@nicotesy
|
Selam ballarım, o kadar uzun bir bölüm oldu ki, ikiye ayırmak istemedim. Çok tatlış ve uww bir bölüm oldu ehehhe Umarım seversiniz, aceleyle yazdım, işe gitmem gerekiyor, yazım hatası varsa da affola. İyi okumalar :) Vote sıınırı: 150 Yorum sınırı: 500 (içten yorumlar bekleniyor) ... ""Yalnızlık bir yağmura benzer." Yağmurlarda sırılsıklam ellerim..." ... Bölüm 7: Gökyüzünden düşmüş bu yaşlar, her biri yıldız tanesi. Gözlerin yamacında küçük kuşlar, tüm cıvıltılarını soldurarak hareket halindeydi. Ölen bir ruhun ıstırap çekişlerinden son çığlıklarını koşarcasına yol adımlarından harcayıp eşeliyordu. Öyle bir yürek burmasıydı ki bu, araca binerken bile geride kalmak isteyen son soluk kalbinin atışını da bırakır gibiydi. Ağlarken, karşılıklıydı bu sükûnet. Yabancılara doyurulmuş olan isyanlara. Jungkook, bitmişti ve bitmiş olan bu bedenini onu sağ bırakacak olan oğluna kavuşturmak dışında bir şey istemiyordu. Ufak hecelerle kaçtığını sandığı bir harabeydi artık onunkisi. Koşuyordu, kanıyordu ama yine de kaçamıyordu tutsak kılındığı gerçeklerinden. Gölgesi kıldığı ruhunun penceresinden bu gece ayın yüzü ona kasvetten, yaş düşürmekten başka bir işe yaramıyordu. Bindiği taksideki orta yaşlı, ondan rahatsız olduğunu belli etmekten çekinmeyen adamın o an için garip davranışlarının sebebini bile hemencecik anlayamıyordu. Çünkü önünü göremiyordu. Kör ettiği gözlerinden taş kuvvetinde sert olan yaşlar düşürmekten başka bir şey yapamıyordu. Eğer zamanında orada olan taksici olduğu yerde kalmaya devam etmiş olmasaydı, Taehyung'un onu yakalayıp bu acımasız gelen yüzleşmenin tokadından sonra daha fazla yara alacaktı. Ruhunda mor çiçekler açacaktı belki de. Ama şimdi elini ağzına bastırmış, hissedemiyor olduğu alyansının gücüyle örtüyordu. Çırılçıplak ruhunun yaralarını örtüyordu utancından. Nasıl diyordu hep, nasıl bana bunu yapabilmişti? Bana nasıl kıyabilmişti. Sadece onu her şeyden çok sevmişken ben ona ne yaptım da bana karşı bu kadar kötü kalmıştı? Her şey yalan mıydı? O tutuklu kaldığım tutkulu geceler, hasretinden bayır bayır döşediğim yaşlarım, vazgçeşilerim, dünyaya ona benzer birini dünyaya getirişim. Ben çok mu değersizdim de onun için bana bu yaptı? Benim kıyamadığım ellerine bir başkasının adını taşıyan gerçek bir yüzüğü takarak, beni sonrasında sahtesi yaptı. Sanki aldatılan ben değildim. Aldatmasını sağlayan bir ahlaksız galine getirdi. Tüm bunları unutamayacaktım, ancak tüm bununla nasıl bir ömür yaşanırdı? Daha şimdiden onu tamamen gerimde bıraktım diye gurursuz gelen bir aşk acısını sahipleniyor, hayal kırıklarımdan biri olduğu gibi en büyüğü olmasını hazmetmeye çalışıyordum, diyordu. Bununla dalgın sularında boğulurken; Taehyung deliriyordu o kaybolduğu dünyanın en beniz derin suların içinde. Çünkü bunun son olduğuna inanmak istemiyordu. Her şeye dayandı, her zorluğa ancak hiçbirinde bu ihtimal yoktu. Jungkook'u kaybetmek. Bunun için çok uğraşmıştı. Bunun için çok çabalamıştı. "Hayır," diyerek arkasından koştuğunda ve onun arabaya düşük omuzlarından yıkılarak artık kendisinden çok uzağa giden haline bakarken, Jungkook'un onun her gidişinde izlediği o ağırlığı sırtlıyordu. "Hayır, bu gerçek değil." Diyerek yüzünü tokatladı. Elinin izinden sürüdü. Jungkook'da ona o şekilde vurmuştu. Aynı öfkeyle, aynı hayal kırıklığıyla. "Sensiz olmaz." Saçlarına asıldı. "Uyan Taehyung, uyan bu kabustan. Yine kâbus görüyorsun, uyan. Jungkook seni bırakmaz. O seni seviyor. O beni seviyor." Soluğu ona keskin bir acıyla döndü. Gerçekti. Onun o halini izleyerek endişeyle yanına gelen Jimin karşısında ürkek bir biçimde çekinerek duruyorken, ne yapacağını bilmiyordu. Böyle anlarda birine nasıl yardımcı olunurdu ki. "Bay Kim," dedi çekinerek. Adamı hiç bu kadar kendisini kaybetmiş görmemişti. "Kolay değil onun içinde. Zaman tanıyın." Taehyung donmuş zaman içinde kendisine gelmeye çalışıyordu. Kabusundan sıyrılmaya çalışıyordu. "O gitmedi," dedi, havanın karanlık ayazıyla kendisini kesmek istercesine. Gözlerinin içine ateş düşmüşçesine kırptı. Ve şaşırarak karşısında duran Jimin'e baktı. Sonrasında kafasını evinin açık kalan kapısına. Tüm ışıklar yanıyordu. Sanki Jungkook oradaydı ve Minjun'u kucağında hafifçe sallayarak kendisine bakıyordu. Ama sadece o öyle hissetmek istiyordu. "Gitti, o artık yok mu?" sayıkladı uzun. "Benim Jungkook'um yok. Benim her şeyim yok." "Lütfen efendim, sakinleşin. Kendiniz için her şeyi daha kötü yapacaksınız. Onu tamamen kaybetmek istemezsiniz değil mi?" dedi Jimin. Durumu farkına varmasını ve kendisini toparlaması için. Bunda ne kadar başarılı olacağı muammaydı. Çünkü bugün Taehyung'un yok olduğu gündü. "Onu zaten kaybettim." Sesi öylesine derinlerden nüksetti ki, Jimin bir adım ondan uzaklaştı. "Ona hayatımı anlatsam bile affetmeyecek beni. O benim gibi biri değil. Ben mahvettim onu. O mükemmeldi, kusursuzdu. Bunu biliyordum. İlk görüşte âşık oldum ona ve ben bile bile çıkmak istemedim bu bataklıktan. Kendim gibi iğrenç birini sakındım ondan, sefil hayatımdan saklamaya çalıştım. Başaramadım. Ben her şeyi mahvettim. Ben onu mahvettim. Affetmeyecek beni. O gözlerindeki hayal kırıklığında öldüm ben çoktan. Kahretsin. Oysa çok az kalmıştı. Gerçek bir aile olmamıza çok az kalmıştı." Taehyung evin ışıklarının tek tek söndüğünü görüyordu artık. "Cennetimin karanlığında boğuluyorum, ona gitmeliyim." Diyordu