@nicotesy
|
Selammm ben geldim, gecenin üçündeyim, uyuyacakken yazmaya devam ettim ve bu bölümü iki parta ayırdım. Diğer yazmak istediğimi yazsam 10kdan fazla yazacakmışım onu anladım, neyseeeeeeeeeee :) (şarkıyı dinleyin bu en sevdiğim şarkılardan biri, emre aydın benim zaafımdır) spoi editim diğer bölüme kaldı, olsun. Yazım hatam varsa affedin, rezil bir şekilde uykum var. Eğer güzel yorumcuklarınızı görmezsem, yarın gece bölüm atmam haberiniz olsun. (şaka değil, sadece kendime acıyorum püf ve yazdığım kadar da yorumlarınızı okumak istiyorum) iyi okumalar :) ... "Hatırlamak bir refleks, unutmak ise bir sanattır." ... Bölüm 8: Gökyüzünde asılı kalma bu yıkık duvarlar, oysa ayrılsak da ayrı değil bu yaşanmışlıklar. "Benim senden başkasını bu zamana kadar kalbime bile almadım. Sen başkasını severken, o kişi için bile omuzlarımda ağlarken. O yüzden benim için üzülme. Olur mu Jungkook? Ben senin için hayatında yara bandı olmaya ve seni korumaya hazırım. Sen istersen, hemen bu akşam evleniriz. Minjun'u asla korumak zorunda kalmazsın Taehyung'tan." Jungkook'un duydukları karşısında bakışlarındaki yaşların sıralanışı derinleşti. Daha iri ama daha yavaş akıyordu taneleri. Beyni uyuşmuş halde ona bakıyordu ve sindiremediği itiraf kaskatı kesilmesine sebep oluyordu. Az öncesinde çaresizliğinden her şeyi kabul etmeye hazırdı oysaki. Ama bu bambaşkaydı. Beş yıldır yakın arkadaşı olan bu adam, sırdaşı, omuzu, güldüğü, sığındığı dayanağıydı bunca zaman. Onun güneşiydi Hoseok. Fakat öyle bir şey diyerek kendisine yardımcı olmak istiyordu ki; duraksıyordu. Durduramadığı zamanın içinde duraksıyordu. Nayeon, durumun vahimliğinin farkında olarak olaya anında el attı. Kapı ağzında olaylara kulak misafiri olmak zorunda kalmıştı ancak iyi ki duydum da diyordu. Jungkook'un şu anlık mahvolan psikolojisiyle çok da sağlıklı bir karar veremeyeceğini biliyordu. Şimdi bu yardımsever davranışın ardından gelen itiraf, yaşanan her şeye tuz biber olmuş haldeydi. "Bu çok ciddi bir durum. Bence aniden verilmemesi gereken bir karar, evlilik ciddi bir yükümlülük. Sebep her ne olursa olsun," dedi Nayeon sakin bir sesle. Jungkook'u kendisine çekerek aslında cevaplamaktan korktuğundan ona aslında zaman tanımaya çalışıyordu. Saçlarını hafifçe okşadı. "Jungkook olayları önce sakince senden dinleyelim ve ne yapabileceğimize bakalım. Olur mu balım? İstersen bir duş al ve Minjun ile ilgilen. İki saat de olsa senin yokluğunu hissederek huzursuzlaştı. Teyzesi olarak ona o kadar şebeklik yapsam bile." "Minjun," dedi, bam telini hoplatan bir fısıltıyla Jungkook. Sanrılarıyla ağızdan çıkan bambaşka bir ailemde sarmaş dolaştı o vakitte. "Oğlum, benim oğlum." Aklı ve yüreği sıkışıyordu durmadan. "Evet canım, senin oğlun." dedi Nayeon. Jungkook çok korkuyordu. "Tek gerçeğimi de alamayacaklar benden. İzin vermem." Jungkook'un titreyişleri Nayeon'u çok etkiliyordu ve bu hasardan onu nasıl kurtaracağını hiç bilmiyordu. Ona karşı sahipli kolları üzerinde sıkıca sarmaya başladı ve Hoseok'a kızarak baktı. Aslında onu da anlıyordu. Fakat yine de kötü biri olmadığını bildiğinden bir şey de demek istemiyordu. Ancak şu anda Jungkook'un tüm dünyası alt üst olmuşken kendisiyle evlenmesine dair bir teklifli çözüm gibi sunmasında duygusal bir sinsilik buldu. Jungkook'un şu anda hayattan bir tane daha kazık yemeye halinin kalmadığını çok iyi biliyordu. "Hadi bebeğim," diyerek onu hareket ettirdi. Hoseok'un o arada tek kelime edememesinin sebebi bunca yıl sonra duygularını açığa vurmasıydı. Bunu böyle bir anda yaptığı için kendinden utanıyordu ancak bundan daha doğru bir zaman yoktu. Jungkook'un daha fazla üzülmesine izin vermeyecekti. Oysa Taehyung ile olan sohbetinden sonra Jungkook ile konuşmayı azaltmış, gizlice kendisine bakmadığı anlarda doyasıya baktığı yüze bile bakamaz olmuştu. Yıllanmış haldeydi. Olduğu yerde durarak Naeyon'un Jungkook'u kendisinden uzaklaştırmasını izledi. Açıkçası kendisi de bu durum hakkında ne diyeceğini bilemiyordu. "Belki çözüm bu bile değildir ve ben şimdi bunu yaparak bir arkadaşın da omuzundan eksilttim. Çok iğrenç bir adamım," dedi koltuklardan birine çökerken. Pişman olmuştu ama karşısında öylece kendisinden yardım bekleyen bir insanı daha nasıl kanatlarının altına alıp saklayabilirdi? Sırf Jungkook tekrar gülebilsin diye tüm servetini harcamaya hazırken. Oysa kendisiyle evlenmesini istediğini söylediğinde çok doğru hissettirmişti. Dakikalarca olduğu yerde kaldı. Dikkati sadece kapının dışında telefon görüşmesi yapmak için dışarıya çıkan Mark yüzünden bozulmuştu. Sinirli ve gerginken yürüyerek stresini atmaya çalışan biri olduğundan dün gece aceleyle