Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. Bölüm

@nicotesy

Selammm ballarım, uzun bir bölümle geldim. Şu yazıyı wordden yazıp wpye atıp sonra telefondan yapıştırıp tüm paragrafları ayırmaya çalışmak, bölümü yazmaktan daha zor yemin ederim ağğğğ

Neyse neyse, lütfen biraz verdiğim emeğe saygı gösterip yorum yapar mısınız, işe giderken okumak istiyorum ve motive olmak istiyorum 🥺🤭

İyi okumalar :)

...

"Sana ilk kez git dediğimde ve sen gittiğinde kalbimin nasıl lime lime olduğunu hatırlıyorum. İlk zamanlar kolaydı. Gün geçtikçe yokluğun ağırlaştı. Boşluk büyüdü. Sen gelmedin."

...

Bölüm 10: Belki bir gün özlersin, başka adamlarla başka şekillerde.

Bir yalan furyasıydı var ettiği, şimdi etten kemiğe dönüşen bu intikam, hayatın tam olarak kader diye vurguluyordu kendisini. Kim Taehyung, karısının ona söylüyor olduğu sözlerin sahibine doğru uzatırken bakışları çok kararsızdı. Saniyelik bir iç gıcırdaması yaşadı. O gözler nasıl olurda bir an için kalbini çarptırdı, halbuki karısının kendisine bakan gözlerinde işlemeler vardı. Fakat genç adamın dupduru duran bakışlarındaki yangın, içinin soğuk yankılarına birer ateş paresi olarak düşüyordu.

Bakamadı gencin gözlerine. Sır gibi sakınarak çekindi.

"Gidelim öyleyse," dedi garip bir sesle. Kalmayı, geçmişinde olan ama hatırlayamadı lakin hislerine his katandan vazgeçemeyerek kaçmaya çalıştı. Kadın memnundu bu durumdan. "Hay hay, gidelim, yeterince geç kaldık. Misafirler bizi bekliyor olmalı."

Taehyung, en sevdiğine sırtını dönerek sola doğru dönerken dikkati halen oradaydı. Yanındaki kızıl saçlı genç adamın pek de hoş olmayan bakışları da dikkatinden kaçmış değildi. Sinirli ve şaşkındı. Ama o gözleri ışıl ışıl olup yaşlı gözlerle bakanın hali neydi öyle? Nasıl da mahvetmişti kendisini. Onun kim olduğunu şimdi daha çok merak ediyor, can borcu varmışçasına sızlattığı yürekteki kişiyi daha çok anlamak istiyordu. Bunu karısına soramazdı. Hiç hoş olmayan bir cevap almıştı zaten. Bunu yaparak saç teli kadar bağda duran ilişkilerini koparmasına sebep olurdu bu.

Eun ise güçlü ve umursamaz gözükerek Taehyung'un ellerine sıkıca ellerini kenetlerken, yüreğindeki korku halen bir yumru gibi atmaya devam ediyordu. Bir an olsun şu çocuğu hatırlayacak diye ödü kopmuş, telaştan dili uyuşmuştu. Şu anlık iyi dursa da içinden, hatırlamadı, diyordu. O kadar seviyorum diye ağladığı adamın gözlerinin içine baksa bile hatırlamadı. Demek ki bu geçici değil, kalıcıydı. O zaman Taehyung ile ilk yıllarımıza dönebilir, onu yeniden öpebilirim. Bana sarılabilir ve gerçekten de mutlu olabiliriz.

Taehyung misafirlerle naçizane bir sohbete giriştiğinde ancak derin bir oh çekti. Her şey yolundaydı onun için. Ama değildi ve bir daha da olmayacaktı.

Jungkook için ise her şey muntazam bir ıstırap silsilesiydi.

O kadar yılmıştı ki. İçinde bir az olsun, kendisini gerçekten seviyor olduğuna dair inandırdığı düşleri de oracıkta ölmüştü. Kaybettiğinden ağlamıyordu. Yüzleştiği hayal kırıklığının boşluğuna döküyordu bunca yaşını.

Hoseok, "Jungkook, gidelim buradan. Mark'a ben durumu açıklarım. Eminim anlayışla karşılar bu durumu. Senin için endişeliyim. Lütfen donup kaldın, yüzüme bak. Beni gör," dedi acı acı. Kıyamadığı çehresini avuçladı. Jungkook'un buz kesmiş teninden dökülen sıcak yaşlar avuçlarına dökülüyordu. Bunlar Hoseok için kirden ibaretti. Çünkü o adam için ağlıyordu. "Değmediğini gördün. Canını bu adam için yakmaman gerektiğini sende gördün. Ama bu iyi bir şey aslında. Ne seni ne de çocuğunu umursuyor. Minjun'u ve kızını kaybetmekten korkuyordun. Fakat o zaten karısıyla çoktan mutlu mesut yaşamaya devam ediyor."

"Bana bir yabancı gibi baktı," dedi Jungkook fısıldayarak. Daha çok kendisiyle konuşur gibi. "Sanki gözlerime uzun uzun bakan o olmamış gibi, öylece baktı bana. Yokmuşum gibi. Benim burada yüreğim ezildi. Beni benden etti ama sadece gitti. Eşiyle. Gerçek olan eşiyle."

Sonra acıyla buruşmuş yüzünü Hoseok'a doğru çevirdi. Elleri titriyordu ve Hoseok'un onun nazikçe yüzüne doğru uzanmış kollarına doğru ellerini yasladı. Bedeninin sağ olduğunu hissetmeye çalışıyordu sadece. "Ben, ben bunu hak edecek ne yaptım Hoseok, sen söyle? Ben dayanamıyorum. Bedenim ve ruhum bu acıya daha fazla katlanamıyor. İçimdeki bu acıyı bastırmaktan çok yoruldum. Onu sevmek ve onu nefretimle bir öldürmeye çalışmaktan çok yoruldum. Yalvarırım bir şeyler yap. Bende mutlu olmak istiyorum. Her şeyi yok saymak ve yoluma öylece devam etmeyi, tıpkı onun gibi. Hiçbir yara almamış gibi birinin elini tutabilmeyi, ayaklarımın üzerinde öylece durabilmeyi istiyorum."

"Dimdik duracaksın Jungkook. Sen zaten benim tanıdığım en güçlü insansın," dedi ısıtan sözlerini Jungkook en içten haliyle duysun diye çabalarken. "Belki de artık sende, onun seni gerisinde bıraktığın gibi bırakmalısın. İlk önce onun yüzünden ağlamayı bırakmalısın. Onun canını mı yakmak istiyorsun, tamam o zaman. Ona ne kadar mutlu olduğunu göster. Görmüyorsa bile görüyormuş gibi yap. Senin kalbini kırdı ancak bunun artık bilmesine gerek yok. Anlıyorsun beni değil mi? Senden ve senin parçandan daha önemli olamaz bir kimse. Olmamalı da."

Buna tutunmak istiyordu. Bunu kendine ispat etmek istiyordu. Usulca göz yaşlarını sildi kendisini geriye çekerken. "Haklısın Hoseok," dedi çatlak sesiyle. "Artık onun benim için bir hiç kimse olduğunu kabul etmeliyim."

"Aynen öyle, aynen öyle bir tanem."

"İyi ki varsın," diyerek sarıldı ona sıkıca. Bununla Hoseok'un kalbini ne kadar ısıttığından, kahrolmasına rağmen ona teselli oldu diye mutlu oluşundan bir haberdi Jungkook. "Sen benim halen birine güven duyma sebebimsin. Beni yıkma. Bencilliğimden de olsa, beni incitme olur mu? Sana çok ihtiyacım var. Yanımda olmana."

