
🎶Buray, Arem Orguc & Arman Aydın - Senin Yüzünden 🎶
🎶Okan & Volkan - Halden Anlamaz🎶
Öncelikle şunu söylemek istiyorum ki bu bölüm bazen iki parta böldüğüm bir bölümün uzunluğunda. Yani diğer bölümlere kıyasla daha uzun. Açıkçası bölmek içimden gelmedi çünkü sanırım favori bölümlerimden biri olacak gibi.
Ve yukarıdaki şarkıları dinleyerek okumanızı öneririm. Ayrıca buraya dinlediğiniz şarkıyı bırakın 👉
Keyifli okumalar ❤❤
Talha'nın modelinin insta hesabı : @davidevavala
*****
Karşımda yazan BÜYÜKADA POLİS MERKEZİ yazısı bacaklarımı zangır zangır titretirken hala nasıl ayakta durabildiğim tam bir soru işaretiydi. Karakollara babamın ölümünden beri hiç adım atmamış hatta gördüğüm yerde yolumu değiştirmiştim. Şimdi yanımdaki polis beni oraya mı sokmayı düşünüyordu?
"Hanımefendi son kez söylüyorum. Lütfen şu karakola girer misiniz? Bizi zor kullanmaya mecbur bırakmayın." dediğinde gözümden akan bir yaşla ona döndüm. Başımı iki yana sallarken gözümden bir yaş daha düştü. "Ben yapamam. Giremem oraya."
Polis sabrının sonundaymış gibi gözlerini yumduğunda Kaan kolumu destek verircesine tuttu. Evet, o da polisleri bir şekilde ikna ederek benimle gelmişti. "Polis bey bize bir dakika verebilir misiniz?" dediğinde sulu gözlerimle polise döndüm. Bana bir bakış atarak Kaan'a işaret parmağını uyarır bir tonda salladı. "Geri döndüğünüzde içeri giriyoruz." derken sonlara doğru tekrar bana bakmıştı.
Kaan ona kafasını sallayarak, beni belimden tutarak bahçedeki bir banka oturttu. Ben otururken o önümde diz çökerek ellerimi tuttu. Bu temas beni rahatsız ettiği için ellerimi çektim. "Ekin, neden girmiyorsun? Korkuyor musun? Korkma bak bir şey olmayacak. Sadece ifade vereceksin. Hem ciddi bir şey olsaydı sana kelepçe takarlardı değil mi?" dediğinde önüme gelen saçlarımı elimle tarayarak arkaya attım. Ağlamamak için direttiğim dudaklarım titriyordu.
Başımı iki yana sallayarak "Anlamıyorsun." dedim. "Ben oraya giremem."
"Neden?"
"Çünkü..." dediğimde gözlerimi yumarak yutkundum. Gözlerimi tekrar açtığımda "Boşver. Önemli bir şey değil." dediğimde bıkkın bir nefes verdi dışarı doğru. "Önemli olmasaydı bu kadar büyütmezdin." dediğinde akan gözyaşlarımı silip çatılan kaşlarımla ona baktım. "Nereden biliyorsun Kaan? Tanıyor musun ki beni?" diye terslemem onu epey şaşırtmıştı. Tam bir şey söylemek için ağzını açacaktı ki ondan önce davranarak "Önemli bir şey değil dedim. Gelmene de gerek yoktu ayrıca. Beni bir rahat bırakın amına koyayım ya!" diye bağırarak bir hışım kalktım oturduğum banktan, onu orada bırakarak.
Tekrar giriş kapısının önüne geldiğimde az önceki polisin beni beklediğini gördüm. Yanıma gelerek "Giriyor muyuz?" diye sordu. Gözlerimi yumup derin bir nefes verdim. Gözlerimi tekrar açıp başımı salladım. "Giriyoruz."
İçeri girdiğimizde etrafta koşuşturan, bir köşede kahve içen, diğer köşede sohbet eden, bir diğer köşe de ise dosyalarla uğraşan bir sürü polis vardı. Çocukken babam beni getirirdi karakola. Ama şimdi burası çok garip geliyordu. "Buradan." diyerek polis beni diğer polisleri izlemekten alıkoyarak bir yöne doğru ilerletti. Biraz ilerledikten sonra bir odaya girdik. O masanın arkasında kendi yerine otururken eliyle masanın önündeki tekli koltuğu işaret etti. "Otur."
Kurulmuş robot gibi her dediğini yaptığım gibi bunu da yaparak oturdum. Etrafa ürkek bakışlar atarken aşağıya sakladığım ellerimle oynuyordum. Oda çok dolu değildi. Masa, biri benim oturduğum biri de karşımda olan birer koltuk, arada kalan bir sehpa ve karşımdaki duvarda boydan boya bir raf vardı. Rafın içi tamamen dosyalarla doluydu. Arkamda ise kahverengi, ahşap bir dolap vardı. Odayı incelediğim sırada ortalama 40'lı yaşlardaki memurun sesi bakışlarımı ona çevirdi.
"Ekin Ertekin. Ben Başkomiser Kerim Isınmaz. Neden burada olduğuna dair küçük bir özet geçeyim: 19 Haziran 2024 Cumartesi günü gece saat 11.29'da Tolga Polat bir partide yanınıza geliyor ve olaydan kısa bir süre sonra öldürülüyor." dediğinde başımı sallayarak onu onayladım. "Ve işin garip yanı kamera kayıtları yok. Sadece tek bir kayıt var. O da katilin Tolga Polat'ı çöp konteynırına bıraktığı kısım. Ve bu kısım bilerek silinmemiş. Ayrıca bu kısımda saat 12.03. Yani sizinle konuştuktan 34 dakika sonra." dediğinde soluklanmak için durdu.
"Bu süre sizce de çok kısa değil mi?" dediğinde kaşlarımı çattım. "Benden mi şüpheleniyorsunuz?" diye sorduğumda başını onaylamazca iki yana salladı. "O saat civarlarında sizin arkadaşlarınızla olduğunuza dair kayıtlar var. Ayrıca bunu yapan kişi bir erkek. Sizden sadece Tolga Polat'ın neden sizin yanınıza geldiğine dair tüm olayı baştan sona anlatmanızı istiyorum."
Çaktırmadan dışarı doğru rahat bir nefes vererek, tüm gerginliğimi bir köşeye bırakıp ona o gün hakkındaki hatırladığım her şeyi anlattım. En son bana çıkış için bir evrak imzalamamı istemişti. Her şeyi hallettikten sonra karakoldan çıkmıştım. Kapının önünde az önce benim oturduğum bankta Kaan oturuyordu. Beni beklemesini beklemiyordum çünkü çocuğa gereğinden fazla yükselmiştim.
Ağır adımlarla merdivenleri indim. Yanına gidip, tam önünde durduğumda başını kaldırıp bana baktı. "Özür dilerim. Dediğim gibi benim için zor bir gündü." dediğimde gülümseyerek ayağa kalktı. "Sorun değil. Gidelim mi?" dediğinde başımı salladım.
