Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@nidademirel

 

Sezen Aksu | Şanıma İnanma

 

 

 

"Gerçeği gözden kaçıran yarim..."

 

"Sus be yavrum. Kapat şu müziği. Sabah sabah kafam şişti Sezen!"

 

Anneanneme gülerek saçımı yapmaya devam ettim. "Eğriyi doğruyu şaşıran yarim..."

 

Sezen çalarken hazırlanmaya devam ediyordum. Okula gitmeden mutlaka enerjimi yüksek tutmak için yapardım bunu. Müzik dinleyerek hazırlanmak, tüm günümü güzel geçiriyordu.

 

"Kapıya toplayacaksın kızım milleti! Saat daha sabahın yedisi. Karga bokunu yemeden, müzik çıktı başımıza Allah'ım!"

 

Şarkı geçerken gülerek mırıldanmaya devam ediyordum. "Gülü seven dikenine dayanır yani..." Şarkının sözleriyle ona bakarak kahkaha attım. Kaşlarını çattı. "Şarkı sözleriyle laf mı sokuyorsun sen?" Dedi şüpheyle. Başından kayan tülbenti omzuna attı. Ellerini beline koymuş beni izliyordu. Beyaz gömleğimi elimle düzeltirken, aynadan ona baktım. "Aşk olsun anneanne! Yapar mıyım hiç?" Dediğimde, söylenerek yanıma geldi. "Bak bakayım bana," dedi. Ona döndüm. Elleri gömleğin yakalarını düzeltti. Ciddi bir iş yapar gibi yapıyordu bunu. "İnsan dar gömlek giyer Sezen! Bol şeyleri nereden buluyorsun böyle? Üstüne yapışsın kızım, hanımefendi gibi olsun biraz üzerin." Gömleğimde dolaşan ellerini tutarak öptüm. "Aşkım moda bu moda." Dediğimde homurdanmaya devam etti.

 

Gülerek aynaya döndüğümde dudak parlatıcısını dudağıma sürdüm. Omzumun bir tık altındaki dalgalı saçlarımı elimle kabarttığımda, arkamda beni izleyen anneanneme döndüm.

 

"Ay Sezen," dedi. Sesi keşke der gibiydi. Saniyeler önceki homurdanması geçmiş, usulca yatağıma oturmuştu. "Dedende böyle görseydi seni, nasıl gururlanırdı biliyor musun?" Yüzüne buruk ve heyecanlı bir tebessüm düşmüştü. Yıllar geçsede acısı bâki kalacaktı. Yüzündeki halinden bunu anlayabiliyordum.

 

Yanına ilerleyerek oturduğumda bana döndü. Ellerimi yanaklarına koyduğumda, yaşına göre dinç fakat acıyla gölgelenmiş yüzünü izledim. "Mamişko, dedem beni eminimki izliyor." Dediğimde gülümsedi. Yanağına sulu bir öpücük kondurduğumda, hızla sildi. "Sezen düzgün öp öpeceksen!"

 

"Menkıbe Hanım çok söylenmeyin, hep böyle öpeceğim sizi." Dediğimde tekrar homurdanır haline geri dönmüş ve odadan çıkmıştı. Çıkmadan müziği kapatmayı elbette ki es geçmemişti.

 

Anneannem burcunu çok iyi yansıtıyordu. Menkıbe Yaşar gerçek bir ikizler burcuydu.

 

Üzerimdeki yüksek bel siyah pantolonumu düzelttiğimde, oxfordları ayağıma geçirmiştim. Masanının üzerinden duran çantamı koluma taktığımda odadan çıktım.

 

"Anneanne?" Diye seslendiğimde, mutfaktaki tıkırtılara doğru ilerledim. Çay koyuyordu.

 

"Mamişko n'apıyorsun sen?" Dediğimde bana döndü. Çay koyduğu termosu bana uzattığında gülmeden edemedim. "Neden uğraşıyorsun sen anneanne ya, hadi yat saat daha çok erken."

 

Kendine koyduğu bardağı alarak masaya oturdu. "Sabah namazından sonra uyuyamıyorum bilmiyor musun?" Dedi. Başımı sallayarak yanına gittiğimde, beyazlaşmış saçlarını öptüm ve kapıya ilerledim.

 

"Hadi ben kaçtım." Dediğimde, seslendi. "Sezen saat daha çok erken. Gel bir bakayım sen şuraya," yanında duran sandalyeyi çekti. Şaşkınlıkla ona bakarken, eliyle sandalyeye yavaşça vurdu. Çektiği sandalyeye otururken çantamı ve termosu masaya bıraktım.

 

"Yavrum sen geleli daha üç dört hafta oldu. Bilmezsin buraları daha, herkes birbirini yer burada. Tepeli Deve'de geldi zaten. Ortalık epey karışacak. N'olur kimseye yanaşma annem tamam mı? Okuluna git, yavrularına dersini ver ve hemen gel. Tamam mı?"

 

Yüzünde hafif bir endişe vardı. Geçen gün sokakta haber eder gibi bağıran çocuğun dediğiydi bu. Tepeli Deve.

 

Kaşlarım çatıldığında bana bakan gözlerle cevap verdim. "Anneanne kim bu Tepeli Deve?" Elini boşver

dercesine salladı. "Sen düşünme bunları. Dediklerimi yap yeter tamam mı?" Yüzüme beklentiyle bakıyordu. Onu kırmamak için başımı salladığımda, rahatlamış gibi gülümsedi.

 

Ayağa kalktığımda beni kapıya kadar uğurladı ve geldiğimden beri yaptığı şeyi yaptı. Arkamdan suyu dökerken, "Zihnin açık olsun Sezen'im, güzel çocuklarına işlesin." Dedi. Sanırım bunu her zaman yapacaktı. Sevgiyle ona bakarken el salladım. Arkamdan su dökmesi bile beni gün içinde mutlu yapmaya yetiyordu.

