@nicotesy
|
Gecenin üçbuçuğunda selamlar olsun... uzun bir bölümle geldim. Söz verdiğim gibi geldim. Umarım bu bölüm iyi kalırsınız. Bir veya iki bölüm sonunda, sizi yavaş yavaş normale döndürcem. Endişelenmeyin. İnşallah diyormuşum... Diğer bölümü sizin tepkilerinize göre hızlıca atarım. İyi okumalar ballarım :)
İnanmak istemediğimiz her şey bir yalan gelir bize. Sanki sizin ağzınızdan çıkanlar değildir doğruyu da ipe sapa gelmeyen dürüstlüğe vuran. Üç insanın gözleri, bir insanın ağzından çıkan sözlerle en kurnaz olan ve bir o kadar da kahreden bir hayatın başlangıcını yaşayacak cümlelerle aydınlanırken, kazanan sadece o sözleri kullanandı. Yalanlara bezeli gerçeklik vardı. Şimdilik. Eun söylediklerinin arkasında dururken, Taehyung'un sinirden bir dudağının kıvrımı seğiriyordu. Bu kadını tamamen hayatından çıkarmak isterken, bu kadın öyle haince bir plan yaparak sonsuza kadar kendisiyle olmanın garantisini yapıyordu ailesinin önünde. Midesi bulandı. O hep böyle biri miydi de görememişti bunu? Ne sanıyordu, öylece bu evden çekip gideceğini ve kimseye zarar gelmeden yaşayabileceğini mi? Katiyen durum böyle değildi. Taehyung dönülmez bir nokta ile, "Hayır," dedi ama o kağıttaki imzanın tek amacı bunun için olmamıştı. O mal varlığını, her an başına bir iş gelirse çocuğu üzerindeki miras hakkına sahip olsun ve hak ettiği hayatı yaşasın diyeydi. Fakat durumlar çok tersine işlerken, "Bu saçmalığa oğlumu bulaştırmayacaksınız ve" diyerek gözlerini belerterek kadına baktı. Tek tek söylediği sözleri ağzından çıkanları duymamış olsa gerek, kendinden çıkanları duysun istedi. "Benim oğlum, senin oğlun değil. Sen onun annesi olmayacaksın." Annesi ve babasının bu fikre ne kadar sıcak baktıklarını elbette biliyordu. Bu konuda şu anlık ses etmediklerinden bile anlamıştı. O akıllarında bunun senaryolarını ve planlarını daha şimdiden ayarlamaya çalıştıklarını kestirebiliyordu. "Ne yani, bir de yeni doğan çocuğumu mu kurban edeceğim size," dedi ve babasına doğru saniyelik öfkeli gözlerini çevirdi. Ardından emellerine kavuşmak üzere olan karısına çevirdi gözlerini yeniden. "O kafandakileri sil aklından, yoksa çok fena şeyler olacak." "Taehyung," diye itiraz da bulundu babası. Çünkü bu sözlerin sihri onun zihninde çok daha yeni ve kuvvetli gücün kapılarını açmaktan geçiyordu. "Eun'un söyledikleri çok mantıklı. Bu boku yemişsin ama kız buna rağmen yanında durmaya çalışıyor seninle. Oturup buna minnet edeceğine bir de karşı geliyorsun. Sen bu evliliği bitirebileceğinin sanrısına nasıl kapıldın?" Taehyung çevresinde olan bu üç insanın içinde delirecekmiş gibiydi. Özellikle bunca zaman yanında olup şu anda sırtından bıçaklayan Eun yüzünden ise çok fena öfkelenmişti. Gözlerinin önüne perde inmiş gibiydi o vakit. Korktuğu başına gelmişti ama bunun böyle olduğundan dolayı değil, karısından boşanarak kimsenin haberi olmadan bu ülkeyi terk ederek yapıyor olmasından dolayı olacak olandı. Yine peşine düşeceklerdi ancak bunca zaman boşanmayı bekleyerek nasıl da büyük bir hata yaptığını da biliyordu artık. Çünkü korumak istediği gerçek ailesi de yoktu. Onlar yoktu hayatlarında. Bu en kötüsüydü onun için. Hızlı adımlarla bunca sene tüm uğraşlarıyla saklamaya çalıştığı sırrını ve en değerli olan varlığını korumak için verdiği çabasını, şimdi gizli arzularıyla ortaya döken Eun'a doğru bir hışımla gittiğinde, Eun korkarak kaçmaya çalıştığında bazı şeyler için çok geçti. Taehyung sinirden titriyordu. Elini o kadının boğazına atarken, karşındaki kişinin kendisinden zayıf biri olmasını umursayamıyordu. Oysa daha önce ona karşı hiçbir zaman böyle yaklaşmamış, sesini bile kolay kolay yükseltmiş değildi. Ama şimdi aralarındaki saygı duvarı bugün tamamıyla çökmüştü. "Sana güvenerek almıştım ben bu kararı. Sen bana bunu yapmam için akıl vermiştin. O işe yaramaz abilerinin bir gün başıma bir şey getireceğinden ve bundan dolayı ona ve bebeğimize zarar vereceklerinden bahsederek aklıma girerek yaptın bunu. Bana bir şey olurda çocuğum hayata karşı sefalet içinde kalmayıp yaşasın diye akıllar verirken, bunun mantıklı olduğuna inandırdın. Meğerse senin tek amacın zaten benim çocuğumu almaya çalışmak, onu kendi evladın yapmaya çalışmakmış." Gözlerinin hareleri iyice kararmış, dili tükürürcesine haykırmıştı ona karşı. "Yılansın sen, seni öldüreceğim. Bu dediğin olmayacak. Benim çocuğum sizin gibi insanların arasında büyümeyecek!" "Bırak beni," diye ciyakladığında, babası ve annesi, gelinini ellerinden kurtarmaya çalışıyordu. "Bırakayım mı? Seni öldürmemem için tek bir sebep söyle!" "Sana bırak diyorum," diyerek bağırdı ve babası, çoktan korumalar gelen çağrı üzerine odaya girip Taehyung'u, Eun'un üzerinden almıştı. Eun boğazındaki acıyı parmaklarıyla sararken, gözleri kan çanağına dönmüştü. Taehyung'u zapt etmek zordu o vakit. Üç kişi sıkıca tutmuştu onu. Babası tam karşısında duruyordu. "Bunca zaman bu bokları yerken bir sonucunun olamayacağını mı düşündün? Ne sandın, gerçekten gizli kaçamaklı yaşadığın ilişkiden dolayı mutlu olabileceğini mi? Sana söyleyeyim oğlum, sen sıradan bir insan değilsin ve bu yaşadıklarının bedeli de küçük bir aldatma hikayesi ya da âşık oldum diyerek boşanacağın bir durum değil. Aklını başına topla," dedi, sert bir uyarıyla. Eun sakinleştirebildiği kadar kendisini sakinleştirmeye çalıştı. Ancak kaynanasının o yüzündeki mutlu ve keyifli ifade, o kadar canını sıkıyordu