Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. Bölüm

@nicotesy

Selammm, sonunda ben geldim. Kimler attığım duyurudan sonra bu bölümü bekledi bakalım? Bayadır bölüm atmıyordum heyecanlandım.

Umarım kurguya olan ilginiz halen tazedir, yorumlarınızı çok ama çok okumak isterim.

İyi okumalar dilerim, yazım hatam varsa da affınıza sığınırım, iş yorgunluğuyla ancak bu kadar oldu. :(

"Kazananı da kaybedeni de yoktur şiirin. Bir gün sevdirir tüm hezeyanları bir gün öldürür tüm umutları. Geriye yalnızca yitik bir yürekten bağımsız bir gülümseme bıraktırır... Kanatır, ağlatır ve en güzeli yaşatır."

Bölüm 11: Düşlerde sevecek olduğum, senin yalan dağından yere düşmüş bir yapraktı artık benim sana söyleyecek olduklarım.

Bir inci tanesi düşer ya göğsünüze ama o bu büyük bir sıkıntının ilk darbesi oluverir de görmezden gelmek istersiniz o küçücük baskıyı. Denersiniz, çokça denersiniz. Ama o büyür, her defasında bir tanesi daha eklenir. Taşıyamaz olursunuz. Ardından nefes alırsınız, derince. Çünkü siz buna bile şükretmek zorunda kalırsınız, öyle öğrendiğinizden, eğer bunu yapmazsanız daha beteri ile yüzleşeceğinizi sanırsınız. Ama değildi. Ne kadar şükretsem de hep daha fazlası geliyordu ve ben bir gün bunu yapmayı bıraktığımda, üzerimdeki tüm yüklerimden kurtulmuş olacaktım. Gözyaşlarımı kurutacaktım.

Ancak şimdi değil. En kötüsünü yaşadıktan sonraydı benim doğuşum.

İşte bende o mücadele eden kelepçelerime bakıyordum.

Ellerine bakıyordum, en güzel ele dokunan bir eldir sizinki. Ki en güzel el, benim evladımındır ki. Fakat, bu kahır beni ezelden yakaladı. Bilirsiniz. Çokça susmuş kelimelerimde var, zaman zaman duydunuz da beni. Gördünüz, ama en çok görmek istediğinizi. Ama hiç düşündünüz mü? Düşlerde can bulanın düşlerinde de ölebileceğini.

Oysa ben, her birini her günümde yaşarım doyasıya. O günde, bugünümde size anlatacaklarımda saklıydı.

Bugün cesaretimi bulup yüzüme mutluluk yapıştırdığım günlerimdendi halbuki. İyileşiyorum ben diyordum. Gözlerden uzak olanın gönle de ırak olacağını söyleyenlerin vasfındaydım, inanmayın. Vazgeçmek öyle kolay olsaydı, bir başkası dokunduğunda acımazdı tenim. Tenimi ben bir başkasına saklamış, onunla harcamış, onunla parçalanmış ve en sonunda onun parçası oluvermiştim.

Hoseok ile kurduğumuz küçük piknik bile beni eskiye yad ettirirken, küçük sancılı kasık ağrılarımın sebebini; hareketli olacağını düşündüğüm kızım yüzünden olduğunu sanıyordum o vakitlerde ve anlayamadığımdan daha geçenlerde gittiğim kontrolümde doktorum bunun normal olabileceğini ve bol bol istirahat etmemi tembihleyerek eve gönderdiğinden de dayanmaya çalışıyor, görmezden gelmeye çalışıyordum.

Minjun'un bu düşe kalka yürüme arzusundan dolayı hep endişeyle ona bakıyor ve hızlıca ona yetişemediğim için kendime kızıyordum. Kızımın kollarıma geleceğinin heyecanı vardır elbette ki, yine de çok erkendi. Bunca savaşımın içinde onu da yoracağımın veya ihmal edeceğimden de korkardım. Peri kızım, nurun beni şahlandıracak, her daim seveceğim ben seni.

Minjun'un dizlerindeki minik morluklar canımı sıkıyordu. Her şeye rağmen, konuşma çabasından dolayı kardeşiyle çok iyi anlaşacağını ve ikisiyle bir tüm acılarımın solacağına da inanıyordum. İnançlar, bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülükmüş, o zamanlar için anladığım buydu benim. Nitekim, ben olumladığım her şeyin hep olumsuzuyla yüzleşmiş biriydim.

Kırmızı bir kamyon oyuncak almıştı eline Minjun. Geçen ay Hoseok ona hediye almıştı. Bu aralar da çok hızlı büyüyordu çocuklar. Çünkü ilk aldığında o büyük oyuncağı taşımakta zorlanarak sürekli elinden düşüren oğlum, şimdisinde bahçenin çimlerinde sürükleyerek ilerletirken, dudakları büzüşük, kaşları çatık duruyor ve büyük bir çabayla yürüyerek uzaklaştığı bize doğru tekrar getiriyordu.

Hoseok'un anlattığı absürt fıkralarına ithafen bende bir şeyler anlatmaya çalışıyordum tabi o sırada. Günlerden pazardı ve o bizimle tıpkı gerçek bir aileymişiz gibi ilgileniyor ve planlar yapıyordu. Göğsümü daraltan anılarımda Taehyung vardı ve ben yaşadığım her anımı istemsiz, onunla yaşadığım anılarla karşılaştırıyordum. Her şeyden habersiz o saf ve mutlu anlarımla. Pembe balonla süslenmiş sahte anlarımda özellikle.

Tüm bunlar yaşanmamış olsaydı ve ben şu an onunla olsaydım, bu yüzümdeki tebessümün gerçekliği yüreğime karşı ne büyük merhem olurdu doğrusu. İnkâr edecek değilim bunu. Yaptığımın onu sevmeye devam etmenin temeli değildi, kendi onursuz duygularıma bir avuntuydu. Böyle daha az canım acır diyedir belki de.

Her zamanki gibi yine kendimi o düşüncelerimle kaybettiğimi anladım.

