@nicotesy
|
Selam ballarım, günaydın diyorum... size en uzun bölümü yazdığımı belirtiyorum. Neredeyse 10k oldu. İstediğim yerde hemen hemen bitti diyebilirim. Tatmin edici bir bölüm olmasını umuyorum. Yazım hatam varsa affola.
Okurken küfretmek serbest, bana kadar giydirmeyin de ne yapıyorsanız yapın, karakterlerimin toksik olduğunun farkındayım ben. İyi okumalar :)
... "Benim olmayanı seviyorum. Çok uzaksın sen." ..
Bölüm 18: Benim bir nurum var, senden ötürü parlamayan, yara izinden başka hiçbir şeyi kalmayan. "Minjun sen benim oğlum olmaya mı geldin? Ama ben sana çok güzel anne olurum ki." Kâbus dedi Jungkook içinden, ama o buna kâbus diyemezdi. Bu onun için çok daha fazlasıydı, tüm kemiklerinin bir saniye içinde kırılıp kaynaşması kadar arzı azap dolu bir durumdu. Aklını oynatmama sebep olacak türden bir şiddetle yerinden fırlarken, nefesi genzinden hırıltıyla döküldü. Ciğerlerinden sesler dökülüyordu. Beyninin içi karman çormandı. Benim oğlum, o kadının kollarının arasında uykulu bir halde duruyordu. O tıpkı benim onu severken ve uyusun diye kollarımda sallandırarak ahenk tutturduğum gibi şeyler yaparak, sahipleniyordu. Benim oğlumu, oğlu yapmaya çalışıyordu. Şimdi hangi aklın tutulmasındaydı bilinmez ya da hangi çılgınlık bu gür sesinin kuvvetinden alıkoyacaktı. Onu veya onlar bu gece kim durduracaktı, yine bilinmezdi ancak Jungkook'u hiçbir kuvvet durduramayacaktı. En azında bu evin içinde geçirecek olduğu yirmi dört saat sonrasında. Ellerini öne doğru savurdu. Kadının sessiz ezgilerle ona mırıldanarak dalgınlaşıyor olmasıyla ayağa kalktığını fark etmemiş olasıydı pek tabi o sırada. "S-sen ne yaptığını sanıyorsun?" diyerek sesi pekleşirken, kadın, uyuyan Minjun'la birlikte ona döndü. Jungkook'un depremlerden kaçan şiddetli sesinin aksine, ezgisine devam eden bir havayla iki kaşını kaldırarak ona baktı. Karşındaki adam onu pek de etkilemiş görünmüyordu. "Oğlunu oğlum gibi seviyorum," Jungkook kendisine bakan boş gözlere süzülürken, ince kılcal damarlarına kadar belerdi görüşü. Sanki paramparçaya ayırıyordu karşısındaki manzarayı. "Bana bak ruh hastası, o senin oğlun değil." Kollarına doğru uzandı, kadından oğlunu çekip almak istiyordu. Ama hayır, kadın bir adım geriye doğru kaçındı. Sanki kucağındaki bebek onundu ve karşındaki ise bir yabancı. Onu, oğlundan ayırmaya çalışıyordu. Hissettikleri ve bilincindekilerle konuştu. "Ama benim olacağını bile bile buraya getiren sensin." Jungkook şaşırdı. Ağzını açıp kaparken yüreği sıkışıyordu. Öyle bir manzaraydı ki karşısındaki, dudaklarını sinirle ısırdı. "Siz ailecek ruh hastası mısınız? Kendi söylediğiniz yalanlara kendiniz mi inanıyorsunuz?" diyor, kadının eğilip oğlunun yanağına bir öpücük kondurması ve kendisine kızar gibi bakmasıyla avuçlarındaki yumruklar serbest kalıyor. "Onu korkutacaksın, ağlamasını istemeyiz değil mi bebeğimin?" "Ver oğlumu, ver yoksa hiç iyi şeyler olmayacak." Dedi son kez onu uyararak konuşan Jungkook. Normalde etik kurallarının bir öncüsüydü. Şiddet uygulamak, hele ki kendisinden fiziken güçsüz görünen bir kadın için, bu yapmayacakları arasındandı. Ama bu eve gelerek zaten asla yapmayacaklarından birini daha şimdiden yapmıştı. Bu nedenle kadının beline kadar süzülüp duran dalgalı saçlarına uzandı ve sertçe asıldı. Kadın bu hamleyi beklemeyerek ufak bir çığlık attı. Bu Minjun'un da korkuyla irkilmesine ve ağlamaya başlamasına sebep oldu. Loş odanın içinde, bir yabancının kollarındaydı. Gözü hemen babasını, Jungkook'u aradı. Zaten bu Jungkook için yetmişti. O doladığı saçları astırarak, "Şimdi güzelce çocuğumu benim kucağıma ver," dediğinde, Eun denileni yaparak sakince Jungkook'a teslim etti. Çünkü buna kararlı duran kucaklamayı yaptığı an Jungkook sertçe asıldığı o gür siyah saçları serbest bırakmıştı. Oğlunu hemen boynuna dolayıp sırtını okşadı. "Ağlama babacığım," diyerek teskin etmeye çalıştı. O sırada kendilerine bakan Eun'u gözleriyle parçalamak üzereydi. Kadının arsız bir şekilde burayı terk etmek yerine izlemesi bir hayli sinir bozucuydu. Ve bu da yetmezmiş gibi, "Senin yüzünden ağladı. Bağırma dedim sana o kadar, korkuttun çocuğu," diyor olmasıyla sırtını dönerek, Minjun'u beşiğe koydu. "Tanrım bana biraz sabır ver," diyerek doğruldu yerinden. Minjun'un o sırada gözlerini ovuşturuyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Fakat hiçbir şey anlamıyordu. Babasını görmek kendisini güvende ve her şeyin yolunda olduğuna inandırıyordu. Ancak hiç durum öyle değildi. Babasının sesinin yükselmesiyle beşiğinin içindeki tahta kulpları sıkıca tuttu. Korkmuştu. "Defol, çık buradan." Diyerek kadına parmağıyla kapıyı işaret etti. Kadın oralın bile değildi. Kollarını birbirine dolamış ve tek ayağıyla yere ritim tutturarak vurmaya başlamıştı. "Sana defol dedim." "Bu ev benim, buraya sonradan gelen sensin." Dedi Eun, üstünlük belirterek. "Bu çocuk da ve sevdiğin adamda benim. Senin bana bunu yapmaya hakkın yok." Diyerek kafasını omzuna yatırdı. Jungkook onun iki metre uzağındayken onu bir böcek gibi ezmeye hazırdı. Çünkü bir aile olamamasının sebebi bu adamdı. "Burada yaşadıklarımı tahmin edebilir misin sen? Ben burada ne acılar çekiyorum hiç farkında mısın? Sen benim hayallerimi, aşkımı, ailemi çaldın. Bir de utanmadan karşımda böyle nasıl bağırabiliyorsun? Ailen sana hiç terbiye ve ahlak aşılamamış sanırım." O an için Jungkook, gözünün döndüğüyle kaldı. Yapmam bunu ben derken, o dediklerini bir bir yaparak sinirle attığı bir iki adımla kadının yüzüne tokat attı. Sinirden tüm vücudu titriyordu. "Sakın ama sakın, aileme laf etmeye kalkışma. Bu senin cüretinde olabilecek bir şey değil. Anladın mı beni? Diye haykırıyordu. Eun yanağında kalan acıya inanamayarak elini uzatarak dokundu. Gözlerinde yok etmenin hırsı o kadar büyüdü ki; sınırları erimişti. "Ailen şu anda burada ne yaptığını biliyor mu Jungkook?" dedi şeytani bir hınç dolu sesle. "Son zamanlarda kalbinde sorunlar yaşamaya başlayan baban, daha bugün evinden uğurladığını sandığı damadının aslında bir başkasıyla evli olduğunu, seni de bir metres gibi bu eve getirdiğini biliyor mu? Efendi ve biriciğim diye göklere çıkardığı evladının ne haltlar karıştırdığından hiç haberi var mı acaba?" Jungkook onu bu konuda son kez uyarır gibiydi. Sert ses tonu infilak olmak üzereydi. Oğlunun korkuyla beşiğe sindiğini görseydi, bu tartışmayı hemen burada sonlandıracaktı aslında. "Ben Taehyung'un bir metresi değilim. Önce bunu kafana bir sok." "Olamazsın da... sen onun hiçbir şeyi olamazsın." Dedi Eun, kendisine söylenmiş hiçbir cümleyi anlaması gerektiği gibi anlamayarak kibirleniyor, acizleniyor ve en önemlisi hadsizleşiyordu. "Ama bir an, kısacık bir an ne oldu biliyor musun? Çok endişelendim bu aranızdaki şey için. İlişkinizi kıskanarak dinledim ondan. Düşünsene, Taehyung ile evlisin, gerçek olanından bak. Karşına geçip diyor ki ben birine âşık oldum ve o hamile, ne yapacağım? Sen bunun ne kadar zor olduğunu bilebilir misin? Sen burada bana ahkam kesip küçücük bir çocuğa duyduğum özlemden dolayı buraya kadar gelmiş ayaklarımı kırmaya çalışıyorsun da ben sizin yüzünüzden çektiğim azaplara gıkımı çıkarmazken neredeydi bu ahlaklı halleriniz. Taehyung'un seni sevmesini bile kabul ettim ben. Ailesinin bana yıllardır çektiklerini de kabul ettim. Ya ben siz ölmeyin diye canımı ortaya bile koydum. Kim bu yaşadıklarımın bedelini ödeyecek. En azından sende bir bedel ödemelisin. Durumu artık bilmene rağmen karşıma bu şekilde çıkma yüzsüzlüğünün, yaşadıklarıma ve duygularımla bu kadar alay ederken, bunu yapabilmelisin değil mi?" "Biz ödemeyeceğiz." Dişlerini sıkıp bıraktı Jungkook. Kimse neden onu anlamak istemiyordu. o da kandırılmıştı ve gerçeği öğrendiği gibi de gerisinde bırakmıştı Taehyung'u. Eğer bu kadın karşısına çıkıp oğlunu alacaklarını söylemeseydi, şu an çok daha sakin ve en azından kalbi acısa da huzur hissedeceği bir kol kanat germeyle başını yastığına yaslayabilecekti. Ama hayır, tüm yaşadıklarına rağmen, daha ne olabilir dedikçe daha kötüleriyle yüzleşerek bir savaş vermek zorunda bırakılmıştı. Bu nedenle tane tane konuşuyor, durumu anlamasını ve kendilerini rahat bırakmasını diliyordu. "Yaşadıklarına üzüldüm ancak burada kandırılmış olan, aptal yerine konulan, oğlundan ayrı kalmamak için tüm bunlara göğüs gerek ve bu ithamlarınıza katlanmak zorunda kalarak bile buraya gelen benim. Başına gelenlerin sorumlusu ben değilim. Bana gelip bunları söyleyecek kadar cesaretin varsa, git bunu sana yaşatanlardan hesap sor. Taehyung'a, ailesine ve seni bu evliliğe ikna eden ailene. Ben değilim senin yaşadıklarının bedeli. Anladın mı beni?" Eun tebessüm ediyordu. Buz gibi bir sesi çıkıyordu. Bu Jungkook'un içini ürpertti. "Soracağım. Bana attığın bu tokadı bile." "Bunu hak ettin. Bu yüzden çık git. Asabımı daha da bozmayın." Bu insanların gözleri deli bakan hallerinden epey endişeliydi. Kendi