16. Bölüm

16. Kalp Çağrısı

Nisabzzz6644
nisabzzz6644

Her zamanki gibi buraya dinlediğiniz şarkıyı yazın 👉

 

Hepinize keyifli okumalar dilerim❤💗

 

*****

 

Tüm gözler benim üzerimdeyken benim kitlendiğim tek bir nokta vardı. Şaşkınlıktan aralanan dudaklarım sanki birden kurumuştu. Gözlerim Deniz, Kaan ve ortada birleşen elleri arasında bir yol izleyip kendini tekrarlıyordu.

 

Siktir.

 

Ne ara sevgili olmuşlardı? Ya da ne ara tanışmışlardı? Ya da her şeyi siktir et. Ne zamandır birliktelerdi?

 

Deniz'e baktığımda bakıarımız kesişti. Koyu kahve gözleri endişeli bakıyordu ama diğerleri kadar değildi. Sanki nereden geldiğimi biliyordu. Bu detay kaşlarımı çatmama neden oldu. Kaan'a baktığımda ise o herkesin aksine kocaman sırıtıyordu.

 

İkisi de çok garipti.

 

Deniz'e döndü tekrar bakışlarım. Tam ona sonra konuşacağız temalı bakışımı atıyordum ki dakikalarca sessiz sessiz ağlayan annemin ağlayışı bir anda yükseldi. Daha içli bir şekilde ağlarken oturduğu yerden kalkıp bana doğru bir adım atmaya kalkıştı. "Ekin." diyerek kollarını iki yanına açmıştı ki bir adım geri çıktım.

 

Sırtım kapıya yaslanasıya kadar uzaklaştım ondan. İşaret parmağımı uyarır tonda ona doğru salladım. "Ekin deme bana." diye tısladım dişlerimin arasından. İçimdeki öfke öyle büyüktü ki annemin bile şu an için nasıl kırılacağını umursayacak değildim.

 

Gözyaşları şiddetlenirken başını iki yana salladı. "Anlatacağım." dedi ağlamalarının arasından. Ardından bunu kendine onaylatmak ister gibi başını salladı. "Ama önce sakinleş."

 

Güldüm. Hatta kahkaha attım. "Ne anlatacaksın," derken elimle arkadan bizi izleyen çok sevgili müdürümüzü işaret ettim. "Babamı nasıl aldattığını, beni nasıl hiçe saydığını mı?" kelimeleri yüzüne tükürürken söylediklerim odayı buz kesti. Herkes bunu yeni öğreniyordu ve birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı. Umrumda değildi.

 

Burnunu çekerek yutkundu. Gözyaşları yüzünden ıslanan yanağına yapışan saçlarını geri taradı. "Tamam." dedi ellerini bana temkinli bir şekilde sallarken. Sanki bir şey yapacağımdan korkuyordu. Halbuki ben çok sakindim. "Biliyorum, sinirlisin. Haklısın da. Ama dinle. Lütfen kızım."

 

"Biliyorsun." dedim ve başımı delirmiş gibi salladım. Bakışlarım yanıma kayarken Caner'in kollarının arasından bana göz kırpıştıran Zeliş takıldı gözüme. Korktuğu belliydi. Ona güven vermek adına göz kırptım iki kez. Tekrar anneme döndüm. "Bile bile yaptın her şeyi."

 

Odada tık çıkmazken yanımdaki çalışan dahil herkes bizi dikkatlice dinliyordu. Bir anda ortamı Batıcan'ın sesi kapladı. "Yalnız çok heyecanlı ha." Buğra'nın kulağına fısıldamıştı ama kimse nefes bile alamazken sesi tüm odayı kaplamıştı. Şayet burada olduğunu bile yeni fark ediyordum. Herkesin bakışları ona döndüğünde o yavaşça yutkunarak eğildiği Buğra'nın kulağından doğruldu. "Pardon, siz devam edin."

 

Öfkeli bakışlarımı ondan çekip tekrar anneme diktim. O zaten bana bakıyordu. "Sen artık ne benim annemsin. Ne de ben senin kızınım. Sen sadece babamla olan anılarımın katilisin." muazzam bir sakinlikle söylediğim kelimeler beni şaşırtırken onu tekrar ağlatmıştı. "Ekin." annemden ses çıkmazken müdürümüz geldi yanımıza. Daha doğrusu eliyle ağzını kapatmış bir şekilde ağlayan annemin yanında durdu.

 

"Annene haksızlık ediyorsun." dediğinde artık sinirden gülüyordum. Alt dudağımı dişlerken ağlamamak için tavana diktiğim bakışlarımı ona çevirdim. "Sen, sana ne demeli peki?"

