Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@nicotesy

Selam, tısss 🐍
İyi okumalar 🌻

•••


Tırnaklarım ağzımın içinde bir toynak olabilirmiş gibi gevelenip duruyordu. Olduğum pozisyon ise hiç iç açıcı değildi. Alaturka lavabosunda otururken, en son kabız olduğumda böyle oturmuştum ve beynim o anları tekrar ettiğinden bağırsaklarım bu sabah yediğim pırasanın şevki ile guruldamaya başlamıştı, bu yüzdende bacaklarım ağrıyor ve her an altıma kaçıracakmışım gibi hissediyordum.

Şimdi soruyorsunuz? Ey yüce Jeon, sana ne oldu böyle diye?

Evet, evet biliyorsunuz her zaman bu halde olan biri değilimdir. Her daim asil ve asi takılan biriyimdir. Ama iş götüme, ay pardon yüzüme doğru gelecek bir hakaret olduğunda en legal olayımı yapmaya başlardım. Çünkü mekan futbol sahasıydı. Düşmanlar ise en yakın arkadaşlarım, sınıf arkadaşlarım, klübünden mecburen istifasını verdiğim topluluğumdu, kısacası koca okuldu.

Çünkü olması muhtemel evlilik haberi bu sabah tüm medyaya şok gelişme diye verilmişti. Çokta havalı olmadığım, oysa bisikletimi kullanırken son zamanlarda ağzım sürekli olarak ağzımın içindeydi lakin ne tesadüf ki fotoğrafta yalak gibi çıkmış olan fotoğrafım manşetlere verilmişti. Ah o Medusa, yine cin gibiydi. Peşimden koşan hali bile kusursuz duruyordu. Ondan nefret ediyordum. Herkes için bir Ken olduğu için.

Herkes için? Ken? Barbie. Sikeyim kesinlikle sarışın oldum. Sinirle yüzümü buruşturdum. Ama bunun yerine duyduğum bir kaç çatırdama sesiyle donakaldım. Ah kahretsin, sınıftan kaçarken acele ile elimden alarak buraya taşıdığım ve kafama koyduğum abiye elbise, şey yeni tasarlamaya başlamıştım tamam mı ve parlak yeşil yapmak benim değil aptal Hoseok'un suçuydu ve beni iyi kamufle etttiğini sanıyor olmakta tamamen izlediğim çizgi filmlerin suçuydu.

Ve çizgi filmlerde iken yılanlar konuşurdu. Buna şaşırmazdım. Ancak konunun bahsi o adama, yani gerçek Medusa'ya döndüğümde kal gelmişçesine kalıveriyordum olduğum yerde.

Bilakis o donuk bakışlar, ürpertici uzun parmakları kafamdaki parçayı deşerek almaya çalıştığında. "Burada böyle, tam olarak ne yaptığını sorabilir miyim?" Diye soruyordu. Ama gönül istiyordu ki, tam bir zortlayacaktım ay osurup içimdeki kötülükleri salacaktım ki sen geldin; Ne münasebet ise varlığını bilir gibi geldin, demeyi istiyordu.

Bok kokulu ucube.

Jungkook, bok güzel kokmaz. Ama ben sıçtığımda bundan ilham aldığını unutma. Farkındaysan bağırsaklarımız bedenimizin ikinci beyni, vücudumuzdan bağımsız çalışır. Ne yani artık biyoloji dersini mi dinlemeye başladın? Eh, sen ağız sulandırıcı alfalara kafa yormadığın için bende bay Lucas'ı izliyorum, dudaklarından çıkan her cümle enfes çünkü. Kes artık, şu an karşında sözlün var. Birazda onun götünü izleyeyim o zaman. Gerizekalı iç ses. Götümün omegası!

Şu kadarcık süre içersinde kıvırarak kafamdan ateş çıkardım. Beynim hiç susmak bilmiyordu ve ben tüm öfkemi bu muhlis olan iblisten çıkarmaya şu anda hazırdım. Evet tam da şu an. çünkü dizlerim kırık şekilde duruyorken, gözleriyle benimle alay eder gibi bakıyordu. Sanki tüm bu halimin sebebi onun sikik konumu ve varlığı yüzünden değilmiş gibi.

"Tabi senin için böyle tepeden bakmak kolay."