ki, kendisini bu oyun kartı çevrilerek ilerletilen oyunun içerisinde ekarte edildiğini düşündürecek kadar dışlandığını hissediyor ve hırslanıyordu. Sanki artık onlara karşı tek bir söz hakkı bile olamazmış gibi. "Bu olmayacak, şartlar ne olursa olsun ben boşanacağım bu kadından, siktiğim şirketlerinin veya canımın ya da sizin canlarınızın artık umurumda mı olduğunu sanıyorsunuz siz? Otuz yılımı zaten ellerinizde bir ölü gibi geçirdim. Ama artık yeter, yeter! Tüm bunlardan ömür boyu kurtulamayacaksam ne anlamı var yaşamamın. Zaten yaşama sebebim de kaldı. Her şeyimi kaybettim. Anlıyor musunuz? Hoş anlayamazsınız. Siz, annem ve babam olarak bile hiç yanımda olmadınız. Biz aile olmayı bilmiyoruz. Ama ben biliyordum. Yemin ederim o kadar güzel bir şeydi ki bu, şu an burada olmaktan ölesiye nefret ediyorum. Sizlerden nefret ediyorum." Tüm bedeni zangırdıyordu. Uzun zamandır baş göstermeyen ataklarından birine hazırlanıyordu. Bu durumu yine içlerinden bile sadece Eun biliyordu. Her şeye rağmen onu sevdiğinden yönünü ailesine çevirmiş olan adamı için hızlıca banyonun içine girdi ve oradan Taehyung'un yedek bıraktığı ilaç şişelerinden birini eline aldı. Kapağını gerginlikle açana kadar içeride sesler yükselmeye devam ediyordu. "Taehyung, tamam biraz daha sakinleştikten sonra konuşalım. İyi değilsin," diyerek ilacı ona uzatmaya çalıştığında, Taehyung hırsla elindekini itti. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Annesi, "Bunlar ne?" dedi yere saçılmış mavi renkteki hapları kastederek. Eun ağzının ucundan yanıtladı onu. "Atak geçirmemesi için." Oğullarının bunu ne zamandır kullandığından haberleri bile yoktu ancak hayatları hakkında en doğru kararları kendilerini verecekler kadar özgüvenlilerdi o zaman. Bilhassa babası. "Senin bunca zaman bu kadar aciz olduğundan haberim bile yoktu. Ne acı, sana güvenerek neredeyse tüm işlerimi devredecektim. Meğerse oğlumuz bizim sonumuzu planlıyormuşuz da haberimiz yokmuş. En azından bir halta yaramışta bir torun verebilmiş." Kafasını olumsuz anlamda sallamıştı. "Altın biletimizin bir fahişeden geleceğini hiç ummazdım." "Yeter, susun artık. Susun! Hepinizin canı cehenneme!" "Bence de yeter Taehyung." Diye sesini bağırtı şekilde çıkaran Eun, fazlasıyla toparlanmış bir halde onun karşısına geçmekle harcarken, elbette ki onu sıkıca tutan iri yapılı üç korumaya güvenerek yapıyordu bunu. "Sen durumun ciddiyetini ve aslında bizi ne duruma soktuğundan haberin yok. Bir bencillik yaptın ve ardından cesurca çalışmaya durarak kuyruğunu dikeltmeye çalışıyorsun ama ben sana işin en gerçeğini söyleyeyim. Belli ki sen duyguların yüzünden aklınla olayların vahimi yetini düşünemiyorsun." Kuracağı cümleleriyle bir tek Taehyung'u değil, eşinin ailesini de etkisine alıyordu. Babasının kızı olduğunun hakkını veriyordu. "İki dudağımın arasındasın sen. Sadece bir telefonuma bakar. O kadar aptalsın ki, aşk seni o kadar aptallaştırdı ki... abilerim senden şüphelenip takip ettirdiklerinde, yine o şüpheyi ben yok ettim kafalarından." Bunu söylerken yüzünde gurur vardı. "Ona rağmen bile böyle bir şey olursa öldüreceklerini söylediler. Sonrasında da seni." Sakince kafasını yana eğdi. "O artık senin bile değil. Senin olan sadece oğlun ve o da bir başkasına baba demeye başladı bile? Bunu nasıl hazmedebiliyorsun, çünkü sen komadayken başlarına bir şey gelmesinler diye o kadar takip ettirdim ve izledim ki onları... ne kadar mutlu olduklarını, o adamın çocuğunu ve çocuğunun onu nasıl sevdiğini, geceleri onunla uyumak için ağladığını, beraber parka gidişlerini, oyun oynarlarken nasıl eğlendiklerini görmedin. Farkında mısın? Sen onların hikayesinde yoksun bile. Bu yüzden boşuna uğraşıp kendini yorma. Çocuğunu yanına al ve yaşamasını sağla. En azından zamanında kavga ettiğin adamın, şimdi çok sevdiğin insanı yedi yirmi dört bir başkası tarafından beceriliyor olduğu gerçeğini unutmaya başlarsın. Malum, sen daha hastanenin bir köşesinde ölümle savaşırken o karnını o adamın dölleriyle şişirmekle meşgulmüş." Bu sözler Taehyung'un limitini bitirmişti. O üç adamı öylesine büyük bir hırsla üzerinden silkeleyip karısının yüzüne bir tokat attı ki, Eun bunu beklemiyordu. "Bu tokat sana değil, bana. Çünkü seni bunca zaman iyi biri sanarak acıdığım ve vicdan azabı çekerek kendimi üzdüğüm salaklığıma gelsin." Sonrasında yakalarına asıldı. "Bir daha onunla ilgili bu şekilde konuşma cesareti gösterirsen, gözüm görmez, seni öldürürüm." Oradan çekip gitti. Kafasındaki zehirli cümleleri atamıyordu. Elleri ayakları titriyordu. Her şey onun için çok kötü ilerliyordu. Ne yapacağını bilmiyordu fakat tüm bunlardan daha acımasız olanı, bu zehirlenmeye maruz kalmış olmasaydı. Jungkook gerçekten bunu ona yapmış mıydı? Kendi oğullarıyla o adamla bir aile mi kurmuştu? Ve doğacak olan o çocuk... Bu öylesine çok nefesini boğazına diziyordu ki, arabasına bindiği gibi bildiği tek yere gidiyordu. Evine. Jungkook ile kaldıkları eve. Ona kavuşamıyordu ancak anılarına kavuşabilirdi. Yoksa kendisine zarar verecekti veya bir başkasına. Ama o nasıl bir acı kucaklaşmaydı öyle. Jimin'in onlar gittikten sonra kapatıp kendisinin de gittiği bu evde anılar küflenmiş, saksının altında duran yedek anahtar dahil burada kalmış ayrılık sahnesini hatırlatmak istemiyormuşçasına açılmayı reddetti kapıyı açmaya çalışırken. "Jungkook," dedi titreyerek. "Ben geldim." Sonrasında yaktı ve yandı tüm evinin