@nicotesy
|
Selam ballarım, çok uykum var... kısa oldu bölüm ama dayanabildiğim yere kadar yazdım ve bir an önce paylaşmak istedim. Merak etmeyin, telafi edeceğim. Umarım seversiniz, yazım hatalarım olursa da kusuruma bakmayın lütfen. Uykusuz kalmama değecek yorumlarınızı da okumak dileğiyle, iyi okumalar :) " Her gün yaşadığım bu hayal kırıklığı beni ürkütmüyor, tam tersine hiç peşimi bırakmayan düşlere yönelik bir saygı duruşu gibi geliyordu. " Bölüm 15: Kan kustu bu yüreğim yine de sindiremedim bana ettiklerini. Cehennem neydi, herkesin cehennemi kime göreydi bilinmezdi ama ben artık biri bana bunu soracak olduğunda bunun cevabını düşünmeden verebilecek bir raddedeydim. Şüphesiz o kişi, Kim Taehyung'tu. Derdim ki onlara; cehennem benim sevdiğim adamın kolları, bakışı, sözleri ve yüreğidir. Çünkü ne bana aitlerdir ne de bana karşı merhametlilerdir. En acımasız olanlarıdır. Tanıdığını sandığının artık tanıyamadığın yüzlerine bakıyorken korumaya çalıştığın sabırdır. Ki ben artık sabrımın sınırında olanlardandım. Asırlardır yüreğimin kenarını yakan bir ateş tesir etti. Bakışların altından kalkan bu çalkantılı isteğin sadece o an içinde bana yarattığı düş kırıklarına şahit olsaydı Taehyung, bir daha gözlerime bu denli sessizliğimden yararlanarak uzunca bakmaya cesaret edemezdi. "Bu kadarını bile utanmadan benden isteyebilecek kadar yüzsüzleştin mi sen? Ya da hayır, ne çok yüzün varmışta senin, ben her birinde daha bu kadarını da yapmaz veya olmaz dedikçe sen beni şaşırtmaktan, senin adına utanmaktan yormuyorsun beni." "Bu durumu kişisel algılama," dedi. Bakışlarını kaçırdı. "Bilmediğin çok şey var." Yaptıklarının sorumluluğunu alamayarak bana her defasında bu sözleri kullanmasından ve onun benim tarafından sobelenmeye çalışmasından çok sıkılmıştım. Karşımda bu halde pişkin pişkin durmasından. Çok iyi biliyor olmalıydı neler yaşadığımdan ve neler çekiyor olduğumdan. Sitemle ve alayla konuşuyorsam, ona karşı beslediğim nefretten kaynaklıydı. "Oh doğru, senin hakkında bilmediğim çok şey var. Benim tanıdığım ve bildiğim adam benim karşıma geçip, gözümün içine bakarak çocuğumu kullanarak beni kendisine muhtaç bırakmaz, karısıyla aynı evde yaşamamı isteyecek kadar alçalmaz... ya benim tanıdığım adam tüm bunları bana yaşatmazdı. Ama hepsini yapıyor." Bakışlarını gözlerimin üzerimde tutmaktan çekinmedi o sırada. Bunu yaparken asla renk vermiyordu. "Benim de artık seni çok iyi tanıdığım söylenmezmiş Jungkook." Kendi içinde kararlar alıyor ve sonlandırıyordu. "Çok hassasın ve" diyerek, içi sönmüş ve benim büyük bir parçamın kayıp olduğu karnıma doğru bakarken, cümlesinin gerisini getirmek için düşündüğü şeylerin önünü kesiyordum sert sesimle. "Kes sesini." Kısa bir sakinlik umuduyla denize doğru bakıp kendimi sıktım. Bizim çocuğumuzu Hoseok'tan sandığından böyle davrandığını bilsem de ve bunun böyle düşünmesine yine de ben sebep olsam da anlatılmaz bir incinme de vardı ruhumda. O da onun gibi aramızdaki ilişkiye yapacağım saygıydı. Onun aksine ben onu gerçekten çok sevdim. "Sana tahammül etmek artık o kadar zor ki." "Duymak istemediğini biliyorum." Diyor ve pes etmiyordu. Sözlerime karşı o kadar duyarsızdı ki, nefret etsem bile canımın acımasını engelleyemiyordum. Onun canımın acıtmasına halen izin veriyordum. "Yine de söyleyeyim, yakın zamanda ben ve oğlum buradan ayrılacağız. Senin yasal olarak yapabileceğin hiçbir şey yok." Bu elinde tutuyor olduğu kozu nasıl aldığını unutmuş bir şekilde bana öylece söylerken, kayıtsız kalamamıştım bu özverili ahlaksız davranışına. Öncesinde dokunurken bile kıyamadığım, avuç içlerimle dinlendirdiğim yanaklarına içimde sığdırılmayan bir öfkeyle sertçe tokat attım. Ortaya çıkan ses ikimizin arasında kısa, soğuk bir sessizlik yarattı. Benim ayarlarıyla oynanmış kalbimin