 

Yüzümdeki tebessümle evi arkamda bıraktığımda kulaklığımı takmış yürüyordum. Her zaman olduğu gibi Sezen çalıyordu. Müziğin verdiği hisle beraber salına salına yürüyordum. Ekim ayının başlarına gelmiştik ve hava artık üşütüyordu. İstanbul'un havasına henüz alışamadığım için İzmir'i arıyordum. Şimdi İzmir'de olsam hava bu kadar serin olmayacak ve hafif rüzgarla beni sadece okşayıp geçecekti. Dudaklarımda tebessümün belirmesine engel olamadım. İzmir'i çok özlemiştim. Buraya geleli bu kadar kısa süre olmasına rağmen hemde.

 

Mahalleyi yavaş yavaş arşınlarken bir elimdeki termostaki çayıda usulca içiyordum. Sıcak çay serin havada çok iyi geliyordu.

 

Gözlerim geçtiğim yerleri incelerken meraklada izliyordu. Bu koca mahalleyi çözmüş değildim. Anneannemin benim için korkacak kadar ne vardı, bilemiyordum da. Evler orta gelire sahip ailelere aitti. Maksimum dört ya da beş katlıydı hepsi. Mahalle kültürünü kaybetmemiş aksine yaşatmaya çalışan bir yerdi. İnsanlar kapılarının önüne koyduğu küçük masa ve taburelerde oturuyordu genelde. Böyle bir yerden korkacak kadar ne yapabilirdi bu insanlar?

 

Mahalle yüksek bir arazinin üzerindeydi. Yolları geniş ve düzenliydi. Şimdiye kadar hiç bakımsız bir ev ya da harabe bir yapıt görmemiştim. Yol kenarlarında evlere ait saksılar vardı. Samimiyetin göstergesi olduğuna inandığım bu çiçekler bu yeri daha sıcak gösteriyordu.

 

Kulağımdaki kulaklıktan duyamadığım boğuk sesle arkamı döndüm ve kulaklığımı çıkardım.

 

"Öğretmenim! Öğretmenim!"

 

Uzaktan elinde poşetle koşan çocuğa baktım. Gözümü kısıp onu tanımaya çalışırken, sınıfımdaki Alişan olduğunu gördüm. Elindeki poşeti sallaya sallaya koşuyor ve bir yandanda gülümsüyordu. Birkaç saniye sonra yanıma geldiğinde nefes nefese kalmış haline gülümsedim. "Günaydın Alişan." Yüzünde koca bir gülümseme oluştu. "Günaydın öğretmenim." Öğretmenim derken; ğ ve e harflerini yok sayıyordu. Elindeki poşeti kaldırarak bana gösterdi. "Annem yolladı bunu. Lavaş ekmek. Kendi yaptı vallaha bizim oranın lavaşı bu. Erzurum'un. Öğretmenine ver yağlayıp yesin, dedi."

 

Telaşlı ve heyecanlı konuşmasına gülümsedim. Ellerim siyah saçları arasına girip okşadığında o da gülümsedi. "Teşekkür ederim Alişan. Annene çok teşekkür ettiğimi söyle olur mu?" Başını salladı ve poşeti bana uzattı. Poşeti aldığımda sıcak lavaş avuçlarıma değmişti. Alişan bir şey söyleyecek gibiydi fakat söyleyemiyordu. "Ne diyeceksin söyle hadi." Dediğimde utanarak başını eğdi. "Ben de sizinle yürüyeyim mi okula öğretmenim?" Şaşkınlıkla ona baktım. Bu tatlı utangaçlığı bunu söyleyememesindendi.

 

"Hadi gel yol arkadaşlığı yapalım." Yüzüme koca bir gülümsemeyle baktı. "Vallaha mı?" Dedi. "Vallaha." Dedim, gülerek. Yavaşça yürürken o da yanımda yürüyordu. "Hava atacağım okuldakilere, Sezen öğretmenimle yürüdüm diye." Şaşkınlıkla ona döndüğümde yüzü kızarmıştı.

 

Kısa bir süre sohbet ederek yürüdükten sonra ona döndüm. "Alişan senin bu saatte okulda ne işin var? Ders sekiz buçukta başlıyor."

 

Yüzündeki heyecanla bana döndü. Gözleri parlamaya başladı. "Öğretmenim dün konuşurlarken duydum. Tepeli Deve okulun karşısındaki yemek yerine kahvaltıya gelecekmiş. Devrim abiden duydum. Abim yarın Gülnaz ablanın yerine gidecek kahvaltıya dedi, birine. Bende onu görmek için gidiyorum. Kahvaltı erken yapılır diye bende hemen çıktım evden."

 

Yemek yeri dediğinin bir kafe ya da restoran olduğunu anlamıştım. Bir kaç kere göz ucuyla gördüğümde olmuştu fakat Devrim'in ve Tepeli Deve'nin henüz kim olduğunu bilmiyordum.

 

"Kimse için bunu yapmamalısın. Bir daha görmeyeyim tamam mı?" Lafıma aldırış etmeden parlayan gözleriyle tekrar konuştu. "Ben büyüyünce Tepeli Deve olacağım öğretmenim. Onunla zaman geçireyim ki öyle olayım."

 

Kaşlarım olabildiğince çatılmıştı. Bir çocuğun hayaline sığabilecek kadar kimdi ki bu adam?

 

Alişan'a cevap vermeden yürümeye devam ederken kısa sürede okula gelmiştik.

 

"Oha! Orada bakın öğretmenim!"

 

İrkilerek Alişan'a döndüğümde, elinle gösterdiği yere baktım. Ufak kafenin önüne atılmış masada bir adam oturuyordu. Bu sanırım, hayallerini nice güzel mesleklerle doldurmasını istediğim öğrencimin; olmak istediği adamdı. Tepeli Deve'ydi.