Hızla zamanın kendisiyle bütün olmaya çalıştım.

"Hissettin mi sende?" dedim heyecanla. Hoseok anında elimi karnına yaslayıp, yüzünde benim arzum sayılacak büyük bir mutlulukla bana baktı. "Kızımız çok hareketli." Dediği şey artık garibime gitmiyor ancak doğru da gelmiyordu bir türlü. O restorandaki samimi konuşmamızın ardından bunu sürekli söylemeye başlamıştı.

Ona bir adım atmış, bu ailenin gerçek olduğuna ve öyle olması gerektiğine bir şekilde karar vermiştim. En yakın arkadaşlarımın bu konudaki sıcak tutumu da hep doğru olanın bu olması gerekiyormuş gibi hissettiriyordu. Ne kadar acı çekersem çekeyim, konu artık evlatlarım ise katlanamayacağım hiçbir şey yoktu benim için. İnsan sözlerinin esiriyken, mülkiyetine girdiğim bu konuşmaların ağırlığını taşımak zorunda hissediyordum işte kendimi.

Yine de çocuklarım bu durumu anlayacak yaşa geldiklerinde onlara nasıl diyecektim? Bu gerçeği. Diğer öz babasının bize yaptıklarını söylesem bile yine de haksız bulurlarsa beni. Affetmezlerse. Tüm çektiğim acılarıma rağmen değmezse yaşadıklarımın bedelleri, o zaman ne yapacaktım? Ben ne yapacaktım! İşte tüm yaşıyor olduklarıma rağmen ezelim gibi ecel olan bir sorun daha ediniyordum.

Şu yeryüzünde yapayalnızım. Büyük, anlamlı ama hırpalayan bir yalnızlık bu. Her neresinden tutunsam, bir acı böylesine sarıyordu yüreğime. İzin vermiyordu, rahat yoktu. Zaten bugünden sonra da olacak gibi de gelmiyordu.

Böylesine cereyan ederken duygularım, oğlumun tatlı ve kelimelerini yutan sesiyle bize doğru sonunda gelmesiyle ve heyecanını buruşmuş yüzünde gülümsemeyle buluşturmasıyla, geçti dememe neden oldu. İki sevimli, diş etlerinden patlayan yeni dişleriyle çok tatlıydı benim oğlum. Taehyung'u görsem bile her zerresinde, pişmanlık bulmadan izlediğim ve minnet duyduğum tek manzaramdı.

"Baba," dedi Hoseok'a. Bunu o kadar sık duymuştum ki artık bu da beni eskisi gibi üzmüyordu. Hoseok benim için güvenli alan olduğundandı bu. O da bundan öylesine hoşnut oluyor ve oğlumu, oğlu gibi gördüğünü her daim gösteriyordu. Eminim kendi öz evladı olsaydı, bu ilgiyle parlar dururdu gözleri. Tıpkı Taehyung'un da oğluna baktığı gibi.

"Babam," diyerek ayağa kalkmış, "Baba, bak kamyon," diyerek sevimlilik yapan oğlumu kucağına almıştı. Yanaklarını sulu sulu öpüp bırakırken, bende öpmek istiyordum. Ancak karnımdaki bu şiş baskıdan ötürü eskisi gibi hemen kalkamıyordum da ayağa. Yine de gülümsemeden duramadım.

Fakat o yüzümdeki sahici ukdelerime, evimizin çalışanı yüksek sesle karışınca daha ne olduğunu anlayamadan refleksle başım arkamda kalan sese doğru dönmesine sebep oldu. Buz kesilmiştim. Sıcak diye çıktığımız bu hava da ben tüm bedenimle bir ürperdim. En büyük hasretim, bana en büyük korkum olarak yer vermişti kendisine.

"Hoseok Bey, bu kişi eşinizin arkadaşıyım diye beni kandırarak içeriye girmeye çalıştı zorla."

Bu dediği adamın gözlerindeyim ben. Çılgınca gelen kalbimin seyrinde. Bu öylesine kahroluş ki, kıyameti içerlemekteydim. Nasıl diyordum, yüreğimin özlemine vuran bu adamın köhnemde acılarımda kahrolması gerekirken, iki büklüm kalmış omuzlarına inciniyor, manzaramdaki, manzarasındaki en salkımsız acıya dönüşüyordum. Bir ben değil, benden en çok gideni göğsümde alıp saklıyordum.

Uzun uzadıya bakamamıştım bile halbuki ben ona. Telaşla kalkınmaya çalıştım. Oğlumu alıp kollarıma almak istedim. Çünkü aklımda tek zikreden cümle şuydu; geldi, canımı yakmak için, alacak oğlumu benden. Kurtulduğumu sandığım o yükü, mutlu olacağımı hissettiği anda boğazıma dizmek için gelmişti.

Hoseok hemen beni anlayarak kol kuvvet oldu. Elini belime atarak, beni tuttu. Çünkü fark ettirmemeye çalışsam da dizlerim titriyor, kulaklarım çınlıyor ve gözlerimin önündeki onu karartıyordu bana. Çılgınca bir yaşama dürtüsü içindeydim.

Uçurum diye baktığım gözleri dolu doluydu bize bakarken. "Y-yapmadım de," diyordu sayıklar gibi. Utanmasa ağlayacak, biliyordum. O vakit kendimi gördüm onda. Tek fark, o benim yüzleşme anıma hiç şahit olmamıştı. "Jungkook, bunu bize yapmadım de. Duyduğum doğru değildi de bana."

İki kamburumun arasındaki kalbimden feryat figan bir acı var. Bu nasıl beladır, aşk benim ecelimden geldi o vakitlerde. Gün ilk kez batıyor diye kıymıkları harelerimi acıtıyordu. Çünkü Taehyung bana, Taehyun olarak bakıyordu. Bir kimse değildi, benim yüzünü teriyle bile sevdiğimdi. Ve o bu ateşimde el olup boğazıma yumru bırakıyordu.

