Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@nidademirel

Sezen Aksu | Yaşanmamış Yıllar

 

 

"Öğretmenim okuyamıyorum yazıları."

 

Alişan'ın sesiyle onun yüzüne baktım. Gözlerini kısmış tahtada yazanları okumaya çalışıyordu. Tahtadaki yazıları silip baştan yazdığımda tekrar çocuklara baktım.

 

"Daha iyi mi şimdi?"

 

Hepsinden onaylarcasına bir mırıltı çıkmıştı. Masaya oturduğumda onları izlemeye başladım. Alişan Meryem'le konuşuyordu. Sesini kısmaya çalışsada onları duyabilecek kadar yakınlarındaydım.

 

"Of ya Türkçe dersini hiç sevmiyorum Meryem."

 

Meryem elindeki tüylü kalemi Alişan'ın yüzüne sürttü. "Sevmek zorundasın. Derslerimiz iyi olursa büyük insan oluruz. Annem öyle diyor hep."

 

Alişan'ın kaşları çatıldı. "Sevmiyorum işte. Hem ben büyüyünce Tepeli Deve olacağım."

 

Meryem'in kaşları çatıldı. "O korkunç bir kere! Onu bir kere adam döverken gördüm. Çok korktum Aliş."

 

Kaşlarım olabildiğince çatıldı. Gerilmiştim. Ufak bir çocuktan bunu duymak beni germişti.

 

"O kötüleri dövüyor bir kere!" Alişan'ın sesi sertleşti. "Sen ne anlarsın!"

 

Meryem iri gözlerini şaşkınca açmış Alişan'a bakıyordu. Bu muhabbetin canımı sıktığını hissettim.

 

"İnsanları dövmek kötü Alişan!"

 

"Banane," dedi, Alişan. "Kötüler ölsün. Benim babamı kötüler öldürdü. Tepeli Deve'de onları yok etti."

 

Kalbim bir bıçakla ortadan yarılmış gibi hissettim. Alişan'ın babasının öldüğünü, onu öldürenleri de Malkoç'un öldürdüğünü bilmiyordum. Bunu küçük bir çocuktan duymak kalbimin en derininde vâr olan yeri sızlatmıştı. Alişan babasının öldürüldüğünü ve onu öldürenleri de Malkoç'un öldürdüğünü biliyordu. O daha bu söylediklerini kaldıracak yaşta değildi. Anladığım kadarıyla Malkoç'u bu yüzden rol model alıyordu. Onun o ufak kalbinde küçük bir hırs vardı ve o hırs kendisi gibi büyüyecekti. Sadece şimdilik o hırsı Malkoç almış ve acısını çıkartmıştı. Alişan ise bu yüzden onun gibi olmak istiyordu. Tepeli Deve gibi.

 

Derin düşüncelerimi bölen zil olmuştu. Çocuklar hızla sınıftan çıkarken onların arkasından baktım. Masadaki eşyalarımı ve kitapları yavaşça topladım. Öğretmenler odasına uğradığımda gördüğüm kişiyle şaşkınlıkla masada oturan adama baktım. Bu Özgü'nün abisi Uygar'dı. Kapıdaki gölgemle başını bana çevirdi.

 

"Sezen?" Dedi. "Sonunda denk geldik. Sen derse girdiğinde geldim ben. Görüşemedik."

 

Kaşlarımı kaldırırken yavaşça ona doğru ilerledim. Sanki bir hafta önce tanışmamış gibi samimi ve içtendi. Buna şaşırsam da belli etmedim.

 

"Selam." Dedim. "Öğretmen olduğunu bilmiyordum."

 

Dişlerini göstererek güldü. "İzindeydim. Uzun süreli bir izindi."

 

Başımı anladım dercesine salladım. Turuncu sakallarını sıvazladı. Onu burada görmeyi asla beklemiyordum.

 

"Çıkıyor musun?" Dedi. Başımı salladım. "Evet," dedim. "Ders bitti."

 

"Bende çıkıyorum. Sana eşlik edebilirim."

 

Başımı salladığımda eşyalarını toplamış ve beraber okuldan çıkmıştık. Aramızdaki sessizliği bölen ayağımdaki toplu ayakkabıların tıkırtısıydı.

 

"Sohbetine doyum olmuyor."

 

Uygar'a döndüğümde gülerek bana bakıyordu. "Anlatsana nasıl geçiyor günlerin? Alışabildiğini umuyorum."

 

"Alışıyorum. Çocuklar sayesinde daha kolay oluyor. Onlar olmasa daha zor olurdu. Sonuçta günümün çoğu onlarla geçiyor." Dedim.

 

Turuncu saçlarını geriye itti. "Doğru." Dedi. "Onlar olmasa daha zor olurdu."

 

Başımı salladığımda, yürümeye devam ettik.

 

"Özgü'yle anlaşamadınız sanırım?"

 

Sorduğu soruyu garipsesemde takılmadan cevapladım onu.

 

"Biraz garip bana karşı." Dedim. Güldü. "Aslında iyi biri. Kardeşim diye demiyorum. Malkoç'u kıskanıyor sadece."

 

Gözlerimi ondan çekerek önüme baktım. Malkoç'un onunla beraber olduğunu bir kişiden daha duymuştum. Rahatsızlık hissi bedenimi sardı. Geçen gün gecenin bir yarısı mahalleyi müzikle inleten adamın hayatında biri vardı. Bunun son kanıtını da net bir şekilde Uygar ortaya koymuştu. Kafama vurmamak için kendimi sıktım.

 

"Sahiplenici bir kadın." Dedim. Onaylarcasına mırıldandı. "Evet öyle. İki yıllık beraberlikleri var. Son bir senesi kopuklar fakat Özgü pek bırakmayacak gibi."

 

Şaşkınlıkla Uygar'a baktım. "İki yıldır mı beraberler?"

 

"Evet," dedi. "Özgü'nün ittirip kaktırmalarıyla yürüsede, öyle."

 

"Anladım," dedim. "Umarım düzelirler."

 

"Umarım," dedi. Yüzü buruştu. "Malkoç'u Özgü'den başka kadın çekemez."

 

Bunu neden söylemişti bilmiyordum fakat art niyeti olmadığının farkındayım. Malkoç'tan çok berbat bir şey gibi bahsetmesi garipti. Hislerime göre onun öyle biri olmadığını düşünüyordum. Kimse berbat olamazdı ki. Bunu duyarsa diye, düşündüm. Bunu duyarsa, kendini kötü hissedebilirdi. Bunu dillendirmeden sessiz kaldım.

 

Onu bir haftadır görmemiştim. Bir iki kere Meriç'le yeniden buluşmuştuk fakat ondan konu açılmamıştı. Gece yarısı yaptığı konserden sonra garip düşünceler içine girmiş olsamda, bunun koca bir saçmalık olduğunu anlamıştım. Özgü'nün gerçekten hayatında yer edindiğini öğrenmiştim. Hayatında bir kadın varken böyle laubali hallerini de garip bulmuştum.

 

İkimizin adını bir cümlede kuramayacak kadar uzaktık. Onun adını zikretmek saçmaydı.

 

Düşünceleri dağıtarak etrafıma bakındım. Uygar sessizce yanımda yürüyordu. Gözlerim Meriç'in evine takıldı. "Uygar," dedim. "İyi akşamlar."

 

Kaşları kalktı. "Senin eve var daha." Dedi. Evimi nerden bildiğini sorgulamak istesemde sessiz kaldım. Bu mahallede herkes her şeyi biliyordu nasılsa. "Yok, Meriç'e uğrayacağım."

 

Başını salladı. Bal rengi gözleri yüzümde gezindi. "Tamamdır. Görüşürüz."

 

Ona selam vererek Meriç'in evine doğru yürüdüm. Kapıyı çaldığımda birkaç saniye sonra açmıştı.

 

"Sezen?" Dedi, şaşırmıştı. "Hoş geldin kuzu, geçsene."

 

"Selam," dedim. İçeri geçerek topuklu ayakkabılarımı çıkardım ve salona yürüdüm. "Böyle dan diye geldim ama, müsaittin değil mi?"

 

Bana saçmalama dercesine baktı. "Kızım hep gel ya." Dedi. "Sıkılıyorum zaten. Kubat'ta gelmedi daha." Sonlara doğru sesi düşmüştü.

 

"Nerede ki?" Dedim. Ofladı. "Abimle Ankara'ya gittiler. İşleri varmış falan."

 

Onu bir haftadır görmememin nedeni demek ki buydu. Bunun üzerinde durmadan ilerledim ve bar taburesine oturdum.

 

"Özledin mi?" Dedim. "Özledim." Dedi. Mutfak tezgahına ilerledi ve bana döndü. "Kahve?" Dedi. "Olur." Diye cevapladım onu.

 

"Akşam dönecekler. Gelse de sarılsam."

 

Bunu o kadar içten söylemişti ki, gerçekten sevdiğine inanmıştım. "Çok seviyorsun." Dedim. Sarı saçlarını geriye atarak bana baktı. "Çok, az kalabilir. Sanki bedenimdeki her hücre onun için baş kaldırmış gibi. Anlatamıyorum."

