Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm: Ejderha'nın Ruhu

@nisaaa_z

Yıldızların bir gün gökten yağacağına dair masallar Yeryüzü Krallığı’nda çok yaygındı. İki büyük enerjinin açığa çıkmasıyla başlayan masallar, yıldızların Dünya’yı yok etmesiyle sonlanırdı ve küçük çocukları heyecanlandırma konusunda oldukça başarılıydı.

Ailemden görüştüğüm tek kişi olan büyükannemin teyzesi Corvina, bir grup vampir yavrusuna Ejderha’nın Ruhu’nu anlatırken onu her zaman olduğu gibi yüzümdeki buruk tebessümle izliyordum. Çocukluğumda aynı masalı bana anlatırdı ve bu o zamanlarda sevdiğim tek şeydi.

“Baştan anlat, Corvina!”

Corvina başını boyu neredeyse bir metre bile olmayan sarışın erkek çocuğuna çevirdi ve yüzündeki gülümsemeyi bir an bile bozmadan sabırla anlatmaya başladı. Etrafında minik bir çember oluşturmuş tüm çocukları görebilmek için başını durmadan çevirirken kısa, siyah saçları solgun yanaklarına çarpıyordu. “Milenyumlar öncesinde daha hiçbir canlı yaratılmamışken evrenin derinliklerinde karşıt iki enerji açığa çıktı.”

Oturduğum sandalyeden kalkıp odanın sonundaki pencerenin önüne gittim. Bulutların arasından boşalan yağmur damlaları yeryüzüne birer birer düşüyordu. Sis çevreyi kaplamıştı ancak bu görüşümü etkilemiyordu. Hem sokaklarda hem de bulunduğumuz binanın içinde gezinen gölgeler, hepimiz için alışılmış bir şey olduğu için küçük çocukları bile ürkütmüyordu.

Binanın önünden geçen bir grup ceketli insan, havanın gerçekten soğuk olduğunu fısıldıyordu. Ve biz; buradaki bir grup vampir, soğuğun nasıl hissettirdiğinden emin bile değildik.

“Bu enerjiler sessizliğin içinde büyüdü, şişti ve sonunda birer yıldıza dönüştü. Karanlığı delip geçen ışıklarıyla uzayı aydınlattı, ısısıyla galaksileri yaktı. İki yıldız büyüdükçe büyüdü, birbirine yaklaştıkça çekim güçleri karşı konulamaz bir hale geldi.” Corvina sesini kısıp daha gizemli bir şekle büründü, siyah gözlerini kocaman açtı ve ellerini önüne kaldırdı. “Ve patladılar...”

“Ama neden?” Yerinden heyecanla zıplayan kız çocuğunun gerçekten meraklı olduğunu gözlerinden görebiliyordum. Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Aynı masalı o kadar çok dinlemişlerdi ki bu soruyu ilk defa sormaları beni şaşırtmıştı.

Corvina ayağa kalkıp etrafında döndü, çocukların hepsini inceledi. “Canlılar büyürken enerji kaybeder ve yıldızlar enerjilerini kaybettiğinde patlar.” Başka sorusu olan varsa sorabilsin diye biraz sessiz kaldı ve kimseden ses çıkmadığında anlatmaya devam etti.

“Kaosun ortasında, karanlık ve ışığın birbiriyle dans ettiği noktada, Dünya yaratıldı. Zaman geçtikçe keşfedilip Bonitas ve Malum ismini alan iki enerji Tanrı’nın kudreti altında birleşip ejderha bedeni haline getirildi. Varlıkların ruhu iyi ve kötü olarak ikiye ayrılır ve onları şekillendirebilirsiniz. Tanrı’nın yaptığı şey buydu: ejderhayla oynadı ve onu Sipirits Area’nın hükümdarı olarak dünyamıza getirdi.”

 

“Ejderha şimdi nerede, Corvina?”

Corvina küçük çocuğa gülümsedi. “Bunu Tanrı dışında kimse bilemez ancak hâlâ Sipirits Area’nın hükümdarlığını yaptığını söyleyenler var.” Ellerini birbirine vurup anlatmaya devam etti. “Ejderha öylesine güçlüydü ki varlığı Dört Büyük Krallık Düzeni’ni tehlikeye atıyordu.”

Çocuklar daha önce hiç duymamış gibi heyecanla iç çekti.

“Tanrı onu güçlerini dizginlemesi konusunda uyardı ancak geri dönüş alamadığında Ejderha’yı sarsacak taşı oynadı. Düzeni bozmaması adına onu iki ayrı kişi olarak böldü ve ruhla bedenin birlikte olması gerektiği gibi ikisini birbirine mecbur bıraktı.”