Çünkü ben ses etmedikçe beni sessizliğinin cezasıyla, kendinden ederek eliyordu gözleri. Çocuğumuza bakıyor, yanımdaki adama bakıyor, elinin bende duran yerine, orada duran karnımın şişkinliğine. Eliyle yüzünü sıvazlarken, titriyordu. Çöl gözleri benim yağmurum oluyordu ama ben, dimdik durmak için tüm gücümü kullanıyordum.

"Buna katlanmak zorunda değilsin," dedi Hoseok sadece benim duyabileceğim sesle. Kucağındaki Minjun ise sanki kendisine konuşmuş gibi cıvıldıyor, çocuk ya anlamıyordu. "Baba, baba, oyun." Diyerek Hoseok'un yanaklarını sıkarak öpüyordu. "Tamam babacığım, oynayacağız seninle birazdan."

Huysuzlandı Minjun. "Babam," diyor bastırarak. "Kamyonla."

İşte o zaman Taehyung'un gözlerindeki sessiz ruhları biriktiği yerden çıkageldiler. Düşük omuzlarındaki öfkeyi seçebildim. Sadece ben değil, hemen arkasında olan biteni takip etmeye çalışan yaşlı bakıcımızda öyle.

"Polis çağırayım mı efendim?" diyerek Hoseok'a bakarken, ben Hoseok'un belimde duran elini sıktım. Olayların bu kadar büyümesini ve çirkinleşmesini istemiyordum. Çünkü Taehyung'un şahit olduğu bu tabloda ne bulduğunu çok iyi biliyordum. Buna bilenerek bunca ayın sessizliğinin intikamını almasından korkuyordum.

"Sorun yok, sorun yok. Siz geçebilirsiniz," dedim Hoseok'tan önce. Hoseok bundan hoşlanmadı. Yine de beni olabildiğince bu dramatik sahnenin içinde ona karşı hiçbir hissimin kalmadığına inandırmamak için iyi bir role büründü. Yemin ederim, bu çok gerçekçiydi. Cesurca bir hareketti. İyi niyetler o zaman içinde çokça tartışılırdı. Çünkü; "Evet Bayan Seyong, bu aile içi uğursuz bir durum. Ama halledeceğiz. Arkadaş eski bir tanıdık," diyor ve durmuyordu, en az benim kadar onun canını yakmaya çalışıyordu. "Hatta siz Minjun'u odasına götürün. Baya açık havada kaldı. Hasta olmasın oğlumuz."

Oğlumun bakıcısı onu almak için hamle yaparak önüne geçtiğinde, Taehyung bağırmıştı. "Sakın dokunmayın benim oğluma, siz kimsiniz? Benim oğlum o, bu saçmalıklar da ne?" dese bile kadın atik bir halde öne atılarak Minjun'un sesten dolayı ağlamaya başlamasıyla, Hoseok'un kaş gözüyle aldı. Taehyung delirdi. Oğluma kadar uzanacaktı eli. Önüne geçtim. "Önemli olan bu mu? Ha? Onun babası sen değilsin." Diyordum aynı çılgınlıkla. Çünkü dokunursa, alacaktı onu benden. Tüm kafamdaki Minjun'un yokluğundaki senaryolar böyle başlıyordu.

"Baba," diyerek içli içli ağlayarak Minjun'u götürmeye çalıştıklarında, tüm bunları unutup oğlumun arkasından gitmek istiyordum fakat tam karşımda duran Taehyung'un hemen yanımda duran Hoseok ve bana olan bakışından dolayı ödüm kopuyordu. Ve Minjun'un görünürlerde olmadığına emin olana kadar ayıramıyordum gözlerimi ondan.

"Burada çevirdiğiniz filme inanacağımı mı sanıyorsun sen?" diyerek gözlerimin içine baktı. "Jungkook, sen bana bunu yapmazsın. Senin kalbinde bunu yapacak kadar büyük bir kötülük olamaz. Sen öyle biri değilsin. İnanmıyorum."

"Neden? Sen yıllarca yaparken, daha iyiydi değil mi? Kendin gibi sanmayı bırak beni de" diye çıkıştığımda kafasını sallıyordu. Saçına asılıyordu. Çünkü ben böyle konuşacak biri değildim. "Sen oğlumu kaçırıyorsun benden, göz göre göre." Sonrasında dudaklarını kanatırcasına kemiriyordu. "O bebek de" dedi tökezleyerek karnıma bakarken. Refleksle karnımın üzerini sardım. "Senden değil," dedim büyük bir itirazla.

Sinirle güldü. "Onu da benden saklamaya çalışıyorsun? İkimizin olduğunu bakarken bile görebiliyorum." Söylediği şeye belli belirsiz gülüyor, "Hep Minjun'dan sonra bir tane de kızımızın olmasını çok istiyordum," diyordu. Sessiz bir sevinci daha şimdiden inkâr etsem bile kabulleniyordu. "Gidelim buralardan Jungkook. Sen benim kollarıma aitsin. Gözlerindeki acıya bak. Daha ne kadar çocuklarımı benden uzak tutacaksın. Beni, senin yokluğunla cezalandıracaksın."

Kolları hasretle bana sarılmak için uzanırken, "Uzun zamandır bir karanlık okyanustayım ve beni yine sen uyandırdın kabuslarımdan. Biz kaderi bulan iki kişiyiz. Yemin ederim ben sana asla ihanet etmedim. Kalbimi avuçlarına vermeye, ellerinde can vermeye hazırım. Nasıl istiyorsan seninle öyle olmaya hazırım. Yeter ki bana geri dön. Ben her şeyi düzelteceğim. Eskisinden daha güzel olacak hayatımız," diyordu, ayrıldığımız gecesindeki çıkan pürüzlü o kesif sesle.

İşte o zaman anlayamıyordum bu hallerini? Daha bundan bir hafta öncesinde beni yok saymış gözleri, şimdi bana en değerlisi gibi bakabiliyordu hiç zorlanmadan. Ağzımdan olumsuz tek bir kelime ile gözlerimin önünde canına kıyacakmış gibi bir muhtaçlıkla yalvarabiliyordu bana. Bu hallerinden dolayı asla onun kim olduğunu anlayamıyordum.