 

Ellerimi yüzüne doğru salladım. "Sen bir eğitmensin, senin görevin öğrencilerin için çalışmak. Onların velilerini ayartmak değil!" tamam, artık bağırıyordum.

 

"Haddini bil!" diye uyarır bir tonda bağırarak, bir adım öne çıkıp işaret parmağını gözümün önünde salladı. Beni korkuttu mu, hayır! Tam ağzımı açıp, bir şey diyecektim ki bir anda Begüm önüme geçerek müdürün elini ittirdi. "Asıl siz haddinizi bilin hocam!"

 

İtiraf etmek gerekirse şaşırmıştım. Zaten gözünün altında kuruyan gözyaşlarını bir kez daha sildi. Bu sefer o işaret parmağını müdüre salladı. Bunu yaparken de diğer eliyle bileğimi kavradı. "Ekin söylediği her şeyde haklı. Kusura bakmayın ama burada bir hadsiz varsa siz ve," gözleri anneme kayınca ona büyük bir hayal kırıklığıymış gibi baktı. "Üzgünüm Nazlı Teyze ama sensin!"

 

Ortamı bir kez daha büyük bir sessizlik sarmalarken bu sefer de diğer kolumda bir el hissettim. Başımı çevirip baktığımda Zeliş'i görmeyi beklemiyordum. "Üzgünüm Vedat Hocam ama kızlar haklı." bu kadarını bile söylemek onun için büyük bir başarıydı. Zeliş kuşumu daha sonra öpecektim.

 

Yanıma gelmese bile son dokunuşu arkadan Deniz yaptı. "Bir eğitimci olarak bize affedersiniz ama o şeyi öğretiyorsanız kendinizden utanmalısınız." bakışlarım annemle müdürün arasından Deniz'e ulaşırken o bana bakmıyor, direk sırtı ona dönmüş olan müdüre bakıyordu.

 

Bu sırada annem daha çok ağladı, müdür ise heybetli vücuduna rağmen buz kesti. Etrafa kısa bir bakış attığımda benimle gelen kadının ortalıkta olmadığını gördüm. Polislerin de bir işi kalmamıştı ama sanırım olası bir tartışmaya karşı burada bekliyorlardı. Otel yöneticisi ise camın önünde telefonla konuşuyor, Melike ve Batıcan olayları sessiz bir şekilde izliyordu.

 

Kaan'ın ise üzerimde anlamdıramadığım bir bakışı vardı. Ne endişeli, ne öfkeli bakıyordu. Çok sankindi. Yutkunup müdürümüze baktığımda herkesin ona cephe almasının şaşkınlığını yaşadığını gördüm. Bakışları ben ve iki yanımdaki Zeliş ile Begüm arasında gidip geliyordu. "Anneciğim," diyerek annem daha çok ağladı. Odada yankılanan tek ses onun hıçkırıklarıydı.

 

Sadece bir an için içim acısa da müdürün annemin saçlarını okşayıp teselli etmesi beni tekrardan öfkelendirdi. "Bir daha benim karşıma çıkma ve beni bir daha arama." dedim ve kızarık gözlerinin içine bakarak vurgulu bir şekilde ekledim: "Nazlı Hanım." daha fazlasına tahammül edemediğim için hemen arkamdaki kapıdan çıkıp gittim.

 

Peşimden kapının bir kez daha açıldığını duydum. Çok ilerleyememişken Begüm'ün sesi ilişti kulağıma. "Ekin, dur lütfen." durmadım hatta adımlarımı daha da hızlandırdım. Fakat duyduğum başka tanıdık bir ses daha fazla ilerlememi engelledi. "Ekin." bu ses Zeliş'e aitti.

 

Durduğumda kısa bir süre sonra sırasıyla Begüm, Zeliş, Buğra ve Batıcan geldi. Begüm ve Zeliş neyse de diğerleri beni epey şaşırtmıştı. Zor tuttuğum dolu gözlerimle onlara baktım siz hayırdır der gibi. Buğra anında Begüm'ü işaret etti. "Ben onunlayım." kaşlarımı kaldırıp bu sefer de Batı'ya baktım. O da Buğra'yı işeret etti. "Ben de onunlayım."

 

Şu anda bunları sorgulayacak durumda değildim. Yüzlerine boş bir bakış atarak yanlarından çekip gittim. Ardımdan Begüm "Ekin!" diye bağırdı ve sinirle ona döndüm. "Ne var Begüm?" diye sordum bıkkın bir şekilde. Hemen yanıma geldi ve arkasından diğerleri de. Karşımda durduğunda ağlamamasına rağmen dolu gözlerini benim mavilerime kitledi.

