Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22. Bölüm

@nicotesy

Selam...

Biraz modum düşük, siz umarım okurken eğlenirsiniz.

İyi okumalar:)

....

Bütün sorunlar, neden hep aynı zamanda gelmeyi bu kadar kusursuz bir şekilde hayatımda yer almayı nasıl başarıyorlardı? Ya da ben artık ne yapmalıyım da bu sorunların bir çözüme ulaşmasını sağlayabilirdim? Çünkü bana bakan üç çift göz öylesine meraklı, soru sorarcasına bakıyor ve yalanın yavaş yavaş ağzıma yuva yapmasıyla ağlarken gülmenin bilmem kaçıncı dansözlüğünü yapar oluyordum, inanın hiç bilmiyordum.

"Neden ağladığını söyleyecek misin?" Diye benim ağladığımı gördüğü anda ağlamaya başlayan Hoseok, şimdi benim gibi durulmuş ve benimle süre gelen amaçsız zırlayışına son vermişti. Ketumluğumdan dolayı her daim özenle tarayarak yana yatırdığı saçları şimdi sinirden havaya kalkmış ve kendisinden korkmamı sağlamıştı. "Yoksa ben tek tek tüm ülkedeki herkesin ağzına sıçmaya başlayım. Sen konuşana kadar anca hallederim işlerini."

Benim kankam yapardı bunu haberiniz olsun. Hoseok deyince bir destur çekmeniz gerekiyor. Başta da ben. Çünkü bu evlenme meraklısı omeganın hiçbir zaman şakası yoktu. Bilakis konu omegaları üzen bir alfa olunca. Ben şimdi tüm olayları anlatsam, Taehyung'un nefesi kaç saniye içinde tükenir diye hesap görüyor, onun yardakçısı olan Yoongi bana gözlerini dikmiş, beni tiftik ederek her boku anlama özelliği olan siber güçlerini kullanmaya çalışıyordu.

Ağlayarak sarıldığımdan, Sehun'un bana bakan çaresiz bakışlarını unutamıyor ve aynı ifadeyle bana bakarak Hoseok'a destek çıkması, ne olursa olsun ona da bir tane kara liste çentiği atmama sebep oluyordu. Hoseok'u işkillendirirsem sarayın içi karışır, o cadaloz kayınvalidem beni çiğ çiğ yerdi. Saray huzuruna dedikodu ve nifak tohumu karıştırıyorum diye.

Malum her şeyin günah keçisi, galeyanın köpeği de bendim.

"Evet Jungkook. Beni çok korkuttun." Diyor, dudaklarımı büzüyordum ona karşı. Sonra bu adam benim ruhumu okşayacak şeyler söylüyordu. Ben senin yengenim, yengen diyesim geliyor... sonra şştt... senin de arada böyle sözler duyman gerek diyordum. Üstelik o bir prensti. Bence gerçek bir prens oydu. Bana dünyanın en nadide insanıymışım gibi davranıyordu. "Gülüşünün ne kadar özel olduğunu anladım. Çünkü sen ağlarken ne yapacağımı bilemedim."

Bu yüzümde gerçekten kontrolümün dışında bir tebessüme yol açtı. İnanın ki birine anlatırsam rahatlayacaktım. Ama işte... bunu kime ve nasıl söyleyebilirdim?

Bu yüzden en sevdiğim benzetmelerimden yola çıkarak, bozguna uğrayan boğazımı aksırık krizinden sonra toparlayıp benden birkaç kelimede duymak isteyen şahsiyetlerime şöyle bir girişte bulundum. "Bakın, cidden önemli bir şey değildi. Kızgınlıktan yeni çıktım," diyerek verdim ihtimaller daniskasını. Ki bence bunun etkisi de olabilirdi. Dünya tatlısı ben, şeytan kılıklı kocam ve kocamın ahlaksız sevgilisi harika üçlü falan değildik.

Manidar bir şekilde, "Bir kedi bana miyavladı. Tok olduğunu biliyorum. Yine de benden elimdeki sütlü muzumu almak istedi ve ben vermek istemedim, bunun için vicdan azabı çektim. Ona verecekken yere düşürdüm, pislendi. Anlayabiliyor musunuz neler hissettiğimi?" diye çemkirdiğimde, herkes yüzünü buruşturmuş ne dediğimi anlamak için bana bir dakikalık sessizlik içinde saygı duruşuna geçmişti.

