@nicotesy
|
Motive yorumlarınızı diliyor ve iyi okumalar diyorum. 💜 .... “Yaşamak diye gittim kaç kez unutup zamanı, önümde bir tabut ardımda bir mezarlık.” ... Bölüm 9: Savaşmak, yüzleşmenin aynasıdır. “Ben senin âşık olduğun karınım Taehyung.” Taehyung boş bir duvarın yüzeyinde abes duran pütürlüyü inceler gibi bakıyordu kadına. Hafızasındaki boşluğa onu doldurmaya çalışır gibi. Konuşmak istedi fakat boğazındaki düğüm hissi ona sırt çevirmiş gibi sakince gözlerini kapattı. Bu insanları neden ilk kez görmüş gibi bir soğukluk hissediyordu ki? Ona ne olmuştu, neden buradaydı ve bedenindeki bu şiddetli acının asıl sebebi de neydi böyle? Kendisine mucizenin tam olarak kendisiymiş gibi bir büyü altında kalmış gibi gözetliyorken. Derin bir nefes almaya çalıştı ama bunu doğru düzgün beceremedi de. Hırıldadığında, boğazında yanma hissi çoğalmış ve çokça yutkunmaya çalışmıştı. Taehyung’un bu halini gören Eun telaşlandı. Dilinden bu kelimeleri söylemenin hayali arzuları düşerken, çekiniyordu da. “Sevgilim, zorlama kendini. Uzun zamandır kendinde değildin. Ama önemli değil. Seninle kaybettiğimiz tüm zamanı yeniden yaşayacağız,” diyor ve Taehyung, “Biraz su,” diyordu ona cevaben. Eun ona bu isteğini gerçekleştirmek adına etrafına baktı. Ancak aradığına dair bir şey bulamayınca, “Hemen getireceğim sevgilim sana suyunu,” diyerek ona uzunca bakarak çıktığında odadan, yüzünde göz yaşlarını tutamadığı mutluluktan bir gülümseme vardı. Bunca zamanın acısını o uyurken çıkarmış gibiydi. Ve onun yokluğunda çektiği zulümlerin mükafatını alacağına inanıyordu. Taehyung ise kapanan kapının ardından gelen yüzlere kısık gözleriyle bomboş baktı. Kısa süre kendisini karşılayan doktor ve çekindiği babasını görmekle, huzursuz kasları güçsüz olmalarına rağmen kasıldı. Bedenini şimdi tamamen hissediyordu. Babası sert duruşuyla ona yaklaşırken, yatağın içinde eziliyordu,bu üzerine gölge gibi sinen varlığın korkusundan ötürü. Keşke kafasındaki karanlığın ağırlığı altında ezilecek olan ailesi olmuş olmasıydı da en değerli anılarını unutmuş olmasaydı. Bedensel acısını evirip çeviren zihinsel acıları da bununla beraber gözlerinin önünde bulutlanıyordu. “Beni hatırlıyorsun, bakışlarından belli. Bu iyi, her şeyi unut ama beni sakın.” Dedi adam, mizacı halen çaresiz bir halde kendisine bakan oğlunu ses tonuyla uyarırken. Oysa son zamanlarda kendisine diktiği gözlerden rahatsız olmaya başlamış ve endişelenmişti. Bu kaza öncesinde onun için çok sarsıcı bir durum iken şimdi işine geliyordu. Doktor onu odaya almadan öncesinde durum hakkında bilgilendirmişti. Annesi, “Oğlum her zaman hep mücadeleci biri olmuştu. Hep bizimle olacağını biliyordum. Sadece biraz dinlendi ve iyi. Daha da iyi olacak,” diyerek, gururlu bakışlar atıyordu manasızca eşine. Ama alttan alta bu durum aralarında büyük bir tartışma haline dönüştüğünden dolayı atıfta bulunuyor, içi rahatladığı için de böylesine israf edici anne rolleri kesiyordu. Zaten annesinin de perişan bir hali de hiç yoktu. Telaşla evinden çıkarken bile en son aldığı mücevher broşürü bile, safir renkteki kalem etekli kıyafetine takmayı ihmal etmemiş ve sadece kendisinde olan özel tasarım çantasını takmıştı koluna. “Elbette iyi olacak. Onun güçlü olması bile benim sayemde. Dayanıklı ve pes etmeyen biri. Babası gibi.” Anne ve baba arasında ufak çaplı huysuz bir konuşma geçiriyor, Taehyung onların kendi üzerinde uyguladıkları güç senfonisini görmezden geliyordu. Şu anda bile belden aşağısını kıpırdatma isteğiyle doluyken, kolunu kaldırmaya gücü yoktu. Fakat kendilerinden bir ses duyma, onları tatmin edecekleri bir onaylanma ihtiyaçlarının da farkındaydı. Bunu