gözlerinden akıttığından çok farklıydı tabi bu sefer akanlar. Sinirden ve öfkeden yaşarıyorlardı. En azından o aldığı bu ani tensel tepkimin acısıyla gözlerini kapatırken, kısacık göz gezdirdim yüzünde. Hiç değişmiyordu. Sanki tek çöken ve yıpranan bendim. Bu halimden, bu bitik halimden ölesiye nefret ettim. Eski bizden de öyle. "Bu hakkı benden alırken ne kadar ahlaksız ve sahtekâr bir adam olduğunu da hatırla, hatırla ki; bana bunu söylerken en azından yüzün kızarsın. Gerekirse bunu çekinmeden senin için bir daha yaparım. Sen bunu utanmazca dillendirmeye her kalktığında seve seve yaparım." Sustu ve bir şey diyemedi. Diyemezdi de. Çünkü gerçekten bu konu hakkında bir daha konuşursa, tüm çektiğim acılara bir acı daha eklerdim ve onu öldürürdüm. En azından o her karşı karşıya geldiğimizde beni öldüremeyeceğini bilirdim. Bu duruma daha fazla katlanamayarak onun gözlerinin açılmak için debelendiğini fark ederek kendimi ondan tamamen uzaklaştırarak arkamı döndüm. İşte tüm yenilgim, ona sırtımı döndüğüm anda bir zafere dönüştü. Hayat bir seçimden ibaretmişçesine beni bir yol ayrımına doğru sürüklerken, ben oğlumun beni beklediği dünyasına koşar adım gidiyordum. Çünkü ellerimden tutacağım, ciğerlerimde eksik kalan gerçek oksijenimdi. Kaybımdan doğacak avuntum oydu ve ben onun güzel kokusunu almayalı bir hafta çoktan olmuştu. İyi bakıldığından emindim. Taehyung belki bana doğru bir eş olmadı, hoş o benim hiç eşim olmamıştı, ama o kadar iğrenç biri olmasına rağmen tüm bu çevirdiği dalavereleri oğlumuzu almak için düşünürsek, elbette ona iyi davranmıştı. Şükürler olsun ki. Bunu da yapamayan bir adam olsaydı, işte o zaman ne yapardım? Tanrı bu kadarını bilmesine izin vermesin, lütfen. Babamı beklediğim sahil yolundan sadece dakikalar sonra evimizin avlusuna girmiş, kalbimin nasıl da can bulduğunu tüm heyecan içinde kıvranan hücrelerimce hissetmiştim. Ve sadece bir an kapıda takılan elim, Nuna'nın neşesini sesinden hissetmiş olmakla ve annemin ona bağırmasıyla tebessüm açtırtmıştı. Kucağında o kadar sallama, dur torunumu çok güldürme boğulacak, ay şeker bu, Jungkook gibi gamzeleri var, keşke şu yaşa kadar nasıl büyüdüğünü görseydik... diyerek gülen, evham yapan ve iç çeken annem, benim de keşkelerimdi oysa. Ama işin sonunda Minjun'un, "Babam gelsin," diye ağlamaya başlamasıyla o kapıyı hızlıca açmak için bir kuvvet buldum. İşte benim miniğim oradaydı. Küçük sarı tulumu ve papyonu ile saçları güzelce taranmış halde ayakta duran, onun boylarına kadar durmak için dizlerinin üzerine çömelen ve uzun saçları, yeğeni tarafından yolunan Nuna. Annem ise sanki yıllardır bu anı beklemiş gibi nereden bulduğunu bilmediğim ancak benim olduğunu bildiğim biberonun içine süt koymuş ve Minjun'un karnını doyurmak için sırasını bekliyordu. Fakat her şey o kadar donuktu ki. Minjun beni gördüğü gibi çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Yüzü anında kıpkırmızı kesildi. Nefesi kesilecek sandım ona doğru koşup sarılarak boynuma sararken. "Baba... baba... baba!" diyordu, öylesine çok sıkı sarılıyordu ki bana, bu sandığım kadar huzur vermiyordu. Daha çok onun için nasıl da daha çok savaşamadığım için ve onun bu tazecik masum göz yaşlarına sebep olduğum için duyduğum bir vicdan azabıydı. O sırada ailemin bana attığı bakışları umursamadan onu kucağımda aynı şekilde sarılarak ağlayan benken, çekinemedim ve onların bu garipseyen, anlamasalar da duygulandıklarını anladığım iç çekişlerini yakaladım. Özellikle annemin arkasına döndüğünde ağlamamak için kendisini sıktığında anladım. Hiç dayanamazdı ama şimdi onu anlayacak yaşta ve konumdaydım. Biz artık birbirimizi en iyi anlayacak insanlardık. Buna sevinemiyordum çünkü yaşattığımı yaşar gibiydim. "Geçti babacığım, ağlama oğlum, baban burada." Sırtını okşadım usul usul. Çok zor