Ateşin yandığı yerde duman olduğu gibi bedenin en derininde her şeyi hisseden bir ruh yer alır, diye tamamladım onu.

Birkaç saat sonra küçük vampir grubu evlerine gittiğinde Corvina’yla baş başa kalmıştık. Yüzyıllarca süren sıkıcı yaşamında onu dinlendirip neşelendiren tek şey çocuklarla geçirdiği bu kısa süreydi.

Elinde Gökyüzü Krallığı’ndan temin edilen iki kan torbasıyla yanıma geldi ve torbanın birini uzatıp bana verdi. Koltuğun diğer köşesine geçip beni tam görmek için yan bir şekilde döndü. “Çemberdeki sarışın çocuğu hatırlıyor musun?”

Kan torbasının ağzını açarken yanıtladım. “Tekrar anlatmanı isteyen mi?”

Başını aşağı yukarı salladı, dudakları iki yana kıvrıldı. “Çok zeki çocuk, güzel bir geleceği olacağından eminim.”

Bunları neden bana anlattığını bilmesem de sorgulamadan dinledim. Çocuğa daha önce dikkat etmediğim için kapasitesini bilmiyordum bundan dolayı yorum yapmadım. “Dikkat etmemişim.” dedim dürüstçe. Torbayı ağzıma götürüp yudumlamaya başladım.

“Adı Milo, Milo Gedayeva.”

Durdum, torbayı kendimden uzaklaştırdım, kaşlarım çatıldı. “Gedayeva mı?”

“Evet.” dedi. “Onlardan biri dibinde duruyor Eirian, her hafta geliyor ve hiç birbirinize dikkat etmediniz. Kan kanı çeker derler ama siz biraz farklısınız. Bu, Gedayevalarla görüşmek için büyük bir şans, kaderin sana lütfü.”

Gözlerimi yavaşça kapatıp açtım. “Yenilikleri sevmediğimi biliyorsun, Cor. Bu zamana kadar onlarla görüşmeden yaşadım, aynı şekilde devam edeceğim. O çocuk, Milo... Diğerlerinden hiçbir farkı yok benim için.”

“Neden onları reddediyorsun?” diye sordu. Hayatıma karışmak pek yaptığı bir şey değildi ama konu Gedayevalara, aileme geldiğinde ısrarcı olmaktan çekinmiyordu. Bu huyundan dolayı onu suçlayamazdım, aynı krallıkta, aynı şehirde yaşıyor ama bir araya gelmiyorduk ve Cor, ailemin yanında olmamı istiyordu.

“Annem ve babam, onlardan her zaman uzak durdu. Kimseyle görüşmedim, tanışmadım, sen söyleyene kadar isimlerini bile duymadım. Onlara karşı hiçbir şey hissetmiyorum ve bu şekilde olmaya devam edecek.”

“Ne Vladimir ne de Eleanora hayatta değil! Hayatta kalan olan ailene sırt çeviremezsin!” Onun bu sözlerinden sonra kollarımı göğsümde birleştirdim. Cor beni anlamıyordu, ben Gedayevalara sırt çevirmiyordum ki, insan tanımadığı kişilere sırt çeviremezdi.

“Ryuu’yla daha iyi bir aile kuracağım. Sadece o ve ben.”

Kendini açıklamaya çalışır gibi ellerini havaya kaldırıp yüzüne mahcup bir ifade yerleştirdi. “Yeni bir aile kurmana sözüm yok, Eirian. Sadece onlara bir şans vermelisin.”

“Gedayevalar benim için yalnızca soyadımdan ibaret. Benim için hoşlanmadığım yenilikler...” Yandaki pencereden çoktan kararmış olan havaya baktım ve sessizce ayağa kalktım. “Ryuu beni bekliyordur. Artık gideyim.”

Ben kapıya doğru yürürken tedirgin bir şekilde peşimden geldi. “Eirian, bu konuyu açtığımda bana darılıyor musun?”

Saçmalama, der gibi gülümsedim. “Tabii ki hayır, Cor!”

İç çekti. “Yarın yine geleceksin değil mi?”

Onu rahatlatmak başımı salladım. “Söz veriyorum.”

Oradan çıkıp gecenin karanlığında cirit atan gölgelerin arasına karıştım. Yağmur dinse de sis hâlâ benimleydi. Ayın parlak ışığı sisi delip geçiyor, sokakları hafiften aydınlatıyordu. Bu saatlerde sokakta insanlar gezmezdi, sabaha kadar her zaman olduğumuzdan daha özgür davranabiliyorduk.