söyleyip, kendilerini rahat bırakmalarını diliyordu. “Sizi bu şekilde utandırdığım için özür dilerim başkanım,” dedi babasına. Güçsüz çıkan sesinden dolayı bile homurdanmış, yüzünü asmıştı babası. Taehyung’un yorgun gözlerinin ardında bir siyam dolu ışıklar parlayıp yok oldu. Kaçırdığı şeylerin sadece biraz hisselerden, nakit paradan ve birazda itibar dışında bir şeyin olmadığını düşündü. Fakat neden sanki kalbinde baskı yapan bir yoksunluk çekiyordu. Gözleri, babasının yanında sessizce duran annesine bakarken bile zırhla çevrili durmuyordu yüreği. Karısı olan kadın içeriye girdiğinde kendisine sevinçli gözlerle bakıyor, su içirmeye çalışıyor, ilgili görünerek doktoruyla bir çıkıyordu odadan. Yalnız kaldığı için, daha iyiydi. Lakin aklın kisvesinde yer alan beyaz kapının ötesinde gelmesi gereken biri varmış gibiydi. Bakışları, bedenin ağırlığına yenilirken orada durdu ve sonrasında tekrardan karanlığa doğru büyüttüğü boşlukla tek tek yok oldu. Çünkü uyumak, ne olduğunu bile bilmediği acısından alıkoyuyordu. Şimdilik. Belli aralıklarla geçiriyor olduğu tedavi sürecinde, önce bedensel tüm sorunları aşama aşama gözlemlenerek fizik tedaviye alınmıştı. Aylardır hareketsiz kalmış, bedeni on dört kilo kaybetmişti. Aynada kendisine bakmıyor, sürekli olarak yanında olup kendisiyle konuşmaya çalışan karısına bir yanıt vermiyordu. Sadece pencereden dışarıya bakıyordu. Bazen de Eun uyuyorken pencerenin camına yaklaşıp, ay ışığını, kendisi hariç durmaksızın hareket eden ve bir şeyleri iyi veya kötü bir biçimde yaşayan kişileri izliyordu. Hastane ortamı iğrençti ve Taehyung eve gitmek istiyordu. Ama orada da hiç mutlu değildi. Çok zorlanarak hatırladığı şey; tüm bu hayatına dayanamayıp üniversiteden yeni döndüğünde ailesine karşı gelerek evden kaçtığı gündü. Nasıl ikna olarak eve döndüğünü hatırlamıyordu. Altı yıldır evli olduğu bu kadına hiç ısınamıyordu. Zaten kadının kendisine dokunduğunda bile şaşırdığı belliydi. Saçlarını uyuduğunu zannettiğinde okşaması, kafasını karıştırıyordu. Sahiden de aralarında dediği gibi çok büyük bir duygusal bağ mı vardı? Öyleyse şu anda acı çekiyor olmalıydı diye düşünüyor ve olabildiğince kendisine nazik yanıtlar vererek uzaklaşıyordu. Neden kaza yaptığını sorduğunda ise ilaç aldığından ve dengesini kaybederek oluştuğunu söylemişlerdi. Peki neden ilaç kullandığını sorduğunda ise sessizlikle yüzleşmişti. Yalan söylemeye zaman yetmemişti soruyu cevaplayan karısı için. Taehyung aptal biri değildi. Yolunda olmadığını hissettiği bir şeyler vardı ve bu kaybolmuş aklının zamanın içinde onu bekleyen çok daha derin olayların yer aldığını da tahmin edebiliyordu. Babası ise bu içsel savaşın merkezinde değildi ve Taehyung’un sağlık durumunun iyiye gitmesiyle onu hemen evine getirtirmiş, doktorundan bu durumun geçici olma ihtimalinin yüzdesini alırken derin bir oh çekmişti. Taehyung’un son zamanlardaki iş durumlarıyla ilgili bilgisinin tamamen unutmuş olması, ona verdiği yetkilerin altında büyük bir kayıp yaşanmasına sebep olacaktı. Çünkü tek oğlu, her şeyi tam da istediği gibi yürütüyor, saatlerce çalışıyor ve kendisine ufak bir zaman yaratmayı başarıyordu. Bu nedenle ona pek söylemese de oğluyla gurur duyuyordu. Kendisi dışında kimseye boyun eğmediği için. İşler konusunda onu bilgilendirme amacıyla birkaç çalışanını eve göndermiş ve konular hakkında kendisine bilgilendirme yapılmasını sağlamıştı. Halbuki Taehyung evden ve tüm bunlardan daha şimdiden bıkmıştı. Sanki bu eve ait değilmiş gibiydi. Dikkati sürekli dağılıyor, yoksunluk çekiyor ve gözlerinin içine bakan karısı ise tüm bunların tuzu biberi oluyordu. İlgi ve sevgi istiyordu. Ama bunalımdan