sakinleşti. Keşke çok daha kelimeler bilerek konuşsa ve bana kendisini en güzel şekilde ifade edebilseydi. Hoş, bu yaşa gelmiş biri olarak ben bile canımın çok yanmasına rağmen en çok neresinin bu denli acıdığını anlatamıyordum. "Jungkook bu çocuk neden bu kadar çok ağlıyor," diye sordu annem. Bir şey diyemedim. "Sende ağlama. Eğer sen de ağlarsan çocuk daha çok korkup ağlar annem." Haklıydı ve bunun içinde kendimi sakinleştirerek derin nefesler alarak dizginlemeye çalıştım. Ardından oğlumun beni görmesi için yüzünü avuçladım ve diğer elimle sıkıca belinden tutmaya devam ederek kucağımda taşımaya devam ettim. Islak iri çekik gözlerinden dökülen bal damlalarına öpücükler kondurdum. "Aşkım, sen çok mu özledin beni? Ama bak ben buradayım, korkma bebeğim. Tamam mı?" dedim ve dudakları büzüşmüş halde kafasını salladı. Ama o minicik hıçkırıkları hiç geçmiyor ve kollarımda titriyordu. Bu bir evlat sahibi olan biri ne acıydı böyle? Bu hüznü ona nasıl layık görürlerdi... o daha on beş aylık bir bebekti. "Anne ben biraz onunla odamda baş başa kalacağım," dedim ve beni onayladı. Ama sonra öyle bir kelam etti ki nasıl kalbimden büyük bir kör bıçağından habersizdi. "Eşin senin yanına gelecekti. O nerede kaldı? Akşam yemeğine ne sever yapayım? Sonuçta damadımız olarak evimize ilk gelişi. Daha öncesinde biraz kötü tanıştık ama iyi ağırlayalım en azından. Mahcup etmeyelim seni de oğlum." "Zıkkımın pekini yesin o," dedim dilimin ucundan. Gerçeği anlattım diyerek ne tür palavralar sıktığını düşünmek dahi beynimin her iki tarafından tutularak bir sünger gibi sıkılmasına sebep oluyordu. "Ne dedin oğlum?" diyen anneme bakarken, onun şu andaki her şeyden habersiz haline kıyıp da acısına acı katmaya niyetlenemedim. Ancak Taehyung için aynı şeyleri düşünmüyordum tabi ki. "O acılı yiyeceklere çok bayılır anne. Bol bol yap olur mu? Mümkünse en acı soslarını da ikram et. Çok sevinir buna, utanır falan ama sakın aldırış etme. Zorla yesin." Annem duyduğuyla bir amaç bulmuş ve o gayeyle hemencecik kollarını sıvamıştı. "O zaman ben hemen Jajangmyeon, Acılı Tteokbokki ve geçenlerde dükkân için hazır ettiğim acılı Kimchiden'de bir servis hazırlayayım. Bu ev neşe görmeyeli uzun zaman oldu." Bulduğu yemeklerin Taehyung'un yemediği yemekler olması dışında hiçbir sorun yoktu. Dilerim az da yalanlar attığı aileme karşı bir utanç duyuyordur. Yerken acılar içinde kıvranarak karşım da can çekerdi. Onun bir şekilde canını yakmayı çok istiyordum. O ve planlarına hiç karışmadım. Sadece Nuna'ya evdeki odama geçmeden, Minjun için bir çanta olup olmadığını sordum ve o da olduğundan, odama bıraktığını söyledi. Bir de Minjun ile ne zaman oynayacağını. Onu sakinleştirmeyi başarabildiğim en kısa sürede yapacaktım. Ancak her şeyden önce benim oğlumu kollarımın arasında avutmam, çokça öpmem, sonrasında hep çok ağladıktan sonra uyuya kaldığı anda saçlarını okşayarak onun yanına kıvrılmam lazımdı. Birlikte odama çıktığımda ve onu yatağa oturttuğumda o minicik ellerini öpüp kokladım. Doyamadım da. Ama Minjun ona alıştırdığım gibi hemen yanımda otururken, uzanıp elini karnıma koyarken ve bu duruma gülerken, canım çok yandı. "Kardeş burada," diyerek ona da sarılmaya çalışınca, boğazımdan kaçan o hıçkırık dolu ağlamamla onu korkutmamak için sağ elimin kenarını ağzımın arasına alarak sıkıştırdım. Kendimi sıktım. Dişlerimin her keskin acısında ben yaralarımı deştim. "Kardeşin artık gökyüzünde. Her yağmur tanelerin bizi bereketlendirdiği yerde olacak oğlum." O dediklerimi anlamadı. Hiç anlamamasını da isterdim. Dilerim bunu anlayacak yaşa geldiğinde, benim eziyetlerimden dolayı üzülmezdi. Çünkü her şey o mutlu olsun diyeydi. Daha sonrasında nasıl oldu bilmiyorum ama ikimiz çok yorulmuştuk. Ona yeniden sarıldığımı ve onun parmak uçlarını benim zonklayan göz