Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Bölüm

@nicotesy

Selam, ben geldim :)

Uzun bir bölüm oldu. Desteklerinizi esirgemeyi unutmayın. Spare wife final verdiğinde buraya daha aktif döneceğim. Yine de hafta da en az 2 bölüm atmaya çalışacağım

Bu bölüm tepkilerinizi merakla bekliyorum. İyi okumalar ballarım...

...

"Bazen bir sessizlik bütün sözlerden anlamlıdır. Her insanın ölçüsü, değeri yüreğinde, istemindedir asıl."

...

Bölüm 3: Esaretten çıkan yalanlar, yalanlara bir halka gibi bağlı olan insanlar. Her biri güvenden kayan yıldızlar.

"Senin benim işlerime burnunu sokmana hakkın yok. Sadece sana ne dediysem onu yap ve bir daha onu yalnız bırakırsan, alacağın sonuçlar hiç iyi olmaz. Anladın mı beni Jimin? Bu sana son ikazım. Şimdi o uyanmadan git buradan."

Duyduklarımın karşısında ilk önce aklım bulandı sonrasında kalbim küçük bir tufan altında ezilircesine kendisini içe doğru bükerken, havadar duran ayaklarım zeminle bütün olurcasına titredi. Gözlerimin illeti çekilemiyordu bile öte bereye. Bu sözleri sarf eden Taehyun muydu sahiden? Hem de ne hakla? Ve öylece eşimle benim hakkımda konuşan, bundan öncesinde ikisini dahi yalnız görmemişken her şey o kadar uç bir manzaranın içinde beni eğrelti bırakmışlardı ki, düşünceli bir şekilde durumu daha da anlaşılır kılsın diye bekledim. Belki de daha duymayı umduğum kafa karıştırıcı sözlerin beklentisi içerisindeydim.

"Peki efendim," dedi sadece Jimin. Onunla normal iki insanın, komşunun konuşacağı şekilde konuşmuyordu. Aşırı rahatsız edici olan bu durum, Jimin'in eğik başını yavaşça kaldırmasıyla sonuçlanırken onları gizlice dinleyen biri gibi görünmemek için telaşla bir adım geriye kaçmamla neticelenmişti ve benim kafam allak bullaktı. Bunu Taehyun'a sorsam, nasıl bir açıklama sunardı bana?

Mutfaktan çıkarken benim için hazırlamış olduğu bu kahvaltıyı zehirli bir öğün dilimine mi bölerdi? Bir hafta boyunca kalacaktı, öyle söylemişti en son. Bunu buraya taşındığımızdan beri hiç yapmamışken, söyleyecek olduklarımla sinirleri mi zıplardı? Ama Teehyun bana hiç kızmazdı ki? Jimin ile konuşurken ses tonunun katılığı bu nedenle beni biraz daha meraklandırmıştı ve... Jimin ondan emir alıyordu, beni yalnız bırakmaması gerekiyormuş gibi. Tüm bunlar için insan nasıl en doğru çıkarımı yapabilirdi?

Bu aklımdaki kurtçukları elbette şu anlık kendi içimde tutarken zaman kollayacaktım bunun için ve alenen değil de laf almaya çalışır gibi yapacaktım. İç güdüsel bir savaş daha şimdiden içimde bir harabe gibi yıkımla sonuçlanırken, ağırlaşan bedenimi Taehyun'un eve doğru gelen hışırtılarını duymamla birlikte, direkt olarak banyoya ve musluğu açmama sebep oldu. Yüzümü tekrar tekrar sertçe yıkasam da fayda etmedi.

Bu nedenle kısa bir duş alıp ürerimdeki bornozumla yanıma kıyafet almadığından yatak odamızın içine girerken, sanki az önceki beni kirli, abuk sabuk düşüncelerin hiç sahibi olmamışçasına yatağımızda oğlumuzla oyun oynarken keyifle mırıldanan Taehyun ile karşılaştım. Beni büyük bir gülümseme ile karşıladı. Aynı şekilde karşılık vermeye çalışırken dünyamı devireceğimi sandım.

"İyi uyuyabildin mi sevgilim? Ben ve oğlum çok uslu durduk sen rahatça uyuyabil diye." Sevimlilik yaparak Minjun'u yatağın içinde yuvarlarken yüzüme o an bakmadığı için şanslıydı. Çünkü benim hissettiklerim yüzümde akar giderdi, apaçıktım ben. "Çok kibarsınız bu sabah siz ama..." diyerek arkamı dönerek giysi dolabına yöneldim. Eski kapaklar gıcırdayarak açılırken, sırtım onlara dönükken sakınamadım dilimden, bir niyet gibi imlenirken düşünceler. "Uslu olmalar... kahvaltı hazırlamalar... sessizce bir yerde dolanmalar. Bir şey mi yaptın, rahatsız olacağım? Hım? Korkundan gözümü boyar gibi."

Bunu dilimden mırıldanarak kaçırsam bile derinlerdeki düşüncelerim gürültü içerisindeydi.

