan sanırdı. Çünkü malımı iyi tanıyordum artık.

Ama bilin bakalım ben neden hareket edemiyordum ve şiş dudaklarım onun çehresinde nefes alıp vermeye devam ediyordu. Çünkü buldu benim gibi ince belli yâri, orangutan gibi sarılmıştı. Tamam bu fena değildi. Yani bilinçsizce yapılmış bir halde olmasına rağmen şöyle üç saniye bu konumun nasıl hissettirdiğini tartıştım kafamın içinde.

Sonra dedim ki, Jungkook tehlikeli sulardasın aslan parçası, bu adam senin gözünün yaşına bakmaz, sadece canını yakar.

Tam da tahmin ettiğim duygunun kölesi olmak üzereyken, Sangsu'nun her zaman ben uyurken mırıldandığı Kore marşını söyleyen sesinin şakırdamasını duydum. Siktir. Eğer beni onun üzerinde, bacaklarımın onun bacaklarının arasına sıvıştığı hali görürse kendimi prensin çekimine kapılmış biri olarak göreceğini biliyordum. Onun bana sarılması ve gamsız bir öküz gibi ağır bir uykuya kapılmasının bir açıklaması olmasa da tabi ben Sangsu ile kanki olduğumdan bana o alttan imalı bakışlarını yollayacak ve Medusa'ya ise sadece kafasını eğecekti.

Olayı acilen lehime çevirmeliyim.

Aklıma gelenden sen beni koru diyerek, Taehyung'un benim belimi rahat bırakması için çırpındım ama sessizce. Sonrasında göğsüne uzanan kollarımı omuzlarına dolayıp kendime çektim ve ona böyle tepeden bakarken tamamen üstünde duruyordum. Onun uyurken nasıl güzel göründüğünü tartışmak bile istemiyordum. Şiş dudakları, dağınık saçları, parlak teni ve o tenin üzerine böylesine güzel yakışan benleri... O cidden de bir prensti.

Tüm şansımı bu adamla evlendiğim için harcadığıma inanamıyordum. Oysa o beni sevmiyordu bile. Yakışıklı bir adamla sonsuza kadar mutsuz bir evlilik, aman ne güzel!

Her neyse.

Sangsu'nun bizi görmesi an meselesiydi. Biraz daha onun üzerinde böyle kalmaya devam edersem, Taehyung'a zorla bir şeyler yapıyorum falan sanacaktı. Asıl yapmak istediğime geldim ve yediğim pırasaların hakkını verme zamanı diyerek, tüm gücümle Taehyung'u tek bir hamle de kollarımla çevirdim ve yerimizi değiştirdim.

Hemen gözlerimi kapatıp uyuyormuş gibi yaptım. Taehyung uyanmıştı. Yani onu öyle bir sarsarak çevirmiştim ki, nefes nefese kalmama rağmen, üstün nitelikli rol yeteneğimle uyuyor numarası yapıyor ve uyku mahmurluğu ile ağzımı şapırdatıyordum.

Zahmet olacaktı Taehyung Efendi ama artık üzerimden kalkmayı düşünür müydünüz acaba?

Dikkatinizi çekmek isterim olduğumuz hal, onun yavaşça göğsüme baskı yapan göğsünün havalanışı ve yüzüme yakın duran yüzünün bir karış öte beremde duruyor olmasaydı. Rol yeteneğim yavaşça körelmek üzereydi çünkü bana ok gibi saplanan bakışlarının ağırlığını hissedebiliyordum.

"Ne yapıyorum ben," diye söylendikten çok kısa bir süre sonra Sangsu kapıya vurup hızlıca odaya girdi. Dedikodunun kokusunu aldı ya, yine her zamanki gibi işi tez canlılığa bağladı. İşte o vakit Taehyung Bey üzerimden seri bir biçimde silkelenip kalktı ve sanırım kendi çapında bir küfretti.

Halen uyuyormuş gibi numara yapıyor, gülmek için kırışmak isteyen dudaklarımı gizlemek adına sırtımı onlara dönerek yüzümü yastığa gömüyordum.