Jungkook çok tehlikeli suların derinliğinde rahatça nefes alıyordu oysaki. Bilmez miydi, insan yüreği dilinden daha keskin bencilliklerle donatılmıştır. Çıkmaz sokakların sonunu getiren de bu benlik duygularıdır. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktır mesele ve Jungkook, Hoseok'un aşkında dinlenirken, ona artık dostum diye seslenmiyor olmasının da acısını çekecekti. Çünkü dil evrenin yeminli tutsağıdır ve o evren, ona bunun bedelini yaşatmak için daima hazırdadır.

Onun dostane kucaklanmasının ardından ufak bir bakışma yaşadılar. "Mark'a daha fazla ayıp olmasın," diyerek öne atıldığında, Hoseok kararsız gözlerle baksa da kabul etti. "Koluma tutunmaya devam ederek yürü yine de" dedi ve Jungkook buna itiraz etmedi.

Mark onların gelmesini bekledi ve geldiklerinde Jungkook'un şişmiş gözlerine büyük bir tepki vermedi. Hoseok hemen durumu anlayarak arkadaşına kaş göz yaparak bu durumu irdelememesi gerektiğini belli etmişti zaten. Kurulu masada Jungkook'tan ötürü alkol almadı. Hoseok ise zaten araç kullanacağı için bunu istemedi. Mark ise siparişlerini vermelerini tuvalete gideceğini söyleyerek oradan sıvışırken, "Ben gidiyorum, baş başa kalmanın ve iyi yemeklerin tadına bak dostum. Jungkook sorarsa acil şirkete gitmesi gerektiğini söylersin. Bilirsin sen işini hadi, seviyorum seni göt herif :)" diyerek mesaj attı.

Hoseok iç çekerek mesaja görüldü attı. Ve sonrasında karşısındaki beyaz tenli, iri gözlerinin kızarıklığı ile kollarının arasında durmadan saklamak istediği oğlanın haline. Ne olursa olsun Jungkook her daim çok güzel ve ılımlıydı. Bu olgu asla değişmeyecekti onun için.

Ve durumu izah etti. Dürüstlük önceliği olduğundan böyle yapmıştı. Jungkook ise üzülmüş, belli etmemişti. Arkadaşlarının onlar için bu kadar çabalarken bunu kötü bir anı olarak sonlandırmak istemedi. Yine de... içi rahat değildi. Şu anda Taehyung ile aynı yerde bu kadar uzaktaymış gibi hissettiren hayatların parçalarıyken, şimdi başka başka insanlarla kurmaya çalıştığı bağdan ötürü midesi bulanıyor yine de iyiyim ben demeye çalışıyordu.

Hazmedemiyordu. Ama zorunda hissediyordu. Halbuki hayatta diye sevindiğini kendisine itiraf edemeden o bakışlardan üşüttüğü yüreğinin ölüsünün cenazesinin kalkmasını bekliyordu. Eli karnında gezinirken, aklını Minjun ile dolduruyordu.

Ne seni ne de beni sevdi oğlum, ama üzülme. Benim sevgim hepinize yetecek dedi içinden.

Oysa Hoseok ile okula ilk geldiğinde, kütüphanede çalan korkunç telefon sesi yüzünden tanıştıklarını anlatıyorlardı birbirlerine. Sesten dolayı telaşlanıp, telefonunu kapatmaya çalışırken masasının üzerinde duran kahvesini hemen yanındaki sandalyede oturuyorken kendi notlarının üzerine dökülmesini. Özür dilemesini ve telafi etmeye çalışmasını. Daha birinci sınıf olduğundan kendinden üst sınıfta olan Hoseok'tan çekindiğini ve kibarlığından bir yemek ısmarlamasını kabule edişini, ondan sonrasında hep hayatında olmasını.
Nayeon ve Eunwoo'nun bahçede tartışmasıyla ayırmaya çalıştıklarında aydırdıklarında tanışmalarını, Mark ile ise okul çıkışında kavga ederken tanıştıklarından.

Jungkook bunları düşünürken Hoseok'un yüzüne uzunca baktı. O hep yanındaydı. Her güzel ve tatlı anlarında. Hiç kalbini kırmamıştı. Hep güzel sözlerle utandırmış, flört edeceği her insanı araştırarak kendisini uyarmıştı. Taehyung içinde yatmıştı. Ama gerekçesi yoktu diğerleri gibi. Sadece hoşlanmadım ondan ama senin düşüncelerin daha önemli, diyerek rest de vermemişti kendisine. Sınırlarının dışındaydı. Belki daha açık yaklaşsaydı, burada oturarak yüzüne sahtekâr gülümsemesi yerine en hakikatli olanı sunabilecekti. Doğru insanı sevmiş ve doğru bir insanın duygularına karşılık vermiş olacaktı.

Ve doğru bir karar vermeye çalıştı. Daha ne kadar ona dostluk adına bu denli yakın durmaya devam edebilirdi. Bu adam gözlerinin içine kıyamayarak bakıyorken. Bir anlıktı. Pekâlâ, altında Taehyung'un kendisini sevmediğini düşünerek yaptığı bir cezalandırma vardı. Bununla ışık bulduğu Hoseok'un gözlerine bakarken dürüst davrandı. Yalanı sevmezdi, lakin o da bilmiyordu bundan sonrasında yalanlar yamalı kalacaktı dilinde.

"Hoseok bu olayın üzerine sana söyleyeceğim şeylerden dolayı yanlış anlama." Diye başladığında, Hoseok korktu bu buz gibi keskin duran sesten. "Biliyorum, bana karşı olan duygularını. Bunu bana itiraf ettikten sonra görebildim ya zaten. Duyguların için bir şey diyemem. Ama sana uzun uzun haksızlık edemem. Benim için çok şey yaptın. Bunun için sana yüzlerce teşekkür ederim. Zordur, sevdiğin insanın karşındayken bir başkasını sevdiğini hissetmek. Bu duygular bende aniden ölmeyecek, bunu da biliyorum. Fakat bunu uzun süre sakladıkça içimde, hiç geçmeyeceğini de biliyorum. Ben biraz," dedi ve durdu Jungkook. Nasıl diyeceğini tartıp biçiyordu kafasında.

"Ben denemek istiyorum. Diğer insanlar gibi olmaz. Ben bu haldeyken," diyerek halini gösterdi. Ama Hoseok katiyen ona itiraz etti. "O halin dediğin, seni sen yapan güzelliğin ve sen dedin," dedi, parmaklarını sıkıp bıraktı. "O artık benim kızım. Benden olup olmaması umurumda değil. Minjun'u nasıl seviyorsam, onun bana baba demesi nasıl yüreğimi büyük bir mutlulukla sıkıp bırakıyorsa, aynısı daha doğmamış ancak çoktan sahiplendiğim bebeğin içinde geçerli Jungkook."

Jungkook'un yüzündeki buruk tebessüm açıklıyordu zaten her şeyi.
"Ben kendim dedim sana yara bandı olacağım diye. Eğer sana birazcık bile iyi geleceksem, ne yaşandığı ve nelerin yaşanacağı umurumda değil."
Jungkook yumduğu gözlerini nemlenmiş bir şekilde açtı. "Keşke seni sevseymişim. Keşke en başında benim yanımda olan sen olsaymışsın Hoseok," dedi ve yuttu nefesini. "Biliyorum ki ben senin yanında asla göz yaşı dökmezdim."

Hoseok dayanamayarak ayağa kalktı. Jungkook'a doğru gitti. Bu sözleri duymak bile onunla güzel olacağına inandığı geleceğinin gerçeğe dönüşeceğine dair umudunu artırmıştı.

