Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@nicotesy

HUHUHUUU BEN GELDİM,

iyi geceler, bir hayli geç geldim çünkü işten anca çıkıp yeni bölüm yazabildim, her gün yb atma geleneğimizi bozmak istemedim. Bölümü paylaşıp uyumaya kaçıyorum. Bu bölüm duygudan duyguya girmeniz dileğiyle...

(umarım uyumadığıma değer ve güzel yorumlarınızı görürüm)

iyi okumalar :)

....

"Ondan uzak duracaksın."

Sözlerin bir gücü üzerimde katiyen olmazdı, ben icraatın kölesiydim. Bu yüzdende Medusa'ya bakarken, inada bilenmiş gözlerimden şüphecilik akıyordu. "Neden?" diye sorduğumda, "Çünkü ben öyle istiyorum," dedi ve benden bir ban yemeyi hak kazandı. Makul açıklamaları olmadığından ve Sehun'un bana şu anda çevremde en iyi davrananlar listesindeyken elbette onun kaprislerinden ötürü son vermeyecektim arkadaşlığımıza.

"Bende senin eski sevgilinle yan yana olmanı istemiyorum. Sen bu isteğimi yerine getirebilecek misin?" Dedim, kısasa kısas metodumla. Ama o her zamanki beni duymamazlıktan geldi ve arkasını döndü bana. "Sen benden bir şey isteyecek bir konumda değilsin."

Çok çocukça gelebilirdi şu anda yaptığım ama kendime engel olamıyordum. Onun o geniş sırtına, boyun posun devrilsin diye atlamamak büyük bir ziyan olurdu. Bende nimetleri ziyan etmeyi hiç sevmeyen biri olarak sırtına atladım.

Dengesini kaybedecek oldu ve sonra hemen benim bacaklarımdan kavrayarak bağırmaya başladı. "Sen ruh hastası mısın?" diyor, ben onu tek elimle boynunu kavramış ve diğer elimle saçlarımı çekiştirmeye başlamıştım. "Seninle konumlarımızı eşitliyorum bak, tepene çıktım. Şimdi ya isteğimi kabul edersin ya da ben senin sözünü dinlemem."

"O işler öyle olmuyor yalnız," diyerek beni hoplatarak kollarının arasına doğru hızlıca çevirirken, Medusa'nın bir şakası yoktu. Omuzlarına tutunduğum kolların sertliği, fazla iyiydi. Onun çıplak nasıl göründüğünü merak ederken, düşüncelerimin gidişatı benim uzun zamandır yokluk çeken malum yerlere iyi gelmiyordu ve ben kızarıyordum.

Ahlaksızlığım, lütfen rengini bu kansızın yanında belli ediyor olma lütfen.

"Bence sen kucağımdayken pek sessizsin. Ne dersin sevgili eşim... kucağımda olmak seni bir anda uslu çocuk olmanı mı sağlıyor?"

Tövbeler olsun bu adam bir şeytandı. Nasılda beni susturmak için baştan çıkarıcı şeyler söylemeye başlamıştı. Ne istediğini bilmeyen bu domuz bağı, beni katiyen ölüme itmeye meyilliydi. Şimdi ben bunun benle dalga geçmesine izin mi verecektim, yoksa onu kendi silahıyla mı vuracaktım? Seç beğen.

Bence onunla sınırları zorlamak daha makul bir seçenekti. Ben savaşçı ruhlu bir omegaydım. Şimdi simli perimin size marifetlerini sunma vaktiydi.

Bana bakan gözlerinin içine bakmayı yavaşça bırakarak yüz çizginin hizasını dengeleyen o dolgun kırmızılıklarına bakarken, imdat diye çığlık atıyordum. Bir salak olarak kendi bacağıma sıkma üzereydim ama haberim yoktu. Ama bir kere orospu olmaya karar vermiştim. Kocama da orospuluk yapamayacaksam, kuruyup gidecektim.

Şaka şaka. Sadece korktuğum için motivasyon konuşması yapıyordum kendi kendime.

Yine de bir şeyler yaptık işte. Ensesinde duran parmaklarımı bir gafletle, bu sefer yolmak için değil okşamak için saçlarına çıkardığımda, kaşlarını çatması bile onu şaşırtmaya başladığımın bir göstergesiydi. Ve arkadaşlar ben geçen o site de ne okumuştum biliyor musunuz? Bu arada siteye gelen yorumlar çok iyiydi ve sözlerinden bir alıntım bile vardı.

