@nicotesy
|
Selam ballarım, saat gecenin dört buçuğu be. İşe giden bu azize size yeni bölümü atmak istedi. Çünkü bu kurguyu seviyorum ve sizin de sevdiğinizi biliyorum... Lütfen, güzel yorumcuklarınızla desteklemeyi unutmayın. (uykum felaket var, yavşayamıyorum ama siz, size aslında bolca ilerisi için bıraktığım kaos spoilerini bulun tamam mı?) -yazım hatam varsa da af ola* İyi okumalar dilerim.
"Ol mâhiler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler." ...
Bir şeyler söylesin istemiştim. Öylece yüzüme bakarken almış olmalıydım ondan bu konudaki ilk cevabımı. Ancak insan sevdiğine hemencecik nasıl kötülüğü yakıştırabilirdi? Benim o aklı selim olmayan adamın çöl gözlerindeki karanlığından şimdi aydınlık olmayan neyim kaldı da ben ona gecem diyeyim? Sen beni öyle bir mahvetmiştin ki Taehyung, her şeyim sahte olsa ne yazar? Tek gerçeğimi aldın avuçlarımdan. Yalvardım. Ben sana nefret bilenmiş kalbimle bile yalvardım. Oysa sen beni yine de çok severdin değil mi? Batsın sevgin, batsın aşkın, batsın bu hikayemiz. Çılgınca döndürdüğüm yüzük aslında o vakit benim çevremde örülü bırakılmış olan halkamın ilki ama en sağlam olan zinciriydi. Ben bilmediğimden bakmayı sürdürdüm. O ise çok sakin bir şekilde boştaki elimi tuttu. Sanki bu tepkimi abartı bulmuş gibi. Benim az öncesinde onda gördüğüm tedirginliği yok saymış gibi. "Patronumun," diye başladığında, dudaklarının arasında canı sıkılmışçasına bir nefes alıp vermeyi ihmal etmedi. "Ben acele ile buraya geldiğimde, aracının torpido gözünde kalmıştı. Biliyorsun ki onun sağ koluyum ve her daim onunla istediği her yere giderim. Bu gittiğim yerler, bazen uygunsuz sayılabilecek yerler... yüzüğünü çıkarması gereken yerler olabiliyor." Bu son cümlesinin bende bıraktığı iğrenti duyguyla kaşlarımı çattım. Bu konulardan nefret eder ve şiddetle kınardım. "Bu durum bizi ilgilendirmez bebeğim." Diye yumuşatsa da hoşlanmamıştım bu durumdan. Taehyun'da sonuçta onunla oralara gidiyordu ve görmesini asla istemeyeceğim manzaralarla karşılaşıyordu. Bu o kadar korkunç hissettiren bir durumdu ki, daha şimdiden hiç bahsetmiyor olduğu patronundan nefret ettim, eşinden dolayı bir hüzün duydum. Bana bundan bahsetmiyor olması bunca zamandır, daha korkunçtu. Yine de bu duruma karşı sözlü bir tepki vermemeye dikkat ediyordum. Sabahki o tatsız konuşmanın devamı burada hararetli bir şekilde ilerlemesin diye. "Geri götürmek saçmalıktı. İlk gördüğümde bunu yapmayı düşündüğüm için gömleğimin cebine atmıştım. Durum sadece bu Jungkook. Sadece buydu. Onun üzerimde olduğunu farkında olmadığımdan panikledim ve bir de pahalı bir şey ya çizilmesin diye almak istedim elinden." Kıymetli olan o yüzüğü onun avuçlarına bırakırken, "Anladım," diyordum. "Sadakatsizlik kadar korkunç bir şey yok. Bu iğrenç. Hem de çok," sanki oracıkta ihanete uğrayacakmışım gibi bir ürperti ile kasıldım. "Onu bekleyen bir eşi varken, bu adamın başkalarıyla bir ilişki yaşıyor olması empati yapıldığında dünyamı başıma yıkacak kadar dehşet verici bir durum... Şartlar her ne olursa olsun, kimse kimseye bunu yapamaz. Aptal yerine koyamaz. Ve sen de bu onu yaparken eşlik ediyorsun. Buna göz yumuyorsun, bu senin hakkındaki düşüncelerimi ne kadar sarstı haberin