 

Ellerimi tuttu hemen. "Ben, ne diyeceğimi bilmiyorum. Çok üzgünüm." annemden bahsediyordu. Başımı eğip yutkundum. "Ondan bunu beklemiyordum." kim bekliyordu ki?

 

"En çok neye kırıldım biliyor musun?" diye sordum artık iyice titreyen sesimle. Başımı yerden kaldırıp aynı onun gibi dolan gözlerimi kırpıştırdım. "O, babamı umursamadı. Belki de aklına bile gelmedi. O," dedim ve kelimeler boğazıma dizilmiş gibi sustum bir süre. Nefes almak istedim ama bu ciğerlerimi yaktı. "O bize ihanet etti."

 

Bana üzgünüm der gibi bakmaktan başka bir şey yapamadı. "Müdür bunu nasıl yapar aklım almıyor." diyerek Zeliş'te sohbete dahil oldu. "Benim de." diyerek Buğra ona katıldı. Sessiz kalmak istemeyen Batı ise saçma sapan bir giriş yaptı. "Valla ben bekliyordum. Adamda tam şerefsiz tipi var."

 

Ellerimi Begüm'ün ellerinden çekip tekrar gitmek için yeltenmiştim ki hemen karşımda olan bir silüetle durmak zorunda kaldım. Gizem ve diğer şubelerden olan kız arkadaşları hemen bize doğru geliyorlardı. Bize yaklaşmaya devam ederlerken neşeli kahkahaları tüm koridoru çınlatacak cinstendi.

 

En sonunda aramızda kısa bir mesafe kaldığında bizi fark ettiler. Gizem'in beni görmesiyle gülüşü ani bir şekilde soldu. Onunla o yazıdan sonra hiç karşılaşmamıştık. Aklıma gelmesiyle içimde bir öfke duymayı bekledim ama bulamadım.

 

İnsan yarasının üzerini daha derin bir yarayla kapatırmış.

 

Ama benim aksime Begüm hiç sakin değildi. "Bu ne sürpriz Gizem Hanım?" diye büyük bir tıslamayla önümden hızla geçerek Gizem'in üstüne yürüdü. Gizem daha ne olduğunu anlayamadan Begüm onun kıvırcık saçlarını kavradı. "Seni elimden kim alacak şimdi?" dedi ve yalandan dudak büzerek Gizem'in saçlarını öyle bir çekti ki benim canım yandı.

 

"Bırak!" diyerek Gizem Begüm'den kurtulmaya çalışıyordu ama Begüm saçlarını öyle bir çekiyordu ki bu mümkün değildi. Gizem'in arkadaşları yardım etmek için hareketlenmişti ki Begüm onlara öyle bir bakış attı ki zavallı kızlar oldukları yerde kalmak zorunda kaldılar.

 

"Begüm," diyerek Batı gitti yanına. Begüm'ün eline doladığı saçları kurtarmaya çalışıyordu. "Yeter, dokunma ona." diyerek Begüm'ün bileğini kavradı. Eş zamanlı olarak Buğra'da Begüm'ü belinden tuttu. "Begüm yeter."

 

Hiddetle başını iki yana salladı Begüm. "Yetmez. Bu kıvırcık marul benim arkadaşımdan özür dileyesiye kadar bitmez." dedi ve Gizem'in saçını bir kez daha çekerek çığlık atmasını sağladı. "Hadi neyi bekliyorsun?"

 

"Bırak!" Gizem hala çırpınıyordu ama bu çabası boşunaydı, biliyordum. "Begüm." dedim sakin bir tonla. Dakikalarca kendisine bağıran Batı ile Buğra değilde, kısık çıkan benim sesimi duyup başını bana çevirmişti. "Değmez, bırak lütfen." beni dinlemedi ve daha hırslı bir şekilde saçlarını çekti Gizem'in. Büyük bir çığlık attı. "Begüm, lütfen." diyerek bir kez daha uyardım onu.

 

Sinirli bir nefes vererek Gizem'i Batı'nın üstüne attı. Batı hemem Gizem'i belinden kavradı. "Sen dua et. O buradaydı," derken parmağıyla beni işaret etmişti. Gizem ise Batıcan'nın göğsünde ağlıyordu. "Yoksa ben sana yapacağımı bilirdim."

 

İnsan arkadaşlarını iyi seçmeliydi. Begüm bana iyi bir tercih yaptığımı kanıtlıyordu.

 

Peki ya Deniz?