___&&___
Sabah uyandığımda önceki günün hıncını çıkarır bir şekilde çok güzel uyumuştum. Kaan'la otele geri döndüğümüzde hava çoktan kararmıştı. Ben de kendimi hemen yatağa atmıştım. Yataktan kalktığımda kendimi çok dinç hissediyordum. Dışarı baktığımda havanın kapalı olduğunu görmemle kaşlarımı çattım. Dün cehennem sıcağı varken bugün havanın böyle kapalı olması garipti. Büyük ihtimal yağmur yağacaktı.
Saate baktığımda 12 olduğunu görmemle bir şok daha yaşadım. Bu kadar nasıl uyumuştum acaba? "Günaydın!" diyerek Zeliş geldi yanıma. "Uykucu." diyerek ekledi sonra. Saçlarımı karıştırırken güldüm. "Ölü gibi yatmışım amı-" diyordum ki dün Zeliş'in Talha'yı nasıl haşladığı geldi aklıma. Mazallah ona da küfür alıştırırsak hiç iyi olmazdı.
Özellikle Caner beni çok güzel benzetirdi. "Dün çok yorulmuş olmalısın." dediğinde başımı salladım. "Yorucu bir gündü." dediğimde bakışlarıyla bana adeta "dökül bakalım' diyordu. Omuz silerek ona olanları özet bir şekilde anlattım. Çünkü içimde tutmanın bir anlamı yoktu. Zeliș'e anlatmam ne kadar doğruydu bilmiyordum ama kendi kendimi yemektense birilerine anlatmak iyi olabilirdi. Olayları anlattığım her saniye Tom ve Jerry'deki Tom gibi çenesi yere değecek şekilde açılıyordu. En son, gelen nottan bahsettim ona.
"Peki polise bu notları anlattın mı?" diye sorduğunda başımı hayır anlamında iki yana salladım. "Bilmiyorum. Biraz daha emin olmak istiyorum." dediğimde kaşlarını çatsa da başını salladı. Biz böyle sohbete dalmışken saat 1'i biraz geçmişti. Oturduğum pozisyonumu değiştirirken "Sana bir şey soracağım Zeliş." dedim. Söyle anlamında mırıltılar çıkardı.
"Dün neden etkinlik yapılmadı?"
"Dün etkinlik yapıldı ama arkadaşın Begüm senin katılamayacağını söyledi. Müdür de biraz sorgulasa da izin verdi." dediğinde hiç adetim olmasa da Begüm'ü sulu sulu öpüp sarılmak istedim. Evet evet, bunu bir köşeye yazmıştım. "Peki bugün?" dediğimde başını sağa yatırdı. "Şanslısın. Begüm bugün için de izin almış." dediğinde minik bir sevinç çığlığı kaçtı dudaklarımdan.
"Allah'ım çok şükür!" dediğimde burnunu kırıştırdı. "Senin kadar eğlenmeyi sevmeyen bir kız tanımadım ben. Gerçi ben de çok sevmem ama arkadaşlarımla olunca eğlenceli oluyor."
"Bu arkadaş Melike mi oluyor?" diye sorduğumda biraz utanarak başını salladı. "Onunla iyi anlaşıyor gibisiniz." dediğimde bir kez daha başını salladı. "Tabii. Aslında iyi anlaşamazdık hatta Caner'in sevgilisi olduğu zaman ondan iyice nefret etmiştim." dediğinde devamını getirmesine fırsat tanımadan, elimi kaldırıp onu susturdum.
"Dur bir dakika! Caner'in sevgilisi mi dedin sen?" diye sorduğumda kaşlarını çatıp başını salladı. "Evet. Neden şaşırdın bu kadar?" diye sorduğu sırada aklıma Caner ile yürürken, Talha'nın yanımıza gelip sonrasında Caner'in telefonda birisiyle 'aşkım'lı konuştuğu geldi. "Hiç. Beklemiyordum sadece." diyerek sorduğu soruya cevap verdim.
"Neyse." dedim ve tabiri caizse gergedan gibi ağzımı bir karış açarak esnedim. "Ben biraz daha yatayım." dediğimde şaşırdı. "Daha ne kadar yatacaksın? Ayrıca kahvaltı etmedin." dediğinde ben çoktan yatağıma uzanmıştım.
"İlk soruna gelecek olursam: uykumu alasıya kadar. İkinci cümlene gelecek olursam: ben kahvaltımı kokoreçle bile yaparım merak etme." dediğimde öğürür gibi midesini tuttu. "İğrenç birisin." dediğinde gözlerimi devirdim.
"Zengin olunca böyle oluyormuş demek ki. Küfüre şaşırır, ana vatan gibi yemekleri sevmez. Allah bilir sizin en sevdiğiniz yemek makarnadır." dediğimde başını iki yana sallayarak güldü. "Benim değil ama Caner'in evet." dediğinde "Bak işte!" diyerek elimi ona doğru salladım.
Gülerek "Tamam tamam." dedi. "Sen yat ben çıkayım." dediğinde hiç ona kal diyecek değildim. Tabii ki çıkması daha iyiydi. Oda kartını alıp, tam kapıdan çıkıyordu ki bir anda arkasına dönüp çoktan yatağa kurulmuş bana işaret parmağını uyarır tonda salladı. "Bu arada sakın rahatlayıpta saçma şeyler yapma. Odaya geri geldiğimde pisikolojimin bozulmasını istemiyorum." dediğinde mayışmış ve uykulu sesimle "Eğer öyle bir şey olursa yatağımın bir köşesine kıvrılabilirsin." dedim.
"Sapık! Cidden sapık!" diye bağırdığında yüzümde hafif bir tebessüm oluştu. Kız benim lezbiyen falan olduğumu düşünecekti yakında.
___&&___
Tamam bu kadar uyuyacağımı tahmin etmemiştim. Saat 8'e geliyordu ve hava hafiften kararmaya başlamıştı. Zeliş Hanım odaya geri geldiğinde camış gibi yatan beni görmüş ve zorla kaldırarak aşağı, otelin restoranına indirmişti. Ve evet, gerçekten de çok acıkmıştım.
Zeliş önündeki salatayı yerken ben önümdeki hamburger ve patates kızartmalarını gömüyordum. Ne kadar da uyumluyduk ama!
"O yağlı şeyleri nasıl yiyorsun? Ayrıca o senin şu an kahvaltın!" dediğinde bunu yeni fark etmiş gibi gözlerimi kocaman açtım. "Oha doğru! Annem beni görse kesin tatlı olarak ta 40 numara terlik yedirirdi." dediğimde gözlerini kıstı. "Asıl sen o ot yığınını nasıl yiyorsun? Hayır, nimete lafım yok ama nasıl doyuyorsun?" diye sorduğumda bir çatal daha daldırdı tabağına.