 

Kaşlarım çatılıp gözlerim kısıldığında onu daha net görmeye çalıştım. Alişan'ın hızla koşan bedeninin arkasından yavaşça yürüyüp oraya doğru yaklaştım. Birkaç saniye sonra kafeye yakınlaşmış ve onu daha net görür olmuştum. Üzerinde bedenine oturan bir siyah tişört ve siyah keten bir pantolon vardı. Masanın altına sığmayan bacakları uzun boylu olduğunu gösteriyordu. Kalın kolları iri olduğu gösteriyordu. Koyu kahve saçları alnına dağınık bir şekilde dökülmüştü ve elindeki telefona bakarken gür sakallarını sıvazlıyordu. Alişan'ın ona doğru koşan bedenini hissedince gözleri ona döndü ve ciddi ifadesi kırıldı. Yüzünde hafif bir gülüş belirdiğinde, yanına varan Alişan'ın saçlarını okşadı. Şimdi bende yanlarına gelmiş ve onlara daha yakından bakıyordum. Neden buradaydım ve neden şu an onları izliyordum bilmiyordum.

 

"Seni görmek için geldim." Dedi Alişan heyecanla. Kollarını boynuna sarmış ve başını göğsüne yaslamıştı. Sadece lakabını bildiğim bu adam ise güçlü kolları arasına aldığı çocuğun sırtını okşuyordu. Onu göğsünden çekerek yanına oturttu. "Ne yersin? Gülnaz ablan yapsın sana." Kalın sesini ilk defa duydum. Gür ve kalın bir sesi vardı. İri bedenine yakışıyordu.

 

Alişan kısa bir süre düşündü ve bana baktı. Ğ ve e harflerini yine yutarak konuştu. "Öğretmenim beraber yiyelim lütfen! Birazdan çocuklar gelir, onlarla hava atayım lütfen!"

 

Adamın bana döndüğünü gördüğüm an gözlerimi hızla ondan çektim. Ona baktığımı görmüş ve gözlerini gözlerime dikmişti. Açık kahve gözleri ifadesizce yüzüme bakıyordu. Ben de gözlerimi çekmeden onu izliyordum. Gözleri yüzümde gezindikten sonra usulca bedenime indi ve beni süzerek konuştu. "Yeni öğretmen sensin sanırım. Hoş geldin." Dedi. Eliyle karşısındaki sandalyeyi işaret etti. Bunun otur demek olduğunu anladım. Kararsızlıkla yüzüne bakarken, gözlerim Alişan'a takıldı. Yalvarır gözlerle yüzüme bakıyordu. Tatlı gözlerindeki yalvarışı kırmadan usulca sandalyeye yaklaşıp oturdum. Şimdi adamın tam karşısında, Alişan'ın ise çaprazındaydım.

 

Yüzümde hissettiğim bakışlarla yavaşça ona baktım. Beni inceliyordu. Gözleri masaya koyduğum kulaklığa takıldı. "Sabah sabah Sezen dinlemek," dedi, dudağı büküldü. "Ağır gelir." Gözlerim kulaklığa takıldığında, şarkının hâlâ çaldığını ve sesin geldiğini fark ettim. Gözlerimi ona çevirdim. "Yok," dedim. "Her an ve her zaman dinleyebilirim." Açık kahve gözleri yüzümü turladı. Kısa bir süre beni izledikten sonra, konuştu. Büyük, kemikli elini masanın üzerinden uzattı. "Malkoç." Dedi.

 

Herkesin Tepeli Deve dediği bu adamın adını sonunda öğrenmiştim. Kendimi onu incelerken buldum. Açık kahve gözleri yüzümde geziniyordu. Alnına düşen dağınık saçları ve gür sakallarıyla karizmatik duruyordu. Bir elini bana uzatmış, diğer eliylede sakalını sıvazlıyordu. Adı garip bir şekilde ona yakışıyordu. Tepeli Deve gibi ağır bir lakabın gerçek adıda ancak böyle bir isim olabilirdi.

 

Karşımda uzatılan ele kısa bir süre baktıktan sonra, yavaşça elini tuttum ve sıktım. Büyük elleri buz gibiydi. "Sezen," dedim. "Sezen Maral." Avucunun içinde olan elimi birkaç saniye bırakmadan gözlerime baktı. "Sezen mi?" Dedi. İstemsizce gülümsedim. "Annem Sezen Aksu'ya hayranmış, o yüzden adım Sezen."

 

Elimi yavaşça elinden çekmek istediğimde sıkı elini gevşetti ve çekmeme izin verdi. Gözleri garip bir şekilde yüzümde ve saçlarımda dolaşıyordu. Bu garip anın bitmesi için Alişan'a döndüm. "Sen kahvaltı etmedin mi?" Dediğimde o da beni izliyordu. Sorumla mutlu bir şekilde gülümsedi. "Etmedim beraber edelim mi öğretmenim?" Elimdeki termosu gösterdiğimde onu cevapladım. "Ben kahvaltımı çayla ediyorum. Sana bir şeyler söyleyelim olur mu?" Başını salladığında adını yeni öğrendiğim adama döndüm. "Yiyebileceği bir şeyler var mı?" Gözleri zaten benim üzerimdeydi. Garip bir şekilde hissettiren bu hisle yerimde kıpırdandım. Masaya koyduğu eliyle arkasına yaslanmış ve hiç çekinmeden beni göz hapsine almıştı.

 

Bana cevap vermeden içeri seslendi. "Gülnaz abla! Kahvaltı tabağı hazırlasana."

 

Gözlerimi ondan çekerek etrafıma bakındım. Gözlerim uzaktan bizi izleyen ve yavaşça yanımıza gelen kadına takıldı. Malkoç'un yapmış olduğu gibi o da beni göz hapsine almış ve yavaşça yaklaşıyordu. Açık kumral saçlarını geriye attı ve yeşil gözlerini benden çekmeden Malkoç'un yanına ilerledi. Çok güzel bir kadındı. Hemen hemen aynı boylardaydık ve fiziği çok güzeldi.