Sangsu, "V-veliaht prensim..." diyordu ne diyeceğini bilemeyerek. Daha mühürlenmediğimizden aynı yatakta uyumamız doğru değildi. Bunların saçma bir adetleri varmış. Ama Sangsu bunu bana söylemedi. Zamanı değilmiş. Sanırım korkacağım bir şey. Ne olacaktı kim bilir?

Tabi ben çok toy ve masum olduğumdan, Taehyung'un beni kendine yavaş yavaş alıştırmaya çalışmasının sebebini benimle eğleniyor olduğunu sanıyordum. Bu da kısmen doğruydu. Sersefil ve sıkıcı hayatına şamata getirmemin haricinde, mühürleneceğimiz günün bunu cinsel bir yolla olmasının yanında, tüm saray çalışanların bizi duyacağı bir şekilde olacağını hiç ön göremezdim. Bu yüzden dokunuşlarına bağışıklık kazandırmaya çalışıyordu ya da ben halen çok masum düşünüyordum. Kirli de olabilir. Boş verin. Ama o adi köpek her şeyi biliyordu ve bana söylemedi. Ağzına sıçayım senin Taehyung.

Taehyung uykudan yeni kalktığından daha derin duyulan sesi, kızgın ve öfke doluydu. "Bunun hakkında tek bir kelime bile duyarsam sarayın içinde, yakarım seni," diye uyardığında, ilk önce uyanıp bana tahsil edilen kızı nasıl azarlar diye hesap soracak oldum ama o hızlıca odadan çıktıktan sonra gözüm kapalı düşününce, bu vaziyetimizden dolayı kendisine karşı bir sinir küpü olduğunu varsayarak anlayış gösterdim. Eh tabi, kendisini benim üstüme çıkmış bir biçimde bulması aynen benim yaşadığım duygular gibi kendisini sarsmış olmalı.

Çok şükür bugün ne salak yanımdan uyanmıştım. Fazla masum düşünmek, sonunda malum şeyi kıçımızda hissetmemize sebep olacaktı ama yine de hayırlısı bakalım.

Sangsu, "Efendim, o gitti. Uyumadığınızı biliyorum," dediğinde, gözlerimi hemen açmayı gururuma yediremedim ve döndüm yerimde, sanki her an bu hengameden uyanacakmışım gibi davranarak. "Biraz daha böyle davranırsanız okula geç kalacaksınız ama," diye ısrar edince oflaya oflaya gözümü açtım.

"Nasıl anladın," diyordum ama elimi kafama yaslarken, baş ağrısını bastırmaya başladım. Düzgün uyumamıştım ve benim kendime gelmem için gönül rahatlığıyla beş saat daha uyumam lazımdı.

"Normal uyanmışsınız. Bu geldiğiniz günden beri hiç yapmadığınız bir şey. O yüzden uyanık olduğunuzu hemen anladım efendim."

Bu kızın cin modu yine aktive edilmişti belli ki. Fakat benim için önemli olan onun anlaması değil, Medusa'nın anlamamasıydı. "Püff... önemli olan onun anlamaması zaten." Diye yataktan kalktığımda yüzünde iri bir gülümseme ile bana yanaşarak, "Dün gece neler oldu böyle efendim," diyor, bizim oynaştığımızı düşünerek kafasında fantazyalar oluşturuyordu.

Düne ait hiçbir şey hatırlamak istemiyordum ve Sangsu'nun merakından kaçmanın tek yolu ise, "Okula geç kalıyorum," diye çığlık atarak ondan kaçmaktı.

Zor bela bir şekilde onun sorularından kaçmış ve kendimi Medusa'nın yanında bulmayı ümit ederken okula bugün gelmeyeceğini öğrenmiş oldum. Kimse beni sallamadığından bana bir şey söylemiyordu, bende her haltı bizim şoförden öğreniyordum. Sağ olsun, onu çimdik atınca her şeyi ötüyordu bana.

Kralın yerine önemli bir siyasi toplantıya katılması gerekiyormuş. Kral kendisini sağlık sorunları nedeniyle kendisine tahsil edilen bir sağlık kuruluşunda tedavi görüyordu. Hayliyle ara sıra Taehyung onun yerine bir prens olarak katılım sağlıyordu. Şimdi nerden baksan Kral hareketti. Ben hariç herkese karşı bir hoş görüsü vardı.