kapaklarımda, çehremde, şakaklarımda ve sonrasında saçlarımda dağıldığını hissediyordum. Üzerimize örtü serdiğimi, onun sıcaklığı ve farklı gelse de özünde aldığım bebek kokusuyla uyuya kaldığımı. Güvende ve tamamlanmış hissediyorum çocuğumla. Başımın ağrısı geçti o yanımdayken ve benimle bir uyuya kalırken. Elbette bu uzun sayılacak kadar kafamı boşaltan uykum, aslında iki saat kadar bile sürmemişti. Sadece hissetmişim gibi irkilerek uyanmış, oğlumun ellerimin arasından çekilerek alındığının ürpertisiyle uykumdan sıçrayarak doğrulmuştum Çünkü Taehyung'un ne zaman buraya, odama girdiğini bilmiyor olsam da benden önce uyanık duran oğlumun onun kollarına doğru süzüldüğünü görmüş, kâbus yaşarcasına gözlerimi bu durum karşısında irice açmıştım. "Ne yapıyorsun sen?" diyerek çıkıştığımda, oğlumu kucağında taşıyarak bir adım ilerimde ayakta duruyordu. Minjun ona karşı yakınlık gösteriyordu. En son onları yan yana gördüğüm hallerinden farklıydı. Minjun unuttuğu babasını bir hayli özümsemiş, "Taehyun," demişti peltekçe. Ağzında duran bu kelime ile kaşlarımı çatmıştım. Bu isimden ve kulağa doğru gelen bu seslenişten iliklerime kadar soğumuştum çünkü. Biz o ailenin bir parçası değildik. Biz tuzla buz olmuş ve soğumuş anıların parçalarıydık. "Oğlumuz uyanmıştı," dedi, oğlumuz kelimesini baskın bir şekilde söylemekten çekinmiyordu. "Sende uyuduğun için ilgilenmek istedim. Ne var bunda." "Tamam, uyandım. Ver şimdi oğlumu geri bana," diyerek dağılmış halimi umursamadan ayağa kalkıp çocuğumu onun kollarından almak için ona doğru uzattım. Bakışlarım ona karşı çok donuklardı. O ise gevşeyip ama bir yandan da toparlamaya çalıştığı yüzünden bana karşı net bir ifade belirleyemiyordu. "Oğlumuzun şu an da kucağımda keyfinin yerinde olduğunu düşünüyorum." "Mümkünse sen düşünme Taehyung." İç çekti. "Uyandığın belli," diyerek gözlerini devirdi. Benimle bu kadar rahat konuşmasından nefret ediyordum. "Ama belli ki sen sana sunduğum bu teklifi de değerlendirecek değilsin. O zaman doyasıya vakit geçir. Malum, bir zamanlar sen onun gözleri gözlerime değecek diye benden kaçıran birisin. Fakat ben sana karşı o kadar kötü olmayacağım." "Sen zaten bana karşı en kötü olan kişisin. Daha kötüsü olarak ne yaşatabilirsin? Çünkü bir insanı sevgimle ne kadar yüceltebilirsem, şimdi o sevginin nasıl yücelmiş bir nefretle bütünleştiğini görebiliyorum. Ben senden nefret ediyorum Taehyung. Bunu sakın unutma." "Unutmama izin vermeyeceğinin farkındayım." "Sadece," derken sesimin titremesine ve eskisi gibi beni durmadan boğup duran bu düşüncelerimin şimdi ona karşı acizce dökülmesinden endişe ederek sıkıyordum kendimi. Çünkü ben tüm bu yaşadıklarımı hak etmediğimi biliyordum. En çok da bu yüzden hazmedemiyordum. "Bunu bana neden yaptın? Bunu bilmek istiyorum. Neden senin tarafından bu kadar acı çektiğimi bilmek istiyorum. Sadece bana bunun cevabını ver." "Çünkü sana âşık oldum. Gözlerine ve sonrasında kalbine âşık oldum." "Senin âşık olduğuna yaşattıkların buysa, sakın düşmanım olma. Çünkü kaybedecek bir şeyim yok. Ve olmadığı içinde ne yapacağımı kestiremiyorum." "Yok sen yine çok yanlış çözümler bulacağından eminim. En yakın arkadaşınla evlenirsin. Köşe başı koklaşır ve sonra beni suçlarsın acılarından dolayı. Sorun yok Jungkook. Seni halen seven bir yanım var. İnkâr edecek değilim. Ama seninle bir kez daha olmak isteyecek gücüm de yok. Ben tüm gücümü senin bir başkasının kollarında kolayca teselli bulmaya çalıştığında harcadım. Şimdi ise sadece oğlum için yaşayacağım ve onu korumak için savaşacağım. Belli ki ben, seni ve seninle olmasını dilediğim geleceğimi koruyamadım." Küçümseyerek gözlerimi kıstım ve oğlumu onun kollarından alırken zorluk çıkarmadı bana. O çöl gözleri git gide benim bir bataklığım olurken, ona bakarken çok fazla karmaşık