var mı senin?" Dişlerim ani gelen kıskançlık duygularımla kasıldı birbirleri üzerine. Gözlerinin içine baktım. "Sen asla böyle bir şey yapmazsın değil mi? Bana bunu yapmazsın değil mi? Benden o kadar nefret ediyor olamazsın değil mi?" "Tanrım Jungkook," dedi gözlerini sıkıca kapatıp sakince açmaya çalışırken. O sevdiğim uzun parmaklarını iki yanağımı saracak kadar kavradıktan sonra burnumun ucuna bir öpücük bıraktı. "Olmayan bir şeyi oldurdun ve delirdin sevgilim. Sakın aklından böyle şeyler geçirme, ben senden başkasına dokunmayı bırak, bakamıyorken bile düşünüyor oldukların..." yanağıma iç gıdıklayan ıslak bir öpücük bırakırken gülümsüyordu. Ama ben sadece omuzlarımı silkiyordum. "Yine de söyleyeyim ben Taehyun. Eğer böyle bir şey olursa asla affetmem seni. Asla bakmam gözlerine. Yok olurum. Ve sen hayatında daha önce gerçekten olup olmadığımı sorgulamaya başlarsın. Âşık olduğum kadar nefretim olursun." "Olmayacak böyle bir şey," diyerek kızdı bana. Kafasını benden uzaklaştırırken sesi titriyordu. "Sensizlik diye bir şey yok. Bu uğurda bir tek sen yok olmazsın. Bende yok olurum ve inan bana bu sadece mecazen olmaz. Sen benim tek ve gerçek ailemsin. Evimsin. Eğer evimi yakacak olsam bile ilk kendimi yakarım." O her böyle konuştuğunda kalbimi dizginleniyordum. Bir insan nasılda bu kadar kuvvetli bir aşk iksiri edinebilirdi sözleriyle. Hiç utanmadan yuvarlayabilirdi birini. Hiç mi acımazdı? Uzaktan görenin heybetinden, tavrından, duruşundan mesafe bırakmak isteyeceği biriyken o; bana her daim elinden kayıp gidecekmişim gibi titrer ve belli etmekten asla çekinmezdi, fırsat buldukça dile getirirdi sevdiğini. Ben çevremde hiç görmediğimden böyle birisini, her daim şanslı hissettim onunlayken kendimi. Halbuki şans değildi benimkisi. Bir kördüğüm. Yanlış zamanda doğru sandığım bir ilişkinin bana olan bahtsızlığı. "Biliyorum," dedim ve iç çekerek başımı yasladım onun omzuna. "T harfini görünce bir garip oldum işte. Bizimki de öyle ya..." sonrasında sormadığım bir soruyla omuzunun üzerinden bakışlarımı ona doğru çevirdim. "Patronun adı neydi, hangi şirketin böylesine iğrenç bir CEO'su olduğunu merak ettim." "Birdenbire niye böyle şeyler merak eder oldun? İşler konusunda soru yok demedik mi?" dediğinde, beni cevaplamamasına bozularak çekildim onda dinlenmek isteyen başımı. Neden bu konuda bu kadar katıydı ki? Öğrensem ne olacaktı? Sanki yasadışı işler yapıyordu ve beni bundan olabildiğince uzak tutmaya çalışıyordu. Ama artık bana bir şeyler söylemeliydi bu konuda. Bana kendisi hakkında daha çok bir şeyler diyebilmeliydi. Çünkü o söylese bile ben onun alanlarını zaten hiç ihlal etmemiştim ki bu zamana kadar. Ne dediyse ve benden ne istediyse saygıyla karşılayarak hoş görülü davrandım. Fakat bugün ki Jimin olayından sonra bu nezaketin ardından aslında bazı işlerin döndüğünü bilmek, artık soracağım tüm sorulara kesin bir cevap duyma isteğimi arttırıyordu. Hatta bu saatten sonra bu istek, cevapsız kalmayacaktı. Yatağıma oturup iki elimi yatağın içine bastırırken mutsuzdum işte. İstediği şeyi elde edememiş bir çocuğun mızıkçılık yaparken edindiği yüz ifadesine sahiptim. Ve Taehyun bu halimi görerek hemen önümde dikildi ve eğildi. Dizlerini yere yaslarken, ona