Tabi siz bilemezsiniz, çünkü size o tavsiyeden hiç bahsetmedim ama şimdi uygulamalı olarak göstereceğim. Taktiği iyi kavrayın.

"Taehyung..." diye sessizce mırıldandım. Bunu içten yapmadığımı varsayın. O sırada bana neler olduğu konusunda en ufak bir fikrim dahil yoktu. "Beni kucağında olmak sessizleştirmedi. Kokunda beni teskin eden bir şey var. Ve ben bunun ne olduğunu bilmiyorum bile. Sanırım bu senin benden gizlediğin kalbinin sırları ile alakalı ve içine çekilmekten çok korkuyorum. Bu yüzden beni önemsemeyeceksen, şimdi bırak. Çünkü aynı şeyi bende senin için yapacağım. Kendimi sana ve yeni hayatıma adayacağım."

Oha... oha! Bu sözleri nasıl ezberimde tuttuğumu anlamıyordum bile. Kendimle gurur duymak isteyen yanımı bir diğer tarafa sepetleyip Taehyung bu sözlerimin karşısında ne tepki vereceğinin merakıyla onu izledim.

Sadece kaşlarını çatıyordu bu adi. O kadar edebiyat yapmaya soyuldum, insan gözlerinde iki gramlık bir değişim yaşatırdı. Bunda gram oynama yoktu. Oynayan tek şey kollarıydı. O da beni kucağından indirmek içindi.

Yine ve yine her zaman yaptığı gibi alnıma parmağını bastırdı. "Sanırım yakında elinden telefonu almak zorunda kalacağım. Dolaştığın sitelerde yazanlar fazlasıyla eski ve acizce." Dedi, bay EGO.

Tabi ben boş durur muydum? Asla. Yapıştırdım lafımı.

"Benim gezdiğim siteleri bildiğine göre, senin de o sitelerden pek çıkmadığın aşikâr."

Güldü. Tavuk vicdanlı herif öylesine sinir bozucu bir şekilde gülerek kafa sallıyordu ki, keşke az önce ellerimin yaslandığı o boynu ben böyle sarsıyor olsaydım diye düşünmeden edemedim.

"Bu sözleri ilk defa mı duyduğumu sanıyorsun Jungkook. Senin taktiklerinle beni oltaya getirmeye çalışan çok oldu. Sen o güzel kafanı benim üzerime yorma lütfen. Ezber yeteneğini saray kurallarında uygula. Biraz daha bu kadar isteksiz ders çalışmaya kalkarsan, yakında bizzat derslerine Kraliçe katılacak. Bunun senin için çok güzel bir gelişme olacağını sanmıyorum."

Bu korkunç haber karşısında yıkıldım, darmaduman oldum resmen.

Orada öylece kalakaldım. Bu sarayın bana bir garezi vardı mutlaka. Çünkü hep tek başıma bir şeyler için çabalıyordum ama olmuyordu. Nerde hata yapıyordum? Bunu sorgu seansım tek başıma kaldığımı anladığıma kadar devam etti.

Sonrasında el mahkûm odama geçtim. İşte o zaman beni Sangsu tarafından hazırlanmış bir ziyafet bekliyordu. Yemek yemek benim en büyük moral kaynağımdı. Bende o moral kaynağıma pijamalarımı giydiğim gibi kavuştum.

Saat epey geç olmak üzereydi ama ben halen Sehun'un kraliyet ile olan bağın verdiği dedikodular peşindeyken, Sangsu'nun bana söyledikleri dışında bir şey bulamadım. Muhtemelen bir cenaze törenini bile sadece ailenin buradaki tek üyesi düzenlerken, dışarıya bir fire vermemeleri pekâlâ muhtemeldi.

Elimde hiçbir şeyin olmamasına hayıflanıyorken, Hoseok'un beni aramasıyla geceme yeni bir boyut atladı. Sabah bana söylediği proje katılımını soruyordu. Tasarım yarışmasına katılıp katılmayacağımı. Son bir kontenjan kaldığını ve acil bir şekilde haber vermemesi üzerine, sınıftaki o şımarık kıza vereceklerini söyledi. Sırf ben katılacağım diye onu almıyorlardı. Şimdi ben bu savaşın ortasında ne yapacaktım.

Taehyung'la didişmekten ona sormayı unutmuştum bile.

Telefonumu yatağımın üzerinde bıraktım ve kendime acıyarak kapıya baktım. Ya uyuduysa ve onu rahatsız ediyorum diye beni azarlarsa, bu düşünceler çoktan beni kahır topuna dönüştürmüştü bile.