ışıkları. Gözleri dolu dolu izledi ama görmek istemiyor, kırık cam parçaları umursamadan üzerine basarak kenarda kıyıda kalan onlara ait bir şeyler arıyordu. "Minjun'u mu uyutuyorsun?" diyordu çekinerek. Odasına kadar gitti. Meleğinin şimdi ona minicik gelen elbise dolabında kalanları bulup avuçlarının arasına aldı. Dolabın ahşap kokusu sinmişti üzerine. Yine de bu hatıralarında kalan günlerindeki kokusunu anımsamasına engel değildi. "Neden beni hatırlamadın bebeğim," dedi ağlayarak. "Ama sen ben eve geldiğimde bile hissederdin. Kucağıma gelmek için ağlardın. O dudaklarını büzer, saçlarımı çekiştirirdin. Neden unuttun babanı?" Orada öylece durdu. "Seni kaybetmek istemiyorum. Seni de kaybedersem ne kalacak avuçlarımda," dedi içli içli. Sonra kıskanarak anımsadı Hoseok'un kucağındayken saçlarını çekiştirerek oynamak isteyen oğlunu. "Ben her şeyi seni hak etmek için yaparken..." Gözlerini yumdu. Kalbi çok hızlı atıyordu. "Baban sevdi mi onu bebeğim, baban bize bunu yapmaz? Neden yalan söyledi bu kadar? Benim yüzümden. Canımı acıtmak istiyor. Biliyorum. Ama bu kadar oynamaz o benimle. İstese bile yapamaz. Ben onun zaten bu kadar merhametli ve yumuşak kalpli olmasına âşık olmamış mıydım? Affetmesin beni. Ama beni hiç sevmediğini de söylemesin. Bizi, her şeye rağmen bizi bu kadar kolay unuttuğunu söylemesin oğlum." Sonrasında bebek patiklerini bulup avuçlarında sıkıştırdı. Başı felaket ağrıyor ve dönüyordu. Kendisini zor tutuyor ama yine de o felaket öncesi yaşadıklarını yad eden yatak odasına girerken, kapının kulpu elleri arasında sıkışıyordu. Açmaya da cesaret edemiyordu. Korkuyordu. Keşke gözlerimi sıkıca kapatsam ve açtığımda, orada sessizce oğlumla uyuyan senle karşılaşsam ve öylece kıvrılarak uzansam yanınıza. İkinizi öpsem sakince. Sonra olmazda hani sen uyansan ve neden habersizce geldim diye kızsan, gülümsesen, en çok gözlerinde görsem o ışıltıları. Sarılsan bana. Öpsem o bal dudaklarından. Kokunu çeksem, seni ne kadar özlediğimi bir kez daha itiraf etsem ve sen bana hasret kalmış ellerinle okşasan saçımı, sonra kıyamazsam sana. Okşasam o utanmış yanaklarından. Çok şey değildi Jungkook, sadece sevsen beni öylece. Sessizce dursan da olur, yeter ki ben seni kollarımın arasında olacağını bilsem... öylece seni severken yaşlanarak ölsem. Yemin ederim çok zor değil, ama neden her şey artık çok geliyordu. Onu öptün. Benim kıyamadığım dudaklarını mühürledin bir başkasıyla. Bu kadarını yapmamış olmayı dileyecek kadar kahrolacağımı bilmiyordum. Bizim bu kadar mahvolacağımızı bilmiyordum. Yatak odasının ortasında durdu. Burada geçirdiği yüzlerce gün vardı. Onun her zorluğunda olmaya çalışırken, onun her şeyden habersiz karşısında dururken ölüyordu, söylemediği her şey için. Kendisiydi ama bir o kadar kendisinden öteydi. Hep güvendeydi ancak hep güvenin içinde bir korkak misafirdi. Şimdi dört bir yanından tokatlanıyor, Jungkook'un karnındaki bebeği düşünüyor ve nefesi kesiliyordu. Taptığı bedenini başkasıyla kutsadığı düşüncesi midesini bulandırıyordu. İstemsizce eli midesinin üzerine kapandı ve kusmamak için zorlasa da çare etmedi. Aceleyle odanın içinde banyonun klozetine dün geceden kalan son alkolün akıntılarını, mide suyuyla dışarıya doğru akıttı. Son gücünü yaşayarak sifonu çekti. Başı feci şekilde dönüyordu. Elleri titriyor ve süründüğü fayansın üzerinden kalkınmaya çalışırken, hemen yanındaki lavabonun mermerine dokunmaya çalışırken kavrayamayarak kayıp düşüyordu. Kafasını kısa süreliğine çarpmanın etkisiyle gözleri karardı. Öylece yarım saat boyunca bilinçsiz bir şekilde yerinde yattı ve kendisine olan biteni çok sonra anladığında, bunu sadece sevdiği adama zamanında söylediği yalanların üzerinde bıraktığı kalıntılar olarak bilecekti. Kendisine geldiğinde burada biraz kalıp toparlamak istedi. Çünkü avunacağı çoğu şey buradaydı. Jungkook bu evden ve her şeyden gitmiş, eskiye dair yanında hatırı sayılacak çoğu şeyi bırakmıştı. Birkaç gün kendilerini idare edecek kadar kıyafet almıştı, kendisi ve oğlu için. Geri kalanlar buradayken, Taehyung bir ütopya edinmişçesine onunla yıkandıkları duş jelini kullanıyor ve yatakta uyumaya cesaret edemediğinden oğullarının odasındaki berjer koltuğun üzerine oturarak bulduğu fotoğraf albümüne bakıyordu sadece. Kafası çok karışıktı. Oğlunu yanında istiyor ancak bunu yaparsa Jungkook'un kırgın gözlerinin kendisinden tamamen uzaklaşıp nefrete dönüşeceğinin de bilincindeydi. Diğer yandan oğlunun yanında kendisi olmak istiyordu. Eun gibi bir kadının ona annelik yaptığı düşüncesi bile midesini kasmış, onu boğazlama isteğini nüksettirmişti. Fakat acı gerçekler, o sakinleşmeye başladıkça artıyordu. Ailesi bu işin peşini bırakmayacaktı. Eun ise kendisinin. En büyük koz belki de ondaydı. Bunca zaman onun bu sakin ve anlayışlı haliyle, diğer aile üyelerinden hep farklı olduğunu düşünmüştü. Bu nedenle çoğu şeyi ona güvenerek anlatabilmiş, ondan aldığı bu yüzle Jungkook'un yanına cesaretle gidebilmişti. Tanrı biliyordu ki, eğer zamanında sevdiği adamla tanışmasaydı tüm bu acı çekmeleri olmayacaktı. Keza acı çekecek hiçbir organı sağ kalmayacaktı. Ancak şimdi değildi. Tek aşk değildi ciğerini yakan, evlat özlemi bir başkaydı. Aylar sonra gördüğü oğlunu doyasıya görmesine izin vermemişti. Oysa kokusunu ne kadar sevdiğini ve evden her gitmek zorunda kaldığında gizlice oğlunun küçük bir kıyafetini çalıp getirirdi. Jungkook'un bundan