 

Yüzümde içten bir tebessüm belirdi. Kahveyi kaynatan makinenin sesiyle kahveleri fincanlara döktü. Fincanları bar masasına koyarak önüme oturdu.

 

"Bu kadar sevdin mi bilmiyorum ama bir gün anlarsın beni."

 

Yeşil gözleri yüzümde dolaştı. Güzel yüzünde mutlu bir tebessüm vardı. Ona gülümsediğimde önümdeki kahveden bir yudum aldım.

 

"Sevdin mi gerçekten?" Sesini duyduğumda gözlerimi ona kaldırdım. Merakla yüzüme bakıyordu. "Merak ettiğimden soruyorum." Rahatsız olmamı istemiyor gibi konuşmuştu.

 

"Sevgi hemen oluşacak bir his değil bence. Ağır ve insanı nefesi aldırırmış gibi hissettirir. Hoşlandım fakat sevgiye yolum düşmedi henüz."

 

Başını salladı. "Abime benzettim konuşmanı. O da böyle düşünür hep. Sevginin güçlü ve ağır olduğundan bahseder."

 

Hangi abisinin olduğunu sormadım. Malkoç ya da Devrim'di işte.

 

"Sevmediysen eğer nereden biliyorsun? Yani ağır ve nefes aldırır gibi olduğunu."

 

Yüzümde özlem dolu bir tebessüm canlandı. "Annemle babamdan," dedim. "Onları sevmek derin bir nefes aldırır gibi hissettiriyor. Babam mesela, sevginin ehlidir. Ondan öğrendim daha çok. Bir insanı kırmadan ve üzmeden sevmeyi çok iyi bilir. Şefkat dolu bir adamdır. Bu konuda öğretmenim oldu."

 

Meriç'in yüzünün düştüğünü ve gözlerini kaçırdığını gördüm. Beni dinlerken tebessüm eden yüzü anlık bir şekilde düşüvermişti. Gözlerinin hüzne ve acıya boğulduğunu görebilmiştim. Dehşet verici bir şeyler dolmuştu sanki kulaklarına. Duydukları onu rahatsız etmişti. Kaşlarımı çatmamak için kendimi zor tutarken sesini duydum.

 

"Şanslıymışsın," dedi. "Bunu baba faktöründen öğrendiğin için yani."

 

Gözlerini benden kaçırmış kahvesinde gezdiriyordu. Sesindeki kırıklığı hissettiğimde bir yarası olduğunu anlamıştım.

 

"Meriç," dedim. Ellerim kahvenin kenarında duran ellerine dokundu ve tuttu. "Fark etmeden seni kıracak bir şey mi dedim?"

 

Elleri üzerinde duran ellerime birkaç saniye baktı ve ellerimi sıkıca tuttu. "Hayır, nereden çıktı bu?" Gülümseye çalıştı. Fakat yeni yetme bir oyuncunun ilk provasındaki gibi duruyordu bu gülüş. Yapamamıştı.

 

"Gözlerinde kırık camlar görüyorum," dedim. "Biraz daha konuşsam sanki batacak."

 

Elimde duran elleri sıkılaştı. Yeşil gözleri yarası olduğunu bildiğim, yaşanmışlıklardan kalan yaralara bulandı. Kabuklar tek tek kalkmaya zorlandı. Kabuğun altındaki yenilenen hücreler biraz daha o kabuk kalkarsa en başa dönecek ve kabuğu en baştan yapmaya başlayacaktı. İnsanın bilinmez acısı kana karıştığı an tüm bedeni zehirlerdi. Meriç şu an kanına karışan acıyla zehirlenmeye başlıyordu.

 

Uzağa kenetlenmiş gözlerini çekerek bana baktı. "Taze makaron almıştım. Yer miyiz?"

 

Acısının üzerini taze bir makaronla kapatmaya çalıştı. Üstelemedim. Yaranın kabuğunu kaldırmak ve ona acı çektirmek istemedim.

 

"Olur," dedim. "Yeriz."

 

Ellerini avuçlarımın arasından çekip gülümsedi. Kıvrılan dudaklarını aşağı çeken bir ip vardı sanki ve bunu başaramadı. Masadan kalkarak dolap kapağını açtı ve makaronları çıkardı.

 

"Sezen," dedi. "Bir şey soracağım ama yanlış anlama."

 

Sahte oyunculuğu sona ermiş ve özüne dönmeye çalışmıştı.

 

"Sor," dedim. "Bir sorun yok umarım?"

 

Tezgahtaki uğraşını sona erdirip tekrar masaya oturdu. Çaycıdan doldurduğu çay kupalarını ve makaronları ikimizin önüne koymuştu. Önümüzdeki birkaç yudum alınmış kahveleri de lavabonun içine koymuştu. Gözleri garip bir şekilde yüzüme bakıyordu.

 

"Özgü," dedi. "Özgü'den birkaç kere adını duydum." Rahatsızca yerinde kıpırdandı. "Abimle konuşman, görüşmen canını sıkmış. Dengesiz işte, ileri geri konuştu." Çay kupasına sarılı ellerime dokundu. "Sezen, bu mahalle ağzı torba olan bir mahalle değil. O aptal, gidip ileri geri konuşacak ve milleti dolduracak. Anladığım şu ki senden rahatsız oluyor. İçgüdülerime güvenerek söylüyorum ki, abimden seni kıskanıyor. Mahalleliye bir şey dememesi için uyardım onu," Ne diyeceğini bilmiyor gibi bakındı bir süre.

 

Kaşlarım çatık dinlemişti onu. Sinirin hafif yollu beynime sıçradığını hissediyordum. Meriç'in ellerim üzerindeki ellerini okşadım. "Yanlış anlamadın değil mi ya? Nasıl desem bilmiyorum ama," duraksadı. "Siktir et işte ya onları. Abimle saçma bir konuda konuşsan, selam versen bile kıllanacak o salak."

 

Kendini açıklayamıyordu. Yanlış anlamamdan korkuyordu, farkındaydım.

 

"Meriç," dedim. "Abinden uzak duracağım. Zaten onunla aramda bir şey olması mümkün değil."

 

"Of," dedi. "Yanlış anlama lütfen, Sezen ya. Yemin ederim senin için diyorum ben."

 

"Yanlış anlamadım, aksine teşekkür ederim. Beni uyardığın için."

 

Sinirimi bastırmaya çalışarak güldüm ona. Özgü'nün ileri geri konuşması canımı sıkmıştı. İlk gün bakışlarından çıkardığım o garip duygular, şimdi açıkça beni sarmaya başlamıştı. Onun böyle yapması beni şaşırtmamıştı, aksine bekliyordum. Özgü'nün bana karşı bakışları, zaten bunu yapabileceğinin kanıtıydı.

 

"Senden hoşlanmasam umrumda olmazdı. Ama kalbini görebiliyorum."

 

Meriç'e gülümsedim. "Teşekkür ederim."

 

Gözleri bir süre yüzümde gezindi. Beni inceledi. Bunu yüzündeki hafif tebessümle yapıyordu. Sarı saçlarını geriye attı. Elektriklenen saçlarını yatıştırmaya çalıştı.

 

"Keşke abimin hayatında senin gibi bir kadın olsaydı."

 

Gözlerimi önümde duran çay kupasına çevirdim. Ucu kaçmış bir ipten bahsediyordu. Malkoç'un hayatında zaten bir kadın vardı fakat Meriç onu sevmiyordu. Zihnim bir an onunla yan yana olduğumu düşledi. İki zıt kutup olarak karşı karşıya geldik. Malkoç ve Sezen ismini yan yana getiren zihnim, bir gösteri gibi sundu sahneleri. Onunla aynı karede yer almanın garipliğiyle sınandım önce. Ardından o kareleri kara bir kalemle karaladım. İpi ortadan kesip uçlarını ayırdım. Malkoç ve Sezen yan yana gelemeyecek gibi attım düşünceleri. Onun zaten bir hayatı vardı ve benim o karmaşık hayatta olmaya hiç niyetim yoktu.

 

"Onun hayatında zaten bir kadın var, Meriç."

 

Yüzünde alaycı bir gülüş belirdi. "Aynen kanka var," dedi. "Adamın kafasını sikiyor. Abim ondan ayrıldığında kendini kesmeye falan kalktı, geri zekâlı. Bi' kere bir erkek için bunu yaparak, kendine saygını yitiremezsin. İşte Özgü gibiler bu erkeklerin götünü kaldırıyor. Abimde olsa, kardeşimde olsa fark etmez yani. Ne gerek var cidden böyle komedilere," ağzından hah dercesine bir ses çıktı. "Manyak ya, ağzımı bozduruyor sinir oluyorum."

 

"Nasıl ya?" Dedim. Kaşlarım havalanmış ve sesimden şaşkınlık akmıştı. "Kendini kesmeye kalktı derken?"

 

Meriç çay kupasından bir yudum aldı. Ağzına attığı makaronu çiğnerken konuşmasını bekledim. "Bildiğin, kendini kesmeye kalktı. Balkona çık sen tamam mı, al eline bıçağı. Mahalledeki herkes görsün ve abime söylesin amaç. Ondan sonra abim gitsin, görsün onu. Ayrılma benden Malkoç, diye yalvar," sinirli bir soluk verdi. "Ya sen neden yalvarıyorsun ki? Seni bırakan erkeğin götüne bir tekmede sen koy işte, aptal."