Ama sormak zorundaydım. Çünkü ben bu yarışmaya katılarak hünerlerimi göstermeyi çok istiyordum.

Kaçış yoktu. Her şeyi kendisine sormamı isteyen yine kendisiydi. Eğer bunun için bana bir şey demeye kalkarsa ağzının payını mutlaka verirdim.

Mecbur yataktan kalktım ve onun odasının kapısına kadar vardım. Ellerim stresle dövüşürken, kapısını çaldım ve bekledim. Bir kez daha çaldığımda, onu kendisini ölüm uykusuna yatırdığını sanıp vazgeçecektim ki, buraya kadar gelmiştim artık. İstediğim cevabı almadan dönmeyecektim.

Odasının kapısını yavaşça açtım. Buraya ilk kez onun burnunu kırdığım gün bayıldığımda ve sonrasında tuvalete kaçtığımdan biliyordum. Şimdi böyle bir farklı görünmüş, sarayın sade incileri onun odasında da şekil almıştı belli ki.

Meraklı gözlerim onun kırışmamış olan yatağın üzerindeyken, bu saatte nerededir diye düşünmeden edemiyordum. Ama kesinlikle odasındaydı. Çünkü buraya girdiğini gördüm. Çıkmış olsaydı fark ederdim mutlaka.

Odasının ortasındayken bir ses duymayı amaçlıyor ve daha önce hiç dikkatimi çekmeyen kahverengi bir kapıyla gözlerimi kısıyordum. Benim odamda ek bir oda daha yoktu. Onun orada olduğunu sanarak ilerlerken, anahtarın kapının üzerinde olması tüm olgularımı destekler nitelikteydi.

Tam kapıyı açacağım sırada, Taehyung'un o sert sesiyle bacaklarım titredi. "Sakın dokunma," dedi, elim kapının kulpundan titreye titreye geri çekildi.

O kapının ardından duran en gizli hazinelerini görseydim şimdi muhtemelen şaşırmazdım. Ama bunu çok sonra gördüğümde tek hissettiğim şey acıydı. Tıpkı odadan çıktığımda kapısını kilitlemen ve anahtarını saklaman gibi. Oysa en çok korktuğun şeye şahit olacaktım ve sen bugün olduğu gibi davranmaktan hiç gocunmadın bana karşı alfa kodomonu.

"Odamı mı kurcalamaya başladın şimdi de?" Diyordu o hoyrat sesi beni azarlarken, ucundan öyle bir niyet taşıdığımı sadece ben bilirken, hemen ona doğru döndüm bir açıklama yapmaya çalışırken. "Hayır, seni arıyordum."

Tanrı beni severdi ama ben bir günahkâr olmadan önce.

Gözlerimi, gördüğüm manzaranın ışık saçan topraklarından koruyabilmek adına ellerimle kapatırken, parmak aralarımdan çıkan detaylarla gözlerim benden izinsiz o manzarayı izlemeye çalıştı. Medusa yeni duştan çıkmıştı. Kasıklarının tam üstünde bir bel havlusu vardı. Üst kısmı ise çıplaktı. Saçlarından halen taze su damlaları dökülmeye devam ediyordu.

Ben böyle yoldan çıkarılmak için ne gibi bir günah işlemiştim.

Ne olurdu o göğsüne ekmek banıp yeseydim. Ama kafasını değil, sadece vücudunu. Yüzün sahibi görünce gıcıklıktan dolayı tüm iştah olaylarım sekte uğruyordu çünkü.

"Beni bu saatte yatak odamda neden aradığını sorabilir miyim?"

"Okulda bir tasarım yarışması var ve ben ona katılmak istiyorum. Bunu sana sormak için geldim."

Bana doğru yaklaştığını hissediyordum. Çünkü aklım başka yönlere kaymaya hazır bir zaman zarfındaydı. Ama kızgınlığımın yaklaşması içine düştüğüm anlamına gelmediğinden halen irademe sahip çıkma gibi müthiş bir sabrım vardı. Eğer karşımdaki o olmasaydı, çoktan bacak aramı ıslatmış bile olabilirdim. Bunun için Medusa'ya şükranlarımı sunuyorum. Kendisinden bu denli nefret etmemi sağladığı için.

Ve daha da nefret etmemi sağlayan sözcükleri en yakınıma gelip, benim zekamı ve başarılarımı küçümseyerek sarf etmeye devam ettiğin için.