çıkamıyordu Taehyung. Ama gerçek buydu. Anıları gözlerinin önünden yok oldular diye, kalbinde bıraktığı hisler çürümüyordu. Hatırlaması için önüne konulan düğün albümü, ondan sonraki çekilmiş davet fotoğrafları vardı. Çok aşıksam, neden hiç gülümsemiyorum ben diye sorguluyordu? Tek bir kez tatile gidilmiş fotoğrafları vardı. Fransa’daydılar ikisi de. O da balayı için. Peki annesinin akşam yemeğinde, “Eun, seninle harap oldu. Her şeyi unutmanı beklerdim ama karını asla. Gece gündüz çalışırdın, onunla hafta sonu da olsa yalnız başına bir şeyler yapmak için çok çabalardın. Haber vermeden çekip giderdiniz. Eh bizde, bize bir torun verirsiniz diye sesimizi pek çıkaramazdık bu yeni yetme hallerinize,” dediğinde, utanmıştı Taehyung. Bu kadar büyük bir arzuyla tutuşmuş kişi karşısındaydı, ancak daha bu kadın yürürken koluna girip kendisine destek olduğunda bile huysuzlaşıyordu. Bu nedenle bu rahatsız olduğunu belli ettiğinde kadının gözleri doluyordu. Buna dikkat etmeliyim demişti içinden. Evinde geçirdiği diğer hafta da bir şeyler hatırlamak istediğinden cep telefonunu istedi. Ama kazada kırıldığını ve yenisini taktim ettiklerini söylediğinde ona her daim hizmet etmekle görevli olan kapısındaki çalışana, “Kırılmış olması, telefonun içindeki bilgilerinde kurtarılamayacağı anlamına gelmez,” diye bir cevap almasına sebep olduğunda, görevli adam ne diyeceğini bilememişti. Bu konuyu Bayan Eun’a danışmak zorundaydı. Yine de bu konuyla hemen ilgileneceğim diyerek sıyrılmaya çalışmıştı. Eun bu haberi aldığında onun Jungkook’u öğrenmesinden endişe ediyordu. Fakat bir yandan da içi rahattı. Çünkü ikisinin artık isteseler de birlikte olamayacağını düşünüyordu. Çünkü artık bir evliliğin tutsağı olan Taehyung değil, Jungkook’tu. Bunun içinde bir şey yapacaktı. Onunla olabildiğince yakın olmak gibi. Bunu daha öncesinde denemişti. Olmamıştı. Ancak durumlar farklıydı. Taehyung’u tanıyordu ve onun nelerden hoşlandığını, ona neyin iyi geldiğini de biliyordu. Ve sevdiği kadar, onun da kendisini sevdiğine ikna edecekti. O sırada aynı gaye içinde çaba harcayan iki insan daha vardı. Nayeon ve Mark. “Kendi hallerinde bırakmak doğru gibi. Ancak ikimizde biliyoruz ki, Hoseok biraz Jungkook’a yanaşmaya kalksa bunun ters tepki yaratmasından ödü koptuğu için kesinlikle yaklaşamaz. Adam beş yıldır yaklaşamadı çocuğa o niyetle, şimdi Jungkook’un psikolojisi iyice bok olmuşken. Bende ters tepmesinden korkuyorum.” Diyordu Mark huzursuz bir sesle. Hoseok ve Jungkook için bir plan hazırlamak için işlek bir caddenin sakin kalan bir kafesinde, köşede, karşı karşıya oturup kahve ve meyve suyu içerlerken. “Haklısın ama Jungkook’un âşık olacağından değil, huzurlu olacağını anlamasını sağlamaya çalışıyoruz. En azından onun yanında kendisini güvende hissediyor. En önemlisi de bence bu. Ve o da farkında sonuçta. Kim bu devirde kendinden olmayan çocuğu bu denli sahiplenir.” “Nayeon dürüst olmak gerekirse, bunca aydır bu herifin ve ailesinin sessiz kalması hiç normal gelmiyor bana. Bence, en azından içimdeki ses…” dedi Mark, içindeki vesveseli sesi sonunda dışarıya verirken. Ama Nayeon’da bu şeyleri düşünüyor ancak bunu düşündükleri an iş daha da çıkılmaz olduğundan, Mark’ı hemen susturuyordu. “O sesi at kafandan. Bok bok şeyler söyleyip duruyor sana. Ondan sonra başımız hep belaya giriyor.” “Bak bende sevmiyorum o iti tamam mı?” diyerek yüzünü buruşturup, masaya doğru eğildi Mark. “Ama bir kadının, o da bu itin karısı oluyor, çıkıp tesadüf eseri Jungkook’a bunları durduk yere söylemesi de çok saçma ve klişe. Bu aile, hükümet gibi bir aile. Çocuğu bulacağını ve sahipleneceğini söyleyen biri, eski cumhurbaşkanın