Corvina’yla olan konuşmamızı unutmak istedim. Zihnimi serbest bırakıp koşmaya başladım. Saniyeler içinde etrafımdaki binalar yüzlerce kez değişmişti. Birkaç gölge benimle oyun oynamak ister gibi peşimden geliyordu, onlara aldırmadım.

Kuytu bir köşede olan iki katlı evimizin önüne geldiğimde yavaşladım. Kapının önündeki birkaç basamağı çıkıp ahşap kapıyı açtım ve içeriye girdim. Kulağıma çalınan tıkırtılar, Ryuu’nun evde olduğunu anlamama sebep oldu. Corvina’ya, Ryuu’nun beni beklediğini söylerken nerede olduğunu bilmiyordum bile.

“Corvina yine ve yine Ejderha’nın Ruhu’nu anlattı!” diye seslendim içeriye. Kıkırdadım. “Çocuklar buna bayılıyor, bir zamanlar ben de öyleydim.” Birkaç saniyeliğine tıkırtı sesleri durdu, duyulan tek şey ahşap parkelerin üzerinde attığım adımlarımdı. “Ryuu?”

Üst kattan gelen kapı gıcırtısını takip edip merdivenleri hızlıca çıktım. “Orada mısın?” Odasının açık olan kapısını gördüğümde yavaşça oraya gittim. Ryuu evde olduğu zamanlar kapısını hiç kapatmazdı. İçeri girdiğimde yatağında yatıp kapalı gökyüzünün gözüktüğü penceresine baktım. “Beni duymuyor musun?” Buna imkân yoktu. Bir vampirin böylesine yüksek bir sesi duymaması için ancak İnbentis’le zaman geçirmiş olması gerekirdi. Neyse ki o taş toplanalı yüzyıllar oluyordu.

Sesimle irkilip bana döndü. “Ne zaman geldin?” Yatakta doğrulup sırtını başlığa yasladı. Yüzünü kapatan beyaz saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırdı.

“Az önce geldim.” diye mırıldandım. “Senin neyin var? Duymadın mı?”

Gülümsedi. “Bir şeyim yok sevgilim. Hadi gel buraya.” Kollarını açıp başıyla yanını işaret etti. Görünürde bir şey olmasa da halleri garipti ve tedirgin olmama sebep olmuştu. Yanına atlayıp kollarımı boynuna doladığımda irkildim, ilk defa soğuğu hissetmiş gibiydim, tüylerim diken diken oldu bile diyebilirdim.

“Neler yaptınız?”

Sorusu beni rahatsız edici hislerimden uzaklaştırdı. “Corvina yine hikâye anlattı. Geçtiğimiz günlerin aynısıydı, tekrarlayıp duruyoruz.”

“Ve? Durgunsun, bir şeyler olmuş belli.”

Gergince nefesimi verdim. “Gedayevalarla görüşmemi istediğiyle ilgili bir şeyler zırvaladı.” Gözlerimi sıkıca kapattım. “Çocuklardan biri onlardan biriymiş. Adının Milo olduğunu söyledi.”

Gülerken verdiği nefes yüzümü gıdıkladı. “Zırvaladı mı? Büyüklere saygı nerede, Eirian’cığım?”

Gerçekten tek takıldığı nokta bu muydu? “Hadi ama Ryuu!” Kahkaha attım.

Kulağımı tırmalayan bir uğultu duyduğumda başımı pencereye doğru çevirdim. Dışarıda sert bir rüzgâr esiyordu, öylesine kuvvetliydi ki cereyandan dolayı içerideki birkaç kapı ve odadaki pencere sertçe kapanıp açılmıştı. Birkaç saniye sonra bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Burnuma açlık hissimi uyandıracak keskin bir koku geldi. Elf kanı.

Ryuu ağaya kalkıp pencereyi kapatmak için acele etti, koku hafifledi ama hiçbir zaman bizden yeterince uzaklaşmadı. Dışarıdan geliyor olamazdı ve evin içinde de elf kanının bulunması saçmaydı. Bu ayki sıra Gökyüzü Krallığı’ndaydı ve orada elfler yoktu.

“Hava kapalı ama bugün bizim için planlarım vardı.” Gülümseyerek bana döndü. “Yine de dışarı çıkıp planımın ne olduğunu öğrenmek isteyeceğini düşünüyorum...”