"Sana sarılmama izin ver," dedi. Jungkook oturduğu sandalyeden yavaşça kalkıp ona sarılırken başını omuzuna yasladı. Kendini sıktığı yaşlarını döktü. Çünkü bu haldeyken bile Taehyung'u düşündüğü için iğrendi kendisinden.

Çünkü Taehyung'un ona ilk sarılması aklına geldi.

Ona demişti ki; "Jungkook, bana öyle bir sarıl ki... aynı kokalım."

Şimdi onun değil, Hoseok'un kokusuna sarılıyordu ve Taehyung'a rağmen bu ilişkiyi yüreğinde devam ettirmeye çalışmaktan dolayı kendisinden de nefret ediyordu.
Bunu daha fazla kendisine yapamadı. Kendisini yine ilk geriye çeken o oldu.

"Gidelim mi artık, ben oğlumu özledim," dedi. Hoseok'da, "Bende özledim," diyerek elinden tuttu bu sefer izinsiz. Jungkook ses etmedi buna. Hoseok ise saklayamadı yüzündeki mutluluğu. Utanmasa ıslık çalacaktı ve herkese yankılanarak duyuracaktı aşkını. Yıllardır hayalini kurduğumdayım. Belki bir gün olur diye dilediklerimin olurundayım.

Eve vardıklarında Hoseok ona nazikçe iyi geceler demiş ve sadece tüm duygularını karşılayarak sarılan o kollara atılmamak için zor tutmuştu kendisini. Jungkook ise derince alıp verdiği nefeslerinin arasında boğularak merdivenlerden çıkmış ve kasıklarında biriken acıyı görmezden gelmişti. Üzüntüden diyerek. Çünkü doktoru bu tip sancılarının olacağını ve istirahat emesini önermişti.

Onun dinlendiği tek yer oğlunun yanıydı. Artık hep onunla olacağını sandığı oğlunun yanı. Yine de...

Jungkook o gece hiç uyuyamadı. Alıştığı gün doğumunu görene kadar açık penceresinden dışarıyı izledi. Hayvanların uyanışını, doğanın açışını, insanların varlığını gösteren araç seslerini. Her biri canlıydı. Ancak kendisi değildi. Bu kaçıncı geçiriyor olduğu uykusuz zamanlarıydı. Ve böyle daha ne fazla giderdi ki... daha ne kadar... diye sorguladı durdu kendisini. En son oğlunu kendi yatağına aldı ve o yumuşak ellerini gözlerinin üzerine bırakarak öylece uykuya daldı.

O uykuya daldığı vakit Taehyung tek başına uyuduğu koltuktan sıçrayarak uyandı. Kâbus görmüştü ama tam olarak ne olduğunu seçemiyordu. Kaza anını yaşıyordu yeniden. Ancak bundan daha acı veren şey, aradığı şeydi. Yoktu ama vardı da. Sanki bulamazsa zaten ölecekmiş gibi canını yakıyordu bu durum. Soğuk terleri bedenini sararken, odanın içi yeni aydınlanmış ve güneş daha odanın tümüne ulaşmış değildi.

Karısı çok rahat bir biçimde yataklarında uyuyordu. Bu yüzden sessizce yerinden kalkıp duşa girdi. Bedenini bu sancıdan arındırırken, uyurken bile aklına düşen o adamı düşünmüştü. Jungkook'u. Adını bilseydi onu araştıracaktı. Dikkatli baktığında yanındaki kişiyle de bir bağı olduğu belli olan birinin, niçin kendisini karısının tabiriyle ahlaksız bir biçimde yanına çekmeye çalışıyor olsun ki?

Bu konuda içi hiç rahat değildi. Bir şeyler saklanıyordu kendisinden. Hissetmişti. Buna sadece karısının tavırları değil, ailesinin tavırları da etkiliydi. Telefonuna ihtiyacı vardı. Ve o adam işini yapıp bir an önce getirse iyi olurdu. Tahammülü kalmış hissetmiyordu ve kendini boğan his kadar boğmak istiyordu.

Rüyasından ve günün getirisi olan stresinden arınmak adına banyoya girmiş ve üzerindeki terden nemlenmiş kıyafetlerini çıkarmıştı bir çırpıda.

Duş bataryasına uzanırken doğru kavrayamadığını fark etti. Kaşları çatıldı. Ellerine baktı birkaç saniye. Neler oluyordu böyle? Eline uzunca baktığında bir yabancılığı ve odaklanamama sorunu yaşar gibi şaşırdı. Fakat bu durum hemen geçmiş, odaklanamadığına yormuştu bu durumu. Ardından kendisini suya teslim etti. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı.

"İçimi delen bu duygunun sebebini hatırlamak istiyorum artık."

Bu sıkıntılı zaman içinde sanki geçen akşam o olay yaşanmamış gibi olmuştu.

Taehyung eline geçirdiği eski telefonundan işler hakkında pek bir şeyde bulamamıştı. Buna sürekli olarak tatil kaçamağı yaptığım söyleyen ailesinin buna dair ne banka kayıtlarını ne de tatiller ile ilgili epostalarına düşmüş reklamları. Bomboş telefonundan bulabildiği tek şey bundan iki hafta önce kendisine yeni iletilmiş olan mesajdı.

Diğerlerinden farklıydı. Geçmiş olsun dileklerinden çok farklı. Çünkü diğer şirket sahiplerinin adları açıklama kısmında belirtilirken bunda herhangi bir açıklama yoktu. Ve telefonu kendisine yeni ulaşmışken mesaj iki hafta öncesine ait iletilmiş duruyordu. Bu da daha öncesinde eline ulaşılmadan açıldığının bir göstergesiydi. Taehyung kimseye güvenmemesi gerektiğini bir kez daha anlamıştı bununla.

"Bay Kim, sizin için çok endişeliyim. Yaşananlara engel olamadım. İşimi yapamadım. Ama sizin içiniz rahat olsun, takipte kalmaya devam edeceğim bu durumu. Sizi ve yaşadıklarınızı anlıyorum."

Taehyung bu Park Jimin adında kayıtlı olan kişiyi anımsamadığından, şirketteki odasındaki bilgisayarından çalışanların kaydı bulunan listeye baktı. İşimi yapamadım dediğinden bu şekilde yaklaşmıştı olaya.

Üstlendiği görevler dışında nasıl bir görev yaptığını anlayabilmek için bu yola başvurduğunda, şu anda öyle bir çalışanın olmadığını ancak bundan üç sene öncesinde işten çıkışının verildiğini gördü.

Bu işe şu andaki asistanını karıştırmadan ve olayları da öğrenmek adına, "Bugün saat on birde şirkette, ofisim de ol," diyerek bir mesaj attığında, kişiliği gereği çalışanı olmamasına rağmen bir buyruk cümlesi barındırmış ve herhangi bir yanıt da alamamıştı kendisinden.

Yine de eşinin kardeşleriyle devri mülkü gerçekleşecek olan yeni iş için bir toplantı yapmak durumunda kaldıklarında, eşinin ailesinin yapmacık sevecenliğini göz ardı ediyor, durumu bozuntuya vermeyerek kafasına yatmayan fiyatı onaylamayı reddediyordu. Bunun için küçük bir gerginlik çıkacakken, kendisine iş konusunda mali durumları analiz ederek aktaran karısının sakinleşmesi gerektiğini ima eden bacağına dokunma işaretini de pek önemsemiş değildi. Aksine daha da bilenerek bu durumu bir diğer toplantı gününe aktarmıştı. Açıkçası eşinin ailesinin kendi temiz paralarını, kirli işlerinde kullanma adına fazladan talep ederek kendi aile şirketlerini zarara uğratmaya çalıştıklarını düşünüyordu. Bu konuyu babasına açacaktı en yakın sürede. Kendisi değilse bile babasının bu konuya müsamaha göstermeyeceğine emindi.