bu şekilde üstten bakıyorken ellerimi yummak istiyor ve itmek istiyordum ya da o an için gözlerime takılan köprücük kemiklerindeki o çukuru görmemek için sadece kafamı çevirip çevirmemekle meşguliyet ediniyordum. Fakat galip bir şekilde çekebildim bakışlarımı. Bundan nefret etmişti. Beni benden daha iyi tanıyor ve onu zor da olsa kendimden uzağa taşımaya çalıştığımı anlıyordu. "Peki tamam... Yeter ki gözlerime bakmamazılık yapma benim," dedi ve yine de ağzımı açıp tek bir kelime etmedim. Bu konuda kararlı olduğumu görsün istiyordum. Benden artık bir şeyler saklamamasını ve bir şey sorduğum vakit cevaplaması gerektiğini. Kısacık bir bakış attığımda sinir olduğumu görmüş ve pes etmesine yetmişti. "Teamin adı. Oldu mu? Bakacak mısın artık yüzüme?" "Olmadı ve bakmayacağım yüzüne falan da tamam mı?" Ellerini dizlerime koyarken, "Neden böyle yapıyorsun, ben sana ne yaptım? Bilerek mi canımı acıtmaya çalışıyorsun," dedi sitem edercesine ama kafasının karışık olduğunu ve daha söyleyecekleri varken yine de yumuşak davranarak beni kendinden fazlaca uzak tutmaya çalıştığını da anlayabiliyordum. Ama aklımı onun dudaklarının şehvetinden uzaklaştırıp böylesine farizalarla doldurmasına neden olurken, ne olmasını bekliyordu benden. Gayet de ılımlı davranıyordum bu ilişkimizin gün içinde alıyor olduğun çatlaklardan sızıntılarına karşı. "Şu an tartışmak istemiyorum. Tüm havam kaçtı." Uzanıp şakağıma bir öpücük bırakırken, "Ben hala aynı hava sahasında seni bekliyorum ama," dediğinde, gözlerimi devirmemek zordu. "Sorunlarımız varken beni öperek sakinleştirmeye çalışma," dedim ve küçük öpücükleri yüzümün ufak benlerinde dolaştı. Normalde bunu yaptığında ben kıkırdayarak ona bunu yapmamasını söylerdim. Ancak ilk kez tepkisiz bir şekilde duruyordum. Pes ederek kendisini geriye çekti. Dizlerinin üzerinden kalkarak yatağa, yanıma oturdu. Bir bacağını hafifçe kendisine çekerken, bana doğru dönmüştü ve benim de kendisine doğru döndürerek çıplak bacaklarımın üzerine parmaklarını bırakarak hafifçe okşamaya başladı. "Dürüst olacağım. Ne sormak istiyorsan sor bana. Yanıtlayacağım seni. Hiçbir şey senin bana gülümsemeyen yüzün kadar rahatsızlık veremez." "Jimin," dedim birdenbire. Madem dürüst olacaktı, bu zamana kadar öyle olduğunu iddia eden eşim, pekâlâ bende o dürüstlüğünü tam da şu an da yüzüne vurma niyetindeydim. Afallayarak, "Ne alaka o şimdi?" dese bile hiçbir şeyden haberi yokmuşçasına verdiği tepkiyi görmezden geldim. Nettim. "Ona neden bana göz kulak olması için para veriyorsun Taehyun," derken de direkt olarak bir şüphe değil, kendinden emin sorularla yaklaşıyordum ona. Dudaklarını ısırıp bıraktı. "Bunu sana o mu söyledi?" dediğinde sinirli gibiydi. "Normalde sana söylememi istemedi, ama sana yalan söyleyecek ve gizleyecek biri değilim ben. Bundan ne kadar çok nefret ettiğimi iyi bilirsin." "Biliyorum... ne yazık ki bunu çok iyi biliyorum." Gözlerini usulca kapattı. Nedense bunu söylediğinde bundan nefret etmiş gibiydi. Yine de çöl gözlerini bana yeniden açarak sunduğunda, "Kırıldın mı bana söylemedim diye?" diye sorarken sesi yumuşak ve samimiydi. "Ama sevgilim asla kötü bir niyetim yoktu. Sadece," dediği anda onun hep söylediği şeyi ben söyledim bıkmış