haberi bile olmazdı. Ne yapacaktı? Jungkook'u ve oğlunu nasıl koruyacaktı? Diye düşündü. Ama aklının ona acımayan yanı söylendi ona. Senin tarafından korunmasına ihtiyacı yok. Bir başkasının kanatları altında. Sonra aklına homurdanarak cevap veriyordu. O adamlarla ben baş edemiyorum, iki yumruğumla yere serpilen o it herif mi koruyacak? Susmuyordu. Seni istemiyor, sana ait hiçbir şeyi görmeye tahammülü yok. Bir başkasını sevmiş işte, bunu kendisi söyledi, senden bile saklamaya çalıştığı karnını nasıl da unuttun, onunla olan ailesini kurtarmak istedi, senin gibi bir herifle işi olmaz. Saçlarına asıldı. "Sus artık, konuşma yine," diye bağırdı. Kazadan sonra başlamıştı bu zihinsel konuşmaları. Taehyung bunu öncesinde aklının ona uyanık olması için bilinç dışı sandığı uyarıları olarak düşünüyordu fakat vaziyet aldığı ağır kafa travmasından dolayı daha farklıydı. Kendi sağlığı önceliklerinin arasında bile değilken, içten içe bu sözleri duymayı hak ettiğini düşünüyordu. Jungkook'un yaşlı gözlerinin yüreğine bıraktığı acı olarak düşünüyordu. Sadece biraz uyumalıydı. Bunu yapmazsa baş ağrısından tekrar kusabilirdi. Bebeğinin kokusunu içine çekerek sakinleşti de. Bir zaman sonra düşleri gözlerinde yaş bırakarak onu uykuya yatırdı. Ta ki orada öylece uyuduktan birkaç saat sonra gece yarısı çoktan ikiye vardığında, kapı sertçe çalınıyor ve yumruklanıyordu. Taehyung irkilerek uyandığında etrafına sersemleyerek baktı. "Jungkook," dedi tek diyebildiği buymuş gibi. Çünkü rüyasında oğullarını havuzda yüzdürmeye çalışıyorlardı. İlk defa deniz suyuyla tanıştırdıkları için Jungkook'un endişelerini dindirmeye çalıştığını anımsıyordu. Tabi dahasını da düşünecekti fakat kapı gecenin bu saatinde çalınan kapısı yüzünden yerinden kalkmak zorunda kaldı. Tüm yüzü kaskatı olarak alt kata inip kapıyı açtığında, karşısında nefes nefese kalmış bir Jimin beklemiyordu. Kaşlarını çatarak sırtını dönerek içeriye girdi. "Ne işin var senin," dedi, şu anda burada rahatsız edildiği için sinir olmuştu. "Burada olduğumu nereden biliyordun," diyerek, salondaki o enkazın içine girmek yerine bir bardak su içip boğazındaki kurumuş hissi geçirmek adına mutfağa yöneldi. Jimin'de onu takip ederek arkasından geliyordu. "Babanız bana ulaştı. Sanırım bizi gören Eun Hanım yüzünden oldu. Çok korktum. Telefonlarınız kapalı diye herkes çıldırmış. Onlar sizi bulmadan ben gelmek istedim. Çünkü burada olacağınızı tahmin etmiştim. Yanılmamışım." Taehyung buna karşılık hiçbir şey demeden eline alıp da doldurduğu suyu bir dikişte içip yemek masasına oturdu. Parmaklarını dudaklarının üzerinde sürttü. "Yanında sigara var mı?" diye sorduğunda, Jimin hayır anlamında kafa salladı. Arabada vardı ama şu an Taehyung'u bırakıp gitmek istemedi. Yine de Taehyung bunu biliyor olacak ki, "Arabanın torpido gözünde her zaman yedek bir paketin olurdu, getir onu bana. Sana uzun uzadıya soracaklarım vardı. Geldiğin iyi oldu. Şu altı aylık yokluğun tüm detaylarını öğrenmem lazım," dediğinde, Jimin sessizce olduğu yerden birkaç dakikalığına arabasına gidip gelmiş ve telefonunun kapalı olduğundan emin olarak bırakmıştı arabanın içinde. Taehyung ellerini kafasını yaslayarak kara kara düşünüyordu. Bir çıkmazdaydı ve ne yapacağını bilemiyordu. Aklında Jungkook'u zorla kaçırmak bile gelmişti. Ancak ailesi tüm her şeyi öğrenmişken bu yine ona zarar vermekle sonuçlanıyordu ve bir yandan da bu kadar düşmemesi gerektiğini, zorla onu kendisine hapsetmesinin hiçbir anlamının da olmayacağını biliyordu. Nefret edecek. Sevgisi elinde avucunda kalmamıştı ama nefret çok büyük bir şeydi. Ailesine olan duygularından biliyordu. Jimin'in kendisine uzattığı paketten bir dal alıp, önüne konulan çakmağı yakarak zehri dudaklarının arasına kıstırdı. Derince bir nefes aldı. Gri duman gözünün önünü kesiyordu. Konuşmuyordu ama aklında susmak bilmeyen günün sözleri çınlanıyordu. Durmuyor ve sessizce bitirdiği sigarasının izmaritini öylece masanın üzerinde söndürüp bırakıyordu. Nasıl olsa mutfakta sigara içtiği için kendisine kızacak aşkı yoktu, olmadığından böylesine temiz olmaya özen gösteren onun isyanları ve kızıyor olmasını işitemeyecekti. Ama keşke bunları duyuyor olabilseydi. İç çekerek ikincisini yaktığında açık kalan gözlerinden damla damla düştü. "Ailem öğrendi ve oğlumu almamı istiyor benden." Bu sözler soğukkanlıkla çıkıyordu ama sorsan bunu istemiyordu. "En kötüsü bu da değil," dedi, sinirle sahte bir gülümseme edinirken. "Altın biletleriymiş oğlum. Onu alıp Eun'un kucağına vermemi istiyorlar. Bunu yapmazsam da büyük ihtimalle öleceklerini ima etti, babasının kızı olan o şeytan." Jimin yumruklarını sıktı. "Bunu yaparsanız, dönüşü olmaz? Jungkook'un gerçekten o adamı sevdiğini düşünmüyorsunuz değil mi? siz onu benden daha iyi tanırsınız. Böyle yaptıysa bile bir bildiği vardır. Bu kadar ağır bir olaydan sonra koşar adım biriyle evlenmeyi düşünmez bir insan. Daha sizden açıklama bekliyorken. Bence öyle. Bu işin içinde tuhaf bir şey var. Bizim bilmediğimiz bir şey. Jungkook öyle bir insan değil. Sizi çok seviyor. Sevmeseydi sizin bunca zahmetle çevirdiğiniz dolaplardaki zor şartlı hayatınıza uyum sağlamaya çalışmazdı. Ailesini sildi sizin için. Peşinizden geldi. Bu devirde bunu ancak aşktan gözleri kör olmuş biri yapabilir." "Bende biliyorum bunu," dedi sigarasının dibini çekip tekrar masaya söndürürken. "Ama ne yapacağımı bilmiyorum. Canımı acıtmak