kızından bahsediyoruz, lisedeki sevgililerime attığım nudeları bile bulabilecek bir kapasiteleri varken, bunca ay bulamamaları çok saçma. Neredeyse altı ay oldu o günün üzerinden. Bence kadın durumu biliyordu ve Jungkook’un aralarına girecek bir tehlike olarak gördü ve şutladı.” “Sus, kafamı karıştırma benim. Böyle olsa bile sence o adamın yaptığı doğru bir şey mi,” diyerek söyleniyor, tırnaklarını masaya geçiriyordu. “Herif arkadaşımızdan iki çocuk yapmış durumda.” Sonra sakinleşmek için derin nefesler alıp yüzünü ekşitti. Asıl amacına odaklanmaya çalıştığından. “Bizim seninle burada buluşma amacımız, ikisine bir randevu ayarlayarak duygusal bir an yaşamalarıydı. O itle olan münasebetinin perde arkasını çözmeye çalışmak değil.” Mark’ın aklına bir belirsizlik düştüğünde bunun sonucunu görmeden rahatça uyuyamıyordu. Bu konuyu daha sonrasında araştırıp öğrenmeye çalışacaktı. “Bu konuyu göz ardı edemeyiz.” Derken aynı hissiyatı paylaşmasını istiyordu. Nayeon’da tıpkı Jungkook gibi aldatılmış ve ihanete uğraşmış hissettiğinden, empati yapamıyordu bu konuda. “Bence o şerefsizin ailesi bu herif daha komada diye ilgilenmedi. Öldü ve saklıyor da olabilirler. Çok pislik bir aile. Oğullarının bir tane görseli yok sosyal mecralarda. Görenlerin tabirleriyle biliyoruz bu durumu.” “Sende araştırmışsın bir hayli belli ki,” dedi keyifli bir sesle Mark. “Eh yani.” Diyerek omuz silkti Nayeon. “Bu kadar kancık davranmasının bir sebebi olduğuna inanmak istedim başta, ne yalan söyleyeyim.” “Biraz da vicdan azabı çekiyor olduğundan olmasın. Malum biz istemezken, Jungkook’u onun yanına tanışması için ilk sen yolladın. Sonra da kanka adam çok iyi. Sana ilk bakışta vuruldu. Çok nazik, saygılı ve bedenini arzulayarak yaklaşmıyor falanda filan diyerek ciyaklayıp durdun.” “Yakışıklıydı ve Jungkook’a hayranlıkla bakıyordu. Saydıklarının hepsini yapıyordu. Etkilemişti. Jungkook’un eski flörtü onu taciz etmeye kalkışınca, bu adam velinimet gibiydi.” Dedi Nayeon, o anları gözlerinin önüne gelirken. “Onu gerçekten seveceğine ve el üstünde tutacağına inandım. Jungkook nasıl inandıysa bende inandım. Gerçekten seviyor gibiydi. Bir an bile gözlerini ayıramıyordu. Her defasında son kez bakıyormuş gibi bakıyordu anlıyor musun? Eğer bu olay anlaşılmasaydı, asla da şüphelenmezdim ikili bir hayatı sürdürüyor olduğunu. Ama şimdi, bakışlarının bile nasıl yalan olduğunu anlıyor insan. Adam resmen güvenimi yıktı. Benim aşka olan inancımın ağzına sıçtı. Siz mallar dışında kimseye inanasım gelmiyor benim.” “Bana hakaret etmeni görmezden geliyorum.” Mark gözlerini devirip, saçlarını dağıttı. “Sadece şunu diyeceğim. Bence bizim buradan baktığımız kadar sığ değil bu olaylar ve ben Jungkook’un bu ülkeden gitmesi taraftarıyım. Şu an tekrardan hamile. Minjun’u kendisinden alacaklar diye aklını kaybederken, bir de doğmamış çocuğunun kaygısını yaşıyor. Doktoru stresten uzak durmasını ve bebeğimin gelişiminin biraz yavaş olduğunu söylemesi bile yetti panik atak geçirmesine. İtiraf ediyorum, ben kaldıramazdım bu durumu.” “Ben de.” Dedi sessizce Nayeon. “Yine de bu hislerimizi Jungkook’a belli etmemeye özen gösterelim olur mu? Zaman her şeyin ilacı. Şu anda Taehyung’un adını bile ağzına anmıyor olması, onu bir çırpıda kalbinden sökebileceği anlamına gelmiyor. Neyse ki Hoseok çok anlayışlı biri. Dilerim evlilikleri gerçek olur. İki yakın arkadaşımın bir arada mutlu olduklarını görmek kadar güzel olamaz hiçbir şey.” “Bence de.” Mark sandalyesine yaslandı ve ses telleri bozulmasın diye içtiği meyve suyundan son birkaç yudumu da aceleyle yuttu. Ardından planlama kısmına geçiş yaptı. “O zaman sen önce Jungkook’un yanına