"Kraliyetten olan kimseler, birinci garanti olmadıkça bir yarışmaya giremez. Sende birinci olmayacağın için, hayır." Dedi ve ellerim artık görsem de içimde bir şeyler kıpırdatmayacak olan Taehyung'un yüzüne bakarak bir şeyler söylemek için açılırken, "Şimdi çık odamdan," demesiyle, sinir harbine döndü.

Bu adamla laf dalaşına değmezdi.

Normalde sözünü dinleyip çıkmazdım ama kalmak için de bir sebebimin olmadığını bile bile çıktım odasından. O kadar sinirliydim ki odama girdiğim gibi yastığımı alıp ağzıma dayayıp çığlık attım. Bu bir müddet beni sakinleştirdi ve onun görmeyeceğini bilsem de odasına doğru orta parmağımı çekip Hoseok'a yarışmaya katılacağımı söyledim.

Mutlaka birinci olacaktım ve sende paşa paşa beni tebrik edecektin göt lalesi.

Ve gelelim sabah rutinime. Bugün nedense kendime ayrı bir özen gösteresim gelmişti. Okuldaki eşforman etek kombinime devam ederken, sarayda aynanın karşısında biraz durup fazla makyaj göz çıkartmaz diye düşündüm. Hem güzel hem de tatlı olduğuma inanıyordum. Son vurucu darbemle, ıslak görünmesini sağladığım saçıma Sehun'un hediyesi olan tokayı taktım.

Böylesine pahalı ve Taehyung'u sinir edecek bir parçayı taşıyorken ziyan etmek olmazdı. Bununla da onun dediklerine uymayacağımı anlamış olacaktı.

Tabi ben böyle güzel güzel hazırlanıp, Taehyung'u delirtme planları yaparken, okula tek başıma gitmenin hayal kırıklığını yaşamıyor değildim. Çünkü o sabah erkenden babasını görmek için gitmiş ve daha sonrasında başka bir araçla okula gelmişti. Onu sınıfın penceresinden izlerken Sehun yanımdaydı. Hoseok ve Yoongi şimdiden yarışma için nasıl bir tema kullanmalıyız diye tartışıyorlardı. Ve ilham kaynakları olarak Kim Seokjin'i kullanmak istiyorlardı. Güzel bir düşünce ama Seokjin'in bunu kabul edeceğini pek sanmıyordum.

Ama onlar benim araya girersem kabul edeceklerini düşünüyordu. Oysa onlara derdimi anlatamıyordum ki. Kocam beni takmıyor, elin diğer zengin veletleri niye beni taksın diye. Omegayız diye sakal bırakamadığımızdan dinleyenimizde olmuyordu işte.

İçimdeki duygular hızlıca değişiyordu. Dengesiz oluşuma ben bile alışmıştım ancak bu seferki hiç normal gelmiyordu. Garip bir özlem duygusu çekiyordum. Buna her şey dahildi. Sabah içemediğim muzlu sütüm bile.

Sehun, "Sana gerçeği söylemediğim için kızacağını sanıyordum ama çok durgunsun. Dün gece seni üzen bir şey mi yaşadın?" diye sorduğunda, bakışlarımı dışarıdan çekemiyordum. Jimin'in taksiyle okula geldiğini görmüştüm. Tüm alfalar nasıl da ona bakıyordu. Omegaların onu kıskançlıkla izleyen gözlerini. Ben bile zaman zaman durup onun güzelliğini, kendinden emin duran tavrını gıpta ile incelemeden alıkoyamıyor, küllü saç rengiyle olan kombine dudak ısırıyordum.

Ben pantolon üzerine etek giyerken de güzeldim değil mi? Olduğum halim buydu. Beni de böyle çekici bulan biri olur muydu? Bilmiyordum. Sadece tüm depresif duyguları aynı anda yaşıyor ve Taehyung'un onda güzellik dışında ne bulduğunu çok merak ediyordum.

O gözlerimi öylesine ona odaklı bırakmıştım ki, Sehun bileğimi tuttu. Onun benim yanımda durduğunu ancak o zaman tekrar idrak edebildim. "Yine dalgınlaştın. Gerçekten iyi misin?" Diye soruyor, dilim bu sorulara cevap vermek yerine damağımda yapışmış kalıyordu.