için o kadar ileriye gidiyor ki..." dedi ve gözlerine Hoseok ile olan o yakınlığı damga vurdu. "Ya o adamı, gerçekten o adama şans verdiyse. Doğacak çocuğunun ondan olduğunu söylerken çok ciddiydi. Özellikle yanındaki herif. Öyle sahiplenerek konuşuyordu ki. Jungkook onu öptüğünde..." sustu, bu iğrenç cümleyi kurmamayı diledi. "Onu öptüğünde..." tıkandı tekrardan. Jimin derin bir nefes aldı. "Çünkü en az sizin onun canınızı yaktığınız kadar yakmak istedi. Anlamıyor musunuz? Gerçekleri, eşinizle sizi yan yana görürken öğrendi. Tüm hayatı yalandı. Sizin duygularınızın gerçek olup olmadığını bilmiyordu. Nasıl size tekrardan güvenmesini ve beklemesini düşünebilirsiniz? Üstelik, restoranda karşılaştığınıza dair bir şeyler de söyleyip durdunuz bana sarhoşken. Düşünün, sizden aylarca haberi olmuyor. Araştırmaya çalışmışsa da bile bulamamıştır. Ben bile sizin mesajıma dönmenizle iyi olduğunuzu öğrendim. O ne yapsın? Tanımadan geçmişsiniz önünden. Ben de olsam öyle düşünürdüm ve siz geri döndüğünüz anda, canınızı acıtmak için çok şey yapardım. Yüreğimin biraz olsun soğuması için. Bence asıl sorun, neden hemen o adamla evlendiği. Aslında ben biraz araştırmaya ve takip etmeye çalıştım. Tek tuhafıma giden yakın arkadaşlarından biriyle avukata gitmeleriydi. Çünkü ondan sadece bir hafta sonra evlenmesiydi. Bence bir şeyden korktu da bunu yaptı. Aksini düşünemiyorum." Taehyung biraz olsun çıkış bulabilmiş gibi parladı gözleri. "O avukatı bulabilir misin bana?" diye sorduğunda, Jimin kafasını sallayarak onayladı. "Evdeki not defterime ne olur ne olmaz diye not almıştım," dediğinde, Taehyung bir umut buldu diye yüzü parladı. "Hemen, hemen öğrenmek istiyorum bunu." Diyerek içi içine sığmadı. Neyse ki sabahın erken saatlerine çok da bir şey kalmış sayılmazdı. "Size gidelim. Ama görüşmeye sen git. Ne kadar para isterse ver, yeter ki bana cevap getir. Bizimkilerden kimse duymamalı. Para işini sana diğer kartımdan havale edeceğim." "Peki efendim," diyerek ayağa kalktığında, başı sersemlemiş olsa da yeni bir bilgi almanın heyecanı olduğundan bozuntuya vermeden, burada Jungkook'un buradaki marketten aldığı pijama takımları üzerindeyken ayrıldı evden. Sıkıntıyla girdiği evden az da olsa yüreği aydınlığa kavuşmuş bir umuda sahipti. Taehyung, Jimin'in dikkatli sürüyüşü yüzünden kendisinin kırk dakikada geldiği yolu bir buçuktan fazla süre katlanmak zorunda kalmış, telefonunu açmış, "Beni her yerde aramayı kes, vereceğim cevabı biliyorsun, artık senden korkmuyorum ve savaşmam gereken başka şeyler var. Bir tek dünürlerinden değil, benden de korkman gerekiyor Bay Kim," diye kısa mesaj çekip, telefonunu yeniden kapatmıştı. Babasına karşı ciddi olduğunu göstermek ve kanıtlamak istiyordu. Bu yaşta asi bir ergen gibi evden kaçmamıştı, asıl evinin kaybolan anahtarını bulabilmek için çabalıyordu. Gün doğduğunda, Jimin onu evine bırakmış ve adresi gözden geçirip olayları öğrenmek için yola koyulmuştu. Taehyung ise o gelene kadar sabırsızdı ve yerinde duramıyor, boş midesine durmadan acı kahveleri yolluyordu. Jimin karşısında bu kadar meraklı bir avukat görmenin şaşkınlığını yaşıyordu. Dile kolay, aylar öncesinde gelen o genci unutmamış ve hatta onu para koparmaya çalışan bir palavracı olduğunu bile düşünmüştü zaman geçtikçe. Ancak karşısında ona çok yüksek meblağlar ödeyerek konuşmalarının hepsini öğrenmeye çalışan bu adam yüzünden, sabah sabah olduğundan çok daha zengin bir adam olmuş hem de zenginlerin entrikalarına sır erdirmemenin şokunu yaşamıştı. Fakat bu haberi verecek Jimin hem üzülüyor hem de seviniyordu. En sonunda pencereden geldiğini gören Taehyung çoktan ona kapıyı açmış ve o pijamalarıyla heyecanla Jimin'in karşısına dikilmişti. "Öğrendin mi?" dedi solukları hızlanırken. "Öğrendim," diyerek kapıdan içeriye girip kapıyı örttü. "Jungkook onu sevdiğinden falan evlenmemiş. Tahmin ettiğimiz gibi," dediğinde, Taehyung devamı gelecek cümleler için nefesini tutuyordu. "Neden evlenmiş o zaman, bana tane tane sordurtma!" "Ailenizin çocuğunuzu almaktan korktuğu için bunu yapmış. Sizin kim olduğunuzu öğrenince ve siz malum komadayken, ailesinin çocuktan haberi olup ellerinden almasından korkmuş. Avukat gencin çok korktuğunu ve berbat göründüğünü söyledi. Çok çaresizmiş ve eğer başka varlıklı biriyle evlenirsem, oğlunu ellerinden alıp alamayacaklarını sorduğunu da eklemiş." Taehyung'un önce yüreğine su serpildi ama sonrasında yüzü git gide asıldı. "Benim yüzümden," dedi sessiz bir mırıltıyla. "Onun güvenini o kadar çok kırdım ki... Korktu. İkimize ait olan tek varlığımızı kaybedeceğinden çok korktu. Benden asla vazgeçmeyeceğini ve bizi sevdiğini biliyorum. Ama bunun için korkmamasını ve bunun asla yaşanmayacağını söyleyeceğim. O fırsatçı herifle neden evlendiğini artık biliyorum. Alacağım, kavuşacağız. Oğlumdan daha fazla kimsenin haberi olmadan Jungkook'la konuşmam gerek. Kaçırırsam benden nefret eder dedim ya, siktir et, beni dinlemek zorunda. Anlatmalıyım. Ona asla ihanet etmediğimi. Neden yalan söylemek zorunda kaldığımı ve kimliğimi açıklayamadığımı. Beni anlar. Biliyorum. O beni bir şekilde anlar." Bununla yüzünde belirmek isteyen umutla durdu. "Karşısına geçeceğim, ama öyle korkakça değil. Dimdik. Onu sevdiğimi ağlayarak değil, yüreğim titreye titreye söyleyeceğim. Ona ve oğluma asla zarar gelmeyecek. Kızımız olacak bizim daha. O istediğimiz büyük evde olacağız. Evet, evet. En