çıktığı şirket tarafından büyük bir azar yemişti. O da dayanamayarak küfrederek kapatmıştı telefonu. Şu an hayalleriyle oynuyordu ama en yakın arkadaşı bu kadar berbatken ve onun için bir şey yapamıyorken kendi mutluluğunun peşine düşemeyecek kadar mert bir insandı. Billboarda asılmayacaktı nasıl olsa resimleri, sokağa çıkıp on kişinin bile alkışladığını görse mutlu olabilecek biriydi. Bu yüzden şöhreti bunca yıl yanında olan ve kendisine kardeş olan dostundan daha önemli değildi. Bu nedenle bu önemi anlamayan bu şirketten dolayı ne kadar yanlış bir seçim yaptığını anladı. Ve bunun sinirini daha da harlarken, çıkarken aldığı evin anahtarıyla içeriye girdiğinde tahmin ettiği gibi bir sessizlik karşıladı. Ama Hoseok onun geldiğini fark ederek yerinde kalktı. Jungkook'un kendisi yüzünden odadan çıkamayacağını anladığından yapıyordu. Mark kendisine doğru gelip kolundan tutarak dışarıya çıkarıldığında, "Yine ne oluyor amınakoyayım? Jungkook geldi mi? Bir şey mi oldu söylesene göt herif, sürüklüyorsun beni!" diye küfre dayalı bir çatışma yaşarken, Hoseok kapıyı kapatıp karşısında durdu iç çekerek. "Sadece içmeye gidelim tamam mı? Anlatacağım." "Durum senin içmene sebep olacak mı kötü?" diye sordu, Hoseok duraksamış ve yüzünün asıklığına dolu gözleri eşlik etmişti. "Sanırım benim yüzümden daha kötü oldu, emin değilim. Sadece işe yaramak istedim. Sanırım onu kendimden uzaklaştırdım." Dedi ve daha da bir şey demeden merdivenleri inmeye başladı. Mark sadece arkasından birkaç saniye düşündükten sonra peşinden indi hızlıca. Çünkü anlamıştı ve bunca yıl sadece çok içince aşkını dillendiren bu adamın, Jungkook tam da bu haldeyken nasıl aşkını itiraf ettiğini merak etti. "Bir şeyimiz de doğru gitmiyor ki," diye diye söylendi ve Hoseok'un arabaya bindiğini görerek hızlıca yanındaki koltuğa oturup bekledi. Onun da içmeye ihtiyacı varmış, onu anladı bu akşam. Şaşkınlık gökyüzünden duraksayarak düşmüşler gibiydi. Bir dostun yumuşak niyetlerle söylüyor olduğu Jungkook için şaşılası bir durumdan öteye doğru ilerlerken yürek burçağından tüneyen kuşları, neden gözünün önünü hiç göremedin Jungkook? Diye hesap soruyordu kendisini. Kalbinle gördün ve gördüklerini de kalbinden geçenler yüzünden böyle sanmaya devam ettin. Aferin sana. Girdiği odadaki o masum günlerinin heyecanıyla şimdi kaosunu kucaklarken, artık kirlenmiş hissediyordu kendisini. Ah bir tek oğluydu onun en masum yanı. Ona bakarken sayıklayacak gibi oldu. Keşke onu tekrar karnımın içine koyabilsem ve sakınabilsem bu dünyanın kötülüklerinden. Gözü dolabın köşesinde duran küçük el valizine kayıyor ve sonrasında cüzdanında duran miktara. Bu sözde gelecekleri için kıyıdan köşeden sakındığı ve biraz daha yüklü bir miktar olduğunda Taehyung'a vereceği paraydı. Kendi keyfinden kıstıklarından şimdi oğluyla kendisini idare edecek paranın sadece üç ay kadar bir süre olması canını yakıyordu. Eli bir yandan da telefona gidiyor, annesi aramak istiyordu. Affet beni, diye. Ama gururu el vermiyordu. Bu yüzle karşılarına çıkmaya hiç niyeti yoktu. Affederlerdi muhakkak onları. Peki o, onların her yüzüne baktığında oluşacak acısından dolayı kendisini nasıl affedebilecekti? İşte bunu sindiremiyor ve hazır hissedemiyordu. Oğlunu öpüp koklarken, "Geçecek babacığım bunlar," diyordu. "Ben senin için nelerimden vazgeçtim. Bunların üstünden de gelecek baban. Her şeyi senin için yapacak. Sen yeter ki yanımda ol." Ama neden hiç geçmeyecekmiş gibi geliyordu? O kadının çocuğuna annesi yapacak diye ödü kopuyordu. Taehyung'un açığa çıkanlarla o göz yaşlarının ardını kahkahalar alacak sanıyordu? Bir bağırda daha kaç acı yetişebilirdi. Bir insan aynı anda kaç şey için ölebilirdi. Tek bir sebep yaşamaya yeterli bir olanak mıdır? Kime göre, neye göre? Yatağın köşesine oturmuş, odanın içindeki banyodan gelen ışıkla dışarıyı izliyordu. Penceresinin perdesini sonuna kadar açmıştı. Yüzü donmuş ve kaskatı kesilmişti. Minjun'un ara iç çekercesine aldığı nefesi dışında pek rahatsız edici bir ses yoktu. Nayeon ise dayanamayarak bu sessizliğe yavaşça kapıyı çalarken, arkadaşının uyuyamayacağını çok iyi biliyordu. Öncesinde de hep böyleydi. Biri biraz onu üzse, yemeden içmeden kesilir ve asla uyuyamazdı. Bu yüzden onların bebekleri olmuştu Jungkook. Yemeyeceğini bilse de elindeki küçük yemek kasesindeki lapayı dikkatli bir şekilde tutuyor ve Jungkook'un içinden bir tepki vermek gelmemiş olmasına rağmen kapının açılmasına ses etmiyor, gözlerini karşı dairenin yanan evinin ışığına dikmişti. Belki orada yaşayan ailenin kendisi ben olsaydım, şu yaşadıklarımdan daha vahim bir acı hissetmezdim diye düşünüyordu. Naeyon sessizce