Toplantısından sonra odasına geçmeden Eun'un kardeşleriyle bir odada kaldığını görünce şaşırmamış, kapısının yanındaki masada duran orta yaşlarında sekreter kadına yönelerek durmuştu. "On bir gibi biri gelecek. İsmini kayıt alma. Özel misafirim. O geldiğinde kimse bizi rahatsız etmesin ve ayrıca bana filtresiz bir kahve getir," diyerek hem istek de hem de uyarı da bulunduğunda, kadın hemen onaylayarak fırlamak zorunda kaldı yerinden. İçinden bir iç çekti. Öncesinde en azından tebessüm ederdi fakat şimdi de o da yok. İnsanların ciddi kazalar sonucu değiştikleri doğruymuş demek ki, diyordu içinden.

Taehyung önünde bitmekte olan kahvesinden sonra kolundaki saatini kontrol ederken bir diğer muhasebecileri ile olacak olan toplantısına sadece on dakikası kaldığını gördü. Çağırdığı kişi gelmeyecekti anlaşılan. Kendisine yapılan bu terbiyesizlik yüzünden bu çağırdığı kişiyi daha çok merak etmiş ve çevresinde bunu kime sorup soruşturabileceğini düşünmüştü. Ama lanet olsun ki eski tanıdıkları ve güveniyor diyebileceği kimse yoktu. Belki Amerika'daki okulundaki yakın sınıf arkadaşı. Ancak onun da ailesinin yanında olması için gönderdiği biri olduğunu, okuldan eve döndüğünde öğrendiğinde evi bu şekil terk etmişti. Yani o kişi de bir seçenek değildi kendisi için.
Dönerli sandalyesinden kafasını geriye atarak etrafı camla çevrili olan dış cepheden dışarıyı izledi.

O sırada kapısı çalındı. Kaşlarını çatarak kendisini toparladı. "Gel," diye seslendi. Asistanı gergin topuklarının üzerinde durarak, "Misafiriniz geldi efendim," diyerek haber verirken, "Tamam içeriye gönder ve kapıyı kapat," dedi. Biraz heyecanlanmıştı Taehyung. Ne görmeyi bekliyordu bilmiyordu ama bir şeyler duymayı umuyordu. Bu sıkıntılı dört duvarının arasında kendisine iyi gelecek bir şeyler en azından.

Kendisinden kısa, cılız kolları ve yorgun bir sarı tenli, spor giyimli bir gençle karşılaştığında kaşları havaya kalktı.

Çünkü gencin kendisini görmesiyle yüzünde abuk sabuk oluşmaya çalışan bir tebessüm gördü. Bu neydi? Sevgi belirtisi mi?

"Bay Kim, sizi aylar sonra görmek ne tuhaf." Dedi ve sakin adımlarla adamım masasının karşısına dikildi. "Bir an için sizden şüphe etmiştim. Öldüğünüze." Sonra böyle konuşmanın tuhaf olacağını fark etti Jimin. "Özür dilerim, üzgünüm. Böyle söylemem doğru değildi."

"Sorun değil, ölümden dönmüş biri olarak..." dedi Taehyung. Bu adamın dost mu düşman mı olduğunu bilemediğinden, kendisi hakkında çok da bilgi vermek istemiyordu. Ama konuyu bilmediğinden nasıl bir girizgâh yapacağını da kestiremiyordu. Sadece söze böyle başladı ve karşısında gözlerinin içine bakan gencin bir şeyler söylemesini umdu.

"Mesajını yeni gördüm. Telefonumdan. Bunun için çağırdım seni."

Jimin sertçe yutkundu. "Sizden o kadar uzun süre haber alamayınca," dedi ama kendisine donuk gözlerle bakan Taehyung yüzünden geriliyordu. En son ağlarken delirdiğine şahit olmuştu. Jungkook'u kaybettiği için. Evlendiğini biliyor muydu? Bilseydi bu kadar sakin duracağından emin değildi ve böylesine bir haberi kendisi mi verecekti? Ve daha fazlasını. Bunu hazmedecek gibi durmuyordu. Çünkü o adamın konu ne olursa olsun Jungkook'a karşı umusamamazlık yapamayacağını çok iyi biliyordu.

Yine de dayanamayarak, "Yaşanan olaylar için fazla sakinsiniz. Bu beni biraz geriyor. Özellikle son görüşmemizden sonrasını düşününce," dedi ve Taehyung'un içi çalkalandı. Kendisini tutuyordu.

"Ben sadece takip sonucu edindiğin bilgileri istiyorum senden," dedi son kez yemlerken kendisini belli etmemeye özen gösterirken. Tanrı biliyor ya, aklına bin türlü kötü vukuat işlediği geliyor ve bu durumun neyle ilgili olduğunu kestiremiyordu.

"Bilmiyorsunuz," diye fısıldadı Jimin. Sonrasında düşündü birkaç saniye. Zeminde oyalanan gözlerini Taehyung'a bakarken ki merakın ne kadar da sakin olduğunu gördü. Normal olmayan çok şey vardı. "Neler olup bittiğini bilmiyorsunuz. Bilseydiniz bu kadar sakin olup öylece karşımda duramazdınız."

Taehyung sinirlenmeye başlamıştı. "Açık konuş," diye uyardı onu.

"Buranın doğru bir yer olduğunu sanmıyorum konuşmak için. Zaten beni şirkete kadar çağırmanızdan gariplik sezmiştim, ancak," diyerek kendisini yineleyerek sustururken, asıl amacı burada Jungkook'u korumaktı. Jungkook'un isminin burada anılması son kişi olmalıydı. En azından Taehyung için öyleydi. Bundan dolayı, "O kazanızdan sonra ciddi bir şeyler olmalı. Davranışlarınız ve tutumunuz farklı. Onun hakkında konuşmak için doğru bir yer değil burası. Bu kadar şeyi, onu korumak için yapmışken."

Taehyung'un göğsü daraldı. O, diye bahsettiği kişi de kimdi şimdi?

"O kim?" dedi dayanamayarak. Jimin büyük bir acıyla baktı yüzüne. Unutmuş olamazdı. Dudaklarını ısırdı. "O dediğiniz kişi, kalbinizi açtığınız tek kişiydi."

Taehyung, "Ne?" diyerek ayağa fırladığında, "Ne saçmalıyorsun sen?" diyerek dişlerinin arasından sıkıyordu kelimeleri.

Kapı aniden çalınarak açıldığında öfkeyle yüzünü kapıya çevirdi. Karısı Eun gelmişti. İkiliye bakarken ortamın gerginliğinden ötürü ürperse de "Misafirin olduğunu biliyordum da o kişinin eski asistanın olacağını düşünmüyordum," dedi, Jimin'e ters bakışlar atarken. Bilseydi daha hızlı bölerdi aralarındaki konuşmayı. Taehyung ise yarım konuşma yüzünden bir hayli sinirliydi. "Evet bir toplantımız vardı. Bunu asistanıma söylediğimi sanıyordum," diyerek karısına direkt bakarken Eun kaçamamıştı onun cereyan eden sinirinden. "Evet biliyorum ama şimdiki toplantıya babamda katılıyor. Şirkete giriş yaptı. Onu karşılamamız gerektiği için bölmek zorunda kaldım," dedi, o da biraz sinir olmuştu. Sıradan insanların yanında kendisiyle böyle konuşmasından rahatsız olmuştu.