için taşımıyordu Jungkook bunu. Kendisini tehdit ederken oğluna doğru kayan bakışlardı bu sebebe nail olma nedeni. "Ben sizin komplekslerinize ve yalanlarınızı yaşamaya alışkın değilim. Ama sanma ki de buna susacak biri değilim. Yemin ederim ben sınırdayım ve eğer o sınır diye belirttiğim oğluma bir daha bu şekilde gizlice yaklaşmaya kalkarsan, seni yok ederim. İnan bunu gözüm kırpmadan yaparım ve kardeşinden bile gözü kara olduğumu anlarsın." "Oh, çok güzel. Taehyung bana bu hallerinden hiç bahsetmemişti." Dedi kadın tiz bir şuh kahkaha atarken. "Sana söylenen tüm saçmalıklara inanan biri olduğunu sanıyordum, bana anlatılanlardan dolayı. Desene, seninle hiç sıkılmayacağız. Sen bu eve gelerek hayatının en büyük hatasını yaptın. Bir yıldırım gibi sarsacaksın, buna hiç şüphem yok. Ama eğer sende, benim yanımda bir daha kocama o gözlerinde aşk saklayarak bakarsan, işte bu da çok kötü olur. Fakat sana bu kötülüğü ben ellerimi sürmeden yaparım." Sonrasında incecik bir gülümsemeyle konuşmasını sürdürdü. "Taehyung, korkak herif, zaafını senden yana ne kadar açık olduğunu gösterdiği sürece daha çok canı yanacak. Şu anda bile nasıl canı yanıyordur kim bilir. Zavallıcık. Alışsaydı en iyisi olacakken, sen hayatına girdiğinden beri her şeyden korkan biri haline geldi. Sen onu zayıf kılıyorsun. Onu böylesine hasta ve sefil yapan sensin. O senin yüzünden sürekli olarak kaybedecek. Yakında da aklını muhtemelen." Eun'un söyledikleriyle tüm tüyleri ürperiyor, karşısında eli kanlı bir bıçakla üzerine yürüyen bir yaratık canlıyordu. Güzelliğin içine hapsolmuş bir katil yatıyordu. Çevresinde acı çeken insanları hor görüyor, eksiklendikleriyle eksik bırakmaya çalışıyordu herkesi. Ve Taehyung için söylediklerini kafasının bir köşesine atacaktı, elbette bu kadının buraya nasıl girebildiğine dair bir hesap sorduktan sonra. "Sen saf kötüsün. Hepinizi tımarhaneye yatırmak gerek. Uzak bizden." Diyerek kadından uzaklaştı. Eun dudaklarını büzerek ona sevimlilik yapmakla meşguldü. Jungkook'u kendisinden ne kadar çok ürperdiğini gördükçe koltukları kabarıyor ve zihni uyumlu planlar yapmaya başlıyordu bile. "Elbette canım. Yakında seni de bu tımarhanenin en kıdemlisi olacağından hiç şüphem yok." Arkasını dönerek odadan çıkmaya çalışırken, Jungkook beşikte duran oğlunu almaya niyetleniyordu o vakitte. Ama duruma karşı söylenmeden edemiyordu Jungkook bebeğine bakarken. "Deli, bu kadın delirmiş." Ama hayır, giderayak hareket eden topuklu terlikleri zeminin içinde dönmüştü Eun, duyduklarını duymamış gibi yapma konusunda epey ustalaşmıştı. Açık bırakılmış kapının ağzından Jungkook'a dönmüş ve bu sayede sesler diğer odalara bir tıkırtı gibi düşmeye başlamıştı. "Ha bu arada metrescik, Seokjin hyung seni çok beğenmiş. Yüzüğün çok kalitesiz durduğundan senin evli olduğunu bilse de sana bundan çok iyisini yapabileceğini umuyormuş. Ucuz malında alıcısı çok oluyor sanırım..." diyerek Jungkook'u küçümseyerek izledikten sonra, ona yeni bela olacak olan o haberi veriyordu tüm iyi niyetiyle. "Benden sana tavsiye. O sana yaklaştığında karşı koyma, istediğini almadan durmaz. Taehyung'un aksine." Kadının durmadan zırvalıyor olmasına karşı artık ne diyeceğini bilemiyordu Jungkook. Çünkü kesinlikle karşısında aklı başında biri yoktu. Olsaydı böylesine iğrenç ve ayarsız bir konuşma aralarında dönüyor olamazdı. Bir iğrenti duygusu ile yüzünü buruşturdu. "Siz tüm gen boyu ruh hastası ve ahlaksızsınız." Eun'u bu sözler aşırı keyiflendirmişti. Sanki bu itham artık içindeki durdurulmaz bakmışlığına, bir hırs gibi düşmüştü. Çünkü bu evdeki konumu, kaynanasının önünde durmadan düşeceği bu küçük durum ona da bir savaş açabilme hakkı veriyordu. Taehyung onun canını yakmaktan usanmıyorsa, o da onun canını yakmaktan çekinmemeliydi öyle değil mi? "Bunu diyenin olduğu yere de bir bakın." Diyerek parmaklarını minicik bir hareketle savuşturdu. "İyi geceler tatlım. Huzurlu saatlerin keyfine bak şimdiden. Ya da oğluna mı demeliydim?" Jungkook onu boğmayı düşündü bir anda. Bununla bir adım öne doğru ilerledi ki kadın görüşünden kaybolmuştu. Aklı çıkmış bir halde çökecekti yerinden. Nasıl böyle bir şeyle karşılaşır ve sözlere maruz kalırdı. Ama şaşırmaması gerekiyordu da? Ama korkusunun artmasına ne demeliydi? Nefes nefeseydi Minjun'u kucağına aldığında. "Oğlum biz nasıl burada aklı başında kalacağız ya da baban birini bu evden öldürmeden kaçabilecek..." diye sarıldığında kapının tekrar açıldığını hissetti. "Yine ne istiyorsun bizden ruh hastası," diyerek kafasını kapıya doğru çevirdi. Uyku sersemliğiyle kendisine gelen Jimin, kabarmış saçlarını düzelterek Jungkook'un kendisine bakan nefret dolu gözlerine siper olmak zorunda kaldı. "Sesler geldi, başınıza bir şey geldi sandım." "Geldi zaten," dedi Jungkook. Göğsü halen sinirden sertçe yükselip alçalıyordu. "Bir beladır, bu vakitte odama dalmıştı. Katil olmama ramak kalmıştı. Hem de oğlumun önünde." Jimin irkildi ve sanki gördüğünü tasdiklemek ister gibi kafasını birkaç saniyeliğine kapıdan dışarıya çıkarmış, boş koridor manzarasından sonra kendisine bebeğiyle bir bakan Jungkook'a yönelmişti. "Giden Bayan Kim'miydi? Onu gördüm ama uyku sersemi olduğumdan emin olamadım." "Şundan bahsetme. Deliriyorum zaten." Jungkook odanın içinde volta atacak gibi oldu ama halen sinirden titreyen ve tüm kaslarını kazık gibi sertleştiren durumdan ötürü Minjun'u kendi yatağının üzerine bırakıyordu. Jimin ise kısaca onun sitemine şaşırarak yanıt veriyordu. "Buraya gelmemesi gerekiyordu." Oğlunun başını okşayarak uzandırdığı yatağının kenarlarına, çift kişilik olan yatağının üzerindeki her iki büyük yastıkları yerleştirdi ve üzerini örttü. Miniği daha sakin duruyordu onun karşısında. Ama Jungkook kesinlikle bedeninin yönünü kapıdan biraz daha içeriye doğru gelmiş olan Jimin'e çevirirken, kesinlikle öfkesi ele avuca sığmayacak kadar belirgindi. Çünkü yanında kadına kurduğu cümle yüzünden endişe etmeden de olsa uyumuştu. Bilseydi kapısını kilitlerdi. Bilseydi bu eve hiç gelmezdi. Bilseydi... en başından onunla tanıştığı günün gecesinde evinde kalıp kutlamasını öyle yapardı. Ama bilseydi. "Sorun da bu ya! Hani girmesi yasaktı! Bu kadın ben uyurken oğlumu kucağına almış ve oğlum diye seviyordu. Ben daha buraya geleli ne kadar oldu? Tanrı aşkına, kadın aklını kaçırmış gibi davranıyor ve beni eşini aldatan bir yüzsüz olarak görüyor! O da yetmezmiş gibi çocuğumu onlar için doğurmuşum gibi savunuyor kendisini." Jimin duydukları karşısında kısaca bir şaşkınlık yaşadı ve ardından hızlıca kendisini toparladı. Ağzına gelen cümleleri hemencecik yuttu. Eğer kendisi de kendi fikirlerini söylerse, Jungkook daha da hararetlenecek ve evi başlarına toplayacak. Bunu istemiyordu, hayır, eğer bunu fütursuzca yaparsa onu yok ederlerdi. Mecazen değildi bu durum üstelik. "Tamam sakinleş, lütfen." Diye ricada bulundu. Emin olamayarak odanın kapısını örttü. Ama Jungkook sakinleşecek gibi değildi. "Sakinleş deyince sakinleşemiyor insan." Sonrasında öfkesi buna sebep olana yöneldi. "Nerde Taehyung? Tüm bunlar yaşanırken bu herif nerede? Çağır şunu hemen buraya. Yemin ederim bu evi yakmak istiyorum şu anda." Jimin elbette bunu hemen yapardı. Bu durum daha başlangıçları gibiyken, ilerde epey baş ağrıtacağı belli olan şeylerdi. "Kendisi evde değil şu anda," dedi çekimser bir sesle. Çünkü çekindiği tüm ırzı kirlenmiş düşmanca sesleri onun yerine Jungkook çıkıyordu, büyük bir hınçla üstelik. "Aman ne hoş! Beyefendi beni bu pisliklerin içine atıp nereye gitti? Sen iyi bilirsin şimdi. Söyle bana." Jimin yine arada kalmıştı ve bu boktan duruma daima kendisi kalıyor olması da epey canını sıkıyordu. "Eminim isteyerek gitmemiştir bir yerlere." Diyerek tahmin ettiği varsayımlarını dudaklarının arasına sıkıştırıyordu. Ağzı açılsa bile inanmayacağı belli olan biri vardı karşısında. Tahmin edildiğiyle hızlıca yüzleşti de. "Onun yardakçısı olduğunu bu kadar çok belli etmez misin Jimin? Senden de midem bulanıyor çünkü." "Bak Jungkook, sana anlattım, bunu yapmaya mecburdum ve gerçekten seninle kurduğum bağ gerçekti." Jimin bir tek bunu dürüstçe savunuyor ve Jungkook en çok buna inanmıyordu. İnansa bile ne değişecekti. Daha öncesinde oynuyor oldukları, üzerine oynuyor oldukları bu evcilik oyununa devam mı edecekti? Bunca acıdan, göz yaşlarından ve en önemlisi kayıplardan sonra. Sinirden hortlayan baş ağrısından dolayı şakaklarını ovdu sertçe. "Patronunda böyle söylüyor durmadan. Ama sizin şu kendinizi haklı çıkarmanızdan o kadar sıkıldım ki. Delireceğim. Ah, o kadının böyle biri çıkacağını hiç ummazdım. Acıdığım için kendimden nefret ediyorum." Şu an Taehyung'un karşısında olmayı ve kendisine karşı ara ara o küstahlaşan ağzını bozmak istiyordu uzunca. Jimin sonunda pes ederek bir adım attı. Çünkü o arada kalmıştı ama arada kaldığı yerin hemen yanında Taehyung vardı. Kendi gözleriyle