bilinçsizce. Çünkü bunu yapmazsa delirecekti. Bu görüşü, onun son görüşü olmamalıydı. Onu görememe düşüncesine katlanamıyordu bile. Sanki biri beynini çatalı batırıp çıkarıyordu. "Her şey bu kadar karmaşıkken yapmamalısınız." Diye uyardı onu Jimin. "Önce sırlarınızdaki taşlarınızdan kurtulun. Jungkook," dedi ve yutkundu sertçe. O çocuğun yaşadıklarından dolayı büyük bir vicdan azabı çekiyordu. "Bunu hakketmedi. Şimdi daha beter kavgalar edeceksiniz ve ilerde sizi dinleyecek olsa bile dinleme ihtimalini almış olacaksınız. Biraz sakinleşmesini bekleyin." Taehyung bu uyarıyı dikkate almak istiyordu ama yapamıyordu. Sadece bu basirete bağlanmış hayatından kurtulmaktı tek niyeti. Ve geriye bakıp da bu sindiremediği yokluğa gözleriyle veda edemeden hızlıca aracına yöneldi. Jungkook'un anılarıyla dolmuş bu yuvayı sahiplenemiyordu. Sevdiği adamı ve oğluydu her şeyi, şimdi gerçekten gizlice savaştığı ailesine karşı apaçık savaşacaktı. Eğer Jungkook hayatında tekrar olacaksa buna değerdi? Ama bunu gerçekten yapmaya cesareti var mıydı? Bunu yaparsa gerçekten kavuşabilecekler miydi? İzin vermezlerdi ki. Bu nedenle Jungkook'un gittiği yolun istikametinden süratle bastı aracının gazını. Başı çatlayacaktı neredeyse. Günlerce ağlayacağı kadar canı yanıyordu ama o bir umut beslemeye çalışıyordu. Şu hayatında sadece bir kere diz çökmüştü. O da Jungkook'a evlenme teklifi etmek için. Bunu bir kez daha yapmaya hazırdı. Jungkook dışında birine asla yapamayacak kadar gururlu olsa da eğer bu davranışı sevdiği adamı kendisine getirecekse buna razıydı. Ama Taehyung çoktan en büyük hatasını yapmıştı. Ve kafası o kadar Jungkook ile meşguldü ki göremiyordu. Kendisini alevlerin içine attığını. Ailesi gördüğü bu iki insanın bir anda çevresini saracak olan kötülüğün kavramlarını. Keza Jimin ona Jungkook'un eve çok kötü bir şekilde geldiğini attığı mesajla yemekli toplantısını yarıda bırakarak kalkıp gelmişti. Sanki bu ani, alışageldik olmayan davranışıyla yakınında görünen ama her daim ensesinde hissettiren akrabalarının dikkatini çekmişti. Zaafını arayanlara zaaf yolları tanıyarak hamle düşürmüşlerdi. Öyle ki o kurtuluşuna gitmek için hamlede bulunmak adına, aile kavramının belgelenmiş adresinde ilerlettiği kahır dolu yolculuğunda, en sevdiği ve en gerçek gördüğü ailesinin de birileri peşindeydi. Olan biteni anlamak için. Jungkook'un, Kim Holdinglerin tek varisi olan Kim Taehyung'un böyle bir yerde, böyle bir adamla ne işi olduğunu ve aralarında ne gibi bir bağ olduğunu çözmek gibi. Taehyung çoktan gece yarısı olmuş bir vakitte evinin otoparkına aceleyle arabasını bırakırken, ardından gelen şoföre anahtarı üzerinden almamasını söyledi. Bunu o kadar bilinçsizce yapıyordu ki, beş katlı büyük evin dördüncü katında olan karısıyla olan hapishanesine girerken yüzünü sabit tutmaya çalışıyor, asansör aynasından kendisine bakamıyordu. Baksaydı, ne kadar perişan göründüğünü ve göründüğü halinin güvenlik kameralarında ne kadar çok merak edilesi bir hal olduğunu anlardı. Ancak bunu umursamıyordu. Eun ile yani karısıyla konuşması lazımdı. Gerekirse onun Jungkook ile konuşmasını, her şeyi anlatması için yalvaracaktı. Aralarındaki ilişkinin onunla tanışmadan önce bittiğini söyleyecekti. Ne kadar aşağılıkça ne de acizce bir istekti doğrusu. Krem rengindeki odasının kapısına geldiğinde, önce kapıyı çaldı. Bir yabancı gibi. Eun'un telefonuna bıraktığı ondan fazla cevapsız çağrıyı görseydi, karısının zaten uyumayıp onu merak ederek odada beklediğini bilirdi. Ama Taehyung sadece Jungkook'u düşünebiliyordu. Onu ne kadar üzdüğünü ve şu anda nasıl da çok acı çekiyor olduğunu. Kapı çaldıktan sadece saniyeler sonra Eun zaten koşarak kendisine kapıyı açmış, Taehyung'un bu haliyle bozguna uğramıştı. "Taehyung," dedi sessizce. Dikkat çekmemeye çalışarak onu kolundan tutup içeriye çekti. Sürekli izlendiklerinden diken üstündeydi. Taehyung o andan sonra hareket etmeye gücü yoktu. Tüm gücünü buraya kadar gelebilmek için harcamıştı. "İyi misin? Çok endişelendim senin için. Baban sürekli seni sordu bana. Babamda arayınca da açmadım ne diyeceğimi bilemediğimden. Sen bana haber vermeden yok olmazsın. Her şey yolunda mı?" "Bitti. Her şey bitti. Öğrendi. Beni terk etti." Dedi. Ve ağlamaya başladı. O kadar dayanamıyordu ki kaybetme sebebi olan karısının kendisini kollarının arasına alarak sarılmasına bile engel olamıyordu. "Canım çok yanıyor. Onu kaybettim. Öylece gitti. Giderken bana öyle bir baktı ki, sahiden de öldüğümü hissettim. Öldürdüğü beni hissettim bakışlarından. Her şeyimdi ve her şeyimi alarak gitti." Titriyordu Taehyung. Duygusal bir sinir krizi geçirmek üzereydi. Hep aynı şeyleri sayıklarken Eun korkuyordu onun bu hallerinden. Ara sıra geçirirdi bu atakları uyurken. Kâbus görürdü hep. Düzenli içtiği ilaçları vardı ve hep aynı şeyleri sayıklardı. Jungkook'un adını. Öyle çok kıskanıyordu ki onu. Bu derin bir kötülük yapma isteğinden değildi, neden beni değil de onu sevdin demek gibiydi. Oysa o da seviyordu Taehyung'u.. Yıllardır aynı duyguyla hep Taehyung nasıl isterse ona öyle davranmıştı. İlk zamanlar alışmaya çalıştığı karısıydı onun gözünde. Sonra aynı dertten mustarip insanlar oluvermiştiler, ardından arkadaş ve şimdide sırdaş. Neden hiç âşık olamamışlardı ki? Belki Taehyung'a bir evlat verebilseydi, farklı olurdu diye düşünemeden edemiyordu. Bu eksikliği yüzünden