sevdiği güllerle çıkacağım karşısına. Ona neden gelemediğimi ve neden öylece yanından geçtiğimin sebebini anlatacağım. Onu bunca zaman bu korkuyla bekletmişim. Neden beni gördüğünde nefret değil de korku gördüğümü daha iyi anlıyorum. İzin bile vermedi oğluma doyasıya bakmama. Korkuyordu. Oğlumuzu onun ellerinden çekip alacağım diye çok korkuyordu." Kendi kendini yiyordu. Ancak o kadar çok ihtiyacı vardı ki iyi ve güzel olana, Jimin'e soruyordu. "Bir şansımız vardır değil mi? yeniden olmaya?" "Dilerim vardır efendim. Gidin ve sorun. Araya zaman böylesine girmeye devam ettiği sürece gerçekler değil, korkularımızın yarattığı senaryoları gerçek sanmaya başlarız. Yaşamadıklarımızı yaşamışız gibi tepkiler vermeye başlarız." "Haklısın," dedi ve uzun zaman sonra uzunca bir samimiyetle gülümsedi. "Sende benim yedek takımlar vardı değil mi?" "Evet efendim," dedi Jimin, sonunda karşısındaki adamdan iyi ve hoş bir ses duyduğu için. "Hemen getiriyorum. Bundan önce duş alın. İyi görünün. Kendinizden emin." Taehyung yeni bir amaç bularak kendisini hazırlarken, aynı uğraş yüzü asık şekilde Jungkook içinde vardı. Tüm bu kaos gecesinden sonra Nayeon ve Mark, Hosoek'un da ısrarıyla hiç modu olmasa bile hazırlanıyor ve bunca kafa karışıklığı ile nasıl verdiğini bile anlamadığı derslerinden sonra aldığı mezuniyet haberini kutlamak istiyordu. Sonunda Jungkook hayallerinden birini başarmıştı. Fakat sevinç kupkuruydu. Diz boyu yaşanmışlıklar ve hatalar hakimdi hayatında. Solgun teninde biriken mide ağrıları vardı. Minjun ile bile dün gece ağlayarak oyun oynamış sonrasında onun dizlerinin üzerinde uyuyakalmasıyla kendisiyle baş başa kalıp düşünmüştü. Sorumlulukları artmış ve sürekli zihninde dönüp duran Taehyung'un sözlerini düşünmüştü. Fakat bundan kaçış yoktu. O artık hayatından çıkmıştı. Öyle demişti. Yoluna bakmak zorundaydı. Oğlunu belki biraz içi soğuduğunda görmek isterse gösterebilirdi? Ama kızı, ondan emin değildi. Hoseok'tan olduğunu söylemiş ve inandırmıştı. Öyle düşünüyordu. Yine de haklıyken nasıl bunca haksızlığı o yaşıyormuş gibi acı çekiyormuş gibi davranabiliyordu karşısında? İçi içini yiyor, öğrenemedikçe zihni bulanıyordu. Nayeon, "Hadi ama Jungkook, birkaç okuldan arkadaşımızı bile ayarladım gelmeleri için. Senin o zillilere boy gösterisi yapman lazım. Hem çocuk yaparım hem de kariyer," diyordu eğlenen bir sesle. Çünkü her şeyin normal olduğuna inandırması gerekiyordu. Hoseok ona yaşanan her şeyi anlatmıştı. Öpücükte buna dahil. Bunun için olanları yok sayıyor, Jungkook'un düne takılıp kalmaması için özellikle organize ediliyordu bu minik parti. On kişilik olacaktı ve hepsi tanıdıkları, okul zamanında vakit geçirdikleri insanlar olacaktı. Jungkook'da kendisine bunun iyi geleceğini düşündüğünden ses etmedi. Şu zihninin zindanlarından farklı insanları görmek iyi hissettirecekti. En azından böyle olmalıydı. Tabi, ne kadar çok "O öyle olmalı, bu böyle olmalı, şu şöyle olmalı" diyorsanız o kadar çok beklenti yaratırsınız ki "beklenti" hayal kırıklığı ve duygusal hezeyanların başlıca nedenlerinden biri sayılabilir. Mekâna geldiklerinde Hoseok'un mutluluğu herkes tarafından belli oluyordu. Resmen biraz daha gençleşmiş, üniversitenin ilk yıllarındaki hallerine dönüşmüştü. Nasıl olmasın, tüm arkadaşları evliliklerini tebrik ediyor, neden ilişkilerini sakladıklarını ve Jungkook'un ortadan kaybolmasını soruyorlardı. Elbette Hoseok, Minjun'u kucağına almış ve onu öperek, "Oğlumuzun bu kadar erken olacağını tahmin edemedik. Tahmin edersiniz ki daha üniversite öğrencisiydi Jungkook. Korktu. Ama her şey yolunda. Ailemize şimdide çok haraketli olacağını düşündüğüm bir kızımız geliyor," diyordu. Taehyung'a ait her şeyi öylesine sahiplenmiş ve içten söylemişti ki, kimse tüm bunların bir yalan olduğunu iddia edemezdi. Nayeon ve Mark'ın için durum öyle olmasa da asla çaktırmıyorlar, hafif bakışıyorlardı. Mark, Hosoek'un aşkını bilse de bu kadar duruma uyum sağlayıp hiçbir mahcubiyet duygusu olmadan bu konuda rahatça yalan söylemesinden rahatsız oluyor, Nayeon ise Jungkook'un gözlerine kadar ulaşmayan mutluluğu gördükçe sıkıntıya giriyordu. Nefret ediyordu artık Taehyung'tan. Çünkü Jungkook'un yüzündeki gerçek mutluluğu ve huzuru onunlayken gördüğü için. Kutlama pastası geldiğinde garsonun elinde, "Bu kadarına gerek yoktu," dedi arkadaşlarına hafifçe kızarak söylenirken Jungkook. Çünkü bu tarz şeylerden oldu olası utanan biriydi. Diğer kızlardan biri olan Jisoo, "Hayır gerek vardı öğretmen bey," diyerek onu kutlarken, diğerleri de alkış tutuyordu. "Sen bölüm birincimizdin Jungkook, bunu sana üç sene önce yapmamız lazımdı. Geç bile kaldık," diyerek destekliyordu. Sully, ayağa kalktı. "Hatıra fotoğrafını çekip Instagram'a atmalıyım. Senin arkadan konuşan o kızın bunu görmesi ve halen bekar olup işsiz olduğundan dolayı zırladığını görmem lazım. Kızımızın yeni hobisi ayrıldıkları sevgililerin ardından serumla fotoğraf atmak. Seni görürse, bu sefer sadece serumla kalacağını sanmam." Diyerek diğerlerini güldürürken, Jungkook bunu umursamadı. Jungkook zaten sevdikleri dışında başkalarının ne dediklerini de çok umursamış biri de değildi. Jungkook öyle olduğu yerde dikilirken, "Hoseok hadi sende eşinin yanına," dediğinde, Hoseok hemen kucağında Minjun ile kalkıp yanında yer aldı. Eli istemsizce Jungkook'un beline sarıldı. İkisinin yüzünde fotoğrafta olmanın zorunluluğu ile gülümse