"Doymuyorum ki zaten." dediğinde ona kısa bir öldürücü bakış attım. "Oğlum yemediğin belli zaten. Şu fiziğe bak kaburgaların ortaya çıkmış." dediğimde crobunun açıkta bıraktığı göbeğine indirdi bakışlarını. Gülerek tam hamburgerimden bir ısırık daha alıyordum ki masanın üstünde duran telefonumun titremesiyle hamburgeri geri yerine koyup ellerimdeki kırıntıları silkeledim.
Bilinmeyen numara: umarım sorguda seni fazla zorlamamışlardır. Ve ayrıca seni dışarıda bekleyen çocuğu hala sevmiyorum.
Elimdeki hamburgeri kaçan iştahımla birlikte tabağa geri koydum. Zeliş'e kısa bir bakış atarak mesajı tekrar ve tekrar okudum. Bedenime dağılan korku tüm vücuduma ilmek ilmek işlerken ona cevap yazmak istedim ama bunu engellemişti.
Gözlerim dolmaya başladığında bunu önlemek için hızla ayağa kalktım. "Ben odaya çıkıyorum." dedim ve Zeliş'i büyük bir şaşkınlıkla bırakıp, vereceği cevabı dinlemeden restorandan çıktım. Odama girdiğimde elimdeki telefonu rastgele yatağa fırlattım. Odada volta atarken elimle boynumu ovuşturdum.
Nefes alamıyormuş gibi büyük nefesler alıp verirken bir yandan da ağlıyordum. Cidden takıntılıydı. Lanet olası aptal bana takıntılıydı. Bu hiç olası gelmiyordu ama olmuştu.
Yaşlar gözlerimden akıp giderken yatağıma geçip oturdum. Ani gelen bir fikirle telefonumu elime aldım ve annemi görüntülü aradım. Bir yandan da gözyaşlarımı silmeye çalışıyordum. Tabii ki ona bu olayları anlatmayacaktım. Sadece... Biraz konuşmak istiyordum.
Telefon çaldı, çaldı ve çaldı. Telefon aramayı kendi kendine sonlandırana kadar çaldırdım fakat açan kimse olmadı. "Sen de mi anne?" derken bir kez daha aramaya tıkladım. Bu sırada gözümden bir yaş daha düştü. Hızla onu sildiğim sırada bir anda telefonda tanıdığım bir sima belirdi. "Anne?" dedim sesimi heyecanlı çıkarmaya çalışarak.
"Annem? Nasılsın?" diyerek aynı ama daha gerçekçi bir heyecanla sordu annem. Fakat bir şey fark etmiştim ki saçı biraz dağılmış, nefes nefese kalmıştı. "Hayırdır Nazlı Sultan? Yoksa Ayten ablayla falan mı kavga ettiniz?" diye sordum az önce hiç ağlamamış gibi yüksek sesli bir kahkaha atarak.
Gülümsedi sadece. "Yok ya çok mu dağılmış?" diye sorduğunda başımı salladım. "Ne old," diyordum ki telefonun arkasından gelen bir ses cümlemi yarıda kesmeme neden oldu. "Hayatım?"
Gözlerim ipiri olmuş bir şekilde yutkundum. "Anne?" dedim zorla kekeleyerek. "Orada biri mi var?" kahretsin ki yine kekelemiştim.
"Ekin ben seni sonra araya," diyordu ki aynı ses bu sefer kadraja girdi ve benim küçük çaplı bir şok geçirmeme neden oldu. "Hayırdır Nazlı, kiminle konuşuyorsun güzeli," demişti ki ekrandaki ben ile gözleri kesişince sertçe yutkundu. Aynı şekilde ben de.
Okul müdürümüz üstü çıplak ve altında sadece bir havluyla karşımdaydı. Bizim evimizde. Üstü çıplak bir şekilde. Altında sadece tek bir havlu. Annem nefes nefese. Önündeki gömleğin düğmeleri yamuk yumuk iliklenmiş...
Dolan gözlerim ile anneme baktığımda o da aynı şekilde bana bakıyordu. "Eki," demesine izin vermeden telefonu yüzüne kapattım. Yaşadığım heyecandan göğsüm aldığım büyük nefeslerden inip kalkıyordu. "İnanamıyorum." diyebildim sadece. Sanırım şok geçiriyordum. "Babamı."
"Babamı." diyordum sadece ama devamı gelmiyordu. Komidinin üstündeki içinde çiçek olan vazoyu alıp duvara fırlattım bir hışımla. "ALDATMIŞ!" vazonun parçaları etrafa saçılırken ben yüksek sesli bir çığlık attım.
O anki sinirle ne yaptığımı çok sonradan fark etmiştim. Odadan çıkmış, karanlık sokakta koşar adım yürüyordum. Akan gözyaşlarımla ıslanan yanaklarım esen rüzgarla üşüyordu. Havanın sabahkinden bir farkı yoktu. Fırtınalıydı ve nadiren çiseliyordu. Esen rüzgarla tişörtümün açıkta bıraktığı kollarımı göğsümde bağladım. Çıkarken hiçbir şey almamıştım. Ne bir ceket ne de telefonumu. Üzerimdekiler dışında yanımda hiçbir şey yoktu.
Şu an bu umrumda da değildi. Sonrasını düşünemeyecek kadar kafam karışıktı. Esen rüzgar saçlarımı iki yana savururken adımlarımı daha da hızlandırdım. Ufaktan yağmur tekrar çiselemeye başlamıştı. Sokakta kimse yoktu sadece arada yağmurdan kaçmak için koşuşturan tek tük insanla karşılaşıyordum. Kenarda havlayan bir köpekten ve ayakkabılarımın sert adımlarımdan dolayı kaldırımda çıkardığı ses dışında hiç ses yoktu.
Gözyaşlarım hızlandığı sırada düşünmemeye çalışıyordum ama bu o kadar da kolay değildi.
Bir anda bedenim birisi tarafından bir ara sokağa çekildi. Beni hızla duvara yasladığı sırada çığlık atmama bile izin vermeden ağzımı eliyle kapattı. Diğer eliyle ise kollarımı tepemde çarpraz bir şekilde birleştirip, tutarak hareket etmemi engelledi. Ağzımın üstündeki eli yüzünden sesim anlaşılmaz bir şekilde çıkarken debelenmeye başladım. Korku tüm bedenimi sarmalarken ağlamam oldukça şiddetlenmişti.
Olduğumuz yer kapkaranlıkken sadece karşı kaldırımdaki sokak lambasının cılız ışığı onu görmemi sağlıyordu. Üstünde siyah bir sweatshirt vardı ve kapişonunu kafasına örttüğü için dolgun dudakları dışında bir şey göremiyordum. Altında ise yine siyah bir kargo pantolon vardı. Bir an o sapığın olduğunu düşünmemle birlikte daha çok çırpındım ama kollarım hareket bile etmedi. Ağlamam daha da şiddetlendiği sırada sonumun gerçek anlamda geldiğini düşündüm.
Lanet olası gecede ne diye dışarı çıkmıştım ki?
Ah, bu bana sapık bir herifin olduğunu öğrendiğim ve üstüne annemden derin bir ihanet yediğim için olabilirdi!