canı o kadar acıyordu ki, gördüğü tedavilerin her defasında karşılıksız bulması ve bunun için gizlice verdiği çabalar... Çaba içindeki acıları. Bunu dışarıya belli etmemek için hep yalnız kaldığı zamanlarda ağlıyordu. Bununla kendisini acındırarak sevmeye zorlamayacaktı. Taehyung'u gerçekten seviyordu. Onu korumak istiyordu. Bu istek, ona çok tehlikeli ve geri dönülmez hatalarda bahşediyor olacaktı. "Taehyung, bu bir gün olacaktı. Sana bunu ilk söylediğinde de söylemiştim. Ama," dedi ve ne diyeceğini bilmiyordu. Bahane edilmiş duygularıyla gözleri sulandı. Taehyung'un saçlarını şefkatle okşuyordu ancak Taehyung kendisini geriye doğru çekti. İstemiyordu. Şefkat ve merhamete ihtiyacı yoktu. "Sana yalvardım Eun," dedi kararmış gözlerini yerden kaldıramazken. "Boşanalım diye kaç kez yalvardım. Onsuz yaşayamam diye kaç kez sana yakındım ben. Oğlumuzu bile göstermeyecek bana." Kaldırdı bakışlarını. İs yapmış gözlerindekiler akıyordu durmaksızın. "Benim gibi bir adama baba demesine izin vermeyecekmiş." Bu o kadar haklı hissettirdi ki Jungkook'un şu anda duyduğu nefretten çok daha fazlasıydı kendisine olan nefreti. "Bunun olmasına izin veremem Eun. Ne oğlumu ne de Jungkook'u kaybedeceğim ben." Eun hiçbir şey diyemiyordu. Bu durum yeterince kendisinden ödün vererek fedekarlık yapmıştı. Daha fazlasına onun da gücü yetmiyordu. Gururu çoktan kırılmıştı. "Boşanacaksın benden Eun," dedi tek nefeste Taehyung. "Bu evliliği bir tek sen sonlandırabilirsin. Yıllardır tutsağız bu evde. Ben bu hayatı istemiyorum. Dayanamıyorum." Sonrasında dizlerinin üzerine çöktü. Eun'un çaresizce kendisine bakan gözlerine baktı uzun uzun. "Yalvarıyorum sana. Lütfen boşan benden. Ben daha fazla bu esarete dayanamıyorum. Birkaç yıl daha buna katlanamam. Onsuz birkaç günü bile zor atlatırken, şimdi hiç bana gelmeyeceğini bilerek karşısına çıkamam. Beni asla affetmeyecek, ama en azından af dilerken karşısında başkasının eşi olarak çıkmam. Anlıyor musun beni? Eun, lütfen bir şey söyle." "Taehyung yeter," dedi dayanamayarak Eun. "Yaşadıklarının, bunca acılarının sorumlusu ben değilim. Esaretinin de. Bende bir tutsağım. Yıllardır sevdiğim adamın her şeyi olmak isterken gözünde sadece takılı kalan bir engelden ibaretim. Ve o adam yine de bizim bu odamızda yaşadığımız sıkıntılara rağmen ayrı bir dünya kurarken, severken birini... çocuğu bile varken o kişiden, sence hangimiz daha çok dayanamıyoruz?" Göz yaşları içinde kalan oydu artık. Yüreğinde birikenleri kaldıramayarak atıyordu dilinden. "Her zaman yanında oldum. Beni sevmedin. Hiç sevmedin. O şansı yıllarca denedim ama sen sadece bir başkasına bu beklediğim ilgiyi bir bakışıyla verdin. Ben senin için nelere katlandım. Her ona gittiğinde seninle bir gittim bu evden. Ailen seninle kaçamak yaptığımızı sanırken, sen sevdiğin adama koştun. Ben gözünde neydim ki? Benim duygularım yok mu? Bende ağlıyorum, acı çekiyorum ve kahroluyorum. Ve sen tüm bunları yaşatmamış gibi şimdi de senden boşanmamı istiyorsun. Sanki bunu yaparsam ailemin beni ölümden beter etmeyeceklerini bilmiyormuş gibi. Çok seviyorsun madem, git ona. Her şeyi göze alarak ona git. Çünkü ben de sevilmek istiyorum artık. Bunu hiç tatmamış biri olarak bunu yaşamak istiyorum. Sen nasıl yaşamak istiyorsan, bende istiyorum. Üzgünüm. Sana yardımcı olamayacağım artık." Taehyung'un o birikmiş hisleri gün yüzüne çıktığında, "Eun, kalbime söz geçiremediğim için özür dilerim," dedi ve ayağa kalktı. "Bu kadar korkak olduğum içinde." Sonrasında yüzüne delirmenin açık yüzlülüğü dolaştı. "Ama bu tutsaklığa rızamla giremediğim gibi rızamla da çıkamıyorsam bu sadece benim suçum değil. Karanlık ve kanlı elleri olan ailenin, ailemizde kurduğu baskının sebebi. Bir lanet sizin soyunuz ve şimdi de tek korkum o lanetin oğlumun ellerine de bulaşacak korkusu. Çünkü senden boşanmaya kalkarsam sevdiğim tüm insanları bununla öldürürler. Ama bunu isteyen sen olsaydın, bunun için yapacakları bir şey olamazdı. Ben kendimi değil, oğlumu düşünüyorum. Biliyorum, hasret duyduğun ve içini en çok yaralayan konu bu. Bu kanın masum bir bebeğe kadar sıçramasını istemezsin değil mi? Sana onun resmini bile gösterdim. Bunu ona yapmak hiç istemezsin değil mi?" Eun'un daha o anda dilinden sakınamadığı sözlerden dolayı yüreği sızladı. Dünyada en çok zaaf duyduğu şeydi çocuklar. Bunun için kendisinden ödün verebilirdi, sanırım. Az öncesine nazaran şimdi bir şey söyleyemiyorsa, sebep buydu işte. Söyleyemediğinden arkasını döndü. Bu yükü tek başına sırtlayamazdı. Düşünmek istiyordu, cesur olmak için. İçinden bir ses, bunu yapsa bile Taehyung'un yine de mutlu olamayacağı yönünde. Kendi ailesinden değilse de Taehyung yine de kendi ailesinden yiyecekti darbeyi ve bu sanıldığı kadar kolay lokmalar olmayacaktı. Varislerini bir kasaba çocuğuna yar etmeyeceklerdi. Bu güç için onlarca işlenen suç ve cinayetler, sağlam zemine oturtturulmuş sandalyelerini halat boyunlarındayken çekmek gibiydi. Kendi ailesinin köklü güçlerine ihtiyaç vardı. Boşansalar bile aralarında örülmüş onca halka bununla hemen çözülemezdi. Özellikle Taehyung'u şartlar ne olursa olsun bir türlü sevemeyen iki abisi gibi. Taehyung'da biliyordu bunu. En çok bu yüzden deliriyordu. Jungkook'a sarıldığında, oğlunun boynundaki kokuyu aldığında tüm bunlarla savaşacak gücü ve mücadelesi vardı. En azından on yıllık evlilik sözleşmesine rağmen, Jungkook