bir biçimde. "Sadece benim gerçekten iyi olup olmadığımı bilmek istiyordun değil mi? Her zaman söylediklerinde cümleye bununla başlıyorsun." "Evet," dedi ve çekindi. Çünkü ben ilk defa alttan almıyordum bazı şeyler. Dolup taşmıştım ve o da gayet de bunun farkındaydı. "Ama Taehyun, sen benim yanımda olmadığın zaman ben zaten çoğu zaman iyi değilim. Bunu zaten biliyorsun. Ve senin daima yanımda olman için şu bitmek bilmeyen borcunun bitmesi gerektiğini kendi ağzınla söyledin sen." Bu durumun çelişkisini ve saçmalığını anlatıyordum, çünkü bir şekilde Taehyun bana anlattığı şeylerin aksine para israfı yapıyordu. Ben onun için bunca kısıtlamalar yapmaya özen gösterirken. "Sonra da gidip bunun için Jimin'e para veriyorsun. Birlikte yaşayacağımız günlerin ömürlerini kısaltıyorsun. Ne hissetmeliyim bunun için, sen söyle? Çünkü benim hissettiklerim canımı yakıyor ve ben seninle yine aynı şeyleri konuşuyor gibi olmak istemiyorum. Bu beni fazlasıyla yoruyor." "Seni seviyorum ben Jungkook. Senin için ve geleceğimiz için yapamayacağım hiçbir şey yok." Çok kararlı ve zaten bunu iliklerine kadar yapıyormuşçasına bir savunmayla söyledi bunu. "Sen benim her şeyimsin. Haklısın, bu yüzden," diyerek soluklandı ve beni kendisine çekip göğsüne sakladı sıkıca. "Üzülme diye söylemek istemedim. Ben sadece tek bir işte çalışmıyorum uzun zamandır. Ek bir işe daha başladım. Evde kaldığım boş vakitlerde bir şirketin muhasebe işlerine bakıyorum. Aptal diplomanın bir işe yaraması gerekiyordu ve bende hiç istemesem de yapıyorum bunu bizim için." Göğsünde yaslı olduğumda, kalbindeki o sert ritim, benim içindi ve ben orada asla yanlış, yolunda gitmeyen bir şey bulamıyordum. "Ve sana yemin ederim, sadece bir ya da iki yıl çekeceğiz bu sorunu. Sonrasında tamamen özgür olacağım ve gideceğiz. Nereye gitmek istersen orada liman edineceğiz. Sen ve oğlumla yaşlanacağım. O zaman tüm çekiyor olduklarıma değer diyebileceğim ben." Alnıma yasladı alnını. Yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Onu suçlamaya çalışmak benim aptallığımdı. Sadece üzülmemi istemiyordu. Ve ben, "Kendine bu kadar yüklenmemeliydin," derken şakağında tek tük çıkmaya başlayan sakallarını parmak uçlarımla okşuyordum. Sıcak nefesini, ılık göğsünün göğsüme bıraktığı baskıyla beni tamamen kendisine çekerken karşı koymadım. "Buna değecek olan sensin. Biziz. Gerisi umurumda değil." "Taehyun," dedim sızlanarak. Onun her koşulda bana olan zaafından dolayı bunca zahmetli düşüncelerin esaretiyle ona göre doğru ve bana göre yanlış gelen bu şey için, onunla bir olmak her zaman ilk tercihim oluyordu ve ben kasıtlı olarak yenilmek istiyordum. Bundan başkası doğru gelmiyordu. O ve onunla bütün olacağım her an, benim en doğru pusulam olabilirmiş gibi. "Beni öp, ama öyle bir öp ki sussun tüm sesler." Ve dilediğim gibi dokundu dudakları dudaklarıma. O zaman onunla olan esaretim başladı. Mühür bu olsa gerekti, sadece onun gani toprağında çürüyüp gidecektim ve o soluklu öpücüğün sonunda tekrardan yeşerecektim. Öpücüklerine karşılık verirken, memnun mırıltılarıyla çağrışım neonlarını dakikada bir çakıyordu sanki. Elleri belimin oyuntusun da mesken edinirlerken, yüreğimin hava sağasında yalnızlık bir bıçak gibi çekiliydi