gidiyorsun, sonra ben sizi arayıp single çıkaracağım kesinleşti ve kutlama yapıyoruz diyorum. Sende hemen hazırlanacağını bahane ederek eve geçiyorsun ve bende bunları yemeğe diye kaçırıyorum. Sonrasında da kutlama yemeğindeyken acil işimin çıktığını söyleyerek sıvışıyorum.” “Evet, aynen.” Dedi mesajlaştıkları konuyu yüz yüze birbirlerine onaylatırlarken. “Diğer türlü Jungkook gelmek istemez. Hoseok’da, Jungkook kendisini huzursuz hisseder diye kabul etmezdi.” İkili anlaştıkları gibi birbirlerinden ayrıldılar. Mark onlara güzel bir gece geçirsin diye, araştırdığı şık ve güzel bir restorandan yer ayırttı. Sadece yer ayırtmak için baya para harcamıştı. Geri kalanı da Hoseok hallederdi diye düşündü. Nayeon ise Jungkook’un hafif çıkmış göbeğini düşünerek tasarladığı kıyafetin paketini alarak onu ziyarete gelmişti. Paketi öylece çıkarmadan önce düşe kalka yürüyen Minjun’u kollarına alıp havada uçururken, “Bak teyzen senin için nasıl da tayyare oldu ama,” diyor, “İlerde manita yaptığında ve ben buruştuğumda beni arayıp sormazsan, bak nasıl bozuşacağız seninle,” diyerek, sitemli bir tavır takınıyordu. Hoseok zaten zor bir gebelik dönemi geçiriyor diye kırklı yaşlarında, işinde gayet iyi ve sevecen duran bir bakıcı ayarlamıştı. Jungkook ilk bu duruma karşı çıkınca, bakışlarında annesinin yumuşak ifadelerini görünce kabul etmişti. Bir aydır kendilerine eşlik ediyordu ve Jungkook memnundu bu duruma. Oğlu çok yumuşak başlı biri olduğundan ona gülümseyen ve sıcaklık gösteren herkesi seviyor, minik avuç içlerini yüzlerine dayayarak o zayıf gücüyle buruşturup gülüyordu. Minjun’un uykusunun geldiğini anladıklarında Nayeon onu bırakmak istemiyordu kucağından. Nayeon’un kucağında bir ileri bir geri gitmesinden kendisini beşikte hissetmiş ve tüm gün, yürümeyi öğrendiği için oradan buraya gitmeye çalışmasından çabucak yorulmaya başlamıştı. “Hemen de uyudu,” diyordu Nayeon Jungkook’a bakarken. “Tabi böyle uyuturum ben adamı kucağımda, ruhu bile duymaz.” Jungkook tebessüm etti. Eksikti ama huzurluydu da. “O daha bir yaşında, tuzağına düşmesi için çok erken teyzesi.” Nayeon burun kıvırdı. “Onu moda ikonu yapacağım. Modelim olacak benim. Şunun şu yakışıklığı var ya,” diye konuştukça, Jungkook’un göğsü daralıyordu. Taehyung’un tüm yakışıklı yönlerini almıştı. Bunu inkâr edemezdi. Kötü huylarını almasın yeter ki diye iç geçirdi. “Hadi gel,” dedi Jungkook ve kucağından aldı oğlunu. “Sen mutfağa geç. Sıcak çay vardı, içelim birlikte. Ben onu Bayan Sangsu’ya emanet edip geleceğim.” Başıyla onayladı onu Nayeon. Şimdi kapının girişinde bıraktığı hediyesini alabilir ve ona bir şekilde sunabilirdi. Arkadaşı yanına gelene kadar boş durmamış ve iki sıcak fincanı ortadaki mermer masanın üzerine bırakmış ve oturmuştu. Birkaç gelen mesajlarına cevap verirken, Jungkook yorgunlukla ayaklarını sürüyerek gelmişti. Bebeğini uyutmaya gitmişti ama daha kendisi bebekti yüzünde. Huysuz ve mutsuz bir bebek. Jungkook’un sık sık üzerinde giydiği siyah düz kıyafetlerine atıfta bulunarak, “Kıyafetlerin sana küçük gelmeye başladı sanki,” dedi, düşünür gibi yaparken. Jungkook öylesine karnına baktı. Küçük kızı fark ediliyordu, doktoru gelişimi yavaşlamıştı demişti. Bu durum ödünü kopartıyor, elinden geldiğince yemeye çalışıyor ve ek takviyelerini aksatmıyordu. Onu saklamak istiyordu çevresinden. Fakat doktorunun sözlerinden ötürü de belirginleşmesini istiyordu. “Öyle mi sahiden de” derken elini karnının üzerine bıraktı. Beş aylıktı ve çok sakindi. “Evet evet, bu yüzden de…” dedi Naeyon sevinç dolu bir sesle ayaklarının ucuna bıraktığı hediyesini poşetiyle ortaya çıkarıp elinde sallandırdı. “Sana bunu