ile gerçek bir aile kurabileceğine dair bir inancı vardı. Kendisini kandırdığını bile bile yapıyor ve bir gün bu yükümlülüğünü, yaşantısını anlatırsa Jungkook'un kendisinin affedeceğini umuyordu. Bunu yapmasaydı da nasıl dayanırdı ki? Eğer Jungkook hiç olmasaydı, onu tanımamış olsaydı... bunu düşünmek bile istemedi. Sadece şu anda bile olmayacak olması leş bir acıyla öldürüyordu onu. Tek bildiği evin yolunu tutmak istiyor, nefes alamadığı bu odanın içinde kalmak istemiyordu. Hırıltıları, tıkandığı nefesinde ukde bir yol arayışındaydı. Yoğun bir atağın habercisi olmasına rağmen, bu sefer odasına kadar dikkatle dik tuttuğu omuzları şimdi çökmüş, o yığılarak girdiği odadan hışımla çıkmıştı. Eli boştu ve mahkûmiyet bir anda ona akıl tutulması yaşatıyordu. Böyle bir günün olacağını bilerek yaşadı hep. O korkunun eli boğazından hiç gitmemişti. Fakat şimdi kabuslarında olduğu gibi değil, gerçekten de sertçe sıkıyordu. Kontrolsüzce asansöre biniyor, küçük bir çocuk gibi büzüşen dudaklarıyla eksi birinci kata inmeyi istiyordu. Babasının onu şu anda izlediğinden, korumalarına onu takip etmesini emrederken düşünemiyordu. Sadece beynindeki Jungkook'un kendisinden alıkoyduğu sesi döndürüp duruyordu. Asla affetmeyecek beni, diyordu. Evet öyle, seni asla affetmeyeceğim diye türüyordu cevap ardından. Aracına bindi ve onu gören güvenliğin ona dış kapıyı açmasını son sakinliğiyle izledi. Gitmek ve bir daha dönmemeyi diliyordu. Dilediği yeri, eviydi. Jungkook'un kolları. Ne olursa olsun peşinden ayrılmaya, kapısında yatıp kalkmaya hazırdı. Senin tek suçun diye başlayabilmeli, üşümüş yüreğimi ısıtacak parlak gözleri olan bir genç olman. Gülüşünle beni yaşatman. Ama şimdi ölüyorum, hepsini senden aldım ve senden geriye kalmayanlarla öleceğim. Bencil bir adamım. Çünkü beni bırakmanı istemiyorum. Bunca yalanıma ve dolanıma rağmen, beni bırakmanı istemiyorum. Gerçekler en acı şekilde hep oradaydı ancak orada olan sana bir dünya yarattım, tüm acılarımdan sakındım, şimdi sen oradan öylece gittiğinde tüm acı beni sarmaladı. Ben korunaksızım. Sensiz hiçbir şeyi olmayan bir adamım. Sen ve Minjun olmadan olmaz. Sizsiz yapamam. "Jungkook..." diye fısıldadı dudakları. "Oğlum." Onların seslerini duymak istiyordu. Jungkook'u arayıp oğlunun videosunu atmasını istemek istiyordu. Tıpkı öncelerinde olduğu gibi. Ancak bilmesine rağmen telefonunu ceketindeki cebinden çıkarıp ararken, telefon hep kapalıydı. "Bir daha açılmayacak," dedi gözünden tekrardan göz yaşlarını düşürürken. Ama ona ulaşma çabasına engel olamıyordu. Sert nefesleri, öyle hızlıydı ki boğulduğu hissederek penceresini yarıya indirerek açtı. Aklının karman çorman olmasıyla yolda olmasına rağmen koltuğunun arasında duran ilacını çıkarıp içmeye çalıştı. Ama eli o kadar çok titriyor ve gözünün önü o kadar karıncalanıyordu ki, bir tane bulup içmeye çalıştığı haptan birçoğu dizlerinin üzerine, oradan da ayaklarının dibini boylamıştı. Öğrendiği nefes tekniğini kullanmaya çalışıyor lakin her defasında soluğu kesildiğinde, beyni ona bu gerçeği unutmaya izin vermeyecek kadar sert bir biçimde Jungkook'un kendisinden uzaklaşarak gittiği o anları resmediyordu. Bir kez daha aradı Jungkook'u. Bir daha, bir daha, bir daha... En sonunda mesaj atmaya çalıştı. "Jungkook yalvarırım benden vazgeçme.", "Seni seviyorum ve sensiz yaşayamam.", "Anlatamadığım çok şey var, affet beni yalvarırım.", "Seni korumak için giderim ama nefret etme benden, ölmemi istiyorsan da ölürüm.", "Şimdiden sensiz ölmek üzereyim." Gibi birçok şey daha. Çünkü bazıları anlaşılmaz söz öbekleri gibi titremiş parmakları arasında abuk sabuk görünüyordu. Taehyung pes etmek istemedi. Telefonundan ulaşamıyorsa, kapısından bağırarak ulaşacaktı kendisine. Bununla hızlandı. Korumalardan üç kişi tek bir araçla peşindeydi o sırada. Babası ise evin balkonuna çıkmış oğlunun son zamanlarda tuhaflaşan bu hali yüzünden endişeli. Her şeyi nasıl bu kadar mahvettiğini, kendisine hiç dikkat etmediğini anlamaya çalışıyordu. Mükemmel yetiştirmişti. Tek bir kusuru bile yoktu. Bir çocuk verseydi, bir erkek evlat işte o zaman tamamen içi rahatlayacaktı. Bu büyük, dağ kadar servetini sırtlayacak bir soyu olacaktı. Yapılandırmaya başladığı derin devlet işlerinde adını ve namını nesiller boyu aktarmış olacaktı. Taehyung'un çoktan bulaştığı bu işlerde, sadece bunaldı diyordu. Tempodan. Mutlu evliliklerde bazen yorardı, karısı için aynı şeyi düşündüğünden, eğlence buldu ve batırdı bunu diye düşünüyordu. Satmaya hazırlandıkları uyuşturucu işine bulaşmaması kafiydi şu an Bay Kim için. O zaman bir ölüden farkı kalmazdı. İşe de yaramazdı. Derin bir kuyu gibi açtığı oğlunun daha sonrasında çıldırmasından, kurduğu düzeni bozmasından da endişeleniyordu. Çocuksuz her adam bir bekardır onun gözünde. Ve bekar insanların kaybedecek çok daha az şeyleri vardır. Taehyung'un da bazen kendisine bomboş bakarken bunu yapmasından endişeleniyordu. Asla kuralların dışına çıkmayan bu adam bugün için yeterince limitleri zorluyor görünüyordu. Taehyung hız ibresindeki sayının iki yüze yaklaştığını bile görmüyordu. Sadece ayağı asıldığı yerde kalmış, yolun illüzyonuna kapılmıştı. Daha öncesinde Jungkook'un, Nayeon ile ev arkadaşlığını yaptığı semte doğru sürüyorken olasılıkları düşünüyordu. Nefretin bir sonu olabileceğine, aşklarını aralarında eritemeyecek kadar büyük olduğuna inandırmaya