@niphrimit
|
Freljord’un sonsuz karları altında, rüzgar keskin bir hançer gibi teni keserdi. O rüzgar, gecenin derinlerinde, dağların arasında yankılanırken; yalnızca en cesur savaşçılar, bu diyarın acımasız kollarında ayakta kalabilirdi. Uçsuz bucaksız buzulların hükmettiği bu topraklarda, yaşamak ve hayatta kalmak, aynı anlama gelmezdi. Burada, savaş her zaman bir adım uzaktaydı ve Tryndamere, bu savaşın ortasında, kılıcı kadar keskin bir kararlılıkla ayakta duruyordu. O gece, Freljord’un en karanlık gecelerinden biriydi. Gökyüzü siyah bir örtü gibi üzerlerine inmiş, ayın ışığı bile karanlığı delen bir umut ışığı olamamıştı. Sadece kar fırtınası vardı; kulakları sağır eden, soğuğu iliklere işleyen bir fırtına. Tryndamere, kalkanını sırtına yerleştirirken, savaşın yaklaşan ayak seslerini duyar gibi oldu. Üzerindeki deri zırh, soğuğa karşı hiçbir koruma sağlamıyordu, ama bu onu asla rahatsız etmezdi. Bedeni, yıllar süren savaşlardan ve acılardan sertleşmiş, ruhu ise kayıplarla taşlaşmıştı. Ashe ise kampta, birkaç adım ötede, savaş öncesi stratejileri gözden geçiriyordu. Liderlerin ve savaşçılarının etrafında toplanmıştı, her biri onun sözlerini dikkatle dinliyordu. Fakat Ashe, göz ucuyla Tryndamere’e bakmadan edemedi. Onun sessiz kararlılığı, diğer savaşçılardan farklıydı. Diğerleri savaş için hazırlanıyorlardı, ama Tryndamere... Tryndamere sanki ölüme hazırlanıyordu. Her hareketinde, her bakışında bir meydan okuma vardı: Ölüme, kadere ve belki de kendisine. Ashe, bakışlarını tekrar haritaya çevirirken, içindeki huzursuzluk büyüdü. Halkını koruma sorumluluğu omuzlarındaydı, ama her savaştan önce Tryndamere’in gözlerindeki o karanlık düşüncelerden korkuyordu. O, savaşçıydı. Ve savaşçıların kaderi genellikle ölümle yazılırdı. Fakat Tryndamere'in ölüm arayışı, sıradan bir savaşçınınkinden farklıydı. Ashe, onun gözlerinde sadece savaş hırsı değil, bir tür son arayışı görüyordu. Sanki her savaşa, kaybettiği ailesini, köyünü ve geçmişini unutmak için giriyordu. Her kılıç darbesiyle kendi acısını bastırmaya çalışıyor, her öldürdüğü düşmanla kendi öfkesini dindirmeye çabalıyordu. Ama bu, hiçbir zaman yeterli olmuyordu. Gece, karanlık ve soğuk gittikçe yoğunlaşıyordu. Kampta sessizlik hakimdi. Savaşın öncesinde herkesin nefesi yavaşlamış, sessizlik kulaklara ağır bir yük gibi inmişti. Ashe, Tryndamere’e doğru birkaç adım atarken, kalbindeki sıkışmayı hissetti. Onunla konuşması gerekiyordu, ama ne diyeceğini bilemiyordu. Bu bir emir miydi, yoksa bir sevdiğini koruma isteği mi? “Tryndamere” diye seslendi Ashe, kısık ama net bir sesle. Tryndamere, Ashe’in sesine dönerek, bir süre ona baktı. Gözlerindeki o tanıdık karanlık, Ashe’in kalbini bir kez daha titretti. “Kraliçem” dedi Tryndamere, resmi bir tonda. Aralarındaki ilişki ne kadar derin olursa olsun, Tryndamere, Ashe’e karşı hep bir mesafe korurdu. Kraliçesiyle arasındaki bu mesafe, aşklarını