Jimin, Taehyung'un durumunu az çok anladığından olaya müdahale etme gereksinimi duydu. "Bizim de konuşmamız bitmişti efendim." Sonrasında karısına halen sinirle bakan Taehyung'a döndü. "Bu konuşmanın ayrıntılarını daha sonra, uygun bir vakitte konuşuruz efendim. Sizden haber bekliyor olacağım."

Jimin ortamın absürt gerginliğinden kaçınmak adına, Taehyung'un kendisine olan bakışlarını gördükten sonra odadan çıkmak için adımladıkça, Eun aynı yavaşlıkla Taehyung'un yanına doğru giderek koluna sarıldı. "Sevgilim, ne konuşuyordunuz da ben böldüm diye bu kadar sinir oldun sen?" dediğinde, Jimin kapıyı kapatmadan önce söylenen sevgilim lafını duymuş, midesi kasılmıştı. Burada ne dönüyordu böyle? Taehyung Bey aralarındaki evliliğin bittiğini söylemişti, şimdi ise bu durum... ne düşüneceğini şaşırmış ve şu kaza sonrası hiç iyi şeylerin olmadığını anlamıştı.

Fakat Taehyung'un kafasında büyük bir soru işareti vardı. Misal, o dediği kişi kimdi? Bu lanet olası kayıp hafızasında ne işler karıştırmış olabilirdi. Anahtar olan kişi kesinlikle az öncesinde odasında çıkan kişiydi ve o her şeyi siktir edip o çocuğun peşinden giderek ne olup bittiğini öğrenmek istiyordu.

Peki söylediklerinden ne kadar emin olabilirdi. Bu sır gibi saklanılan hafıza sorununu duymuş ve çıkarlarına göre kullanmaya çalışan biri olabilir mi? Sonuçta bu şirketten çıkışı benim tarafımdan verilmişti. Allak bullaktı ve çevresinde olup biten şeyler canını sıkıyor, ruhunu eziyordu.

"Her şeyi sana söylemek zorunda mıyım?" diye çıkışması ve kendisine her daim yanaşmaya çalışan karısının tavırlarından da bir hayli sıkılarak kendisini geriye çekerken. Düşünceli bir şekilde sırtını dönerek cama yaklaştı. İçi içini yiyor ama buradaki ablukasının kalın duvarlarında duran gardiyanlarının kendisine uyguladığı baskıyı düşününce, özgürce ne yapabilirim de diyordu.

Eun'da derin bir nefes aldı. Sanki ne yaparsa yapsın, kalplerin iplikleri bu adamla bir türlü uyuşmuyordu. Onun için yaptığı tüm fedakarlıklarının karşılığında yine kendisinin üzülmesi haksızlıktı onun için.

O da aynı yılgınlıkla sesini çıkardı. "Sakinleşir misin artık?" dedi ve dudaklarının içini ısırdı. Daha küçük harflerle konuşabilmek için. "Beni incitiyorsun. Bunu hak etmiyorum. Gerçekten senin için çabalamaktan yoruldum. Artık bir şeyler yapan sen ol istiyorum. Sana toplantıda iyi şanslar. Ben babamı karşılayıp eve geçeceğim."

Söylediklerini destekleyecek şekilde hareket ederek odadan çıkmak için arkasını döndü. Gidiyordu ve Taehyung onun her şeye rağmen karısı olduğunu ve haksızlık ettiğini düşünerek düşüncelerini frenlemeye çalıştı. "Tamam, bak, üzgünüm, elimde olan bir şey değildi."

Eun omuzlarının üzerinden bir bakış attı sadece. "Tabi ki öyledir. İyi çalışmalar size." Dedi ve dediğinin arkasında durarak ofisten çıktı ve kendi odasına geçip eşyalarını almaya gitti, şirketten de o hızla çıktı. Direkt olarak evine geçmedi. Sırlarını daima paylaştığı yakın arkadaşı Hwasa'yı ziyarete gitti. O şarlatan kız ona daha iyi fikirler veriyordu. Daha önce vicdanı kabul ederek yapmıyordu fakat kaybedecek bir şeyi kalmamıştı, Taehyung'dan başka ve onu da kaybetmeye hiç niyeti yoktu.

Arkadaşından aldığı tavsiyeye uyarak evine gittiğinde yaptığı ilk şey, çocukları olmuyor diye yakınıp duran kaynanasının yanına giderek bir beş çayı vakti geçirmek olmuştu. Normalde bu konuşmalar için kaçınan biriyken, şimdi akıllanmış ve suyuna gidecek yollara başvurmaya karar vermişti.

"Annecim," diyerek başladığında, kaynanasının kendisinde en çok beğendiği zarif görünüşü kullanıyordu. "Sizin geçen gün özellikle hediye ettiğiniz balayı teklifini üzülerek kabul edemeyeceğimi söylemek için ziyaret ettim."

Kadın bakışları küçümseyici bir tavırlar gelinin üzerinde oyalandı. Ne cüret diye düşünüyordu. "Senin bu haberi aldığında sevincinden yavan bir şekilde gülümsediğini görmesem..." dedi, bir kinaye ile fincanından bir yudum almayı ihmal etmedi. Diller keskindi her iki taraf için. Eun bu konuda taviz vermemeye, aşağılanmalara karşı ses etmemeye çalışıyordu. "Kaprisinden reddettiğini düşüneceğim."

"Sizin isteklerinize göre yaşadım bunca zaman." Dedi imalı bir şekilde Eun. "Kaprisli bir insan olmadığımı pekâlâ çok iyi biliyorsunuz. Yedi yıldır beraberiz."

Kadın, "Evet, ne yazık ki sekiz yıldır sadece seninleyiz. Bu eve bir torun verseydin, daha çok olabilirdik. Ne yazık ki," dedi.

Eun'un göğsü sıkışıyordu her defasında bu imalar karşısında. Elinde olan bir şey değildi. Keşke olmuş olsaydı. Bu sefer bu kendisini yitip bitiren ve kendi içinde dünyanın sonunu getiren duygularını büyük bir sağ duyu ile bastırmayı başardı.

"Belki de bunun sebebi ben değilim de oğlunuz olabilir mi? Her defasında evliliğimizden ziyade iş telaşında olduğundan olmuyor ve biz bu çocuk meselesini büyük bir baskı altında kalarak istediğimizden, olmuyordur. Ya da çok başka şeyler. Şu an bile Fransa'ya gidemiyor oluşumuzun sebebi de bu. Altı aylık yokluğunda birikmiş olan sorunlarla cebelleşiyor ve eksikliğini doldurmaya çalışıyor. İki haftadır sadece uyurken yüzünü görüyorum. Bu normal değil anlıyor musunuz?" diyerek iç güzellemesi yaparken, söyledikleri yalan değildi. Evliliklerinin ilk zamanları da böyle olmuştu. Ama Eun'da son noktayı kuracağı cümle içinde kurgulamış ve inisiyatifini kullanmıştı. "Babamda bu durumdan hiç memnun değil ve benim biraz daha mutsuz olduğumu görürse, işin renginin değişeceğini söyledi. Size karşı saygım olduğundan söylemek istedim."

Bitmiş çayını tabağına bıraktı. Yavaşça ayağa kalkarken ezici bakışları, az öncesinde kendisini küçük görmeye çalışan kaynanası üzerindeydi.

"Babamın işe karışması hiç hoş olmaz. Bilirsiniz," dedi ve gülümsedi. "Sonra bir bakmışsınız, benim başımın ağrıdığı kadar başınız ağrımaya başlamıştır. Bunun olmaması için Taehyung ile hemen yarın Fransa'ya gitsek iyi olur annecim."