çalışıyordu. Ama her defasında galip gelen kendi umutları değil, yolun sonunda olduğunu söyleyen gerçeklerdi. Evlilik fotoğrafının yırtılarak, kırılan çerçevelerin sokağa atılan tahtalarıyla batıyordu gözlerine yanmalar. Ve sadece bir an için dursun istedi. Gözlerini kapatmak ve kucağındaki oğluyla ona bakan Jungkook'la sakinleşmek istedi. Sadece bir andı. Çünkü açtığında iki karşılıklı şeritli yolda kendisine doğru gelen yük aracının ışıklarının yanıp söndüğünü, kendisine korna çaldığını fark etti. Gözleri panikle adamı direksiyonunu çevirmeye çalıştığını ve yanındaki koltukta duran bir oğlan çocuğunu gördü. Sıyrılmaya çalıştığı kadar sonuna kadar çevirdiğinde direksiyonu, birçok başarısız eylemlerinden biri daha gerçekleşmişti. Taehyung için açılan kader çarkı, belli ki Jungkook olmadığı sürece hep can alıcı ve en beteri ile sonuçlanacaktı. Aracının sol köşesi yine de karşısında duran araçtan kaçmaya çalışsa da sertçe vurmuş ve süratli aracının hızını alamayıp karşısındaki demir bariyerlere çarpıp içinden geçtiğinde, aracın güvenlik sistemi devreye girdiğinde ortaya çıkan hava yastığı Taehyung'un kafasını sertçe vurmasına, ayaklarının büzülen aracın arasında sıkışık kalmasına engel olamamıştı yine de. Yana yatan aracının camları yüzünü kesiyordu. Soluğu acıyla dökülürken, bedeninin altında ezilen koluna batan acıdan kaçınmaya çalışıyordu. Fakat başındaki ağrı büyürken, iç organlarının arasında kızgın bir el orayı sökmeye çalışırcasına acı çektirirken yaşlı gözlerini karanlık arasında parlayıp sönen farlardan dolayı da tam açamıyordu. Diğer araca ne olduğunu merak ediyordu. Daha da artan bu görüntüde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Fakat düşüncelerinin sesleri, "Jungkook'un istediği gibi... gerçekten de ölmelisin. Minjun senin gibi bir babası olduğunu hiç bilmemeli. Zaten sana bir şey olursa diye tüm mal varlığının mirasçısı o yapmıştın doğmadan... seni hiç tanımayacak ama senin babası olduğunu bilecek. Hadi uyu Taehyung. Taehyun'un biraz dinlenmesi gerek. Daha fazla kâbus görmeyeceksin." Diyordu. Bu ses ona Jungkook'un ve oğlunun daha duyamadığı sesi gibiydi. Sıcacık hissettiriyordu. Ve ondan sonra hiçbir ses duyamadı. Aylarca da duyamayacağı bir sessizlik başlamıştı onun için. Artık gözlerini açtığında, rüyalarındaki dinginlik onu gerçek bir kâbusun nasıl olduğunu göstermek için bekliyor olacaktı. Korumalardan biri aceleyle ambulansı arıyor, bir diğeri Taehyung'un tepkisiz bir halde aracın içinde sıkışık kalmış halini panikle kontrol etmeye çalışırken, en zor görevi üstlenen bir diğeri ise bu yaşanan feci kazayı Bay Kim'e söyleyebilmek için arıyordu. Ondan sonrası çok hızlıydı. Etrafta dolaşan arabaların duraksaması, korumaların bu görüntüyü almamaya çalışmaları yine de haberin basında yer alması. Kaza anın fotoğrafları tanımlanan aracın mensup olduğu aile oluşuyla büyük iştah kabartıcı bir hale büründüğünde, Taehyung o sırada kalbi iki kez durmuş ve ameliyat masasında sağ çıkıp çıkmayacağının mücadelesini veriyordu. Saatler geçiyordu. Eun pişmanlıkla çöktüğü yerde kendisine teselli vermeye çalışan kayınvalidesine bakamıyordu. Belki böyle konuşmasaydım Taehyung böyle bir kaza geçirmezdi diye kendisini suçluyordu. Ancak tüm bunlar da değildi kendisini ağlatan. Abileri aldıkları haberle buraya gelmişler, kız kardeşleriyle ilgilenmek yerine onu bir köşeye çekmişlerdi. Seokjin ve Namjoon, kafa kafaya verdiklerinde sessiz konuştuklarından ve kimsenin kendilerini duymadıklarından emin olmak için etrafa bakındılar. "Kocan neden bu halde Eun?" diye hesap sorarcasına kolundan tutup sıktığında Seokjin, Eun kafa sallıyordu hayır dercesine. "Bilmiyorum," dedi ilk Seokjin'e ardından Namjoon'a bakarken. "Bilmiyorum ben bir şey. Korkuyorum." Diyerek adeta kendisini rahat bırakmaları için yalvarıyordu. "Zayıfsın," dedi Namjoon. "Kendine gel. Her an biri senin şu halini çekerek yayınlasa, ne kadar küçük düşürücü bir vaziyet olur babamız için. Metanetli görün. Basitleşme şu kadar." Seokjin oflayarak şakaklarını ovdu. Taehyung'un toplantıyı terk etmesiyle başladı tüm bunlar ve takip ettirdiği çocukla alakası olduğunu da biliyordu. Sevgilisi olabilirdi. Kardeşini aldatmıştı. Ne cüretle diye dişlerini sıktı. Bu adam kendilerine ve ailelerine yanlış bir şey yapamayacağını çok iyi anladığını sanıyordu oysaki. Kendisine bakmayan ve gergin duran kardeşini bu yüzden ilk o sıkıştırmıştı. Beyefendi duran halinden eser yoktu o sırada. "Eğer o ölürse, sen önce kendin için üzül Eun. Her şey boşa gitmiş olur. Sen altı yıldır bir çocuk bile veremedin zaten şu aileye. Ne işe yaradın ki bunca zaman? Herifin senden başka takıldıkları biri de var belli ki. Onu takip ettirdim ve altından ne çıkacak merak ediyorum. Eğer ki bu durumu sende biliyorsan, başına gelecek olanları tahmin ediyorsundur. Acımam. Ona göre dua et şu içerdeki yaşasın, senin paçanı kurtarsın." "Bu halde bile," dedi kız, abilerine ne diyeceğini bilmiyordu. Ezelden beri maruz kaldığı tek muamele buydu onlardan. Şu an asapları iyiden iyiye bozulmuş, çocuk meselesi aralarında korkunç bir kör noktaya bağlanmıştı. En acısı da bu değildi. Çektiği vicdan azabıydı ve abileri, eşinin başkasından bir çocuğu olduğu öğrenirlerse bu durumu bir pürüz gibi yok edeceklerini de bildiğinden içi kıyıldı. Ağzının içi kupkuruydu ve göz yaşlarını hızlıca sildi. "İyiyim. Babama selamlarımı