yanında oturdu. Elindeki minik servis tabağını sıkıca tutuyor ve arkadaşının bakıyor olduğu yere bakarak ne düşünüyor olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sessiz olması içinde bir kıyameti kopartmadığı anlamına gelmiyordu. "Sakinleşebildin mi?" Diye sordu Nayeon çekinerek. İnsanın bu durumda sakin kalmasını beklemek saçmaydı ancak kalmak zorunda olduklarını düşününce, büyük bir olgunlukla karşılıyordu bunu. "İçim buz kesmiş gibi Nayeon, sanki oracıkta kimse yok. Bu yüzden mi sakinimdir sence? Evimin tüm ışıkları sönmüş gece yarısı ve ben tek kalmışım gibi. Korktuğum karanlığında yapayalnız kalmışım gibi." "Ben senin bu halin için korkuyorum Jungkook," dedi çekinerek. Damağı titriyordu her ikisinin de. "Bana bu kadarını yapmaz değil mi?" dedi Jungkook burnunu çekerek. "Ben hiç mi sevilmeyecek biriyim de bana bunu yapsın? Acır mı bana sence, zaten mahvetti, daha da mahvetmez değil mi? Ölmesini dileyecek kadar nefret ettirmez kendinden değil mi?" "Dürüst olmak istemiyorum." Diyerek kendisine güzel bir cevap bulma umuduyla bakan Jungkook'tan kaçırdı bakışları. "Bende artık duymak istemiyorum." Sonrasında sadece Nayeon'un hatır koyarak Jungkook'a iki kaşık yemek yedirmesiyle son bulmuştu. Ve ısrar ederek uyuması için verdiği uyku ilacında. Eğer Jungkook biraz olsun dinlenmeseydi bedeni ona ihanet edecekti. Hayatında olan diğer insanlar gibi. Ertesi günün durgun geçen sabahın sonunda Nayeon bulduğu avukatın kapısına yanına aldığı Jungkook ile giderken, ikisinin aklı da karışıktı. Jungkook doğru bir karar vermek istiyordu. Hoseok'un aşkına karşı bir yorumda bile bulunamıyordu. İnsanlar duygularını çoğu zaman kontrol edemezdi. Bunu çok iyi anlamış biri olarak bu konuda sesini çıkaramadı. Nayeon gecesinde birkaç kez ağzını yoklamaya çalışsa da onun bir türlü ne karar alırsa alsın rahatlayamayacağını anladı. Bu konuda yasal bir güvence gerekiyordu. Bununla aklına gelen bu fikirle, tanıdığı bir arkadaşından işinde iyi bir avukat bulup görüşme ayarladı. Sonuç ise buradalardı. Hukuk bürosunun girişinde durmuşlar, Jungkook gerginlikle kendisinden asla ayıramadığı oğlunu kucağında düşünceli bir şekilde dudaklarını ısırıyor olmasını izliyordu Nayeon. Tanrı biliyordu ki her an ağlayacaktı Jungkook. Bu korkunç günleri yaşadığına inanamıyordu. Taehyung'un hastanede koma halindeyken burada durmuş, çocuğunu almasınlar diye girdiği mücadeleye inanamıyordu. Kâbusun en korkunç anlarındaydı ve uyanmak istiyorum diye çığlık çığlığaydı içi. Acılarım acıyor ve buna dayanamıyorum, bu dayanamadığım acılara alışmaktan ölesiye korkuyorum. Nayeon her daim belinden tutup kendisine destek olmasaydı, işte o zaman ne olurdu hali kim bilirdi. Ofisin içine girdiği anda onu aydınlık odanın duvarları değil, güler yüzlükle karşılayan adamın daha sonrasında karşısına geçerek zorlukla kuruyor olduğu cümlelerinin sonunu yutkunmayla bitirmesi de yitirmemişti. Anlattıklarıyla karşısındaki adamın değişen yüz ifadesiydi az da olsa inancını diriliğinin yok olmasının, oğlunun her daim yanında olacağına inandıran umutlarının sönüşü. Avukat, kaşlarını çatmamak için uğraşıyor ve ilk kez karşılaşıyor olduğu bu durum için nasıl bir öngörü geliştireceğini ve olası durumları hesap etmeye çalışıyordu. Sonuçta elinde çocuğuyla gelen bu adamın aldatmadan ötürü boşanma davası açacağını sanırken, zaten evli biri tarafından evlendiğini sanarak kandırılmasını ve çocuğunu alarak karısını vereceğinden bahsediyordu karşısındaki genç oğlan. Yirmi yıllık meslek hayatında gördüğü en garip davalardan biri olacaktı belli ki bu olay. Biraz da heyecanlandı. Fakat çocuğun, diğer adamın tam isim vermemesi de üzücüydü. Hangi ailenin oğlunun bu şekilde ahlaksızca bir oyun çevirdiğini bilmek istiyordu. Ama Jungkook ailenin adını hemen vermiş olsaydı, adam bu davaya girip girmeyeceğini uzunca bir düşünüyor da olacaktı. Kim ailesi, güçlü ve köklüydü. Satın alamayacakları bir hâkimin de olacağını pek sanmıyordu. Kendisiyle iletişim kurmuş olsalardı, para için bile olmasa can güvenliği için bu davadan çekilirdi muhtemelen. "Durumu doğru anladım ben değil mi?" diyerek öğrendiği olayı bir kez daha aklından teyit ettiriyor, burnunun ucuna kadar kayan gözlüğünü düzeltiyordu. Oysa Jungkook adamın bu sorgulayıcı ve şüpheci ses tonundan hiç hoşlanmamıştı. Nayeon onun titreyen dizini elini bırakıp yanında olduğunu belli ederek sıkıp bıraktı. "Evet," dedi sessizce Jungkook, yanında güven duyduğu birinin varlığın güvencesiyle. Adam derin bir nefes alıp kendisine dikkatle izleyen iki çift göze, daha sonrasında gözlerinin içi ağlamaktan kıpkırmızı kesilmiş oğlanın kucağında duran bebeğe baktı. "Bir