olduğu kadar savaşı da kapsayan bir duvar gibiydi. Ashe, birkaç adım daha yaklaştı. Rüzgar, saçlarını yüzüne savuruyordu, ama gözlerini Tryndamere’den ayırmadı. “Yarın büyük bir savaş olacak. Hepimiz bunun farkındayız. Ama senin aklında başka bir şey var, değil mi?” Tryndamere, bakışlarını ufka çevirdi. "Aklımda olan tek şey, halkımızı korumak. Senin için savaşıyorum, Ashe. Freljord için." Bu sözler doğruydu ama Ashe onun içindeki gerçeği görebiliyordu. "Beni kandıramazsın, Tryndamere. Sen sadece düşmanları öldürmüyorsun. Kendi geçmişinle savaşıyorsun. Bu öfke seni nereye götürecek?" Tryndamere’in yüzüne bir gölge düştü. “Öfke, bana güç veriyor. Beni ayakta tutan şey bu. Eğer bu öfkeyi kaybedersem, geriye ne kalır?” Ashe, onun bu sözleriyle derin bir acı hissetti. Geriye ne kalır? Bu sorunun cevabı, onu geceleri uykusuz bırakan şeydi. Tryndamere’in öfkesi, onun yaşamını sürdüren ateş gibiydi. Ama bu ateş, bir gün onu tamamen yakıp kül edecek miydi? “Sen sadece öfkenden ibaret değilsin, Tryndamere. Ama bunu görmüyorsun. Savaş seni yutuyor.” Ashe, bir adım daha attı, ellerini onun ellerine koyarak. “Ben seni kaybetmekten korkuyorum.” Bu sözler, Tryndamere’in yüzünde bir kırılma anı yarattı. Ashe’in gözlerindeki endişeyi, yüreğindeki titreyişi hissetti. Yavaşça, ellerini geri çekti. “Beni kaybetmekten mi korkuyorsun? Ben zaten çoktan kaybolmuş bir adamım, Ashe. Ailem öldüğünde, köyüm yıkıldığında... Beni hayatta tutan tek şey intikamdı.” Ashe, bu sözlerin ağırlığıyla sarsıldı. Tryndamere’in her savaşta ölüme bu kadar yakın olmasının sebebi buydu: O, gerçekten yaşamak istemiyordu. Sadece öfkesini tatmin etmek ve intikam almak istiyordu. Bu, onun varoluş sebebiydi. Fakat Ashe, onun sadece bir savaşçıdan fazlası olduğunu biliyordu. O, sadece kayıpların yasını tutan bir adam değildi. Onun içinde hala yaşam vardı, ama bu yaşamı körükleyen şey, sürekli bir savaş ve acıydı. “Savaş seni yok edecek, Tryndamere.” dedi Ashe, sesi titreyerek. “Sana olan sevgimi yok edecek. Sen sadece bir intikam aracı olmaktan daha fazlasısın. Ama bunu görebilmen için, öfkenden vazgeçmen gerekiyor.” Tryndamere, bu sözlerle bir an dondu. Ona bir kez daha baktığında, Ashe’in gözlerinde hem sevgi hem de korku gördü. Bu, onu hayatında ilk kez tereddüte düşüren bir şeydi. “Bunu yapamam...” diye fısıldadı, sanki kendisiyle konuşuyormuş gibi. “Öfkem olmadan, kim olduğumu bilemem.” Ashe, Tryndamere’in ellerini bir kez daha tuttu, bu kez daha sıkıca. “Senin kim olduğunu ben biliyorum. Freljord için değil, benim için savaştığını söylüyorsun. Eğer gerçekten benim için savaşıyorsan, öfkeni bir kenara bırak ve birlikte bu soğuk diyarı değiştirelim. Öfkene değil, bana güven.” Tryndamere, bu sözlerle donmuş gibi hissediyordu. Ashe’in gözlerindeki o yalvarışı, onun kalbinin derinliklerinde bir şeyleri kırıyordu. Fakat bu kırılma, korkutucuydu. Öfkesiz, kendini boşlukta hissedeceğini