bundan sadece birkaç dakika öncesinde. Oysa dilimi dilinin üzerinden kaydırırken, alt dudaklarının dolgunlarını ısırıp bırakıyordum. Yetmiyor, kucağına çıkmaya çalışarak ellerimle boynundan sarılarak karşılık vermeye çalışıyordum benden söküp almak istediği şehvetimi. En şaşılası şey ise, onunla bu hale geldiğimizde ilk gecemde olduğu kadar tutkulu ve heyecan dolu olmamdı. Her daim bana dokunurken, dokunduğu yerle taparcasına okşaması, öpmesi, nefeslenmesi, ısırması ve oralara fısıldamasıydı. Yaşamaktan çok ölmeye yakın gibiydim, öleceğini bilen bir insanın son dakikalarında arzuladığı bir yaşam tutkusunu paylaşıyordum onunla paylaşıyor olduğum bu eşsiz anlarım için. Gözleri, gözlerimi gece yarısı bırakıyordu ve ben perde inmiş bir halde kucağındayken yatağa serilmiş bir çarşaf gibi boylu boyunca uzanırken bana tepeden bakıyordu. Dudaklarındaki o karakol kırmızısı rengindeki ışıltıya bakarken, o bana karşısında bir mucizeyi izler gibi bakıyordu. Kumaş pantolonun kemerinin tokasını çözerken, "Son durağıma binmeye hazırım," dediğinde istemsizce güldüm. Tüm erotik havasını amansız bir kirli konuşmaya çevirmeye çalışırken utanıyordum. "Sanırım bu gece pilot olmak istiyor birileri." Sabırsızca altında kalan son parçasını sıyırıp attı. "Seni uçuracağımı biliyorsun yani," diyerek sırıtarak üzerime eğildiğinde, "Emin olduğumu görmeme ne dersin?" diye bir atıfta bulundum. Bu çok hoşuna gitmişti. Üzerimdeki tül ceketin çıkmasını istemediğini belli ederek, tırnağının ucunu göbeğimin etrafında dolandırıp altımda kısacık duran iç çamaşırımın lastik kısmına doğru sürüklerken. Orada durup asılıp bıraktı. "Sanırım ilk kalkış rotamız buradan olacak," diye devam ettirdi. Bu sefer gülümseyemedim. O dilini dudaklarının üzerinde ezerek tenime ıslak ve içine çekecek şekilde dokunmaya hazırlanırken. "Çok iddialı bir yer seçimi..." diye mırıldandığımda, çoktan ilk kesif hamlesini yaparak tam kasıklarımın üzerini öptü. Ürpererek kendimi kasarak içe çekerken, eliyle sol omuzumu kavramış ve yavaşça sıkmıştı. O dişleri arsızca iç çamaşırımın üzerinden güneyimin sınırına kadar kayarken, onun bu halimden bile dolayı kabaran penisiyle oynamak istercesine dizimi hafifçe kırıp oraya bir baskı uyguladım. Benimle oynadığı gibi oynamaya çalışarak. "Yapma, önceliğim sensin. Tapınağına sunaklarımı bırakırken beni engelleme. Çünkü daha sonrasında bolca günah çıkarmak için girip çıkacağım oraya." Dilini her daim sözlü ve sözsüz şekilde kullanmayı biliyordu. Ben de onun bu yüceliği karşısında tüm günahlarını çıkarışını, yüksek sesli haykırışlarımla eşlik ettim. İçimde bıraktığı dölleri içinde sarsılmış, tüm vücudum bir oyun hamuru gibi onun parmaklarının oyması eşliğinde kalakalmıştı. Onun içimden çıkmadan boynumda solunurken, sarılmış haldeydik. Kollarım onun geniş sırtında duruyor ve terinde yumuşayan kokusunu zımbalıyordum ciğerlerime. "Yolcuğunuz güzel miydi efendim," diye mustariptik yaparken omzunu ısırdım hafifçe. "Devam ettirme şunu ya." "Peki peki," diyerek içimden çıkarak yanıma uzandı. Bana sarıldı. Normalde bu tarz birlikteliklerimiz de daha duygusal olması gereken ben olmalıymışım gibi düşünürken Taehyun bu konuda hep benden önceydi. "Eğer hayatıma hiç girmeseydin. Beni