saniye düşünmeme izin verin. Durum çok ciddi Jungkook Bey." Diyerek başladı söze. "İsmini vermemiş olsanız da bu ailenin Kore'nin güçlü ve köklü bir aileden olduğunu varsayarsak, bu aile çocuğu almak için mahkemeye başvurduğu an sizden alması çok yüksek. Oğlunuzun şu anda sekiz aylık küçük bir bebek olmasının hiçbir önemi yok." Bundan sonra söylediği her şey Jungkook'un daha çok zoruna gitmeye başlamıştı. "Eğitimini tamamlamamış, geliri olan sigortalı bir işe sahip olmayan ve ailesinin tüm desteği elinden çekilerek evlatlıktan reddedilmiş birisiniz. Hatta bu durumda çocuğunuzu sizden alıp yetiştirme kurumuna bile verebilirler. Şu anda çalışmaya kalksanız, çocuğunuza yeteri imkânı da veremezsiniz. Bu aile ise tüm bunları karşılayabilir kolayca. Çocuğunuzun yaşam kalitesini arttırabilir. Bu durum karşında neredeyse şansımız düşük. Herhangi başka bir şey oldu mu? Size evlilik namına okumadan imzalamış olduğunuz belgelerde çocuğunuza dair resmi bir hak da söz konusu olabilir. Eğer bu olursa düşük ihtimal denilen şeyde çok ütopik bir durum haline gelebilir. Boşuna bir uğraş olur kısacası." Jungkook nefesi boğazında bir yumru gibi atıyordu. O kadar nefret etti ki bu çaresiz halinden, dönüştüğü kişiyi öldürmek istedi. Ancak kucağındaki bebeğinin ona geçen sıcaklığını hissederken bu düşünceyi hemen kafasından utanarak attı. Onun hiçbir suçu yoktu. Yaşanan her ne olursa olsun tek önceliği oğluydu ve onu kendisinden başka kimseye vermeye de niyeti yoktu. Avukatın söylediği gibi değersiz bir varlığı olabilirdi. Parası ya da aptallıkları söz konusu olabilirdi, yine de gerçekti. Özdü. Tek hatası birine koşulsuzca güvenmekti. Âşık olduğu adamın, kendisine âşık olduğunu sandığı bir adamdan niçin böyle bir kötülük beklerdi ki insan? O kötü biri olmamıştı ki hiç, bu yüzden de bu kadar feci bir kötülükte beklemezdi birinden. Taehyung ise ona verilmiş en büyük ders olmuştu bu konuda. Affedilecek hiçbir yanı yoktu. Onun sahtekâr aşkı da kendisi gibi ölebilirdi. Canını yakamazdı. Eğer kollarındaki bebeğini kendisinden alacak olursa bir gün, işte o zaman yıkımın en sert yüzüyle yüzleşecekti ve bu sanıldığı kadar da kolay olmayacaktı muhakkak. "Peki," dedi, Taehyung'un kendisini bu hale dönüştürmüş olmanın yılgınlığıyla. "Eğer varlıklı başka biriyle evlenirsem, bu durum değişebilir mi? Çocuğum yanımda kalmaya devam edebilir mi?" Nayeon, Jungkook'un bu sorusuyla hızlıca kafasını ona döndürdü. O kafasının içinde neler olduğunu artık çok iyi biliyordu. Kalbi acıyordu. "Jungkook," diye fısıldadı ama Jungkook gözlerini avukata doğru dikmişti. "Eğer oğlumu varlıklı başka bir adamın nüfusuna alırsam, onunla evlenir ve mal varlığına sahip olursam, bu durum değişir mi? Bana tüm yalınlığıyla cevap verin, durum bir kâğıt üzerinde işlem görüp geçirebileceğiniz bir olaydan ibaret değil. Kazanma ihtimalinizi hesap ettiğiniz bir olasılık bile değil. Benim hayatım, her şeyim olması ile alakalı." "Evet bu ihtimaliniz var olur," dedi. "Bu sefer çocuğun size daha bağlı olması, durumunuzu göz önünde bulundurursak mahkemedeki izleyici şahitler sayesinde durum lehinize döner. Hatta bu durum karşısında karşı taraftaki kişinin yani diğer babanın da görmesi bile uzun bir süre kısıtlanabilir. Durum tamamen mahkemeye karşı nasıl bir sunum yaptığınızla alakalı olmaya başlar." Jungkook kafa salladı sadece. Gereken cevabı biliyordu artık. Ne kadar adice gözükürse gözüksün, oğlu için birinin kendisine bile isteye yara bandı olma isteğini kabul edecekti. Bu en yakın arkadaşı olmuş olsa bile yapmaya hazırdı. Kendisi artık umurunda değildi. Ne hissettiği kimin umurunda? Taehyung orada karanlık bir düşün içinde hapsolmuş olabilirdi ama kendisi burada zehir zemberek gerçekleri yaşarken de onun karanlık düşlerini görmeyi arzuluyordu. Bundan dolayı bu çözüme odaklandı. Ayağa kalktı. Avukata teşekkür etti. Oradan çıktığında Naeyon çekinerek sordu. "Evlenecek misin şimdi Hoseok ile?" Jungkook bu zor kararı artık vicdanı sızlanmadan yanıtlayabiliyordu. "Evet," diyor ve gözlerini sıkıca kapatıp açarken oğluna bakıyordu. "Taehyung gibi bir adama baba bilmesindense, Hoseok gibi iyi ve dürüst bir adama baba demesini tercih ederim. En azından oğlum babasından bahsederken gururlu bir evlat olur. En azından ben onu her daim güvende tutabilirim." Yutkundu sertçe. Dili bunu söylemek istemese de aklındaki kurtuluşu bunu doğru buluyordu artık. Zor gelse de diyebilmişti. "Hoseok'u arayıp en kısa süre içinde nikah işlemlerini başlatmasını söyleyebilir misin?" "Söylerim," dedi Nayeon. Gözleri doldu. Jungkook'un o nikah günündeki haliyle şimdiki nikahında olacak hali yüzünden canı acıyordu. "Sen