Mallığımın anma törenini sonlandıran, "Durun bekleyin size çeviri yapıyorum," diyen Yoongi'ydi. "Birisi senden çok değerli bir şeyini almak istiyor, ama sen ona vermek istemiyorsun. Çünkü o sana ait ve en az senin kadar değerli. Vermen gerektiğini düşünüyorsun ama sen bunu yapamıyor ve kendini kötü biri olarak görüyorsun. Bu yüzden saçmalıyor ve kendini rezil ettiğini düşünüyorsun."

Biraz anlamış gibiydi halimi. Ama Hoseok halen anlamadığından, Yoongi'nin koluna vurdu. "Ben yine anlamadım. Bu nasıl bir açıklama. Aynı şeyleri süslü laflarla söyledin. Ne anlamı var ki?" Dediğinde, Yoongi aynı tepkiyle onun koluna bir tane yapıştırdı. Şimdi kavga edeceklerdi bu paçozlar.

Hem de sinsi bir kedi yüzünden.

Pekâlâ toparlan asker, iç savaş yaratmanın hiç zamanı değildi.

"Of... tamam." Diyerek her ikisinin birbirini tokatlamalarını kesmeye çalıştım. Arada iki tane bana da yapıştırdılar, Sehun beni korudu falan. Günlük çingeneliğimizi de yaptık. Şimdi hiçbir şey yok kafasına girme zamanımızdaydık. "Kapatalım bu konuyu. Daha önemli şeylerimiz var. Yarışma iki hafta sonra." Dedim tüm ciddiyetimle. Yalan, sadece sahnenin yırtık perdesini değiştirerek piyese yeni bir yön veriyordum. Onlarda sazanlamasına buna atlıyordu işte.

Durum ciddiydi benim için. Benim bu yarışı kazanmalı ve şu prensin eşi vasfından acilen kendi özgür bireysel mahlasımı kazanmam lazımdı. İnsanların benim, ben olduğumdan saygıyla anmasını istiyordum.

"Biz sadece konsepti ve renkleri seçtik. Bunun daha dikim aşaması var. Ve fikrimizin iyi olduğundan bile emin değilim. Simli Ken yerine, benim pırasalı prens temam daha iyiydi sanki. Yaratıcıydı en azından."

"Jungkook... lütfen sen zekanı bizim yanımızda kullanmayı bırak." Dedi Hoseok kahpesi. "Bizi aşağıya çekiyorsun bebeğim."

Çok sinirlendim ve düşüncelerime bir müttefik arayarak Sehun'a baktım. Duygu sömürüsü gözlerimle bakarken, "Sende mi öyle düşünüyorsun Sehun?" dediğinde, utanarak kaçırdı bakışlarını. Yüzüme karşı konuşmaya bir cesaretin olsun be adam. "Ben tarafsız kalmayı tercih ediyorum Jungkook. Ne söylersem her türlü dayak yiyecek kişi benim burada."

Hiç beklemezdim ondan bunu. "Yazıklar olsun sana. Oysa seni başka türlü bir alfa sanırdım." Dediğimde, her türlü bizden dayak yiyeceğini bile bile, "Olay bir anda neden benim alfalığıma geldi," diye sorarak yakınıyor, ben ve kankilerim kafalarımızı birbirine yaslayarak ona bakarak güç gösterisinde bulunuyorduk. "Sayı olarak bizden azsın aramızda. Yeterli bir sebep bence."

"Ah, kesinlikle öyle."

Bu beyin fırtınalı tartışmanın burada son bulduğunu sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Bu tartışma ders arasında birbirimize kâğıt üzerinden mesajlaşmamıza ve küfürleşmemize kadar sürdü ve Sehun, benim tüm yazdıklarımı onaylamasa da yanına hep 'Jungkook haklı' diye yazmak zorunda kaldı. Onu küsmekle tehdit ettim tabi ki.

Öğle arasında kavgamızın sonucu nereye vardı? Ben size hemen söyleyeyim.

Ya da neden tam olarak bale salonunun önünde durduğumu size anlatayım. Yemin ederim tekrardan ağlamama ramak kaldı. Sinir krizi geçirerek genç yaşta bir yarrak yemeden öldü diye ağlayacaklardı arkamdan.

Her neyse.

Ben Kim Seokjin'i arıyordum. Onun üzerinden tasarımı dikecektik. Çünkü o dünyanın en yakışıklı betası olabilirdi. Bence öyleydi de. Keşke üstte olma eğilimi olsaydı ve beni köşeye çekip, "Beni aradığını duydum güzelim, işte buradayım, benden ne istiyorsan al. Hepsini senin için kökleyerek vereceğim," demesini hayal ederken, terledim. Yanaklarımı tokatladım. Her yakışıklıya yükselme gibi fantezimi bir köşeye atmam lazımdı. Ama orospu kalbim birini sevmek ve kendisine takıntı haline getirmek istiyordu. Bence bu mantıklı bir gerekçeydi, evli olmasaydım falan. İşte namuslu olacağız diye tüm işleri kafadan hallediyorduk.