Yüzünü buruşturdu. Ellerini ceplerine koyarak, "Cidden bir ucube gibisin. İnsanlara daha ne kadar böyle olduğunu göstermeye devam edeceksin." dediğinde hışımla sıçış pozisyonundan fırladım. Ayaklarımın üzerinde duruyorken, aynı onun gibi yaparak yüzümü buruşturdum. Bundan hoşlanmadı. Ne tesadüf, bende ona bakmaktan hoşlanmıyordum.

"Sen ne zamanki şu tıslayan gözlerinden kalpler fışkırtsan, belki o zaman senin için öyle görünmeyi bırakırım."

Histeri bir şekilde güldü. Pekala Jungkook, herifin gülüşü güzeldi ve ben mükemmel erkekleri yalama gibi bir fetişe sahip olsamda, burnunun ucuna odaklan. Bok var orada. Hıhı, bok kesinlikle.

"Nesin sen böyle?" Ciddi bir şekilde bunu sordu. Ciddi olmayacak bir şekilde, "Pembe dizilerden canım. Beğenemedin mi?" diyerek cevap verdim.

Kaşları çatıldı. Tanrım, "O ne?" diye sordu. Ne yani, bundan haberi yok muydu? Şu anda tüm yaşadıklarım bir pembe diziydi ve o tüm bunları saçma değilde, mantıklı mı buluyordu? Benden daha delisini kabul edemezdim.

Tüm şu am işimi gücümü bırakıp ona pembe diziler hakkında her şeyi anlatacak oldum. Sonra bunu neden yapayım dedim? Bu vasıf sadece benim için önemli olan on kişi için geçerli bir gereklilikti. Eh bir de o bir şeytandı. Benimle dalga geçiyorda olabilirdi. Hiç inanasım gelmemişti.

"Şaka mı yapıyorsun?"

"Hayır." Dedi ve sonra durdu. Varlığımı kanıksayan gözleriyle şu anda ne yaptığını sorguladı. Halbuki ben onu ilk gördüğüm andan beridir yapıyordum. O yüzden bilirim bu namert duran bakışları. "Her neyse, zamanımı seninle bu denli boşa harcamak için gelmedim yanına."

"Boşaysa, şimdi gidebilirsin." Söylenerek, "Götüne ışın kılıcı soktuğum," dedim ve ciddi ciddi bunu yapmak zevkli gözüktü. Okuduğum webtoonlarda kılıcı yiyenin gözleri kayıyordu. Hım, hayal gücüme sıçayım.

Hayal gücümün keyfi ile tam gülecektim ki saygıdeğer prens, "Ne dedin sen?" dedi, lanet şey, bırakmıyor da ağzımızın içinden geveleyelim. Diyemezdim de, iç ses senin götünü süzmek ister, eh bende senin götüne ayağımı sokmayı, bu sayede o şeytan ayaklarını üzerime süre süre gelemezsin diye. Ama nerde bende o cesaret, ancak tıslak sesine bağışıklık kazanmakla mükellef kılındım.

"Aaa, hiçbir şey canım." En bonkör sahtekar gülüşümü karıştırdım ortaya. Ekmek arası gibi ve aklımda ekmekler dönmeye başladı. "İki ekmek arası çektim canım. Şöyle bol acılı, kılıç gibi büyük biberlerden. Anlarsın ya," daha çok kahkaha attım.

Ondan daha deliydim. Zort!

Aşırı sakin bir şekilde, "Acıktın mı sen?" dedi. Bu adam sakinleştikçe içim ürpermeye başlıyordu. "Dur kontrol edeyim," dedim hemencecik. Burun deliklerimi kontrol ettim. Yok halen bok kokusu alıyordum.

Azmadığıma göre, aç değildim.

Emin olmak için, "Yok, hatta dur biraz daha yakından kontrol edeyim." diyerek bir adım öne attım bacaklarımı. Belini geriye doğru attı. Sanki vebalıyım. Hareketlere gel... Gerizekalı. Yüzümü buruşturup feromlarının yayıldığı boynundan yavaşça çekildim. "Ömürlük tokluk hissi yaşıyorum. Böyle deli fişek gibi."