 

Adımlarını Malkoç'un yanında durdurduğunda eğilerek yanağını öptü. Bunu yaparken bana bakmasıyla hızla gözlerimi çektim. Malkoç'un bakışları üzerimden çekilerek yanındaki kadına döndü. "Hayırdır Özgü? Sabah sabah." Sesi rahatsız olduğunu belirtir şekildeydi. Adının Özgü olduğunu öğrendiğim kadın, ona cevap vermeden bana döndü. Gözleri beni kısa bir süre süzdükten sonra yavaşça gözlerime baktı.

 

Sanırım sevgilisiydi ve bakışlarından anladığım kadarıyla beni tehdit olarak görüyordu. Bu aptalca hissin verdiği rahatsızlıkla gözlerimi ona diktim. Uzun ince parmaklarını bana uzattı.

 

"Özgü ben." Dedi. Karşımdaki duran elini usulca sıktım. "Sezen." Dedim. Bakışları yüzümde gezindikten sonra karşımdaki adama döndü. Karşımda oturan adam beni izliyordu. Şu an garip bir şekilde gergin ve rahatsız hissediyordum. Kadın ortamın havasını bir anda germeye başlamıştı.

 

"Hanımefendi kim Malkoç?" Dediğinde gözlerimi ona çevirdim. Sanki ben burada yokmuşum gibi soruyu ona sorması çok sinir bozucuydu. Malkoç'un cevap vermesine izin vermeden konuştum. "Yeni öğretmenim ben," Elimle karşımdaki okulu işaret ettim. "Okula başlayalı hemen hemen bir ay olacak."

 

Masanın başındaki sandalyeye oturarak bana döndü. Şu an çaprazımdaydı. Gözleri garip bir şekilde yüzüme bakıyor ve baştan beri yaptığını yaparak beni inceliyordu. "Demek adı duyulan yeni öğretmen sensin." Yüzünde bir gülümseme yer aldığında, kaşlarımı çatmadan duramadım. "Adı duyulan?" Sorar gibi kurduğum cümleme tekrar gülümsedi. "Mahallede herkes seni konuşuyor. Malkoç okuluna öyle dandik ya da kötü insanları almaz. Herkes bundan bahsediyor."

 

Yüzümdeki şaşkınlık ve gerginlikle karşımdaki adama döndüm. Kullandığı dandik kelimesi kadar aptalca bir şey duymamamıştım. "Okul sizin mi?" Diye sorduğumda, arkasına yaslanmış beni izliyordu. Usulca başını salladı. Şu an geldiğim ve çalıştığım okul özel bir okuldu. Tepeli Deve diye bilinen bu adama ait olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. Karşımda bir nevi patronum oturuyordu.

 

Gözlerimi ondan çekerek çaprazımdaki kadına döndüm. "Dandik insan dediğiniz; bir öğretmen. Öğretmenin dandiği ya da kötüsü olmaz Özgü Hanım. Kelimelerinizi seçerek konuşmalısınız."

 

Kaşları havalandığında kahkaha attı. "İltifat etmiştim oysa ki." Derin bir nefes vererek Alişan'a döndüm. Şu an bu saçma ortamdan kalkıp gitmeliydim. Alişan ne zaman geldiğini bilmediğim tabaktaki kahvaltılıkların yarısını yemişti bile. Elindeki çatalda duran zeytinle duraksamış ve Özgü denen kadına bakıyordu. Kaşları çatılmıştı. Garipçe ona baktım. Neden böyle bir tepki verdiğini çözemedim.

 

"Sensin dandik! Benim öğretmenim çok güzel!"

 

Özgü'nün ve benim ağzım şaşkınlıkla açılmış ona bakıyorduk. Karşımdaki adam ise ciddi bir yüzle onu izliyordu.

 

"Öğretmenlere öyle konuşulmaz bir kere! Annem öğretmen senin bilgendir, dedi. Bilgesi olmayanın bilgisi olmazmış. Sen bilgisizsin çünkü senin öğretmenin olmadığı için sana terbiye vermemiş!"

 

Ağlasam mı gülsem mi karar veremediğim bir andaydım. Kalbim öyle bir şefkatle dolmuştu ki; taşsa Alişan'ı içine alacaktı.

 

Alişan kimse ona cevap vermeden kalktı ve yanımda durdu. Ellerini yüzüme koyduğunda kaşları çatıktı. "Siz benim çiçek öğretmenimsiniz." Yüzümdeki ellerine dokunduğumda okşadım. Onun deyimiyle gülerek, "Vallaha mı?" Dediğimde, yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Gözlerini büyüterek cevapladı beni. "Vallaha." Dedi.

 

Sandalyeyi iterek kalktığımda karşımdakilere baktım. Özgü sinirle, Malkoç ise garip bir ifadeyle beni izliyordu. Sanki beni tanımaya çalışıyor gibiydi bakışları.

 

"Terbiyesiz seni!" Diyen Özgü'ye sinirle döndüm. "Sekiz yaşındaki bir çocuk; sizden daha terbiyeli emin olun!" Dediğimde, hızla çantamdan çıkardığım parayı masaya koydum. Alişan'ın elinden tuttuğumda karşımdaki adama döndüm. "İyi günler Malkoç Bey."

 

Kafeden ayrılırken Alişan arkasına dönmüş ve beni şaşkına uğratacak şekilde Özgü'ye bağırmıştı.

 

"Boklu karı!"

 

Ağzım balık gibi açılırken beni çekiştiren Alişan'a baktım. "Alişan bu çok ayıp! Bir daha duymayacağım!"

 

"Mahalledeki Nuran Teyze sevmediklerine hep, böyle der öğretmenim. Özür dilerim."

 

 

&

 

Masadaki kahveye uzanarak büyük bir yudum aldığımda etrafıma bakındım. Bütün öğretmenler kendi işleriyle ilgileniyordu. Öğretmenler odasının kapısı açıldığında, Selin'in gözleri odada dolaştı ve bende durdu. Derin bir nefes verip yanıma gelirken kendini yanımdaki sandalyeye bıraktı.

 

"Ne o Selin Hocam, yorgun gibisiniz?"

 

Gözlerini devirerek bana döndü. "Sezen Hocam canım çıktı vallahi. Çocuklarla uğraşmayı kafam kaldırmıyor. Çok geç olsada fark ettim; herkesin kafası kaldırmaz bu işi."