tasarladım. Umarım beğenirsin.” Jungkook onun bu hevesli yüzünü incitmemek adına, gerek yok dese de uzun zamandır bu tarz hoş sürprizlere maruz kalmadığından, heyecanlı gözükmeye çalışarak hediyesini poşetinden çıkarıp kutusunu açtı. Ancak gözleri doldu dolacaktı. Sesinin titreyişlerinin fark edilmemesi için dudaklarını kıpırdattı sadece. “Çok hoşmuş,” diyerek kıyafetin dokusuna dokundu. Üç parçaydı. Mor ve mavi renkte baskıları vardı. Gömleğin mor tonları, kot pantolonun mor ve mavi uyumuyla hoş duruyordu. Ancak en önemli numarasını Nayeon, üzerine geçirmesini istediği kot ceket için yapmıştı. Pantolonuyla uyumlu tonlardaydı ve yaka kısımlarına mor çiçekler dikmişti. Bunların el emeği olmaları çok daha güzel olmasını sağlıyordu. Uzun zamandır bu canlı renkleri elinin izinde görmemişti. Değişik gelmişti. Ama bundan çok daha fazlasıydı hissettikleri. “Bir de üzerinde görelim bakalım.” “Şu anda mı?” “Beni kıracak mısın Jungkookie?” Jungkook bunu istemiyordu. Bu Nayeon’un üzerine titreyen ve emek sarfettiği her şey için büyük bir haksızlık olurdu. Özellikle bu kadar hevesli bir biçimde kendisine bakıyorken. Pes etti bu nedenle. “Sen o gözlerini sevimlice büzdüğün için yapamayacağım. Giyinip gelirim,” dedi. Diyemedi de bu Taehyung’un en sevdiği renkti, o rengi kendi rengim yaptım, şimdi ise benim bakmaktan çekindiğim bir renk haline geldi diye. Deseydi Nayeon’un bunca zahmetle uğraştığı emeğinin kursağında kalacağını ve üzüleceğini biliyordu. Bundan dolayı cevabı olmayan cümlelerini dudaklarının iki büklüm çıkardığı zoraki tebessümünün ardına saklıyordu. Bunca zamandır daima yanında olmaya çalışan arkadaşını incitmemek için ayak uydurmayı seçmişti. Bundan daha fazlasını yapamıyordu da. Akışa bırakmıştı. Düşüncelerinin yoğunluğunu gizlemeye başlamıştı. Bilmiyordu da arkadaşlarının o ne yaparsa yapsın anlıyor olduklarını. Ve Naeyon’un istediği gibi ilerledi olan şeyler. Jungkook üzerindeki kıyafetlerle indiğinde, o beklenen telefon gelmiş, emrivakiler yapılmış ve Jungkook, Nayeon’un evine gidip hazırlanacağını söylerken; “Eğer bu akşam yemeğe şu şekilde gelmezsen sana küserim,” diyerek tavır koymuş ve Jungkook’u zan altında bırakmıştı. “Eskisi gibi olalım. Ben cıvıl cıvıl olan seni çok özledim.” Mahcubiyet duygusunun esiriydi. Oğlunun uyanmasını beklerken Hoseok gelmişti. Kapıyı o açmıştı. Ve Hoseok’un oracıkta nefesi kesilmişti. Yanakları kızarmış, ne diyeceğini bilememişti. “Çok güzelsin,” demişti mırıldar gibi. Jungkook’da bu garipliğin altında ezilirken teşekkür etmiş ve gününün nasıl geçtiğini sormayı ihmal etmemişti. Vefa borcu vardı ve Hoseok çabalıyordu. Bunu görüyor, bunun yüzünden kendisine yapıyor olduğu iyilik altında eziliyordu ya. “İstersen duş alıp hazırlan... Mark ne zaman geleceksiniz diye onlarca mesaj atıyordu bana. Çok mutlu oldum onun adına, sanırım o da bizimle bu heyecanını paylaşamıyor diye deliriyor.” Dedi gülücük dolu bir tavırla. Arkadaşlarının mutlu olmasını istiyordu. Her biri harika insanlardı onun için. “Ya…” dedi Hoseok kıskanır bir sesle. “Bana da yol boyunca küfürlü ses kayıtları atıyordu bir an önce gelmem için.” Jungkook kaşlarını çatıp istemsizce dudaklarını büzdü. “Bana artık bunu yapmıyor,” dedi. Hoseok bunu bir pot kırma olarak algılayarak, “Ben uyarırım, sana da öyle atar,” dedi ve sonra ne dediğini farkına vararak. “Saçmaladım ben iyice. Hazırlanıp, Minjun’a veda öpücüğü verip geleceğim.” Jungkook onu sessizce onayladı ve salona geçti. O sırada aklın ona oyunlar oynuyor, Taehyung ile olan güzel anılarına aklına getirttiriyor ve nefretle kalbini yumruklamak istiyordu. “Sevme artık onu.” Diye kızıyordu. “Seni hiç sevmemiş birini