Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@nicotesy

Selam 🙋‍♀️

Yorumcuklarınızı isteyebilir miyim? Fic yeni olduğu için ilginizi bekliyorum.

İyi okumalar🌻
***


Sıkıcı kokular, böyle diyordum çünkü her okul çıkışında olduğu gibi omegalar kendi kokuları yetmezmiş gibi üzerlerine boca ettikleri kendi kokularına yakın kokularıyla ortalığı doğanın baharat kokusu ile perçinlenmiş yeri haline getiriyordu.

Açıkçası kusmak istiyordum. Kendilerini bu denli ucuz bir yola sürüklüyor olmalarından ötürü. Onlardan biri olmadığım için kendimi gururlu biri olarak görecek iken, hemen yanı başımda bana bisikletleriyle yürüyerek eşlik eden Hoseok ve Yoongi, kaçmaya çalıştığım bu dünyanın içersinde birer minimal kompleks gibi dibimdelerdi. Çünkü koku sürünüyorlardı boyunlarına.

Bu yüzden tam olarak okul çıkışında süre geldiğimiz, üç lüks makam arabanın yanlarında duran korumaların şu koku sürünen aptallardan kaçışını zevkle izliyordum. Ta ki, okulumuzun erdemli prensi binadan çıktığında o çığlık seslerini duyana kadardı.

Başımı kaldırıp baktığımda, beyaz okul kıyafetinin içinde gerçekten bir prens gibi duruyordu. Altın vatka yakalar, özenle taranmış siyah saçları ve özenli makyajı ile kraliyet soyuna yaraşır bir güzelliği vardı.

Benim de o kadar param olsaydı, bende o kadar güzel görünürdüm.

Kafamı ondan yana çevirdim. Çünkü ucubeye benzeyen, soğuk ve ürpertici gözleri vardı. Oysa benim yerime bir başkası olsaydı, şimdiye havada iki elimle yakaladığım sineği toslatıp bıraktığım gibi yere yapışırdı. Hoş niye öyle bir örnek verdim ki, hemen bir önümde duran bir gerizakalı omeganın teki benimle göz göze gelmiş birini kendisine baktığını sanarken, çığlık atıp dizlerini titreterek yere atılmıştı. Cidden?

Bu kadar rezil olmaya ne gerek vardı acaba. Alt tarafı benim açlıktan kokan nefesimin sebebi, onlara ağırca ödediğimiz vergiler olurken, o şimdi bizim üstümüzden kazandıkları parayla böyle azmettirici duruyor diye niye bayılıyorsun? Aşağılaman gerekiyordu.

Onun yerine küfür etmek gerekirdi. Tüm insanlık için bunu ben yapmaya karar verdim. "Şerefsiz piç!" Diyerek bunu söylediğimde, Hoseok her gün olan günlük prense olan küfrüm için dudaklarını yukarıya kıvırmış ve benden uzaklaşmaya başlamıştı.

Bende öyle yapacaktım ancak son kez arabasına binen prense bakarken, bana baktığını hissettiğimde, ampüller orada patlak verdi.

Siktir!

Gözlerim kocaman açılırken, tek yaptığım bisikletime binerek oradan aleladele kaçmaya çalışmak oldu. Keza ampüllerim bana, onları duyanın ben olduğumu bildiği yöndeydi.

Tanrım, ya bu sır için beni öldürmeye kalkarsa.

Saçmalama Jungkook, babanla artık dizi izlemeyi bırakmalısın. Onun yanında çekirdek yemeyi de. Çünkü heyacandan boğazım kurumuştu. Evet, ben izlediğim şeylere kendimi çok fazla kaptırır ve sanki kendim yaşıyormuşçasına tepkiler veren biriydim. Şu anda da o anlık dizinin içindeydim. Başrol oyuncu, sıradan olan şahısın peşindeydi. Bir dakika ben niye sıradan oluyorum ve integral neden bu kadar zor?

Neyseki bunu düşünürken, güzel kıçım çoktan bisikletin oturağına oturtmuş ve pedallara vurmaya başlamıştım. Çünkü evim uzakta, bu şehir karmaşasının içinden sızarak arka mahallere giderek ulaştığım bir yerleşkeydi. Ve ben son on dakikadır bisikleti sürüyor, rüzgar bozguna uğrattı uzamış önlerimi ağzımın içine sokarken özgür bir pandaydım.

Neden olmasın? Pandalarda, en az kanatları olan tavuklar gibi uçabilirdi. Bu tartışılmaz bir zevkti benim için. Kimi kandırıyorum, bok gibi bir histi. Çünkü rüzgarın ağzımın içine dolmasından zevk alıyordum. Sonrasında ağzımdan salyalar akıyordu.