 

Elimdeki kupayı masaya bırakarak yeşil gözlerine baktım. "Kızım çocuklarlarla uğraşmak hem zor hem de uğraştırıcı. Sevmek lazım bunu."

 

Selin ellerini başına koyarak ovaladı. "Ya bır bır konuşmaları kafamı şişiriyor," güldü. "Ama değer ya." Dedi. İlk söylediğinden caymıştı.

 

Selin'de benim gibi sınıf öğretmeniydi fakat ben ikinci sınıflara girerken o dördüncü sınıflara giriyordu. Okul zaten sadece ilkokulu kapsıyordu. Garip bir şekilde sadece mahallede bulunan çocuklar geliyordu. Eğitimleri için yüksek derecede harcamalar yapılıyordu. Okulda bulunan tüm öğretmenler en iyi üniversitelerden mezun olan öğretmenlerdi.

 

Buraya gelmemin en büyük nedeni anneannemdi. İzmir'deki okulumda mükemmel bir hayat sürerken kendimi aniden burada bulmuştum. Atanmayı bekliyordum fakat atamam olmadığı için özelde çalışıyordum. Anneannem madem özelde çalışıyorsun, yanıma gel burada çalış demişti. Beni o büyüttüğü için çok özlüyordu. Annem ve babamda buna sıcak baktığında, İzmirden İstanbul'a bir akşam uçağıyla uçmuştum. Bu okulu bulanda yine anneannemdi.

 

Garipsediğim bir şey vardı, Tepeli Deveden çekinir gibi konuşurken, bana onun okulunu bulmuştu. Sanırım çekinmesinin haricinde ona güveniyorduda. Beynimde dolanan düşünceyle, bana seslenen Selin'e döndüm.

 

"Alo? Kime diyorum Sezen ya! Şu testlere baksana bir, hafta sonuna ödev vereceğim. İki yaprak mı versem?"

 

Zarif ellerindeki testleri sallayarak bana bakıyordu. "Çok verme bence. Ailelerine çözdürüyorlar sonra. Onlar anlamadıktan sonra bir önemi yok."

 

Selin haklısın dercesine başını sallayıp, testleri düzenlemeye başladı. Kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra testleri ayırıp zımbalayan Selin'e döndüm.

 

"Selin," dedim. "Bir şey soracağım sana."

 

Yeşil gözleri kısılarak bana döndü. Biraz daha dibine girerek sesimi kıstım. "Sen iki yıldır burada çalışıyorsun şimdi bilirsin." Kaşları çatıldı ve beni anlamaya çalıştı. "Neymiş o?" Dedi.

 

Önüme gelen saçımı kulağımın arkasına atarak onu cevapladım. "Bu Tepeli Deve kim Allah aşkına? Çocukların diline bile dolanmış. Sabahta benim sınıftaki Alişan varya, çocuk sabahın köründe sırf onu görmek için, okulun karşısındaki kafeye geldi. Adam buranın sahibiymiş, sabah öğrendim bende. Tanıştık ama çözemiyorum."

 

Sessizce beni dinleyerek elindeki kağıtları bıraktı. "Vallahi yavrum evet okulun sahibi. Mahallede oturuyormuş bildiğim kadarıyla. İçeri girmiş mi ne sonra çıkmış. Belge altında falan görmüştüm bende, Malkoç Süvari asıl adı. Arada okula gelir çocukları kontrol etmeye. Eksikleri ya da okulda bir sorun var mı diye. Eli bol anladığım kadarıyla çünkü deli harcamalar yapılıyor buraya," Bana doğru yavaşça eğildi ve sesinin volümünü azalttı. "En basitinden özel bir okulda alacağımız maaş belliyken; adam daha fazlasını veriyor. Çocuklar dersen hepsi zaten hayran ona. Alişan'a şaşırmıyorum çünkü onun gibi birçoğu benim sınıftada var. Kısaca Malkoç Süvari bundan ibaret. Bildiğim şeylerde bir bunlar. Çok ifadesiz bir adam ama ya, sadece çocuklarla arası iyi. Her geldiğinde öğretmenler odasına uğrar, eksik gedik falan sorar ama genelde ifadesiz, ürkütücü bir tip. İçeri girmiş çıkmış ama neden olduğu belli bile değil, o ürkütücü biraz işte."

 

Kaşlarım istemsizce çatıldığında geri çekildim. Malkoç Süvari, namı değer; Tepeli Deve. Adamın garip bir yanı var gibi hissediyordum. İçeri girip çıkmış bir adamın, böylesine okul işleriyle alakadar olması bile garipti.

 

İçeri girdiğine göre karşıdaki kişi bir suçluydu ve suçlu bir adamın okulunda çalışıyordum. Annem ve babam bunu duymuş olsa; İzmir'e gelmem için büyük baskı yapar ve ardından uzun bir nutukla beni geri İzmir'e götürürlerdi.

 

Beyimi kemiren düşüncelerden sıyrılıp ayağa kalktım. "Selin ben derse geçiyorum, görüşürüz."

 

Başını testlerden kaldırarak bana baktı. "Görüşürüz yavrum, iyi dersler."

 

Günün son dersine girip çıktığımda bedenim yorgun düşmüştü. Çocukları sevsem bile yine tatlı bir yorgunlukla günü kapatıyordum.

 

Okuldan çıkarken yeni tanıştığım öğretmenlere kısaca selam verip, mahalleye doğru yürümeye başladım. Sabahın aksine her yer doluydu ve insanlar işleriyle ilgileniyordu. Birkaç kişinin meraklı gözleri beni incelerken, kendi aralarında fısıldaşıyorlardı.

 

"Hoca hayırlı olsun."

 

Evinin önündeki masaya oturmuş bana seslenen adama döndüm. Kırklı yaşlarında ve hafif kır saçlı bir adamdı. Bir bacağının bileğini diğer bacağına yaslamış ve sandalyede rahatça oturuyordu. Yüzünde laubali bir gülümseme vardı.

 

"Menkıbe yengenin torunuymuşsun."

 

Anneannem buraya gelin geldiği ve yıllardır burada oturduğu için ona yenge diyorlardı.

 

"Teşekkür ederim, evet onun torunuyum."

 

Gözleri bedenimde dolaşıp yavaşça yüzüme çıktı. "Küçüklüğünü bilirim, annenle babanla gelirdin buralara. Kim derdi ki, annesi babası gibi öğretmen olacak."

 

Gözleri tekrar bedenime indiğinde sanki çıplak görmek ister gibi inceliyordu. Rahatsızca kaşlarımı çatmış onu izliyordum. Arkasındaki kapıdan çıkan kadınla bakışlarım ona döndü. Yüzünde morarık izler vardı. Adamında gözleri ona döndüğünde etrafına bakındı. Telaşla ve hızla ayağa kalkarak kadını evin içine itti ve kapıyı kapattı. Kapıya doğru biraz yaklaşarak içeri bakmaya çalıştığımda adamın gözleri bana dönmüştü.

 

"Ne oldu hoca? Ne bakıyorsun?!"

 

Sesi birkaç saniye öncesine nazaran sert ve gergindi.

 

Adımlarımı yavaşça ona doğru ilerletip önünde durdum.

 

"O kadının yüzüne ne oldu?!"

 

Sert ve yüksek çıkan sesimle etrafına bakındı. "Sessiz ol be!" Dediğinde, daha yüksek sesle konuşmaya başladım.

 

"Bana bak sen," gözleri yüzüme kitlenmişti. "Dövdün mü sen o kadını?"

 

Başını hızla sallamaya başladı. Gerilmişti. Dövdüğüne o kadar emindim ki ve onu boğmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

"Ne dövmesi hoca, döver miyim hiç? Ayağı kaydı düştü," birkaç saniye duraksadı ve sesini yükseltti. "Hem sanane! Karı benim değil mi? İster döverim ister severim. Niye açıklama yapıyorum ben sana?"

 

Önümden geçerek yürüdüğünde beynime sıçrayan sinirle koluna yapıştım. "Bana bak lan şerefsiz!"

 

Adam kolunu çekerek gergin yüzüyle bana baktı. Yükselen seslerle insanlar cama çıkmış ve sokağa inmişti.

 

"O kadını evden çıkar yoksa seni gebertirim!"

 

Büyük avuçlarını koluma sardığında, hayalarına attığım tekmeyle yaralı bir hayvan gibi bağırdı.

 

"Dokunma bana sakın!"

 

Elleri önünde eğilmiş yüzüme bakıyordu. "Sikerim lan seni şu mahallenin ortasında!"

 

"Kimi sikiyorsun lan sen! Kansız herif!"

 

Gözlerim gür sesin olduğu yöne döndüğünde, onu gördüm. Malkoç'u. Tepeli Deve'yi.

 

Ne zaman geldiğini anlamadığım iri bedeni hızla yanımıza yaklaşırken, gözleri kısa bir süre bana takıldı ve adama döndü. İki büklüm olan adamı kaldırarak ensesinden tuttu.

 

"Ben seni şu mahallenin ortasında bir sikerim, hayatın boyunca beni kimse böyle sikmedi dersin." Adamın ensesine hızlı bir tokat geçirdi. "Duydun mu lan yavşak?!"

 

Adam benimle göz göze gelmeden başını eğdi. "Duydun mu dedim sana!"

 

Gür sesi tüm mahalleyi inletmiş ve insanları pusturmuştu. Şu an bulunduğum bu an bayılacak gibi olmama sebep oldu. Böyle gergin anlarda kalbim hep hızlı atar ve panik olurdum. Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım.

 

"Duydum abi."

 

Adamın sessiz sesi kulağıma dolduğunda gözlerimi onlarla çevirdim. Malkoç'tan yaşça büyük olduğuna emindim fakat ona, abi demişti. "Duyamadım bağır!" Malkoç adamın tuttuğu ensesine daha fazla baskı yapmış ve başını eğmişti.

 

"Duydum abi."

 

Sesi az öncekinden daha yüksek çıkmıştı. Dakikalar öncesine kadar bir aslanken, ufak bir kediye dönüşmüştü. Ensesine vurduğunda yanında duran ve yeni fark ettiğim adama döndü. "Devrim al şunu. Ne bok yaparsan yap."

 

Adamı bir paçavra gibi karşısındaki adama ittiğinde bir süre onları izledi. Adının Devrim olduğunu öğrendiğim adam, pislik herifi ensesinden tutup uzaklaştırdı.

 

Malkoç'un gözleri bana döndü ve ardından mahalleye döndü. "İçeri girin! Film oynatmıyoruz burada!"

 

Sesiyle beraber herkes dağılmış ve evlerine girmişti. İnsanların gözündeki tedirginliği ve korkuyu seçebilmiştim. Kimisi saygıyla bakıyordu ona kimisi ise korkuyla.

 

Açık kahve gözleri etraftan çekilerek bana döndü. İri bedeni yavaşça yanıma yaklaştı ve önümde durdu. Sabahki gibi bir siyah tişört vardı üstünde. Yakası daha açıktı ve ben sabah görmediğim bir dövmesini görmüştüm. Üzerindeki tişörtten tam olarak ne olduğunu göremesemde büyük bir dövme olduğu belliydi. Saçlarını geriye doğru atarak yüzümü inceledi.

 

"İyi misin?"

 

Gözlerimi incelediğim bedeninden çekerek yüzüne baktım. Siniri geçmeyen yüzüyle gözlerime bakıyordu.

 

Dağılmış saçlarımı geriye atarak onu cevapladım. "İyiyim ama o şerefsiz kadını dövüyor sanırım." Elimle arkadaki evi işaret ettim. "Anladığım için tepki gösterdim ve gerildi. Dövmeye utanmıyor ama ben fark edince sinirleniyor. Karı benim ister döverim ister severim diyor. Gerçekten mi ya? Karı ne bi' kere yani." Yüzümü buruşturdum. "Üstüne üstelik utanmayıp, mahallenin ortasında beni şey yapmakla tehdit ediyor, şerefsiz herif! Böyle insanları nasıl barındırıyorsun burada? Sen bu mahallenin Tepeli Devesiymişsin. Anladığım kadarıyla herkes senden çekinip korkuyor. Korkunu şu tiplerede salıpta, kadınları korusan biraz!"

 

Sesim başta sakin çıkarken sonlara doğru sert ve gergin çıkmıştı. Kendimi birden ona kızarken ve onu suçlarken bulmuştum.

 

Gözleri ifadesizce beni izliyordu. Benim sert konuşmama tezat sakince konuştu.

 

"Bir, kadını dövdüğünü bilmiyordum. Gizlediği için elimden bir şey gelmezdi. Bilsem zaten şu an burada olmazdı. İki, seni..." çenesi kasıldı ve benim dediğimi diyerek konuşmaya devam etti. "Şey yapmakla tehdit edemez, ben onu şey yaparım. Üç, böyle insanlar bu mahallede zaten barınmıyor. Fark ettiğim an barınma hakkıda elden gidiyor. Dört, kadınları hep korurum," Cümlenin devamını bastırarak söyledi. "Korunmaya ihtiyacı olanları." Kaşları yavaşça çatıldı ve yüzüme daha dikkatli bakmaya başladı. "Beş, sen beni mi araştırdın?"

 

Son söylediği cümleye şaşkınlıkla bakakaldım. "Ne diyorsun sen be? Ne araştıracağım ben seni, Allah aşkına! Milletten duyduğumu diyorum."

 

Yükselen sesimle dudağı büküldü ve derin bir nefes verdi. "Suçlu psikolojisi." Dedi. Yüzünde beni ciddiye almayan bir ifade vardı. Kaşlarım çatılarak yüzüne bakmaya devam ettim. "Karşımda polis gibi davranmayı keser misin lütfen?"

 

Başını salladı. "Sen de yalanı kes." Dediğinde bir adım geriye gittim. "Ne diyorsun ya? Araştırmadım diyorum kardeşim! Banane ya senden? Tepeli'ymiş Deve'ymiş, Malkoç'muş Süvari'ymiş, banane!"

 

Ciddi yüz ifadesinde alaycı bir gülüş belirdi. "Malkoç Süvari, evet. Bunuda mı araştırmada öğrendin? Çünkü sabah sadece adımı söylemiştim."

 

Elimi alnıma vurmamak için zor duruyordum. Salak gibi kendimi ele vermiştim. Onu araştırdığımı ve bunu normal olarak yaptığımı söylemek varken; işi boka batırmıştım ve anlamıştı. Üste çıkmaya çalışarak cevap verdim ona.

 

"Ne alakası var? Okul senin değil mi? Okula ilk geldiğimde, sözleşmenin altında görmüştüm adını."

 

Yavaşça kararan havada, açılan sokak lambaları yüzüne vuruyordu. Kaşlarını kaldırmış beni dinliyordu. Yüzündeki alaycı ifade gitmemiş üstüne daha fazlası katlanmıştı.

 

"Sözleşmede Devrim Süvari yazıyor. Kardeşimle yaptın yani sözleşmeyi."

 

Başımdan aşağı kaynar sular döküldüğünü hissettim. Rezil bir şekilde ona bakıyordum. Yalan yalanı doğururdu fakat şu an rezillik rezilliği daha fazla doğuruyordu.

 

Ne diyeceğimi bilemez şekilde ona bakarken, ağzımı açacağım sırada bana doğru yaklaştı ve dibimde durdu. Az önceki yakınlığımızın aksine daha fazla yakındık ve gerildiğimi hissettim. Yüzü yüzüme eğildiğinde geri çekilmek istedim fakat belimden kavrayarak çekilmeme izin vermedi.

 

"N'apıyorsun? Bırak belimi!"

 

Belimde duran iri ellerini çekmeden ve beni ciddiye almadan konuştu.

 

"Berbat bir yalancısın hocam."

 

Yüzümü ondan terse çevirdiğimde, sıcak nefesi yanağıma ulaşmıştı. Serin havada sıcaktan bayılacaktım. Sesim sinirimin aksine usulca çıkarken başımı ona çevirdim. Burnum burnuna sürterken hızla geri çekildim. Belimde duran iri eli düştüğünde bir adım geri gitti.

 

"Sen nasıl bana dokunursun? Mesafeni bil!"

 

Yalan konusunun üstünü örtmek için olayı farklı bir yöne çevirmiştim. Garip bir şekilde dokunuşu rahatsız hissettirmemişti. Fakat bunu kullanmak zorundaydım.

 

"Ne yani böyle mi üstünü kapatacaksın yalanının?"

 

Keyifli yüzüne sinirle bakıp arkamı döndüm ve dövüldüğüne emin olduğum kadının kapısını çaldım. Kapının açılmasını beklerken ona döndüm.

 

"Bana bak! Sen dalga mı geçiyorsun benimle? Şu an daha önemli bir işim var benim. Kadınla konuşacağım."

 

Sakalını sıvazlarken bir yandanda beni izliyordu. Sanki hiç yalan söylememiş gibi üste çıkmış ve onu alt etmeye çalışıyordum.

 

Malkoç'un cevap vermesine fırsat olmadan kapı yavaşça açıldı. Kadın kapının aralığından beni gördüğü an kapıyı kapatmaya çalıştı. Ayağımı hızla kapının arasına koyup kapıyı kapatmasını engelledim. Zorla kapıyı ittirip açtığımda kadın başını eğmiş şekilde duruyordu. Malkoç'un iri bedenini arkamda hissettiğimde ona döndüm ve kısa bir süre baktım. O da keyifli yüz ifadesinden çıkmış ve çatık kaşlarıyla kadına bakıyordu.

 

"Sümeyye Abla? Neden söylemedin bana."