Kadın anlamıştı anlayacağını. Yenilgi denilemezdi buna. Gelini ilk kez kendisine açıkça rest veriyordu ve bunu en tehlikeli kişi üzerinden yapıyordu. Yıllar olmuştu bu kızın bu asi hallerini görmeyeli. İşler ciddiye alınacak haldeydi demek ki.

"Anladım kızım," dedi, sahtekâr bir gülümse ile. "Sen valizlerini hazırla yarın için. Bu işi halledeceğim."

Eun burnunu havaya kaldırdı. "Tabi ki annecim," dedi uslu bir kız gibi. Odadan çıktığında, keşke bunu en başında yapsaymışım dedi. Babasını asla kişisel işlerine bulaştırmazdı. Tanrı biliyor ya, babası onun için asla kılını kıpırdatmazdı. Kız çocuklarını önemseyen biri değildi, şayet kamera karşısında ve halkın içinde değilse.

O an mutluluğuna mutluluk katarak dolabındaki en güzel ve en seksi parçaları bulup çıkarıyordu. Heyecanı ise bambaşkaydı. Taehyung'un artık kendisinden kaçamayacağını düşündüğünden. Burada kalması iyi değildi. Bir an önce aralarına cinsel gerilim eklemek ve kendisine yakınlaştırmak istiyordu. İç sesi, biraz daha burada kalırsa, tıpkı sabah olduğu gibi birilerinin gelip ona bir şeyler hatırlatmasından korkuyordu. Sevdiği adamı hatırlarsa, bunu düşünmek istemiyordu. Kazadan önce her şeyden vazgeçerek çıkmıştı, bu evliliği ne pahasına olsun bitirmeye cesaret ederek çıkmıştı. Bunu yapması çok zor olmasına rağmen. Hatırladığı an ona koşacaktı ve o çocuğun onu affetmemesini diliyordu sadece.

Ve o akşam Taehyung'un geç odaya geldiğini biliyordu. Uyumamıştı. Ancak uyumuş numarası yapmayı sürdürdü. Çünkü onun gelişini pencereden takip ediyor ve yarım saat boyunca odaya çıkmamasından, annesinin onu yakalayıp konuştuğunu ve ikna etmeye çalıştığını da. Odanın içinde oflayarak bir o yana bir bu yana gitmesinden de bu durumu kabul etmek zorunda kaldığını da.

O gece Eun'un uzun zamandan sonra ilk kez huzurla uyuyakalmış olmasıyla sonlanırken, ertelenen kabuslar yakasından çabucak yakalayacaktı. Ne yaparsa yapsın insan, kader onu her zaman en ince yerinden yakalıyor ve sunduğu tek yola çekmeyi başarıyordu. Siz her ne kadar başka başka yollardan giderek başka sonuçlara çıkacağınıza inandırsa da. Şayet, bilmediğiniz yolun sonunda sizi bekleyen umutlarınızdan ziyade, zaten olması gereken tek gerçeğiniz yakalardı. Yani, boşa çekilmiş küreklerinizdeki o yorgunluk, sizin çabasız bir şekilde sarf edeceğiniz yolun sonuyla aynıydı. Değişen bir değişkenlik olmayan sonunuz.

Taehyung o gece zar zor uykuya dalmış ve uyandığı gibi kendisini bekleyen güler yüzlü karısıyla karşılaşmıştı. Ona bir şekilde bu planı iptal etmesi için bir şeyler yapması gerektiğini söyleyecekti ama pek hevesli durduğundan tek bir kelime edemedi. Konu sadece annesinin o ricası değil, babasının da bu duruma karşı olan emriydi. Oysa emrivaki olan her şeyden nefret ederdi. Yapacak olsa bile yapmaktan nefret ederdi.

Mecburen uyanmış, çoktan haberini almış olan karısının makyajını tamamlayışını izlemiş ve iç çekip duşa girmişti. Kaçışı yoktu. Çoktan kapının önünde duran üç tane valizi görmüş ve Eun'u bu işten caydıramayacağını anlamıştı. Normalde takım elbise giyecekken, alışkanlığından, günlük spor kıyafetleri tercih etmiş ve saçını düzeltmekle uğraşmayıp kurulayıp bırakmıştı. Her haliyle iyi görünüyordu Taehyung. Bu Eun'un onun her yüzüne baktığında daha da âşık olmasına sebep olacak türdendi.

Eun onun yanında klasik duruyor olsa da elbisesiyle, rahatsız olmadı ve çok donuk duran Taehyung'un sessiz hazırlanma sürecine rağmen yapamadığı bir şeyi yaparak hızlı adımlarla gidip kol saatini takmaya çalışan Taehyung'un yanağından öpmüştü. "Günaydın öpücüğü, barışalım diye," diyerek sevimlilik yaptığında, Taehyung sadece tek kaşını kaldırdı. "Günaydın." Dedi mesafeli bir sesle. Elinde olmuyor ve sesi hiçbir zaman yumuşak çıkmıyordu ağzından.

Sanki, ona yaklaşırsa birazcık, çok kötü bir şey yapacakmış gibi hissediyordu.

Bu hissin ana kaynağı sadece hisleriydi ve sebebini bilemediğinden, olağanca törpülenmiş bir şekilde davranıyordu karısına karşı.

"Kahvaltıya inelim, babamdan sonra oturursak kızar." Dedi durumdan kaçmak adına Taehyung. "Valizleri aşağıya indirmelerini söylerim." Diyerek bir şey demeden öylece çıktığında, Eun'un gözleri doldu. "Bakalım kaçamadığında ne yapacaksın," dedi hırsla. Bozuntuya vermeyerek kendisini beklemeden çıkan Taehyung'un ardından birkaç dakika sonra aşağıya, hiç de samimi durmayan aile sofrasına oturdu. Zamanın yavaş akışını takip etti.

Uçakları on iki de kalkacaktı ve bir saat önce orada olmaları gerektiğinden, Taehyung'un babasıyla çalışma odasında olan konuşmalarını merak etse de ortalıkta oyalanmış, arkadaşıyla mesajlaşmış ve abisi Seokjin'in çağrısını görmezden gelmişti. İki kere aramış olsaydı mutlaka açardı ama. Bunun Taehyung'un kabul etmediği iş anlaşmasıyla ilgili olduğunu özellikle tahmin ettiğinden açmak istememiş ve gideceği tatil yerini düşünerek kendisini avutmaya çalışmıştı. Evet, Eyfel'e bakan otelde şaraplarını yudumlarken ve buradaki gergin ortamdan uzaklaşınca daha çok mutlu olacağına inanıyordu.
Saat on gibi evden çıktıklarında, Eun için her şey yolundaydı ve çok mutluydu.

Taehyung'un ise içi içini yiyor ve aklına takılan o konuşma zihninden hiç silinmiyordu. Elindeki telefonunu sıkarken zamanın ve ne olup bittiğine çok da dikkat etmiş değildi.

"Şansımıza trafik mi var?" diye söylenen karısının sesini duysa bile, elindeki telefonun kildini dayamayarak açmış ve Jimin'e mesaj atmıştı. O kişi diye bahsettiğin kişinin adını ver bana, diye.

Pes ederek attığı bu mesaja anında yanıt bekliyordu. Ancak o sırada Jimin'in gözü cep telefonunu görecek halde değildi. Psikopat olan eski sevgilisi Yoongi, yine ona dadanmıştı. Kapısını yumrukluyordu.

Taehyung her şeye anında ulaşan biri olduğundan hemen gelmeyen yanıt yüzünden ekranı kapattı.

"Kaza olmuş olmalı efendim. Ama tahminen on beş dakika sonra trafik akışına başlarız. Endişelenmeyin, rahatça yetişiriz." Diyen şöfor, Eun'un iç sesindeki endişeyi susturduğundan rahatlamıştı. Dikkatini yoldan çevirdiğinde, Taehyung'un tekrardan mesaj attığını gördü ama ne yazdığını takip edemeden ekran kapandı. Taehyung, Jimin'e tekrar mesaj atmıştı. Acilen mesajıma dön diye.

"Sen kime mesaj atıyordun," diye sordu Eun. Taehyung, "İşle ilgili," diyerek kestirip attı. Eun balayı modunda takılarak, başını Taehyung'un omzuna yasladı. "İş yok demedik mi? İlla elinden mi almak gerek telefonu, hım sevgilim?"

"Daha neler," dedi Taehyung bu liseli aşık tavırlara göz devirirken. Kafasını camdan dışarıya çevirdiğinde, evlerinden sadece yarım saat uzaklıktalardı ve halen şehir merkezindeki ana caddelerden birindelerdi. Arkalarında onları takip eden korumaları vardı. Babasının yoğun ısrarları üzerine gidecekleri yere en az iki silahlı korumasının da gelmesi konusunda kendisini ikna etmişti. Açıkçası olay korunmakla ilgili değil de gözetlenmekle ilgili olduğundan Taehyung bunu istemiyor olsa da kabul etmek zorunda kalmıştı.

Bu kadar hür olmayışına katlanmak zor geliyordu. Bu yüzden tüm her şeyden vazgeçerek yaya geçidinden ilerleyen insanları izliyordu.

Bir şey nedensizce insanlar arasında dikkatini çekmişti. Annesinin elinden çıkmaya çalışan dört beş yaşlarındaki bir oğlan çocuğunun halleri. Kadının bezginliği yüzüne çarparken, ebeveynlik böyle bir şey mi diye düşünürken, çocuğa odaklandığında elinde durmadan salladığı şeyi gördü.
Kahverengi tüylü, orta boylardaki bir ayıcık.

Ona öyle çok baktı ki kalbi yerinden çıkacaktı sanki.

Çünkü gözlerinin önünde bir bebeğin eline verdiğini hatırladı. Sonra o küçük anı parçası bölüştü, ayrıştı ve tek tek bir bütünü var edebilmek adına toplanmaya başladı.

"Minjun," dedi içinden. "Oğlum," diye fısıldadı. Eun anlayamadı dediğini. "Bir şey mi dedin Taehyung," diye sordu kafasını kaldırırken. Ama Taehyung öylece gözleri açık duraksamıştı.

Yıkık bir halde içtiği içkinin ardından kendisine gülümseyen dudakların ve kendisinde bıraktığı büyünün etkisini gördü. Dudaklarının altındaki benden, parlak gözlere kadar ulaştı. Beyaz tenin parmaklarının kendi parmaklarında olan duruşuna nasıl da hayranlıkla izliyor olduğunu. Yanağını okşadığını, saçlarını kokladığını, omzunda ağladığını... birlikte içtiklerini, sinemaya gittiklerini, ona olan aşkını itiraf edişini, göbeğinin üzerine bıraktığı öpücüğü, parmağına taktığı yüzüğü, doktor kontrolünü, evlerini, Jimin'i, oğlunun doğumunu, onu alnından öpüşünü, birlikte uyuduklarını, işten ona gitmek için hızlıca çıktığını, pencerede durmuş kendisini bekleyen aşkını, arabadan çıkardığı ayıcığını oğluna verişini, kahvaltılarını, tutkularını, onun dudaklarını uzunca öpüşünü, endişesini, pikniklerini, yalanlarını ve en nihayetinde tek aşkını kaybedişini.

O kadar hızlı ve acımasızcaydı ki, nefes nefese kaldı. Sanki yaşattığı ihanet duygusunu hunharca sahiplenen kalbi, uyutuyor olduğu acılarını, onu tokatlayarak kendisine getirmeye çalışıyordu.

Ağlamak istiyordu. Karısının endişeli yüzle elini tutmasıyla, "İyi misin sevgilim, sorun ne?" diyerek fırlayan cümlelerine zorla dönüp bakabiliyordu. O her şeyi biliyordu. Ve acı çeken yüzü, elini tutan kadından hızlıca çekerken öfkeye dönüştü. Ona çok yakındı. O restoranda karşı karşıya gelmişlerdi ve onu hatırlayamamıştı. Jungkook'a çok yakındı ve onu zaten kaybetmişken, neler düşünmüştür diye aklını kaybedecekti. Onu yeterince üzmüşken, şimdi onu değersizleştirmişti. Bunu ona nasıl yapabilmişti.

"Sen," dedi ve harekete geçen şoför, "Trafik açıldı sonunda," diyerek şakırdarken, Taehyung büyük bir yankıyla bağırdı. "Siktiğim aracını sağa çek," diye. Eun korkuyla yerinde sıçradı. Neler oluyordu böyle? "Taehyung ne oldu birdenbire," dediğinde, Taehyung tüm hıncını bu süreçte kendisine durmadan yalanlar söyleyen Eun'a çevirdi bakışlarını, büyük bir nefret ve tiksinti hakimdi. "Senin bana yapmaya çalıştığın şeyi sonra konuşacağız seninle, bu durumdan kaçışın yok." Diyerek silkelerken kendisinden, ona zarar vermemek adına yumruklarını acıyana kadar sıkmıştı. "Her şeyi bile bile yaptın," dedi ve sinirinden koltuğu yumrukladı. "Sana güvenmiştim ben. Ama sende en az ailemin kendisi kadar iğrençmişsin. Sen de tam da babanın kızıymışsın."

"İnin şu araçtan," dedi ve Eun bu imkânsız şeyle ne yapacağını bilemiyordu. Şoför araçtan çoktan inmişti.

Taehyung'da şoför koltuğuna binmek için. Olduğu yerde kalakalan Eun olmuştu.

Taehyung bir an önce Jungkook'un yanına gitmek istiyordu. Oğlunu görmek istiyordu. Kafasına vurmak ve kendisini tekmelemek isterken, hemen gidememesine sebep olan şey Eun'un halen koltukta o şok haliyle duruyor olmasıydı.

"Eun, yemin ederim, eğer bir an önce inmezsen şu araçtan," diye bağırırken, Eun kendine gelerek ona bakmıştı. En korktuğu ve nefret ettiği kişiye dönmüştü. Bencil babasına. "Bedelini sana tahmininden çok daha ağır ödetirim."

Bu söz onun hemen inmesine sebep olmuştu. Şimdi heyecanından eser kalmamış, aksine korkusundan ne yapacağını bilemez hale gelmişti. Taehyung onu asla affetmeyecekti. Çünkü indiği gibi basıp gitmişti. Nereye gideceğini bilmez haldeydi. Tek bildiği veya umduğu Nayeon'un evinde olmasıydı. Ancak bunca ay nasıl yaşamıştı, ona bıraktığı acıyla. Özür bile dileyememiş ve kendisini anlatmamıştı. Bunca ay, oğlunu görememişti. Sekiz aylık bebeği çoktan bir yaşını geçmişti. Yürümeye başlamıştır da. Taehyung tüm bu kaçırdığı anları düşünürken, neyle karışılacağını bilmiyordu. Tek istediği bu yarım kalmış görüşmeyi tamamlamaktı. Sanıyordu ki Jungkook'a sarıldığında her şey yolunda olacaktı.