Ama her zaman köşeden dönerken, uğradım markete bayan Tanya'yı selamlamak için frenleyip, yedek olarak altıma geçirdiğim eşofman altımı düzelttim. Pekala saçımı da düzeltmiş, elimle ağzımı silmiştim. Çünkü bayan uslu bir köpek yavrusu gibi göründüğüm zaman bana süt veriyordu. Süt içmeyi çok seviyordum. Bilhassa bu bedava olunca.

Bu yüzden bisikletimi kenara bağlayıp, içeriye geçmiş ve resmen annemin o istediği hanım hanım rollerini kesiyorken, ön dişlerimi sürekli utanarak dudaklarıma batırmak zorunda kaldım. Bunun mükafatı olarak, muzlu süt alırken, beni seven ve ben doğduğumdan beridir yan komşumuzun yanaklarından sulu sulu öpmüştüm.

Hoşça kalın fasıllarını atlatırken, inatla pipetini bağırdığım sütümün birden elimden düşmesi ile afallamıştım.

Adam bileğimden tutuyorken, "Ne oluyor lan?" diyordum ki, bir diğer takım elbiseli adam bisikletimi tutuyordu. "Bıraksana arabamı!" diye bağırdım. Ama adamın birden kolumu çekiştirmesi ile, "Çok ses çıkarmayın," diye despot bir ses çıkarmış ve çatılı kaşlarım, takım elbisesine nakışlanmış olan kraliyet amblemini gördüğünde büyük sıçtım dedim.

Beni öldürmeye geldiler.

"Bırak," diye cırladım. Ama okulun çıkışında gördüğüm üç araçta burada iken, her biri arabalarının yanında durarak tetikte olan halleriyle bize bakıyordu. Fena korkmuştum.

Filmlerden gördüğüm kadarı ile, sesimi kesersem yaşardım. Ve sarışınlar ilk ölürdü. Tamam, sarışın değildim. Sanırım sesimi kesersem yaşayacaktım.

Bunun yüzünden adamın beni çekiştirmesi ile ona ayak uydurmuş, beni ilerdeki iki apartman boşluğuna sürüklerken kanım oracıkta donmuştu. Çünkü prens Kim Taehyung, arkası dönük orada duruyordu.

Adam, "Efendim," diyerek, beni oradaki yere hedef seçilmiş bir pandacık gibi atarken, utancımdan işiyecektim. Hayır, ondan öncesinde de çişim vardı benim! Korkak değildim yani. Bilmem anlatabildim mi?

Ya da siktir edin, çişim gelmiyordu benim. Şu an altıma sıçacak gibi hissediyordum. Sebebi ise, benden yana arkasını dönen ve sonrasında, tüylerimi ürpertecek derin konuşan adamın, prensin, uyuşuk sesiydi.

"Bizi yalnız bırak."

Adamın elleri beni bırakırken, elim onun tuttuğu yere dokunurken başını eğerek bizi yalnız bıraktığında resmen bağırarak, "Beni bu şeytanla yalnız bırakma!" demek olacaktı ki, prensin o tuttuğum kolundan çekerek duvara itmesi ile 'hah' demiştim.

Gözleri, yemin ederim çocuk iken babamın beni korkutmak için aldığı Medusa gibiydi. Sinsi parlaklıklar oracıkta oyalanıyor, ben soğuk yediğim o ve taş duvar arasında iken taşa dönüşmüş haraket edemiyordum.

Neredeyse hıçkıracaktım. Ama o kadar yakınımda duruyordu ki, elimi bırakıp, ellerini her iki yanımda bırakarak duvara yapıştırdığında gözlerim her iki yanımda duran kollarına bakmış ve sonrasında o beni taşa dönüştüren gözlerine bakmıştım. Kahve hareleri, yorucuydu.

"Sen," dedi, derin bir soluk aldı. "Duyduklarını unutacaksın."

Kirpiklerim kırpışırken, o iki karış elin mesafesini yoğururken daha fazla yaklaşmıştı. Daha çok panikleyerek, kafamı geriye attım. Başım duvara yağlanırken, "Sizin neyden bahsettiğinizi anlayamıyorum bile," dedim.

İşaret parmağını dudağıma bırakırken, "Sence bana yalan söylemen ne kadar akıllıca bir davranış," derken, gözlerim onun parmakları ve gözlerinin arasında mekik dokuyordu.

Hoşt Medusa, hoşt!

"Biliyorsun ki, kraliyet ailesine yalan söylemek seni infaza bile sürükler. Vatana ihanetten suçlanırsın." Diyordu, parmakları ile dudağımın üzerinde sertçe bastırırken. Ve ona nazaran gözlerinin rengini daha da içinde çatlatarak daha yoğun bir rengi içinde eviriyorken.