Siz benim azize falan olduğumu sanmıyordunuz umarım.

Bale salonuna girdiğimde, tek gözüm kapalıydı. Jimin'i bir daha görmek istemiyordum. Ama salondan çıkan kızlar bana onun içerde olduklarını söylediğinden girmiş bulundum içeriye. Ve lezzetli bir dans şovunu izlerken, bir kuş gibi uçuyor, çakılıyor ve uzun boyuyla nasıl bu kadar atik olduğunu tartışıyordum. İşte Tanrı millete gani gani veriyor bize de anca avucunu yalarsın diyordu.

Aynadan benim geldiğimi görmesine rağmen, son ses de devam eden çalgı çengisine devam ederek dansını sürdürdü. Eh, benim de onu afiyetle izlemem vacip oldu.

Ardından sonlanan dansıyla, terli bir şekilde eğilip bana selam verdi. "Majesteleri," dedi, hayda buyur buradan yak. Bu adam ile fanfin yapma hayalleri suya düştü. Bu adam Kraliyetin korkusundan bana bir adım yaklaşmazdı be. "Sizi burada görmek ne büyük bir şeref," dedi, bana mı diyordu cidden bu? Yoksa görmeyeli Seokjin'in gözler kör mü olmuştu? Çünkü bana değil, çaprazıma bakıyordu.

Baktığı yere baktığımda, hayda rinna...

Geldi benim mental sağlık. İşi gücü bırakmış beni takip ediyordu ya da sevgilisini görmeye gelmiş, metresiyle karşılaşmıştı.

Taehyung kollarını kavuşturmuş, sırtını duvara yaslamış, ben bakınca mı bana baktı yoksa zaten bana mı bakıyordu bilemiyorum ama bakıyordu işte bana. Şimdi Seokjin ile nasıl konuşacaktım. Ben bununla yan yana olmak bile istemiyordum. Sanırım bizim tasarım için olan konuşmayı başka bir zamana yaymam gerekiyordu. Ama eli boş dönersem de bizimkiler beni mahvederdi. Ben grubumuzu umudu ve sözcüsüydüm. Kraliyete ihanet ederdim ama onlara asla. Bizde arkadaşlık böyle bir şeydi işte. Anlayana.

Tabi ki onu takmayarak önüme döndüm. Asıl hedefine kitlenmiş bir er gibi, "Seokjin hyung, konuşabilir miyiz?" diye sordum. Beni yeni fark etmiş gibi, "Ah," dedi, ben halen onun cevap vermeyen ve benden çok Taehyung'a bakan göz temasını kesmek için önüne geçiyordum.

"Konuşabilir miyiz?" Diye sordum, konuş der gibi yüzüme bakarken, hemen bir iki adım ötemde olan Medusa'nın varlığından parmak uçlarıma kadar gergin, nefret dolu, kırgınlık taşıyordum. Ama sesimin kendinden emin çıkması için öz güvenli konuşmaya çalışıyordum. "Bizim projemiz için rol model olur musunuz diye sormak için geldim."

"Benim öyle saçmalıklarla kaybedeceğim zamanım yok," dediğinde, gerçekten çok sinirlenmiştim. Ellerim hedefine gitmek üzere bir yumruğu havaya kaldırmak üzereyken, birdenbire ağız değişirdi. Benim tamda sinirden gözlerim kararmaya başlarken. "Tabi bunu soran siz olduğunuzdan, elbette. Daha sonra bu konuyu daha detaylı konuşalım. Duş almam lazım. Terim soğuyor. İyi günler," dedi ve yanımdan hızlıca uzaklaşırken, ona da "İyi günler Majesteleri," diyerek kaçıp gitti.

Şimdi kaçma sırası bendeydi. Aynı havayı soluduğumuz yeterdi.

Ama nafile, kaçacağım sırada parmaklarımdan yakaladı. "Bizim de seninle konuşmamız ve aramızdaki yanlış anlaşılmaların üzerini kapatmamız gerekiyor," diyordu. Parmaklarımı onun yüzüne bakarken tiksintiyle çektim. "Beni önemsiyormuş gibi konuşmayın, Majesteleri." Dediğimde, kaşları çatıla çatıla öyle kalacaktı yakında. "Bana Medusa demen daha çok hoşuma gidiyordu."

Bu adamın pişkinliği ve ne istediğini bilmeyen domuz tavırlarından dolayı kafayı yememe Yoongi'nin sikinin boyu kadar tahammülüm kalmıştı. Pes vallahi.