Her neyse.

Sınıfa girdiğim gibi radarıma Sehun'u kıstırmak istiyordum. Ne yazık ki o da bugün okula gelmemişti ve benim en büyük hayallerimden biri olan, uluslararası aranan dolandırıcı olma ümidi de bugünlük rafa kaldırılmak zorunda kalmıştı. Neyse ki Hoseok ve Yoongi benim tüm keyfimi yerine getirdiler. Beni tasarım yarışmasına sokmak istediler ama ben bunun olabilmesi için ilk Taehyung'a sormam gerektiğini düşündüm.

Bilmiyorum, sadece yapmalıyım diye hissettim.

Tüm gün derslere ve teneffüse çıkmayışıma bakılırsa yorucu ve bunaltıcı bir gün geçirdim. Kendi kendime dersler işlenirken hayaller kurdum. Hocalarım benim artık bir prens olmuş olmama bile tolere göstermedi. Yine de benden imza istediler. Bende sözlüme yüz vermeleri karşılığında imzamı verdim. Bu imza olayını çok sevdim.

Akşama doğru saraya döndüğümüzde, Sangsu beni kapıda bekliyordu. Heyecanlı bir şekilde yerinde sayıyorken, sanki benim o gün inadına yavaş attığım adımlarım onu zıvanadan çıkarır gibiydi. Benim ona gelme hızıma dayanamayarak, "Efendim acele edin çok işimiz var," diyor, stresten rengi sarımtırağa dönüşüyordu.

"Derse geç kalmadım bile, sakin ol." Diyerek teskin ediyordum onu, ancak o beni streste sokacak şeyler söylemeye başlamıştı bile. "Bugün dersiniz iptal oldu efendim. Bugün eski kralın ölüm yıldönümü olduğundan tören olacak ve benim sizi hazırlamam gerekiyor. Bir saatimiz var."

Durun bir saniye? Böyle önemli bir günü ben nasıl bilemezdim ve ülkede bunun için törenler düzenlenecekse benim nasıl bundan bir şekilde haberim olmazdı. İkiz orospu arkadaşlarım bana bunun için çoktan bir şeyler söylemiş olmaları gerekiyordu. Hafızamı tazeledim ve buna açıklık getirecek tek bir sözcük bulamadım.

"Taehyung'un dedesinin bugün ölüm yıldönümü mü? Ama ben hiçbir yerde buna dair bir şey görmedim. Yas olması ve ülkede tören düzenlenmesi gerekmiyor mu?"

"Hayır, Kralın ağabeyi olan Chan Wook'un ölüm yıldönümü bugün. Kendisi on beş sene önce bir trafik kazasında vefat etti." Dedikten sonra bana biraz daha yaklaştı ve fısıldayarak, "Bazı olaylardan dolayı tahttan indirilmek üzereydi zaten vefat etmeden önce," dedi. Sonrasında etrafını kolaçan etti. "Sizinle bunları burada konuşmam ne kadar doğru ama, bu tören sadece aile arasında Ana Kraliçe'nin isteği üzerine yapılıyor. Kraliçe bundan dolayı rahatsız olduğu için sanırım törene katılmayacaktır ama siz Veliaht prensin eşi olduğunuzdan, bir varis olarak Ana Kraliçe'nin isteğine boyun eğmelisiniz. Beni anlıyor musunuz?"

"Anlamak zorundaymışım gibi hissettim." Dedim, anlattıklarından dolayı çok büyük bir olayı kaçırdığımı hissederken. Ben daha önce hiç cenaze törenine katılmadığımdan ne yapacağımı bilmiyordum. Bu yüzden, "Veliaht Prens'te törene katılacak mı?" diye sordum. En azından Medusa bana yanlış yapacak olursam beni büyük bir zevkle uyarırdı.

Benim hatalarımı söyleme gibi bir fetişi vardı adamın.