iletin. Hiçbir sorun yok. Küçük bir tartışma yaşamıştık. Ondan dolayı sarsıldı. Başka bir durum yok. Ama inanıyorum ki o uyandığında her şey yoluna girecektir. İzninizle, eşimin ailesinin yanında olup onlara destek olmalıyım." Eun o ikisinin yanından hızlıca uzaklaştığında, Kim ailesinin yanlarına giderlerken ki sahte üzüntülerine midesi bulanarak baktı. Taehyung'un uyanmasına ihtiyacı vardı. Uğrunda canını verecek olduğu bu ailesinden koruyamazdı onun küçük ailesini. Ona aşıktı ama bencillik yapamazdı. Bu yüzden diğer kardeşlerinden farklıydı. "Uyan Taehyung, sevdiğin adam daha fazla acı çekecek senin yüzünden. Oğlun mahvolacak." Ağlamamaya çalıştı yine de tutamadı göz yaşlarını. Tıpkı Jungkook'un bir an için bir zamanlar yatak odası olan o odada aldığı ağrı kesici sayesinde bir an için uyuya kalması gibi ve uykusundan yaşadıklarını bir kâbus gibi görerek göz yaşlarıyla uyanması gibi. İrkilerek yerine sıçradığında Minjun'a baktı hemen. Oğlu her şeyden habersiz uyuyordu. Kısacık huzur buldu. Ve tekrar ağlamaya başladı. Sessizdi. Dün geceden beri kendisiyle ilgilenen Nayeon'u kendisiyle uğraşmasını istemiyordu. Sakinleşmek istediğinden elini yüzünü yıkamak için odadan çıkarken sessizdi. Sabahın erken saatleriydi. Nayeon'un uyanmasını istemiyordu. Ama Nayeon hiç uyumamıştı ve mutfak kapısını kapatarak çağırdığı iki arkadaşına anlattığı şeylerin şokunu da atlatabilmiş değildi. Jungkook bu yaşadıklarını ağlaya ağlaya anlatmış, Nayeon küfürlerini içinden ederek rahatlamaya çalışmıştı. Çünkü kendi butiğini açmak için birkaç kez tasarımlarından elde ettiği başarıları ve ödüllerine rağmen, girişimcilere sağlanacak olan fon yardımı için Kim Holdingine başvurmuş ve ret yemişti. Sebebi şimdi anlaşılmıştı onun içinde. Oysa bu durum yüzünden kendisini yeterince yetenekli olmadığından hak etmediğini düşünmeye başlamıştı bundan dört ay öncesinde. Ama şimdi küfredemeyecek kadar çaresiz ve karmakarışıktı. Basına yansıyan haberlerden onun Taehyung olduğunu biliyordu. Feci şekilde kaza yapanın. "Durumu ağır diyorlar," dedi adını anmadan. Ama karşısındaki sandalyede omuzları çökmüş ve bu durumda bile kendisini suçlayan bir Hoseok, yerinde sinirinde duramayan ve yatılı kaldığı idol şirketinden kimseye haber vermeden çıkıp gelen Mark vardı. Hoseok, "Bunu söylemek zorundaymışız gibi hissediyorum ama," dedi ama Nayeon bunun şu anlık doğru bulmuyordu. "Her ne olduysa oldu. Bunu yine de Jungkook'a söylememeliyiz. Yeterince mahvoldu. Dün geceden beri ağlıyor. Tam şu an uyuyakaldı. Bunu da kaldırabilir mi sanıyorsunuz? Şu an bile Minjun için ayakta durmak için çabalıyor." "Bunu daha sonrasında öğrendiğinde üzülecek. Söylemediğimiz için de bize kızacak." Dedi Hoseok cevaben. Fakat Mark onlar gibi ılımlı değildi bu konuda. Aralarında en çok Taehyung ile sevgili olmasına karşı gelenlerden biriydi zamanında. "Böyle şerefsiz bir insan yaşasa ne olur yaşamasa ne olur amınakoyayım. Arkadaşımızın haline baksana. Biz kıyamazdık bile onun azıcık bile üzülmesine. Bebeğimizdi lan o bizim! Adamın biri geldi ve aldı onu bizden. Hayatını sikip attı. Genç yaşında baba oldu. Biz ders çalışmazdık kulağımızdan tutup kütüphaneye götürürdü zorla. En büyük hayaliydi mesleğini yapma isteği. Her şeyinden vazgeçti o herif için. Ama ben hissediyordum bir boklar olduğunu. Bize üstten üstten bakmalar. Muhatap olmamalar. Yakınız diye kaş çatmalar. Hoseok'u köşeye sıkıştırmaya çalıştığında verdim ben bu itin notunu." "Çok argo kullanıyorsun, sakinleşir misin? Ve şu sesini alçalt," diye uyardı Naeyon. İstemsizce kafasını kapalı tuttuğu mutfak kapısına yönlendirip önüne çevirdi. "Şu anda bizim de bu durum karşısında bilenmemiz doğru değil. Jungkook için ne yapabiliriz diye düşünmeliyiz." "Ben hiçbir şey diyemiyorum arkadaşlar." Hoseok irice yutkundu. Jungkook hariç hepsi Hoseok'un ona yıllardır umutsuzca âşık olduğunu iyi biliyordu. "Siz biliyorsunuz benim durumu. Jungkook bunu duyarsa, vicdan azabı çekecek. Bu olayın üzerine olan durum için. Sonuçta onun yanına gelirken oluyor bu durum." "Delireceğim. En iyisi durumu netleşsin öyle söyleyelim. Arkadaşları olarak her zaman yanında olacağımızı bilse yeter. Sahipsiz değil. Bir erkeğe de hiç muhtaç değil." Dedi Nayeon, Mark bön bön arkadaşına baktı. "Nayeon yalnız biz ve Jungkook," dedi mırıldanarak kendisini ve Hoseok'u işaret etti. Nayeon umursamayarak, "Kesin sesinizi. Yanlış anlamayın siz artık benim bacılarım gibi oldunuz." Mark bu lafın altında kalmayarak, "Eunwoo'da mı?" dedi imayla. "Hafta sonu Jungkook için gelecek buraya. Ona da bacım dersin, nasıl olsa yatmıştınız bir kere." Naeyon'un gözlerinde alevler direkt olarak Mark'ın gözlerine doğru hedef aldığında, Mark elini teslim olurcasına kaldırdı. "Peki sustum." "Zevzek." Diyerek ayağa kalkıp kendileri için kahve hazırladı. Bu durum için ne yapmaları gerektiğini düşüneceklerdi daha. Ama Jungkook'un çoktan düşündüklerinden daha vahim bir hale büründüğünden haberleri yoktu tabi ki. Onun artık hayatında olmayacağına alıştırıyordu. Ama tamamen olmayacağına alışmak mı? İşte buna kalbi hazır değildi. İçinde sönmesi çok güç gelen tazecik ve körpecik aşkıyla tutuşuyordu. Odasına tekrardan girerken, aynı Taehyung'a benzeyen oğluna bakarken çöküyordu olduğu yere. Gür ağlamalarını avuçlarının arasında kıstırıp bırakmaya çalışıyordu. Durumunu bilmek istiyordu. Daha ona söyleyemediği