Öyle ki, ne zaman arkamda olduğunu ve cümlemin sonuyla verdiğim soluğumun Taehyun'un kollarını belime sarışıyla tekrar nefes almak güç oldu. "Bu küçük imaları neye borçluyuz bakalım." Diyerek boynuma öpücük bıraktı. "Gözünü boyamak falan. Sanki ilk kez böyleymişim gibi. Ben sadece eşini seven ve onun için her şeyi yapabilecek bir adamım. Bunlarsa dün gece kollarında ağlayarak sarılan bir adamın yorgunluğundan dolayı kalbimde büyüyen sancının eseri."

İç bunaltım arasında iç çektim. Vermek gelmiyordu o sıra. "Çok güzel kokuyorsun," diyerek çehreme kadar öpücüklerini tatlandırarak akıttırırken gözlerimi yumdum. Ses etmedim. Tepki vermeyişimle kendisini geriye çekerken, "Dün gece iyiyiz demiştik ama," dedi huysuzca.

"Evet demiştik," diye dudak üstü konuştum. Ama yüzüne bakmama konusunda ısrar ediyorken, hissediyordu ve üzerine gitmek istese de sanki gergin oluşumu anlarcasına, dudaklarının altında beni yoracak dilinin çatalını uzak tuttu. Patlamamam için. Anladım, diyebildi dedi sessize.

Ne olursa olsun, o bu şekilde sessiz vedalar edercesine konuşurken istemsizce kendimi bir yanlışın içinde bulduğumu düşünmeden edemiyor ve azap içinde kalıyordum. Oysa kendimce gerekçelerim vardı, habersiz olduğu gerekçeler.

Dolaptan öylesine düz siyah bir kazak ve kot alıp yanına iç çamaşırlarımı aldım. Sırtım ona dönüktü. Konuşmuyordu. Soğukluğum onu benden uzak tutuyordu. Üstüne yanında değil de banyoya doğru üzerimi değiştirmek için giderken. Halbuki bilirdim, onun önünde giyinmemi severdi. Dilinden bunu birkaç kez söylemiş olmasının verdiği rehavetle yapıyor olsam da o çöl gözlerinin bende bulduğu yoğun parıltılı ışıltılar, çorak toprağına yağmur taneleri düşmüş bir gezgin gibi parıldıyordu. Muhtaçlıkla. Ve ben onun yanaşmasını yok saydığım gibi, bereketli topraklarına yağmur olmayı da reddetmiştim. Ama bu elimde olan değildi, yüreğimden geçmeyendi. Sakınan ve yalana meyil olan her şey, canım olarak gördüğümü bile canımdan bezdirecek kadar uzak tutmaya sebep oluyordu.

Üzerimi hızlıca banyoda giyindim. Ve odaya tekrar girdiğimde Minjun ile ikisi yoktu. Ama sesleri salondan geliyordu. Taehyun ona telefonundan bir video açmıştı. Bende fırsattan istifadede yatağımın köşesinde duran telefonumu ele alarak rehberimde sayılı insanlardan biri olan Jimin'in numarasını bulup kısa bir mesaj çektim.

"Dün gece yanımda oldun. Teşekkür ederim. Sen haklıydın, ben fazla evham yaptım. Yarım saate seni bizde kahve içmeye bekliyorum canım."

Bunu yaparak ne olacağını sanıyordum bilmiyorum ama Taehyun ve onun yan yana iken bana nasıl davrandıklarına sadece dikkat etmek istiyordum. Kaçırdığım şeyi kendi aklımla bulmak için. Çünkü sorarsam duyacağım şeyin benim duymam gereken şeyler olacakmış gibi geliyordu. Aralarında ne gibi bir bağ olduğunu anlamak önceliğimdi. Ve katiyen Taehyun'un sakındığı bu durumun ardından bir sadakatsizlik hikayesi barınacağı düşüncesi yoktu kafamda. Zaten benim bu hayatta emin olduğum iki şey vardı; birincisi, Taehyun'un bana duyduğu aşktı, ikincisi ise oğlum Minjun'un varlığı.

Elimdeki telefonu öylece bekletirken bir onaylanma mesajıyla onu aldığım yere bırakarak içeriye geçtim. Taehyun'un yanında durduğumda bana umutla bakarken, "Acıktım, Minjun'un da meyveli yoğurdunu yemesi lazım," dedim düz bir sesle. Günlük rutinlerimizden biriyken ben işin içine mesafemi bırakmıştım ve Taehyun bu durum altında eziliyor ve gözlerini benden öteye çekiyordu. Özellikle kucağındaki Minjun'u bana uzatırken belli ediyordu bunu. "Peki, öyle olsun Jungkook. Tüm zorluklarımla geldiğim sana, senin mesafende koysun bana. Alışkınım ben zaten seni özlemeye. Şu an senin aksine."

"Sadece biraz yorgunum ve öpücüklerine karşı seni özlemsiz bir şekilde evimizde bekliyor olduğumuzu sakın düşünme cüretinde bulunma Taehyun. Bu ilişkimizin çatısında tek zorlanan sen değilsin. Sen gidip geliyorsun, ama burada oğlumla seni daima bekleyen biziz. Sakınmayan ve her şeyi olduğu gibi yaşayan."