"Bilmiyorum. Katılmasa daha iyi olur. Törende ölen Kralın oğlu da olacak. Bu onu rahatsız edebilir. Çünkü ilk torun ve ilk veliaht prens oydu. Ne bileyim, gözden düşürüldüğünü görmek onu daha da mutsuz edebilir. On sene sonra ilk kez geliyor ülkeye."

Cidden Sangsu konuştukça içimde büyüyen merak had safhaya taşınıyordu. Tabi ben taht oyunlarından bir haber olduğumdan durumu anlayamıyor, günün getirdiği saflıkla konuşuyordum. "Sonuçta kuzen bunlar. İyi olmalı araları." Diyordum kendi kendime.

"Hadi efendim... beni lafa tuttunuz. Azar yiyeceğiz şimdi."

"Of, tamam."

Beni sürüklemesine ve kısacık bir duş almama izin verene kadar akla karayı seçtim. İç çamaşırlarımı giydikten sonra bana getirdiği Hanbok etkileyici fakat hantal, ağır, sıkıntı verici bir kostüm olduğundan giymek istemediğim halde zor da olsa üzerime geçirdim. Ben güzeller güzeli bir omega olduğumdan, Sangsu, kesmeme izin vermediği saçlarımı düzgünce ensemin üzerinde toplamış ve elbisenin mavi tonuna yakışan güzel beyaz orkideler takıştırmıştı. Sadece yanağıma allık sürdü. Aynı ana kraliçenin doğurduğu bir boz ayısı gibiydim. Güneşten yuvarlanan ve suya düşenler gibi.

O sıkıntılı cenaze sürecinde, hiç tanımadığım bir Kralın ölümüne kayıtsız kalamadım. Ana Kraliçe'nin oğlu için döktüğü gözyaşlarına bende eşlik ettim. O sırada herkes içinde birini öldürüp diriltmişti ve ben buram buram içimde kabaran ailemin özlemiyle daha çok ağladım. Tören bittiğinde, Ana Kraliçe gelip bana sarıldı ve teselli vermeye çalıştı.

"Benim güzel yürekli çocuğum," diye seviyordu. "Ağlama artık. O artık gökyüzünde bir yıldız oldu. Benim gecemi aydınlatıyor."

Olayın garipliği ile kendime geldim. Normalde benim teselli vermem gereken yerde kendisinin bana teselli vermesi çok garipti, biraz da ironi.

Bu durumdan sonra kendi daireme dönmek için ayrıldık birbirimizden. Ben içimdeki tüm duygu boşalması ile aç karnımı doyurup uzanmanın hayalini kuruyorken, süs havuzun karşısında olan balkondan Taehyung'un sesi ve ona eşlik eden narin bir ses işitiyordum. Meraklı olduğumdan ve Taehyung'u sabahki olay için biraz utandırmaya niyetim olduğundan balkona doğru sessiz adımlarla yaklaştım. Çünkü kiminle konuştuğunu bilmiyordum.

Ancak kafamı uzatarak gördüğüm manzara beni dehşete düşürdü. Taehyung ve Sehun karşılıklı ayakta duruyor, balkonun tırabzanlarına dayanarak bahçedeki o ışıklı manzara eşliğinde sakin bir biçimde konuşuyorlardı.

Tabi benim araya lokal anestezi yapar gibi ortama dalış şeklim, Sehun'un ne alakayla burada oluşuydu. "Sehun," dediğim anda her ikisi bana dönmüştü. Ancak ben sadece Sehun'a bakıyor ve bromun neden burada olduğunu anlamak istiyordum.

Bana bakınca o kadar tatlı gülümsedi ve "Ah Jungkook... Seni görmek ne güzel," diyerek, öyle bir gülümsedi ki, sahiden gününün güzel olduğuna inandırdı beni. Elini belime attığında, buna alıştığımdan ses etmedim. Ona yakın olmak beni rahatsız etmiyordu ve bana bakarken gözleri ayrı bir parlıyordu bu çocuğun. "Bugün seni göremediğim için özlemiştim." Diyordu, sonra dolandırıcı sandığım arkadaşımın aşırı bir beyin fırtınasından sonra ölen kralın oğlu olduğunu anlıyordum.