Bu belirsizliği bile bir girdaptı benim için.

"Hayal kurma daha fazla." Kollarımla karnıma sarılarak bir adım ondan uzaklaştım. Bana daha fazla yakın durarak yüreğimi sözleriyle zehirlemesini hiç istemedim. "Biz diye bir şey yok artık. Ben bir başkasıyla evlendim. Ve evet, Minjun'un bir kız kardeşi olacak ancak senden değil. Hoseok'tan bu bebek. Her şeyi kendine hak görmüş olabilirsin. Doğru sen suçsuz ve habersiz insanların hayatlarını mahvetmeyi ve sahiplenmeyi çok seversin. Ama orada dur artık. Çünkü senin karşında ağzından çıkacak tek bir söze bile kanmayacak biri var artık."

"Beni sevdiğini söyledin sen Jungkook! Bana âşık olduğunu söyledin! Senin aşkın bu kadar mıydı da benden gittiğin gibi bir başkasını kolayca sevebileceğini söylüyorsun! Dostum diye bana savunduğu kişiyi hatta! Bana istediğini söyle ama kendine asla bu haksızlığı yapmaya cüret etme! Kızımızı da bir başkasına baba dedirteceksin, bunu o yüreğin daha nasıl kaldıracak söylesene bana! Çocukların büyüdüğünde ne diyecekler sana? Bu yükün altından kalkabileceğini mi sanıyorsun?"

Yüreğimde beni boğan ne kadar fısıltılar varsa o yüzüme acımasızca söylüyordu. Çünkü beni tanıyordu, benim onu tanıyışlarımın aksine.

Dudaklarımı kanata kanata ısırıp bıraktım. "Oğlum için belki ama kızım için değil Taehyung. Üzgünüm Taehyung, sen benim için öldün. Lütfen daha fazla rezillik çıkarmadan git buradan. Kol kola yürümeye devam et eşinle. Öylece yanımdan geçecek olduğun bakışlarınla çekip hayatından. İkili hayatını özlemiş olabilirsin, ama ben ne seni ne de o günleri özlüyorum. Ben Hoseok'u seviyorum. Senden ise nefret ediyorum."

"Sadece canımı acıtmak için söylüyorsun bunları. İnanmayacağım bu dediklerinin hiçbirine."

"Kendini böyle avutmak istiyorsan yap bunu kendine. Ama boşuna. Bu sahte göz yaşların da tıpkı kurduğun sözlerin gibi hep boşuna. Senin aşkında kendin gibi sahte."

"Jungkook, sevgilim lütfen konuşma böyle artık. Canımı gerçekten acıtıyorsun," dediğinde, Hoseok sinirle atıldı öne doğru. Çünkü Taehyung'a ne söylersem söyleyeyim pes etmiyor ve bakışları benden uzağa gitmiyordu.

"Geçmişinize ve Minjun'un hatırına seni daha evimden kovmadığım için şükretmen gerekirken, sakın ama sakın bir daha doğacak kızımı da sahiplenmeye çalışma sefil herif. Bir de durmuş gözümün önünde eşime neler söylüyorsun? Sen kimsin? Defol evimizden!"

Taehyung'un gözü o saatten sonra beni görmedi. Kararmış gözleri an be an Hoseok'a doğrulduğu gibi, yumruğunu o yüze doğru çevirmesi de bir oldu. Çıt diye ses çıktığında Hoseok çoktan yere doğru düşmüş ve Taehyung onun üzerine doğru çullanarak yüzüne vurmaya başlamıştı.

"Seni en başında uyarmıştım adi herif, ilk günden beri benim eşimde gözünün olduğunu biliyordum. Jungkook'a o bakışlarının hep farkındaydım. Sen fırsatçı orospu çocuğunun tekisin! Arkadaşına yan gözle bakan herifin tekisin!"

Yumruklar karşılıklı bir hal aldığında ne yapacağımı bilmez halde ilk önce şahit olduğum durumu atlatmaya çalıştım.

Hoseok'da aynı yumruklarla onunla bu kavganın bir ortağı olurken, "Senin gibi şerefsiz bir pezevenk olmadım en azından. Seviyorum diye nidalar attığın adamın yanına, karının koynundan çıkarak gelmişsin, ikisini aynı anda yürütmeye çalışan ve çocuk yapacak kadar piçin tekisin" dediğinde, hazmedilmeyen her şeyi tekrardan kusma isteğiyle boğuştum.

"Yeter! Kesin şunu!" diyerek bağırdığımda, elimin tersinden sildiğim göz yaşlarımla onların durmalarını izledim.

Taehyung kalktı yerinden. Hızlıca bileğimi tuttu. "Burada olmayacaksın. Senin yanın benim yanım. Oğlumuzu da alıp gideceğiz buradan. Gözümü çoktan kararttım ben senin için Jungkook. Şu an nereye desen gideceğim. Ben seni asla bırakmam. Hele bu herifin yanına asla!"

Bileğimi astırarak kurtardım ondan. "Niye gelecekmişim ben senle? Sen kimsin ki artık." Öfke yutmuştu damarlarımı. İçimde halen onu seven tüm hücrelerimi yakıyordum, bir daha geri dönmemek için. "Hem sen hangi yüzle benim karşıma geçebiliyorsun? Ne oldu da bunca zaman sonra geldin? Öylece çekip gittin ya sen zaten her şeye rağmen. Şimdi tam mutlu olmuşken neden geldin? Git Taehyung, evimizde yabancıların olmasını istemiyoruz. Sen benim dünyama ait değilsin. Geldiğin yere dön."

Güldü. İnanmıyordu ama ben onun tıpkı bana yaşattığı o masala inandırırcasına bir mücadeleye giriyordum.