Minjun'u kucağımda taşıyarak mutfağa acele ile içeriye geçerken, onu yemek masasının yanındaki sandalyeye bıraktım. Yanağına öpücük bıraktım. Neyse ki oğlumun ona yedirdiğim yiyecekler konusunda sorun çıkarmaması sayesinde önce onun hızlıca karnını doyurabiliyordum. Onun yemek istediklerini hazırlamak için dolabı açtığımda, Taehyun'un onu zaten hazırladığını gördüm. Ses etmedim. Çünkü o yeterince ses ederek yemek masasının sandalyesini geriye çekerek oturdu.

"Artık sadece istediğini söyleyecek ve yüzüme bakmayacaksın öyle mi, peki öyle olsun. Sen nasıl istiyorsan öyle olsun. Bu hikâyede en acımasız ve en bencil olan benim nasıl olsa. Seni hakketmiyorum. Bunu biliyorum. Şimdi içinden keşke benim gibi bir adamla tanışmasaydım da diyorsundur, haklısın. Kim beklemek ister ki. Sadece fotoğraflarla yanında olduğunu düşündüğün bir adamı." Diyordu ve benim elimdeki biberon onun sözleriyle birlikte parçalanırcasına sıkılırken, sırtımı dönemiyordum. Daha öncesinde söylediğim sözleri sindiremeyerek bana karşı kullanıyordu. Bir anda kavgaya tutuşacakmışız gibi hissederken boğazımda biriken yumruyu sindirmeye çalışıyordum.

Zordu. Çok zordu. Yemin ederim.

"Şimdi iştahın kaçmasın. İyiyiz derken yalan söylerken, seni varlığımla daha da kötü etmeyeyim. Sana afiyet olsun. Ben evin eksiklerini almaya çıkacağım."

Gözlerimi yumdum. Yerinde zımbalanmış ayaklarımı hareket ettirene kadar o çoktan mutfaktan çıkmıştı. Arkasından hızlıca ilerledim. Ama peşinden geliyor olmama rağmen o dış kapının kapanan sert sesiyle ileriye kadar gidemedi ayaklarım. "Taehyun." Gözlerimi yumdum. Böyle olmaması gerekiyordu. Benim onunla olan varlığım asla böyle olmamıştı ki. Ve o ilk kez bu evin kapısını beni öpmeden kapatarak çıkıyordu. Bu sarsıyordu. Bazılarına normal gelen şeyler benim çatısı aldığında sığındığım yer için artçı depremlerdi.

Onunla bir benim de iştahım olduğu yerden kusmuştu. Tek yapabildiğim Minjun'un karnını doyurmaktı. Ağlamak için çırpınıp duran gözlerimi baskılayarak düşüncelerimin seyrini iyiye yormaya çalışmaktı. Ne kadar başarılı oldum bilmiyorum ama teselli boyu onun benim için hazırladıklarını toplarken, onu aramak ve eve geri dönmesi gerektiğini söylemek istiyordum. Yapamadım. İlk kez bu şekilde gönül koyduk birbirimize ve ben açık bir sakinlik istiyordum. Aklımı bulandıran şeyle şimdi kalbimi bulandıranın karmaşasıyla boğuşurken, kapımı çalanla cevabımın geleceğine inanıyordum. O da olur muydu ki dürüstçe bana bir cevap, artık emin bile değildim.

Minjun'u oyun havuzuna bırakıp yüzümü toparlamaya çalışarak kapımı açtığımda, Jimin bana elindeki kek kalıbıyla gülümsüyordu. "Bu sabah yapmıştım, kahveyle iyi gider diye düşündüm." Tebessüm ederek elindeki tepsiyi aldım. "Teşekkür ederim, iyi yapmışsın. Sen balkona çık, Minjun'da orada. Ben, bize bir kahve hazırlayıp geliyorum hemen."

O rahatlıkla evime girip çıktığı için içeriye girmesiyle kapıyı da o sakinlikle kapatarak balkona geçerken ben mutfakta gerginle kahvelerimizi hazırlıyor, keki servis tabağına alarak elimdeki tepsiyle balkona doğru taşıyordum. O sırada parmaklarımı stresle ovuşturmamak için zor tutuyordum.

Yine de evime gelen birine karşı nazik olmalıydım. İşin içinde benim bilmediğim bir şeyin olabileceğine dair ikna konuşması yapıyordum. Çünkü benim buna ihtiyacım vardı.

"Minjun diğer gördüğüm bebeklere hiç benzemiyor. Bu yüzden daha da sevimli." Diyerek gözlerinden gülerek oğluma bakan bakışlarını daha sonrasında aynı içtenlikle bana çevirdi. "Ama babası bugün biraz asık suratlı sanki ha?" diye bana sataşmaya çalışırken, direkt söze girsem nasıl olurdu diye düşündüm. Ama bu onu ötelemek dışında bir şeye sebebiyet vermezdi. Tıpkı Taehyun'da olduğu gibi. "Sadece üzerimde bir yorgunluk var. Geçer ama."

"Taehyun hyungu göremedim. Genellikle sen o olduğunda beni kolay kolay evinde ağırlamazsın."

Bir anda ona karşı oluşan ön yargılarım yüzünden açık vermek istemedim. Omuz silktim. "O ev için alışverişe çıktı. Bende bu fırsatta seninle kahve içmek istedim. İyi yapmamış mıyım?"