Uyuşuk diliyle, "Her zaman böyle saçma sapan mı konuşursun? Ona göre önlem alacağım." dediğinde derdi tasayı unuttum. Onu boğmak istediğime karar verdim. "Sen yat kalk seninle konuşacağım için dua et bana."

Tamam, bazen onun kim olduğunu unutmuşum gibi davranıyordum. Çünkü onu sevmiyordum. Öfkelendiği zaman anlıyordum onun kim olduğunu. "Sınırlarını çok fazla aşıyorsun omega," diyerek sesini yükselttiğinde, plan Z'ye geçtim. Hiçbir şey olmamış gibi davran ve asla ukala gibi davranmaktan korkma. Kendine güven. Harikasın sen, bu havayı kesin bozma.

Havalıymış, peh!

Yine mi sen? Sus gerizekalı. Burada iş atıyoruz. Senin ben-

Düşüncelerimi bastıran tek şey, gülmek olduğu için karnımı tuttum ve gülmeye başladım. Sonra sakince gülüşümü soldurdum. Yakında kafamdaki senaryolardan ötürü bana altın plaket falan verecekler. Çünkü neden olmasın?

Şu anda da bir zeka gösterisi yapıyordum. "Bundan deli gibi zevk alıyorsun. Aksi olsaydı şu an muhattap olmazdın." Ve zekam ne için savaştığımı bile anlamadan elimde patladı.

"Haklısın, bırakayım da kendi başının çaresine bak. Nasılsa hızlı koşmakta iyisin."

"Bu ne demekti?"

"Bilmem." Medusa gözleri tekrar kendisine gelmişti. Deli gibi korkmaya başladım. Ve o lanet boğuk ses, daha çılgın gelmeye başladı. "Sürünmenin keyfi tantanası. Anlarsın ya."

Geriye doğru adımlar attı. Sahanın çimleri üzerindeyken durdu. Gülüyordu ve parlak gülüşü, kafamın dalgınlaşmasına sebep oldu. Çünkü, "O burada," diye hafifçe bağırdı. Ondan sonrası felaketti. Okulun yarısı koşarak bana doğru geliyordu. O ve mızraklı şeytanları her yerdeydi ve onlara öncelik eden kişiler ise, pazardan aldığını bildiğim makyaj malzemesi ile koşan Hoseok'tu.

"Amanın anını sikeyim ama!"

Kaç Jungkook, kaç!


...

"Her yerim ağrıyor," bacaklarımı tuttum. Ayak tabanlarım su toplamış bir haldeydi ve ben koltukta uzanırken, sevimli ayak parmaklarımı havaya kaldırarak duvara yaslamıştım. Tanrım, bücür kardeşimin oraya pembe simli oje sürmesini bile engelleyemiyordum. "Ayaklarıma masaj yapacaktın? Oje sürmeyecektin seni aptal."

Fena halde kıkırdıyordu. Geldiğimden beridir, "Bugün herkes benimle fotoğraf çekilmeye çalıştı. Benim ne kadar harika bir kız olduğumu söylediler. Bende, ah öyle mi tatlım, bana bilmediğim şeyler söylemelisin diyerek herkesle dalga geçtim. Tanrım, abim sonunda bir işe yarayıp şu hayatımda bana biraz olsun mutluluk verdi. Senin için bu gece Tanrı'ya dua edeceğim. Evlendiğin gün yakışıklı prensin gözleri kör olsun ve senden midesi bulanmasın diye."

Sürekli ve sürekli olarak, okulda yetmezmiş gibi evde de o şeytanı övüyorlardı bana karşı. Ama ben bana yapmış olduğu kazığı unutur muyum? Asla. Onun yüzünden iki saat koştum ve kendimi zor atmıştım eve. O telaştan bisikletimi bile alamamıştım. Canım arabam, şimdi nasılda korkmuştur bensiz.

Bebeğimin acısı içimi daha çok yaktı ve örüldü kız kardeşim tam karşımdayken, tüm hıncımı ondan çıkarmaya hevesli bir şekilde bağırdım ona. "Varya, sana bir çarparım, bir de şu duvar çarpar. Asıl benim ondan midem bulanıyor."

Ama o bücür benden hiç korkar mıydı? Katiyen. Abisine çekmiş mübarek.