 

___&&___

 

Annemle daha fazla aynı ortamda bulunmak istemediğimden sahile, Çağrı'nın çalıştığı kafeye gelmiştim. Tabii öncesinden oda kartımı, telefonumu ve çantamı aldıktan sonra. Çağrı'nın verdiği kıyafetleri de çıkarmıştım. Telefonumu açtığımda bir sürü bildirim vardı. 10'dan fazla Begüm, aynı şekilde Zeliş, birkaç arama da Deniz'den gelmişti. Kaan ve Yamaç'tan da arama vardı. Ama en çok annem aramışıtı. Bir sürü de mesaj vardı.

 

Hepsini ekrandan kaydırmak hiç kolay olmamıştı.

 

Kafede deniz kenarına bakan bir pencerenin önündeki masada oturuyordum. Çağrı henüz beni görmemişti ve ben yaklaşık on dakika kadardır onun müşteriler ile ilgilenmesini izliyordum. Elimi çenemin altına dayamış, diğer elimle menüye bakıyormuş gibi yapıyordum. Ama aslında ona bakıyordum.

 

Her bir müşteriyle çok iyi bir şekilde ilgileniyordu. Bugün kafe biraz kalabalık gibiydi ve gittiği masaya varamadan başka bir masa çağırıyordu onu. Oraya buraya koşuşturmaktan epey terlemişti. Elinin tersiyle alnındaki teri silerken bir yandan da önündeki masadaki grubun siparişlerini yazıyordu.

 

Bu hali hem çok tatlı hem de çok seksiydi.

 

Bana bugün için tüm yaşadıklarımı unutturmuştu. Bunu nasıl yapıyordu? Ona bakınca tüm dertlerim bir anda kayboluyor, sadece o kalıyordu.

 

Çağrı Kılıç benim ilacım gibiydi.

 

O önündeki deftere eğilmişken masadaki bir kız onu aynı benim gibi elini çenesinin altına dayayarak süzüyordu. Dudağında arsız bir gülümseme vardı. Çağrı'ya gülümseyerek bir şeyler dedi ama kahretsin ki benim masam onlara çok uzaktı ve ben ne söylediğini duyamıyordum. Kız her ne söylediyse masasındaki grup tüm kafenin duyacağı bir şekilde güldü. Arada ooo diyenlerde vardı imalı bir şekilde.

 

İçimde anlayamadığım bir öfke peydahlarken kendimi kontrol etmek adına gözlerimi yumdum. Dudağımı hırsla ısırırken başımı kenara burdum. Neden bu kadar sinirlenmiştim ki? Siktir et neden olduğunu.

 

Gözlerimi açıp tekrar oraya baktığımda Çağrı'nın hafif gülerek başını iki yana salladığını gördüm. Duyamadığım için dudak okumaya çalıştım. Bu konuda bir şey anlamamıştım ama Çağrı iki kelimelik bir şey söylemişti. İkinci kelimede var demişti ama ilkini anlamadım.

 

... var.

 

Ne vardı? İyice sinirlenirken o kızın somurttuğunu ama sonradan gülerek kendini işaret ettiğini gördüm. Bir şeyler dedi ve aynı grup bir kez daha güldü. Çağrı ise alaycı bir gülüş kondurdu dudaklarına.

 

Tamam, çok bile dayandım.

 

Hızla elimdeki menüyü masaya çarparak oturduğum koltuktan kalktım. Yanıma gelen garsonu umursamadan yanından geçip o grubun olduğu masaya geldim. Kadraja girmemle masadakilerin bakışları bana döndü. Hala gülenler hariç. Bir de Çağrı'nın sırtı bana dönük olduğu için beni görmedi.

 

Çağrı'nın omzuna sert bir şekilde vurarak, elimi omzuna koyup ağırlığımı sağ ayağıma verdim. Çağrı bana döndüğünde şaşkınca yüzüme bakakaldı. "Mavi?" diye şaşkınca sorduğu sırada ben o kıza öldürücü bakışlar atıyordum. O bana şaşkınlık ve biraz üstten bakıyordu. "Kardeşin mi?" diye sordu Çağrı'ya dönüp, benden bakışlarını kaçırarak.

 

"Ha?" diye Çağrı'yla aynı anda sorduk. Anlamamış gibi başımı Çağrı'ya çevirdim ve parmağımla kendimi işaret ettim. "Kardeş?" dedim ve parmağımı Çağrı ile aramda sallayıp durdum. "Ah, yoksa kuzen misiniz?" diye mahcup bir şekilde sorunca aniden ona döndüm. Bunu nereden çıkarmıștı sorması ayıp?

 

"Kız arkadaşıyım." diye birden patlayınca Çağrı aniden bana döndü.

 

"Benim mi?" diye sorarken parmağıyla kendini gösterdi.