sevecek kadar gurursuz olmayı bırak artık.” Gözlerini sıkıca kapatıp parmağına bakıyor, görmekten mutlu olduğu o yüzüğünden sonra Hoseok ile olan yüzüğüne bakıyor, yüzü ağlamak için buruşuyordu. “Senin tek gerçeğin bu artık. Daha fazla bunu yapma. Çevrendeki insanları da kendinle acı çektirmeyi bırak artık.” Bununla kendisiyle olan duygularının sahibine olan kızgınlığı büyürken, “Şu anda iyi mi?” diye sessizce soruyordu. “İyi olsaydı görmeye gelirdi oğlunu… istememesi daha iyi.” Dedi acı acı. Taehyung’un kendisine gelmemesi ve gelecek olması da aynı acıyı verecekti. Bu araf duygusunu tükürmek istiyordu. Bazen dayanamayacak gibi oluyordu da. Bir vicdan meselesiydi ki, onu acısıyla körleştiriyordu. Taehyung’un durumu da çok farklı değildi o sırada. Ailesinin yeni iş ortaklarıyla olacak olan toplantısına, o ve eşi katılacaktı. Bundan hiç hoşlanmadı. Bir arayıştaydı. Ancak cevap gözünün önündeymiş de o göremiyormuş gibi bir kasvetin içindeyken, Eun’un restorana girerken elini tutmasına ses etmedi. Onun elini kendisinden çekerek utandırmak istemedi. “Sana siyah renk takım elbise yakışıyor sevgilim,” diyorken, hımlıyordu sadece. “Taehyung, haftaya anılarını hatırlaman için beraber Fransa’ya gideceğiz ya…” dedi, Taehyung’un gözlerine bakması için elini sıkarken. Adımlarını onunla uyduruyor ve girişteki görevlilerin yan yanayken ne kadar iyi göründüklerine dair gözlerine bakarken mutlu oluyordu. Bu nedenle cilveyle, “Tekrardan balayı yapma fikri bence de çok cazip değil mi? Annenin bizim için hazırlatıyor olduğu sürprizleri merak ediyorum açıkçası,” diyordu. Taehyung sertçe yutkundu. Bakışlarını ona çevirdi hızlıca. “Daha tam iyileşemedim. Uzun süreli bir uçuş seyahatinin bana iyi geleceğini düşünmüyorum. Belki bu planı daha sonrasına ertelemek daha mantıklı. Eğer benim ve sağlığım daha önemli değilse senin için?” dedi kurnazlıkla. Böyle yaparak bu durumu erteleyebileceğini düşünüyordu. Eun bu sorunun maksadını hızlıca anlamıştı. “Sorun değil, erteleriz,” dedi. “Ben gözümde senin için olan önemimi göremiyorum bile. İptal edeceğimiz bir planımızın olması inan canımı hiç yakmaz.” “Eun, bak, özür dilerim. Ama elimde olan bir şey değil. Fakat anlayışlı ol, rica ediyorum. Eskisi gibi olacağım.” “Olma Taehyung,” dedi Eun bu duruma karşı çıktı sessizce. Yüzünün asıldığını belli etmemeye çalışarak paltosunu kendisinden isteyen görevliye uzattı nazikçe. Sonrasında Taehyung’un yanağına uzanıp öptü yavaşça. “Beni yeniden sev. Her ne olursa olsun seveceğini söylediğin sözlerine sadık ol. Bu bana yeter.” Bu taklide düşülmüş kırgın ses yüzünden kafası karışarak bakmıştı ona Taehyug. Kendisine geldiği günden beri daima yanındaydı bu kadın. Tek başına uyumak istediğini söylediğinde bile anlayışlı ve üzgün olduğu belli etmemeye çalışacak kadar da sabırlı. Ona haksızlık ediyorum bunu yaparak, diyerek kendisine kızdığında, Eun’un parmaklarına parmaklarını geçirmesine sadece nazik bir tebessümle karşılık verdi. “Sana böyle bir söz verdiysem, bu sözümü tutacağım.” Eun’un kalbi hızlıca çarptı. Uzun zamandan sonra ilk kez ılımlı bir yanıt almıştı. Yüzünde gülücükler eksilmiyor ve yanındaki erkeğinden gurur duyarak özel lobiye doğru ilerliyordu. Tıpkı Hoseok ve Jungkook’un diğer kapıdan girerek odaları karıştırması, bu durumdan dolayı aptallıklarına gülümsemesi gibi. Bu karışıklığın suçu Jungkook’un dalgınlığıydı ama Hoseok bu durumu üzerine aldı ve kendi dikkatsizliği olduğu söyledi. “Benim hatalarımı üstlenmene gerek yok her defasında,” dedi Jungkook, tüm olanlara atıfta bulunurken. “Yaptığın her şeyi bir hata olarak görmeyi bırakırsan, aslında sana güzel yollara giden bir kestirme