Şimdi laf sokma modumu aktive ediyor ve dünyanın en haklı kişisi olarak tribimi atmaya başlıyordum. Bu adam beni ağlattı arkadaşlar. Ben sadece anam ve babam için ağlarım. Gerisi dünyevi isteklerim olurdu. Ama ilk kez düştüğüm durum için ağladım.

"Siz benim size olan hakaretlerimi bile hak etmiyorsunuz ne yazık ki efendim." Eğilip selam verdim. Ona artık herkes nasıl davranıyorsa öyle davranacaktım. Yapay bir saygınlıkla tabi ki. "Şimdi izninizle gitmek istiyorum. Sizde buraya neden geldiğinizi hatırlayın ve benden uzak durun." Dedim, balerin olan gözde aşkının yuvasında olduğumuzu ima ederek. Gün içinde iki kere sevgilisinin ortamında aşağılandım yeterdi bence.

Ama bu adam benden daha yalancıydı.

Şap diye, "Senin için geldim," dedi. Güldüm. Teşekkürler.

Ellerimi şakaklarıma bastırıyordum. Şu anda kimse burada olmadığından Lut kavmine dönen kepazeliğe bir boyut katarak, "Ya sen kendini komedyen falan mı sanıyorsun? Söyle de sen mutlu ol diye gülmeye falan çalışayım," dedim ama Medusa fazla ciddi duruyor ve bakıyordu bana.

Ben şimdi buna inanacak mıydım? Sırf ciddi ciddi bakıyor diye. Ve ciddi bir şekilde adımı söyleyerek, "Jungkook..." derken, vahiy inmesini beklerken.

Ama benim artık bir sabrım kalmamıştı. Tükenmiştim. Dünya da anlaşılması en zor insan ben olmalıydım. Çünkü o dümdüz ve duvar gibiydi. Bende o düzlüğe güzel toslardım. Hıncımı alamamıştım zaten ağladığım için, biri görecek diye. İşte tam sırasıydı. Olduğum yerde tepinerek bağırıp çağırmak için.

"Ne Jungkook? Adımdan başka diyecek bir şeyin yoksa görüşürüz. Ve lütfen artık ayrı araçlarla okula gelelim. Böylece sizin iki yüzlülüğünüzle daha fazla katlanmak zorunda kalmayayım. Sizde vicdan olmaz ama yine de tavsiye, beni ne kadar az görürseniz vicdan azabınız o kadar az olurdu. Ayrıca," diye aklımdan son noktalı küfürlü gövde gösterisi yapacakken, elini alıp ağzımın üzerine bastırdı.

"Sen hiç susmayı bilmez misin?" Diyerek, ondan kurtulmak isteyen beni, belimden de kavrayarak kendisine çekip susturmayı başardığında, onu öldürmek ister gibi bakıyordum.

"Şimdi kulaklarını aç ve iyi dinle beni." Diyordu, sanki yeterince yakın değilmişiz gibi daha da yüzünü yaklaştırıyordu. Biri buna sağır olmadığımı, sadece onu duymak istemediğimi söyleyebilir mi? Çünkü söylediklerini o kadar düzgün ve ılımlı söylüyordu ki, kafamdan uyduruyor sanacağım gördüklerimi. "O saç tokasını ben sana günler önce yurtdışından sipariş ederek aldım. Bir tek sana aldım. Çünkü sadece benim eşim olarak benim sana verdiğim kıymetli şeyleri taşıyabilirsin üzerinde. Ben ona böyle bir şey hediye etmedim. Ben sana böylesine bir saygısızlık yapılmasına müsaade etmem. Anlıyor musun? Öncelikle bu aileme hakaret olur."

Lafını söylemişti ve elini dudaklarımın üzerinden çekmişti. Sert bastırmasaydı ben orayı ısırmayı çok iyi bilirdim de neyse.

"Yani ailene olmasa bana yapardın yani?" demekten alıkoyamadım, onunla böyle dip dibe söz savaşına girmek alıştığımdan mı rahatsız hissettirmemeye başlıyordu ve sanki onunla bu haldeyken yenecek gibiydim.

Lakin hesaba katmadığım onun içtenlikle ilk defa bana karşı şikayetleniyor olmasıydı. Hakaretler yok, tuhaf kavgalar yok. Samimiyet barındıran bir istek vardı. Huzur hakkı istiyormuş gibi.