duygularla boğuşuyordum. Yine de ona hak ettiğinden daha farklı olan duygularımı apaçık etmemiş, maskelemiştim yüzümü. "Beni gerçekten de sevmişsin gibi konuşma. Belli ki sen bu yaşa kadar gerçekten hiç sevilmemişsin. Sevilseydin, bana karşı âşık olsan bile böyle hatalar, ihanetler ve göz yaşları döktürmezdin." Sonrasında gülümsedim. "Gözlerin artık bana ilk günden daha yabancı. Biz artık olmamız gerektiği gibiyiz." Artık ondan ve onun yapacaklarından dolayı emin olamadığımdan, burada hatıralarca temiz kalan ailemin bizden dolayı yine perişan olmasını istemedim. Akşam yemeği vakti çoktan gelmişti. Odaya güneşin yuttuğu duvarların bıraktığı koyu gölgeler dışında bir şey kalmamış, birbirimize bakan, kıvılcım çakan gözlerimizin dışında pek aydınlık bir şey kalmamıştı. Ama ben apaydınlıktım. Minjun tam olarak kollarımın arasını doldurarak hafif uzamış tırnaklarını boynumun kenarına sürtüp dururken. "Seni uyarmalıyım. Aramızdaki o yabancılığı onlar üzülmesin diye bunu ailemin yanında sana karşı göstermeyecek kadar büyük bir sevgiyle ve onurla büyüdüm. Bir zamanlar senin gibi bir adam için heba ettim. Ama Taehyung sana hep söylediğim gibi, dinlediysen ara sıra beni, ben ihaneti de yalanı da hiç sevmem. Ancak bunu şimdi senin yüzünden yapar olacağım. Beni daha fazla varlığınla utandırma. Aşağı indiğimizde yemeğini sessizce ye ve benimle mümkünse bir daha diyaloğa girme. Senden son isteğim bu. Eğer aksini yaparsan, acımam ve her şeyi kendim anlatırım. Peşine kuyruk duran korumaların bile alamaz senin ölünü daha sonrasında bu evden." Dişlerini sıkarak karşılık verdi. Yüzüme bakmak istemediğinden bir şey demeden önce ilk o çıktı odadan. Ne düşündüğünü tahmin etmeye çalışmakla bile uğraşmamıştım. Tek bildiğim o bana her zamanki gibi bir şekilde sırtını dönerek gidiyordu. En başından beri böyle değil miydi? Şartlar ne olursa olsun o hep giden taraftı. Ama bu sefer onu bekleyen o kişi olmayacaktım. Tek bildiğim oğlumdu ve öyle de kalmaya devam edecekti. Ona istediği küçük ilgiyi verdim. Yaşadığım küçük stresti kendi çapımda halletmek için yüzümü hızlıca yıkadım ve yapay bir gülümseme provası yapmaya çalıştım. Bir yandan da aşağı inerek durumu kontrol etme isteğimle boğuşuyordum. Aramızdaki karmaşık durumu anlamalarını istemiyordum. Babam bir zamanlar onları silmek uğruna reddettiğim adamın beni kendisine metres yaptığını bilseydi, kahrından ölür endişesi taşıyordum. Annem ise damadım diye sevmeye çalıştığı ve ilgiyle hazırlamış olduğu yemeklere zehir katmadığından dolayı da dizlerini döverdi. Bu kısa süre rahatsız edici senaryoları kafamdan defederek üzerini değiştirmeyi ihmal etmediğim oğlumla aşağıya indik. Dikkatimi sadece oğlumun üzerinde tutarak şu an yaşamakta olduğumu durumun tüm saçmalıkları kafamdan silmeye çalışıyordum. Ancak bu ne mümkündü. Taehyung merdivenlerden inerken beni karşılamıştı. Yukarıda birbirimize yaşattıklarımızdan çok farklı bir bakış ve ses tonuna sahipti. Tıpkı, her zamanki gibi olduğu gibi. "Sevgilim, bende sizi çağırmaya gelecektim. Baban senin sevdiğin balıklardan mangal yapmış. Sıcak sıcak yemeni istiyordu." Bir an şaşırdım bu sözler karşısında. Tüm bedenimin kaskatı kesildiğinden ve rengimin attığından emindim. O da ona cevap vermeyip beklememiş olmamdan ötürü, daha da alçaltmış olduğu sesiyle, "İyi misin canım?" diye yenilediğinde varlığını, bakışlarının yumuşaklığını karıştıran kaşlarını çattı iyice. Beni bir şey konusunda uyardığını anlayarak bakışlarımı ondan ilerisine taşıdım. Babam bize yamuk duran bir gülümseme ile bakıyordu. Uzaktan nasıl göründüğümüzü tahmin edemesem de "İyiyim," dedim sadece. Ve bir adım atarak önümden çekilmesini sağladım. Fakat o büyük bir fırsatçılıkla elini belime doğru attı. "Senin balık avlama gibi çok sevdiğin hobilerini yeni öğreniyorum. Baban bana