"Senin bana yaşattıklarının aksine, ben gerçek bir ailenin içindeyim. Hoseok senin bana bıraktığın tüm yaralarımı sardı. Güvenim kalmamıştı kimseye ama o, benim güvenli yanım olacağını gösterdi bana. Bu bebekte bizim şifamız. Eğer azıcık kendine saygın kaldıysa, bende de ve Minjun'dan da uzak durursun. Senin gibi iğrenç bir adamın evladı olmadığını bilmeyerek büyümeli."

"Gözlerin saklasa da bana olan aşkını, aşkın dili yok Jungkook. Ben bu," diyerek Hoseok'u işaret etti. "Bu adamla bir yuva kurduğuna inanmayacağım."

"İnanmak zorundasın. Çünkü bu senin hayallerinden biri değil. Gerçeğin tam olarak kendisi."

"Sen bana bunu, ben daha ölümle cebelleşirken o hastanede, yüreğinde bile sindirilemezken bir başkasına mı gidebileceğini söylüyorsun Jungkook? En yakın arkadaşın olarak gördüğün birine özellikle. Buna inanmamı bekleme. Sen bu kişilikte diyebileceğim biri değilsin. Çünkü ben senin teninden önce kalbine dokunarak tanıdım seni, öylece büyüdü benim sana olan aşkım. Her şeyin yalan olduğuna inandıramazsın beni."

Benden bu kadar emin olmasından nefret ettim. Çünkü emin olduğundan bunca zaman beni kandırmayı başarabilmiş ve aptal yerine koyabilmişti. Ona bu hakkı hep ben vermiştim.

Bu nedenle kan kussam da burnu kanamasına rağmen Hoseok'un yanına gittim. Kalbimin intikam duygusunu taşıyan kıvrımları o vakitte aklıma sirayet ediyordu. Elimi ona uzatarak parmaklarımı parmaklarına geçirdim. Canım bunu yapacak olmanın kahrıyla şimdiden dolmuş olsalar da onu inandırmak istemiştim. Bizden tamamen uzak durmasına bu sebep olacaksa bunu yapmaya hazırdım. Taehyung'un artık bana olan bu aşk sandığı iğrenç takıntısından vazgeçirmeliydim.

Yaptım da. Gözlerimi yumdum ve Hoseok'un daha ne yaptığımı anlayamayacağı bir hızla uzanıp dudaklarını öptüm. Ellerim buna dayanma umuduyla sıkıca avuç içlerime tırnaklarını geçirdi. Gözümden ruhumun suyu çıktı. Çünkü birkaç saniyelik durmuş dudaklarımın içine onun dudaklarının kıstırmaları düştü. Masumluğuma kendi aşkının payını iliştirdi ve ben sevemedim. Dudaklarımda ondan başkasının izinin olmasının bulantısı geçiyordu daha şimdiden.

Ayrıldığında hızla boynumdan akıp geçti kurumuş yaşlarım. Eceliyle ölüp gitmişlerdi sonunda.

"Seni tüm bu yaşananlar maruz bıraktığım için özür dilerim Hoseok," dedim ve onun gözlerindeki mutluluğu, benim ne yeşermiş bahçelerimin solgunlarıydı, bilemezdi. İç çekerken ve gerime dönüp, buna şahit olan Taehyung'a bakarken, daha şimdiden pişman olmuştum bunu yapmaktan. Bunu ona göstermekten.

"Ben Hoseok'u seviyorum. Onunla evlendim ve artık onunla bir aileyim. Çocuğumuz da birkaç ay sonra doğacak. Artık anlıyor musun? Hayatımda bir hiç olduğunu ve bir kimse bile olamayacağını. Sana körü körüne bağlı kalmayacağımı da. Sevmek zor ama inan bana vazgeçmek çok kolaymış Taehyung. Senden, senden gittiğim gün vazgeçtim."

"Sen," dedi kekeleyerek. "Sen tüm verdiğim mücadelemi sonlandırdın. Sen beni bitirdin. Sen," dediğinden utanmadı karşımda düz ve boş bakışlarından döktüğü yaşlarından. "Sen işte şimdi o Taehyun'u öldürdün. Masumiyetimi, içtenliğimi, aşkımı. Beni gerçekten de öldürdün. Meğerse hiç sevmemişsin beni, değmezmişsin. Sen benim aşkıma değmezmişsin. Jungkook, ama her şeye rağmen değecekmiş gibi hissettirmiştin bana."

Sonrasında geriye doğru düştü adımları ama bana veda eden gözleri hiç vazgeçmedi benden.

"İstediğin gibi olsun, gidiyorum. Sana sevdiğin adamla mutluklar dilerim. Hoş, çoktan mutlu olmuşsun. Benimle mutlu olduğunda hamile kaldığın gibi, onunla da mutlu olup hamile kalmayı başarmışsın. Ne diyeyim, en büyük hayalimdin, şimdi hayal kırıklarımdan birisin sadece."

Dedikleri sanki onun bana yaptıklarından sonra haksızlığa uğratarak mahvetmiş, dakikalarca gittiği adımlarının bıraktığı saydam izlerine baktım. Donmuştum. Giderken Minjun'un kokusu kaldığı battaniyeyi bile alarak gitmişti. İşte o zaman kabullenmiştim. Onu bir daha görmeyeceğimi ve bir mucize olsa bile ileri hayatımda onunla olamayacağımı veya asla mutluluğun yüreğimi tam olarak doyurabileceğini.

Yanılgı.

Yazarın Ağzından

Sızdığı yerden onu uyandıran kişi Jimin'di. Oysa gözlerini açtığında bundan nefret ederek kendisini içerek neredeyse bayıldığı koltuktan zorla uyandırdı. Çoktan öğlen güneşi semadaydı ve genç adam kapalı perdeleri açmış, her şey düşmancasına kendisini rahatsız edercesine belli ediyorken bir küfür mırıldandı. Unutmak için içtiği her şey ona katiyen unutturmasına izin vermiyordu.

Jungkook, Hoseok'u öpüyordu. Karnını okşatıyor, kızlarını seviyor ve oğullarına baba dedirtiyordu o adama. Gözlerinin içine bakarak yapıyordu bunu.