Tam gözlerimi kapatmış ve yutkunmuştum ki duyduğum tanıdık bir ses gözlerimi anında açmama sebep oldu. "Gecenin bu saatinde, dışarıda, bu hava da, tek başına ne yapıyorsun?" diye yüksek olmayan bir sesle bağırmıştı ki gökyüzünde bir gürleme doldurdu aynı anda kulaklarımı. Güvende olmanın verdiği huzurla derin bir nefes vermiştim ki o da sakinleştiğimi görüp ağzımın üstündeki ve kollarımı tutan elini çekti. Kapişonunu kaldırdığında ise sonunda görmeyi en çok sevdiğim elalıklara baktım.
O takıntılı pislik olmadığı için o kadar sevinmiştim ki tekrar ağlamaya başladım. Bunun üzerine bana kızgınlıkla bakan ela gözler bu sefer yerini şaşkınlığa bıraktı. "Hey, tamam geçti. Üzgünüm böyle seni korku,"
"Çağrı." diyerek, söyleyeceği şeyi bitirmesine izin vermeden aniden ona sarıldım. Tabii bunu beklemediği için kolları havada kaldı. Boynuna sarıldığım sırada ağlamam şiddetlendi. Daha sonrasında belimde iki güçlü kol hissettim.
Ona sarılmaya devam ederken "Ben artık çok yoruldum." dedim ağlamalarımın arasından zar zor. Ardından hıçkır dım. Bir eliyle sırtımı sıvazladı yavaş yavaş. "Şşş tamam. Sorun yok ben buradayım Mavi."
"Neden bana Mavi diyorsun?" diye sordum konudan tamamen bağımsız olarak. "Bunun şu anda bir önemi yok." dedi ve ekledi: "Mavi."
Omzunda ağlamaya devam ederken sessiz sokağı benim hıçkırık seslerim dolduruyordu. Hafifçe çiseleyen yağmur ise yerini hafiften şiddetli sağanağa bırakmaya başlamıştı. Bu arada burnuma dolan vanilya kokusu da başımı döndürüyordu.
Benden ayrıldığında istemeden ben de ayrılmış bulundum. "Hadi seni otele geri götüreyim. Hava iyice şiddetlenecek." dedi ve beni kısa bir an süzdükten sonra kaşlarını çatabildiği kadar derin çattı. "Bu havada üstünde sadece incecik bir tişörtle çıktığını söyleme sakın bana." dediğinde titreyen bedenimi görüp gözlerini cidden mi? der gibi gözlerime çıkardı.
Ben titremeye devam ederken hiç beklemediğim bir şekilde üstündeki sweatı tek hamlede üstünden çıkardı. Üstünde sadece siyah bir tişört kalmıştı. "Al ve giy şunu." dediğinde kazağını bana uzatmıştı. Üstünü işaret ederek "Ama şimdi de sen üşüyeceksin." dedim titreyen çenemle zar zor.
Fakat kurduğu cümle bedenimin tüm üşümelerine rağmen içimi sıcacık etti. "İnan senden daha önemli değil." daha fazla diretmeden kazağı alıp üzerime geçirdim ve dakikalar önce söylediği şeye cevap verdim. "Otele geri dönmeyeceğim. Herkes beni sorgulayacak ve ben bunu istemiyorum." dediğimde başını salladı.
"Yürü o zaman hava iyice bozuyor." diyerek, elimi tuttup beni bir iki adım ilerlettiği sırada "Nereye?" diye sormadan edemedim. "Evime götürüyorum seni." dediğinde nefesim kesildi sanki.
Yalaşık yarım saatlik bir sürede koştura koştura, yağmurdan kaçarak onun evine gelmiş bulunduk. Apartmana girdiğimizde sokak kedisi gibi sırılsıklamdık. Saçlarını iki yana salladığında saçındaki suların bir kısmı yüzüme geldi. "Yaa!" dedim gülerek. Buna karşılık olarak o da güldü. "Gel hadi." dediğinde arkasından merdivenlere doğru çıkmaya başladım. 2. Katta oturuyordu.
Elindeki anahtarla kapıyı açtığı sırada yolda iyice şiddetlenen yağmurun çatıya vuran damlalarının sesi geliyordu kulaklarıma. Kapıyı açtığında içeri girdik. Ayakkabılarımı çıkardığım sırada o da bana terlik uzatıyordu. Araba desenli terlikleri giydiğim sırada o da anahtarlarını kapının yanındaki dolaba astı.
İçeriyi inceledim bir süre. Koridor çok kısaydı ve hemen salona açılıyordu. Kapının yanında askılıklı beyaz bir dolap ve sol tarafımda bir oda vardı. Ev çok büyük değildi ama ferahtı. Bu kadar titiz olması beni şaşırtmıştı doğrusu. "Gel." dediğinde etrafı incelemeyi bırakıp onu takip ettim. Salona girdiğimizde etrafı dolduran sadece Talha'nın elindeki konsolla karşısında oynadığı oyundan gelen çatışma sesleriydi.
"Ateşli'm hoşgeld," diyerek Çağrı'ya dönmüştü ki Çağrı'nın arkasındaki beni görünce büyük bir şaşkınlıkla cümlesini yarıda kesip elindekini koltuğa bıraktı. "Yenge bu ne sürpriz?"
İçerisinin ısısı titremelerimi sonlandırırken Çağrı yalandan bir şekilde öksürdü. Talha anında kalkıp eliyle koltuğu işaret etti. "Buyur yengem kendi evin gibi. Yakında olur gibi ama." dediğinde Çağrı bir kez daha öksürdü. Ama bu sefer daha şiddetli. Talha mesajı anlamış gibi ufaktan yanımızdan uzaklaşarak dış kapıya doğru gitti.
Kapıyı açıp, çıkacağı sırada "Çağrı?" diyerek Çağrı'ya seslendi. Çağrı ona döndüğünde ben de göz ucuyla dönmüştüm. Gördüğüm kadarıyla Talha eliyle 'tamam' işareti yapıyordu ve sonrasında elini 'Oh mis' der gibi tüm parmaklarını birleştirip aşağı yukarı salladı. Çağrı'nın "Siktir git!" deyip ayağındaki terliği ona atmasıyla hızla kapıyı kapattı. Terlikte kapıya çarparak yere düştü. Fakat Talha kapıyı bir kez daha açarak başını içeri doğru uzattı. "Kolay gelsin!" diye bağırıp geri kapattı kapıyı.
Arkasından bakarken Çağrı elini belime koydu. "Sen ona bakma geç lütfen, rahatına bak." dediğinde zaten onu takmadığımı bilmiyordu. Dediğine başımı sallayıp az önce Talha'nın oturduğu koltuğun önünde durdum. Islaktım ve bu şekilde koltuğa oturamazdım. Çağrı oturmayan bana bakıp, "Ah, nasıl unuttum?" diye kendine kızarak bir odaya girdi. Kısa bir süre sonra elinde birkaç parça kıyafetle geri geldi. "Sırılsıklamsın. Üşütmeden giy şunları." diyerek elindekileri bana uzattı.