"Bana anlatabilirsin. Sarayın ne kadar boğucu ve baskıcı olduğunu iyi bilirim. Orada zorlandığını görebiliyorum. Taehyung her ne kadar benim yanımda sana iyi davranmaya çalışsa da senin gözlerinde onun tavırlarından dolayı yaşadığı şaşkınlığı görebiliyorum. O her zaman soğuk biriydi. Senin gibi güler yüzlü bir insanı yorması çok normal."

Ah Sehun, zekana kurban olduğum. Bana bu kadar iyi davranma. Yemin ederim alışırım.

Elbette söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu ona söylemeyecektim. Neticede odun herif beni yok sayamaya alışsa da benim ahlaki değerlerim buna uygun değildi. Evet benim gibi gailesiz insanların bile bir çizgisi olabiliyordu. Boşuna kraliyet karşıtı bir grubun başkanı seçilmemiş ve zorla istifam verilmemişti.

Taehyung işte ben böyle haysiyet, feraset sahibi bir fıstıktım. Senin gözle görünür hatalarını bile gizliyorum. Kıymetimi anlayacaksın bir gün it, işte bende o zaman sana elimin tersini gösterecektim.

Yeni bir duygu edasıyla, o duygunun ne olduğundan habersizdim işte. "Benim şaşırdığım nokta o değildi Sehun. Taehyung insan içinde bana hiç yakın davranmaz. Biz aynı yatakta bile uyuyoruz. Sorun bu havalar. Çok boğucu. Kasvetli." Diyordum beni anlaması için. Ama söylediğim şeylere tezat duran havaya bakarak, "Jungkook hava güneşli. Gökyüzünde tek bir bulut bile yok," diye isyan ediyordu.

Ona daha açılamadığımdan ve kendi kabuklarımın arasından bir set oluşturduğumdan bir baba yürekliliğiyle, "Senin benim gözümden dünyayı görmen mümkün mü acaba?" diyor ve bana pes ederek yeniliyordu. "Haklısın," dedi ve başka diyecek bir şey bulamadı.

Zaten o sırada sınıfın kapısı tekmelenerek açılmıştı. Bizim fizikçi yine kıvamındaydı. Deli ediyordu Beakhyun'u. Çocuk onun için en ön sırada oturuyor ve fizikçinin giydiği mini eteğinin altında yatan cevheri yakında görebilmek için gözlük takıyordu. Yakında reçetesiz kullandığı gözlük yüzünden gözleri bozulacaktı salağın ama umurunda değildi.

Hoca halen ayakta olan bize ve sınıf arkadaşlarımıza bakarak, "Oturun yerlerinize," diye bağırıyor, burun çanaklarını açıp ortamın havasını kokluyordu. "Yine kim banyo etmedi aranızda? Sınıf leş gibi kokuyor. Pencereleri açın çocuklar. Sayfa elli yedi."

Dediği anda derse başladı. Bu kadınının hızına yetişemiyordum. Ve fizikten nefret ediyordum. Sevdiğim tek fizik, yakışıklı alfa fiziğiydi. Nokta.

Ders ortasına doğru hocanın her fizik dedikçe bacaklarımın titremeye başlaması ve sıcaklamam hiç normal değildi. Bu sefer öleceğim sanrıları baş gösteriyor ve ellerim eteğimin ucunu kıvırırken, serin bir şeyler istiyordu canım. Ya da daha yakıcı bir şeyler. Hiçbiri de olmayabilir. İki sene önce kum döktüğümde de aynı vücut tepkilerini yaşıyordum ve gözlerimi sıkıca kapattığımda kasıklarımı yumruklama isteğim vardı.

"Jungkook hasta mısın?" Diye Sehun'a bakış attığımda, beyaz teni ve kızıl saçlarının uyumunu tartışmaya başladı. Hiç normal değildi. Bu çocuk sandığımdan daha yakışıklı görünürken, "Çok terliyorsun," diyordu, bir an ağzımdan 'beni terletsene' diye bir nida kopacak diye ödüm koptu. Boğazımda biriken hırıltı ve feromlarımı salma dürtüsü arasında gidip gelirken, kısık bir sesle, "Benim tuvalete gitmem lazım," dedim.

"Gelmemi ister misin?" Diye sorduğunda, bu fikir beni çok kötü yerlere çekmek üzereydi. "Hayır, hayır... bu böyle bir şey değil." Dedim ve biraz daha bir alfaya bu kadar yakın durursam işin rengi kırmızı boyutunu alacaktı.