yeter ki biraz olsun iyi ol, yeter bize." İyi olmak, dedi içinden Jungkook. Böyle bir şey nasıl olunur ki artık, bilmiyordu. Bu yüzden pes ediyordu. Hayat ondan ne alıyorsa alsın, oğlu dışında. Bunun içinde yapabileceği ne varsa yapmaya hazırdı. Ama daha fazlasını yapmak zorunda kalacağını hiç bilmiyordu tabi. Hoseok'un belli etmemeye çalıştığı mutluluğuyla hemen yanında durarak artık hiçbir önem arz etmeyen o imzayı atması ve yanındaki yakın arkadaşının eşi olmasını hiç ama hiç umursamıyordu artık. Bir korunak istiyordu ve şu anlık bulduğu için ilerisini düşünemiyordu. Düşünseydi, bu kadar ileri gitmezdi. Verdiği kararlarının hep boşa olduğunu bu şekilde anlamış olmazdı. Ne acı. ... Dört ay sonra Rüya, bütün çektikleri. Rüyaydı, kahrıydı ve tüm yaşadıkları bir rüya zindanın esiriydi. Nasıl da yıllar bulmuşçasına derin bir sükûnetti onun ki. Bir mısra boyu macerasının içinde sadece kapalı göz kapaklarının açılmamasıyla yok sayılmışçasına hastanenin bir köşesinde kabuklarının yaralanmasını izliyordu ruhu. Taehyung, kemikten bir ibaretmişçesine kırık ayağındaki alçısının çıkmasını ve kolundaki sargının değiştirilmesini hiçbir tepki vermeden öylece durarak izliyordu. Sorsan o yoktu. Sorsan o kimdi ki? Onu canlı hissettiren hiçbir şey yoktu. Ancak his bulunduran kalbi, hızlıca atıyordu. Beynindeki anılar o her attığında son hatıralarının izinden ona acıyarak geçiyor olacak ki, acısını silmek istiyordu ondan. Eun ise her gün geldiği ve uyanması için dua ettiği kocasının saçlarını okşarken, içi acıyordu. Her şeyden haberdardı ve bir yandan da uyanmaması iyi diyordu. Ama onun güldüğünü çok az görmüş biri olarak, şu anda sadece huzurla uyuyor gibi görünen Taehyung'un sıcak teninden başka canlı olan ne vardı ki? O güçlü omuzlarından ne kalmıştı. Solgun yüzü, çökmüştü. O kadar zayıflamıştı ki sanki bir gün uyanacağına inandığı inançlarını zedeliyordu bu manzara. Onunla bir öldüğü bir gerçekti. Her gün kendi ailesi ve eşinin ailesinin senin yüzünden dolayı böyle oldu suçlamalarına maruz kalıyordu. Bundan bıkmıştı ancak sesini de çıkaramıyordu. Sizin yüzünüzden oldu. Sevmeyerek bir ilişkiye başladık ve bu ilişkide yenilen bir tek ben oldum. Bana iyi davrandı diye âşık oldum ve şimdide asla iyi olamıyorum. "Bunca kıyametin içinde uyuyorsun." Dedi uzamış saçlarının önlerinden parmaklarını geçirirken. "Değdi mi Taehyung? Söylesene bana. Korkarak geçirdiğin o kısacık mutlu anlarına değdi mi şu anda yaşadıkların, yaşadıklarımız?" diyerek durdu ve izledi öylece onu. Eğilip alnına bir öpücük kondurdu. Geriye çekildiğinde, "Uyandığında, uyanmamayı dileyeceksin ve ben işte o an senin için ne yapabileceğimi bilmiyorum," diyerek buruk bir tebessüm edindi kurumuş dudakları. "Sevdiğin adam, sevgisinden emin olduğun o aşkın artık başkasının eşi oldu. Senden dolayı eksildiği her şeyine geri döndü. Sensizliğe alıştı bile. Bir kez olsun gelmedi bile buraya. Merak etmedi seni. Benim söylediklerime nasıl da kolayca inandı. Oysa ben inanmazdım Taehyung. Şimdi kıskandığım aşkınızı kıskanmayı bırakıyorum. Sahiden de senin ona sunduğu sahtelikler kadarmış aranızdaki bağ. Üzgünüm. Biraz daha uyu. Sonrasında hiç uyuyamayacaksın." Biraz daha içi acıyarak izledikten sonra çıktı odadan. Oysa yanılıyordu. Jungkook onu sandığı gibi unutmamıştı. Sadece unutmuş gibi yapmaya çalışıyordu. Öyle olduğuna inandırıyordu kendisini. Ama arkadaşları bunun farkında olup bozuntuya vermiyorlardı. İştahı kesilmiş arkadaşına zorla yemek yediriyorlardı. Sürekli olarak onun yanında kalmaya çalışıyorlardı. Endişeleri öyle büyük bir hale gelmişti ki Jungkook'un Minjun'a rağmen toparlanamayıp kendisinden vazgeçeceğini bile düşünüyorlardı. Çünkü Jungkook; yediklerini de kusarak atıyordu bedeninden. Geceleri kâbus görerek uyanıyor ve oğlunun yanında olduğundan emin olduktan sonra ağlamaya devam ederek sakinleşiyordu. Ve gün doğduğunda da sanki yan odadan Hoseok onun Taehyung için ağladığını bilmiyormuş gibi yaparak onu utandırıp incitmemeye çalışıyor ve tatlı bir günaydın ile her şeyin iyi ve yolunda olduğunu hatırlatırcasına gülümsüyordu. Özellikle Minjun'u, Jungkook'un kucağından çalarak oynamaya başlaması gibi. İşe gitmeden önceki en büyük hobisi haline gelmişti bu durum. Ona bir umut olma konusunda kararlıydı. Okula kaydını aldırırken tek tebessüm etmişti kendisine karşı Jungkook. Buna bile değerdi. Minjun'un kendi ayakları üzerinde yürütmeye çalıştığında eğlenmiş ancak oğlunun kendisine baba dediğinde ise ağlamıştı. Bu mutluluktan dolayı olmamıştı. Bu hayallerinin kırıklarında bulduğu eksiklikten kaynaklıydı. Taehyung'un bunu her zaman ne kadar çok duymak istediğiyle