Kıyafetleri aldığımda "Aç olmalısın. Sen burada giyin ya da rahat edeceğin bir odada giyin. Ben mutfakta olacağım. İstediğin bir şey var mı?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım. Buraya gelmeden önce yemiştim ama zaten yemeseydim bile iştahım yoktu. "Teşekkürler." dedim. Uzun zamandır konuşmadığım için sesim kısık çıkmıştı. Boğazımı temizledim kuru bir öksürükle.
"Tamam. O zaman benim elime kaldın." diyerek bana göz kırptı ve salondan çıktı. Hiçbir şey olmamış gibi davranmasına şükrederken, silkelenip daha fazla üzerimdekilerle kalmadan getirdiklerini giydim. Getirdiği eşofman garip bir şekilde üzerime tam olmuştu. Fakat sweatshirt dizlerimin biraz üzerinde bitiyordu ve biraz boldu. Koltuğa oturdum geri. Fakat birkaç dakika sonra Çağrı elinde bir saç kurutma makinesiyle çıkageldi. "Saçlarını kurut, hasta olacaksın." dediğinde ona tebessüm edip makineyi aldım. Işık düğmesinin hemen yanındaki prize taktım makinenin fişini. Saçlarımı kuruttuktan sonra geri koltuğa oturdum.
Yeni fark ettiğim çoraplara gülümserken iç çamaşırlarımın ıslanmamasına şükrettim. Hızla ıslanan kıyafetlerimi -Çağrı'nın sweatı dahil- toplayıp koltuğun bir köşesine bıraktım, sonra alırdım zaten. Koltukta otururken arkasından nefis kokularla Çağrı çıktı. Omzunda beyaz bir havlu vardı ve önünde de önlük. Üstünü de değiştirmiş, altına gri bir eşofman üstüne ise siyah bir tişört giymişti. Saçları yarı ıslak yarı kuru gibiydi. Büyük ihtimal havluyla kurulanmıştı. Bu hali istemsizce gülümsememi sağladı. "Tamam. Üzgünüm ama sadece maka," diyordu ki beni görünce cümlesini yarıda kesip kocaman bir şekilde sırıttı.
"Çok sevimli olmuşsun." dedi gülerek. Ayağa kalktığımda ise içinde kaybolduğum kıyafetlere bakıp küçük çaplı bir kahkaha attı. "Şu görüntü için birçok şeyden vazgeçebilirim." dediğinde ona ters ters bakmakla yetindim.
"Tamam tamam." dedi. Ellerini sakin ol sakin ol der gibi salladı. "Ben sana şeyi soracaktım. Makarna yaptım ama nasıl yersin? Soslu, sossuz?" dediğinde başımı iki yana salladım. "Aç değilim." dediğimde elini kulağına yaklaştırıp "Sen de duyuyor musun?" diye sordu.
Bir şey duymadığım için "Neyi?" diye sormuş bulundum. "Makarnalar ağlıyor." dediğinde tüm ruh halime rağmen büyük bir kahkaha attım. Beni güldürebildiği için o da güldü ve "Soslu yapıyorum." diyerek gitti.
Oturduğum yerde tek kaldığım için düşünceler beynimi ele geçirmeye başladığında hızla ayaklandım ve mutfağa, yanına gittim. Gördüğüm manzara ise çok değişikti. Çağrı elindeki tenceredeki makarnaları süzgüden geçiriyordu ve bir yandan da başka bir tencerede sosu karıştırıyordu.
"Yardım lazım mı?" diye sormamla geldiğimi anladı. "Ne oldu? Makarnaların ağlamasına dayanamadın di mi?" dediğinde masanın önünden bir sandalye çekip oturdum. "Onlardan çok sen ağlayacak gibiydin." dediğimde yemin ederim bana öyle bir dönüşü vardı ki uzunca bir süre gülme krizine girdim.
Yaklaşık beş dakika sonra gülmemi zorla sonlandırırken o bana ters ters bakıyordu. "Makarnalarım ve ben sana küsüz." dedi ve unuttuğu sosu karıştırdı. "Allah be!" dediği sırada burnuma yanık kokusu gelmeye başlamıştı.
O tencereyi suyun altına bıraktığı sırada "Çağrı?" dedim. Ona seslendiğimi onaylayan mırıltılar çıkardı. "Neden hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsun? Herkes bana neyim olduğunu soruyor her zaman. Sen neden sormuyorsun?" diye sorduğumda, musluğu kapatıp ıslak ellerini önlüğüne sildi. Ardından önüme bir sandalye çekerek karşıma oturdu.
Fazla yakın oturduğu için bacakalarım bacaklarına değiyordu.
Gözlerime baktı bir süre. Bu süre zarfında ezbere bildiğim yüzünü tekrar inceledim. Kemikli çene yapısı ona ayrı bir karizma katıyordu. Ve şimdi fark etmiştim de sol kaşının üstünde küçük bir sivilce çıkmıştı. Yarı ıslak saçları dağınık bir şekilde alnına dökülüyordu. Ve bu da ona serseri havası takıyordu. "Sorarsam anlatacak mısın?" diye sorduğunda sessiz kaldım. Cevabını almış gibi "Bu yüzden sormuyorum çünkü kendini baskı altında hissetmeni istemiyorum." dedi.
"Diğerleri seni darlıyor ve sen de büyük ihtimal onları geçiştiriyorsun. Ama biliyorum ki sen zaten anlatmak istediğin an bana anlatırsın."
"Nereden biliyorsun?" diye sormuş bulundum.
"İşte onu bilmiyorum." deyip gülümsedi. Buna karşılık ben de gülümsedim. Birbirimizin yüzüne baktığımız sırada "Çağrı?" dedim. Yine kendisine seslendiğimi onaylayan mırıltılar çıkardı. "Yamaç benim sevgilim değil." dediğimde ilk önce bir şaşırdı. Sonra dudağının köşesinde hafif bir kıvrılma oluştu. Bu hoşuna mı gitmişti?
Ama 'neden söylemedin' diye sormadı çünkü ona zaten anlatacağımı biliyordu. "O benim eski sevgilim ama ilişkimiz birkaç ay önce bitti. Ama o hala bana kendisini affettirmenin derdinde. Tabii ben onu affetmedikçe deliriyor. Beni senin yanında görünce de öyle dedi. O gün bir şey demedim çünkü ikinizden birinin zarar görmesini istemedim."
Ardından kollarındaki kasları gösterip güldüm. "Gerçi kimin hasar alacağı belliydi ama." dediğimde kollarına kısa bir bakış atıp o da güldü. Ardından aklına takılan bir detayla "Neden kendini affettirmek istiyor?" diye sorduğunda gülümsedim. "Bunu sonra anlatırım." dediğimde diretmedi çünkü anlatacağımı biliyordu...