görmüş olmasaydı bazı şeyleri, o da katiyen bu konuda ağzını açmazdı. Ağzı yanmıştı bu konuda. Jungkook'un bedduasını çok önceden yaşamıştı ama başka şekillerde. Yoongi yüzünden kaçıyor ve saklanıyordu, lakin bir gün sobelenecekti. Bundan da korkuyordu. Dik tuttuğu kuyruğu en çok korktuğuyla bir sınayacaktı onu ve çok kan dökülecekti. Bu kaçınılmazdı. Yoongi hayatında olmaya devam ettiği sürece. "Jungkook ne sanıyordun, bak ben bir taraf tutmak istemiyorum ama bazı şeyleri de kendin anlaman lazım. Sanırım ne dersem bu saatten sonra boşa konuşacağım. Çünkü dinlemek istemiyorsun sen." Dediğinde, Jungkook'tan susması için verilen o bakışları görmezden gelerek konuşmasını inatla sürdürdü. "Ve açıkçası biraz endişeliyim. Tüm o sırlar, bugün bunlar yaşanmasın diye olurken, şimdi dolu dolu yaşıyoruz. Bu konuda sakin kalmak zorundasın." Sıkıntıyla kolunu ovuşturdu. "Jungkook bu ev karanlık ve kanları akıtmaktan gocunmayan bir bölge. Eğer Taehyung'un sana söyledikleri dışında bir şeyler yapmaya kalkarsan bunun bedelini sadece sen ve Taehyung ödemek zorunda kalmayacaksınız. Minjun'u da çok etkilerler ve onlar bir çocuğa merhamet göstermezler. Çünkü o çocuklar büyüdüklerinde, ailelerine yapılanların intikamını almak isteyeceklerinden buna bile engeller. Ne demek istediğimi anlıyor musun?" Sinirden köpüren kanından bir mendil geçti eline. Alnına yasladı. Felaketler sanki onun aralanmış dünyasına hızlıca iniyor, dünyası yapmış olduğu o adam yüzünden şimdi dünyacığının kana bulanacağından bahsediyordu bu adam. Çocuğunu bile öldüreceklerinden. Bunu yapan insanlar vardı. Jungkook toz pembe bir dünyada olmadıklarından farkındaydı. Ancak o böyle biri olmadığından bu kadar zulm dolu olayların, acının kendisine bulacağına da inanmak istemezdi. Lakin, bu imkânsız da olmazdı. Öyle bir hamın gamına düşmüştü ki canlarındaki sümbüllerinde kıyametler kopuyordu. Yaşama havliyle can buluyordu. Dişlerini sıkıyor ve nurundan sonra ilkinin huzuruna bakıyordu. Kendisinden geçeli epey bir hal olmuştu. Güçsüz olduğunu kendi gözlerine görmüştü. Demek ki kalp ile düşünenin yaşamı da bir yere kadarmış. "Tüm bu konunun ortasında Seokjin denilen sapık gözlü adam mı var?" diye bir soru sorarken, Jimin'in renk vermemeye çalışmasından bile yanıt kendi kendine türemişti aslında. "Onun gibi bir dolusu da var." Dedi Jimin, perde arakasında izleyen ve destekleyen insanları düşünmeden edemiyorken. "Ama evet, görünen yüz o, en azından bu evde olanlar arasında. Taehyung'un kurtulamayışının sebebi de bu. Çılgınca şeyler yapmaya başlamasının da." Son cümlesini sessizce söylemişti. Jungkook'un pür dikkati onun üzerinde epeyce ilgiliydi. Çok önemli bir konuda uyarı almaya çalışırken üstelik. Duyduğuyla, "Ne gibi şeyler," diye sordu, Jimin'in aksine baskın bir sesle. Jimin çok şeyden bahsetmiş olduğunu ve Jungkook'un bakışlarındaki o yer edinen çılgınlığı görürken, endişeliydi. Çünkü birlikte beş çayında fincanlarından tüten dumanla bir ettikleri; ev, maziler ve Minjun'un gelişimi hakkında ettiklerindeki muhabbetlerinden çok farklı ve o farklılığa apayrılık katan bir masumiyet vardı bu adamın yüzünden. O kadar incinmişti ki çatlamış yüzünde sertlikler iz bırakmıştı. Korkuyordu, onun salt güzel karakterinin de paramparça olmasından. "Bunlar benim konuşabileceğim şeyler değil. Üzgünüm. Ben sadece sizin yanınızda olmalıydım. Bu durumun yaşanmasında benim ihmalim var." Diyerek iç çekti ve içi çalkalandı. Taehyung baya kızacaktı kendisine. "Sikeyim, sadece başım ağrıyor diye ağrı kesici içmek istemiştim." Onun ininde kıvrandığını gören Jungkook, "Sen bana cevapları verecek o kişi değilsin. Söyle efendine, evin yolunu bulduğu an karşıma dikilsin. Yoksa hiç hoş şeyler olmayacak," diyerek oğlunun yanına oturdu. Ayakta kalmayacak bir mecalsizlik çökmüştü üzerine. "Bir insan durmaksızın kendisinden nasıl bu kadar nefret ettirebilir ki?" Taehyung'un bunca kendisine yaşattıklarından sonra halen yüreğini kırmaya devam eden şeyleri yapmasının hazımsızlığıyla. Artık onu ne kadar seviyordu. Geçmiş günlerini özlememeye başlayacak kadar çok hem de. "Ona ulaşacağım. Bu haddi Taehyung Bey evdeyken katiyen yapamaz." Diyerek son kez Jungkook'un sessizleşen ve kendince bir hesaplaşma yaşayan haline su serpmeye çalışırken. Fakat Jungkook kendisine ihanete uğratmış olan onun bu iki büklüm hallerini de katlanamayarak odasından kovdu. Kibarca. "Beni oğlumla yalnız bırak. Gerçekten o baş ağırı bende şimdi. Sakinleşmem gerek. Bu tiksinç gelen evde tahammül bulabilmeliyim. Ne büyük bir güç doğrusu." Jungkook sakinleşmişti, bedenen. Saatler geçmişti, alenen. Oğlu yanında uyuyordu. O ise uzanıyordu. Sanki uyursa yine aynı şeyi yaşayacak endişesi vardı. Boşlukla, oğlunun yüzü arasında gidip geliyordu düşüncelerinin arasını. Saat kaç olmuştu bilmiyordu, alacakaranlıktan sonra etrafı güneşin doğumu sarmalamak üzereydi. Göz yaşları bazen akıyor ve bazen duruluyor, bazense kavga ediyordu. Kafasında bir örüntü oluşturan insanlarla. O insanların en başını Taehyung çekiyordu. Nefretinin en zirvesinde ondaydı. Çünkü tüm yaşadıklarının en büyük sebebi oydu. Sessizlikle yana yatmıştı o vakitte. Birkaç adım, kolaçan edilen hırıltılar ve sonrasında tıkırtı gibi dolaşan bir farenin ayak sesi. Taehyung odaya son gücüyle açıp girerken, yatağın üzerinde duran o ikisiyle derin bir nefes aldı. Oysa zehir hemen önünde, bir bal gibi onu huzura çaldı. Kandırdığı dünyanın kölesi olduğu adımlarında, tabanlarına birer çivi çakılmışçasına acıyla sancıyordu bedeni. Bu mecazen değildi, en az ruhu kadar bedeninde yara vardı ve bunu her daim maskeli tuttuğu yüzünün haricinde olması ona büyük bir ironi kazandırmıştı. Güçlü olmak istedikçe güçsüzlük onu buluyordu. Böyle olacağını en başından beri biliyordu. Ancak vazgeçmeye çabası yokken, vazgeçmemek için çok çabalıyordu. Hissizleşen elleri kapıyı tamamen gerisinde sürüyerek bıraktı. Olandan bitenden haberi vardı, ama diyecek bir şeyleri Jungkook'a olan rekabetsiz savaşa haberi maalesef yoktu. Çünkü; o eceline susamış bıraktığı yüreğine takılan gözler ona öyle büyük bir nefretle döndüler ki, Jungkook'un kalbinde bir mezarda çürüyordu ve bu ona çaresiz bir acı veriyordu. Solukları durduğunda ise, soluk ona ses oluyordu. "Ne oldu, Taehyung? Sessizce neden içeriye giriyorsun? Nasıl olsa daha yastığa başımı yasladığım gibi başıma gelenlerden sonra bu evde diken üstünde durmam gerektiğini anlamış biri olarak uyanık olduğumu çoktan anlamış olman lazımdı..." Jungkook ayağa kalktığında, Taehyung olduğu yerden bir adım öteye bile gidemedi. Kolu kanadı kırıktı. Acıyordu. Savaşması gereken bir mücadelenin içindeyken o, "Jungkook, bunun yaşanmaması gerekiyordu. Biliyorum. Özür dilerim," diyerek gözlerini kaçırıyordu. Ama çok geçmedi, Taehyung'un gözleri Jungkook'un gözleri hemencecik buldu. Çünkü dik dursun diye çaba verdiği ağacının gövdelerinden tutarak bastığı, yüzünün yapraklarını hışırtıdan bu adamın tokadı çarptı. "Kes sesini. Ben bıktım senin her şeyin yapıp ve olmasına izin verdikten sonra özür dilemenden." Diyen Jungkook, sakinleşmediğini ve aslında sadece sessizliğe hapsettiğini anlamıştı. Her şeye rağmen daha ilerisinin olmayacağına inanmak istediği bu adamın göğsüne yumruklarını vuruyordu. Nefret ediyordu. Kendisinden bu kadar nefret etmesine sebep olan ondan, çok nefret ediyordu. "Ben saatlerdir neler yaşıyorum haberin var mı senin?" diye kızıyor ve umutsuz yaşlarındaki korku taneleri dökülüyordu. Öfkeleniyor, "Yardakçın yetiştirmiş olmalı," diyerek asla kendisine tepki vermeyen, gözlerine dolu dolu bakarak ona hiçbir güven vermeyen bu durum karşısında onu kendisine getirmek istercesine sarsıyordu kırışık duran ceketini. Dudaklarını bir mühür gibi sıkıca birbirine yaslayan bu adamın ketumluğundan gem vuruyordu. Oysa Taehyung sadece acıyla inlememek için tutuyordu kendisini. "Nasıl bu kadar sakin durabiliyorsun karşımda." Yorularak bir adım gerileyerek durdu. Saatlerdir bakıştığı o boşluk bile ona daha çok yanıt vermişti. "Bir şey söylesene Taehyung? Yalan söylediğini ve evet, oğlumuz aslında karımla bizim desene. Seni buraya da getirdim, çünkü ben doyumsuz bir hayvanın tekiyim desene. Senin bensiz de bir hayat sürdürmeni istemiyorum desene. Yahu bir şey demeyi bir becersene," diyerek çığıracak gibi oldu. Minjun'un iç çeken sesleri bile onu teskin edemiyordu. Aklını kaçırmaya ramak kalmıştı, nasıl olmasındı bu durum. "Konuş artık, susma. Ne kadar haysiyetsiz bir adam olduğundan bahset artık! Bir kez olsun dürüst ol. Yalvarırım. Bir kez olsun bunu yap. Benim için değil, oğlumuz için yap bunu. Beni sevmediğin gibi oğlumuza da bu sevgisizliği yapma!" Taehyung denedi. Ağzını açıp bir şey demeye çalıştı. Ama diyemedi. Sadece ona baktı. Acı içindeyim Jungkook. Senin parmak uçlarıma kadar okşadığın, başını yasladığım göğsümde kandan hareler var. Ben sizi korumaya çalıştıkça