"Ha, ha ve ha. Canım abicim." Diyerek ayaklarıma çimdik attı. Bir de iğrenç bir şekilde gülmeye devam etti. Ayaklarımdan huylanıyordum. Ve lanet zaman ilerledikçe vücudumda ağrılar büyüyordu. Şakaklarım zonklamaya başladı.

"Eun, yalvarırım birazcık sus. Zaten şu yaşımda evleniyorum diye depresyondayım. Arkadaşlarımın hepsi benden nefret ediyor ve sahip olduğum tek makamı da kaybettim. Artık bana yüce başkanımız Kookie diye seslenmeyecekler. Ağlayacağım."

Duygu patlaması konusunda kimse elime su dökemezken, tanıdığım hiçkimse de bana merhamet göstermiyordu. Cidden ağlamama ramak kalmıştı. Evde bile rahatlık yoktu.

Eun, "Neden tüm bunlar için endişe duyuyorsun ki? Para her şeyin çözümüdür. Baktın sevemiyor musun, azdırıcı içer keyfine bakarsın." dediğinde, yüzüm morarmaya başladı. Zamanında annem ve babamın yemeğine yanlışlıkla azdırcı dökmeseymişim, şimdi Eun olmayacaktı. Romantik bir akşam yemeği geçirmelerini istemiştim ve sadece dört yaşındayken dünyaya benden bile saygısız bir veletin doğmasına vesile olmuştum.

Yüce Tanrım, bu zamana kadar yaptığım tek günahım için tüm çektiğim çileler fazla değil miydi? Ühüggg.

Ayaklarımdan birini onun koluna vurdum. "Bana bak bücür, senin ağzının ayarı iyice bozulmuş. Düzgün konuş abinle."

Saygısız küçük şeytan, ayağa kalkarak elini beline koydu. Komşumuz Çiçan teyzeye benziyordu. O da hep böyle sütlerini çaldığımda ve yakaladığında aynen böyle bakıyor, ahkam kesiyordu,

"Benden önce doğmuş olman, sana saygınlık göstereceğim anlamına gelmiyor." Ellerini beline sarıp, kendi kendine dans etmeye başladı.

Mutluluğun sebebini her defasında dillendirmesinden dolayı kafayı yiyecektim. "Tabi bir prens olduğunda işler değişecek hayliyle. Tanrım hâla bir mucize gibi."

Ona artık katlanamıyorum.

Sikik prensligin canı cehenneme!

"Of sus artık." Ayaklarımı yere indirdim. Akşam olduğu için en güzel rutinimi yapmaya devam etmem gerekiyordu. "Televizyonu aç sadece. Dizim başladı. Dün çok heyacanlı bir yerde bitmişti."

Söylene söylene televizyonu açıp yanıma oturdu. Her defasında söylenmesine rağmen benimle diziyi izlemesi komikti. "Ne buluyorsun bu saçma salak şeylerde. Alfa, omegaya aşık olacak. Omega zaten ona aşık oldu. Hayır bu senaristçilerde ne bayılıyorlar, omega alfaya aşık olduktan sonra göz yaşı dökmesine."

Biz acı seviyoruz. Dram seviyoruz. İnsanların acı çektiğini gördükçe kendi acılarımızı unutuyoruz.

Bunun açıklamasını velet kardeşime yapamayacağım için, "Sen ne anlarsın," dedim ve televizyondaki baş karakterin heyacanlı şekilde konuşmak için aralanan ve iki saat boyunca içimi eriten bakışmalarını izlemeye başladım.

Gözleriniz hanımefendi, çok güzel kokuyorlar.

Diziye öylesine kaptırmıştım ki, Eun'un cırlayan sesi ile olduğum yerden irkildim. Gözlerimi devirdim. O her gün ama her gün aynı şeyleri söylemek için kendisini hazırlarken.

"Bak gördün mü? Alfada ondan hoşlanıyor ama eski sevgilisi ortaya çıkıyor. Kafasını karıştırmak için. Zavallı omega, tam ona kavuştum derken başkasıyla görüyor sevdiği alfasını. Hep aynı senaryolar, şaşmaz. Şimdi kesin omegada bunun inadına başka bir alfa ile konuşmaya başlar. Oh mis gibi sezon uzar durur artık."