"Peki." dediğinde aramızda bir sessizlik oluştu. Bu sessizliği bozan şey ise yağmur damlalarının cama çarparak çıkarttığı sesti. "Biliyor musun ben çok yoruldum." dedim aramızdaki sessizliği bölerek. Gözlerime bakmaya devam etti. "Bugün zehir gibiydi. Çok kötüydü." dediğimde gözleri kısa bir an dudaklarıma değse de tekrar gözlerimle buluştu. "Ayrıca kusura bakma. Sana da rahatsızlık verdim." dediğimde kaşlarını kaldırdı.
"Buraya kadar iyi gidiyordun."
Güldüm. Aramızda tekrar bir sessizlik oluştuğunda bu sefer benim gözlerim onun dolgun dudaklarına kaydı. Lanet olsun neden onu deli gibi öpmek istiyordum? "Eğer çok yorgunsan birazını bana yükle. Birlikte taşıyalım." dediğinde "O zaman geçecek mi?" diye sordum. Onun da gözleri dudaklarıma ilişti. "Hayır, sadece seni anlayan birisi daha olacak." dedi.
"Nereden biliyorsun?" dedim yine az önceki gibi. Ve o da aynı şekilde "Bunu da bilmiyorum." dedi. Her seferinde yüzü bana daha çok yaklaştı. "Senin yanında bir aptala dönüşüyorum. Tüm bildiklerimi unutturuyorsun." Gözlerini dudaklarımdan hiç ayırmadan daha çok yaklaştı. Yavaş yavaş. Kalbim deli gibi çarparken gök gürledi ani bir şekilde. "Mavi." dedi dayanamıyormuş gibi. Bu lakaba alıştığım için mırıldandım. "Senin de içinde değişik bir his var mı?"
Sessiz kaldığımda yüzünü yüzüme daha çok yakınlaştırdı. Dudaklarımızın arasında neredeyse hiç mesafe kalmadığında anın verdiği heyecanla gözlerimi kapattım. "Mavi. Her şeyi boşver ve sadece bu ana odaklan." dediğinde içimdeki değişik bir hissi bastırmaya çalışıyordum ama engel olamıyordum. Bu his mideme kıramplar girmesine neden oluyordu.
"Mavi." dediğinde mırıltılar çıkardım. Yüzü yüzüme yakın olduğu için ılık nefesi dudaklarıma çarpıyordu. "Gözlerini aç." dediğinde anında gözlerimi açtım. Her söylediğini anında yaptırabilmesi ne tür bir büyüydü? Aramızdaki mesafenin neredeyse sıfıra indiğini fark ettim. "İşte benim sonum olacak mavilikler bunlar." dedi ve daha fazla sabredemeden dudaklarını dudaklarıma bastırdı.
Dudakları dudaklarımın üstünde yumuşak dokunuşlar bırakırken ilk birkaç saniye heyecandan ona karşılık veremedim. Bunun üzerine kısa bir an benden ayrılıp bana baktı. "Eğer istemi," demesine fırsat tanımadan onu yakasından tutup kendime çektim ve bu sefer ben açlıktan çıkmış gibi onu öpmeye başladım.
Öpüşüme karşılık verirken tüm uzuvlarım uyuşmuş gibiydi. Şu an sandalyede oturuyor olmasaydım büyük ihtimalle düşerdim. Yolun düz olmasına rağmen. Çünkü ayaklarım bedenimi taşıyacak gibi değildi. Gök tekrar gürlediğinde cama vuran damlalar şiddetini biraz da olsa azaltmıştı. Nefessiz kaldığımız için kısa bir an ayrıldık. Nefes nefeseyken karşımdaki elalar öyle güzel bakıyorduki insan kendini çok değerli hissediyordu. Hafifçe gülümsedi. Çaktırmamaya çalışsada o da nefes nefeseydi.
Ben az önce annemi de nefes nefese yakalamamış mıydım?
"Her şeyi boşver ve sadece bu ana odaklan."
Gözleri tekrar dudaklarıma kayınca tam öpmek için yaklaşıyordu ki altımda hissettiğim bir hareketlilikle hızla ayağa kalktım ve bu onun bir anlığına boşluğa düşmesine neden oldu.
"Burada tuvalet var mı?"
Yok kızım alt komşunun balkonuna sıçıyorlar.
Şaşırsa da "Oradaki kapı." demesiyle eliyle gösterdiği kapıya doğru hızla ilerledim. İç çamaşırımı kontrol ettiğimde ise regl olduğumu gördüm. "Sırası mıydı şimdi? Siktir!" diye küçük bir isyan ettikten sonra banyodan çıktım.
Meraklı gözlerle beni izleyen Çağrı'ya bakıp "Buralarda market falan var mı?" diye sordum. "İki sokak arkada var." dedi ama kaşlarını çattı. "Bu saatte tek başına gidemezsin. Ayrıca yolları bilmiyorsun. Söyle ben alayım sana ne lazımsa." dediğinde utanarak başımı yere eğdim. "Gerek yok ben alırım." dediğimde kalkarak yanıma geldi. Gözlerim dudaklarına kaydığında șiș ve kızarık olduğunu gördüm.
"Mavi. Söyle ne lazım?" diye tekrar sorduğunda utandığım için başımı yerden kaldıramadım bir süre. "Mavi?" diye tekrar uyarır ve biraz kızarcasına sordu.
Bıkkın bir nefes vererek "Ped." dedim. Hızla başını sallayarak gülümsedi. "Tamam sen bekle, ben hemen alıp geliyorum. Ayrıca çok fazla hareket etme." dedi. Ardından anahtarlarını alıp, üstüne yağmurluk alarak çıkıp gitti.
Arkasından sandalyeye geri oturdum. "Cidden sırası mıydı?" diye söylenirken az önce yaşadığımız şey aklıma geldi. Bunu anımsamamla elim dudağıma gitti benden bağımsız bir şekilde orada kocaman bir gülümseme oluştu. Kalbim hala çok hızlı atıyordu. İçinde bulunduğum mutfağı inceledim. Ev orta boylarda olmasına rağmen mutfak oldukça geniş ve ferahtı.
En fazla 10 dakika geçmesine rağmen kapı kilidinin çevrilme sesi doldurdu sessiz evi. Ardından Çağrı elinde kocaman bir poşetle görüş hizama girdi. Abartmıyorum koca bir poşet.
Elindekini masaya bıraktı. Şaşkınca ona bakarken "Al." diyerek poşeti işaret etti. Koca poşeti açtığımda tüm ped markalarından olduğunu gördüm. "Neden her markadan aldın?"
Ensesindeki saçlarını kaşıdı. "Şey... Hangi markayı kullandığını bilemediğim için hepsinden aldım." dediğinde tekrar poşete döndüm ve bu sefer "Peki, neden her markadan en az 5 tane var?" diye bir soru yönelttim ona.
Masumca kaşlarını çattı. "Bir daha buraya gelmeyecek misin?" dediğinde karnıma kıramplar girmesine sebep oldu. Yutkundum. "Tamam o zaman." diyerek poşetin içinden rastgele bir ped alarak banyoya gittim. 5 dakika kadar sonra işimi bitirip çıktım. O ise mutfakta makarnayı tabaklara koyuyordu. Mutfağın kapısının önünde durduğumda "Teşekkür ederim." dedim.