daha çok boğuluyor ve ölemiyorum. Bu girdap beni değil, sizi de yutacak diye siper olmaya çalıştıkça, senin beni daha çok yıkıyor olmanı da kaldıramıyorum. Ben deliriyorum. Ben her gün bir parça aklımı kaçırıyorum. Acıyor, yemin ederim senin bana olan hayal kırıklığın öyle çok canımı acıtıyor ki ağlayamıyorum da. Bunu yaparsan minnetini duyduğum aşkından vazgeçtikten sonra nefretine bile tamah edeceğimin korkusu bu. Seni manen değil maddende kaybedeceğimin korkusu bu. Ama sen beni kaybetsen bile üzülmezsin. Biliyorum. Bunu bilmek, o kadar değersiz hissettiriyor ki... ellerimde can veriyorum. Kendi ellerimde ben ölüyorum. Gözlerini kaçırdı. Gücü kalan bir tek buydu. Çok yorgundu bedeni. Düşünüyordu. Çok düşünüyordu ama fayda etmiyordu. Ya iyiye meyledip her şeyini kaybedecekti, ya da kötü olup tüm iyiliğini, oğlunu ve zaten kaybettiği Jungkook'u kaybedecekti. Jungkook'un gözünde çoktan kaybetmişti. "Ya senin karın bu odaya gelip karşıma geçiyor ve bana senin metresin olduğunu söylediğinde sen neredeydin? Bana kimse böyle seslenmeyecek diye laflar ederken sen neredeydin? Sen, beni ve oğlumuzu nasıl bir belaya bulaştırdın Taehyung?" söylerse bile inanmayacak biri varken, söylerse daha çok mu kopardılar birbirlerinden. Endişeliydi. Oğlumuzu korumak isterken onunla ölecek yüzlerce kişi var Jungkook. Hepsinin vebalini alacak kadar yürekli değilim, diyordu. Aslında ince ince dolmuş gözlerinden akmasına izin vermediği mücadele, Taehyung için son güç kırıntısıydı. Jungkook arkasına döndüğü anda dökülecekti ait oldukları yere. "Lanet herif bir şey söyle! Senin yüzünden çektiğim acıların sonu gelmeyecek mi? Seninle tanıştığım güne de seni sevdiğim güne de lanet olsun, tamam mı, o kadar pişmanım ki. Keşke o kazada... keşke ölseydin ve bizim hikayemiz böylece bitmiş olsaydı." Taehyung kaçırdığı gözleriyle Jungkook'a baktı. Bu yediği dayaktan daha çok acıttı canını. Savunmaya çalıştığı onurundan daha çok yıktı kendisini. En derine gömüldü. Annesinin rahminden düştüğü o gecenin ilk çığlıklarına dönüştü yaşamın acısını kabullenişi. Ciğerleri öyle yanıyordu ki, Jungkook ona arkasına dönerek uzaklaşırken kendisinden, nefes alamıyordu. Gücü kalmamıştı. Hemen şimdi ölmek istedi. Çünkü zaten ölecek gibiydi. Dizleri üzerinde çöktü. Elleri zemini sıkıca yaslı olmasaydı, başı yerden de kalkmak istemeyecekti. Nefes alamıyordu. O kadar karanlıkta kalmıştı ki aydınlanamıyordu. Her şeyini kaybetmişti ve sadece koruması gereken oğlu varken ona bile çare bulamayışının kan revanlığını yaşıyor ve sırtında kötülüğün bıraktığı izlerden, kendi masumane kanları dökülüyordu. Jungkook ile yaşadıkları o tüm güzel anları dökülüyordu. Onu kaybediyordu. Canı, canından vazgeçiyordu. "Taehyung," diye duyduğu sesle ayyuka kalktığında, göz yaşları parkeye damladı. O kadar iğrendi ki kendisinden. Nefret ediyordu. Jungkook'un kendisine beslediği nefretin kat be kat daha fazlasıydı bu. Neden yönlendiremediği hayatının bedellerini bu kadar üstlenmek zorunda kalıyordu ki? O da yaşamak istedi, diğerleri gibi. Ama buna hakkı yoktu. Onu koruyacak kimsesi yoktu. Ama bir an için, koruyacak bir ailesi olduğundan kendisini koruyacak kadar güçlü olabileceğinin gafletine kapılmış olması ne acıydı. Jungkook'un kendisine bir an olsun acıyan bakışlarına bile maruz kalacak diye ödü koparak alamadığı nefesini derince aldı. Gözlerini sıkıca yumarak sırtladı, sırtındaki yükleri. Ayağa kalktı. Denge kuramıyordu ama bir daha da böylece sürünmek istemiyordu onun gözlerinin önünde. Çünkü Jungkook ona bir daha merhamet ederek sarılmayacaktı. Bu ihtimal onu bu eve getirdiğinde bittiğine inanıyordu. "H-halledeceğim. Ben halledeceğim bunu." Diyerek arkasını dönerek, yüzüne bakamadığı bu adamdan kaçmaya çalıştı. İyi olduğunda, en azından bedenen, bu durumun üstünde duracaktı. Tanrı biliyor ya, çok yakındı canını yakanların canını yakmasını. Sadece kozu eline alana kadar sabrediyordu. Daha az can kayıpları yaşansın diye. "Bu kadar mı, bunca şeye karşılık diyeceklerin bu mudur?" dedi Jungkook ona hayretle bakarken. Taehyung'un kapıdan çıkarken kolundan sıkıca tutması ve durdurması da bu yüzdendi. "Bir korkak gibi durdun ve şimdi de aynı korkaklıkla tek bir şey demeden gidiyor musun? Sen bu kadar mıydın? Sen bu muydun?" Taehyung'un dudakları titriyor gibiydi. O kadar sıktı ve o kadar odaklandı ki kendisini tutan eldeki bıçak yarasını, sardığı sargının altından çıkanlarla, sevdiği adamın dilinden dökülenler aynı hissiyatı veriyordu. Bir gram acımıyordu kendisine. "Söz veriyorum. Bir daha buraya gelmeyecek. Gelemeyecek." Dedi, baskın çıkmasını umduğu o hırıltılı sesle. "Şimdi gitmem gerek. Oğlumuza iyi bak. Ne olursun, ona iyiliklerle bak." Gözlerinde ise, "Ben bunu bile beceremiyorum, deniyorum ama yapamıyorum," demenin sözsüz ifadeleri kaçıveriyordu. Sonrasında çekti kolunu Jungkook'un ellerinden. Yıkılmış sancağından sürüyerek ettiği yolundan sessizce gitmeye çalıştı. Meskeni yoktu ama bir yere yığılacaksa, görünen bir yerde olmasını istemedi. Kendisini didik didik izleyen bu kameralara ne kadar da kırılgan olduğunu, bu gece yaşanan olaylardan sonra göstermek istemiyordu. Halbuki Jungkook kendisini bir başına bırakan ve hiçbir şey yapmayan Taehyung'a hayal kırıklığıyla bakmıştı. Ne büyük bir hüsran duyuyordu onun için. Yüzünü, böylesine bir adama âşık olmanın gafletine kapıldığı için utançla örtecekti. Ama o da neydi öyle? Ak tenine, al al izler düşmüş kanın pembe izleri. Kaşlarını çattı. Ovuşturduğunda, "Ama bu kan," diyerek çoktan buradan gitmiş olan Taehyung'un ardına tekrardan döndürdü gözlerini. "Taehyung sen neyin içine düştün de bizi de içine düştüğün yere kadar sürükledin." Üzerine sinmiş korkuyla durduğunda yerinden, kalben dua etti. "Tanrım sen bana yardım et, ben neyin içine düştüm böyle? Ne yaşıyorum burada? Yalanı ve gerçeği ayırt edemiyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Oğlumu ve beni koru, yalvarıyorum sana." Sarsılmış inançlarından başka ne kalmıştı ki ellerinde? Ölmesini dilediği Taehyung'un kanı. Gün sarsıntılı bir vaktin ardını geçeli sadece iki gün kadar kısa bir çorak zamanı geçirmişti. Her şey bir zulmün esiriydi. Her şey çok hızlı yıkılarak toparlanıyordu. Bunları tamamen görmeyen Jungkook'tu. O yaşanan ilk gece kabusundan sonra o odadan oğluyla hiç çıkmamıştı. Jimin bir kereliğine onu Taehyung'un yanına götürmüş ve kısa sürede kendisine geri getirmişti. Bunu bile yüreği hoplayarak kabul etmiş ve içi içini yiyene kadar oğlunu tekrardan kucağına almayı beklemişti. Bu süre zarfında aile üyelerinden hiçbirini yeniden görmemişti. Jimin dışında pek kimseyi görmediği gibi, gördüğüyle de pek konuşmuş sayılmazdı. Sadece Jungkook bir kere annesini aramış, sesini duymuş ve iyiyim palavraları sıkmak zorunda hissetmişçesine yaşadığı durumdan bahsetmemiş ancak telefonu kapadığı gibi oğlunun yanında hıçkıra hıçkıra ağlamaya utandığı için kendisini banyoya kapatmıştı. Aşırı yalnız ve midesi bulanır haldeydi. Önüne konan yemekleri bile tereddüt ederek yediğinden, Jimin onun bu endişesini anlayarak ilk kendisi yiyor ve öyle sunuyordu. Jungkook ona da pek güvenemiyor, bir yanı yakın olmak istese de eski dost günlerinden yadigâr olan anılarından dolayı ama bir yanı da bu hale düşeceğini bile bile sessiz kalmış biriyle dost olmak ne tür bir akıl tutulması olarak görüyordu. Kendisine ara sıra mesaj atan arkadaşlarının mesajlarını görmezden gelmeye çalışıyordu. Çünkü şu anda annesi dışında kimse bilmiyordu, Taehyung'un evinde olduğunu. En azından durumlar bu haldeyken orada kaldığını. Arkadaşları çok kızardı ya da kestiremiyordu işte. Mantıklı gelmese de daha bu şekilde özgürlüğü kısıtlanmış bir halde dört duvar arasında sıkışık kalmaya devam edecekti... ya bu durum sandığından daha çok ileri bir durum olursa? Korkunçtu. Peki ara sıra aklına girmeyi başaran Taehyung ne yapıyordu? Karşısına çıkacak yüzü olmamasına şaşmamak gerekirdi de Jungkook onun bu yüreğini her defasında ezip bırakan perişan hallerinin asıl olan sebebinin merakı içindeydi. Sahiden de sözünde durup o kadına bir şey diyebilmiş miydi? Yatak odalarında bunun konuşmasını yapmıştır tabi, dedi içinden. Bu kadar yakındayken de yapmışlardır bir şeyler. En azından eşine sakin olmasını ve zamanla her şeyin düzeleceğinin sözünü de verirdi. Sözler ve yaşananlar o kadar sapıklaşmışlardı ki, Jungkook, Eun'un dediklerinden birçok şey çıkarmayı başarıyor ve burada kendisini nasıl koruması gerektiğini de düşünmüyor değildi. Bir bıçak istemeliydi. Silah kullanmayı bilseydi, Jimin'den bunu kendisine bulup getirmesini de isterdi. Nasıl olsa bu evde her an her şeyin olabileceğini ona defalarca söyleyen birileri olmuştu. Jimin yine ikindi vakti yanına uğramıştı. Ona nasıl olduğunu sormuş, Minjun'un sürekli onun girip çıktığı kapıdan çıkma isteğini yatıştırıcı bir sesle reddetmeye çalışmıştı. "Hayır