çok cümle vardı. Alamadığı birçok cevap. Hayaller zaten kırıldıkları yerde. Toplanamayacak kadar da çoktular. Olduğu yerde dakikalarca ağladı, sonrasında öyle donuklaştı ki ağzından çekilen ellerini başında tutmuş çöktüğü dizlerinin üzerinde sallanmaya başlamıştı. Düşünüyordu. Bir türlü sonu gelmeyen acı sonlu senaryolar dönüyordu kafasında. Midesi bulanıyor, acısını kusmak istiyordu. Yapamıyordu. Başı çok ağrıyordu ve uyumak istiyordu uzun uzun. Ancak uyumaya da korkuyordu. Gözlerini bir başka daha kâbus da açmaya hiç niyeti yoktu. Nereye attığını bilmediği kapattığı telefonunu buldu. Onun adına olmuş haberleri okuyabilmek için. Arkadaşları da oradan öğrendiklerine göre o da gerçeği görmeliydi. Ne kadar ağır gelecek olsa bile. Ama ondan öncesinde Taehyung'un kendisine attığı mesajları okudu ve şu andaki halinin bilinciyle daha da mahvoldu. Ya dediği gibi haklı bir gerekçesi var diye? Ama hangi durum bu iki yüzlü durumu haklı çıkarmaya yetebilirdi ki? Yine de arama yerine bu alışmak zorunda kaldığı Kim Taehyung adını yazıp kaza diye aratınca, bulduğu görselle telefonunu düşürdü elinden. O arabadan sağ çıkamazdı. İki araç da kötü durumdaydı ve çocuğun durumun iyi olduğunu, çocuğun babasının birçok yerinde kırık olduğunu. Ama Taehyung için durumunun ağır olduğu yazılmıştı iki saat önceki haberde. Başka da yeni güncel bir bilgi yoktu. Ölürse, ölürse ne yaparım diyordu. Sanki yapabileceği bir şey olabilirmiş gibi. Bekledi. Dua etti. Dün sabah ölesiye âşık olduğu bu adamın şimdi tüm hayal kırıklığına rağmen hayatta kalması için yalvarıyordu. Uyanan oğluna sarılıyor, karnını doyuruyor ve kimseyi görmek istemiyordu. Delirecekti kafasındaki bu sessizlik yaratan çığlıkları arasında. Nayeon'un gözlerine baktığında, "Öğrendin, duydun bizi. Biliyorum," dedi ve Minjun'u sakince kollarından aldı. "Ne olursa olsun arkanda olacağım. Ne kadar acı verici olsa da vedalaşmak istiyorsan da vedalaş onunla. Belki," dediğinde Jungkook'un gözlerinin yine dolduğunu görünce bir şey diyemedi. Diğer iki arkadaşını marketteki eksikleri alması için yollamanın mantıklı olduğunu biliyordu. Kim ne derse desin, Jungkook'un sessizliğinden bile anlardı Nayeon onun ne hissettiğini. Yine bu durumda en ılımlı o yaklaşıyordu. Jungkook'u daha fazla üzmemek için. Jungkook ise ne yapacağını bilmez bir halde Naeyon'un üzerine giydirdiği uzun ceketin uçlarını ne yapacağını bilmediğinden stresle tutarken, özel hastanenin içinde girişi yasak olan katın merdivenlerinde duraksadı. Kartla girilip çıkılıyordu diğer koridora. Nasıl diğer tarafa geçecekti ve o görevlilere ne diyerek içeriye geçeceğini bilmiyordu. Çaresizdi ve onu, ona ulaşmaya engel kılan Taehyung'a çok kızıyordu. Basamaklarından birine çökmek üzereydi. Bedeni yılmak üzereydi. Ve o orada dururken göremediği çocuğunun babasından dolayı ağlamamak için dişlerini sıkıyordu hunharca. Ancak bununla bir ağlama krizinin önüne geçebilirdi. Ama gözünü diktiği kapı açıldığında hemen kafasını kaldırdı, sanki açılan kapının ardında duran takım elbiseli adamların arasından Taehyung'a ulaşması mümkün olabilirmiş gibi. Bir hemşire çıkmış ve kapı yavaşça tekrar kapanmıştı. Jungkook o sırada doktorla yeni konuşan Eun'un kireç gibi kesilmiş yüzünü görmemişti. Ancak Eun ne yapacağını bilmez halde etrafına bakarken, kalabalıklardan uzakta, diğer kapının ardında öylece durmuş kendilerine bakan o yüzü görmüştü. Onu daha önce hiç canlı görmemişti fakat onu nerde veya nasıl şekillerde olursa olsun tanıyacağını biliyordu. Taehyung'un ona gösterdiği yüzü nasıl unutabilirdi. Fakat burada olmamalıydı bu çocuk. Abileri halen buradaydı. Eşinin ailesi bilmiyordu ama bilseydi de onu bağırlarına basmak yerine bu skandalı yok etmek isterlerdi. Elbette iştah kabartacak oldukları varislerini hemen kucaklarına alarak. Bunu Taehyung için yapmalıyım, dedi kendi kendine. Çünkü bu olayda biraz olsa da suçluyordu hatta belki daha fazla. Bununla çevresindeki insanlardan sıyrılarak elindeki kartı kapının kenarındaki kart okuyucuya okutarak oradan çıktığında, derin bir soluk alarak başı dönermiş gibi sendelediğinde beklediği o şey çoktan olmuştu. "Dikkat edin," diyerek hemen kadının kolunu kavradığında, uzun saçlarından dolayı yüzünü seçemediği ve kendisinden bir karış kısa duran kadına yardımcı olmaya çalıştı. Eun sessiz bir sesle, "Başım döndü. Teşekkür ederim," diyerek kendisini toparladı ama bir yandan da "Şuraya oturmama yardımcı olur musunuz?" diyerek ilerideki deri oturma gruplarını işaret etti. Jungkook gördüğü yüzle dokunduğu koldan yayılan acıyı hissetti. Yutkundu. "T-tabi." Tüm utancı yüzünde renk veriyordu ona şimdide. Oysa bu genç yüzün nasılda hoş ve gözlerinin, Taehyung'un bir keresinde ağzından kaçırdığı kadar parlak durduğuna şahit oluyordu. "Gerçekten de..." dedi kendi kendine, Jungkook'un yardımıyla koltuğa oturup düşünürken. Jungkook hemen su dolabından bir şişe su alıp kapağını açmış ve Eun'a uzatmıştı. "Lütfen su için biraz." "Ne kadar da iyi bir çocuksun sen." O suyu alıp biraz olsun içerken. "Ama gözlerin ne çok kızarmış öyle. Bir yakınınıza bir şey mi oldu sizin de?" Jungkook bu soruya bir cevap vermedi. Gözlerini kaçırıp zemine baktı öylece. Eun, kendisini tanıdığını anladı fakat bu durumu bozuntuya vermeden, bu çocuğun tamamen buradan uzaklaşması için söyledi. Doğru ve yalanın karışık durduğu ama bilmeyen için doğru duyulacak kadar kötü ve içten gelen bir sesle. "Benimde kocam dün gece çok kötü bir trafik kazası geçirdi. Doktoru az önce gelip dedi ki, eşiniz komada. Ne zaman uyanacağını bilmiyoruz dedi. Dünyam başıma yıkıldı sanki. Halen delirecek gibi oluyorum," dediğinde daha şimdiden göz yaşının yere damladığını gördüğü çocuğa nasıl söyleyeceğini düşünüyordu bazı şeyleri. "Ağlamayın, üzülün diye söylemedim ben. Sadece bir yabancı oluşundan dertleşmek istedim. Her şey iyiye giderken insan nasıl da tek bir gece de altüst oluyor değil mi? Aslında onun için üzülmemem gerek." Jungkook'un alt dudağı titredi. Korkuyla karışık bir hüzünle baktı küçük ve yuvarlak duran kibar yüze. "Neden öyle dediniz?" Eun derin bir iç çekti. Üzgünüm evlat, diyordu içinde. Burada senin gibi bir çocuğa acımazlar. "Benim çocuğum olmuyor. Yıllardır denedik olmadı ve biz bir türlü tam aile olamadık. Ve o da tek gecelik bir ilişkisinden birinin hamile kaldığını söylediğinde, üzülemedim bile yaşananlar için. Beni aldatmıştı. O kişi benim ona veremediğim bir evlat verecekti. Onu affedemiyordum ama benden özür dileyip o bebeği benim kollarıma verip tam bir aile olacağımızı söylediğinde, avuttum kendimi. O gece de bizim olacak o bebeği almaya giderken kaza geçirdi. Sonuçta o doğmuş ve biraz olsun büyümüş çocuk, benim eşimin çocuğu. Onu almalı ve en güzel şekilde yetiştirmeliyim. Söz verdim ona. Daha tanımıyorum ancak yakın zamanda bulacağım." Jungkook'un yüzü kasıldı. Adımları geriye kaçmak istercesine dağıldı. Kadın anladı ama anlamamazlığa verdi bu durumu. "Kusura bakmayın, anlattıklarımla sizi dehşete düşürmüş olmalıyım. Üzüntümden çok patavatsız birine dönüştüm. Siz kim için buradaydınız?" diye sorduğunda, Jungkook kesinlikle netti. "Hiç kimse, hiç kimse için burada değilim." Jungkook acıyla kasılmıştı ya şimdi bir an önce eve gidip kucağına oğlunu almazsa, yok olacaktı. Aklında Taehyung'a dair endişe bile kalmamıştı. Şu anda içinde soğutmak istediği ateş cayır cayır yakıyordu içini. Bizim çocuğumuzu karısına vermek için mi büyütüyordu? Kafayı yiyecekti ve kendisini üç yıl boyunca şüphelendirmeden kandıran bu adamın yapacaklarından çok korkuyordu. Karısının ağzındaki kararlılıkta öyle. Naeyon'un evine nasıl geldiğini bile hatırlamıyordu. Kapıyı yumrukladığını, Nayeon'un Minjun'u banyoda yıkadığını söyleyene kadar durmadı ayakları olduğu yerde. Ama en sonunda Hoseok onu omuzlarından tuttu. Gözlerinin içine baktı sakinleşmesi için. "Neler oluyor Jungkook? Söyle bana, neden bu kadar korkmuş görünüyorsun? Biri bir şey mi yaptı sana?" Fakat Jungkook içinde tuttuğu gözyaşlarıyla Hoseok'a sıkıca sarıldı. Feryat edercesine yardım dileniyordu ondan. "Hoseok, alacaklar çocuğumu benden. Hoseok, o kadın, karısı bana dedi." Hıçkırıkları arasında. Kadından duyduklarını bölük pörçük bir cümleye sığdırırcasına anlatmaya çalışıyordu. "Hoseok bir şey yap. O, o sadece benim çocuğum için benimle berabermiş bunca zaman. Çocukları olmayacakmış. Hoseok... bir şey yap. Senin çevren geniş izin verme buna. Ölürüm ben. Beni öldürmelerine izin verme." Kendisinden ayırarak yüzünü avuçlarına aldı. "Jungkook, ağlama. Sakinleş. Bebeğim ne olur," diyordu ama Jungkook sadece büyük bir korku yaşıyordu. "Oğlumu da alacaklar benden. Alamazlar de. Bunu yapamazlar de." Ne yapacağını bilmez halde sağ sola dönüyor, "Ben gitmeliyim buralardan. Ailesinin bizi bulmayacağı bir yere gitmeliyim," diyordu. "Bana bak Jungkook." Hoseok'un sesi şimdi daha net ve kendinden emin değildi. Jungkook'un elinden tuttu. Yerinde durması için. "İzin vermeyeceğim buna. Söz veriyorum." "Nasıl?" dedi. Küçücük bir umuda bile muhtaçtı Jungkook. "Onlar kadar zengin olmayabilirim ama benim de gayet durumum iyi ve tüm varlığımla savaşırım senin için. Her şey sahte demişsin. Öylece alamazlar senden çocuğunu." Hoseok derin bir nefes aldı. Çünkü bunu söylemek için cesaretini bulmak istedi. Sonrasını düşünmedi pek. Naeyon'da şaşkınlıkla salonun kapısı ağzında durmuş Hoseok'a bakıyordu. "Evlen benimle. Minjun'un nüfusu bende olursa kimse alamaz onu benden. Sen zaten onun babasısın. Ve o daha sana ihtiyaç duyduğu bir yaşta. Hiçbir mahkeme buna izin vermez anladın mı beni?" Jungkook birkaç saniye duyduklarını sindirmeye çalıştı. O kadar çaresiz hissediyordu ki, "Bu işe yarayacak mı? Seninle evlenirsem oğlum hep yanımda olacak mı?" dese bile bunu içten içe istemiyordu. Fakat Hoseok, "Evet..." diyerek onaylarken, oğlum için her şeyi yaparım da diyordu. Hoseok'un gözlerine bakarken garip hissetti kendisini. "Ama insan dostu için bu kadar ileri gidemez Hoseok. Neden bunu benim için yapacaksın ki? İlerde başkasıyla evlenmek istersen, ben bunun yükünü de omuzlarıma nasıl alırım." Ancak Hoseok öyle bir şey söyledi ki, çevresinde olan kimseye yara dışında bir şey olamadığını anlıyordu. "Benim senden başkasını bu zamana kadar kalbime bile almadım. Sen başkasını severken, o kişi için bile omuzlarımda ağlarken. O yüzden benim için üzülme. Olur mu Jungkook? Ben senin için hayatında yara bandı olmaya ve seni korumaya hazırım. Sen istersen, hemen bu akşam evleniriz. Minjun'u asla korumak zorunda kalmazsın Taehyung'tan." Jungkook ne diyeceğini bilemiyordu. Sadece durdu ve baktı ona öylece. "Benimle evlenir misin Jungkook?" Bölümün sonu. Evlensin diyenler el kaldırsın? Bölümü nasıl buldunuz bakalım. :) Ben Nicotesy, diğer bölüm görüşmek üzere. |
0% |