Derin bir nefes alıp hocanın motora taktığı kelimelerinin arasına kendi kelimelerimi karıştırdım. "Hocam, lavaboya gidebilir miyim?" diye sorduğum gibi bana, "Ah, elbette canım," dedi. Normalde asla izin vermezdi. Bir prensle evli olmanın lüksü de bu olsa gerekti. Yine de çok minnettardım bunun için.

Çünkü sınıfın içinden çıkarken muhtemelen çoğu kişi benim ya zehirlendiğimi ya da spazm geçireceğimi sanıyordu. Aklı başında olan kimse okula kızgınlığa girmek üzereyken gelmezdi. Birincisi bu çok tehlikeliydi, ikincisi ise yasaktı.

Ben kızgınlığa girdiğimi koridora çıktığım an anlamıştım. Bazı orospu çocukları omegaları etkilemek için kokularını boşaltmıştı ve beni rahatsız etmeyen tek şey kendi türümün kokusuydu ve en yakın yer ise on beş adım sonra beni karşılayan lavaboydu.

Kendimi kabine atıp klozetin üzerine atarken can çekişiyordum. Daha derste oldukları için öğrencilerin şanslıydım. Beni bu halde kimsenin görmemesi gerekiyordu. Ama lanet olası bir şekilde neden bu kadar hızlı kızgınlığıma girdiğimi sorguluyordum. Normalde üç gün sonra olmam gerekiyordu. Saray hayatı benim biyolojik düzenimin içine bile sıçmıştı.

Bu haldeyken kimseden yardım isteyemezdim. Beni eve götürmesini de. Tek çarem Taehyung'tu. Sonuçta o benim eşimdi. Öyleydi değil mi?

Kafayı yiyecektim.

Bulanık bir şekilde cebimden çıkardığım telefonumun ekranına bakarken, Medusa diye kaydettiğim Taehyung'u aramaya çalışıyordum. Ancak her defasında telefonu meşgule düşüyordu.

"Medusa aç şu telefonu hadi." Diye yalvarıyor ve beşinci kez aramanı sonu da meşgule düşünce çaresiz bir biçimde ekrana bakıyordum. "Lanet olsun." O hiçbir zaman benim yanımda olmuyordu. Bu en sefil halimde bile ona minnet ettiğim için kendimden iğreniyordum.

Ulan şerefsiz! Seni ders saatinde arıyorsam demek ki acil bir şey vardı değil mi? Sen geleceğin Kralıydın. Hangi hoca sen dersin ortasında telefonunu açsan bir şey diyebilirdi adi köpek.

Son bir kez daha şansımı denemek istedim. Bu yüzden en azından attığım mesajı okur düşüncesiyle ona kısa bir mesaj çektim. "Taehyung sanırım kızgınlığa girdim ve okulun tuvaletinden çıkamıyorum. Lütfen bana yardım et. Hareket edemiyorum. Benim acilen saraya gitmem gerek. İnsanlar kızgınlığıma girdiğimi anlarsa çok kötü olur. Bu senin itibarını da kötüler." Diyerek, o şerefsizin bencilliğinden dolayı bununla yanıma gelir sandım.

Gelmedi. On beş dakika geçti ve ders zili çalmak üzereydi. Yine de gelmedi.

"Sen çok kötüsün. Bu yaptığını asla unutmayacağım." Diye küfürler sıraladığımda, tuvaletten içeriye giren ve bana nerden bulduğunu bilmediğim bastırıcılarla destek olmaya çalışan Sehun geldi. Ve benim koluma girdi. Okuldan çıkarttı. Bunu yaparken bir kez olsun bile yanlış anlayacağım tek bir harekette bulunmadan kapının dışındaki korumalarıma teslim etti beni.

İşte Sehun'un hayatımdaki yerini bugün anlamış oldum. O gerçekten iyi biriydi. Kendisine hak ettiğinden daha fazla değer vermeliydim. Verecektim de.

Ah ulan kaynana! Sırf doğurganlığım artsın diye yemeklerime ne boklar karıştırdın kim bilir. Sendeki bu varis tutkusundan önce gidip oğlunla nasıl insan olunur diye bir çalışma gütseydin. En azından bu kadar canım yanmaz ve azmazdım. Senin çayına müshil ilacı kattığım için hiç pişman değilim. Bence artık ödeştik.

....

Love istiyorsunuz ama daha değil, az kaldı. Hemen aşık olmayacaklar birbirlerine. Çünkü her ikisi de bu duruma adapte olmuş değiller ve Tae duvarlarını çok zor yıkan bir adam.

neyse...

ben Nicotesy, sizi seviyorum.

Loading...
0%