babacığım, buradan çıkamayız. Burada ne güzel oyuncaklarımız var ama hatta Jimin abiyi de sen oyna diye eşek yapacağız birazdan," diyerek oğlunu eğlendirmeye çalışıyor, Jimin dizlerinin üzerine çökerek eşek sesleri çıkarıyordu. Tabi bu sadece Minjun on dakika oyalamıştı. İnatçılığı üzerindeydi. "Çocuk haklı ama, biraz hava almanız iyi gelir. Arka bahçeye geçeriz. Kimse olmaz. Korumalara bizden uzaklaşmasını söylerim." "Sence sorun korumalar mı? Bu evin içinde gezip duran tehlikeler." Dedi Jungkook. Herkesten kötü bir söz ve oğluna karşı iştah kabartıcı bir davranış bekliyordu lakin bu iyi anlamda olanlardan değildi. "Oğluma zarar verir endişesindeyim. Özellikle şu kadının kardeşi olan. Dayısı olduğunu söylerken pek bir inanır gibi olmasa da inanmış gibi davranıyordu. Durumun tersi olduğunu anlarsa oğluma bir şey yapabilir." "O bu evde o kadar kolay olacak şey değil. Tamam arada bir sürtüşme ve nefret var. Ancak bundan öteye bir adım atılırsa her iki taraf fena halde zarar görür. Kimse bunu göze almak istemez. En azından Taehyung'tan kesin emin olunan bir çocuğun kılığına dokunmaya çalışmak... Bay Kim için bile azledilmez bir durum olur. Kimse onun torununa el süremez. Kimse. İnan bana." "Bilmiyorum," dedi. "Kimseyi doğru tanıyamadığım geçmiş tecrübelerimden pekâlâ çok iyi anlaşılıyordur." Jimin ses etmedi. Sözleri kendisine de batırılıp çıkarıldığından dolayı ne derse laf yiyeceğini biliyordu. "Evde şu an aile üyelerinden sadece Taehyung Bey'in annesi var. O da odasında. Akşam yemeğine daha bir saat var. O zamana kadar çıkmaz." Jungkook merak etse bile Taehyung'u sormadı. "Peki o kadın nerede?" Jimin sadece omuzlarını silkti. "Nerede olduğunu bilemem ancak bu öğleden beridir evde olmadığını biliyorum. Kendisini çıkarken bizzat gördüm. Taehyung bey ise," diye devam edeceği sırada Jungkook hemencecik devamını getirmemesi için susturdu. "Tamam bu kadarı, devamıyla ilgilenmiyorum. Madem kimse yok, o zaman bir yarım saatlik bahçede dolaşsak bir şey olmaz. Minjun en azından açılır ve şu dışarı hevesini alır." "Aslında Taehyung Bey," diyerek tekrar konuşmaya başladığında Jungkook ona bu ters bir bakış attı. "Ben onun hakkında bir şeyler duymak istemedikçe senin anlatma derdin ne böyle?" sinirli sesinden ötürü Jimin kısaca ofladı. "Ben onun hakkında size bir şeyler söylemeye çalışmıyorum. Sadece Minjun'un neden bahçeye gitmesinin sebebini söyleyecektim size. Taehyung Bey onun için bahçede küçük bir park kurdurttu ve birkaç kez orada oyun oynadıklarından istiyor bunu. Çünkü hemen karşısındaki küçük kulübedeki yavru köpeklerini seviyor. Onlara mama verirken çok mutluydu. Sizin yokluğunuzda ağlamadığı yer sadece orasıydı." Jungkook öylece baktı. Yüzünde buruk bir tebessüm yer edindi. "Bir eş olmayı beceremedi ama bir baba olmanın ağırlığından da kalkabiliyor. En azından oğlunu gerçek sevdiğini biliyorum. Bu da bir şey..." daha da diyemedi bir şey. Huzursuz olmuş ama bir yandan da kaypaklaşmıştı yüreği. Bu durum üzerinde durmamaya çalışarak Minjun'un üzerine bir ceket giydirdi ve elinden tutarak yavaşça yürütmeye başladı. Minjun bir yandan babasının elini tutuyor, diğer yandan da elindeki muzlu sütünü içmeye çalışıyordu ama yürürken bunu yapmak epey zordu ve Jimin'in arkasından da yürürken ona yetişmeye çalışıyordu. Birçok şey için çabalıyordu. Çünkü Jimin çok güzeldi ve ona bebek oyuncaklarını anımsatıyordu. Onun hemen yanında adımlarını atmak içinde ulvi bir savaş içindeydi. "Çok heyecanlandı bal porsuğum," derken gülümseyen Jungkook, ufak da olsa stresti atabileceğine inanarak asansöre binmiş ve Minjun'un, kendisinden önde gitmiş olan Jimin'in bacaklarına bacağıyla vurmaya çalışmasını izlemişti keyifle. "Chim chim," diyordu pelteleşerek ve bu durum kısacık da olsa ortamın havasını bozmuştu. Jimin sözünde durarak korumaları kendilerinden uzaklaştırmıştı bahçeye indikleri gibi. Jungkook şu ana kadar kendisini geren biri ile karşılaşmadığı için şanslıydı. Tabi olacaklardan habersiz sadece çocuğuyla vakit geçiriyor ve en sevdiği gün batımına yaklaşmış olmasıyla yüzünde huzur var oluyordu. Bu sadece kandırmacaydı. Sadece hissizleşiyor ve her şey yolunda diyordu içinden. Güneşin usulca dalların arasından sızarak yüzüne kavuşması hoşuna gidiyor, Minjun'un salıncakta sallanırken ki gülücükleri ona bir lütuf gibi duyuluyordu. Tabi o sırada eve geçen Eun halen bir telefon görüşmesindeydi. Arkadaşı Hwasa'nın yanından gelmiş ve ondan akıl danışmıştı. Şu an Taehyung değildi derdi. Oğlu olmasını çok istediği Minjun'du. Tüm hasretli basiretini ona bağlamak üzereydi. Bir şeyler yapmalıyım deyip duruyordu. Taehyung'un kendisine sürekli kök söktürmesinden ve o gecenin ertesi gününde kendisini neredeyse öldürecek kadar gözünün dönmesinden de sıkılmıştı. Buna son verecekti. An kolluyordu ve kolladığı anı nasıl kullanacağını düşünüyordu. Olasılıklar onun için çok fazlaydı ve belli ki bu durumu az da olsa ailesini karıştıramadan yapamayacaktı. Geldiği gibi paltosunu çalışan kadına verdi. Daha sonrasında odasına çıkartılacağından evin kısa sessizliğinin tadını çıkardı. Jungkook'un ininden çıkmadan yukarıda durması da o kadar geriyordu ki bu aşağılanma yeterince utanç vericiydi kendisi için. Özellikle kaynanasının oğlunu köşeye sıkıştırırken duyduklarına ne demeliydi... "Oğlum çok güzel bir çocukmuş. Senin kim olduğunu bilmeden sevmiş. Bu devirde zor. Bir de torunuma çok güzel bakıyor. Sen evlen ilerde bununla. Ben seni destekliyorum. Şu sinsi kızdan çok sıkıldım. İkidir ailesini öne sürerek bana bir şeyler yaptırmaya çalışıyor ama endişe etme ben onun hakkından gelmesini de bilirim. Herkesler onu gelinim diye bilindiğinden bir şey yapmıyorum ben ona." Daha da bileniyordu bu duruma. Bunca zaman kendisine ettiği hakaretlere sessiz kalmıştı ve karşılığında bulduklarıyla kendisine büyük bir haksızlık yapıldığını düşünüyordu. Babasından dolayı yargılanıyordu. Peki dedi içinden. Madem bir şey yapmadığım halde beni hep kötü belledin, öyleyse bundan sonra bunun hakkını size vereceğim. En değerli olarak gördüğünüz torununuzu ellerinizden alacağım. Benim olacak. Taehyung'a sahip olamadım ama ondan bir parça olmuş oğlu benim olacak. Benim çocuğum olacak. Hizmetli kadına kimin nerde olduğunu sordu. Çocuğunun bakıcı ve kocasının sağ koluyla bir bahçede dolandıklarından bahsetti. Eun hemencecik bahçeyi gören pençelerden birine yanaştı. Onları izledi sessizce. Dakikalarca gözleri çocuğu üzerindeydi. Onun ellerinden tutanın kendisi olduğundan ve gülümseyişlerinin sebebi kendisi olduğunu gördüğünü hayal ediyordu. Sonrasında Minjun'un, Jungkook'un üzerine döktüğü sütü gördü. Dudaklarını büzdü. "Şapşal bebek," diyerek sevdi onu. Ama o da ne, Jungkook'un Jimin'le bir şeyler konuşarak eve doğru koşar adımlarca geldiğini gördü. Gözlerini kıstı. Ve aklına gelen zaferle elinde tuttuğu telefonunu oynatarak hızlıca evin kapısından çıktı. Korumalardan birini tutarak telefonunu uzattı ve birazdan kendisinin fotoğrafını çekmesi gerektiğini söyledi. Adam onu pek anlamış görünmüyordu. Eun'da pek bir açıklama yaptı. Bu korumayı Seokjin buraya ajan olarak getirttiğinden sorun çıkmayacağını da bildiğinden, sen sadece bunu yap ve ben bebeğe yaklaştığım andan itibaren çek, bir şeyi kaçırırsan seni çok feci şekilde öldürülmeni sağlarım, dedi, tıpkı babasının soyundan geldiği gibi davranarak. Jungkook'un üzerini değiştirmesi sadece beş dakika sürmüştü. Sadece Minjun daha orada oynayalı on dakika olmuştu ve şu anki güzel mutluluğu bozulsun hiç istememişti. Ama nereden bilecekti ki başına gelecek olanı. Çünkü indiğinde de görememişti Eun'u. Jimin biraz sinirli görünüyordu sadece. Sebebini söylemedi de Jungkook, rahatsız olmasın diye. Sonuçta Eun kendilerine geldiğinde hemen uzaklaşması gerektiğini hatırlatmıştı. Eun'da zaten Minjun'un kendi yapılı saçlarına olan ilgiyle bakan yüzüne gülümseyerek bakmış ve dizlerinin üzerine eğilerek ona selam vermişti. Aralarında bir metreden daha fazla mesafe varken, sadece on saniye sonra kendi isteğiyle uzaklaşmış ve Jimin'e ağzını açıp hiçbir şey dememişti. Jimin için bile tuhaf gelen bir durumdu. Ama Jungkook'un dediklerini daha iyi anladı. Bu kadın kendisine ayrı, Minjun'a apayrı sevgi dolu gözlerle bakıyordu. Onu sahiden de oğlu olarak mı görmeye başlamıştı? Ne münasebet. Eun korumanın elinden aldığı kendi telefonundan hemen çekilmiş fotoğraflara bakıp, işe yarayan birkaç görseli yakın arkadaşı olan gazeteci Hwasa'ya yollamıştı. "Sen bununla ne yapacağını biliyorsun, duygulu bir açıklama yaparak bizim işimizi zorlaştırırsan sevinirim canım." Diye eklediği notla odasına çıkıp olan biteni yakından takip edebilmek için yalnız olmayı seçmişti. Ve sadece yarım saat sonra olanlar oldu. Ne muntazamdı. Herkesin toplanacağı bu akşam yemeğinde kimse bir şey yiyemeyecek ve kendilerine gelecek olan baskının altından nasıl kalkacağını düşüneceklerdi. Yayılan haber sayfası o kadar çoktu ki, haberlere erişim engeli getirmeleri bile sosyal medyayı sarsması için bile yeterli süreydi. Eun bununla keyif banyosu yapmak için güzelce soyundu ve hazırladığı küvete girerek kahkaha atmaya başladı. Haberi şirketten eve doğru giden dönüş yolunda gören Taehyung, elbette bu sızan fotoğrafın altından Eun'un çıkacağını biliyordu. Telefon elinden savrulurken, her şey iyice kontrolden çıkıyordu. Jungkook'a verdiği hiçbir sözü tutamıyordu. Haberin hemen kaldırılmasını istedi ancak çoktan geç kalmıştı. Sadece arayan babası değil, Eun'un babasıyla birlikte birçok önemli ortaklarda tebrik için arıyorlardı. Lanet olsun, artık herkes onun minicik olan zayıflığını biliyor ve canıyla değil de oğluyla tehdit edilecek olması an meselesiydi. Dudaklarını ısırdı. Sevmeyi beceremedim ama korumayı da beceremiyorum, diyordu. Ne olacağını bilmiyordu ama oğlunu ve Jungkook'la birlikte bulunmayacaklarından emin olacağı bir yere göndermesi gerekiyordu. Fakat bu kadar afişe olmuşken bu nasıl mümkün olacaktı? Eskisinden daha çok denetim altındaydı ve çıldıracaktı. Olacakları bildiğinden böyleydi. Eun'da bildiği için yapmıştı onu. Katil olmaktan hep çekindirdi ama şu aralar, Eun'un ailesinden önce Eun'un kendisini öldürmek istiyordu. Her şeyini gönül rahatlığıyla anlatabildiği bir kadındı. Her şeye karşı aralarında başaramadıkları evliliklerinden sonra birbirlerini anlayan iki dost olduğunu sanıyordu. Ancak şimdi o kadar büyük bir yanılgı içindeydi ki bunu da hazmedemiyordu. Sırları, o kadının avuçlarında bir koz gibi parlıyordu. Gerçek şiddet, affedilmez olduğunu fark ettiği şiddet, olduğumuz kişi olmaktan korktuğumuzda kendimize uyguladığımız şiddetti ve Taehyung kolundaki yarasının üzerine sıkıca bastırırken, ruhundaki acıyı canından çıkarmaya çalışıyordu sakinleşmek için. Çünkü ilerde dökülen kanlara sebep olacağını maalesef ki anlıyordu. Jungkook akşam yemeğinden sonra bile her şeyden habersiz bir şekilde oğluyla uyumuş ve bu sefer kapısını kilitlemeyi unutmamıştı. Artık o kapı hep kilitli duracaktı ve olası durumlara karşı kendisini uyanık bulmak içindi. Ve Jimin tüm olan biteni öğrenmiş, aile arasında konuşulan durumları işitmişti. Bu çıkmazdan dolayı kendisi bile mahvolmuştu. Eğer Yoongi onun gidebileceği yerlere sürekli gidiyor olmasaydı, o bile burada kalmayacaktı, dayanılacak gibi değildi buradaki stres. Özellikle empati yapıyor olduğu Jungkook'a bakarken. Taehyung ile de koridorda karşılaşmışlar ve sadece bakışmışlardı. Konuşmadan da çok şey konuştular aslında. Taehyung biraz oğlunu görmek istedi ama cesaret edemiyordu. Zaten Jimin'de ona, "Artık kapısını kilitleyip duruyor, az önce yanlarındaydım, uyumak üzereydiler. Bugün az da güzel vakit geçirdiler. Boş yere uykularından etme," diyerek zaten çekingen duran adımlar geri geriye gitmiş ve kendisini çalışma odasındaki koltuğa atmıştı. Aşağıda büyük davet verme planı yapan Seokjin'le yeterince tartışmış ve kazanan yine ailesinin de bu işe olumlu bakmasıyla sonuçlanmıştı. Nefret ediyordu herkesten. Babasından da öyle. Bu işlere farkında olmadan da kendisini bulaştırdığı için daha da nefret ediyordu. Haberi olmadan döndürdüğü her şeyde parmağı varmış gibi üzerinde komplolar kurmasından da öyle. Oğlu ona halen baba demiyordu ama demesinden de pişmanlık duymasından da ölesiye korkuyordu. Jungkook'un kendisi için kurduğu o tüm sözleri hak edeceğinden korkuyordu. Olmamak için savaşırken daha çok olmaya başladığının farkında da değildi. Ama korkulan çok çabuk olmuştu. Jungkook oğlunun kendisini öperek uyandırmasıyla mutlu uyanmıştı. Ta ki saatin kaç olduğunu anlamak için baktığı telefonunu görene kadar. Telefonu sessizdeydi. Arkadaşlarından çok fazla arama, sesli mesaj ve normal mesajlar vardı. O okumadan bundan sadece birkaç dakika önce arayan Nayeon'u aradı. "Jungkook, Tanrım sonunda, yoldaydık. Yanınıza geliyoruz, iyi misin? Benimki de soru, of." Diyerek bir hengâme koparırken, Mark elinden almaya çalışıyordu telefonu. "Jungkook lütfen sakın ağlama," diyor ve Hoseok'un sadece Jungkook'u bir an önce görmek istediği için gözlerini yoldan ayıramıyordu. Jungkook ne olduğunu anlayamıyor ve ayaklanmış arkadaşlarını anlayamayarak için, "Ben iyiyim de siz iyi değilsiniz, ne oluyor, nereye geliyorsunuz? Anlamadım ben bir şey," diyordu. Nayeon ahizeden duyduğu sesle Jungkook'un olup bitenden haberinin olmadığını anladı. Pot kırmış gibi hissederek gerildi. "Senin yanına geliyoruz. Busan'a." Dedi sadece. Jungkook sertçe yutkunarak oğluna baktı. "Ben orada değilim. Geri dönün, her şeyi berbat edeceksiniz," dedi. "Babamım hiçbir şeyden haberi yok." "Sanırım hiçbir şeyden haberi olmayan sadece baban değil." Jungkook derin bir nefes aldı. Bunca yaşanan şeyden sonra onlara bu evde olduğunu nasıl söyleyecekti? Kendisi bile hazmediyorken, arkadaşlarından alacağı tepkiden korkuyordu. "Ben Taehyung'un evindeyim," dediğinde, arkadaki gürültü kesilmiş ve aracın ani fren yaptığını duymuştu. "Jungkook ne diyorsun sen? O adamın evinde değilsin, değilsindir, neredesin hadi bebeğim? Bak cidden senin için endişeliyiz. Yalnız kalmak istedin, tamam dedik, ailenle daha iyisindir diye içimiz rahattı. Ama bu dediğin olmaz... Jungkook korktuğunu yaşıyorken nasıl bu kadar sakin çıkar sesin. O haberlerdeki şeyleri sen nasıl kabul etmiş olabilirsin?" "Nayeon çocuğumla olmak istedim. Neden anlamıyorsunuz beni. Sadece o var. Onun için yaşıyorum. Bu kararı almak benim içinde çok zordu ama oğlumun bana ihtiyacı varken gururumun bir önemi kalmadı." Mark okkalı bir küfür savurdu. "Sikeyim seni tamam mı? yeterin! Ben katil olacağım sizde bana içeride paşalar gibi bakacaksınız. Bu işin başka çıkarı kalmadı. Kafayı yiyeceğim. Ya senin oğlunu artık herkes o herifin karısından olduğunu sanıyor amınakoyayım! Jungkook bunu bile bile o evde nasıl kalırsın? O puşt adam karşımızda bize adamlık gösterirken adamlığı bu muydu?" Jungkook'un nefesi sıklaştı. "S-sen neyden bahsediyorsun?" diyordu ve gözleri doluyordu. "Oradasın ama orada olan bitenden bile haberin yok. Jungkook ben kafayı fırlattım. Bu yasal değil, çık şu evden. Minjun'u alacağız onlardan bir şekilde. Yemin ederim ufak çaplı bir hayran sitem var. Ağzıma sıçsalar da bunu duyurup yardım isteyeceğim. O heriflerin boklarını ortaya çıkaracağım." "Sende ortalığı alevlendirme iyice," diye bağırdı Nayeon. Sinirden elleri titriyordu. "Durumu anlamaya çalışalım önce." Sonrasında put kesilmiş Hoseok'a bağırdı. "Şu aracı kenara çek sende Hoseok. İnsanlar bize çarpacak." Jungkook o sırada telefonu kapattı. Diyecek bir şey bulamadığından değil ne için ne diyeceğini bilemediğinden. Telefonun arama motoruna yüreği ağzında atarak Kim Taehyung ismi yazıp bıraktı. Gerisi çorap söküğü gibi geldi. O kadın ve oğlu birbirlerine yakınmış gibi duran görseller orada yer alıyor. Peki midesini ağzına getiren haber başlıklarına ne demeliydi? Yıllardır gözlerden uzak gözde çiftten sürpriz olay! Çiftten uzun zamandır haber alınmamasının sebebi belli oldu. Çift meğerse çocuklarını gözlerden uzak büyütmeye çalışıyormuş. Nazar değmesin diyelim ve güzel annemizi tebrik edelim. Kim Ailesinin ve Kang Ailesinin gücüne güç katacak olan varisin merakı içindeyken, meğerse çiftin uzun zamandır sakladıkları bir oğulları olduğu ortaya çıktı. Hey şuna bakın! Güney Kore'yi yerinden sallayacak olan doğuştan milyarder olan o çocuk orada. Birlikte oyun oynadıkları annesiyle. Sizce de çok güzel değiller mi? Benden duymuş olmayın ama yakında çift zaten çocukları için bir basın açıklaması yapacaklarmış. Ve büyük bir davet düzenlenecekmiş. Heyecanla gelişmeleri takipte olacağız. Bizi takip etmeyi unutmayın! Jungkook, "Hayır," dedi, başı dönüyordu. "Bu kadarına da izin vermiş olma," dedi, başı daha da dönerken. "Dünden beri bunlar olurken sen..." Gözleri dolu dolu ayağa kalktı. "Bu sessiz ev benim kıyameti mi kopartıyor ve öylece keyfindeler ha? O kadın oğluma göz dikmiş ama bunun olmasına izin vermem," diyerek Minjun'u kucakladığı gibi Jimin'in odasının önüne gitti. Bu sahne ona çok tanıdık geldi. Kapısını çalmadan açtı. Jimin uyanmıştı ve ayakta telefonuna bakıyordu. Açılmış olan kapıya doğru hızlıca kafasını çevirdiğinde, korktuğu şeyin başına geldiğini çoktan anlamıştı. Ağzını açtığında, "Yine palavralar saçacaksan açma sakın o ağzını, ben gelene kadar oğluma göz kulak ol," diyerek Minjun'un yanağını öptü. Ve Jimin'e verdi. "Sakın aşağıya gidip bunun için tartışma Jungkook, bu sana hiçbir fayda vermeyecek. Zarar görürsün. Lütfen. Her şey daha da kötü oluyor, sen de karışırsan çıkmaza girecek." Jungkook ise deli bir gülümseme ile Jimin'in gözlerinin içine baktı. "Asıl delilik ne biliyor musun? Bu kadının yapmaya çalıştığı. Aptal mı var sizin karşınızda? Kadın gözümün içine baka baka oğlumu benden alacağını söyledi ve şimdi de bunu yapmak için hamleler yapmaya başladı. Bunu herkese duyurdu. Herkesi bir anne olduğuna ikna etti. Ama sence oğlumu ona verecek göz var mı bende? Olmadığını önce o, sonrasında bu palavrayı destekleyen ailesi öğrenecek. Bu saçmalıklar için artık yeter." Jimin onun kolundan tutarak durdurmak istedi. "Lütfen yapma..." dedi ama Jungkook onu dinlemedi bile. Hızlıca asansöre binerek zemin kata inerken katiyen içindeki öfkesinin sönmesine izin vermiyordu. Dişlerini sıkarak sabahın erken saatlerinde olmalarına rağmen toplanmış aile üyelerini görmekten gocunmadı. Bir kişi eksikti ama o da birazdan Jungkook'un ödünü koparacak şekilde yanlarına gelecekti. Taehyung sinirli bir şekilde oturduğu koltuktan Jungkook'u gördüğü gibi yerinden fırladı. Gözlerini gördüğü anda onun ortalığı birbirine katacağını anlamıştı. Ama Jungkook ona değil, direkt ayakta duran ve sırıtarak kendisine bakan kadına bakıyordu. "Bana bak ruh hastası! O senin çocuğun değil. Asla da olmayacak. O benim oğlum. Anladın mı? O aptal numaran işe yarayacak mı sanıyorsun sen ha? Herkese bunu bu olduğuna inandırsan ne olacak? Gerçekleri değiştirmeyeceksin. Sizler ne biçim insanlarsınız. Birinizde de mi merhamet yok?" diye bağırıyordu. Onun dediklerini umursayan pek görünmüyordu. Taehyung onun kollarından tutarak, "Jungkook, sus lütfen," diyerek uyarsa da kâfi etmiyordu. "Asıl sen sus, tüm bunların olmasına sebep olan sensin. Senin yüzünden bu kâbusu yaşayıp duruyorum." Koltukta oturan Bay Kim ayağa kalktı. "Taehyung," diyerek sesini yükselttiğinde, Taehyung, Jungkook'un gözünün içine bakıyordu. Kafa sallıyordu susması için. "Bu rezilliğe sen mi son verirsin yoksa ben mi vereyim? Al şunu ayak altından, sokak ağzını başka yerlerde yapsın metresin... sınırlarımı zorlamasın," dediğinde, Taehyung, Jungkook'u arkasına aldı. "Başkanım," dedi dişlerinin arasından. "Size kaç kez söyledim. Jungkook benim metresim değil. Onunla konuşurken üslubunuzu bozmayın." Ama Bay Kim oğlunun bir taşralının kölesi olmuş olmasının hazımsızlığıyla yüzüne bir tokat attığında, Jungkook adamın yüzündeki merhametsiz izleri gördüğünde ağzını eliyle sıkıca kapattı şaşkınlığından. O hiç ailesinde böyle şeyler görmemişti. Taehyung daha babasına baba bile demeyen biriyken, aralarındaki bağın ne kadar çirkin olduğunu anlamamak mümkün değildi. "Bu bokları başımıza sen sardın ve temizleyemediğin gibi eline yüzüne bulaştırdın. Dua et arkandaki çocuk daha hayatta. Sana bu kadar şansı vermişken, bu arkandaki cazgırlığıyla zaten kendi ölümünü kendisi yazacak. O herif bunu duyarsa, torunumu bile sağ bırakmaz. Aklınızı başınıza alın ve durumu anlat şuna. Beni bir daha sana bunu yapmak zorunda bırakma." Taehyung üst üste burnundan soluyordu. Aksi bir şey söyleyemiyordu, durumu çok iyi farkındaydı. Jungkook'da yavaşça durumu iliklerine kadar farkında olmaya başlayanlardandı. "Siz kimsiniz de böyle birini öldürmeyi bu kadar çabuk dillendirebiliyorsunuz," dedi şaşkınlıkla. Bay Kim, Jungkook'a küçümseyerek baktı. Kafasını yana eğdi. "Oğlum sana dünyanın toz pembe kısmını bırakmış olabilir. Sahil kıyısındaki kıytırık evinizde tek derdinizin karnınızı doyurmak olan bir sefaletin içinde de gelmiş olabilirsin. Baban güçlü bir erkek olmadığından seni bu denli kırılganda büyütmüş olabilir çocuk, ama burada işler böyle yürümez. Senin o abes insanlık dersin ancak sonunu getirin. Oğlun için buradaysan, akıllıca dur ve ortalıkta gezinme. Gezinme ki toz pembe evinin duvarları siyaha çalmasın." Sonrasında kaşlarını çattı. "Oğlum senin gibi bir adamda ne buldu da bu kadar büyük hataları üst üste yapar hale geldi anlamıyorum. Sen oğlumun utanç kaynağısın." Jungkook karşısında bir şeytan görmüşçesine çarpılmıştı bu sözler karşısında. Geri geri adımlar attı. Sanki adamın etrafını saran kötülüğün karanlık dumanları dağılıyor ve üzerine üzerine geliyordu. Kendisini ele geçiriyordu. Arkasını dönerek hızlıca asansöre doğru yöneldi. Eli göğsünün üzerindeydi. Nefesi ciğerlerini sıkıştırıyordu. Neyin içine düşmüştü böyle? Bunlar nasıl insanlardı? Bunlar insan mıydı sahiden de? Asansörün içine girdiğinde deli gibi titriyor ve elini bedeninin üzerinden çekemiyordu. Taehyung'da onun karşısına geldiğinde solukları hızlıydı. Yüzüne nasıl bakacağını bilmese de bakmaya çalışıyordu. Jungkook şaşkınlıklarla dolu hayal kırıklığına bakıyordu. "Sen bunu bana neden yaptın?" diye sordu. "Kendin bir cehennemdeydin ve beni cennetimden alarak, kendi cehennemine hapsettin. Sen de en az baban kadar acımasız bir adammışsın Taehyung." Derken ağlıyordu. "Sen sevme birini. Yalvarırım sen bir daha kimseyi sevme." Dediği gibi aralarına sedir oluşturacağı kapının kapısı kapanıyor ve Jungkook aynalarda görünen bu çaresiz adama bakıyordu. "Yaşadığım şeylerden pişmanlık duymak benim artık kaderim." Çünkü kendisinden bile pişmandı. Duygularına yenilerek bir adama güvendiği için pişmandı. Ailemsin dediği adamın ailesi olmuştu, ama bu o kadar alçakçaydı ki, o kaçtığı ailesinden bir farkı kalmamıştı gözünde. Jimin hiç sesini çıkarmıyordu ve Taehyung'tan gelen kısa notları iletiyordu. Notlardan gelenleri yapmak zorunda kalmak dışında neyi vardı? Özellikle ertesi günün sabahında yanlarına gelmek isteyen Seokjin'den sonra. Yeğenini görmek istediğini söyleyerek gelen bu adamı Jimin bir türlü defedememişti. Jungkook ise geçmeyen korkulu gecelerinden sonra karşısına dikilen bu adam yüzünden, alttan almak zorunda hissetti kendisini. Cidden anlamıştı. Bu adamlar sahiden de asla acıma duygusu taşımayan insanlardı. Özellikle Seokjin'in, "Yeğenim dört yaşına geldiğinde ona ilk silah tutmayı ben öğreteceğim," diye havalara girerken. Kanı çekilmiş gibiydi. Metanetli davranmaya çalışırken rengi soluyor ve bu durumu dikkatten kaçılmıyordu. Seokjin gülümseyerek kendisine yaklaşıyordu. "Çok solmuşsun güzelim, sana burada iyi bakamıyorlarsa... memnuniyetle sorumluluğunu almak isterim doğrusu." Kendisiyle alenen flört etmeye çalışırken, Jungkook bilerek elini yanağının üzerine bırakıyor, parmağındaki alyansını görsün istiyordu. Belli ki kimse bunu umursamıyordu. "Seni sahiden evli olduğuna inanmak güç. Hangi erkek şu güzelliği bir başkasının evinin dört duvarında harcatmak istesin ki. Saçmalık," diyerek atıfta bulunuyordu. "Minjun'u ben doğurdum ve bu yaşa kadar ben baktığım için, oğlum," dedi ve kendisini sakinleşmesi için uyardı. "Oğlum gibi olduğundan bu durumu anlayışla karşılıyor." "Hadi dediğin gibi olsun bakalım." Seokjin inanmadığını göstermekten çekinmiyordu. "Her neyse, akşam burada düzenlenecek davette sen de ol. Belki dans ederiz. Güzel olur," dediğinde, Jungkook kaşlarını çatıyordu. "Doğru ya sen alt tarafı bakıcısın. Kardeşim davet hazırlıklarıyla meşgul. Ailemize yaraşır bir kutlama olacak. Sende Minjun'u hazırladıklarında hazırlan. Çekinme, ben sana giyebileceğin güzel şeyler yollarım." Jungkook adamın her tebessümünde daha çok korkuyor ve irkiliyordu. Onun bir katil olduğu gerçeği onu epeyce sarsıyordu. "Nezaketiniz için teşekkür ederim efendim," diyor ve kendisine bu kadar yakın duran adamdan bir adım uzaklaşarak bakışlarını oğluna çeviriyordu. Tüm bu iğrençliğe senin için katlanıyorum oğlum, nasıl olur bilmiyorum ama elbet kurtulacağız buradan seninle. Seokjin şu anlık ılımlı ve birazda kendisinden çekinen bu bakışlardan epey hoşlanmış görünüyordu. Birini aklına koyarsa, onu elde etmeden duramazdı ve Jungkook şu anlık hoş duygular uyandırıyordu. Nefes kesici beyaz teninde kendinden oluşacak yaralar çok daha hoş ve dikkat çekici olurdu. Ya da başka türlüsü. Kestiremiyordu. O odadan çıktıktan sonra Jungkook yatağa tutundu. Her şey bir yana bu adamın kendisine olan tutumu bir yanaydı. Çok vahşi ve arzu dolu duran bakışları, o kadar midesini bulandırıyordu ki, bu alenen sergilen şova bile sesini çıkaramayacak olması çok ağrına gidiyordu. Ne diyebilirdi ki... diyecek olduğunda bile başına ne geleceğini az çok anlamıştı. En azından bu adamı kendisinden uzak durması için ikna etmeliydi. Bundan nefret etse bile Hoseok'u aradı. "Hoseok, sana ihtiyacım var. Eşim olarak bu gece yanımda olur musun?" Bunu demesi yetmişti zaten. Hoseok bunu sorgulamadan kabul etti. Ve uzun zamandır onu göremediği için bu fırsatı kaçırmayı da hiç istemiyordu. Jimin ile bunun hakkında konuştular. Çünkü Jungkook samimi olsun veya olmasın biriyle konuşmaya çok ihtiyacı vardı. Fakat kaçırdıkları nokta, Hoseok'un buraya gelmesi demek, bunca düşmanın arasında Taehyung'un dikkatinin çok fazla dağılacağı gerçeğiydi. Jimin bunun farkındaydı ve bir şey diyemedi. Ve korkulan hediye paketi geldiğinde de dememesini daha hayırlı buldu. Seokjin'i şirkette çalıştığı zamanlardan beridir tanır ve şu anki hareketlerinden Jungkook'a takıntı olmaya başladığını anladı. Eğer yanında evli olduğu adamı görürse, dizginlenebilir diye düşündü. Jungkook çaresiz gözlerle karşısında, kutuyu elinde tutan Jimin'e baktı. "O adamın gönderdiği şeyi giymeyeceğim," dedi. Jimin ise iç çekti. "Bunu yapmazsan da kendisine yapılmış bir hakaret olarak görecek ve işler daha da karışacak." Beyaz bir takım elbiseydi. Ama klasik değil, aksine zarif, kollarında tül detaylı işlemeler olduğu gibi sırtının ortasında kelebek kanatları gibi açılan bir kesime de sahipti. Çıplaklığını gizleyen, kollarındaki işlemelere benzer detaylarda oradaydı. Fakat konu bahsi, adamın zevki değil, bedenine bu kadar uyuyor olmasıydı. Bunu tutturması tüylerini ürpertiyordu. Saatler geçiyor ve birileri odaya Minjun için kıyafetler bırakıyordu. Ama ondan önce birileri Minjun'un gözlerinin önüne kadar gelen saçlarını tıraş etmek için gelmiş ve Jungkook kıyamadığı bebeğinin saçlarını okşayarak öpmüştü. Yüzü daha çok açıldı. Herkes şimdi gözleriyle netçe görebilecekti. O, Kim Taehyung oğluydu. Siyah tatlı bir takım elbise giyen ve kırmızı fiyonguyla dünyanın en masum bebeğiydi. Peki Jungkook bilseydi, aşağıya indiğinde, kadının kırmızı bir elbiseyle boy gösterirken eşinin yanında duran adamın siyah bir takım elbise giyindiğini, Minjun'un bu güzelliğine kolayca gıpta ile bakacak mıydı? Çünkü aşağı inmek zorunda kaldıklarında hep oğlu kucağındaydı. Durmadan öpüyor, onun için dualar ediyordu. Küçük sandığı törenin aslında bir dizi parlamento üyelerinin, gövde gösterisi ve iş anlaşmalarının yer edindiği bir alan olduğunu anladığında sertçe yutkundu. Haber kanallarından bildiği çoğu önemli siyasetçi buradaydı. Başbakan bile. Ve Eun'u babası ise salonun baş köşesinde, hemen onun yanında ise Taehyung'un babası duruyordu. Korumalar köşelerde duruyor, keskin gözlerle etrafı inceliyordu. Gelenlerin çoğuna eşleri eşlik ederken, Jimin tarafından kucağından alınarak ikiliye teslim edilen oğlundan ötürü bir bıçak tutuyordu boğazının hemen dibinde. Şahından kesilecekti şimdi. Gergin gözlerle kendisine görünmez bir yer bulmaya çalışıyor ve sürekli olarak oğlunu takip edebilecek ona uygun bir yer arıyordu. Ama bu ne mümkündü. Güzelliği dikkat çekiyor ve insanların kendisine iki kez bakmasına sebep oluyordu. Tanrı biliyordu ya, buradaki insanların çoğu sapkın, sapık ve kötü insanlardı. Tüm bunların içinde nasıl sağ çıkacaktı? Bu kadar büyük bir gücün içinden nasıl sıyrılacaktı? Taehyung'un sert yüzüne bakarken, kendisine hiç bakmadığını fark etti. Oğlunu kucağında tutuyordu. Gelenlere politik kısa cevaplar verip tebessüm ediniyordu. Ama aynı şeyler Eun için geçerli değildi. Hemen yanlarında dikilen kayınvalidesi, geline edilecek tebrikleri öncesinde kabul ediyordu gelenlerin eşleri tarafından. Eun ise bu gece kendisini gecenin yıldızı olarak ilan ettiğinden en büyük gülümsemesini bahşediyor ve tebrikleri bir bir kabul ediyordu. Jungkook nasıl izlemeye daldıysa, kısacık bir anda Taehyung ile göz göze geldi. Taehyung'un yüzü gevşedi. İç çektiğini gördü. Bu nasıl bir yaban çelişkiydi ki, daha anlamlandıramadığı bakışlarının önüne kendisini gördüğü anda mutluluktan havaya uçan Hoseok belirdi. Hemen yanında Jimin vardı. Onu içeriye alan o olmalıydı. Bu kadar yabancı ve korkutucu insanların arasında, Hosoek'un gülüşü bir umut gibi yeşertti yüreğini. Ona sarıldı sıkıca. Gözlerini kapattı. "Her şeye rağmen yine de geldiğin için teşekkür ederim," dedi minnet duyarak. Hoseok her ne olursa olsun Jungkook'un şu durumda bile ayakta yılmadan durabildiği için onunla gurur duydu. "Sen ne zaman çağırırsan ben gelirim sana." Sarılmalarını kısa tutarak birbirlerinden ayrıldı. Jungkook, Seokjin'in bunu görmüş olmasını umuyordu. Bunun için sanki etrafa bakıyormuş gibi yaparak kontrol ettiğinde, görmüş olduğunu anladı. İkisine dik dik bakıyordu. Ancak önüne döndüğünde Taehyung'ta kendilerine dik dik bakıyordu. Kendisine yönelen sorulara neredeyse sert bir üslupla yanıtlıyor, çatılmış kaşlarından dolayı ona dikkat eden herkesin onu birinin sinir ettiğini rahatlıkla anlayabilirdi. Jungkook ise bu durumdan hiç hoşnut değildi. Dikkat çekmek istemiyordu. Bu saçmalığı bitirip, daha sonrasında bir fırsatını bulup Hoseok'a buradan kaçmanın yolunu bulup bulamayacağını soracak ve başına gelen her şeyi planlıyordu. Fakat planda olmayan şey, fotoğrafçının basına vereceği fotoğraf için çekeceği resimdi. Eun gülümsüyordu. Aile büyükleri de o resme dahil olmak için girerek poz veriyor. Eun'un babasının iri cüssesindeki o kırışık gözaltlarında duran bakışların, herkese küçümseyerek bakmasıydı. Bir tantana çıkmış ve şovu bir sunum haline getirmişlerdi. Kareden ayrılırken, Minjun'un herkese gülümsemesi yüzünden buruk bir tebessüm açıyordu. Benim oğlum olduğu her yerde saf güzellik katıyor, diye uzaktan yüreğiyle seviyordu. Lakin birdenbire gördüğü şeyle yüzündeki tebessüm dondu. Fotoğrafçı çekirdek aile olarak alacağı çekimi belirtirken, Eun, kocasının koluna girmişti. Sonra yanağına uzanmış gibi yaparak Taehyung'un adını seslenmişti. Taehyung tek kaşını kaldırarak kafasını ona çevirdiği anda ise uzanıp dudaklarından öpmüştü. Sürekli olarak burayı izleyen Jungkook'a bir ders veriyordu. Taehyung'un her zaman kime ait olacağını gösteriyordu. Fakat Taehyung'un gözlerinden alevler çıkacaktı birazdan. "Sana bunu ödeteceğim," dedi fısıldayarak. Eun ise sanki çok tatlı iltifatlar almış gibi utanarak gülüyordu. "Seni herkesin içinde öperek utandırdığım için üzgünüm sevgilim." Jungkook o an anladı. Geçmeyen ve yüreğine yapışıp kalan bu zehri. Gözleri dolu doluydu. Şimdi hangi güç aklından çıkmasına izin verecekti bu gördüklerini. Kalbi acıyla kasılıyordu. Resmen mutluluğun resmini çiziyorlardı, kendi ezilip çizilmiş hayallerinin üzerine. Hoseok durumu anladı. Jungkook'a döndü. Ama Jungkook, "Tuvalete gidip gelmem lazım," diyerek oradan aceleyle ayrıldı. Her şey onun için o kadar üst üste geliyordu ki bazen bu kadar sabırlı olabildiğine kendisi bile şaşırıyordu. Oğlu olmasaydı, tüm bunlara sahiden de katlanabilir miydi? Tuvalete girme derdinde de değildi. Bulduğu merdivenlerden hızlıca çıkarken, kimsenin kendisini göremeyeceği bir yer arıyordu. Üst katın boş koridorlarından birine çıkıp banyolarından birine girerken kapısını umursamadan çarpıp içine girdi ve tutamadığı gözyaşlarını serbest bıraktı. Hıçkırığa dönüştüğünde o kapattığı kapısı açıldı. Gözlerinden firar eden yaşlarıyla kafasını kaldırdı. Gelen Taehyung'tu. Jungkook'u bu halde görmek şaşırtmıştı ama daha çok içinin acımasına sebep oluyordu. Sonuçta kendisinden nefret ediyordu bu adam, öyleyse neden ağlıyordu bu kadar? En azından o gördüğü şeyin hemen ardından. Oysa sinirliydi. Hoseok'u buraya kadar çağırmak da neyin nesiydi? Neyi, kime ne olarak kanıtlamaya çalışıyordu. Yeterince çıkmazlarda değilmiş gibi. "Git buradan," dedi Jungkook. Gözlerini silse de ağlamaya tutmuş boğazındaki acıyı dindiremeden. "Her şey senin yüzünden oluyor zaten. Gitsene karının yanına. Oğlumu da aldın zaten benden. Daha ne istiyorsun benden?" "Neden ağlıyorsun," diye soruyor ve elini onu tutup kendisine çekmemek için büyük bir mücadele veriyordu. Ona bu kadar yakınken dokunamamak ve Hoseok'un ona kolayca sarılabiliyor olması canını yakıyordu. "Sevdiğini söylediğin adam da burada. Yanında olmak için gelmiş. Neden ağlıyorsun? Ağlama. Yine git sarıl ona öylece. Şifan olduğunu söylediğine. Artık o yok diye mi öyle oldun," dedi Jungkook'a. Bakışları karnının üzerindeki boşluğa ve ardından Jungkook'un yüzüne bakıyordu. Oysa Jungkook o kadar çok inciniyordu ki dayanamıyordu. "Sen var ya, başına gelen her şeyi hak ediyorsun. Ben o kadar aptalım ki! Lanet olsun. Seni bunca zaman bile sevdiğim için kendimden de nefret ediyorum. Az kalsın, ya az kalsın... kızımızda bu hayatının bir kurbanı olacaktı. Benim meleğim, senin ailenin sefil kanında boğulacaktı." Taehyung kaşlarını çatarak Jungkook'a bakıyordu. Jungkook ise sertçe yüzünü yaşlarından arındırıyordu. Tam karşısına geçti. Yüzlerinin arasından ölü düşlerinden kaçmış anılar savruluyordu. "Bu acıyı da tek başıma yaşadım. Biraz da sen omuzla benim acılarımı." Dedi ve Taehyung'un elini tuttu ve karnının üzerine bıraktı. "Buraya öyle bir bakıyorsun ki Taehyung... bazen kızımızı gerçekten hissettiğini sanıyorum. Ama bazen... kızımız öldü Taehyung. O bizim kızımızdı. Sen beni sadece oğlumdan değil, kızımdan da kopardın. O hep doğmasını dilediğin kızından sadece yara izlerim bana kaldı. Benim nurum var, babasından, senden dolayı asla parlayamayan. Şimdi bu veballe ne yapıyorsan yap. Çünkü benim gücüm kalmadı. Benim senden gelecek hiçbir şeye gücüm kalmadı."
Bölümün sonu. Bölüm değerlendirmesi alalım en acilinden. Spoi vereceğim içimden geldi. Jungkook bazı şeyler duyacak diğer bölüm ve bu da Jk'un entrika işlerine girmesine ve Taekook arasının yavaş yavaş çözülmesine sebep olacak şeyler olacak. Merak etmeyin en dibi gördükten sonra daha da aşağıya inemezsiniz, onlarda bu arenayı yaşadılar. ve ficin finaline karar verdim :)) çok korkmayın yani Ben Nicotesy, görüşelim, ben kaçar. |
0% |