Arkasını bana dönmeden "Teşekküre gerek yok." dedi ve sonrasında sırtını tezgaha dayayarak bana döndü. Ellerini arkasında, tezgaha koymuştu. "Beni, bunu bana söylerken utandığın için kızdırdın." dedi. Başımı yere eğdim. "Bu utanılacak bir şey değil Mavi. Bana neye ihtiyacın varsa, ne olursa olsun söyle tamam mı?" dediğinde başımı kaldırmadan kafamı salladım.
"Ayrıca," diyerek tezgahtan ayrıldı ve az önce getirdiği poşeti karıştırdı. "Sen de öyle misin bilmiyorum ama," diyerek cümlesini devam ettirdi. Sustuğunda ise poşetin içinde bir şey arıyordu. En sonunda çıkardığı birkaç tane çikolatayı bana uzattı. "Çikolata aldım sana."
Şaşkınca elindekilere bakarken şaşkın gözlerim bu sefer ela harelerine tırmandı. "Yemez misin yoksa? Ah, o kasiyere bunu sormamam gerekiyordu." dedi eliyle alnına vurup. "Neyi?" diye sordum aniden. Kendine kızdığı için bir anda kelimeler döküldü dudaklarından.
"Ona 'regl olmuş birisi için ne alabilirim?' diye sormuştum ve o da bana 'regl döneminde tatlı şeyler çok yenir genel olarak.' demişti. Sen o genelde değilsin herhalde." diye kendisine sinirli bir şekilde söylenirken kocaman gülümsedim ve elindeki çikolataları aldım. "Ben o geneldeyim." dediğimde sinirden çatılan kaşları aniden düzeldi. Yüzüme bakarken gülümsedi.
Hep böyle oluyordu. Birbirimizin yüzüne bakarken isteyerek veya istemeyerek bir şekilde gülümsüyorduk...
Bilmiyorum, belki de sadece ben de böyleydi.
"Teşekkür ederim." dedim yine gülümserken. Sonra kendimden beklemediğim bir şekilde ve onun da beklemediği bariz olan bir şeyi yaptım. Parmak uçlarımda yükselip yanağına bir öpücük kondurdum. Geri çekildiğimde yüzü donup kalmıştı. Utanarak daha fazla yüzüne bakmadım ve elimdekileri geri masaya koyarak tabağa koyduğu makarnalara bir baktım.
"Peynir var mı?" diye sorduğumda bir cevap gelmedi. "Peynir." diyerek tekrar yineledim ama hiç tık yoktu. En son arkamı döndüğümde öküzün hala aynı şekilde sırtı bana dönük bir halde gördüm. Yanaklarımın kızardığını hissettiğim için daha fazla ona bakmadım. "Ben bakıyorum dolaba."
Dolabı açtığım sırada o da silkelenip kendine geldi. Cidden bir süre donup kalmıştı. Ben de çıkardığım peynirleri tezgahın üzerinden aldığım rende ile makarnaların üstüne rendeliyordum. "Peynirli yersin herhalde." dediğimde arkamda birinin varlığını hissettim ama dönüp bakmadım. "Aynen, peynirli." deyip arkamdan iki kolunu uzatarak makarnaları aldı. Bu şekilde kollarını iki yanımdan açtığı için tezgahla onun arasında sıkışıp kaldım. Ayrıca sırtım göğsüne değiyordu. "Peynirli."
Sessiz bir şekilde yemeklerimizi yedik yarım saatlik bir süre zarfında. Ardından mutfağı toplamak istedim ama buna izin vermeden kendisinin halledeceğini söyledi. İlk eve girdiğimde solda kalan odaya soktu beni ardından. Çok fazla uykum olduğu için odayı inceleyemedim. Çağrı benim için yatağa yeni nevresim serdi, ardından ayakta uyuyan bana "Hazır." dedi harfleri uzatarak. Hızla yatağa girdiğimde çoktan gözlerimi kapatmıştım.
Uykulu sesimle "Umarım seni yerinden etmemişimdir." dedim. Ne kadar anlaşıldığı tartışma konusuydu tabii. "Merak etme. Etmedin." iyice uykuya dalarken "Çağrı." diye ona seslendim. Çağrı olduğunu onaylayan mırıltılar çıkardı. "Beni yalnız bırakma tamam mı? Bir yere gitme." dediğimde bir süre ses gelmedi. Gittiğini düşündüğüm sırada huzur dolu olan sesini duydum.
"İstesem de gidemem zaten."
___&&___
Sabah erkenden uyandım. Yatağın yanındaki komidinin üstünde duran saate baktığımda 6 buçuğu biraz geçtiğini gördüm. Hızla kalkıp Çağrı'nın akşamdan odanın içindeki koltuğun üstüne bıraktığı pedi aldım ve ses çıkarmamaya özen göstererek banyoya girdim. Dün açtığım pakedi koymuştu. Diğer pedlerin olduğu poșeti nereye koyduğunu bilmiyordum. 10 dakika kadar bir süre sonunda çıktım banyodan. Saçımı başımı düzeltmiş ve buz gibi bir suyla kendimi ayıltmıştım.
Salona girdiğimde koltukta kedi gibi kıvrılmış bir şekilde yatan Talha'yı gördüm. Ah, ben onun odasında mı kalmıştım? Kendime kızdığım sırada Talha'ya üzüldüm. Benim yüzümden yerinden olmuştu. Başımı iki yana sallayıp, daha fazla ona bakmadan mutfağa girdim. Kahvaltıyı ben hazırlayacaktım. Yani öyle umut ediyordum. Dolabın dolu olmasını diliyordum çünkü akşam cüzdanımı bile yanıma almamıştım.
Dolabı açtığımda içinin tıka basa dolu olduğunu gördüm. Şaşırdım çünkü dün peynir almak için açtığımda bu kadar şey yoktu. Kaşlarımı çattığımda dış kapıdan bir anahtar çevrilme sesi duydum. Kısa bir süre sonra Çağrı'dan önce sıcak simit kokusu geldi burnuma. Ardından ise Çağrı. Beni dolabın başında gördüğünde şaşırdı. "Uyanmışsın. Günaydın." dediğinde ona başımı salladım. "Günaydın."
Elindeki poşeti masanın üstüne bıraktı. Ardından ise hala dolabın önündeki bana baktı. "Acıktın mı?" diye sorduğunda dolaba kısa bir bakış atıp tekrar ona döndüm. "Hayır, sadece kahvaltıyı ben hazırlayacaktım ama gördüğüm kadarıyla bayağı erkencisin."
Güldü sözlerimle. "Normalde bu kadar erken kalkmam ama bugün minik bir misafirimiz var." dediğinde utanarak dolaba döndüm ve 3 tane yumurta çıkardım. "Ben hallederim. Sen kendini yorma." dedi regl olduğumu bana hatırlatarak. Başımı iki yana salladım. "Hayır, ben de yardım etmek istiyorum. Çok yorulmam." dediğimde peki der gibi omuz silkti.