Ama ya gittiği yerde değilse, ona bir dakika daha geç kalmak istemiyordu.
Işıklarda durduğu gibi hızlıca eğilip arka koltukta duran cep telefonunu eline aldı. Jimin halen mesajına dönmediğinden onu üst üste iki kere aradığında, Jimin sonunda o telefonu kendine gelerek açmıştı. Yoongi'yi polisi arayacağını söyleyerek gitmeye ikna etmesi baya uzun sürmüştü ve koktuğundan sindiği yerden çıkabilmişti.

Taehyung'un aramasını açtığında, "Jungkook şu an nerede?" diye bağıran ses, kesinlikle tanıdığı kişiydi. "Efendim," dedi ne diyeceğini bilemeden. "Sadece sorumu cevapla ve kapat," dedi bir kez daha tahammülü kalmayan Taehyung.
Jimin o an için başkalarına adına üzülmeyi bıraktı. Kendi canı yanıyordu ve bu nedenle, hiç düşünmeden yanıtladı.

"Hoseok adındaki arkadaşının evinde kalıyor, çok uzun zamandır hem de."
Taehyung'un telefonu öylece elinde durdu ve derin bir nefes almaya çalıştı. Jimin ses gelmeyince kapattı. Ama Taehyung'un kalbi acıyordu. "Bile bile ona gitmiş olma," diyordu. Ama söylemek istediği, görüşmelerini uzun zaman önce Hoseok'un ona âşık olduğunu anladığında ve bu durumdan dolayı rahatsızlık duyarak uzaklaştırdığından beridir, yine ilk gittiği yerin o olması canını sıkmıştı. Sevdiği adam, kendisine âşık olan biriyle aynı evde kalıyordu. Kıskançlıktan gözünün önü kararacaktı. Ondan hiç hoşlanmadığını Jungkook iyi biliyordu ve bunu bile bile onun yanında nasıl kalırdı diye soruyordu kendisine. Sahiplenme ekinin, Jungkook onu gerisinde bıraktığından beridir olmadığını idrak edemiyordu.

O herifin elbette evini biliyordu. Bu yüzden aniden gittiği yoldan geriye dönerek aracını sürdüğünde neyle karşılaşacağını bilmese de Jungkook'un kendisine olan tüm nefretini göğüslemeye hazırdı. Ama görecek oldukları, hiç hazır olmayacağı türdendi.

Ve sıktığı yumruğunda kendisini daha çok sıkan evlilik yüzüğünü çıkardığı gibi fırlattı. Bir daha bu boyunduruk halkayı geçirmeyecekti parmağına. Jungkook'un öfkeyle boynunu sıkmasına daha çok razıydı.

Açıkçası, Hoseok'un kapısının önüne gelene kadar her şey için acı ve öfke duyarken, bir anda gram sevmediği adamın evinin önünde aracından inip beklerken heyecanlanmış, yüzünü sıvazlamıştı gerginlikle. Oğlunu kucağına almak ve sarılmak istiyordu. Kokusunu çekecek ve iyileşecekti.
Ana giriş kapısının ziline bastı ve kapının kilitli olmasına küfretti.

Kapının yanındaki ahizeden yükselen, "Kim o?" diyen sese kaşlarını çatarak baksa da "Jungkook'u görmek için geldim," dedi sakince. "İsminiz," diye sorunca kadın, kendi ismini verirse içeriye alınmayacağını düşündü. Ki bu doğruydu. Hoseok bunun önlemini almıştı çoktan. O da "Mark," dedi.

Kadın ilk durumu garipsese de belki biraz üşütmüştür ve sesi kalınlaşmıştır diye düşünerek, "Tamam açıyorum," diyerek otomatik kapının kilidini açmıştı.

Kapının açılmasıyla Taehyung'un bahçeye adımlaması bir olmuştu. Kadının dış kapıyı açmak için geldiğinde ve kendisinin Mark olmadığını fark ettiğindeki garip bakışlarını görse de evin kapısını kapatmaya çalışsa da ona hızlıca engel oldu. "Oğlum nerede," diyerek veryansın ederken, "Siz de kimsiniz," diyor ve kadın telaşlanarak adamın içeriye dalarak etrafa olan bakışlarını izliyordu.

Lanet olsun, Minjun'un battaniyesi koltuğunun üzerindeydi. Onu hızlıca eline alıp kokladı. "Hoseok Bey'e hemen haber veriyorum," diye telaşlı şekilde mutfak kapısına gittiğini fark ettiğinde, ondan daha iri adımlar atarak derli toplu kadının önünden geçmişti. Elinde halen Minjun'un battaniyesini sıkıca tuttuğunun farkında değildi.

Kadın onun arkasında kalırken, geniş bahçenin ortasına serdikleri halının üzerinde oturan Hoseok ve Jungkook'u gördü. Ayakları biraz sendeledi. Kendilerini görmüyorlardı, Jungkook'un eli karnının üzerinde duruyor ve gülümseyerek bir şeyler anlatıyordu. "Hissettin mi sende," diyerek duyduğu tatlı sese ağlayacaktı Taehyung. Ama Hoseok'un sevdiği adamın karnının üzerine koyduğu elin ve ardından büyüyen gözleri canını yakıyordu. "Kızımız çok haraketli," diyordu.

Taehyung anlayamıyordu. Olduğu yerde duruyor, kendi dünyalarını yaratmış bu iki kişinin manzarasına doğru paytak paytak yürüyen oğlunu gördüğü an, "Minjun," diyerek dudaklarını kıpırdattığında, oğlunun yüzünü görmek için can atıyordu. Elindeki kamyonuyla sürükleyerek ikisine giderken, "Babam," diyordu o tatlı ve uyuşuk sesiyle. Ancak Taehyung'un o kalbini dolduran ses, eceli oluyordu.

Çünkü Hoseok ayağa kalkarak, "Babam," diyerek ona gelirken, "Baba, bak kamyon," diyor ve onu kucağına alması için kollarına uzatıyordu. "Evet, baban sana kamyon aldı oğlum, çok sevdin değil mi onu?"

Taehyung saçlarına asılacak gibi oldu. Elindeki battaniyeyi tutamıyordu. Parmaklarının arasından kayıp gidiyordu. Tıpkı sahip olduğu tek varlıklarını kaybetmiş olduğu gibi.

"Hoseok Bey," diyerek önüne geçen kadın, şimdi üç çift gözün kendisine dönmesini sağlarken, Jungkook korkarak baktı Taehyung'a. "Bu kişi eşinizin arkadaşıyım diye beni kandırarak içeriye girmeye çalıştı zorla."

Ama Taehyung, artık en büyük hayal kırıklığına bakıyordu.

Çünkü yaşadıkları sadece bir kâbus olabilirdi onun için. Özellikle sevdiği adamın artık ona ait olmadığını bildiği o yüzüğüyle bir başkasının eşi olmuş olması, karnında bir başkası için taşıyor olduğu çocuğuyla ve oğlunun, kendisine sırıtarak bakan ezeli olacak düşmanın kucağında, daha kendisi bile duymamışken, bir başkasına baba diyerek boynuna sarılarak seviyor olmasıyla... Taehyung bitmemişti.

Adeta ölmüştü.


Bölümün sonu

Diğer bölümler artık tekil ağza dönüyorum. Kimin ne yapacağı artık bellidir ve açıkçası, heyecan dorukta :)

Taeye üzüldüm ben biraz, dövmeyin beni, neyse ilerleyen bölümlerde çok ... Spoi yok :)

Ben Nicotesy, diğer bölüm görüşmek üzere.

Loading...
0%