biliyordu. Ama belki de Ashe’in istediği bu boşluktu; o boşlukta yeniden inşa edilebilecek bir şey vardı. Sevgi mi, yoksa bir amaç mı? Gece daha da karanlıklaşırken, rüzgarın uluması tüm kampı sarstı. Savaş sabaha kadar beklemeyecekti. Tryndamere, bir anlığına gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. Gözlerini tekrar açtığında, kararını vermişti. “Ashe.” dedi, sesi derin ve kararlı. “Yarın, bu savaşta sadece düşmanlarımızla değil, kendi içimdeki savaşla da yüzleşeceğim. Senin için. Ama şunu bil ki, her adımda ölüm bana bir nefes daha yaklaşacak. Eğer bu savaş benim sonum olursa, seni yarım bırakmış olmaktan korkuyorum.” Tryndamere’in sözleri gecenin soğuk karanlığında yankılandı, sanki rüzgar bile o an için durup bu itirafı dinlemişti. Ashe, derin bir nefes aldı ve gözlerinde kararlılık parıldadı. Bu savaş, yalnızca Freljord'un kaderini değil, aynı zamanda onun ve Tryndamere'in ilişkisini de belirleyecekti. Ama her şeyden önce, kendisine fısıldayan o acı gerçeği inkâr edemiyordu: Tryndamere, savaşa girerken ölümü bekleyen bir adamdı. “Yarınki savaşta” dedi Ashe, gözlerini Tryndamere’den ayırmadan, “Senin yanında olacağım. Birbirimize sırtımızı dayayıp savaşacağız. Eğer ölüm bu sefer gerçekten peşimizdeyse, onu beraber karşılarız. Ama sakın unutma; ben sadece ölüme karşı değil, seni kaybetmeye karşı da savaşıyorum.” Tryndamere bir an duraksadı. Ashe'in bu kadar derin bir kararlılıkla konuşmasını beklemiyordu. Onun gözlerinde yalnızca bir liderin kararlılığı değil, sevginin ve korkunun kırılgan çizgileri de vardı. Tryndamere, kendini bir adım daha ona yakın hissetti, fakat bu yakınlık aynı zamanda bir sorumluluktu. Sadece savaştan değil, Ashe’in kalbindeki o ince sızıyı da taşıyordu artık. “Beraber savaşacağız.” dedi Tryndamere, dudaklarının kenarında acı bir gülümsemeyle. “Ama sana söz veremem, Ashe. Öfkem hâlâ içimde. Savaş başladığında, o öfkeyi kontrol edemeyebilirim. Eğer o an geldiğinde beni durduramazsan, belki de yalnızca düşmanlarımızı değil, kendimi de yok ederim.” Ashe, derin bir acı hissederek Tryndamere'in söylediklerini düşündü. Onu savaş meydanında yitirmenin acısı, hayal bile edemeyeceği bir şeydi. Fakat bir yandan da, Tryndamere’in bu içsel savaşı onunla birlikte kazanmasını istiyordu. “Sana yardım edeceğim.” diye fısıldadı, gözlerinde bir damla umut. “Öfkeni kontrol etmene yardım edeceğim.” O an, Freljord'un soğuk havası bile bir süre durulmuş gibiydi. Ashe ve Tryndamere'in etrafında esen buz rüzgarları, onları birbirlerine daha da yaklaştırdı. Ancak bu sessizlik çok uzun sürmedi. Uzaklardan gelen boynuz sesi, yaklaşan savaşın habercisiydi. Düşman artık sınırlarına dayanmıştı. Tryndamere, bu uyarıyla yüzündeki ifadesi değişti. Öfke, sabırsızlıkla gözlerinde alevlenmeye başladı. Derin bir nefes alıp, ellerini kılıcına doğru uzattı. Ashe, bu geçişi izlerken, Tryndamere’in yeniden kendi karanlığına çekildiğini fark