sevmeseydin. Ne yapardım Jungkook? Hayatımın bir amacı olmadan yaşayıp giderken ölürdüm muhtemelen. Ama sen beni yaşatıyorsun. Bencillik olarak düşünebilirsin ama sen olmasaydın ben yaşayamazdım. Ben yaşamak için senin her bir zerrene bir köpek gibi muhtacım." İç çekerek, "Ben her daim yanında olacağım. Seni asla bırakmam. Her zaman beni kaybedecekmişsin gibi konuşma. Bu ilk zamanlar hoş olsa da sen olmadığında endişelenmeme sebep oluyor," diyerek burnunun ucundan öptüm. "Anladın mı beni koca oğlan? Sen ancak ben ölürsem kurtulabilirsin benden." "Tamam tamam. Sen böyle konuşma." Dedi bu ölüm konusundan hoşlanmayarak. Bu endişesini daha çok ailesini kaybettiği için böyle olduğunu düşündüğümden yüreğim sıkışıyordu. Benimkilerde hayattaydı ama onları da kaybetmiş sayılırdım. Ve ben onların sağ olduklarını bilmeme rağmen içim fazlasıyla acırken, onu düşünemiyordum böyle. Kollarında olan yerimi sağlamlaştırdım. Tembel bir yorgunlukla sıcaklığında devam ettim. Uyuşmaya ve uyuklamaya başlamıştım bile çoktan. O da saçlarımı okşarken, bu zaten kaçınılmazdı. Ta ki bebek telsizinden yükselen Minjun'un ağlama sesini duyana kadar. Hemen yumulmuş gözlerimi açtım. Ama Taehyun uyumam için yanağımı öptü. "Sen uyu güzelim. Ben oğlumuza bakarım." Dedi ve teşekkür ederek sessizce yumdum gözlerimi. Taehyun kalktığında eksiklensem bile daha tam uyumasam bile Taehyun'un odadan çıkmasını, Minjun'u yatağından çıkararak pışpışlamasını dinledim telsizden. "Zamanlaman mükemmel oğlum," diyerek gülerken aklından neler geçtiğine dair tahminlerimle tebessüm ederek uyuya kalmıştım. Derin bir hipnoz. Sonra boğazımda bir yanma. Uyandım. Kâbus görmüştüm ama bunu hatırlamak istemedim bile. Taehyun'un gözlerimin önünde öldüğünü gördüm ve çıldırdığımı sanmıştım. Dün geceki son konuşmamızın üzerine bilinç altıma bu korkunç bir varsayım olarak sinmişti. Ama şimdi etkisinden çıkamadığım hissettiklerimin, bunun sadece bir kâbus olarak kalmasıyla derin bir iç çekerek sakinleşmemi sağladı bir nebze de olsa. Yine yanı başımda bulamadığım Taehyun yüzünden huzursuz olmaya devam ettim. En azından onun yattığı tarafta elimi gezdirirken sıcaklığı tazeydi. Yeni kalkmış olmalıydı. Yastıkta huzurla başımı döndürdüm. Pencereden bir ışık süzülüyordu o sırada; günün bu saatine göre çok yoğundu. Biraz izledim ve apar topar kalktım ani gelen dürtülerimle, pencereye doğru yaklaştım. Her taraf bembeyazdı sanki. Bahar bu sabah çok hızlı uğramıştı bu bölgeye. Kusursuz, kadife, parlak taşlarla bezenmiş bir örtü gibi pürüzsüzce yeşilliği cezbediyordu, üzerine vuran aydınlıkla ışıl ışıldı. Güneş ışıkları her yeri aydınlatmamış olmasına rağmen rahatsız edici şekilde süzülüyor her yere. Göz bebeklerimin içinden sızıyor; bütün hücrelerimi sarıyor. Hiç bu kadar gözümü almamıştı bu zamana kadar.... Yine de garip bir mutluluk ve coşku tarif edilmez hisle doldum. Taehyun ana kucağına aldığı Minjun'la birlikte eline aldığı piknik sepetini arabaya taşırken, piknik yapma isteğimi gerçekleştiriyordu. Ailecek bunu yapmayı çok istemiştim ama onunla asla fırsatımız olmamıştı. Onunla sahiden de kalacak olduğu bu haftayı en güzel şekilde gerçekleştirmek istiyordum. Ve Taehyun beni uyandırmaya gelmeden hazırlanmalıydım. Acele