"İyi yapmışsın, aslında seninle konuşmak istediğin bir şey vardı. Ama bu konuyu hangi yüzle açarım, bilemiyorum. Fakat kendimi dün geceden sonra baya kötü hissettim." Dediğinde kalbimin atışları hızlanmıştı. Bir anda, aynı anda... "Ne demeye çalışıyorsun Jimin," diye sorarken, beni onları konuşurken gördüğünü düşünüyordum.

"Jungkook," dedi ve derin bir iç çekerken gözlerime bakamadı. Minjun'a doğru baktı. "Lütfen diyecek olduklarımı Taehyun hyunga bahsetme olur mu?" diye söze başladığında yüreğimin an be an sıkışıyordu. Sesimin pürüzsüz çıkmasını umarak, "Bana ne söyleyeceksin Jimin?" diye sordum ısrarla.

"Gerçeği," dedi ve sesi daha da alçaldı. "Yanında her daim sık bulunmaya özen gösteriyor olduğum bu gerçeği."

Telaşlanıyor ve sırtımdan bir ürperti geçiyordu. Onda da kendi belirtilerimi görürken, büzülüyordum. "Senin yanımda olmanın bir nedeni veya senin dediğin gibi bir gerçeğin olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun?" diye tekrarlı bir soru soruyordum ve o başını eğiyordu. İmayla bakıyordu. Bildiğini biliyorum der gibi ve doğruluyordu da sözleriyle bunu. "Bundan bir saat önce ikimizi konuşurken gördün ve duydun bazı şeyleri. Beni bunun için çağırdın. Farkındayım. Senin yerinde ben olsam, bende aynı şeyi yapardım. Kim eşi ve komşunun bu garip konuşmasını duysa kafası karışırdı."

"Açık konuşalım diyorsun," dedim, derin bir nefes alarak rahat görünmeye çalıştım sırtımı sandalyeye yaslarken. "Peki duydum. Ve duyduğum şeyler beni rahatsız etti. Bir anda seninle olan arkadaşlığımızın samimiyetini sorgulamama sebep oldu ve dahası..." diyerek ekleyecek olduklarımı, söyleyecek olduklarıyla böldü. "Jungkook, aklında nasıl görünür bilmiyorum ama yine de rahatsız edici görünmeye devam edeceğini biliyorum söyleyeceklerimin. Sadece buna biraz da mecbur ya da hayır muhtaç olduğum için kabullendiğimi ve sana olan yakınlığımda asla bir iki yüzlülük olmadığını bilmelisin. Ben her daim yanında samimiyetle durdum. Sana yemin ederim."

Korkuyordum. "Daha da rahatsız edici olmaya başlıyor söylediklerin." Derken bile kendinden emin değildim.

"Tamam en başından anlatıyorum. Buraya ilk taşındığımda sen aslında benden çok kısa bir süre önce gelmiştin. Bir hafta ya da ondan çok daha kısa bir süre. Yeni doğum yapmıştın ve bende içe kapanık biri olmama rağmen, seninle tanışmadan bir gün öncesinde evimin önünde küçük bir kavga çıktığında senden yardım istemeyecek kadar endişeliydim. Ve seni komşum olsa bile kapına gelmez ve yardım dilenmezdim. Sana zarar gelsin istemezdim. Çünkü seni uzaktan ilk gördüğümde sen beni görmemiştin ama ben senin kendi halinde, iyi bir insan olduğunu anlamıştım bile."

Bana anlatıyor olduğu şeyi ilk kez duyduğumdan ve bu durumun neye bağlanacağının merakıyla kaşlarım çatıldı. O da anlatacağını uzattığını fark ederek konuya girdi hemen. "Benim eski sevgilim, iyi biri değildi. Buraya da bunun için geldim," diye mırıldandı. Bu konu çok rahatsız ediyordu belli ki. Kurcalamadım. "Daha doğrusu ona güvenerek kefil olduğum durum için kaçtım. Onun peşindeki adamlar beni merkezdeki evimi basınca ben çok korktum. Sonra bir yakın arkadaşım burada kalabileceğimi söyledi. Ailesinin eviymiş. Bende böylece buraya geldim. Yine de buldular beni. Taehyun hyungda bu olaya kazara tanıklık etti. Yardımcı oldu. Adamları korkuttu baya. Arkasının sağlam olduğuna inanmış görünen üç kişiyi gönderdiğinde, sadece minnet duygusu taşıyordum ona karşı. Çünkü eğer eski sevgilimin yerini söylemezsem onlara, beni sadece ölümle tehdit etmemişlerdi ve cidden yapacakları şeylerden korktum. Çok korktum. Korkunç şeylerdi onlar. Yemin ederim nerede olduğunu bilseydim hemen söylerdim ama bende asla ulaşamıyordum ona."

Duyduklarımın ve duyacaklarımın ilerisine doğru iğrenç varsayımlar artarken sıkılıyordu ruhum. Sırtımdaki tahta parçaları batarken, tek kelime edemiyordum.

Ama hemen yan evimde bu tarz olaylar yaşanmış ve kocamın bu işlere karışmışlığı varken, niçin bana söylemedi bu olayı?

O sorgulayıcı gözlerimle bakıyordum Jimin'e. Kıpırdandı huysuzca.

"Taehyun hyunga bazı şeyleri bu yüzden anlatmak zorunda hissettim kendimi. Çünkü hiç kimse beni korumamıştı ve o da bir ağabey gibiydi. Bu olayı daha sonrasında polis bir arkadaşına devrettiği için rahatladım. O günden sonra bir sorunda yaşamadım ki şükürler olsun. O nedenle, sonraki isteğini kabul ettim. Tabi seninle tesadüfen tanıştıktan sonra oldu bu."

Kafamın karışıklığını gözlerimden görüyordu. "Bahçeye çıkmıştın ve Minjun daha minicik halde kollarındaydı, Taehyun hyung evden ayrılıyordu ve sen arkasından ağlıyordun. Düşecek gibi oldun ve yeni doğum yaptığın belliydi. Endişelendim senin için. Ve ardından bunu Taehyun hyunga daha sonrasında söylediğimde çok endişelendi. Kendisi baya karamsardı. Ardından bana bakıp, sana göz kulak olmamı ve yalnız bırakmamı rica etti. Elbette bunun yanında bana para vermeyi de teklif etti. Yüzsüzlük gibi gelebilir ama o an hiçbir gelirim olmadığından kabul ettim bunu. Senin ona iyiyim diye geçiştirmenden endişeleniyordu. Bana da çok makul bir istek olarak geldi. Özür dilerim. Sana bunu anlatamadım, hyungda senin tedirgin olmanı ve huzursuz olmanı istemiyordu bunun için."

Sustum. Aynı şekilde sustu ve ara sıra gözlerimin içine baktı. Ama ben biraz gücenmiş hissederek dizlerimin üzerinde birleşmiş ellerimi kavuşturarak ovuşturdum onları. Burada borçları bitsin diye sabırla beklerken onun benim için endişelenerek, şu anda ne kadar aramızın iyi olduğunu düşünsem de o an için yabancı olan birine para vermesi beni rahatsız etmişti. Yine de bir konuda haklıydı benim için Taehyun. Ben ona çok kez iyi olmadığım halde iyiyim demiştim ve o da buna inanmamış olmalı ki bu yola başvurmuştu. Bu durumda payım olsa da incindim. Ve onu da bir hayli incitmiştim. Bu konuda ilk ne düşündüğümü kestiremesem de şimdiki düşüncelerimde karışıktı.

"Şu an bu konu hakkında sağlık bir şeyler diyebileceğimi sanmıyorum," diyebildim sonunda. Yerimden kalktım ve kaçmak istedim. Olgun davranmak istiyordum oysa içimde duvarları az da olsa yumruklama isteğim de vardı. Ama neyden kaçabilirdim ki? Kaçabileceğim ne kadar uzaktaydım ben? Hiç. Sadece daha da kırıcı ya da onarıcı olmak istedim. Önce kendimi dinlemem gerekiyordu.

Bu nedenle; "Minjun'un uyku saati geldi. Onu uyutacağım. Daha sonra konuşuruz," dedim ve anladı, konuşursam her zaman gülümseyerek konuşmaya özen gösterdiğim kendisine sesimin ve gözlerimin çok çirkin şekilde belereceğini ve çatlayacağını. "Peki," diyerek o da ayağa kalktı ve benim Minjun'un bana bakan meraklı oyunbozan gözleriyle uyumaktan ziyade oyun oynamak isteyen hallerine nazaran kucağıma alışımı izledi. "Bunu sadece seni sevdiği için yaptığını unutma Jungkook. Bilinçli veya bilinçsiz şekilde aranızdaki ilişki de yer ediniyor olduğum için tekrardan özür dilerim."

Bunu söyledikten sonra sadece başımı sallayarak onayladım ve gitmesini bekledim.

Bu konuşmada maruz kaldığım konunun ağırlığı altında iç sıkıntılar yerini, Minjun'un ilacını içtikten sonra uyuması ve benim uğraşacak yeterli bir şeyimin kalmamasıyla daha da sıkıntılı olmaya başladı. Kafamdaki düşüncelerimi toparlayamadığımdan evdeki tüm her şeyi toparlamış ve temizlemiştim. Çoktan üç saat olmuştu. Taehyun'un halen geriye dönmemesi canımı çok sıkıyordu. Belki kendince haklı sebepleri olduğundan yapmıştı.

Bir keresinde cidden iyi değildim, hastaydım ve ondan bir gün öncesinde Taehyun'un ağzını buraya gelip gelemeyeceği konusunda aradığımda işten izin alamayacağını söylemişti, tabi sonrasında endişelenecek bir şey olup olmadığını sorduğunda telaş yapmaması için söylememiştim kendimi çok halsiz ve yorgun hissettiğimi, ufak bir ateşle baş edebilirim diye düşünüyordum. Bunun ertesi günü ise hiç halim olmasa bile şu bir türlü kurtulamadığım titizliğe olan özenimden dolayı mutfakta biriken çöpü atmak için dışarıya çıkmış ve dönüş yolunda ise gözlerim kararak bayılmıştım. Neyse ki kafamı bir yere çarpmamıştım. Zaten uyandığımda Jimin yanımdaydı. Bana yardımcı olurken, şu an daha mantıklı geliyordu bazı şeyler. Çünkü uyandıktan kısa bir süre sonra Taehyun korkmuş bir halde yanı başımdaydı. Benimleydi. Hem oğlumuzla hem de benimle iki gün boyunca ilgilenmişti.