balık avlamaya çalıştığında denize düştüğünden ve neredeyse boğulacağından bahsetti. Geçmişte olmasına rağmen senin için çok endişelendim. Balayımızda seni bir tatil beldesine götürebilmiş olsaydım eminim bu üzücü anılarını senden duymuş olabilirdim." Parmaklarının belimde olan duruşunu ve sözlerindeki o eskime lafları önemsememeye gayret ediyordum. Kendisinin benimle diyaloğa girmemesini ve aileme bir şeyler belli etmemesini söylerken, kastettiğimin tam zıddında bulunan bu davranışlarından dolayı karın boşluğuna kol dirseğimi geçirdim. Elbette babamın bizi birlikte ilerleyerek gördükten hemen sonra mutfağa doğru girmesiyle yapmıştım. Aksi taktirde Taehyung'un ağzından kaçan ufak acı dolu bir inleme, olayı açıklanamayacak bir raddeye taşıyabilirdi. "Ne yaptığını sanıyorsun sen, dokunma bir daha bana." Diye tersleyerek cevapladım onu. "Bundan çok daha derin izlerle dokundum sana." Dedi, durumu garipsemem gerekiyormuş gibi. Ama sonrasında çöl gözleri karardı ve ateşe dokunmuşçasına kıvrımlarından çekti parmaklarını. "Ah doğru, bir başkasının izleri var orada. Hem de sandığımdan daha hızlı ve derin izler. Benim sana aylar sonra kıyamayarak dokunduğum yerlerin, ölüm döşeğine düştüğüm gecesinde belki de bir başkası tarafından tazelenmiş ve yenilenmiş. Bunu nasıl unuturum." "Sen," dedim dişlerimin arasından. Sesimi yükseltememek için zor tutuyordum kendimi. "Sen var ya, şuurunu kaybetmişsin. Ama ben sana bu şuursuz kişiliğini yerine getireceğim. Sadece sabır diliyorum Tanrıdan." "Oğlum hadisenize," diye çığırındı annem mutfaktan. Böylelikle aramızdaki gerilimin safhasından çıkarak mutfağa ondan önce girdim. Ve annemin emek vererek hazırlamış olduklarına iç çekerek baktım. Hemen arkamdan gelen bu adam, onların bu iyi niyet göstergelerinin hiçbirini hak etmiyordu. "Geldik anne," dedim sessizce. Her zamanki yerime oturdum. Yanımda Nuna vardı. Saçlarını düzleştirmiş ve kendisine özenmişti. Annem onu patavatsız olmaması konusunda uyarmış olsa gerek pek bir sessizdi. Düşünceli. Emin değildim. Minjun'u kucağımdan almak için bile bir mücadeleye girmemişti. Babam ve annem karşılıklı masanın başında oturuyor ve Taehyung ise annemin yönlendirmesiyle tam karşımda yerine alıyordu. Dudaklarında sadece benim anlayabileceğim bir çaresizlik vardı. Gergindi. Yemeklere bakarken ve annemin önündeki servis tabağını doldururken ses etmeyişinden, içimden onun ağzına alacağı her lokmayı alırken şekilden şekle girerken kızaracağı, midesinin yanacağında yaşaracağı gözlerden duyacağım zevk vardı. "Afiyetle ye damadım olur mu?" dedi annem. Babam ise, "Eşim diye demiyorum, acılı Kimchi'yi Busan'da ondan iyisini yaptığını göremezsin. Çok lezzetlidir eli," diyerek karşılıklı paslaşırken, babamın saçlarını özenle taraması bile moralimi o kadar toparlamıştı ki ortamın saçmalığını bozuntuya vermemiştim. Elbette Taehyung'un tüm yemeklerde acının olduğunu fark etmesiyle gözlerime bakması ve bunun altında benim olduğunu anlaması kısa sürmemişti. "Jungkook'un el lezzeti de annesinden geliyor olmalı. İşten döndüğümde mutfakta daima pişen lezzetli yemeklerini hep afiyetle yemişimdir. Bunun için bile hiç hastalanmadım. Ah doğru," dedi, gözlerimin önünde Kimchi'den büyük bir lokma aldı ve sertçe çiğneyerek yuttu. Bana meydan okumaya çalışıyordu. Sonrasında da sadece benim anlayacağım bir imayla konuşuyordu. "Bundan altı ay öncesinde çok kötü hastalanmıştım. Evimize dönüş yolundaydım. Jungkook'u defalarca aramış ve açmamıştı. Başına bir şey gelmesinden dolayı çok endişeliydim. Havalarda o zamanlar çok soğuktu. Penceremin açık olduğunun ve üzerimde ince bir gömlekle olduğumun farkında değildim. Çok fena üşütmüş, uzun bir süre yataktan kalkamamıştım. O kadar iyi bir evlat yetiştirmişsiniz ki, o süreçte benimle çok ilgilendi. Tek derdi ben ve