 

Gözlerim onaylarcasına açılıp kapandı. "Sonra işte bu bileklerini kesme girişiminde bulundu. Bıçağı değdirmiş mi ne, ufak böyle küçücük bir çizik olmuş, intihar ettim sanıyor," boğazını temizledi. "Affedersin Sezen ama, kedi götünü görmüş yara sanmış."

 

Tutamadığım kahkaham dudaklarımdan fırladı. Benim gülüşüm onada bulaşmıştı. Gülerken konuşmaya devam etti. "Bu yalvarıyor," sesini inceltip, Özgü gibi yaptı. "Malkoç beni bırakırsan yaşayamam. Bırakma beni aşko."

 

Gülmemem gereken şeye tekrar gülerken, kendimi tutmaya çalıştım. "Aşko mu?" Dedim. "Ay yok şakasına o," Çayından bir yudum aldı. "Ondan sonra abim bunu zorla ikna etti. Konuşalım, yapma böyle gibisinden. İkna olup abimle gitti bu falan. Şu an abimi deli gibi sıkıyor farkındayım. Bir ilişki yok bitti fakat kadın bildiğin hayatında. Şaka gibi resmen, özsaygısı yok bir kere, ne bekliyorsun ki?"

 

Şaşkınlıkla Meriç'in gözlerine baktım. "İlişkileri yok mu?"

 

Başını salladı. Sarı saçları gözünün önüne düşmüştü. "Yok tabi. Son bir senedir peşinden koşuyor abimin. Bunu söylerken bile utandım ya. Lütfen hemcinslerim kendini böyle küçük düşürmesin, lütfen! Ayrıca hiçbir zamanda abimin ona deli divane aşık olduğunu düşünmedim. Çok zekidir kendisi fakat bazen de çok salak olduğunu düşünüyorum, Özgü'yle olduğu için."

 

Bunu söylerken sesinde isyan hakimdi. Ona hak veriyordum. Hem de çok. Güçlü bir kadın olup, gidenin arkasından koşmamak en iyisiydi. Giden istemese zaten gitmez ve seni bırakmazdı.

 

Duyduklarım ise koca bir şaşkınlık dalgasına sürüklenmeme neden olmuştu. Herkes Özgü onun hayatındaymış gibi konuşuyordu fakat değildi. Aslında vardı ama yoktu. Malkoç, Özgü'nün kavuşmaya çalıştığı aşkıydı. Belki takıntı belki aşk ya da her neyse, Özgü onun peşini bırakmayacak gibi duruyordu.

 

Düşüncelerimi bölen telefon sesiyle, elim masanın üzerinde duran telefonuma gitti. Anneannem arıyordu. Onunla son tartışmamızdan beri buzları eritsekte bana karşı hâla kızgındı. Meriç'le görüştüğümü ona söylediğimde beklediğimin aksine çok kızmamış aksine söylenip susmuştu. Meriç'i sevdiğini ve ondan bir zarar gelmeyeceğini düşündüğünü anlamıştım. Onun tek sıkıntısı, Meriç'in evinde Malkoç'la denk gelmemdi.

 

Elimde duran telefonu kulağımda götürdüğümde kızgın sesi beni gülümsetti. "Sezen neden açmıyorsun telefonu?!"

 

"Açtım işte Menkıbe Hanım."

 

"Geç sen dalganı, manyak şey! Bak ben Firuzan'a gidiyorum. Evde yemek var, ısıtıp yersin tamam mı?"

 

"Tamam," dedim. "Isıtırım, sen keyfine bak."

 

Kısa süren konuşmayla telefonu kapatıp, beni izleyen Meriç'e döndüm.

 

"Anneannen evde yok mu?" Dedi. "Yok, arkadaşına gidecekmiş."

 

Gözleri parladı ve istekli sesiyle konuştu. "Ay burada kal geceye kadar."

 

İçimden onu reddetmek gelmiyordu. Yarın cumartesiydi ve okulda yoktu. Heyecanla bakan gözlerine gülmeden edemedim. "Olur," dedim. Elimle üzerimdeki kıyafetleri işaret ettim. "Ama bana rahat bir şeyler vermen lazım. Yoksa bacaklarım kumaş pantolona yapışacak."

 

Kıkırdayarak ayağa kalktı. "Gel hadi."

 

Masadan kalkarak onu takip ettim. Evin küçük ve kısa holünden geçerek bir odaya girdik. Odada çift kişilik bir karyola, büyük beyaz bir dolap ve makyaj masası vardı. Ferah ve genişti. Duvarlarda Meriç'in yaptığına emin olduğum tablolar ve çerçevelerde fotoğraflar asılıydı.

 

"Bu olur mu?"

 

Odayı inceleyen bakışlarım Meriç'e döndü. Elinde tuttuğu siyah gecelikle bana bakıyordu. Yüzüm garip bir şey görmüş gibi buruştu. "Bana gecelik mi giydireceksin?" Dedim. Kaşları havalandı. "Ne var? Gecelikleri sadece erkekler için mi giyeceğiz? Ben bazen evde giyip dolanıyorum, dişil enerjimi kendimin görmesi bile yetiyor inan ki."

 

Ona saçmalama dercesine baktım. "Normal bir şeyler ver sen bana en iyisi."

 

Gözlerini devirerek geceliği dolaba geri koydu. Dolaptan çıkardığı siyah şortu ve siyah tişörtü suratıma fırlattı. "Aman al. Evde sanki seni yiyeceğim."

 

Üzerimdekileri soyup Meriç'in verdiklerini giydiğimde, rahatladığımı hissettim. İkimizde soyunup, dökünmüş şekilde salona geri geçmiştik. Ben koltuğun L köşesine oturduğumda Meriç'te yanıma doğru uzanmıştı. Ne zaman getirdiğini anlamadığım biraları da masaya koymuştu.

 

"Midyesiz olmuyor ama, içersin değil mi? Yarın okul yok."

 

Ona başımı salladığımda birayı elime almış ve koca bi' yudumu mideme indirmiştim. Uzun süren muhabbetin eşliğinde biramı yudumlarken, gözlerim alkolün etkisiyle kapanmaya başlamış, bedenimde mayışmıştı. Yumuşak koltuğun kollarına kendimi bıraktığımda, saniyeler sonra uykuya yenik düşmüştüm.

 

 

Kulaklarıma dolan tıkırtılarla gözlerimi aralamaya çalıştım. Uyku bedenimde zehir gibi dolaşıyor ve gözlerimi açmama engel oluyordu. Aralamaya çalıştığım gözlerim loş ışıkla rahatla açıldı. Salonun ışıkları kapalıydı. Sadece bar masasının üzerinden sarkıtılan ışıklar açıktı. Oda loş bir şekilde aydınlanıyordu. Doğrulmaya çalışırken belimin tutulduğunu fark eden ellerim belime ulaştı. Hafif hareketlerle masaj yaparken etrafıma bakındım. Meriç yoktu. Üzerimde ince polar bir battaniye vardı. Ellerim yattığım yastığın altından yarısı gözüken telefonuma gitti. Saat on ikiye çeyrek vardı. Anneannemden hiçbir arama olmadığını görünce kaşlarım çatıldı, sanırım daha eve gelmemiş ve yokluğumu fark etmemişti.

 

Üzerimdeki ince battaniyeyi bacaklarımdan çekerek, çıplak ayaklarımı serin parkeye bastım. Parkenin tatlı soğuğu çıplak ayaklarıma bulaşmıştı. Bir süre kendime gelmek için koltukta oturdum. Etrafıma bakındığımda Meriç'i göremedim.

 

"Meriç?" Sesim uykunun sebebiyle boğuk ve pürüzlü çıkmıştı.

 

"Meriç gitti."

 

Korkuyla arkamı döndüğümde, beni izleyen bir çift kahve gözle karşılaştım. Şokla ona bakarken, uykulu gözlerim bedenimi terk etmişti. Elinde tuttuğu sigarasıyla camın kenarındaki pufa oturmuş beni izliyordu. Ne zaman geldiğini, o varken ne zamandır uyuduğumu bilmiyordum bile. Gözlerim uzun bir süre yüzünü inceledi. Onu günler sonra ilk defa görüyordum. Gür sakallarını kısaltmış ve saçlarının yanlarını aldırmıştı. Eski haline göre şimdi daha genç ve dinamik duruyordu. Üzerine giydiği lacivert kısa kollusu bedenine oturmuş ve o hareket ettikçe gerilecek gibi duruyordu. Sanki beni ilk defa görmüş gibi bakıyordu. Dizinin üzerinde duran eli havalandı ve sigarasından bir duman alarak yukarı üfledi. Loş odada dumanın kıvrılarak dağılışını izledim.

 

"N'apıyorsun sen burada?"

 

Sanki soru sormamışım gibi yüzümü incelemeye devam etti. Gözleri saçlarımdan başlayarak, boynuma kadar beni inceledi. Ayağa kalkarak koltuğun L köşesine doğru yanaştı ve karşıma oturdu. Bunu yaparken bakışlarını benden hiç çekmemiş, avını kıstıran bir avcı gibi işine devam etmişti.