Ve neden geldiğini sorduğumda, "İyi olmadığını hissettim," demişti. Muhtemelen ona bu haberi Jimin vermişti ya da belki de ondan sonrasında ikna olmuştur ona bu teklifi etme konusunda.

Bu her ne kadar hoşuma gitse de ve bazen onu yanımda yine bu denli uzun uzun görmenin arzuna düşsem de bu olayın tekrar edilmemesi için dikkat ettim sağlığıma. Ev işlerini kendimden öteye taşımamaya çalıştım. Ve şu anda da aynı şeylerin aksini yaparken yorgundum. Onun bana karşı kırgın olduğunu biliyordum. Aramızın bu şekilde olması daha birkaç saat olmasına rağmen dayanılmaz bir acı vermeye başladı. Oğlumun yanında huzur bulayım diye odasına geçerek yanındaki berjere oturarak gözlerimi kapattım. Onun o yumuşak nefesini duymak beni teselli ediyordu. Çok sonrasında uyuya kalmamı bile sağlamıştı.

Ne kadar uyuduğumu bilmiyordum ancak uyandığımda Minjun'un yattığı yerde olmadığını ve üzerimde de dizlerimi örten bir koltuk battaniyesinin olduğunu gördüm. Taehyun gelmişti ve ben onu duymamıştım bile. Bu kadar mı sessizdi bana karşı? Çünkü aksine buradan beni kaldırır ve yatağımıza götürerek orada uyumaya devam etmemi sağlardı. Belimin daha sonrasında ağrıyacağını düşünerek. Ya da hiçbiri değildi. Benim ona yine sabah mutfaktaki sözlü huysuz suçlamalarımı duymak ve daha da aramızda kırılacak bir şeylerin oluşmasını engellemeye çalışmıştı kendince.

Olmaya iştahımla birlikte ayağa kalktım. Oradan çıktım. İkisinin yine birlikte oyunlar oynadığını gördüm. Sadece kısa bir süre onlara bakıyordum ki, "Seni uyandırmak istemedim, rahatsız olursun diye," küçük harflerce konuştuğu kelimelerine gözlerime bakmadan söylediğinde dudaklarımı ısırdım. İçim içimi yiyordu. "Ben senden rahatsız olmam. Böyle şeyler söyleme bana Taehyun."

Bir şey diyemedim. Minjun'un eline küçük peluş ayısını parmaklarının arasına sıkıştırdı. Üstünü bile değiştirmişti. Belli ki Minjun'a yemek yedirmeye çalışmış ama bunu yaparken her zamanki gibi yine üzerini batırmayı başarmıştı. Bununla hafif tebessüm kondu yüzüme. Ama sağ olsun Taehyun bunun çarçabuk silinmesini sağlamıştı.

"Ben ve oğlum sen uyuyorsun diye yemeğimizi yedik. Senin için de masanın üzerinde aldığım paketli yiyecekler var. Yersin," dedi ve sadece o an gözlerime baktı, dudaklarımı onunla eksik olduğum ikinci sofra vakasından dolayı hüzünle kıvrıldıklarını gördü. Bundan hoşlanmadı kaşlarını çatarken. "Jungkook," dedi, yüreğimden teklettiği adımın seslenişiyle. Omuz silktim. "Anladım ben, sorun değil." Dedim ama büyük bir sorundu. Aramızdaki bu garip elektriklenmeyi bitirmek istiyordum. Ve o ilk adımı benden bekliyor olmalıydı. İlişkimizin en başından beri durum hep böyle olurdu. Ben ona bir adım yaklaşırdım ve o bana bir maraton koşucusunun hızı kadar koşarak yaklaşırdı.

Bir şey demesine izin vermeden cidden de mutfağa geçtiğimde burnuma dolan güzel pizzanın kokusuyla bir hayli aç olduğumu anladım. İki dilim ve biraz da soğuk içecekle yiyip toparladım. Orada öylece durmak istesem de bundan vazgeçip Taehyun için aklımda olan kurnaz bir planı tasarlamaya başladım. Bana karşı en büyük zaafını biliyordum ve bunu yaparak hem konuşmayı hem de sabah için bıraktığı dudaklarının izinin devamını sağlamaya çalışacaktım.

Bu sefer konuşacak olduklarımı aksi şekilde değil, daha yumuşak ve birbirimizi kırmayacak şekilde yapacaktım.

Öncelikle oyunlar oynayarak yorulan sekiz aylık bebeğimin ilacını içirmeli ve biraz onu pışpışlamalıydım. Bundan ötürü salondaki ikilinin yanına yaklaştığımda Taehyun yapacağımı bildiğinden, ses etmeden Minjun'un yastıklarla örülü koltuk köşesindeki yerinden sıyırırken ses etmedi ve cebinden cep telefonunu çıkarak ayağa kalkıp mutfağa yöneldi. Şu anda ona karşı çok dikkatli olduğumdan buzdolabının kapağını açtığını ve kendisine bir soju çıkardığını duyabiliyordum.