ile duşa girmiş, kendimi güzelce temizledikten sonra yapmam gereken bir şey vardı ama onun ne olduğunu hatırlamayarak bu havaya uyumlu olacak bir beyaz tişört ve rahatça hareket edebilmek için bacaklarımı sıkmayacak bol bir kot seçmiştim. Bunu yaparken bile Taehyun ile ne kadar farklı bir tarzımızın olduğunu düşünüyordum. O hep klasik ve retro takılırken, ben daha çok spor ve bol şeyler giymeyi tercih ediyordum. Uyumsuzduk ama onunla her daim uyumlu buluyordum. En azından o bu hallerimi seviyordu. Bu da yeterliydi benim için. Saçlarımın nemini alıp fotoğraf çekeriz diye saçlarımın ucuna biraz saç köpüğü sıktım. Islak ve kıvırcık durmasını istiyordum. Kendimi hazırlayıp odadaki küçük dağınıkları toparlamış, kirlenmiş örtüleri makineye atmış ve yeni yatak çarşaflarını sermiştim. Pencereden onları bir kez daha kontrol ettiğimde, Taehyun bu sefer bebek arabasını taşıyordu arabaya. Yürüyüş yaparız diye. Sanırım her şeyi düşünmüş ve bana yapacak bir şey bırakmamıştı. Bana da sadece onlara eşlik etmek kalmıştı. Bahçeden çıkıp yanlarına gittiğimde Taehyun şaşkın görünmüyordu. "Birileri bizi pencereden gözetmeyi bırakıp, hikâyenin has oğlanı olarak yanımıza gelebildi demek," diye dalga geçerken gülerek omuz silktim sadece. Minjun'a bir oyun gibi gelmişti babasının kucağında oraya buraya gitmek. Meraklı çekik gözleri aynı Taehyun gibi bana barken kokusunu özlediğim oğluma dudaklarımı büzerek yaklaştığımda, "Jungkook," diye seslendiği için eğmiş olduğum kafamı kaldırmamla Taehyun benim dudaklarımı öpüp bıraktı. "Büyükten küçüğe doğru öpmelisin bizi aşkım." "Sen Minjun'dan daha bebeksin haberin yok," dedim göz kırparken. Ama arsız bir şekilde elini kalçama atıp sıktı. "Bu konuyu daha ayrıntılı konuşalım mı güzelim? Bilirsin bebekler çok hızlı acıkırlar. Beni sonra hemen doyurmak zorunda kalırsın falan filan." Ona iflah olmaz sen diye kafa salladım. "Senin karnını madden olacak şeylerle doyurmak benim sağlığım açısından daha doğru olacak sanki." Ve ondan sonra onu görmezden geldim ve oğlumu kollarımın arasına alarak öpüp kokladım. O da sadece bizi izledi. En sonunda, "Gidelim hadi, güzel bir yer kapmamız lazım. Bugün hava çok güzel. Birçok insan bugünü bizim gibi değerlendirmek isteyecektir," diye bizi bu yeni siyah lüks araca bindirtirken, Minjun'u dikkatli bir şekilde bebek koltuğuna yerleştirdi. Canı sıkılmasın diye o çok sevdiği ve bazen ona sarılıp uyumak isteyen küçük ayısını da kucağına verdi. Ve bana sırıtarak bir müzik açtığında, Taehyun bu aracın içinde daha da yakışıklı duruyordu. Özellikle dinleyeceğimiz bir müzik açıp aracı ilerletmeye başlarken. Ona hayranlıkla bakıyordum. O da onu izlediğimi bilerek kışkırtıcı davranıyordu. Siyah gömleğinin yakalarını bir düğme fazla açık bıraktığı gibi, kol manşetlerini de kol dirseklerine kadar katlamıştı. İnatla dudaklarını ısırıyor, tek elle kullandığı direksiyondan havalı durduğunu bilerek tek elini oyunbozan şekilde bacağımı sıkıp bırakmaktan geri kalmıyordu. Hayran olmuş gözlerle, "İlerde borçlar bitince kendine böyle bir araba almaya çalışmalısın. Çok pahalı ama sana yakıştı," dedim. Kurduğum cümle övgü içeriyordu ama o bundan pek hoşlanmayarak elini bacağımdan usulca çekti. "Bana yakışan