meydana geliyordu. Çünkü Jungkook bu durumdan sıkılmış, Hoseok ise onunlayken olmanın büyük, abartılı mutluluğunu bastırmaya çalışıyordu. Fotoğraf çekimi bittiğinde, Hoseok, "Tebrik ederim," diyerek tüm cesaretini toparlayıp Jungkook'un dudağından öpüp hemen kendisini geriye çekti. Dünkü öpücükten sonra bunu tekrar yapmayı arzuluyordu. Jungkook'un ona daha fazla şans vereceğine inandığından. Oysa Jungkook öylece yüzüne bakakaldı. Yutkunamadı bile. "Teş-teşekkür ederim," diyerek önüne dönmeye çalıştı ama gözleri doldu dolacaktı. Ve uyanacaksın, çevrene bakacaksın, soğuk ve pislik... İnsanlar yorgun, öfkeli... Çirkin bir şey bu... oysa inanmamak gerekir insana, hatta korkmak gerekir ondan, nefret etmek. Yanlış yolda, insan. Oysa sen yalnızca sevmek istersin, peki ama nasıl mümkün olacak bu? Senin üzerine gelen vahşi bir hayvansa, canlı bir ruhun olduğunu kabullenmiyorsa, yüzüne tekme atıyorsa, nasıl bağışlayacaksın insanı? Bağışlamak olanaksızdır onu. Yalnızca benim adıma değil, kendi adıma her türlü aşağılanmayı bağışlayabilirim, ama yalancı insanların benim üzerimde bu denli oynamasına daha fazla izin verebilirim? Aşktan korkmak yaşamdan korkmaktır ve yaşamdan korkan herkes dörtte üç ölmüş demektir. Bilinmeyenden korkmak, ayarlarımızın bir parçasıdır. Bu ikinci kez olmuştu ve bundan tamamen emin olmuştu Jungkook. O Taehyung'dan başkasını hiç istemiyordu ancak onu da isteyemiyordu. Aralarında olan bunca şeyden sonra hangi gurursuz bunu sindirip o kişiye gitmek isterdi. Kimse muhakkak. Ancak bir bilseydi hemen arkasında olup biteni, görebilseydi arkasında dönen fırtınayı... bilemezdi. Taehyung evinde olmadığını öğrendiği Jungkook'un kutlama yapmak için gittiği mekânın adını bulup, elindeki kırmızı güllerle peşine düşüp geldiğini. Ve orada öylece sadece çocuğunu korumak için evlendiği sandığı adamla yeniden öpüşüyor olduğunu gördüğünü. Arkalarından bakıyordu onlara. Elindeki çiçeği öylece yanına düştüğünde, canı çok acıyordu. Yaranın nerede olduğunu bilmiyordu ama bu acı ona dayanılmaz geliyordu. Düşlerinde sevdiği adam ölmüştü. Çünkü Jungkook o adamın olmuştu. Bir kızı vardı, sabahın erken saatlerinde başlayıp saçlarını örmeye başladığı. Ama o da ölmüştü. Bir tek oğlu kalmıştı, o da ailesini son kez ellerinde öldürdüğü adamın kucağındaydı. "Ne sandım ki," dedi hayal kırıklığı boylu boyunca dalgalanılırken tüm bedenini. "Ben ne sandım ki?" bu kadar aptal olup, kendisini umutlandırdığı için kızıyordu kendisine. "Kendimi kandırmak dışında ben bizi ne sandım ki!" Nefes nefese kalarak oradan çıkarken, kimsenin kendisini görmediği biliyordu. "Jungkook gerçekten de vazgeçmiş ve onun olmuşsun." Çünkü dünya Jungkook'tu ve artık onun dünyasında olmadığından bir kimse tarafından fark edilmeye değer bile değildi. Aklı tamamen yerinden gitmişti. Acısı öfkesiyle bir soluk soluğaydı. Arabasında oturmuş, dişlerini sıkıyor ve ağlamayacağına dair kendisini zorluyordu. Çünkü değmez diyordu. Değmezmiş diyordu durmaksızın. Onunla konuşacak çok şeyi olduğuna inanırken, sanırım konuşacak bir şeyimiz kalmamıştı diyebiliyordu kendisine. Dakikalarca o boşlukta durmuş, üst üste çalan telefonundaki çağrıyı açıp kulağına yaslarken susuyordu. Babasının ondan ne istediğini bilmek istemiyordu ama yüzleşmek zorunda kaldıklarıyla, mecburdu. Jungkook'un onsuz gayet mutlu ve mesut yaşadığını görürken. Ama babası aramıştı ancak konuşan annesiydi. Ancak o kadar hızlı ve korkmuş çıkıyordu ki sesi, ilk kez annesinin zayıf bir yanının olduğunu bu sayede öğreniyordu. Yıllar sonra bu duyguda ona çok tuhaf hissettirmişti. "Oğlum burada işler çok fena karıştı. Yetiş ya da bir şeyler yap. Seokjin... o öğrendi bebeği. Ve sizin sanıyor. Çünkü Eun'u sıkıştırdı. Silah çekti... sesi duyup odaya girmeseydim... neyse... Senin, senin onu aldattığını söyledi ve bunu yaptıysa öldüreceğini. Hatta hepimizi. O da... söyledi. Kızma. Şu an baban onlarla odada konuşup, bunu neden sakladıklarını anlatmaya çalışıyor. Oğlum, biliyorsun. Eğer bu çocuğun Eun'dan olmadığını öğrenirlerse, torunuma acımazlar. Lütfen Taehyung, o bizim torunumuz. Söz veriyorum. Sen ne dersen onu yapacağız. Yeter ki şu illetleri sustur. Ben senin arkanda olacağım. Bu kızı sevmiyorum biliyorsun. Zamanı gelince... kurtulacağız ondan da." Taehyung öylece annesinin nefes alışverişlerini dinledi. "Taehyung," dedi ve gergin nefesleri Taehyung'un kulağının için cırmalıyordu. Çenesini sıktı. Jungkook'u onu kendisini gerisinde bırakmıştı. Bunu artık bilerek değil, haberi olmadan bile yaparak göstermişti. "Oğlumu getireceğim ama bil ki, o kadın onun asla annesi olmayacak." Yüzüne kapattığında içinde hırs vardı. Öylesine derindi ki bu, normalde Jungkook'un ayaklarına kapanıp af dileyecekken şimdi kendisi ihanete uğramışçasına yüreği sızlıyordu. Madem artık bir yuvan var, orada mutlu ol. Dilediğince. Ama oğlum olmayacak, eğer ellerinde kalmaya devam edersen... hiç olmayacak. Çünkü sen benimle kaçmak istemezsin. Onu bırakıp da. Avukatını aradı. Kasasında sakladığı ve eğer başına bir şey gelirse açmasını istediği o evrakı alıp biran önce yürürlüğe koymasını istedi. Çok değil, bundan iki saat sonra kucağına alacaktı oğlunu. Bundan emindi. Bunun böylesine adice bir şekilde olmasını istemiyordu. Sorun artık Jungkook'un kendisine vereceği aşkın kırıntılarından öteyeydi. Hem oğlunun hem de Jungkook'un canı tehlikedeydi. Bunu öylece çöpe atamazdı. Bunu yaparsa