alakalıydı. İçi acıyor ve daha fazla kusmak istiyordu. Şimdi onunla kurduğu hayallerinde bambaşka birisi vardı ve bu manzara canını yakıyor olsa da güven duymasını sağlıyordu. Parmağında Taehyung'un ona taktığı yüzükten çok daha farklı ince bir yüzük takıyor, aynısını gözlerinin içine mutlu olsun diye bakan bir adam takıyordu. Ve bu adamı oğlu çok sevmişti. Buna şükretmeliydi. O kadının bunca zaman kendisini bulamamış olmasını da. Ancak, içinde öylesine utanmaz bir yan vardı ki, kimseye itiraf edemiyordu. Taehyung'un nasıl olduğunu bilmek için gizli gizli haber sitelerine bakması gibi. Fakat o kaza gününden sonra asla onun hakkında bir haber çıkmamıştı. Tek tesellisi ölmemiş olsaydı. Ama sanki bunu yaparak tüm gururunu ayaklar altına alıyordu. Ama o kadar kolay mıydı birini unutmak, değildi. Her bir parçasının eserini taşıyan oğluydu bunun en büyük kanıtı. Zaten oğluna baktığı her an Taehyung'a bakarken, onu nasıl bir an olsun aklından çıkarabilirdi ki? Mümkün değildi. Ve bunun kederini de taş bağlarcasına kabuklanmaya başlayan yüreğinin ardına saklamaya başlamıştı. Fakat bir gün, okula gideceği günün sabahında başı dönmeye başladığında okulun koridorlarında duraksayan adımlarına eşlik eden birileri acilen ona yardıma kalkıştığında yine aynı okulun kabuslarından birinde sanıyordu. İlk kez bu kadar ciddi belirtiler gösteriyordu. Gittiği psikoloğu ona vücudunun bu yaşanan olayların acısını dışarıya vurduğu için bu tepkilerini verebileceğinin normal olduğunu söylediğinden, dört ay sonra akıl edebilmişti bu durumu. Çünkü bunun olması imkansızdı. O ilacı içmişti. Kesinlikle bunda bir hata payı olamazdı. Lakin şüphe bir kez aklına düştüğünde, ondan kurtulmak sanıldığı kadar kolay değildi. Tansiyonunun düştüğünü sanarak içtiği meyve suyunu bitirdikten sonra derse yılgın heveslerle gelmiş adımları, okuldan geri çıkarak yakınlardaki eczaneyi bulduğunda dua ediyordu bunun olmaması için. Elleri titreyerek o gebelik testini aldığında, Minjun'dan hamile kaldığını anladığı günden daha acımasızdı şu an korkuları. Bir canı vardı ve ona zor sahip çıkarken, ikincisine asla gücü yetmezdi. Ne yazık ki, oradan çıktıktan sonra eve geçmeden sakin bir kafe bulmuş ve lavabosuna girerek testi yapmaya başlamıştı. Bunu yapmak için kendisini dakikalarca ikna etmek zorunda kalmıştı. "İmkânsız, öğren ve kurtul bundan. Sandığın gibi olmadığını göreceksin. Hamile kalman imkânsız. Ertesi gün hapını içtin sen," diyerek testi yapmaya ikna ettiğinde, sonuçlar onun sandığının tam tersiydi. "Yanlış bu," diyerek sinirle testi çöpe attı. "Yanlış çıkma ihtimali var. Doğru değil. Doğru olamaz. O bana verdi hapı ve bende içtim," dediğinde, olduğu yere çöküp ağlamak istedi. Tüm bunları yapmış bir adam, kendisini bu konuda da mı yanıltmıştı? "Değiştirdin değil mi Taehyung? Bu kadarını bile yaptın mı sen? Sen, ne kadar da iğrenç bir adammışsın da ben görememişim bunu." Bunu kabullenmek istemiyordu. Bu kadarını kabullenemiyordu. Nayeon'u aradı ve atacağı konuma acilen gelmesini söyledi. Hoseok'a bu konuda ne diyeceğini bile bilmiyordu. Her şey daha da karışıyordu ve bu tüm karmaşanın sahibi ise yoktu. Onun yokluğuna alışmaya başladığını da fark ederken korkuyordu. Jungkook yaşamaktan korkar bir hale geldiğinde, zaten çoktan korktuğunun başına gelmesi ne acıydı. Çünkü donmuş bir halde çıktı özel hastanedeki doğum doktorunun odasından. Dört aylık hamileydi ve doktora bunu nasıl anlamadığını sorduğunda, tek bir kelime çıkmadı ağzından. Ertesi gün hapı içtiğinden hamile kalmasının imkânsız olacağını biliyordu. Yeni bir çocuğunun olacağını öğrenmek, yanında kız olduğunu öğrenmek hiç iyi gelmemişti. Kalbi bir yumruk olup göğsünün içini sertçe ezerken, "Doktor bebeğin kalp atışlarını duymak ister misiniz?" diye sorduğunda, Jungkook ruhunun yırtıklarından sahiplenmekten korktuğu bedeninin sesini duymak istemiyordu. Minjun'u korumak için bile neler yapmaya çalışırken, şimdi o karnındakini nasıl koruyacaktı? Ya onu doğurduğunda kokusunu alamadan alırsa kucağından? Bu karşılıksız iki yüzlü aşktan kendisine geriye kalan iki evladı olacaktı ama ya kendisi? Ona ne kaldı? Sırtından kalbine doğru saplanan kazıklardan başka hiçbir şey. Naeyon'un kendisini bulmasıyla, "Ben hamileyim," dedi sadece. "Ondan hamileyim." Nayeon büyük bir siktir çekti. Her şey yolunda değildi ama öyle görünüyorken işte şimdi faka bastıklarını hissediyorlardı. Eunwoo'nun böyle anlarda yanında olmasını hep istemiştir. Çünkü mantıklı kararlar verebilecek biriydi. Ama onun buraya tamamen dönmesine iki ay vardı. Sadece dört ay önce Jungkook için iki günlüğüne Kore'ye gelmiş ve ardından Amerika'ya tekrardan dönmek