Minjun'a bu sefer küçük kaşıktaki ağrı kesici şurubunu verirken zorlandım. İçmek istememiş ve ağlayacak gibi olmuştu. Ama hemen damağının kaşıntısından dolayı verdiğim emziğini mıncıklarken diliyle bundan memnundu. Onun bu hallerine tatlı tatlı gülerek beşiğini hafifçe sallamaya başladım. Yirmi dakikaya uyurdu ve ben daha sonra bir diğer odanın birinde ağlamak üzere olan o koca bebekle de ilgilenebilirdim. Onunla ilgilenmeye ihtiyacım vardı.

Bu yüzden hemen bebek telsizini alarak kendi odama geçtim. Mutfakta oturan Taehyun'un şu an kendi içinde yaşadığı düşünceleri bölmeden odamın kapısını kapatarak, dolabıma yöneldim. Şu Nayeon'un geçen ay bana hediye getirdiği güzel parçayı denemek istedim. Halbuki bu hediyeyi aldığımda utancımdan dolayı onu yumruklamış, "Beni ne sanıyorsun sen? Sence ben bunları giyer miyim? Çok şeyler bunlar... açıklar," demiştim. Tabi o da bana, "Niye çocuk yaparken giyinik mi olmayı tercih ettiniz bebeğim? Zaten çıplaksınız, bu da azdırıcı aksesuarlar. Bunun siyahı da bende var. Kankamın fantezisine ortak olmayacaksam, öleyim ben," diyerek kahır dolu olan gülüşünü sunmuştu.

Şimdi aynı gülüşün sessiz hali bendeydi. "Ölmene gerek Nayeon, hayalini zevk alarak gerçekleştirmeyi diliyorum." Diyerek sakladığım yerinden kendimi onaylanmaz şekilde iki parça olan geceliği aldım. Mini şortunu bacaklarıma geçirdim. Kalçalarımı örtüyordu. Üzerime ise parçayı giyme gereği duymadım. Onun yerine uzun ve dökümlü kolları olan, yakaları Fransız işlemeli olan, saydam, beyaz rengindeki üstünü geçirdim. Aynanın karşısında kendime bakarken göz altımın şişkinliğini kapatmak ve utancımdan dolayı zaten renklenmiş olan yanaklarıma yine de renk vermiştim. Dudağıma da aynı şekilde yumuşak hissettiren bir lipbalm sürdükten sonra, en sevdiğim yasemin kokulu yağımı boynum ve bileklerime sürdüm.

En önemlisi onun bana ilk hediyesi olan inci küpelerdi. Onları takmıştım. Uzun zaman olmuştu. Hatırlattığı şeyler çok masum ve temizdi. Bende bu ilk huysuzluğumuzu bununla temizleyecektim.

Gayet güzel görünüyordum ama yine de Taehyun'un karşısına direkt böyle çıkmaya cesaret edemeyeceğim için, duruma göre onu şaşırtmak istedim. Yatak odasındaki köşesinde duran ayaklı askılıkta duran mürdüm rengindeki röpteşambırı alıp üzerime geçirdim. Derin bir nefes alarak, hazırım dedim ve minik adımlarla odamdan çıkarken çok heyecanlanmaya başlamıştım.

Dudaklarımı ısırmamak için çabalarken mutfakta oturmuş, kaşlarını çatarak uzaklara dalmış olan Taehyun, benim gelmemle sırtını dikleştirdi. Sadece bir şişe içmiş ve devamını getirmemişti. Hep böyleydi. Asla çok fazla içmez ve aşırıya kaçmazdı. Ama ben öyle değildim. Fakat oğlumun varlığıyla neredeyse hiç içmemiştim. Her daim ihtiyacı olduğunda ona yardımcı olabilmek için aklımın başında olması gerekiyordu.

Ancak ilerde... ayık olmaktan dolayı yardıma muhtaç birine dönecektim ya ben.

Yanına öylece oturmadan önce dolaba yöneldim ve ben de kendime bir şişe çıkardım. Hepsini içmeyecektim ama biraz olsun davranışlarımın yumuşak olması için bunu yapacaktım. Yaparken onunla konuşmak istediğimi belli edercesine, "Sende ister misin?" diyerek elime aldığımı gösterirken yüzüme baktı. O kadar dikkatliydi ki, hemen anlamış ve kirpiklerini kırpıştırmıştı. Ama utandırmak istemediğinden yaptığım hafif makyaja bir şey dememişti. Sadece, "Hayır, sende içme," diyebilmişti. Kaçıyordu zannımca. Fakat bu sefer izin vermeyecektim. Ayağa kalkmaya hamle bulmuş o uzun bacaklarını sandayeden kalkmak için geriye doğru atarken.

"Niye, senin dudaklarından kalanları içerek mi sarhoş olacağım?"

Birdenbire kafasını kaldırdığında gözlerinde yükselen yıldızlar ışıl ışıldı. Ben böyle konuşmalar yapmayı severdim ama en güzel anlarımızda.