sağlığımdı sanki. Onun ilgisi ve bakımı sayesinde sandığımdan daha hızlı toparlanıp hayatıma devam ettim. O olmasaydı ne yapardım hiç bilmiyorum." Diğerleri bana gururla baktı. Taehyung ise gözlerinde taşıdığı imayla. Ancak sözlerim onun söylediklerinden ötürü boş durmamıştı. Onun yaptığı gibi ağzıma aldığım tatlarla birlikte onu ezmeye çalışmıştım. Tabi onda bunu anlayacak sağ duyunun olduğuna emin değildim. "Senin gibi işinde ve gücünde, namusuyla çalışan ve tek derdi, ailesini korumak olan bir adama sahip olduğumdan bende şanslıyım. Evlendiğimizde de değimiz gibi, hastalıkta ve sağlıkta öyle değil mi?" "Öyle," dedi, çubuklarını yemek tabağının kenarına bırakarak. "İyi günde de kötü günde de." Histeri bir şekilde güldüm. "Bu sözleri ilk günkü gibi hatırlaman ne hoş," dedim ve aramızdaki yükselen gerilim, Minjun'un masadaki yemeklere el uzatmaya çalışmasıyla dağıldı. İyi ki bu yaşanmıştı. Yoksa nerede ve kim olduğumuzu unutarak bir kavgaya tutuşmamız an meselesiydi. Minjun ile uğraşarak onun batırdığı ellerini yıkamak için lavaboya kalktım. "Sen çok yaramaz olmuşsun görmeyeli bıdığım," diye sevdim yanaklarını. O da hemen yenice duyduğu kelimeyi hafızasına kazımaya çalışırcasına, bıdığım, kelimesini söylemeye çalıştı. Fakında olmadan en içten şekilde güldüm oğluma ve severek tekrar masaya oturdum. Babam onun yanağından makas aldı. "Çok tatlı bu. Torun çok daha ballı olurmuş evlatlardan derlerdi de inanmazdım. Pabucun dama atıldı oğlum. Affet bizi." "Sorun değil babacığım," dedim, burnumu kırıştırarak gülümsedim ona. "Ben senin tarafından çok güzel sevilerek büyütüldüm. Minjun senin gibi bir dedesi olacağı için çok şanslı." Bilmiyorum ama babamın gözleri hafifçe doldu. Bende biraz bundan etkilenerek yavaşça sandalyeme sindim. Kirpiklerimi kırpıştırarak üzerime çöken bu ağırlıktan kurtulmaya çalıştım. Ama tam karşımda bana dikkatle bakan Taehyung yüzünden hemen toparlandım. Ona tüm zaaflarımı ve hassas yönlerimi göstermeyecek kadar düşman bellemiş bir haldeydim. Fakat o; "Sen pek bir şey yiyemedin canım, oğlumuzu biraz bana ver ve afiyetle yemeğini ye," diyerek hafifçe sandalyesinden doğruldu ve kollarını uzattı bana. Ona vermek istemiyordum çocuğumu ama işin içine annemde karışınca bunu onaylamak zorunda kaldım. "Haklı, tabağındakilerin yarısı bile yenmemiş. Senin güç kuvvet toplaman şart." Pekâlâ, oğlum Taehyung'un kucağımdayken dikkatim sürekli onlarda ve ne yaptıklarını izlemekle geçti. Annem ve babamın ara ara Taehyung'u dahil ettikleri sohbete katılmaya çalıştım. Nuna ise sessizce masanın altından telefonuyla mesajlaştı. Morali bozuk olduğundan bir sevgilisinin olduğunu ve onunla bir problemi olduğunu düşündüm. Ama kesinlikle durum böyle değildi. Bunu yakın bir zamanda öğrenmiş olacaktım. Yine de... Kısa süreliğine durdum. Öylece olup biteni izledim sessizce. Bir an için gerginlikle başlayan ama ardından sahte gülüşlerin gerçekmiş gibi duran ağdalı akışlarını dinledim. O uzak diyarların tepesinde duran kasabadaki evimin balkonunda, Minjun'un uyumasıyla tek başıma oturup yorgunlukla nefes aldığımı ve gözlerimi ailemin anılarıyla kabartıp, Taehyung'u aradığımı ve sesini duyarak sakinleştiğim zamanlara döndüm. Orada bu günlerin hayallerini çok kurmuştum. Bu eski ahşap masanın üzerinde tüm hatalarıma rağmen kabul gördüğümü ve ben, benden dolayı olan küçük ailemin çok sevileceğini. Evet, seviliyorduk. Ama aile değildik. Eksiktik. Ben tamamen eksiktim. Kızım da yoktu. Bunun acısını bir ömür boyu atlatamayacağımı çok iyi biliyordum. Fakat oğlum, Taehyung'un kucağında durarak uslu uslu onun ağzına kaşıkla yemek yediren bu adam, öylesine kalbimin orta yerine kör edici sıcaklıkla bir ateş bırakıyordu ki, keşke diyordum her şeye rağmen. Bir an için. Her şeyi unutsam ve tüm bu süreç boyunca ben biraz olsun o