olduğumu da anlarsın Jungkook. Çünkü yolun sonunda seni bekleyen ben olmak istiyorum.” Hoseok bir anda duygularını gizlediği yerden masumca çıkartırken, Jungkook’un gerilen sırtı ve ondan öncesinde sancıyan karnıyla duraksadı. Hoseok hemen sözlerinden pişman olarak onunla duraksayıp ondan tarafa döndü. “Üzgünüm, birdenbire böyle şeyler söyleyerek canını sıkmamalıydım.” “Ondan değil,” dedi hızlanan nefeslerini geçiştirmeye çalışırken Jungkook. Karnını ovuşturdu. “Sancı girdi şurama,” diyerek ağrıyan yerde duraksadı eli. Hoseok’da refleksle elinin olduğu yere koydu elini. “Hastaneye gidelim ister misin?” Hoseok onu rahatlatacak bir şeyler söylemeye çalıştı. “Bence benim tatlı sözlerimden babasından ziyade o etkileniyor, ne dersin?” dedi ve kızım demeye ödü koptu. Jungkook ona bunu söylediği günden beri sahipleniyordu. Jungkook’dan çekinmese sevecekti ancak ne tepki vereceğini bilemediğinden yapamıyordu bunu. Jungkook iç çekerek gülümsedi. “Senin bu yönünle ilk kez karşılaşıyorum Hoseok ve bu biraz,” dediğinde, Hoseok hemencecik gülümsedi. Bu onun her şey yolunda demenin en güzel görseliydi. “Etkileyici, kabul et.” “Belki,” dedi sadece. İçinden demişti nasıl olsa. Eğer Taehyung’a âşık olmamış ve onu hiç sevmemiş olsaydım, inan bana ben seni severdim. Sen bir insanın aradığı yegâne şeysin. Huzursun. “İyisin şimdi değil mi?” “Evet evet,” dedi ve kasılan belini iyice doğrulttu. “Sen yine de koluma gir Jungkook. Pek güvenemedim bu hallerin yüzünden sana,” dedi ve kolunu uzattı, kolunu oraya geçirmesi için. Jungkook art niyetsiz bir şekilde koluna yaslandı dayanak bulmuş gibi. Teşekkür etti. Ancak hayatın ona sunduğu teşekkür, hiç de umduğu gibi değildi. Kol kola yürüdüklerinde karşılarından kendilerine doğru gelen uyumlu bir çift, Jungkook’un kendi üzerindeki canlı alaca renklerin en ukde tonlarındandı. Sanki gerçeği oydu ve sahtesi olarak kalan, üzerine giydirmeye çalıştığı mutluluklarının sembolü. Çünkü kendisine doğru gelen bu adam, aylardır görmediği adamdı. Kalbi o kadar hızlı atmaya başladı ki, sadece onu gördü utanmazca. Gözlerinin bir sözü yoktu. Her bir hücresi özlem doluydu. Kollarındaki baskı onun dayanağı olmasaydı, düşecekti. Dizlerinin üzerine. Tıpkı Taehyung’un hayatını öylesine mahvederek süründüğü gibi yen içinde kalmışçasına kahrolabilirdi. O acabalarca yamaladığı dili şimdi, yanıyordu ve nefes alamıyormuş gibi nefes nefese kalıyordu. Lakin bu değilmiş en çok canını yakan. Ömründen ömrünü vermeyi bile dilediği bu adamın, gözleri gözlerine değdiği anda bir kenar süsü gibi itelenmesiymiş. O nasıl bir bakıştı ki, sanki ilk gördüğünden daha yabancı ve soğuktu. İnsanın ruhunun derinliklerini yanan bir kibritin alevi gibiydi bu yanmalar, çünkü Jungkook ağlıyordu. Taehyung’u aylar sonra ilk kez görüyordu. Ama o kendisini görmüyordu. Bunun için ne hissetmeliydi? Değersizlik mi? Hiçlik mi? Büyük bir ihanetin arta kalanı mı? hepsi çokça vardı ve nemli gözlerine bakan gözler, arayıştayken. Taehyung karşında kendisine öylesine derin bakan adamın bakışlarıyla şaşkınlığını yaşadı. Neden kendisine bu kadar kırgın bakıyordu. Sanki canını yakıyormuş gibi. Gözlerini kaçırdı. Kaldıramadı o ağırlığı. Eun’un da aynı kişiye baktığını gördü. Ama korkarak. Taehyung ise şöyle sordu. “O tanıdığımız biri mi?” Ama Eun ona sadece hafifçe döndü. “O senin asla tanımak istemeyeceğin biri,” dedi ve kendisini sıktı. “Seni, kendisiyle beni aldatmanı isteyecek kadar ahlaksız biriydi.” Bölümün sonu. Kurgu için düşüncelerinizi alabilir miyim? Diğer bölüm son ilahi bölümler olacak. Yeteri kadar durumlara ve karakterlere, olaylara hakim oldunuz diye düşünüyorum. Diğer bölüm fena :) |
0% |