Biraz önceki koku zihnimi kurcalasa da planı daha çok ilgimi çekti. “Tabii ki istiyorum!” diye fırladım ama kendime hakim olamadım ve sorumu sormayı ihmal etmedim. “Ryuu, yere kan torbası düşürmüş olma ihtimalin var mı?”

Elini beyaz saçlarının kapattığı ensesine götürdü. Kaşlarını çattı ve başını iki yana salladı. “Kan mı? Hayır, düşürmedim. Neden soruyorsun?” Bir vampirin kan kokusunu almaması diye bir şey yoktu.

“Kan kokusu aldığımı sandım. Boş ver, önemli değil.”

Kolundaki saate baktı. “Saat daha erken, bizim için kahve yapmamı ister misin?”

Gülümsedim. “Çok iyi olur.”

Kapıdan çıkarken gülerek bana baktı. “Bana eşlik etmek ister misin?”

Başımı iki yana salladım. “Duşa gireceğim. Banyomda suyu ayarlayamıyorum, bir sorun var sanırım. Seninkini kullanabilir miyim?” Bu kesinlikle çok saçma bir sebepti. Rezildi ve mantıksızdı. Su soğuk ya da sıcak olsa bile bunu hissetmezdik ki?

Ryuu beni şaşırtan o cevabı verdi. “Tabii ki.” Demek ki sözlerimi fazla dikkate almamıştı. Dinlememiş bile olabilirdi. Başka bir şey söylemeden odadan çıkıp gittiğinde onun peşinden çıkıp kendi odama gittim ve yanıma bir havlu ve birkaç eşya aldım. Genelde etrafta bir şeyleri kırıp döktüğü için kahve yapması uzun sürüyor olsa da acele etmem gerektiğine emindim, bunun için hızlıca onun odasına geri döndüm.

Banyonun kapısını açıp içeriye eşyalarımı fırlattım ve beni duymaması için suyu açtım ama ne kadar yardımcı olacaktı emin değildim, hatta içten içe hiçbir işe yaramayacağını da biliyordum. Ryuu’nun biraz önceki dalgınlığının devam etmesini dilemek dışında başka şansım yoktu. Banyodan çıkıp odasını incelemeye başladım, yatağın altı, çekmeceleri, giysi dolabı ve hatta kitaplığına bile baktım ama hiçbir şey yoktu.

Sonunda odanın kapısını kapatıp pencereyi açmaya karar verdim. Bunu yaptığımda biraz önce olduğu gibi rüzgâr içeriye doldu ve kan kokusunu tekrar açığa çıkardı. Kokuyu takip ettim. Önce banyoya, daha sonra lavabonun önüne gittim. Kokuya iyice yakındım, aramızda bir metre bile yoktu. Lavabonun etrafını kontrol ettiğimde hiçbir şey yoktu ama alt dolaplardan birini açtığımda yüzüme vuran şey elf kanının acı ama bir o kadar da cezbedici kokusuydu.

İçimde bir şeyler o kanı içmek için çıldırsa da kendimi dizginlemeyi başardım ve dolabın içindeki siyah giysiyi elime aldım. Yalnızca bir kralda görebileceğim güzellikteki kırmızı kadife kumaşların ve altın zincirlerin süslediği takım kana bulanmıştı. Bunun Ryuu’da ne işi vardı? Onu sadece ilk karşılaştığımız gün böyle giysiler içinde görmüştüm.

Ayağa kalkıp şaşkınlıkla bir adım geriledim. Duvardaki rafa çarpıp yere düşürdüğüm mumluğun sesi tüm banyoda yankılandı ve merdivenlerden gelen adım seslerini duydum. Birkaç saniye sonra Ryuu kapıyı tıkladı. “Eirian, iyi misin?”

Derin bir nefes aldım. “Sorun yok, sevgilim. Saçımı açarken kolumu rafa çarptım sadece.” Dikkat etmemi söyleyip mutfağa geri döndü. Ellerimi lavabonun kenarlarına yasladım, başımı eğdiğimde siyah saçlarım yanaklarımı gıdıkladı. Kalbim hızla atıyordu. Sevgilim yasak olanı yapıp birini mi öldürmüştü?

Gözlerimi yukarı kaldırdım ve karşımdaki aynaya baktım. Yıkılmış ve şaşkın bakışlarım... Şüpheci zihnim ve anlam veremeyen kalbim... Kıyafeti dolaba geri koydum ve daha fazla oyalanmadan kendimi suyun altına attım.