 

"Kardeşimin evindeyim." Dedi. Sorumun saçmalığının farkına vardığımda, bunu dillendirmeden ona bakmaya devam ettim.

 

"Burada mı kalacaksın?" Cevap vermemi beklemeden konuşmaya devam etmişti. Gözleri masanın üzerinde duran bira şişelerinde gezindi ve bana döndü. "Hayır," dedim. "Uyuyakalmışım. Meriç nerede?"

 

"Kubat'la çıktılar. Gelir birkaç saate."

 

Başımı salladığımda gözlerimi çıplak ayaklarıma indirmiştim. Bir süre kırmızı ojeleri tırnaklarımı izlerken ikimizde konuşmadık. Garip bir şekilde sessizlik aramızda uzun bir ip gibi dolanmıştı. Yabancı bir adamla, kısa süredir tanıdığım arkadaşımın evinde, baş başa sessiz bir şekilde oturuyorduk.

 

Gözlerimi ayaklarımdan kaldırarak ona baktım. Şaşkınlık emareleri bedenimde dolaşmaya başlamıştı. Beni izliyordu. İfadesiz yüzü gözlerimde ve yüzümde geziniyor, ardından saçlarıma çıkıyordu. Ne diyeceğimi bilemez şekilde ona bakarken, bende onu inceliyordum. Loş ışıkta görebildiğim kadarıyla, daha önce fark ettiğim fakat net göremediğim dövmesinde gezindi gözlerim. Yine net değildi fakat boynunun sağ tarafından başlayan bir dövme olduğunu anlayabilmiştim.

 

Yavaşça ayağa kalktı ve bir süre gözlerime baktı. Açık kahve gözleri yüzümde gezinirken, beklemediğim şeyi yaptı. Üzerindeki lacivert tişörtü bedeninden sıyırıp koltuğa attı. İri vücudu çıplak bir şekilde karşımda dikiliyordu. Üzerinde altındaki siyah pantolondan başka bir şey yoktu. Kalın kolları şişkindi ve karın bölgesinde abartısız kasları vardı. Düzgün vücudu çıplak bir şekilde hiç çekinmeden karşımda dikiliyordu.

 

Şaşkın gözlerime aldırmadan bana doğru yürüdü ve iri bedenini yanıma bıraktı. Bedeninin ağırlığına çöken koltuk hafifçe sallandığında ona bakmadım. "Ne yaptığını sanıyorsun?" Sesim ifadesiz çıkmıştı. Ona bakmasamda bakışlarının bir şahin gibi üzerimde olduğunu hissedebiliyordum.

 

Çeneme değen soğuk parmaklarla bedenim kasılmaya başladı. Yüzümü yavaşça kendine döndürdü. Gözlerim ışığa yakınlaştığı için daha net görebildiğim yüzünde gezindi. Soğuk parmakları çenemden çekilmemiş aksine ona yaklaşmam içini beni yavaşça kendine çekmişti. Sinirlenip kalkmam gerekirken, anın büyüsüne kapılmış yeni yetme aşıklar gibi yüzüne bakıyordum. Gözlerim onu ilk defa bu kadar yakından görmenin etkisiyle şaşkınlığa bulandı. Işığın etkisiyle kirpikleri gölge oluşturmuş ve yüzüne yansıma yapıyordu. Kalın dudakları yarı açık bir şekilde nefes alıp veriyordu. Biraz daha yakınında olsam sıcak nefesini hissedebilirdim.

 

Çenemden çekilen parmakları elime ulaştı. Bir kukla gibi onun yaptığı hareketlere boyun eğiyor gibiydim. Tepki vermiyor, kızmıyor, bağırmıyor fakat beni yönlendirmesine izin veriyordum.

 

Büyük elini elime indirdi ve kaldırarak göğsüne çıkardı. Onun elleri arasında kalan elim küçük gözüküyordu. Avuç içimi dövmesinin üzerine kapadı. Bedenim soğuk hava dalgasına kapılmış gibi hissettim. Ellerine göre sıcak olan göğsü, benim soğuk elimle ters bir match oluşturuyordu. Elimin üzerindeki eli, hareket ederek dövmeyi okşattı. Saniyeler sonra elini benden çekmişti.

 

"İkidir ona baktığını ve incelediğini fark ediyorum."

 

Gözlerim geniş göğsünden kalkarak yüzüne çıktı. Ağzımı açacağım sıra beni susturdu. "Yalan söylemeye kalkma."

 

Gözlerimi utançla kaçırmamak için kendimi sıkı tuttum. Bakışlarımı gözlerinden çekmeden konuştum. "Evet," dedim. "İnceledim."

 

Kaşları usulca kalktı. "İnkar etmedin." Dedi.

 

Ona cevap vermeden koltukta bağdaş kurdum. Soğuk ayaklarım onun koltukta duran eline çarpmıştı. Gözlerini indirerek ayaklarıma baktı. Büyük avucunun tersini çıplak ayağıma değdirerek soğukluğunu ölçmeye çalıştı. Yüzünde tek bir mimik değişmeden ayağımı büyük avcunun içine aldı. Isıtmaya çalışıyordu. Bu yakınlığın verdiği hisle, kalbim ritmini bozdu. Garip bir andı. Tepeli Deve; Malkoç, ayaklarımı ısıtıyordu. Sanki yıllardır tanışıkmışız hissine kapıldım. Birbirimizi yıllardır tanıyorduk ve o sanki her zaman yaptığı gibi soğuk ayaklarımı ısıtıyordu. Bu garip an içimdeki yabancı duygulara garip bir sihir gibi dokunmuştu. Ayağımı elinden çekmeden öyle durdum.

 

Kucağımda duran, dövmesinden çektiğim elimi tekrar alarak, dövmesinin üzerine koydu. Gözlerini yüzümden çekmedi. "İncele," dedi. "Merak ediyordun."

 

Sanki daha önce bunu konuşmuş gibiydik. Çok dikkatli ve zeki bir adamdı. Her bakışı, her anlık bakışı dikkatle inceliyor ve pusuda bekliyordu. Gözünden bir şey kaçırmıyor, kaçırsa bile geriye dönüp tekrar inceliyor, ardından gözüne kestirdiği tek bir anı beynine kazıyor gibiydi. İnkar etmeyen dilim sessiz kaldı. Gözlerimi ondan çekerek, avucumun gizlediği dövmeye baktım. Elimi aşağı doğru indirip, dövmeyi açığa çıkardığımda; elim bedenine hafifçe sürtünerek inmişti. Gözlerinin kapanmamak için zor durduğunu gördüm. Başını koltuğa yaslayacak ve sadece dövmesini inceletecek gibi duruyordu.

 

Omzundan başlayan büyük bir pençeydi. Parmaklarım yavaşça üzerinde gezindi. Göğsüne uzanan koca bir dövmeydi. Pençenin tırnakları kocaman ve içe doğruydu. Yırtıcı bir hayvana ait olduğunu anladım. Koca bedenine yakışıyor ve sırıtmıyordu. Dövme kusursuz bedenine özenle işlenmiş ve ömür boyu orada yer edinecek mükemmellikte duruyordu. Tüylerin arasından inen korkutucu bir şeydi.

 

"Ne bu," dedim. Sessim sakin çıkmıştı. "Ne anlamı var?"

 

Durgun bir denize benzeyen gözleri yüzümde dolaştı. Gözünün altında olduğunu yeni fark ettiğim küçük beni inceledim. Sağ gözünün dış kısmındaydı. Yakından bakmadıkça görülmeyecek kadar küçüktü. Daha önce hiç fark etmemiştim. Onu ilk defa yakından görüyordum.

 

"Pençe," dedi. "Kuş pençesi."

 

Kahve gözleri yüzümde dolaşıyordu. Elimi ellerinin aksine sıcak olan göğsünden çektim. Soğuk ayaklarımda duran elini çekerek, ayaklarımı bacağının altına sıkıştırdı. İki günlük adamın yapacağı bir şey kalbimi garip duygularla dolduramazdı. Sadece anlık bir şeydi yaptığı.

 

"Kuş pençesi mi?" Dedim. "Yırtıcı bir kuşun pençesi gibi duruyor."

 

Kolunu çıplak bacağıma yasladı ve başını koltuğun başına doğru geri attı. Ona bir şey söylemeden ve kolunu çekmeden izlemeye devam ettim. Gözleri kapanmıştı. Sakince nefes alıp veriyordu.

 

"Öyle," dedi. "Yırtıcı bir kuşun pençesi." Gözlerini açmadan derin bir nefes verdi. "Tepeli Deve'nin pençesi."

 

Kaşlarım çatılmış sakin yüzüne bakakalmıştım. Namıdiğer; Tepeli Deve, bir kuşun adını mı taşıyordu? Bedenim şaşkınlıkla kalakalmıştı. Garip geliyordu. Bu adam; yırtıcı bir kuş pençesini bedeninde taşıyordu. Tepeli Deve, kendini bedeninde taşıyordu.

 

"Bu sensin ama." Dedim. Gözleri açıldı ve başını koltuktan kaldırıp yüzüme baktı. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu fakat saniyelikti. İfadesiz bakışları yüzümde dolaştı.

 

"Benim." Dedi.

 

"Kendini, bedeninde taşıyacak kadar egoist bir adam olduğunu bilmiyordum."

 

Alaycı sesimle dudağının bir kenarı kıvrıldı. "İnsan nerden geldiğini unutmamalı," dedi. "Nereden nereye geldiğinide."

 

"Nereden nereye geldin?" Dedim. Gözlerim yüzünde dolandı. "Seni Tepeli Deve'ye getiren neydi?"

 

Sorularıma bir süre cevap vermedi. Saniyeler sonra erkeksi sesini duydum. "Hiçbir şey." Dedi. "Ben kendim geldim."

 

"Tepeli Deve olmaktan mutlu musun yani?"

 

"Sorgulamadım." Dedi.

 

Sorgulasa eğer mutlu olmadığını anlayacaktı belki. Belki de o yüzden sorgulamıyordu. Bomboş gözlerinde hiç duygu birikintisi yoktu. Duygusuz ve ifadesiz bakıyordu. Bu bakışların sahibi Tepeli Deve'ydi. Malkoç'un bakışlarını bilmesemde, Tepeli Deve'nin bakışlarını anlayabiliyordum. Sanki bir robot gibiydi. Duygular bedeninden çekilip koca bir mahzene kilitlenmiş gibiydi.

 

"Anlamı ne?"

 

Sesimle beraber yerde duran gözlerini bana kaldırdı. Uzun bir süre geçti fakat bana cevap vermedi. Çok zor bir soru sormuşum gibi hissettirmişti. Sorumu es geçmiş ve öylece yüzüme bakıyordu.

 

"Neden yüzüme öyle bakıyorsun?" Dedim. Bu sorunun cevabını merak eden bedenim kasılmıştı. Yüzümde bir şey varmış gibi bakıyordu. Ellerim yüzüme gitmemek için büyük bir çaba verdi.

 

"Nasıl bakıyorum?" Dedi. Erkeksi sesi kulaklarıma dolduğunda, karnımın uyuştuğunu hissettim.

 

"Soruya soruyla cevap veriyorsun hep. Yüzümde bir şey varmış gibi bakıyorsun işte."

 

Gözleri kısıldı. "İnceliyorum," dedi. "Hoşuma giden şeyleri incelerim."

 

Mideme koca bir yumruk yemiş gibi hissettim. Yüzümde dolanmaya devam eden gözleri, o yumruğa tuz biber olmaya devam etti.

 

"Şakacı," dedim. "Çok şakacısın."

 

"Hayır," dedi. "Şakalardan hoşlanmam, şaka yapmam."

 

Gözlerimi ondan çekerek odada dolaştırdım. Bakışlarının yan profilimde olduğunun ve beni incelemeye devam ettiğinin farkındaydım. Bu garip an bana fazlasıyla gergin hissettirmiş fakat rahatsız etmemişti. Şu an yanımda oturan ve yüzümü bakışlarıyla delen bu adam; karnımın tam ortasına, koca bir kazık sokmuş gibi hissediyordum. Hislerin boğucu etkisi boynuma sıcaklığını bırakmış, yakmaya başlamıştı. Heyecanın bedenimde kol gezen zehri, ellerime vurmuştu. Her heyecanlandığımda ellerim titrerdi. Ellerimi dizlerimin arasına sıkıştırarak ondan gizledim.

 

"Üşüdün mü?" Boğuk sesi kulağıma dolduğunda ona baktım. Çıplak bedenine yansıyan ışıkla; başarılı bir heykeltıraşın ellerinden çıkmış gibiydi. Dövmesi iri bedenine daha ağır bir anlam katmak istercesine; göğsünde bir mühür gibi duruyordu. Işığın etkisiyle koyulaşan göz rengi, birer bilye gibi parlıyordu.

 

"Üşümedim." Dedim, sonunda. Gözlerimi ondan çekebildiğimde cevaplamıştım onu.

 

"Üşüdün." Dedi, ısrarla.

 

"Hayır, üşümedim. Benden daha iyi bilecek halin yok ya?"

 

"Üşüdün."

 

Gözlerim kısılıp kaşlarım çatıldığında, ısrarcı fakat ifadesiz sesini kesmek istedim. "Üşümedim diyorum ya kardeşim! Benden daha iyi bileceksin sanki. Allah Allah!"

 

"Ben senin kardeşin değilim." Benim yüksek çıkan sesimin aksine, o gayet sakin ve rahat bir tavırla cevaplamıştı beni.

 

"Her seferinde söyleyip durma şunu. Anladık kardeşin değilim."

 

Gözleri kısıldı. "Kardeşim olmadığın için üzüldün mü yoksa?"

 

Gözlerim yüzünde dolandı. Karşımdaki adamı bir kardeş ya da abi gözüyle göremiyordum. Bir insanı gördüğünüzde ondan aldığınız elektrikle bunu anlardınız. "Ne alakası var?" Dedim. "Kardeşin olsam ne olur, olmasam ne olur sanki."

 

Gözleri yüzümde gezinirken, bacağının altında duran ayaklarıma baskı yaptı. "Çok şey olur," dedi. "Kardeş falan kaldır şunu ortadan."

 

Kaşlarım çatılarak yüzüne baktım. "Ne o? Bana yürümüyorsun değil mi?"

 

Dudağının bir kenarı kıvrılarak yüzüme bakmaya devam etti. "Estağfirullah hocam, ne yürümesi."

 

Söylediğine istemsizce gülerken ona izliyordum. Garip bakışları yüzümde durmadan gezinmeye devam ediyordu. Elleri bacağının altında duran ayaklarıma kaydı. Avucunun içine alarak yavaşça sıktı.

 

"Buz gibi," dedi. "Çorap giysene."

 

Kendimi tekrar o garip anda bulmuştum. "Yok," dedim. Ayağımı avuçlarından çekip ayağa kalktım. "Gideyim ben hem, saat geç oldu. Anneannem merak eder."

 

Karşısında dikilmiş ona tepeden bakıyordum. Gözleri yüzümden başlayarak yavaşça beni süzdü. Kollarını koltuğun sırtına koymuş rahatça yayılmıştı. Bakışları usul usul bedenimde gezindi ve en son çıplak ayaklarımda durdu. "Giymeyi unutma ama."

 

"Annem gibi davranmayı keser misin lütfen?" Koltuğun üzerinde duran telefonumu aldım. "Üşüdüğümde çorap giymeyi akıl edecek yaştayım."

 

Alaylı sesimle yüzüme boş boş bakmaya devam etti. "Neyse," dedim. Elimle üzerimi gösterdim. "Yarın uğrar kıyafetleri getiririm. Meriç'e söylersen sevinirim."

 

Kapıya ilerlerken arkamdan kalktığını hissettim. "Bekle," dedi. "Bırakırım ben seni." Dış kapının kolunu kavrayarak arkamdan gelen Malkoç'a baktım. "Senin bırakmana gerek yok," dedim. "Gidebilirim ben."

 

"Gece gece in cin top oynar sokakta. Ben bırakacağım seni."

 

Askıda duran deri ceketine uzanarak üzerine geçirdi. Gözleri kısa kolu tişörtümde ve şortumda dolaştı.

 

"Ben giderim diyorum!"

 

İnada binen sesimle yüzüme boş boş baktı ve yanımdan geçerek kapıyı açıp çıktı. Beni umursamadan hareket ediyordu.

 

"Geç hadi," dedi. Gözleri sokakta dolaştı.

 

Topuklu ayakkabılarımı giyemeyeceğim için Meriç'in kenarda duran terliklerini giydim, askıda duran çantamı alarak çıktım ve kapıyı kapattım.

 

"Ne laftan anlamaz adamsın ya!"

 

"Aynen." Dedi. "Öyleyim."

 

Onu arkamda bırakıp hızla yürümeye başladım. Ciddi anlamda sinir bozucu bir adamdı. Umursamaz, alaycı ve ifadesiz yüzünü tokatlamamak için önden yürümeye devam ettim.

 

"Al şu ceketi," arkamdan sesini duydum. "Ufacık kumaş parçalarıyla hasta olacaksın."

 

Arkamı dönerek ona baktım. Elinde duran, ne zaman çıkardığını bilmediğim ceketi bana bakmadan uzatmış ve yürümeye devam ediyordu. Parmağının ucunda duran cekete gözümü devirerek yürümeye devam ettim.

 

"İstemem, yakın zaten."

 

"Al diyorum, hastalanıp okula gelmeyeceksin sonra."

 

Şaşkın gözlerim ona döndü. "Acımasız patronlar gibi konuştun. Yine de teşekkür ederim, Malkoç Bey. Hastalansam bile gelirim merak etmeyin."

 

Sesim dakikalar önce dip dibe oturan iki insandan uzak ve resmi çıkmıştı. Yüzüne bakmadan yürümeye devam ettim. Dakikalar önce ayaklarımı ısıtan adamdan uzak tavırlar sergiliyordu.

 

Konuşmadan sessizce ilerlediğimizde sesini duydum. "Sigara alacağım." Dedi.

 

Işığı yanan bakkala doğru girdiğinde arkasından baktım. Sanki bekle demiş gibi, bakkalın önünde onu beklemeye başladım. Gözlerim karanlık mahallede gezinmeye başladı. Her yer sessiz ve ıssızdı. Işıkları açık birkaç evden başka yaşam belirtisi yoktu. Birkaç sokak köpeği havlayarak yanımdan geçtiğinde sessizce onları izledim. Serin havanın çıplak bacaklarımı yalayıp geçmesiyle ürperdim.

 

Işığı kapalı bir evin kapısının açılmasıyla bakışlarım oraya döndü. Benden en fazla yirmi adımlık bir mesafedeydi. İçeriden bir adam çıkarak, kapının eşiğine yaslanmış olan kadına bir şeyler söyledi. Kadın her dediğine usulca kafasını sallıyor ve onu onaylıyordu. Kapıda beliren bir başka bedenle gözlerim kısıldı. Fütursuzca hareket eden bir kadın vardı ve gülüyor, seslice bağırıyordu. Yanında duran kadın onu sessiz olması için uyarıyor ve içeri sokmaya çalışıyordu. Adamın belirgin şekilde hırçınlaşan hareketleriyle gözleri kısıldı. Umursamaz şekilde gülen ve anlamadığım sesler çıkaran kadına doğru yaklaştı ve suratına bir tokat geçirdi.

 

Gözlerim sinirle kısıldığında hızla oraya doğru koşmaya başladım. Kalbim hızla atıyordu. Ani bir olay olduğunda hep böyle olurdu.

 

Adam beni fark etmemişti. Yere düşen kadının yanında duran kadına eğilmiş bir şeyler söylüyordu. Yakınlaştıkça sesleri kulaklarıma dolmaya başladı.

 

"Tamam vereceğiz, git. Ona dokunma, yavruma dokunma git!"

 

Yaşlı olduğuna emin olduğum kadın, karşısında duran, en fazla yirmi beşli yaşlarındaki adama yalvarıyordu.

 

"Bana baksana sen!"

 

Gür çıkan sesimle adam irkilerek bana döndü. Elimde duran çantayı hızla adamın kafasına geçirdiğimde, kapının eşiğine ayağı takılarak yere düştü. Sokak lambalarının ışığı yüzüne yansımış ve yüzünü görmeme yardımcı olmuştu. Ürkütücü mavi gözleri yüzümde dolaştığında elimde duran çantayı tekrar yüzüne geçirdim.

 

"N'apıyorsun oğlum sen?! Gücün kadına mı yetiyor adi herif!"

 

Yanımdan gelen ağlama sesleriyle oraya bakamamıştım. Adam yerden kalkarak elimdeki çantayı aldı ve hızla yere attı.

 

"Bana bak! O çantayı götüne sokar çıkarırım senin. Bir yapıştırsam uçacaksın, hâlâ dayılık taslıyorsun burada! Siktir git karı, belaya sokma benim başımı!"

 

Karşımda dikilen zayıf bedenini göğsünden iterek geriye gitmesini sağladım. "Sen kimin götüne, ne sokuyorsun ya?! Karı değil ayrıca," dedim. Sinirli nefesim ikimiz arasında gezindi. "Mağaradan çıkmış yeni ayı gibi olduğun için söyleyeyim; kadın diyeceksin!"

 

Adamın ürkütücü gözleri önce bana sonra kapıdaki kadınlara döndü. Gözlerini en son benim üzerime kitledi. Ürkütücü gözleri bir süre yüzümde dolaştı. "Bu mağaradan çıkmış ayı var ya," dedi. Bana bir adım yaklaşacağı sıra onu göğsünden hızla ittim. "Seni şu mahalle ortasında fena yapar, demedi deme."

 

"Git artık git!"

 

Kapının eşiğinde duran kadının korku dolu sesi dolu kulaklarıma.

 

"Polisi arayacağım bak! Git buradan!"

 

Zayıf yüzünde koca bir gülüş belirdi. "Sikerler." Dedi. "Aramazsanda ben seni sikerim! Hadi bakalım."

 

Damarlarımda gezinmeye başlayan öfke, gözlerimde oluşan lavlara sebep oldu. Gözlerim yoluna kenarında duran taşa takıldı ve taşı hızla eğilip aldım. Titreyen elimi gören gözleriyle gülmeye devam etti.

 

"Titrek ve narin ellerinle kafamı falan mı yaracaksın yoksa?"

 

"Git buradan, dedim sana! Bu insanlardan uzak duracaksın!"

 

Alaycı yüz ifadesi dağıldı. "Dalga geçtik bitti. Hadi siktir git yoluna!"

 

Elimde duran taşı hırsla kafasına attığımda, alnına gelen taşla hızla kafasını tuttu. "Orospu!" Dedi. Kana bulanan eliyle, bedenimi kolumdan tutarak yere savurdu. Çıplak bacaklarımı sıyıran taşların derimi yüzdüğünü hissettim. Acıyla inleyerek kalkmaya çalıştığımda, ayakları göz hizama girdi.

 

"Lan!"

 

Saniyeler sonra Malkoç'un sesi doldu kulaklarıma. Bayram şekeri alan çocuklar gibi sevindiğimi hissettim. Göz hizamdaki ayaklar ani bir hızla uzaklaştı. Başımı kaldırıp koşan adamın arkasından bakmaya çalıştım. Öyle bir hızla koşuyordu ki, rüzgar gibi uçup gitmişti. Malkoç birkaç saniye sonra yanımda bitti ve eğilerek yüzüme baktı. Gözleri bir bana bir de koşan adama bakıyordu.

 

"Siktiğimin piçi!" Dedi. Gözleri bana döndü. Yüzümde gezinen gözlerini çıplak bacaklarıma değdirdiğinde sinirli bir soluk verdi. "Nasıl oldu bu?!"

 

Sesi ürkütücü bir soğuklukla çıkmıştı. Soğuk elleri dizlerimdeki sıyrıklarda dolaştığında, acıyla inledim. Gözlerini kaldırarak bana baktı.

 

"Sezen," dedi. "Nasıl oldu bu?!"

 

İlk defa adımı söylemişti. Takıldığım noktadan uzaklaşarak yüzüne baktım. Kapıda biri gülerek diğeri ağlayarak bakan kadınları gösterdim. "Tokat attı," dedim. "Zarar veriyordu. Engellemeye çalıştım."

 

Sinirli gözleri beni incelerken, kapıya doğru döndü. "Yaşar teyze, sen eve gir."

 

Kadın dediğini sorgulamadan hızla başını salladı ve kapıyı kapattı. Kapının kilit sesiyle beraber ona döndüm. Kolunun birini bacaklarımın altından, diğerini belimden geçirerek kucağına aldı. Kolumu boynuna doladığımda, Meriç'in evine doğru gitmeye başladığını gördüm. Gergin bedeni, sinirli solukları ve sessiz küfürleri; açık havaya kötü enerjisini salıyordu.

 

"Eve gideceğim," dedim. "İndir beni."

 

"Sus."

 

"Malkoç indir beni! Eve gitmem lazım. Saat çok geç oldu."

 

"Kes sesini! Sanki dünyayı sen kurtaracakmışsın gibi davranmaktan vazgeç!"

 

Acıdan buruşan bedenim sinirle ona döndü. "Ne diyorsun sen be?!"

 

Eve gelene kadar bana cevap vermedi. Kapıyı bacağından destek alarak açtığında, kapıyı kapattı. Dakikalar önce oturduğumuz koltuğa bedenimi usulca bıraktı. Boynuna dolanmış kolum göğsünden sürtünerek koltuğa düştü. Yakınımda duran bedenini çekerek odadan çıktı ve birkaç dakika sonra geri geldi. Elinde tentürdiyot ve pamuk vardı. Koltuğa uzattığım bacaklarımı yavaşça kaldırarak oturdu ve kucağına koydu. Yavaş davranmasına rağmen, bacaklarımda açılan yaralar gerilerek sızladı. Pamuğa döktüğü tentürdiyotu, büyük bir dikkatle yaraya bastırdı.

 

"Ah!"

 

İfadesiz gözlerini yavaşça bana çevirdi. Gözleri birkaç saniye yüzümde dolandı ve yarayı temizlemeye devam etti. Yaranın yanmaya devam ettiğini hissediyordum. Diğer bacağımada aynısını yaptığında sesimi çıkarmamak için dudaklarımı ısırdım. Yara tentürdiyotla soğuyor ve yerini ufak sızlamalara bırakıyordu.

 

"En son çocukken böyle düştüm." Dedim. Sesim kendi kendime konuşur gibi çıkmıştı.

 

Kapağını kapattığı tentürdiyotu eğilerek masaya koydu ve pamuğuda yanına bıraktı. Kucağında duran çıplak bacaklarımı tutarak kaldırdı ve koltuğa bıraktı. Cebinden çıkardığı sigaradan bir dal yakarak, dudakları arasına sıkıştırdı. Camdan dışarıyı izleyen gözleri bana döndü.

 

"Dünyayı sen kurtaracakmışsın gibi davranmaktan vazgeçmezsen, daha çok düşeceksin." Dedi. Sesi soğuk ve ifadesizdi. Arada seçilir ve bastırılmaya çalışan siniri vardı.

 

Kaşlarım çatılarak bana bakan gözlerine baktım. "Açık konuş benimle. Ne diyorsun?"

 

"Burası senin, tatlı rüzgarla sahillerinde oturduğun İzmir'in değil." Dedi. "Burası İstanbul. Yaşadığın yer kıytırık, leş bir mahalle. Ona göre davran!"

 

Bacaklarımı geriye çekerek toparlandım. "Sanki cehennemden bahsediyormuşsun gibi konuşmayı kes! Kadına tokat attı. Ne yapsaydım?" sesim onun aksine yükselmeye başlamıştı. "Yanına gittim ve çantamı kafasına geçirdim. Bana hakaret etti! Kafasına taşı fırlattım ben de. Sessiz kalsam daha mi iyi olacaktı ya? Bir gün ben de aynı durumun içinde olabilirim. Bunu gören biri sessiz kalsa, hoş mu olur sence?" Sinirli bir soluk verdim.

 

Sigaranın dumanını yukarıya doğru üfledi. Duman kıvrılarak bir sis gibi gözüktü.

 

"Bir, burası sikik insanların yaşadığı cehennemden başka bir yer değil. İki, bana söyleseydin. İki dakika bakkala girdim sadece. Üç, sessiz kal demedim, tekrar diyorum bana haber verseydin!"

 

Onun seside benim gibi yükselmeye başlamıştı.

 

"Dünyaya sen kurtaracakmışsın gibi davranmaktan vazgeç, falan ne alaka hem?"

 

Koltuğa doğru yaklaştı ve karşıma oturdu. "Herkese yetişmeye çalışma. Bana söyle, ben hallederim! Milletin piçleriyle yüz göz olarak sadece başına bela çekiyorsun. Çık şu, sahil kasabası kız triplerinden. Burada senin düşüncelerin, hareketlerin işlemez Sezen! Burası adalet çarkının durduğu yer!"

 

Gözlerim inanamaz şekilde yüzünde gezindi. "Sen ne sanıyorsun ya kendini? Ben yaparım, ben hallederim, ben götürürüm! Sen kimsin, Malkoç? Sen halledersin ama, sen kimsin? Tepeli Deve olmaktan başka kimsin? Adalet çarkı bir burada değil, hiçbir yerde dönmüyor. Senin kurduğun o saçma sisteme göre yaşayamam ben! Yaşamam!" Bacaklarımı koltuktan sarkıttım. "Bu mahalledeki herkes sana boyun eğmiş ama ben eğmem! Eğdiremezsin! Ben burada yaşayan ve caniliğe sessiz kalan insanlar gibi olamam. Duymadılar mı sanıyorsun sen ya? O sesi duyduklarına o kadar eminim ki... Kimse kafasını camdan çıkarıp, ne olduğuna bakmadı bile. Onlar gibi sessiz kalsam, dilsizlerin sesini nasıl duyuracağız?"

 

Yüzünü sertçe sıvazladı ve yüzüme baktı. "Benim kim olduğumu sorgulama! Ben belliyim zaten, kızım. Sen kendini bu mahallede nasıl yaşayabilirim, diye sorgula. Binbir bela yavşak girip çıkıyor buraya! Onlardan biriyle dalaştın daha demin!" Derin bir soluk verdi. "Beni onlarla uğraştırma, Sezen. Sakin bir hayat sürmeye bak. Kimseyle dalaşma, karışma. Ben gerekeni zaten yapıyorum!"

 

Anneannem gibi konuşuyordu. Sanki bir çocukmuşum gibi ne yapmam gerekeni söylüyordu. "Ben bu mahallede, normal bir insan gibi elbette yaşarım. Susmadan, insanları gerektiği yerde koruyarak elbette yaşarım!" Gözlerim kısıldı. "Ama sen... Sen neden uğraşacaksın?"

 

İfadesiz, gergin yüzüne baktım. Bir süre bir şey demeden öylece bakıştık.

 

"Seni korumak için." Dedi.

 

"Benim senin korumana ihtiyacım yok! Ben çocuk değilim! Sanki zebellâhlarla kapışıyormuşum gibi konuşup durma! Bu aptal mahallenide illegal işlerinle yürütmeye devam et! Aptalca işler işte..." dedim. Yavaşça ayağa kalktığımda, sızlayan bacaklarımla hafifçe derin bir nefes verdim. "Dünyadaki en aptal iş!"

 

Gözleri dizlerimde gezindi ve sinirli bir soluk verdi. Koltukta geriye doğru yaslanarak gözlerini kapadı. Yorgun gözüküyordu. Başını koltuktan kaldırarak, elini cebine attı. Son model telefonunu alarak, birkaç kere dokundu ve kulağına götürdü. Elini başını atmış ve gözlerini kapatarak, başını koltuğun başına yaslamıştı. Birkaç saniye sonra sesini duydum.

 

"Kubat, Mürvet abiye sor, Yaşar teyzelerin evine giren çıkan bir herif var mı diye." Birkaç saniye karşı tarafın cevabını bekledi. "Hayır, en son giren kim, söyler. Ne sıklıkla geliyor, ne zaman geliyor, neden geliyor, öğren." Yine cevap beklemeye başladı. "Sonra anlatırım. Siktiğimin herifinin biri. Bilmiyorum. Hadi, geç kalmayın."

 

Telefonu kapattı ve bana baktı. Ona bakmadan yavaşça kapıya doğru yürümeye başladım.

 

"Nereye gidiyorsun?"

 

Sinirli sesi kulağıma dolduğunda, ona cevap vermeden yürümeye devam ettim. Benim yavaş adımlarımın aksine, istese tek bir adımda yanıma ulaşabilirdi. Sırtımda bakışlarını hissetsemde ona dönmeden kapıya yürümeye devam ettim.

 

"Nereye diyorum, Sezen?"

 

"Senin aptal mahalleden kaçabileceğim tek yere, evime. Ne kadar kaçabilirsem artık!"

 

Hole çıkan kapıya yaklaştığımda, derin nefes sesi odanın içini doldurdu.

 

"Gitme, bu gece burada kal."

 

Bakışlarımı ona döndürdüm. Beni izliyordu. "Ne saçmalıyorsun?"

 

Bacaklarımı işaret etti. "Anneannen görecek, bu gece burada kal."

 

"Yarın gitsem görmeyecek mi?" Dedim. Sesimde alay ve sinir hakimdi.

 

Bana cevap vermeden yüzüme bakmaya devam etti. Sanki konuşacak sözcük bilmiyormuş gibi bakıyordu. Gözlerimi ondan çekerek yürümeye devam ettim. Dış kapıya doğru yürürken adımlarım o kadar yavaştı ki, bir kaplumbağadan farksızdım. Kapıya yaklaşan birkaç adımımı bile uzun saniyeler sonucu gerçekleştirmiştim.

 

Sokak kapısının açacağım sıra kapının hızla tıklatılmasıyla, açma eylemini daha hızlı gerçekleştirdim. Karşımda Meriç'i ve Kubat'ı görmeyi beklerken; şimdi gördüğüm Özgü'ydü. Yeşil ve mavinin karışımı olan gözleri ifadesizce yüzüme bakmaya başladı. Bakışlarından anlayabildiğim, tüm kötü duyguların karmaşasıydı. Gözleri uzun bir süre yüzümde gezindi. Bedenimi turladı ve bacaklarımda durdu.

 

"Sevgilimin kucağında, bir gece yarısı, kardeşinin evinde, ne işin var?"

 

Sesindeki kini iliklerime kadar hissedebilmiştim. Karşımdaki kadın kıskançlığın gölgesinden çıkmış ve aydınlığında kavrulmaya başlamıştı. Gözlerim uzun süre yüzünde gezindi. Beni öldürmek isteyen bakışları yüzümü delip geçsede, onu izlemeye devam ettim. Arkamda Malkoç'un varlığını hissettiğimde, konuşmasına müsade etmeden, sesimi çıkarabilmiştim.

 

"Bir, o senin sevgilin değil. İki, gece yarısı; nerede olduğum seni zerre alakadar etmez. Üç, arkadaşımın evindeyken sana hesap verecek değilim!"

 

Gözleri sinirle kısıldı. Arkamdaki Malkoç'a baktığını gördüm. Ona bakarak konuştu. "Bu kadına ilişkimizden mi bahsettin?"

 

"İlişki diye bir şey yok. Kendini kandırıp durma."

 

Malkoç'un öfkeye bulanan sesi doldu kulaklarıma. Özgü gözlerini ondan çevirip bana baktı. "Bak bizim ilişkimiz böyledir. Sarsılır ama toparlanır. Senin gibi ne olduğu belirsiz kadınlar; her zaman ufak pürüz olarak görünür," derin bir nefes verdi. "O pürüzleri kazımak için çok uğraştım, başardım. Senide kazımamı istemiyorsan, ondan uzak dur."

 

Dudaklarım gerilerek havalandı. Onun gergin yüzüne bakarak gülüyordum. "Bir kadını pürüz olarak görüyorsan eğer," dedim. "İlk önce ilişkini gözden geçirmelisin. Pürüzler ilişkinin temelinden doğar. O temeli oturtamaman benim sorunum değil! Ve burada durup, seninle erkek kavgası yapmayacağım." Arkamı dönerek, Malkoç'a baktım ve onu işaret ettim. Bana bir adım yaklaşarak yanımda durdu. "Bu adamla bir bağım yok. Sarsılmış ilişkinizi toparlayıp, benden uzak durun!"

 

Kapıdan çıkacağım sıra önüme geçti. Gözlerinde inanmaz bir ifade vardı. Kimi kadınlar kıskançlığını gizler, kimi kadınlarda en zirvede büyük bir balkon patlatır gibi patlatırdı. Özgü ikinci seçenekti.

 

Başını olumsuzsa salladı. "Bir bağın yok öyle mi? Peki..." birkaç saniye durdu ve yüzümü incelemeye devam etti. "Ben o bağının olmaya başladığını hissettiysem?"

 

Kaşlarım çatıldı ve onu anlamaya çalıştım. Saçları rüzgardan dağılarak karıştı. Elleriyle saçlarını geri attı.

 

"Ne diyorsun sen ya?"

 

"Bir," dedi, "İki, üç..."

 

Bedenimin donduğunu hissettim. Ondan dilime bulaşan söz kopyasıydı. Fark ettirmeden içime sızan bir yılan gibi hissettim. Panzehiri bedenime saplayıp zehiri içimden atmaya çalıştı. Malkoç'un bakışlarını hissetsemde ona bakmadım. Bedenimin esen havada yandığını hissediyordum.

 

"Senin serseri sevgiline özgü bir şey değil," dedim. Yüzümdeki ifadeyi toparlamıştım. "Her insan bunu kullanabilir. Şu an seninle yaptığım bu konuşmayı, öğrencilerimle bile yapmadım. Yazık!"

 

"Özgü eve git!"

 

Özgü'nün sert bakışları Malkoç'a döndü. Bana bakan gözlerdeki zehirli duygular gitmiş, bakışları yumuşamıştı. "Sen de gel, çay içeriz hem." Zehirli dilinden çıkan kelimeler birer duaya dönüşmüştü. Sesi rica doluydu. Gözlerimi ondan çekerek arkamı döndüm ve yürümeye başladım.

 

"Anla şunu, ilişki yok!" Ellerini çırpma sesini duydum. "Kendini kandırıp durma. Evine git!" Sesindeki sabırlı hissetsemde, uzaklaştıkça sesleri azalmaya başladı.

 

Saniyeler sonra Özgü'nün yüksek sesini duyduğumda donup kalmıştım. "Bu kapama yüzünden değil mi? Onun yüzünden gelmiyorsun benimle!"

 

"Kes sesini! Düzgün konuş!"

 

Yavaşça arkamı döndüğümde gözlerim Özgü'yü hedef almıştı. Bacaklarımda yaralar olmasa, yanına koşacak ve ona kemiği olmayan dilimin zehirlerine maruz bırakacaktım. Mahalleden birkaç kişinin cama çıktığını gördüm. Özgü kafasını kaldırıp cama çıkmaya devam eden insanlara baktı.

 

"Bu kadın Malkoç'un kapaması! Mahallede böyle kadınları neden barındırıyorsunuz?!"

 

"Özgü!"

 

Onun sesini ilk defa bu kadar sinirli, gergin ve yüksek duymuştum. Zinciri kopmuş bir aslan gibi kükremişti. Sanki karşısında bir kadın değil, bir erkek olsa; onu parçalayacak gibiydi.

 

"Girin içeri! Girin gece gece katil etmeyin beni!"

 

İnsanların gözlerinin benim üzerimde olduğunu onlara bakınca anlamıştım. Gözlerimin sinirden dolduğunu hissettim. Özgü'nün bana doğru yürüyen bedenini gözlerimi kırpmadan izledim.

 

"Sezen!"

 

Arkamdan duyduğum ses Meriç'e aitti. Koşan adımlar yanımda durdu. Telaşlı gözleri bedenimle gezindi. "Ne oldu?" Gözleri mahallede gezinmeye devam etti ve dizlerimde durdu. Telaş gözlerine daha fazla yayılmıştı. "Dizlerine ne oldu?!" Avuçları yüzüme kapandığında, "İyiyim." Dedim.

 

"Ne ara açtın bacaklarını ha?! Ne ara yakınlaştın ona!"

 

Gözlerim karşımda deliren kadına döndü. Yüzümü Meriç'in sıcak avuçları arasından çekmiştim.

 

"Mahalle jargonu ha?" Dedim. "Aklın anca bunlarla çalışır zaten. Seni ilk gördüğüm an bunu anlamalıydım!"

 

Özgü ağzını açacağı sıra, Malkoç gelerek kolunu kavradı ve onu çekti. Abisinin konuşmasına izin vermeyen Meriç'in sesini duydum.

 

"Bacak açma olayını sen çok iyi bilirsin. İnsanları yatak ilişkileriyle hedef almakta tam sana göre," ellerini birbirine çarparak alkış yaptı. "Süpersin be Özgü. Aklının çalıştığı şeylerle başkalarını ancak sen yargılayabilirdin zaten. Tek bir beklentiye sahip değilsin. Kendini düşünmekten daha çok bir erkeğin peşinde köpek gibi geziyorsun. Utanırsın sandım hep," derin bir nefes verdi. Daha önce fotoğraflardan gördüğüm Kubat, Meriç'in kolunu tuttu. "Ama sen hiç utanmadın. Hep aklını ilişki sandığın ama asla olmayan bu aptalca şeye yordun. Abimin en büyük aptallığısın," gözleri Malkoç'a takıldı. "Senin gibi bir belaya burnunu sokacak kadar aptal olabileceğini görmüş olduk." Kubat'ın kolunu tutmasına rağmen kolunu çekti ve Özgü'nün dibinde durdu. İşaret parmağıyla hızla kafasına vurdu. "Burası var ya, burası şunu kabul etsin; abim seni hiç sevmedi. Sevmeyecek. Boşluğuna denk gelmiş koca bir salaklıksın sadece sen. Belki bu vazgeçmene kolaylık sağlar."

 

Sokak lambaları altında parlayan gözlerinin dolduğunu gördüm. Meriç'in kelimeleri çok ağırdı. Bir kadının duymayı istemeyeceği, kaldıramayacağı şeylerdi. Tırnaklarım avuç içime geçti. Özgü'nün yaptığı şey normal değildi ama bir kadın olarak bunları duymayıda hak etmemişti. Onun yaptığı gibi ona yaklaşsak, ondan hiçbir farkımız kalmazdı. Şimdi kalbine batan iğneleri hissedebiliyordum. Esen rüzgarın eşliğinde, kalbini asla soğutmayacak iğnelerdi. Delip geçiyor ve derin izler bırakıyordu.

 

"Kubat, Uygar'ı ara, Özgü'yü alsın." Gözlerini Kubat'tan çekerek Özgü'ye döndü. "İşi zorlaştırma, zorlama."

 

Özgü'nün kırık gözlerine baktığım an gözlerimi yumdum. Bu sahne görmek istediğim sahne değildi. Malkoç gözlerini ondan çekerek bana baktı. Açık kahve gözleri bir süre yüzümde gezindi. Nasıl olduğumu anlamaya çalışır gibiydi. Gözlerimi ondan çekerek Meriç'e baktım. Özgü'ye bakan zehirli gözleri bana dönünce şefkate bürünmüştü. Meriç'in beni gerçekten sevdiğini anladığım andı.

 

"Sezen!"

 

Sokakta yankı yapan tanıdık gür sesle beraber irkilerek gözlerimi kapadım. Arkamı dönmek istemiyordum. Eğer gözlerine bakarsam bana hayal kırıklığıyla bakacağını biliyordum. Esen rüzgar saçlarımı havalandırarak uçurdu ve yüzümü okşadı. Arkamdan yaklaşan adım sesleri yanımda durdu. Gözlerimi usulcak kaldırarak ona baktım. Rüzgarın kaydırdığı tülbenti, beyaz saçlarını gösteriyordu. Yüzünde sinirini gizlemeye çalıştığı fakat laf dinlemezliğimin hayal kırıklığı vardı. Gözleri saniyeler boyu yüzümde dolaştı. Bacaklarımdaki yaraları gördüğünde, gözlerini kapadı. Hiç kimse konuşmuyordu. Özgü'nün gittiğini görmüştüm. Malkoç karşımda dikilmiş gözlerini kırpmadan beni ve anneannemi izliyordu. Meriç'in ve Kubat'ın gözleride bizim üzerimizdeydi.

 

"Menkıbe teyze..."

 

Kubat'ın kalın sesini duydum. Anneannemi nereden tanıdığını sorgulayacak durumda değildim. Kubat'ın sesini duyunca, parmağını kaldırarak onu susturdu.

 

"Yarın İzmir'e dönüyorsun. Artık burada işin yok."


 

 

 

ig: nidademirel_

tt: nidademirel_

 

Loading...
0%