etti. Onu bu karanlıktan çekip çıkarmak her seferinde daha zor oluyordu. “Ashe.” dedi Tryndamere, sessizce, “Ne olursa olsun, savaş başladığında kılıcım beni nereye götürürse oraya gideceğim. Ama şunu bil; eğer o son an gelirse, seni düşünerek savaşacağım. Belki bu, öfkemin yerini doldurabilir.” Bu sözlerle birbirlerine son kez bakıp, sessiz bir anlaşma yaptılar. Ashe, onun bu kararlılığına karşı bir şey söylemedi; zaten artık söylenecek sözler tükenmişti. Sadece gözlerinde bir umut, belki de bir mucize beklentisi vardı. Tryndamere ise, omzunda taşıdığı yükün ağırlığını hissetti, ama bu sefer Ashe’in ona verdiği sevgi, bu ağırlığı bir nebze olsun hafifletmişti. Sabahın ilk ışıkları henüz ufukta belirmemişti ama kamp hareketlenmeye başlamıştı. Savaşçılar, zırhlarını kuşanıyor, son hazırlıklarını yapıyordu. Freljord'un sessiz karanlığı, yaklaşan kaosun öncesindeki ölümcül sükunet gibiydi. Ashe, ordusunun önünde, halkına cesaret verici bir konuşma yapıyordu. Her kelimesi, buz gibi havaya çarpıp yankılanıyor, savaşçıların kalplerinde yankı buluyordu. O, sadece bir kraliçe değil, bir umut ışığıydı. Freljord’un soğuk kaderi karşısında direnen bir savaşçıydı. Tryndamere, Ashe’in konuşmasını uzaktan izlerken, içindeki duyguları kontrol etmekte zorlanıyordu. Kraliçesine olan hayranlığı, öfkesini kısa bir anlığına dindirmişti. Onun varlığı, savaş meydanında bile kendisine huzur vermeye yetiyordu. Ama bu huzur kırılgandı, tıpkı bir buz kristali gibi. Savaş başladığında, Freljord'un toprakları kan ve demirle karışacak, bu diyarın soğuk beyazlığı bir kez daha ölümle boyanacaktı. Tryndamere, kılıcını kavradı, bu defa ölümle değil, kendi öfkesiyle yüzleşmeye kararlıydı. Kaderini değiştirmek için değil, Ashe'in sevgisi uğruna savaşacaktı. Savaş meydanına adım attıkları an, her şey bir anda kaosa dönüştü. Buzulların etrafında düşman kuvvetleri belirdiğinde, çarpışmanın sesi kılıçların ve kalkanların gürültüsüyle yankılandı. Ashe, ordusunun önünde durarak komutlar verdi, oklarıyla düşmanları tek tek vururken, savaşçıları ileriye sürdü. Halkının umut ışığı, savaş meydanında da parlıyordu. Her yay gerilişinde, bir düşman daha yere yığılıyordu. Ama Tryndamere… O, savaşın ortasında adeta bir kasırga gibi dönüyordu. Öfkesi gözlerinde alevlenmiş, her kılıç darbesiyle düşmanları savuruyordu. Etrafındaki savaşçılar onun kudretine hayranlıkla bakarken, içlerindeki korkuyu da hissediyorlardı. Tryndamere, sanki savaşın bir parçası değil, bizzat savaşın kendisi olmuştu. Her adımında, ölümün soğuk nefesi ensesinde dolaşıyordu, ama onun umrunda değildi. Ashe, Tryndamere’in savaş meydanındaki vahşetini izlerken, içini bir korku kapladı. Onun bu kadar öfkeyle dolu olduğunu görmeyi beklemiyordu. Tryndamere’in öfkesi, düşmanlarını parçalarken, kendi ruhunu da tüketiyordu. Ashe, bir an durakladı, yayını bıraktı ve Tryndamere’in yanına koştu. Onu bu öfkeden, bu kendine zarar