Oğlunun kokusunu bile yok etmişti kendi alkol kokusu. Kusmak istedi ama yeltenemeden, Jimin ona çoktan bir bardak soğuk su getirmiş ve kurumuş boğazı için hamlede bulunmuştu. O telefon konuşmasından saatler sonrasında kapısının önünde elinde bir şişeyle ayakta duramayacak halde gelmesini, ağlayarak tüm yaşanan korkunç şeyleri anlatmasını beklemiyordu tabi.

"Daha iyi misiniz efendim, baş ağrınız için ağrı kesici getirmemi ister misiniz?"

Jimin'e baktı öylece. Elini sıkışan iki göğsünün arasındaki kalbinin üzerine koydu. "Buradaki için de var mı bir şeyler?" dedi ve sonra acıyla attı kafasına. "Neden yaşıyorum ben? Neden ölmedim ki? Oysa ölmüşüm ben. Daha o gece öldürmüş beni. Şimdi ise kaldırdığı cenazemden kurduğu düzenini izliyorum. Mutlu ailesini. Benimle yaptığı her şeyi bir başkasıyla yaptığını bilmek," tekrar doldu gözleri. "Otuz yıldan fazla olan şu hayatımda sadece o yanımdayken yaşıyordum ben. Bu bana da haksızlık değil mi? İzin bile vermedi. Onu kazanmak için vereceğim savaşıma."

Taehyung, Hoseok'un Jungkook'un onu öptüğünde kendisine gösterdiği zafer gülümsemesini nasıl unutabilirdi. Onun bedeni ikiye ayrılmıştı oracıkta. Ancak acısından zevk alan o adamın yüzünü nasıl yok edecekti kafasından? Oğlunu ona nasıl verecekti?

"Minjun beni tanımadı bile. Hani evlatlar her zaman babasını tanırlardı? O adama baba diyordu. Benim minicik, avuçlarıma sığdırdığım oğlum yürüyordu lan! Ben hiçbirini göremeden o adam her şeyinde yanında olacak. Bunu bilerek nasıl yaşayacağım? Jungkook çoktan o sikik herifin altına," diyerek öfkeyle oturduğu koltuğu yumrukladı. "Bunun böyle olduğunu gözlerimin içine bakarak nasıl söyledi? Her şeyi yap ama beni aslında hiç sevmediğini söylememiş olma!"

Jimin ne diyeceğini bilemiyordu. Aşkın ne kadar korkunç bir şey olduğunu eski sevgilisinden çok iyi biliyordu. Ama ortada bir çocuk vardı. Bu daha korkunçtu. Her şey bu kadar sarpa sararken derin bir nefes aldı.

"Ne yapacaksınız?" dedi çekingen bir sesle. Taehyung'un gözlerindeki acısını ezen öfkesini görüyordu. "Önce hesaba ailemden başlayacağım. Ardından, bilmiyorum. Kafama sıkar ve herkesin zaten ben hiç olmamış gibi yaşamasına izin veririm. Ama oğlum, onun için bilmiyorum. Sadece o götün oğluma babalık yapmasına izin vereceğimi sanmıyorum. Bunu istemiyorum. Jungkook o herifle mutlu olmaya devam edebilir. Çok istiyorsa. Ancak oğlum, en azından oğlum benimle olacak. O benim de oğlum ve tek söz sahibi o değil. Bir başkasının olmaya dünden razı olan onun değil."

Jimin onun gözünün iyiden iye döndüğünün farkındaydı. "Siz yine de bu öfkeyle bir şeyler yapmaya çalışmayın," diye uyarsa da Taehyung sadece güldü. Bu sahte ve kendisiyle dalga geçerek yaptığı bir şeydi. "Kurtarılacak bir şey kalmamış ki. Neyi kaybedeceğim ben bu saatten sonra?"

Jimin anladı ki bu adama ne derse desin işlemeyecekti.

Pes ederek durmadan çalıp duran telefonu koyduğu mutfak masasından almak ve Taehyung'a teslim etmek olduğunu düşündü. Birkaç aramadan sonra kapatmıştı. Çünkü yeterince evinin kapıları rahatsız edici şekilde çalınıyordu, bir de bu ailenin zorba adamları tarafından rahatsız edilmek istemiyordu.

Bu nedenle Taehyung'a telefonu uzattı. "Babanız birkaç defa üst üste sizi aradı dün gece. Haberiniz olsun," dedi ve telefonu öylece elinden alan ve hiçbir şey demeden Taehyung'un evden çıkışını izliyordu. Gözünü cidden karartmıştı bu adam. Kaç akşam buraya gelmiş, ailesinin evine geçerken kıyafetlerini dikkatlice değiştirmişti. Şimdi ise leş gibi görünen halini umursamadan hapishanesini kuşatan o zindan adasına isyan çıkartmak için gidiyordu.

Ki yanılmıyordu da.

Taehyung yarım saat sonrasında arabasını otoparka park etmeden hızlıca evlerinin avlusuna çalışır vaziyette bırakarak evine geçerken, gözü önce hesap sormak istediği Eun'daydı. Bilerek çevirdiği numaraları burnundan getirecekti. Gözlerini açtığı anda çevirdiği dolapları? Belki bu yaşanmamış olsaydı, Jungkook onunla olabilirdi? Kimi kandırıyordu, bu olmadan önce vazgeçmiş ve bir başkasının olmuştu Jungkook onun gözünde. Eğer Eun'un başta Jungkook'u korumak için söylediği sözlerinin ardından kendisini güvence altına aldığına dair o niyetlerini. Aralarındaki yanlış anlaşılmaları ve aşkı soğutacak kadar nefret duygusunu sahiplendirecek işler karıştırdığını.


Aradığını bulmakta hiç zorlanmadı. Çünkü babası evden şirkete geçmemiş ve Taehyung'u bekliyordu evinin salonunda. Oğlu da bunu tahmin ederek direkt olarak girişteki asansöre binip yatak odasına girdi. Karısının artık masumiyetine ve sabrına olan güveni yoktu. Bunca zaman onun sırrını saklamıştı. Elinde olmadığından ve ona güvenmişti, Jungkook'la olan sırrını vermişti. Fakat artık bunu yapmayacaktı.