 

Malkoç kadına bastırdığı sinirliyle konuşuyordu. Adının Sümeyye olduğunu öğrendiğim kadının çenesini tutarak yavaşça kaldırdım. Yüzü uzaktan gördüğümün aksine daha beterdi. Gözünün altında büyük bir morluk vardı ve çürümüştü. Yanaklarındaki morluk ve izlerlerde o adamın kadına şiddet uyguladığını tescillemiş oldum.

 

Malkoç yanımdan geçerek içeri girerken, bende onu takip etmiş ve arkasından gitmiştim. Salon olduğunu tahmin ettiğim yere girdiğimde, Malkoç koltuğa oturmuş ve sinirle nefes alıp veriyordu. Gidip yanına oturduğumda kadında içeri girmiş karşımıza oturmuştu.

 

"Sümeyye abla! Ben defalarca bu mahallede bağırmadım mı size? Böyle bir şey yaşayan varsa bana gelsin, korkmasın, demedim mi!"

 

Malkoç'un sert sesiyle kadın başını salladı. Titreyen sesiyle ona baktım. "Dedin ablam."

 

"Ee abla? Neden bizden korkan ama seni gizlice döven herifi siktir edip gelmedin bana? Benim sana sahip çıkacağımı, çocuklarına sahip çıkacağımı biliyordun. Neden haber etmedin bana!"

 

Kadın sessizce ağlamaya başlamıştı. Yerimden kalkarak yanına oturdum. "Sana bunu yapmaya hakkı yok. Şiddete susamazsın. Neden sessiz kaldın abla?" Dediğimde gözleri bana döndü. "Öldürürüm seni, dedi. Çocukları asarım, senide öldürürüm, dedi. Korktum gelemedim. Evden çıkmama bile izin vermedi."

 

Sesindeki acıyı ve korkuyu hissetmiştim. Kalbimin ortadan yarıldığını hissediyorum.

 

"Çocukları asmak ve seni öldürmek mi?!"

 

Dehşet içindeki sesim yüksek çıkmıştı. Malkoç'a dönerek konuştum. "Ya bu adam manyak mı? Sorunları falan mı var?!"

 

Malkoç uzun boyu ve iri bedeniyle ayağa kalkarak beni cevapladı. "Artık ne manyaklığı ne de sorunu kalacak merak etme."

 

Bunu söylerken kadına bakmıştı, kadın anlamış gibi hızla kafasını kaldırıp Malkoç'a baktı.

 

"Malkoç," dedi. Sesi korku ve umut doluydu. "Onu öldürecek misin?"

 

Kadına dehşetle baktığımda Malkoç'a döndüm. Gözleri üzerimdeydi ve şu an burada olmamdan, konuşmayı duymamadan rahatsız gibiydi.

Bakışları benden çekilerek kadına döndü. "Sana haber ederim abla."

 

Ayağa kalkarak karşısına dikildim. "Manyak mısın sen! Böyle bir şey yapmayacaksın değil mi?"

 

Gözleri uzun bir süre yüzümde gezindiğinde bana cevap vermedi fakat bunu yapacağını anladım. "Delirmişsin..." dedim, garip bir ifadeyle. "Hemen polisi arıyorum ve adamı şikayet edip, uzaklaştırma kararı çıkartıyoruz. Benim başarılı bir avukat arkadaşım var. Ayberk'le konuşsam eminim ki olayı kısa sürede halleder."

 

Çantamdaki telefonu ararken kısa süre içinde buldum ve aramaya girdiğimde telefon hızla elimden çekildi.

 

Sinirle yüzüne baktığımda, ifadesiz bakışlarıyla kesiştim. "N'apıyorsun? Ver şu telefonu!"

 

Telefonu almak için yeltendiğimde, geri çekildi ve ifadesiz bakışlarını bozmadan konuştu. Benden uzun olan boyuyla tepeden beni izliyordu.

 

"Burada işler böyle yürümez hocam."

 

Gözlerimi kısarak ondan uzaklaştım. "Bu yaptığın yanlış biliyorsun değil mi? İllegal yollarla çözmeyi deneyecek kadar çok film izledin herhalde. Hatırlatayım, bu dünyada bir adalet sistemi var. Polisi, hakimi, savcısı var bu dünyanın. Senin yollarınla çözülecek olsaydı herkes bunu yapardı! Üstelik içerden daha yeni çıkmışsın!"

 

Yüzü kasılmış ve sinirle beni izliyordu. "Aynen mükemmel bir adalet sistemi var." Bunu söylerken, yüzü dalga geçer gibi bir ifadeye bürünmüştü. "Ama şu da var," derin bir nefes aldı ve konuştu. "Ben Malkoç Süvari, namıdiğer; Tepeli Deveyim ve kendi adalet sistemimi yalnız kendim kurarım. Bu sistemden şaşanlarıda, şaşmayacakları yerlere gönderir ya da uğurlarım." Elindeki telefonu bana uzattığında usulca aldım, inanılmaz bakışlarımla onu izliyordum. Yüzü hafifçe yaklaşarak yüzüme eğildi. "Benim adalet sistemim her zaman doğruydu. Hak etmeyen ölür; hak eden yaşar. Çok sorgulama istersen."

 

"Senin sistemin bir katil gibi insan öldürmek mi? O şerefsiz için elini kana mı bulayacaksın?!"

 

Gözleri kısıldı. "Elimi buladığım ilk kan değil." Derin bir nefes verdi. Ellerini havaya kaldırarak etrafı gösterdi. "Tepeli Deve'nin mahallesine hoş geldin öğretmen."

 

Gözlerini benden çekerek kapıya doğru yürüdüğünde bir an duraksadı ve benim put gibi kalmış bedenime döndü. Yüzünde alaycı bir ifade belirdi.

 

"Sabah sabah Sezen açıpta kafamı şişirme bir daha. Cezanı müzik yasağıyla keserim yoksa."

 

&

 

ig: nidademirel_
tt: nidademirel_

 

 

 

Loading...
0%