"Şu an sence konu bu mu?" Diye sitem ederken, bu çocuk benimle saatlerce okulda neden fakir edebiyatı yaptığını sorguluyordum.

Tam onu bana yalan söylediği için büyük bir azar çekecektim ki, neredeyse feleğimi şaşıran Taehyung'un derin sesiyle yılanlar adasına serince bir giriş yapmış oldum.

"Siz birbirinizi tanıyor musunuz?" diyerek bana bakmadan Sehun'un yüzüne odaklandığından, onu bende kendisinin yaptığı gibi görmezden gelmeye karar verdim. "Evet Taehyung. Aynı sınıfta okuyoruz." Dedi Sehun, ama ben Sehun'a yakın bir şekilde dururken onun boynunda atan damarı görmenin neye yorumlanacağını bilmeden, "Bana bundan hiç bahsetmemiştin," diyerek sonunda benimle çok kısa bir süreliğine göz göze gelmenin şerefini bahşetti hazretleri.

"Yüz yüze gelince konuşmayı tercih ettim kuzen."

"Anlıyorum," dedi sessizce Taehyung.

Sonrasında benim kolumdan tutarak ani bir manevra ile bedenimi kolunun altına alıp sarıp sarmaladığında ağzım iki metre açıldı. "Bilseydim eşimle aynı sınıfta olduğunu, ikinizi aynı anda görmek için ziyarete gelirdim." Diyordu ve bana bakarak gülümsüyordu. Benim cinler bunun içine de kaçmıştı herhalde. O kadar güzel bir sahtekarlıkla, "Sanırım dün sana hediye edilen takıyı veren Sehun, benim kuzenim Sehun'muş," diyor ve hiç böyle bir şey demediğim halde demişim gibi davranıyordu.

"Ben öyle bir şey söyle-" diyecek olduğumda sözümün üzerini bastırmak için, "Jungkook benimle en küçük değersiz anısını bile paylaşmayı çok sever," diyerek şakağımdan öptü. Şak diye. Ben şok ve zort.

Bu bilmem kaçıncı kez hortlayan kalp atışlarım beni bir kez daha ele geçirirken, Sehun'a baktım ve "Ah... ona sahip olabildiğin için çok şanslısın," derken, sesini daha önce hiç bu kadar incinmiş duyduğumu hatırlamıyordum.

"Evet öyle."

Taehyung'un beni sahiplenircesine sarıp sarmalaması ve belimi okşaması, onun ayağına bir tekme atma isteğiyle veya kollarında olmaya devam etme isteğim arasında gidip gelirken, Sehun ikimize bakıp tebessüm etti.

"Neyse, ben gitmeliyim. Daha sonra yine görüşürüz." Dedi Taehyung'a ve ardından sadece bana baktı. Göz kırparak, "Yarın okulda görüşürüz Jungkook," dedi ve üzerindeki kaliteli elbisesiyle balkondan çıktı.

Taehyung o ortalıktan kaybolana kadar beni sarmaya ve o sahiplenici kollarıyla kendisine çekmeye devam ediyordu. Ancak o gittiği anda beni kollarının arasından savuşturarak kendisinden ayırdığında, ölü ve donuk gözlerini bana sertçe çevirdi. Neden bu kadar sinirlendiğini bilmiyorum, benim için olmayacağı kesindi.

Yani en azından ilk zamanlar durum böyleydi.

Yine de "Ondan uzak duracaksın," demesi ona karşı gelme isteğimi kırbaçlıyordu.

Aslında Taehyung beni içine çekileceğim bir aşk çekiminden değil, varis davasında güdülen hırstan kurtaracağını sanıyordu. Ama Taehyung onun da dediği gibi, benimle evlenmesi gereken kişi sen değil, oydu. Senin benim her canımı yaktığında hep yanı başımda bana destek olan Sehun.

...

Eğleneceğiz ama arada remix olarak dram karışabilir...

spoi yok spoi yok spoi yok... ilerleyen bölümlerde bir davet olacak ve o davette Jimin'de olacak :(

Ben Nicotesy, sizi seviyorum.

Loading...
0%