Saçını çektim. "Kapa çeneni, senin yüzünden role giremiyorum. Of, ayaklarımda ağrıyor. Git bana su getir." Sonra o da benim saçlarımı çekiştirmeye başladı. "100 won verirsen getiririm." Kulaklarını tuttum. "Yok param." Aynı o şekilde kulaklarımı tutmaya başladı. "Ama olacak. O zaman vereceksin değil mi?" Sevimlice bana bakıyordu ve ben tam kulaklarına asılacaktım ki, evin dış kapısı büyük patırtı ile açıldı.

"Jungkook, Jungkook! Evde misin?" Babamin sesi salona geldiğinde ben ve Eun, hemen koltukların uç kısımlarına götümüzü dayayıp dağılan saçlarımızı düzelttik. Mükemmel kardeşlik bunu gerektirirdi çünkü. Malum iyi geçindikçe harçlık alabiliyorduk.

Babamı görmeme rağmen bağırarak, "Buradayım baba," dedim ve telaşlı hali beni korkutmuştu. Yeni bulduğu bulaşıkçılık işinden elindeki bulaşık eldivenleri ile duruyordu. "Neden bu haldesin?"

Sesindeki heyacan elle tutulur cinstendi. "Acele ile geldim. Annende şimdi yoldadır. Çabuk kalk hazırlanman gerekiyor." Eldivenleri ile koluma asıldı. Kimbap kokusu aldım. Tanrım, açlıktan her iğrenç şeye gözüm kaymak üzereydi.

"Ayaklarım ağıyor, hayatta kalkamam yerimden."

Babam bir anda dizlerinin üzerine çöktü. "Benim güzel prens oğlum, müstakbel eşin seni almaya geliyor." Dedi ve sihirli kelimeler bende zehir gibiydi. "Af buyur," dedim ama ne dediğini gayette anlamıştım.

Ama dur, benim nefesim tıkandı. Öksürmem lazım. Öhöm öhöm.

Babam, "Düğün öncesi seni törenlere hazırlamak için saraya götürmeye geliyor." dedi ve sonra, "Bundan sonra orada kalacakmışsın." dediğinde ayağa firladım.

Ne demek bundan sonra orada kalacakmışım!

Ne sanıyordum ki evlendikten sonra evcilik oynayıp sadece o Medusa ile okul içinde görüşeceğimi falan mı? Cidden pembe dizi izlemeyi bırakmalıyım. Tüm realist yönüm harap olmuş durumdaydı.

Dik durmaya çalıştım. "Hayır," dedim ve babam bana otuz sekiz numaralı bakışını attı. Gözleri dolmuş, hayal kırıklığı zirve boyuttaydı. Zaaf senyörleri yakıldı. "Tanrım neden? Bunu yapmak istemiyorum."

Bacaklarıma tutundu. Böyle davranmasından nefret ediyordum.

"Canım oğlum lütfen. Babanı hapse mi göndermek mi istiyorsun?" Dedi ve derin bir nefes aldım. Bunu kabul eden bendim ve şimdi bu davranışlarımla herkesi zor duruma sokacağım belliydi.

"Hayır, ben..." dedim, hayatım ve hayallerim birbirine karıştı. Yenilgiyi kabullenerek, "Pekala." dedim. Babam heyacanla ayağa kalktığında benim odama doğru koşuyordu.

Ben ise yüzümde yanan öfke ile karşılacağım Medusa için sırıtıyordum. Çünkü başıma gelen her şeyin sorumlusu oydu. Sevgisiliyle evlenmiş olsaydı, belki de tüm bunlar başıma gelmeyecekti. Ben şu anda okulda en nefret edilen kişi olmayacaktım. Belki de tüm Güney Kore'de.

Babam adımı seslendiğinde büyük bir erdemle odama doğru ilerledim. "Gelsin götüne işin kılıcı soktuğum, geldiği gibi umduğunu da bulacak." Dediğimde, içimdeki öfke beni hayata tekrardan bağladı.

Bok kokusunun olduğu yerde, ışın kılıcı girerdi devreye. Ama kokunun yaydığı kişiye. Ve ben fena halde sıçmıştım. Çünkü Medusa ile karşılıklı odalarda kalmaya hiç ama hiç hazır değildim.


•••

Bölümün sonu. 🍓🍓

Nasılız bakalım? 😅

Loading...
0%