Bununla yüzleşmek için çıktığında, çalışanlar çoktan evin diğer iki üyesine bu haberi vermişti. Annesi ve babası aceleyle çıkmışlardı onların katına. Taehyung'un babası çok sinirliydi ve bunun hıncını Taehyung'tan çok fena alacaktı. O kırılmış kemiklerini tekrar kırmak pahasına yapabilirdi. Dünürlerine karşı mahcup ettiği gibi, gelinlerinin ağlayarak eve girmesi ve kapısını açmaması ayrı bir olaydı. Genç kız ne yaşadıysa ailesinin telefonlarını açmamış ve babasının dikkatini çekmişti.

Bu iyi bir dikkat çekme değildi. Taehyung'un babası da bunu bildiğinden hayli kendisi için endişelenmişti. Adamın iki dudağı arasındaydı. Bu yaşta bunca yıl edindiği saygınlığı bir hapishanenin kodesinde yok etmeye hazır değildi. Özellikle her şeye sahip oğlu yüzünden.

Fakat daha koridora varmadan kırılma dökülme sesleri şu anlık oğluna yapacaklarını düşüncesini ertelemesine sebep oldu. Eşi hemen yanında, "Ne oluyor bunlara bunca seneden sonra tanrı aşkına?" diye korkuyla söyleniyor, yanındaki adam ise onu umursamadan kırılmış kapı ağzından birazdan karşılarına çıkacak manzaranın şokunu nasıl atlatacağını düşünüyor olmalı?

Çünkü korku ve mutluluk aynı anda aklını çalacaktı.

"Beni kandırdın! Lanet olsun sana duydun mu beni? Her şey senin ve o katil soylu ailen yüzünden oldu. En az onlar kadar üç kağıtçı olabileceğini düşünebilmeliydim!"

"Tek üç kağıtçı ben miyim? Sen beni aldattın Taehyung," diyordu Eun tüm baskın öfkesiyle. Çünkü Taehyung'un yaşanan her şey kendisini suçlu bulmasından bıkmıştı. Pekâlâ son olaylar haricinde kedisini fazlasıyla haklı ve masum buluyordu.

Ancak Taehyung dişlerinin arasından ona karşı tiksinirken konuşurken, işler sanıldığı gibi ilerlemiyordu.

"Aramızdaki her şey bitmişti. Onu tanımadan önce boşanalım diye kaç kez konuştum zaten seninle. Ama sen olayı komplekse bindirip çocuğun olmuyor diye sana böyle diyorum sanmaya başladın. Sonrasında anlaşmayı hatırlatıp durdun. Oysa ben seni sevmiyordum. Bunu bile bile benden asla vazgeçmeyen sensin. Konunun onunla alakası bile yoktu. Zaten arkadaş olmayı kabul ederek kaldığımızda bu odada, yine saklamadım ve anlattım sana her şeyi. Sana onunla paylaştığımız çok şeyi anlattım. Buna rağmen seni aldattığımı söyleyemezsin! Buna hakkın yok! Asıl benim bundan dolayı nefretimi kusmam lazım! Senin yüzünden asla mutlu olamayacağım," diyerek daha taze duran kaybedişlerini haykırıyordu.

Ama Eun ukala şekilde bakıyordu. Küçümsüyordu. "Niye, çok seviyoruz birbirimizi dediğin adamın bir başkasıyla evlendiğini mi öğrendin yoksa?" diyor ve atıfta bulunuyordu. "Hislerimi az da anlıyorsun artık."

Taehyung çekinmeden yanında duran tek sağlam kalan eşyalardan biri olan antika vazoyu sinirle duvara doğru fırlatırken, "Bu aynı şeyler değil lanet olsun," diye bağırıyor ve Eun bunun ani öfkeli hallerinden korkarak ondan uzaklaşmaya çalışmış ve banyo kapısının önüne kadar gelmişti. Çünkü vazonun parçalarından biri bacağına çarpmış ve canını yakmıştı.

Durumlar iyice çirkinleşirse kendisini banyoya kilitleyip yardım çağıracaktı. Neyse ki bunun yaşanmasına gerek kalmamış ve eşinin ailesinin odaya merakla dalmasıyla rahatlamıştı. Onlar varken bu kadar ileri gidemeyeceklerini biliyordu çünkü.

"Neler oluyor burada, bu şamata ne?" diye bağıran Bay Kim'in ağır baskın sesi hemen ortamın durulmasını sağlamıştı. Gelininden çevirdiği gözlerini oğlunun kendisine düşmanca bakan gözlerine çevirdi. Duyduklarından yola çıkarak, "Taehyung sen karını mı aldattın?" diye hesap soruyordu ancak Bayan Kim bu konunun şokunu atlatabilmiş değildi. "Çok seviyordunuz birbirinizi, nasıl olur bu?"

Taehyung tüm bu saçmalıklara katlanamıyordu.

Yeterince katlanmıştı. Artık her şey inceldiği yerden kopabilirdi onun için.

"Siz öyle olmasını istiyordunuz, kendinizdeki soğuklukla bir tuttunuz aramızdaki sevgiyi. Sizin yüzünüzden hayatım mahvoldu. Yıllarca dediğiniz her şeyi yaptım. Ama benden buraya kadar, bu iğrenç aile tiyatrosunda olmayacağım artık," diyerek bağırırken, babasına karşı ilk kez sesini yükselttiğinden, Bay Kim, "Kendine gel," diyerek kendisiyle saygısızca konuşan oğlunun yüzüne sertçe bir tokat attı. Bu tokat Taehyung'u kendisine getirmişti. "Çabuk özür dile gelinimizden."

"Dilemeyeceğim," diyerek karşılık vermeye devam etti.

Bayan Kim ise sonunda korktuğunun başına gelmiş olmasının evhamını döndürüyordu sessizce. Ama odadaki gerilimden dolayı herkes onu rahatça duyabiliyordu.