artık Jungkook'un gözünde hiçbir bağışlanacak yanı da kalmamıştı. Hoş, gördüklerinden sonra Taehyung ondan bir bağışlanma isteyemiyordu. İstemek de istemiyordu. En az onun kadar unutabilmeyi ve onca yaşanmışlıklarını çocukları olmasına rağmen umursamamayı öğrenmek istiyordu. Bu yüzden ilk avukatının yanına gitmiş, ardından onu da alarak Jungkook'un kaldığı o eve sürmüştü. Yüzü öylesine kaskatı kesilmişti ki yanındaki avukat ve onun yardımcıları, zor durumda kalmaları dahilinde, peşlerinde olan tanıdık polis görevlileri de vardı. Biliyordu, onu öylece ellerine vermeyeceklerini. Taehyun ölmüştü değil mi? O zaman Jungkook'un, Kim Taehyung ile tanışma vakti gelmişti. Aslında bu zamana kadar bir tek ona zaafı olduğunu, onunlayken böylesine mutlu olduğunu ve yine sadece onunlayken bencil bir insan olmadığını görecekti. Çünkü Kim Taehyung her ne kadar yumuşak bir kalple olsa da o da bir Kim olmanın lanetini kanında taşımaktaydı. Aksi taktirde bu yaşa kadar bu başarıya asla ulaşamazdı. Şimdi bir numarayla kapıyı açmasını sağladıkları Hosoek'un evinin önündeyken, bir adım geride duruyor ve avukatlarıyla polislerin iş birliği içinden nasıl kapıyı açtıklarına şahit oluyordu. Kendisini gördüğü gibi ciyaklayan kadının, şimdi polisin ismini duymakla nasıl sus pus olduğunu ve ailenin, çünkü gözünde onlar bir aileydi, onları telaşla çağırdıklarını duyabiliyordu merdivenlerden inerken. Hoseok'un şaşkınlıkla kapıya çıktığını gördüğünde, kendisini yavaşça öne doğru çıkardı. "Tüm bunlarda ne böyle," diyerek kaşlarını çatıp direkt olarak Taehyung'a dikti. Ama Taehyung ona cevap verme tenezzülünde bile bulunmadı. Onun yerine elli yaşlarının sonlarında olan ve işinde bir hayli usta olan avukat devreye girdi. "Bay Kim'in oğlunu almaya geldik. Herhangi zorluk girişiminde aslen çocuk kaçırmak ve alıkoymaktan dolayı asli ceza uygulanacaktır. İzninizle," dediğinde, Hosoek geçmiyordu kapının önünden. "Bunu yapmana izin vermem. O bizim oğlumuz," dediği anda Taehyung hırladığında, durumu fark eden avukat, "Bay Kim, lütfen," diye uyardı onu. Taehyung sabırlı şekilde durduğunda zaten tüm bu şamatayı duyup gelen Jungkook, kapıda gördükleriyle anladı bile durumu. Nasıl olmasın, adamların ortasında duran Taehyung kendisine öylesine soğuk bakıyordu ki, korkarak bir adım attı. Korktuğu başına geliyordu. "Hayır," dedi bağırarak. "Bay Jung," dedi avukat, Jungkook'a bakarken. Taehyung'un gözlerindeki çöller gece soğuna dönmüştü. Öyle ki Jungkook oraya bakarken ürperiyordu. "Zorluk çıkarmadan bize Minjun'u teslim edin." "Buna hakkınız yok. O benim de oğlum," dediğinde, babasının seslerini duyan Minjun, bakıcısının kucağında ağlıyordu. Çünkü korkuyordu. "Onu benden almanıza izin vermem!" Avukat pes ederek dosya çantasındaki evrakı çıkardı. Yazılı kâğıdı çıkarttı. "Buradaki imza size ait. Bizzat siz tarafından tek yasal velisi Bay Kim. Kendisi çocuğunu almak istediği taktirde bir şey yapamazsınız," dediğinde, Hosoek sinirden kuduruyordu. "Onu kandırdı. Jungkook'un bu belgeden haberi bile yok." Avukat sessizce polislere yönlendirdi kafasını. "Zorluk çıkaracakları belliydi. Lütfen gerekeni yapın." Dediğinde polis memurları içeriye girerken Jungkook'ta onlarla bir içeriye oğlunu kucağına almak için girdi ama yetişemeden, kuvvetli polis memuru tarafından gerisinde kalmış ve bebeğinin bakıcısının kollarından alındığını görmüştü. Aklını kaybedecekti. Tüm kâbusları bir anda gerçeğe dönüşmüştü. Çığlık çığlığa kaldı. Kapıya koşup Taehyung'a bağırdı. "Ben sana güvendim! Sen yine beni kandırdın! Bana bu kötülüğü yine bile bile yapıyorsun!" dayanamadı. Tüm gücüyle ona doğru gitmek isterken Taehyung sadece ona öylece baktı. Yaşlarına. Yüreği acırdı, yemin ederim halen bir parça ölecekti oracıkta. Ama halen onun kuyruğundan ayrılmayan Hoseok'u gördükçe sinirleri tepesinde dolanıyordu. "Korkma, kocan ve doğacak bebeğin sana Minjun'u unutturur. Beni silmen bile sadece bir haftanı aldı. Alışkınsındır. Çok zorlanmazsın." Jungkook onun saçmalıklarını duymak falan istemiyordu. "Yalvarırım Taehyung sana. Bunu yapma. Beni birazcık bile sevdiysen... Ne olursun. Götürme onu benden. Onsuz yaşayamam ben!" "Senin beni sevdiğin kadar sevgin kaldı içimde. Oradan hesapla," dedi ve arkasını döndü. İki polis Jungkook'un Taehyung'a ulaşmaması için barikat olduğunda, Jungkook dizlerinin üzerinde durarak hıçkırarak ağlıyordu. Nefesi kesiliyordu. "Her şeyimi aldın. Oğlumu da aldın. O bensiz yapamaz. O daha çok küçük. Taehyung ne olursun alma oğlumu benden." Taehyung gözlerini yumup sonunda oğlunu kucağına aldı. Çocuk, "Baba," diyordu ağlayarak. Taehyung orada gözleri dolsa bile sıktı kendisini. "Korkma oğlum, gerçek baban her daim yanında olacak." Onu kucağına alıp öptü. Kokladı ve aylardır çektiği özlemini, çektiği vicdan azabına rağmen bastırdı. Nasıl olsa Jungkook'u teselli edecek birileri vardı. Taehyung için öyleydi. Ama bilmiyordu ki Jungkook'u bu saatten sonra hiçbir şey teselli edemezdi. Çünkü tek kaybettiği oğlu değildi. Aşkıydı ve onunla bir kendinden gidecek olan kızıydı. Uzun zamandır karnında kendisini zehirleyen ve kalıtsal hastalıkla doğacakken, zayıf bedeninin kazanamadığı savaşta ölen kızı. Peri kızı. Nuru ışıktan olandan. Dünya gözlerimi kendim ellerimle örttüm. Değdi yorgunluğuma, bir ölüm kaldı onu da gördüm. Pişman ettiler yaşadığıma.
Bir şey demek istemiyorum. Ben Nicotesy, diğer bölüm görüşmek üzere. |
0% |