zorunda kalmıştı. Dişlerini sıkıyordu. "Sana bunun ihtimalini ilk sorduğumda bunun imkânsız olduğunu ve korunduğunuzu söylemiştin Jungkook." "Bu konuda bile beni kandırmış Nayeon, benim tüm bu olanları ne aklım ne de midem alıyor. Sadece kusmak istiyorum. Hayatımı kusmak istiyorum. Taehyung'un yüzünü görmek hiç istemesem de karşısına geçip canını bu sefer ben yakmak istiyorum. Benim kalbimi nasıl deşiyorsa, bende onunkini paramparça etmek istiyorum. Karısıyla olan mutluluğu için benim çocuklarımı kullanacak olması, düşüncesine bile tahammül edemiyorken gerçek olması canımı daha çok yakıyor." "Jungkook, inan bana bu adamı ben öldüreceğim. Ölüm döşeğinde mi yoksa ayaklandı da pusuda mı bekliyor hiç bilmiyorum ama, sana tüm samimiyetimle söylüyorum ki o sana aşkla baktığına inandığım gözlerini oyacağım. Kim olduğu, nerenin zengin varisi oluyorsa olsun, bu piçin gebermesi ve dünyadan silinmesi gerekiyor. Adi şerefsiz," diye diye söylendiğinde, ortamdaki birkaç insanın kendisine ayıplayan gözlerle bakınca hemen duruşunu düzeltti. "İyice Mark'a benzedim. Sonum hiç iyi değil benim." "Bende ölmesini diliyorum," dedi içinden Jungkook. Başka türlü kendisini hiç sevmemiş birinin gazabından nasıl kaçabilirdi? Kendisine bunca acı ve kedere layık gören birini daha nasıl sevmeye devam edebilirdi? Bu onun için son noktaydı. "Eve gidelim olur mu? Mark'a da gelmesini söyle. Bu sır olarak kalmalı. Kimse bu bebeğin ondan olduğunu bilmemeli. Daha doğmadan onu da kaybedeceğim korkusu yaşamaya hazır değilim." Oysa Jungkook kabullenemiyordu hamile olduğunu. Buna hazır değildi. Oysa Minjun'u öğrendiğinde yüreğinde atan o heyecandan eser yoktu ve eli asla karnının üzerine giderek hissetmek adına onunla bağ kuramıyordu. Bu onun kırgınlıkla ama bir o kadar sevildiğine inanarak geçirdiği gecesinden bir hediyeydi. Yalan perdesinin kapanış sahnesinden bir gün öncesi. Bunu nasıl aşacaktı. Metanetli görünmek dışında bir hüneri kalmamıştı ve çaresizlik onun sınırlarında birer ölüm çizgisi gibiydi. Halbuki utanarak arkadaşlarını karşısına aldığında, bakmaktan en çok çekindiği isim Hoseok'tu. Oğluna bile bu haberi vermemişti. Kendisi daha kabullenemezken bunu canın ilki olana vermeye dili varmıyordu. Sesli söylerse artık o bir anlama dönüşecekti ve asla ondan vazgeçemeyecekti. "Ben hamileyim," diye söze girdiğinde her birinin yüzü perişanlıkla karşısında büzülen, gözlerindeki yaşları artık gizleyemeden duran Jungkook üzerineydi. Hoseok sertçe yutkunuyordu. Elleri yumruk olarak gözleri uzaklara daldı. Ta ki Jungkook'un, "Hoseok, beni ve oğlumu kurtarmak için bile olsa evlendin," diyerek söze başlaması ve asla kendisine olan aşkını dillendirmeyerek göz ardı ediyor olmasına bile incinemiyordu. "Ama bize ve yeni doğacak çocuğuma da koruyucu olur musun? Biliyorum, çok zor bir şey bu. Ama onun babasının da sen olmasını istiyorum. Herkes bu çocuğu senden bilsin istiyorum." "Benim cevabımı biliyorsun," dedi Hoseok. Kendisine güvenmesini istiyordu bu konuda. İçindeki bir gün gerçek bir aile arzusunu sakınıyordu dilinden. "Seni ve çocuklarını her daim korurum. Şartlar ne olursa olsun," dedi ve Mark ikisi arasında mekik dokurken, "Bence kalkan olmayın, gerçek bir aile olun," dediğinde, onun hemen yanında oturan Nayeon, kol dirseğini Mark'ın karnına doğru geçirdi. "Sen karışma bu duruma." "Ne dedim, kötü bir şey mi söyledim ben? Sadece neden olmasın. Hoseok'u hepimiz yıllardır tanıyoruz. Jungkook'un iyi ve mutlu olmasını istiyorum ve Hoseok'da bunu ona tüm içtenliği ve gerçekliğiyle verecek bir adam. En azından ikisi gerçekten evliler. Diğer şerefsiz gibi zaten evli olup onu yıllarca kandırmadı. Bir güzel çocukları yapıp onu karısına hediye etmeye çalışmadı." "Mark," diye uyardı Nayeon. Jungkook hayatının gerçeği olan bu duruma gözleri dolu dolu baksa da arkadaşının bu serzenişini yadırgamıyordu. "Haklısın Mark," derken, Nayeon aniden Jungkook'a baktı. Bu beklenmedik bir tepkiydi. "Hoseok en doğru adam. Şu an değilse bile, ilerde eğer halen aynı duygular içindeyse onunla gerçek bir aile olmak isterim. En azından incinmeyeceğimi bilirim. Ve beni gerçekten de seveceğini." Hoseok'un yüreği sıkıştı. Jungkook'un ağzından bir olacaklarına dair bir ihtimal çıkıyordu. Utanmasa gülümseyecekti. "Ben seni hep bekledim Jungkook," derken sakin tutmaya çalışıyordu sesini. "Senden benim taşıdığım duygular kadar yoğun bir duygu beklentisinde değilim. Benimleyken huzur bulduğunu bilsem yeterli." Jungkook çok hafif bir tebessüm etti. Çok utandı. Bunu isteyen karşısındaki adam da olsa bencillik yaptığını düşünmekten dolayı ona karşı hep mahcup hissediyordu. "Şu anda yılmadıysam ve