"Çocuk olsaydı bu kadar boş boş hovarda şeyler yapmazdınız. Aile olmayı beceremediniz, o yüzden böylesiniz," diye karışmaya çalıştı Taehyung'un annesi. Ama Taehyung bıkmıştı bu konudan. Tek dertleri gelinlerinin babasının daima yanlarında olacaklarına dair bir güvenceydi ve bunu garanti alma dertlerinde olduklarından bunu söyleyip duruyorlardı. "Bizim asla çocuğumuz olmayacak, anlayın şunu."

"Denemiyorsunuz ki," diye cevap verdiğinde, Taehyung gülüyordu sinirden. Eun ise kalbi hızlıca çarpıyordu. Başına geleni hissedebilecekmiş gibi. Bunu önlemeye çalıştı. "Özür dilerim sizlerden. Bunlar her karı koca arasında olacak kavgalar. Rahatsızlık verdiğimiz için üzgünüm. Toparlayacağız bunu."

Kayınvalidesi memnun bir tavırla baktı gelinine. Ancak kayınbabası Taehyung'un tavırlarından dolayı asabı bozulmuş ve bu artık ele avuca gelmeyen oğlunun davranışlarıyla nasıl baş edeceğini düşünüyordu.

Fakat Taehyung fena bir şey söyledi. "Eun ile asla çocuğumuz olmayacak. Çünkü kendisinin çocuğu olmuyor. Bunu beş yıl önce öğrendik ve o zamandan sonra onunla asla aynı yatakta uyumadım. Bu boktan evlilik saçmalığını sizin yüzünüzden kabul ettim. Çocuk diye tutturdunuz diye sevmediğim kadınla bunu bile yapmaya çalıştım. Yeter ki susun ve beni rahat bırakın diye. Ama evliliğimizin tek amacı buyken, bu olmayacaktı bile, yani isteseniz de aramızda onunla düzelecek hiçbir şey yok. Biz birbirimizi sevmiyoruz."

Kendisine dönen gözlerle Eun köşeye sıkıştı. Kayınvalidesi haberi olmadığı bu konuda hem şaşkındı hem de gelinin her defasında üstte çıkmak için bebek olmamasının sebebini kendisine gösterilen baskıdan dolayı şikâyet ederken, şimdi vaziyetin asıl olayı dökülmüş ve sinsi bir öfkeyle bakmıştı ona. Küçümser gibi.

Ancak Eun dişlerini sıkıyor, Taehyung'un bunu kimseye söylememesi için ettiği yeminini nasıl bozduğunu görüyorken, o da bozuyordu yeminini. Aynı acıyı ona da yaşatmak için veya çok daha fazlasını.

"Tek istediğiniz bir çocuk. Evet çocuğum olmuyor ama Taehyung'un zaten bir başkasından bir çocuğu var. Bir oğlu var," dedi ancak ailelerin yüzündeki garip sevinci umursamadan onları alt etmek için konuşmasını devam ettirdi.

"O kişi alt tabakadan biri." Dediği anda Taehyung'un kendisini boğazlamak isteyen bakışlarıyla karşılaştı. "Onun hakkında sen konuşamazsın, kes kesini," diye uyardı ama Eun onu dinlemedi bile. Çünkü bu durumdan sıyrılmalıydı, zarar görmeden ve Taehyung'a o zararı vererek.

"Ve başkasıyla evli. Babam her şeye rağmen çocuğumun olup olmamasını umursamaz, ancak Taehyung'un yediği bu bokun bedelini size ağır ödetir. Ama ben her şeye rağmen kocamı seviyorum. Ölmesinden ziyade yanımda nefretle duracak olmasına razıyım."

Kayınvalidesi, gelinin asi ve kurnaz biri olduğunu biliyordu. Yanındaki eşi durumu sadece gözlerini kısarak izlerken, o, "Ne demeye çalışıyorsun kızım sen," diyerek sorarken, kimse ondan böyle bir istek ve çözümde bulunacağını bilemezdi. Özellikle Taehyung.

Çünkü bir dosta en büyük sırlarınızı verirseniz, ertesi gün olduğunda ve size düşman kesildiğinde, sizi en çok nereden vuracağına ve nasıl iyi yaralayacağını çok iyi bilirdi.

Ve tam da öyle bir şey yaşanıyordu.

"Taehyung o kişiye çocuğunun velayetini tek kendisinde olabileceğine dair bir sözleşme imzalattı. Zaten çocuğun diğer babası da başkasıyla birlikte ve o evlendiği kişiden de hamile. Siz, torun ve babamla sonsuz bir bağ istiyordunuz. Size istediğinizi veriyorum işte. Çocuk daha yeni bir yaşına girdi. Onu alıp kucağıma verin. Hem ben çocuk hasretimi dindirip ona annelik yaparım hem de siz torununuzun ve güvencenizin keyfine bakarsınız. Babam bile şüphelenmez bu durumdan, son zamanlarda aldığınız ölüm tehditlerden dolayı Bay Kim, bunu benim sakladığımı ve doğumdan korktuğumdan, taşıyıcı annelikle çocuğumuzun olduğunu ve belli yaşa kadar gelmesini beklediğimizi söyleyerek durumu izah ederiz. Taehyung zaten uzun zamandır haftanın belli günlerinde yoktu, hayliyle bende. Aslında çocuğumuzla ilgilendiğimizi ve bunun için sık sık şehir dışına çıktığımızı söyleriz ve bu dramatik sonunuz yerine, kazançlı çıkarsınız bu yaşanan rezaletten bile."

Bölümün sonu.

Uğuğuğuğ nasıl buldunuz bölümü, lüften söyleyin...

İki güne yine buradayım. Çok uzayacağı için felaket sahnelerin bazıları diğer bölüme kaldı.

Sizce ne olacak?

Ben Nicotesy, yine kaosumuzu bıraktık bölüm sonuna şükürler olsun.

Loading...
0%