tek sensin," dedi. Neden böyle bir şeyi sinir olmuş gibi söylemişti onu bile anlamış değildim ya. Kafam karıştı ve önüme döndüm sessizce. Artık onu izlemiyor, dikiz aynasından Minjun'un ne yaptığını izliyordum. Onu saatlerce izleyebilirdim. Çok fazla yüreğimi kabartıyor ve beni mutlu ediyordu. Öyle ki sessizleşen yolculuğumuzun sonuna geldiğimizde Taehyun, "Ben demiştim ama," diye sitem ediyordu. Anlamayarak önüme döndüğümde ilerdeki ormanın içinde duran minik gölün orada duran beş kişilik bir aile sanırım bizi yerleştirmek istediği yeri kapmıştı. "Şansım yok ki benim. Neye heveslensem zaten... neyse." Gerçekten çocuk gibi sinirlediği şey karşısında gülmeden edemedim. O da durumun saçmalığını anladı ve gülüşüme eşlik etti. "Oradaki ağaca salıncak kurup seni sallayacaktım ben. Şimdi yapacaklar listesinden onu elemek zorunda kalacağım," diye kendisini açıklarken, üzülme sırası bendeydi işte. "Pekâlâ, şansımız gerçekten de fazla yokmuş." Sonrasında bir aracın daha arkamızdan geldiğini görünce panikledi. "İkinci en güzel yeri de kimseye kaptıracak değilim. Jungkook ben önden birkaç eşya alıp yerleşiyorum, sen oğlumuzun eşyalarını al yeter tamam mı?" Onu onayladım ve gülücükler yüzümden hiç eksilmedi o sırada. Engel olamıyordum da. Biz çok güzel bir aile olmuştuk işte. Annem ve babamın bizi götürdüğü pikniklere benzemişti. Babamda böyle şeylere takılırdı ve annemde onun bu abartılı yer bulma telaşına gülerdi ya da sinir olurdu. Ben gülme taraftarıydım işte. Arabadan inip arka koltuğun kapısını açtım. "Aşkım baba bizi nereye getirdi böyle," diye severek onun yanaklarını seviyor ve yanında duran bebek çantasını almaya çalışıyordum. Ama Taehyun içini nelerle doldurduysa, Minjun'un yüzüne çarpmadan çıkarırken yanındaki sululuğu arabanın iç zemine düşmüştü. Koltuğun alt tarafına kaydığında elimi uzatıp aldığımda elime sululuğundan önce başka bir şeyler çarpmıştı. Parmak uçlarımla asılıp sert kıvrımlı, dikdörtgen biçimdeki ağırlığı çekip alırken karşılaştığım şeyle iki kaşım havaya kalkıyordu merakla. Bunlar yüzden fazla kartvizitin lastikle tutturulmuş bir destesiydi. Oldukça kaliteli ve şık bir tasarımı vardı. Siyah ön kapağında 'Kim Holding' yazıyordu. Demek ki patronunun soyadı buydu Taehyun'un. Arka yüzünü görmek için tamamen çevirirken görmek istediğim kısımda beklediğim isim bu değildi. CEO kısmında, Kim Taehyung ismi yazıyordu. Ve Taehyun bana adının Taemin olduğunu söylemişti dün gece. Düşünmek yüreğimi öyle acıttı ki ağlayamadım bile o sırada. Yine yalan söylemişti bana. Ama neden? Neden yapıyordu bunu bana? Ama öğrenecektim. Keşke öğrenmeseydim diyeceğim şekilde öğrenecektim. Çünkü gördüğümle kafamı kaldırdığım da kendi çapında bir mucit gibi halı sermeye çalışan adam benim yuvamdı, benimdi. Peki o kadının yanındaki adam kimdi? Benim hiçbir şeyim olmayacağı kesindi.
Bölümü nasıl buldunuz bakalım? Sizce de gerçek bir aile gibi değiller mi? :( neyseemmm, diğer bölüm o beklediğiniz sahne geliyor... çok feci geliyor. heyecandan parmaklarım kasıldı, yazmak istiyorum en kısa sürede. zırlama seanslı bölümler bekleyin beni, sizi dram ve kaos seven birine yönlendireceğim (yani ben-mizah desen var hanjsdfkhlgfd) Ben Nicotesy, günaydınlar... |
0% |