Dudağımın üzerinde duran parmağını dişlerimin arasına alarak ısırdığımda, şoka girerek üzerimden çekilmiş ve parmağını sallamaya başlamıştı.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun!" Diye sesini yükselttiğinde, adamları bizden yana gelirken, "Asıl sizin biriyle birlikte olduğunuz duyulursa, siz vatan haini sayılırsınız. Ben değil, prensim!" diye cırladığımda, verdiğim tepkilerim yüzünden yüzü afallamıştı.

Çünkü bende affaladım. Ben ne yapıyorum! Resmen mezarımı kazıyordum. Bu yüzden hiç yapmayacağım şeyi yaparak, başımı eğiyor, "Özür dilerim efendim, özür dilerim. Ben öyle demek istemedim. Zaten ben bunu kimseye de söylemedim. Affedin beni." bunları diyordum.

Pekala, götümü kurtarmak için yapıyorum tüm bunları. Yanlış anlaşılmasın lütfen.

"Senin cidden terbiye ihtiyacın var," dediğinde, başım halen eğikti. Tanrım ben hiç hayatımda birine karşı bu kadar selam durmamıştım. Sanırım hayatımda yaptığım tüm saygısızlıkların diyetini şu anda ödüyordum. Hemde bu adama karşı. Yüce Tanrı, sen ne güzel bir şeysin. Tükürdüğünü ne güzel yalatıyorsun öyle.

"Haklısınız efendim, siz çok haklısınız. Sizin kadar haklı birini görmedim hayatımda. Siz mükemmelsiniz, müthişsiniz." Diye ardı ardına bir şeyler zırvalarken, "Sen ne saçmalıyorsun," diyen prens ile, tüm saçma rövanşımı bitirerek omuzlarımı kaldırmış, tüm samimiyetsizliğimle garip bir gülümse edinmiş, "Ah ben, size karşı saçmalıyorum. Ne, yani heyecan dolu oluyorum efendim." demiştim.

Yüzünü tiksinircesine buruşturmuştu.

Ne oldu Kim hazretleri, size yavşayanlar gibi sizi tatmin edemedim mi?

"Efendim," diyen adamları ile o tiksindirici yüzünü ondan yana verirken, kaşlarını havalandırıp benden yana gelerek göğsüne almış, başımı da oraya sıkıştırmıştı.

"Sakın başını kaldırma." Uyarıcı sesi ile orada duruyorken, kalbim, kalbimi sikeyim ben niye hızlandı şimdi birden bire? Ve prensin kokusu, güzel mi kokuyordu?

Lanet Medusa, benden uzak dur!

Flaş seslerini duyuyordum. Prensin sinirli nefesini saçlarımın arasında da hissediyordum. Biri beni buradan alabilir mi? Sanırım yaşadığım şoklar üzerine gelen bu yakınlaşma midemi bulandırmıştı.

Ya da tam tersi, prensin beni aniden kollarından itmesi ile o mide sarsıntım artmıştı. Adamları, "Efendim gitmemiz gerekiyor," dediği için, gözlerini kısmıştı bana karşı.

"Sana söylediklerim birer şaka değildi. Eğer bu durum yayılırsa senden bilirim. O zaman, kendini benim elimden gelecek ölüme hazırla."

Ondan sonra bana bakmayı kesip, hızla kendi aracına giderken sinirden titriyordum. Lanet olası bok!

Ardından bağırarak, "Umarım tuvalete girerken giydiğin terlik ıslak oldurda, bok gibi hisle kalırsın. Aynadan kendine bakarken taş olursun. Islak elle prize dokunur çarpılırsın. Götümün prensi!" dediğimde, o çoktan gitmişti.

Pekala, bu yersiz çıkışımın o gittikten sonra yapmış olmam beni korkak göstermemeliydi. Keza ben canımı seviyordum. Onu da siktiri boktan kraliyet ailesine yedirecek değildim.

Sinirle yere attıkları bisikletimi almış, yere dökülmüş sütüm için bir kez daha küfür etmiştim. Ben onu kapabilmek için dakikalarca yalakalık yapmıştım. Ve şimdi onlar yüzünden, sikik prens!

O sinirle eve giderken, kalbim halen çarpıyordu. Saçmalamayın, elbette bana yakın durduğu için o heyacanı yaşamaya devam etmiyordum ben. Ona karşı boyun eğdiğim için öfkeliydim. Bu öfke ile fazla adrenalin salgılıyordum sadece.

Ama eve gittiğimde adrenalin daha çetin olanı ile karşılaşmıştım.

Çünkü canımı çoktan kraliyet ailesine yedirmiştim.

Bölümün sonu.

Loading...
0%