"Jungkook," derken titreyen sesinin verdiği özgüvenle elimdeki şişeyi masaya bıraktım. "Evet," diyerek üzerimdeki röpteşambırın kemerini çözdüm. "Adım buydu." Gözlerinin içine bakarak onu omuzlarımdan aşağı düşürürken, "Başka demek istediğin ama diyemediğin şeyler mi vardı Taehyun," dediğimde, o benim karşındaki bu halim için seslice yutkunurken masanın üzerindeki yumrukları daha da belirginleşiyordu.

Çenesi kasılıyor, "Yoksa dudaklarının tenimde ne kadar konuşkan olduğunu unutacak kadar mı kaybettin kendini? Oysa eşim olarak seninle bu gece konuşmak istediğim çok uzun bir zaman dilimi var. Ve bunu yaparken diline ihtiyacım var. Anlarsın ya," diyerek göz kırpıp arkama dönerken adımlarım çok sakindi. Beni deli gibi arzuluyordu ve ben odama geçerken, kapısının açıklığından o kadar hızlı geldi ki, beni bileğimden çekerek açık bıraktığım kapıyı kapatarak yasladı. Çöl gözlerinin geceye düşen yıldızlar gibi parlamasının altında eziliyordum.

"Ben seni anlıyorum da" dedi sert soluğu şakağıma doğru eğilirken. Fısıltısı saçlarıma, onun için taktığım küpenin üzerinde gezinirken karnımın içi kasılıyordu ve ben pes etmemek adına o gözlerden gözlerimi çekmiyordum. "Sen, ben seni sana anlatırken altımda ezilmenden korkuyorum. Bugün fazlasıyla hassasım sana karşı. Anlarsın ya."

İçim titredi ve dizlerimin bağları yaylanırken, başımı onun boynuna yaslarken, elimi onun belinden geçirerek yukarıya çıkarırken yapmak istediğimi anlayarak ses etmedi. Ceketini çıkarmama izin verdi. Ve ben kafamı geriye çekip ona göz dağı vermek istercesine gömleğinin eteklerinden tutarak kendime çektim. Parmak uçlarım onun düğmelerini bulurken, sadece boynuna bir öpücük bırakıp geri çekilmemle onun dilini kıstırması, "Senin her şeyine muhtaç olmak bile beni deli ediyor," diyerek dudaklarımı bulan dudaklarıyla yumuşak tutkudan öteye sert bir öpücük bırakırken, parmaklarım onun çıplaklığına kavuşmak için yanıyordu.

Çünkü o çoktan bir elini belime, bir diğerini de şortumun içinden kalçalarıma yaslamıştı.

Sıkıp bıraktığında inledim dudaklarının içine. Ve beni daha çok kendine çektiğinde, çözdüğüm gömleğini acele ile üzerinden düşmesini sağlıyordu.

Ancak gömleğinin düşmesiyle yere doğru düşen takırtı sesi dikkatimi dağıttı. Çünkü tam olarak çıplak ayak parmaklarımın üzerine düşmüştü. Kafamı iki saniyeliğiyle geriye çektiğimde, orada duranın bir yüzük olduğunu gördüm.

"Bir şey düştü senden," dedim ama o anında dudaklarımdan alamadığın öpücüğün acısını boynumdan çıkarmaya çalışırken, boğuk şekilde öpücükler eşliğinde boş ver diyordu. Ama ben onun bir alyans olduğunu bilirken, belimde süzülen eldeki Taehyun'un alyansını hissederken, durumun garipliğinden ötürü onu omuzlarından tutarak geriye çektim. Anlamsız gözlerle bana bakmasını umursamadan, eğilip aldığımda, Taehyun nefes nefeseydi.

"Bu yüzük kimin? Seninki elinde." Diyerek yüzüğün içindeki yazıyı okumaya çalışırken, Taehyun onu elimden almak istediğinde tek kaşımı kaldırıp ona baktığımda, gözleri paniklemiş ve az önceki hızlanan nefeslerinden daha farklı nefesler almaya başlamıştı. Göğsü daha iri kabarıp sönüyor ve bir bana bir de yüzüğe bakıyordu.

İçindeki yazıya baktım. "19 Ağustos 2018 tarihi var ve 'E&T' yazıyor sonsuzluk işaretiyle." Kafamı kaldırdığımda, "Bu yüzük kimin Taehyun?" diye sordum bir kez daha. O ise hiçbir şey diyemedi.

Diyecek olduklarıyla artık bir daha onun dediği hiçbir şeye inanmayacağımı bilmiyordu tabi. Çünkü ben sarsılmıyordum, ben kıyameti yaşıyordum.

Aşık olduğum adamın bana yaşatacağı cehennemin kapısını aralıyordum.

Bölümün sonu.

Bölümü nasıl buldunuz? Size yavaş gelebilir olaylar ama iki bölüm sonra, hızından kahrolacaksınız, bunlar kaos temellerim... girip de çıkmayacak türden ehehhe

Ben Nicotesy, yarın işe gideceğim şans dileyin.

(Jk'un üzerindeki şey buydu, benim çok hoşuma gittiği için bırakmak istedim)

 

Loading...
0%