kollara sığınsam, gözlerimi kapatsam ve yok olsam. Huzurun epey benden uzak olduğu o safhada. Öncesinde hissettiğim buydu ve o da artık çok uzun zaman önce olmuşlar gibi ara ara bir özlem duygusu yaratıyordu içimde. Duygularımın zayıflığı yine beni sahteliklerle donatmış ve ben tüm bunlara aldanmışım gibi çarçabuk yumuşamıştım. Bu durumdan silkinerek kendimi geriye çektim. Yemek faslı bitmişti. Oğlumun teyzesiyle olan oyununu seyretmiş ve babam ile Taehyung'un ortalıktan kısa süreli kayboluşlarını anlamaya çalışmıştım. Merak etsem de anneme mutfağı toplama konusunda yardım etmiş ve sıcak bir çay içerek, Minjun hakkında öğrenmek istediği çoğu şeyi anlatmıştım. Her defasında bundan dolayı özür dilediğinde, elimi tutan elini öpmüş, geçti, iyiyiz diye teskin etmiştim birbirimizi. Saat epey geçtiğinden Minjun'u da alarak odama geçmiş, altını değiştirip üzerine çanta da bulduğum pjamalardan giydirmiştim. Bende aynı şekilde üzerimi değiştirerek onu yanıma uzandırmış ve yanağını okşamıştım. Bunu yapmamı seviyordu. Özellikle yanağında yakaladığı parmağımı sıkıca tutmayı ve avuçlarında uyuya kalana kadar tutmayı özellikle. Uyuduğundan emin olarak bende kıvrıldığım yere uzandım. Elim karnımın üzerinde durdu. Buna alışmak öylesine zordu ki, ağlamak istesem de tuttum. Oğluma döndürdüm başımı. Göz kapaklarım, şakaklarımda birikmeye başlayan ağrıyı yutana kadar bekledim gözlerim kapalı. Taehyung'un şu anda ne yaptığı umurumda değildi ama umarım babamı rahatsız edecek bir şey yapmıyordur diye iç geçirerek uyuya kaldım sonunda. Fakat uyuyakalmam da uykundan uyanmam sanki aynı anda olmuş gibiydi. Felaket başım ağrıyor, karnımın altındaki dikişlerim acıyordu. Dikkat etmediğimden böyle olduğuna emindim. Uyansam bile ilk yanımda yatan Minjun'a bakmış, varlığından emin olmuştum. Üzerine attığım örtüsünü debelenerek bacaklarının üzerinden atmayı başarmıştı. Yine yapacak olmasına rağmen tekrar örtmüş ve bir ağrı kesici içmek için mutfakta, ocağın hemen yanındaki dolapta olduğunu bildiğim ağrı kesicileri almak için ayağa kalkmıştım. Dikkatsiz olmuş olmalıyım ki karanlık odamda, sadece penceremden içeriye süzülen gümüş ay ışığı sayesinde tekli koltuğumda gelişi güzel bacaklarını zemine doğru uzatmış olan ve ceketini karnını üzerinde tutarak uyuyan Taehyung'u bu şekilde görmemi sağlamıştı. Koltuk yatağımın arka çaprazında kalıyordu. Dağılmış siyah saçları, asık bir şekilde uyuyan yüzüyle oradaydı. Sadece bir dakika gibi süre varlığını kanıksayan, özgürce bakabildiğim yüzüne baktım. Kaşlarını çatıyor, kirpikleri titriyor ve kapalı göz kapaklarının altında gözleri gidip geliyordu. Muhtemelen onu rahatsız eden bir rüya görüyordu. Bu öncesinde yanımda uyuduğunda hep olan bir şeydi. Ama bu sefer onu öperek sakinleştirmeyecek, sarılıp kulağına ben yanındayım demeyecektim. Beter olmasını dileyerek odadan sessizce çıktım odamdan. Artık ondan çok daha önemli olan bedensel ağrılarımın sancısını dindirmek daha mühimdi. Her yer çok sessizdi ve ben de kimse uyanmasın diye çok dikkatli bir şekilde merdivenlerden inerek mutfağa geçtim. Lambayı bile açmadan elimi koyduğum gibi bulacağım ilacı bularak ağzıma atıp, bir bardak su ile yutmuş, sakinleşmek ve acımı bastırmak için parmaklarımı şakaklarıma bastırmıştım. Kafamın içinde uğultulu davullar çalıyordu. Sessizlik diliyordum acı dolu inleyerek. Ta ki annemin mutfaktaki sessizliği bozarak bana seslenmesiyle olduğum yerde sıçrayana kadar acı çekişlerim son bulmamıştı. Çünkü annemde en az benim kadar acı çekiyor görünüyordu, kendisini hapsederek oturduğu karanlık mutfakta. "Sence de seni bu saatte başını bu denli ağrıtan gerçekleri bana anlatma vaktin gelmedi mi oğlum?" Bölümün sonu. Ben Nicotesy, çarşamba günü görüşürüz ballarım. (Çarşamba uğursuz gün derler, hakkını verelim bakalım) |
0% |