"Jungkook her şeyi ikimiz için neden bu kadar yokuşa sürüklüyorsun. Tek istediğim biraz nefes almak. Kral olmadan yaşayabildiğim kadar rahat nefes alabilmek. Ama sen sürekli her şeyi yanlış anlıyorsun. Sana ihanet etmeyeceğimi söylüyorum, sen yine de benden şüphe ediyorsun." Diyerek iç çektiğinde, göz bebeklerimi titretecek kadar derin baktı gözlerimin içine. "Sözlerimin senin için her şeyden daha önemli olmalı. Anlıyor musun?"

"Ben senin bana olan hakaretlerini bilirim prens hazretleri, geriye kalan şahsiyetini başkalarına sunduğundan daha haberdar değilim sizin nasıl olduğunuzdan." Dedim ve bence ben söylediklerimde çok haklıydım.

Ama Medusa haklı olmak değil, beni köşeye sıkıştırmanın peşindeydi. Öyle ki dimdik duran çehresi, gözlerindeki o karanlık ateş, çok değişikti. Beni garip bir havanın içine çekerken, "Tek bir şey soracağım ve bunun bana cevabını şimdi ver. Tekrar sormayacağım," dediğinde, cevap vermek yerine onu sakince dinledim. "Beni gerçekten tanımak mı istiyorsun yoksa sadece eşin olarak yanımda durmak mı istiyorsun?"

Düşündüm, iki saniye falan.

"İkisi de aynı şeyler değil mi?" dedim kafam karışmış bir halde. "Hayır, değiller." Dedi ve aramızda nefes aldırdığı boşlukları ezmeye başladı. "Eğer eşin olarak yanında olmamı istiyorsan," dediğinde, kollarıma parmaklarını yavaşça bırakarak aşağılara indirdi. Parmak uçlarını, parmak uçlarımla buluşturuncaya kadar. "Sana bu şekilde dokunmamdan çekinmeyeceksin. Çünkü toplum içinde en azından bu kadar yakın olabilmeliyiz birbirimize karşı."

Sonrasın da bir atak daha yapıyordu fakat ikisi de beni rahatça elleyebilmek için bahanelerdi bana göre.

Çünkü o doygun dudakları sus çizgime değecek kadar yakın, nefesi tenimi pişirecek kadar sıcaktı. "Ama eğer beni tanımak istersen, sana bu şekilde yaklaştığımda..." dedi, durdu ve ben tıkandım. Gözlerimi sıkıca kapattım. Evet beni öpecek sanıyor ve bunu neden yapıyor diye sorgulamayacak kadar aurası içinde sapıtmaya başladım. O da vahim halimi anlayarak, yakınlığından tebessüm ettiğini bile anlıyordum. "Böyle nefes almayı unutacaksın."

"Sen beni afrodizyağınla yoldan çıkarmaya gelmişsin şeytan..." dedim, göğsünden iterek kendimden uzaklaştırmaya çalışırken. Az kalsın o beni öpmedi diye ben öpecektim.

Bir de utanmadan bu halime bakarak gülüyordu. "Eğleniyorum sadece." Diyerek yaptığı yavşaklığını bastırıyordu. Düşmedim bu yalana. Bunun için kaşınan ellerimi onu tokatlamak için kullanacakken, "Taehyung beni görmeye mi geldin?" dedi, gövdesinden dolayı kaybolduğumdan Taehyung'u burada tek sanarak şakıyan Jimin.

Sinir tekrar yükleniyor...

Şimdi Medusa'dan nasıl intikam alıyorum oynat bakalım.

Taehyung onun sesini duyduğu gibi önüne dönecekken koluna girdim. Bu mal bana aitti. Eh, ona göre davranacaktım. Sonuçta resmi nikahlı eşi bendim. Tapusu bendeydi yani.

Jimin beni gördüğü gibi yüzünde garip bir ifade vardı. Beni gördüğüne sevinmemişti haspam.

"Hayır canım, biz buraya gizlice oynaşamaya geldik." Diyerek hem Taehyung'u hem de Jimin'in mort ederken, en önemli sahnemi şimdi yazıyor ve çiziyordum.

Kafamı çevirip, Taehyung'un kullandığım sözlerden dolayı bana bakmak için çevrilen başından yararlanarak, ayak parmak uçlarımda yükselerek onu tam olarak dudağın üstünden öpüp geri çekildiğimde ikisi de şoktu. "Ne dersin, sanki sana bir cevap verdim gibi." Diyerek göz kırptım Medusa'ya. Eh artık, bende birilerini taşa çeviriyordum ne dersiniz?

Artık bana taşaklarından ötürü yürüyemeyen Jungkook derseniz sevinirim cicim.


....

Balo'yu bekleyin, her şey ondan sonra başlayacak.

Diğer bölüm görüşürüz.

Ben Nicotesy.

Loading...
0%