Su sanki bana etki edebilirmiş gibi canımı yakıyordu. Sıcak mı yoksa soğuk mu bilmiyordum ama canım çok acıyordu. Eğer Ryuu birini öldürdüyse bu işin içinden nasıl çıkardık? Birini öldürmesi için hiçbir sebebi yoktu, zaten üç ayda bir değişen sırayla krallıklar bize kan temin ediyordu. Elf kanı... Halkından birinin öldürüldüğünü duyan Yeraltı Kralı, Ryuu’ya ne yapardı? Bu işin peşine kesinlikle düşerdi. Lütfen o yapmamış olsun...

Kolumda hissettiğim dokunuşla sıçradım. “Dürüst ol, Eirian iyi misin? Yoksa Corvina’nın sözleri mi bu hâle getirdi seni?”

Ne zaman banyodan çıkıp buraya geldiğimi bilmiyordum ama elimdeki dumanı tüten kahve fincanına bakılırsa çok olmadığı belliydi. Onu inandırmak için gülümsedim. “Corvina’yla tartışmadım sevgilim, üstüne düşüneceğim bir şey olmadı, bana güven.”

“Pekâlâ, hâlâ dışarıya çıkmak istediğine emin misin?”

Kıkırdadım ve ilk defa bunun böylesine zorlayıcı bir şey olduğunu fark ettim. O bana güveniyorsa ben de ona güvenmeliydim, o bana güveniyorsa neden böyle bir şeyi saklardı? “Kesinlikle eminim.”

Çok değil, sadece yarım saat sonra evden çıkmıştık. Ryuu beni her zaman gittiğimiz deniz kenarına götürmüştü. Bu sürekli yaptığımız bir şey olduğu için planının başka olduğuna emindim ama tek kelime etmiyordu. Aklım dolapta bulduğum kıyafete gidip duruyordu. Ondan şüpheleniyordum ama bir yandan da içime su serpen bir detay vardı: Ryuu öyle bir kıyafete sahip değildi. Onu ilk gördüğümde giydiği şey çok daha farklıydı.

Ay uzaklaşana, Güneş göğü sahiplenmeye başlayana kadar kumların üzerinde uzandık, Güneş yeni geldiği için insanlar hâlâ ortalıkta yoktu. Deniz kabuğu topladık, yüzdük ve bunlar dışında hiçbir şey olmadı. O ana kadar...

“Ryuu Gauntlett!” diye seslendi gür sesli bir adam. “Sudan çık ve hiçbir yere kaçmaya çalışma. Aksi takdirde olacaklardan sorumlu değilim.” Suyun içinde yavaşça arkama döndüm. Kıyıda onlarca yeşil üniformalı asker duruyordu.

Suyun üzerinde durmak için kollarımı hafifçe çırparken şaşkınlıkla Ryuu’ya döndüm. “Yeraltı Krallığı’nın askerleri?” Elf kanı.

Çaprazımda duran vücudunun kasıldığını hissettim. Biraz ilerleyip önüme geçti, beni tam olarak arkasına aldığında ne ben askerleri görebiliyordum ne de onlar beni. “Ve Yeraltı Kralı...”

Öğrenmişler miydi?

“Kıyıya gidip ne olduğuna bakalım.” dedi sakince.

Sertçe omzuna dokundum. “Neden bu kadar rahatsın?” diye fısıldadım sinirle. “Sen yolculuk yapabiliyorsun, hadi gidelim buradan!”

“Korkmamızı gerektirecek bir şey olmadı, Eirian. Hadi, beni takip et.” O zaman dolaptaki kıyafet de neyin nesiydi? Ve neden biri beyaz diğeri siyah olan gözleri keskin bakıyordu?

Arkasını dönüp kıyıya doğru yüzmeye başladığında onu takip etmekten başka çarem olmadığını biliyordum. Yere basabildiği yere geldiğinde yüzmeyi bırakıp suyun içinde yürümeye başladı. Su beliyle aynı hizaya geldiğinde sırtına gelen beyaz saçlarını geriye doğru savurdu. Onun aksine endişe dolu olan ben dibinden ayrılmıyor ve arkasında duruyordum.

“Sorun ne majesteleri?”

Kral yüzüne vahşi bir gülümseme yerleştirdi. Bakışları nefret doluydu. “Ejderha’nın Ruhu...” dedi yavaşça. “Bana ait bir elfi öldürme suçundan tutuklusun.”

Ryuu bana döndü.

Bir adım geriledim.

Ejderha’nın Ruhu mu?

Loading...
0%