Üst dolaptan bir kase çıkaracağım sırada durup ona döndüm. "Omlet mi yapayım, haşlama mı?" diye sorduğumda önündeki simitleri doğruyordu. "Nasıl istersen." deyince kaseyi aldım çünkü omlet yapacaktım. Yumurtaları kaseye kırıp, çırptım. Biraz tuz ekledim ve çırpmaya devam ettim. Ardından ocağa Çağrı'nın uzattığı tavayı koydum ve kasedeki yumurtaları tavaya döktüm biraz yağ ekledikten sonra. "Alışveriş mi yaptın?" diye sorduğumda o domates ve salatalık doğruyordu.
Konuşmadan onaylayan mırıltılar çıkardı. "Akşam mı?" diye sorduğumda 'cık' diye bir ses çıkardı onaylamazca. "Bu sabah yaptım." diye ekledi ardından. Görmese bile kaşlarımı çattım çünkü marketin açılması için çok erken bir saatti. Yine de bir şey demedim.
Bu sırada Çağrı domates ve salatalık doğramayı bitirmiş, ellerini yıkıyordu. Elimdeki çatalla yumurtaları tavanın içinde karıştırırken aramızdaki çatal ve bıçak sesleri dışındaki sessizliği böldü. "Aldığım çikolataları sevdin mi?" dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. "Yemedim ki. Unutmuşum." dediğimde büyük bir şaşkınlıkla bana baktı.
"E sabah masanın üstünde bir sürü ambalaj vard," diyordu ki bir şeyi anımsamış gibi sinirli bir nefes verdi dışarı doğru. "Talha'ya daha güzellerini yedirticeceğim ben bir uyansın hele." dediğinde çikolataları Talha'nın yediğini anladım. Yumurtaları arkasına çevirerek yanmaktan son anda kurtardım. Aldığım bir tabağa koydum omleti.
Mutfağı çok güzel bir koku sarmalamıştı ve kahvaltıyı da neredeyse hazırlamıştık. Demlediğim çayı kontrol edip masaya bardakları koydum. "Dolapta çikolata vardı onu da koy." diyen Çağrı'ya baş sallayıp, dolaptan içi çikolata dolu kavanozu çıkarıp masaya koydum. Çağrı'da doldurduğu reçelleri getirdi sofraya. "Çok fazla tatlı olmadı mı?" diye sorduğumda yanımda durup masayı kontrol etti.
Ardından onaylarcasına başını salladı. "Çikolataları yediğini sanıp sabah biraz fazla tatlı almıştım. Şimdi fark ettim bunların hepsi insanı şeker komasına sokar amına koyayım." dediğinde başımı salladım. "Neyse boşver Talha yer bunları da belki girer komaya." diye bunu diler bir sesle dillendirdiğinde mutfak kapısının önünde Talha belirdi. "Biri benden mi bahsetti?"
Çağrı ona bakıp "Sen bu saatte nasıl kalktın lan?" diye sordu hayretler içerisinde. Talha esnedikten sonra "Oğlum ben adamları öldürüyordum. Tam elmasları topluyordum ki bir anda etrafı bir koku sardı. Askerler de ciddi anlamda "Bu koku ne?" diye sordu ben de kalktım o sırada." diye büyük ihtimalle rüyasını anlattı. "Bu arada günaydın yenge." dedi ve "Ah!" diye acı bir nida döküldü dudaklarınsidan. Eliyle boynunu ovuşturdu. "Tutulmuş her yerim ya." dediğinde utançla dudaklarımı dişledim. Sonrasında ise tüm ağrısına rağmen sofrada gördüğü bir zeytini ağzına attı.
"Az edepli ol!" diyerek Çağrı onu tersledi. "Git elini yüzünü yıka ve şu üstünü değiştir." dediğinde gözüm Marsupilami'li pijamasına ilişti. Bence çok tatlıydı. "İyi." diyerek ağzındaki çekirdeği çöpe attı. "Senin şu sarı tişörtünü alacağım ama." deyince Çağrı ona ters ters bakmakla yetindi. Talha gittiğinde ise biz sofraya oturmuştuk. "Birlikte mi kalıyorsunuz?" diye sordum öylesine sohbet olsun diye.
"Yok, evi ben tuttum ama o sahibi sanki. Sabah akşam geliyordu en sonunda dayanamadım ona da oda yaptım buraya. Çoğunlukla burada kalıyor ama kendi evi var." dediğinde başımı salladım. Bir anda etrafı Talha'nın çığlığı doldurunca ikimiz de hızla oturduğumuz sandalyelerden kalktık.
Talha dün Çağrı'nın benim için getirdiği içi ped dolu olan poşetle bir odadan çıktı. Şaşkınlık içerisinde bir korkuyla Çağrı'ya bakarken poşeti bize doğru salladı. "Çağrı," dedi ilk birkaç kez kekeleyerek. "Sen regl mi oluyorsun?"
Çağrı yanına gidip kafasına bir tane çaktı. "Ne diyon lan sen pezevenk!" dediği sırada Talha'dan poşeti almıştı. Talha ise başını ovuşturuyordu.
"Ne bileyim senin dolabından çıkınca öyle zannettim."
Çağrı "Tövbe tövbe." diyerek başını hafif yana burdu. "Neyse." dedim harfleri uzatarak, Talha'yı kurtarmak adına. Ellerimi birbirine çırptım neşeyle. "Hadi kahvaltıya!"
_____BÖLÜM SONU_____
Hellööööööö nabersiniz?
Bu bölümünde kazasız belasız sonuna geldik çok şükür 🤲
Ee şaşırdınız di mi bölümü mutlu bitirince itiraf edin kslasnlamalskd
Bu bölüm diğer bölümlerden 2 kat daha uzun oldu. Hani ben uzun olunca bölümü ikiye bölüyordum ya bu bölümü bölmedim işte.
Ee nasıldı bölüm? Sevdiniz mi?
Bölüm hakkında konuşacak olursak gördüğünüz üzere karakolla çok büyük bir iş yoktu. Sadece ifade verdi kızımız.
Kaan'ın polisleri ikna edip Ekin'le gelemesine şaşırdınız mı?
Peki Ekin'in annesinden gelen ihanet? Bu sizi şaşırttı mı?
Ekin zaten bir mesaj daha aldığı için kötü olmuştu bir de üstüne böyle bir şeye tanık olunca iyice sinir boşalması yaşadı.
Ekin'i kenara çeken kişinin Çağrı olacağını bekliyor muydunuz?
Peki Çağrı' nın Ekin'i evine götürmesi Ağağağğağağa
Delirmece kskakslaşaa
Pekiiii uzun bir zamandır beklediğiniz sahne gelince ne yaptınız? Kiss Kiss kiss.
Peki Çağrı'nın tüm ped markalarından alması ve bunları Ekin için depo etmesi.
Bir sonraki bölümde görüşürüz 🥰🥰🥰
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 5.5k Okunma |
910 Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |