Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@nightghost

Günü hatırlanmayan, acısı unutulmayan bir günden....

 

 

Koskoca bir şehir vardı gözlerinin önüne serilmiş. Koskoca bir şehir ve küçük bedeniyle o şehire hiç sığdıramadıkları, bir çocuk. Tüm sesleriyle birbirlerine kucak açan fakat onu sessizliğiyle dahi kabul edemeyen, insanlar.

 

Oysaki onun sessizliğinde ses vardı, kendi seslerinden hiç duyamazlardı. Bunlara rağmen az da olsa mutluydu şuan çocuk, ilk defa koca şehrini görüyordu bu kadar tepeden. Güzeldi, çok güzeldi. Aslında severdi o istanbul'u, en çok onu severdi. Sokaklarını severdi, denizini severdi, toprağını, manzarasını, kokusunu, efsanelerini severdi ama hiç sevmezdi insanlarını ve o insanların sesini. Onun eviydi İstanbul, insanlarıysa o evi onun başına yıkarlardı. Ona göre nefret varsa, yalnızca insanlardan edilmeliydi.

 

Gözleri şehrinin ışıklarına takılı kalmışken, vücudu bir ağaç gövdesine tabi tutulmuştu. Gözlerinin aşağıya kaymaması için üstün bir çaba gösteriyordu. Çünkü başı dönüyordu, midesi bulanıyordu ve bilinci gittikçe kapanıyordu. Başı omzuna düşüyor ve her düştüğünde gözyaşları içinde, başını tekrar kaldırıyordu.

 

Nefes almaya korkuyordu, zar zor kısık kısık alıyordu nefesini. Sanki derin bir nefes alsa ayağının altındaki toprakta ondan gidecekmiş, altında metrelerce yükseklikteki uçurumdan firar edecekmiş gibi.

 

Trajikomikti, o adam onu evden çıkarttığında ne çok mutlu olmuştu. Aptal gibi, umut varmış gibi. Seneler sonra, kafesinden dışarı çıkmak ne de çok heyecanlandırmıştı onu. Korkuyordu, deli gibi korkuyordu. Bu yüzden seviyordu şehrini, tüm korkusunu manzarasıyla azaltıyordu çünkü. Yinede biliyordu korkusunun azalması, altında bir boşluk olduğun değiştirmiyordu.

 

Hak etmiş miydi bilinmez ama etmemişti sanırım, bilmiyordu. Olmuştu işte, düşürmüştü o tepsiyi kadının kucağına, kırmıştı güzelim tabakları. Aslında o sanmıştı ki o kadın onu kurtaracak, heyecan yapmıştı, elleri titremişti düşürmüştü işte.

 

Bilemezdi, sadece o öyle olsun istemişti, kadın onu kurtarmak için gelmiş olsun istemişti. Özlemişti ya çünkü dışarıda ki havayı, gökyüzünü doya doya seyretmeyi, oyun oynamayı, yaramazlık yapmayı, özlemişti ya çocuk olmayı. O yüzden buradaydı işte, çünkü ona ceza verilmişti. O unutmuştu çocuk olmayı çünkü çocuklar oyun oynardı, yaramazlık yapardı. Küçük bedeniyle bir evin hizmetçiliğini yapmazdı, yani yapmazdı sanırım o öyle düşünüyordu. Tam da bilmiyordu zaten.

 

 

Yaramazlık yapamazdı, zaten isteyerek de yapmamıştı ama çok özlemişti. Özlemi anlatamazdı çünkü aklı bile çocuk olduğunu haykırıyordu. Kelime bilmezdi o kadar ki, nasıl açıklayacaktı özlemini? iki gün olmuştu cezayı alalı, koskoca iki gün aç susuz ve Azrail ile aynı topraklara basar gibi.

 

 

Bağırmak istiyordu fakat ağzındaki pis bez parçası buna izin vermiyordu, hoş o olmasa da bağırmaya zerre takati yoktu. Onun sessizliği bile fazlaydı, tabi bağıramayacaktı. Kurtulmaya çalışmıyordu da çünkü düşerdi, o ip onun midesine işleyecek kadar sıkı bağlanmasa düşecekdi.

 

Bu daha 9 yaşındaki bir çocuk için, fazla değil miydi? Çok fazla düşünüyordu içinden bunu ama yaşıtları oyun oynarken, onun gerçekten ölüm ne demek onu hissetmesi zorunlu muydu?

 

Evet zorunluydu çünkü o, yaşına rağmen dünyanın ne kadar adaletsiz olduğunu anlamıştı. Bu dünya aptallara güzeldi, bir adaletsizliği haykırmak istersen sesinden olurdun, görürsen gözlerinden. O adaletsizlikle boğarlardı seni, birilerinin insanların kötülüklerinin bedelini üstlenmesi gerekiyordu ve dünya o kişilerden biri olarak onu seçmişti ama anlamak istememişti çünkü çocukdu. O da diğer çocuklar gibi oyunların kurallarını ezberlemek istemişti, insanların onda açtığı yaraları değil.

 

Derin bir uykunun kollarına düşüyordu, bu kadar dayanması bile tanrının verdiği bir mucizeydi. Onu uykusundan çekip alan ise bir arabanın sesi oldu. Bir yanı bizi kurtarmak için geldiler dese de, diğer yanı kurtuluşunun bile aslında daha büyük tutsaklıklar olduğunu haykırıyordu. Yaklaşan araba sesiyle, gözlerini daha fazla açmaya çalıştı. Zordu onun için çünkü ölecekmiş gibi hissediyordu, direkt ölmek istiyordu ölecekmiş gibi hissetmek istemiyordu çünkü bu, bu acıtıyordu, çok acıtıyordu canını.

 

Araba durdu kapı kapandı, iki kişilerdi çünkü iki tane kapı kapanma sesi gelmişti. Titriyordu, çok korkuyordu, kalbine bir yük oturmuştu sanki kalkmıyordu. Kulaklarını yine iğrenç kahkaha sesleri doldurdu, o adam ve kurtarıcısı sandığı o kadının kahkahasıydı bunlar. Neye gülüyorlardı, canının acısı bu kadar komik miydi?

 

Her adım sesinde, daha fazla titredi.

 

O adamın iğrenç sesiyle yüzünü buruşturdu, mide bulantısı daha fazla arttı.

 

"Nasıl geçti bensiz, kızım?"

 

Sesinde saf alay barındırıyordu, aşşağılayarak söylemesi ise cabasıydı.

 

Kadın daha çok güldü. Çocuksa cevap vermedi, veremedi.

 

"Cevap versene, kızı!"

 

Bu o kadındı. Oysaki nasıl cevap verebilirdi ki? Tükürüp ağzına koydukları o bez, konuşmasını engelliyordu.

 

Adım sesleri daha çok yaklaştı. Hissettiği acı ise tüm duygularını uyuşturmaya başlamıştı, nefret hariç. O adamın, yanına geldiğini fark etti çünkü artık çenesini dik tutamamış ve başının aşşağı eğilmesine sebep olmuştu. Bunun için kendinden utanıyordu çünkü çenesi hep dik olurdu onun, ne kadar aşşağılanırsa aşşağılansın. Şimdi ise yapamıyordu, sanki kafası bedeninden ayrılmıştı ve hissetmiyordu.

 

Sadece yeri görebiliyordu ve onun aksine o adamın ayaklarında, en son temizlediği ayakkabıları vardı. Ağzındaki bezin sertçe alındığını hissetti fakat bir şey yapmadı, güç hissetmiyordu bedeninde.

 

Adam gerideydi, düşmekten korkuyordu ağzını arkasından açmıştı. Kollarında o adamın ellerini hissetti ve sırtına aldığı o keskin acı ile birlikte, ağacın arkasına sürtündüğünü hissetti. Önüne geçemeyince, oldukları yere döndürüyorlardı. Sırtına batan kıymıkları hissediyordu fakat acısı uyuşmuş gibiydi. Artık korkusunu azaltacak manzarası yoktu, manzarasını kirleten insanlar vardı.

 

Başı hala yerdeydi, bir iki kez kaldırmayı denedi fakat kıpırdayamadı bile. Sadece boğuk boğuk sesler vardı, kulaklarını kirleten.

 

"Susadın mı?" dedi kadın alayla.

 

Başını salladı susamıştı, çok susamıştı hem de.

 

Yanağına atılan şiddetli bir tokatla kafası omzuna düştü. Şimdi neden yemişti ki bu tokadı, bir anlam veremedi.

 

"Susadın mı?" diye bağırdı aynı ses.

 

Gözlerine yaşlar tekrar akın etmeye başlarken, başını salladı. Kurumuş dudaklarını oynattı, kendini zorlayarak.

 

"E-ev"

 

Devam edemedi. Boğazı çok kurumuştu, konuşamıyordu bile.

 

Fakat onun boğazının kuruması da, açlıktan ölmesi de onların umrunda değildi. Tek istedikleri acı çektirmekti, daha çok acı çektirip daha fazla zevk almak.

 

"Cevap ver, aptal!"

 

Ve yanağına atılan sert bir tokat daha, boğazına bir yumru oturdu. Nasıl anlatılır bilinmez ama acıyordu, canının içinde olan acıyordu, yanağı değil kalbi acıyordu. Bir kez ve bir kez daha nefret etti bir zamanlar kardeşi gibi gördüklerinden, bir kez daha nefret etti tüm insanlardan.

 

"Susadım" dedi mecburen, kesik kesik çıkan sesiyle.

 

Başını yerden kaldıramıyordu, hali yoktu. Bir el sert bir şekilde başını kalırdı, kafasını ağaca vurmuştu. Dudaklarına değen suyla derin bir nefes aldı. Boğazının acısından dolayı yavaşça içti suyu fakat suyu veren kişi bu kadar yavaş değildi, su ağzından çok üstüne dökülmüştü.

 

"Cezanı almışsındır umarım, bir daha saygısızlık edecek misin ha ucube!?"

 

Tiksinilerek söylenilen bu kelimelerle birlikte, karnına gelen şiddetli yumruk bir oldu. Ağzında kanı hissetti, bilirdi o kanın tadını.

 

"Hayır" dedi sesinde ızdırap vardı.

 

Titriyordu sesi, belki de ona öyle geliyordu çünkü duyulmuyordu bile.

 

Bir yumruk daha geldi, bunun ardından.

 

"Tekrar söyle!"

 

"-H hayır"

 

Dayanamıyordu, cehennem ateşi vücudunu yakıyordu. Nefretiyse, o ateşte harlanıyordu.

 

İplerin çözüldüğünü hisseti küçük kız, kolları acımıştı ve yavaşça gevşediğini hissetti. Derin bir iç çekti, canının acısının geçtiğini düşünürken saçlarını kavrayan bir elle tüm düşünceleri uçup gitti. Nefesi boğazında düğüm oldu. Dehşetle gözlerini açtı, çünkü boşluğa doğru silkeleniliyordu!

 

"Neymiş ne!"

 

Korkuyordu sadece bırakmalıydı, bu ne vicdansızlıktı. Kalbi duracaktı, ölemezdi şimdi daha annesi saçlarını taramamıştı, ölemezdi babası ona masala anlatmamıştı. Hayalleriydi bunlar gerçekleşmeliydi ama şimdi ölecekti.

 

Korkunun verdiği enerjiyle, bağırmaya başladı.

 

"Yemin ederim, bir daha yapmayacağım. Özür dilerim, özür dilerim bırak ne olur, bırak. Çok korkuyorum. Yalvarırım bırak ne olursun, çok özür dilerim özür dilerim, ölmek istemiyorum!"

 

Bağırıyordu, ağlıyordu, ilk defa özür diliyordu, yalvarıyordu. Sessizliğe mühürlenmiş sesi, mührünü bozmuştu. Çığlıklar atıyordu, İstanbul çığlıklarını yankılıyordu ve çığlıklar attıkça arkasındaki kadının sesten rahatsız olmasıyla, daha çok silkeleniyordu. Bu nasıl adaletti, ne suçu vardı. O ne yapmıştı da, bu azabı çektiriyorlardı? Sadece tepsiyi düşürmüştü!

 

"Sana yemin ederim canımı bir daha sıkarsan seni öldürürüm, pislik!"

 

"Sıkmıyacağım sıkmayacağım vallaha, ne olur bırak beni!"

 

Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, nefesi kesiliyordu. Çırpınamıyordu yoksa düşerdi biliyordu, sadece ağlıyordu ve yalvarıyordu. O idam olurken, idam eden celladına yalvarıyordu. Hayatın ne biçim fantazileri vardı!

 

Arkadaki kadına bakmaya çalıştı eğildiği yerden, bakamayınca daha çok bağırdı.

 

"Özür dilerim, ne olur söyle bıraksın!"

 

Kadın hiç birşey söylemedi.

 

Birkaç saniye sonra yavaşça boşluğa doğru tutulan bedeni, toprağa ulaştı. Adamın hemen önündeydi, yerdeydi çünkü onu yere fırlatmışlardı. Az önceki şoktan çıkmaya çalışıyordu, çıkamıyordu. Titriyordu, nefes almakta zorlanıyordu, soğuk soğuk terliyordu, korkudan ölünseydi o şuan ölmüştü. Adamsa manzarayı arkasında bırakmış, buz mavisi gözleriyle acımasızlıkla çocuğa bakıyordu. Şaşkındı çocuk, şoktaydı, korkmuştu ve de her bir zerresi karıncalanıyordu öfkeden. Şoku atlatamamıştı henüz fakat çocuk biliyordu bu onun ilk ve son şansıydı.

 

Tüm titremelerine rağmen yavaşça ayağa kalktı, yavaş ve sarsak adımlarla adama doğru yürüdü. Adamın acımasızlıkla bakan gözleri, şimdi merakla karşısındaki çelimsiz çocuğu inceliyordu. Bakıştılar bir süre, adam çocuğun ayaklarına kapanıp özür dilemesini bekliyordu. Ondan önceki çocuklarda bu böyle olmuştu, yine böyle olmalıydı.

 

Çocuğun cılız kolları yavaşça havaya kalktı, karşısındaki adamın gözlerinin en derinine baktı ve titreyen bedeni tüm gücüyle karşısındaki adamı kilometrelerce aşşağı iteledi. Adam direnemedi bile. Gözleri korkuyla açılmıştı, kızın koluna tutunmak istemişti fakat o, buna izin vermeden hemen geriye çekildi. Aşşağı düşerken çocuğun daha yeni attığı çığlıklardan vardı şimdi dudaklarında, sesler değişikti fakat korkular aynıydı.

 

Titremeleri arttı, yaptığıyla daha da büyük bir şoka girdi fakat işi daha bitmemişti şimdi düşemezdi, sırası değildi.

 

"Hayır hayır, olamaz hayır hayır!"

 

Karşısında ki kadının dehşetle çıkan sesiyle, kendine geldi çocuk.

 

İki adımla kadının karşısına geçti, kadın şoktaydı gözlerini kocaman açmış adamın düştüğü yere bakıyordu, elleri dudaklarındaydı ve hareket dahi edemiyordu.

 

"Çok mu üzüldün ha!"

 

Kendinden bile beklemediği bir çığlık,o gün ilk cinayetini işledi. Yaşıtları bu saatte babalarının masalları eşliğinde uykuya dalarken, o iki kişinin katili oldu o gece.

 

Bir anda vücudunda ki tüm güç çekildi, yere düştü bacaklarından kan geliyordu fakat o bir şey yapamadı öylece dondu kaldı. Düşünmeye çalıştı, düşünemedi. Üzülmeyi bekledi, üzülemedi.

 

Katil olmuştu o, işte şimdi istese de çocuk olamazdı. Çocukların ellerinde kan olmazdı ki, çocuklar masum olurdu, çocuklar kimseye kıyamazdı, onlar melek gibiydi. Boğazına kocaman bir yumru oturdu, gözlerinden yaşlar akmaya başladı sessizce.

 

O çok istemişti çocuk olmayı, o çok istemişti hep masum kalmayı neden olmamıştı? Neden elinde artık kanlar vardı, annesi geldiğinde çocuğunun katil olduğunu öğrenip, üzülür müydü?

 

Yaklaşık yarım saat oturdu orada öyle, düşündü düşündü kurtulmuş muydu şimdi o adamdan? Evet kurtulmuştu, almıştı intikamını. Artık zarar veremeyecekti ona, evet artık çocuk değildi ama sonuçta kurtulmuştu, onun korktuğu şekilde ölmüşlerdi onlar. İçindeki nefret tekrar harlanınca güç buldu, ellerinden destek alarak ayağa kalktı.

 

Dudakları titrerken derin bir nefes çekti içine, sonra gür bir kahakaha döküldü minik dudaklarından.

 

Baktı manzarasına, baktı denize, baktı ışıklara, şehrine. Titrek bir nefes çekti içine ve bağırdı sesini herkese duyurmak istercesine. Bu dünyada bende varım, yaşıyorum dercesine.

 

"Duy beni İstanbul, Dalya Feza Yazel artık özgür!"

 

"Duy beni İstanbul, artık karanlık yok!"

 

Tüm o kuru gürültülere karşı, bir çocuğun yara bere içinde ayağa kalkışına şahit oldu İstanbul o gece. Tüm insanlara inat, yaşadığına şahit oldu.

 

Fakat dört duvardan çıkınca, özgür olunur muydu?

 

Her karanlıktan çıkan, ışığı bulurmuydu ki?

Loading...
0%