veren savaştan çekip çıkarmalıydı. “Tryndamere!” diye seslendi Ashe, savaşın gürültüsü arasında. Ama Tryndamere, savaşın içinde kaybolmuştu. Onun sesini duymuyordu, ya da duymazlıktan geliyordu. Düşmanları yere serdikçe, öfkesi daha da büyüyordu. Her hamlede, içindeki boşluğu dolduracak bir an arıyordu, ama bu an bir türlü gelmiyordu. Ashe, Tryndamere’in yanında durduğunda, bir an ona baktı. Onun gözlerinde kendisini yitiren o adamı gördü. Savaş meydanında öfkesine kapılan bir savaşçı değil, kendini kaybeden, yok olmanın eşiğindeki bir adamdı bu. Tryndamere bir düşmana daha son darbeyi vurduğunda, kılıcıyla kanla boyanmış zemine bakarken, Ashe ona dokundu. “Yeter!” dedi, sesi titrek ama kararlıydı. “Tryndamere, bu savaşı kazandık. Artık dur.” Savaş bitmişti. Freljord'un buzla kaplı toprakları üzerinde sessizlik hâkim olmuştu. Kanla karışmış kar taneleri ağır ağır yere düşerken, savaşçılar yorgun adımlarla geri çekiliyor, zaferin soğuk havası kampın etrafını sarıyordu. Tryndamere, kılıcını toprağa saplamış, derin nefesler alıyordu. Ashe’in elini omzunda hissettiğinde, içindeki fırtına yavaşça dindi. Göz göze geldiler. Ashe’in o sıcak bakışı, Tryndamere’in içindeki öfkenin yerini bir anlığına da olsa dinginliğe bırakmıştı. “Savaş sona erdi.” dedi Ashe, sessizce, ama bakışlarında hem bir rahatlama hem de bitmeyen bir korku vardı. Tryndamere’in karanlığıyla yüzleşmenin ağırlığını omuzlarında hissediyordu. Oysa Tryndamere, o an ilk kez öfkesinden başka bir şeyin var olduğunu fark etmişti. İçinde kıvılcımlanan bir yaşam, onu daha fazla sarhoş eden bir şey… Belki de Ashe’in sevgisi. Fakat o anda, uzaktaki dağların ardında bir gölge belirdi. Kar fırtınasının içinde neredeyse fark edilmeyecek kadar küçük, ama Ashe'in gözlerinden kaçamayacak kadar tehditkâr bir figürdü bu. Rüzgârın uğultusuna karışan bu gölge, hiç durmadan onlara yaklaşıyordu. Ashe, gözlerini kıstı ve içini huzursuz bir endişe kapladı. "Bu da ne?" diye fısıldadı. Tryndamere, Ashe'in bakışlarını takip ederek ufka döndü. Gözlerinde bir an için o tanıdık öfke parladı. “Bir başka savaş mı?” diye mırıldandı Tryndamere, kılıcını yerden çekip ayağa kalkarken. Ashe, bir an önce gördüğü dinginliği tekrar kaybedebileceğinden korktu. Karanlık figür, gittikçe yaklaşırken, rüzgârın sesi daha da büyüdü. Bu sıradan bir savaşçı ya da tehlikeli bir düşman değildi; bu, Freljord’un kadim bir sırrını taşıyor olabilirdi. Ashe’in kalbi hızla çarptı, içgüdüleri ona bir şeylerin yanlış olduğunu fısıldıyordu. "Bu sıradan bir düşman değil." dedi Ashe, sesi titrek ama kararlı. Gözleri, yaklaşan gölgeye kenetlenmişti. "Hayır," diye fısıldadı Tryndamere, gözlerinde yeniden öfke alevlenirken. "Bu, bizi bekleyen asıl fırtına." Ve o anda, figürün karanlığında parıldayan bir çift göz belirginleşti. Freljord'un buzlarını bile donduracak bir bakıştı bu. Savaş bitmişti, ama asıl mücadele şimdi başlıyordu... |
0% |