ayaktaysam, senin sayende zaten Hoseok. Sana bunun için minnettarım." Nayeon ve Mark sessizce birbirlerine baktılar. En yakın arkadaşların anlayacağı türden bir bakışmaydı. Normalde ikisi de bu korunma kalkanı oluşturdukları bu evlilik için yorum yapmayıp akışına bırakmış olsalar da ikisinin arasının iyi ve daha farklı bir yöne kayması için iş birliği yapmaya karar verdi. Çünkü her ikisi de Jungkook'un Taehyung'u affedemiyor olsa bile sevdiğini çok iyi biliyordu. Ve Jungkook ardından yanlarından Minjun'un yanına gitmeyi bahane ederek uzaklaştıklarında, elini karnına yaslama cesaretini oğlu kucağındayken gösterdi. "Oğlum çok korkuyorum bizim için ama yine de kardeşini de koruyacağız öyle değil mi?" diyerek, gelişimi pek normal olmayan çocuğunu, Minjun'un o tombik ellerini tutup sevdirirken şifa bulduracağına inandırmaya çalışıyordu. Böyle düşünmezse, nasıl toparlanabilirdi ki zaten? Ama asla toparlanamayacak gibi duran kişilerden biri Taehyung'tu o sırada. Sanki hissetmiş gibi göz kapaklarını açmaya zorlarken kendisini, kafası dönüyor ve sağ sola bakmaya çalışırken anlamaya çalışıyordu çevresini. Ancak aniden bakış açısına giren bir hemşire, "Bay Kim," diye seslenirken, başının üzerinde yüzlerce yaban arısı varmış gibi vızıldıyordu. "Uyandınız." "Hemen doktorunuzu çağıracağım," diyerek odadan çıktığında ve Taehyung kendi başına kaldığında, yüreğinde bir baskı hissediyordu. Vücudunu kontrol etmeye çalışırken, başarısızdı. Kasları hareketsizlikten bir hayli zayıflamıştı. Ve düşünmeye çalıştıkça kafasına biri balyozla vuruyormuş gibi bir ağrı baş gösteriyordu. İyodum kokusu ise serumlarla besleyerek hayatta tutmaya çalıştıkları midesini bulandırıyordu. Doktor büyük bir sevinçle yanına gelip kendisini kontrol etmeye geldiğinde, çoktan diğer aile üyelerine uyandığına dair haber verilmiş ve bu haber karşısında Eun hızlıca evden çıkmıştı. Diğer aile üyelerine beklemeye tahammülü yoktu. En azından kendilerini bunca zaman suçlayan eşinin ailesine katlanamazdı aynı arabalarla gelmeyi. Tek istediği Taehyung'u görmek ve gözlerinin açık olduğuna şahit olmaktı. Çünkü uyanamayacağına inanmaya başlamıştı. Fakat odasından çıkan doktorla karşılaştığında gördüğü keyifsiz yüzden hiç memnun değildi. Heyecandan yüreği kıpır kıpırdı ancak şimdi korku vardı. "Uyandı demiştiniz, bir sorun mu var?" dediğinde parmaklarını stresle avuç içlerine batırıyordu. Doktor, "Kendisi hakkında sorduğumuz çoğu sorulara cevap veremedi. Daha detaylı tekniklerle sorunun kökenine ineceğiz. En azından felç kalmadığı için şükretmeliyiz. Nöroloji uzmanıyla görüşüp durumu değerlendirdikten sonra daha detaylı bir açıklama yapmak daha doğru olur." "Beni geçiştirmeye çalışmayın doktor bey, gerçek ne ise onu söyleyin bana." Diye sabırsızca konuştuğunda Eun, "Kafasına ağır bir darbe aldığından dolayı bir hafıza kaybı yaşıyor ama bunun geçici mi yoksa kalıcı mı olacağını öğrenmemiz gerekiyor," diye yanıt aldığında ne diyeceğini bilemedi. "Ne kadar büyük bir hafıza kaybından bahsediyorsunuz peki," diye sordu çekingen bir sesle. "Bunu anlamamız için karşılaştırma yapmalıyız. Şu an konuşması ve tepki verebilmesi bile mucize sayılır. Aile üyelerinden alacağımız hasta bilgisiyle durumun boyutunu kavrayacağız." Eun sessizce düşündü. "Onu görmek istiyorum, kısa bir süre de olsa." Dedi ve doktordan görmek için izin aldı. Doktor buna müsaade ettiğinde, hemşire ona öncülük ederek odaya girmesi için hazırladığında Eun halen bu durum hakkında düşünüyordu. Jungkook'u unutmuş olabilir mi diye? Böyle bir ihtimalin olması, işte o zaman onun için bir mucize sayılacaktı işte. Gerginlikle geçen birkaç dakikanın sonunda Taehyung'un odasına girdiğinde ve girdiği gibi hissederek göz kapaklarından sıyrılarak kendisini karşılayan kahve gözlerle, gözleri doldu. "Taehyung," dedi hızla attığı adımlarıyla onun yanına giderek ağlarken. "Bize geri döndün," dedi ve elini tuttu. "Bir daha o gözlerini göremeyeceğim diye o kadar korkuyordum ki." Taehyung kendisine dokunan bu kadına boş gözlerle bakıyordu. Konuşması için kendisini zorlarken, boğazını yırtacakmış gibi çıkan sesin duyuluşu bir fısıltı gibiydi. "Siz kimsiniz?" Eun, öylece yüzüne baktı. Uzun uzun. Bir araftaydı ve âşık olduğu adam kendisiyle olan altı yıllık bağını bile unutmuş görünüyordu. O ise bu bağı hatırlatırcasına ama üzerine bambaşka anlamlar yükleyerek bir cümle kuruyordu. "Ben senin âşık olduğun karınım Taehyung," diyordu. Bölümün sonu. diğer bölüm, benim bu fici yazmak için heyecanlandıran sahnenin başı ay :) ne olacağını tahmin edenler şuraya bir fikir beyan etsin lütfen. Ben Nicotesy, uyumak istiyorum en az dokuz saat, nasip et. |
0% |