 

"Sus Çağrı." derken bir yandan Çağrı'ya vuruyordum. "Hadi canım. Hah," diyerek tam yanımızdan geçen bir garsonun kolundan tuttum. "Sen bu masayla ilgilenirsin kardeşim. Hadi kolay gelsin." diyerek Çağrı'yı sürüklemeye başladım. Dirense aslında onu hayatta yürütemezdim ama sanki sarhoş gibiydi. Ne dersem yapacak gibi duruyordu.

 

Onu kendi masama getirerek karşıma oturttum. Hala şaşkınlık yüzüne hakimdi. Bu yüzden beni zorlamadan hemen oturdu. Ben de kendi yerime, cam kenarındaki ikili koltuğa oturdum. Görüş hizamı o kızı rahat görebileceğim bir şekilde ayarladım. Ve öldürücü bakışlarımı ona diktim. Bana kısa bir an bakarak tekrar önüne döndü. Çağrı'ya bakmıyordu artık. SIKIYORSA BAKSIN!

 

"Kardeşmiş." diye sinirle söylenirken bakışlarımı Çağrı'ya çevirdim ve onun bana şaşkınlıkla baktığını gördüm. Öfkem bir nebze azalırken başımı salladım hayırdır der gibi. "Ne?" şaşkınca bakmaya devam etti. "Dilini mi yuttun Kılıç?" diyerek ona soyadıyla hitap ettiğimde göz kırpıştırarak yerinde kıpırdandı.

 

"Sen az önce ne dedin?"

 

"Ne dedim?" dedim ve bir süre düşündükten sonra "Dilini mi yuttun Kılıç, dedim." dediğimde başını iki yana salladı.

 

"Hayır, o masada." diyerek arkasını işaret etti.

 

"Ne dedim?" diye sordum hatırlamadığımı belli ederek.

 

"Kız arkadaşıyım, dedin." dediğinde kaşlarımı çattım. Öyle mi demiştim?

 

"Yoo ne alaka? Demedim öyle bir şey." diye inkar ettim. Cidden hatırlamıyordum. "Kız kuzen misiniz, diye sorunca dedin ya kız arkadaşıyım diye." diyerek açıklamaya devam etti Çağrı.

 

Elimi havada gelişine salladım. "Boşver, o an sinirle söylemişimdir. Hatırlamıyorum." dediğimde kocaman bir şekilde sırıttı. Ne var der gibi kafamı salladım. Dudağını kaşıdı. Bunu çok yapıyordu. Bu iyi değildi. Kesinlikle iyi değildi.

 

"Neden sinirlendin?" diye sorduğunda bunu beklemiyordum. Bocalayarak göz kırpıştırdım. "Şeye," diyerek elimi kaldırıdım ve söyleyecek bir şeyler aradım. O hala sırıtıyordu.

 

Kahretsin, yanağındaki gamze çok derin bir şekilde karşımdaydı ve bu söyleyeceğim şeyi unutturuyordu. Gözlerimi kapatarak açtım. "Sen beni boşver de o kıza neden güldün?" diyerek okları üzerimden çektim.

 

İbre bir anda onu gösterince şaşırdı. Dudakları aralandığında artık sırıtmıyordu. Onu kendi oyununda sıkıştırmıştım. "Söylediği şeye güldüm." dediğinde kaşlarımı kaldırdım. "Çok mu komikti dediği şey." derken sırtımı koltuk başlığına yaslayarak kollarımı göğsümde bağladım. Şu an sevgililerine trip atan kızlar gibiydim.

 

Umrumda değil!

 

"Hayır," dedi keskin ve net bir şekilde. Gözlerimi kaçırıyordum. "Saçmaydı. Söylediği şey çok saçmaydı." dediğinde bakışlarımı hala kaçırıyordum. "İyi." deyip kestirip attım.

 

"Mavi," dedi ve ekledi: "Bana bak." bakışlarım hala etraftaydı. Kısaca onun dışında her yerde. "Lütfen." diye ekleyince mecbur bakışlarımı yavaş yavaş ona kaydırdım. "Önemsiz biri için bu kadar sinirlenme. Benim umrumda değil. Senin de olmasın."

 

"Neden umrunda değil?" diye çok zekice (!) bir soru yönelttim ona. Cidden bunu sordum mu ben?

 

"Çünkü umrumda olan bir çift mavilik var." dediğinde erir gibi oldum ama hemen toparladım. Benden bahsediyordu. Ne yapacağımı bilemezken aptal kalbim yine ritmini şaşırarak hızlandı. Dudaklarım kurumuştu ama yalamadım. O ise bana, tam gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerini gözlerimden hiç çekmeden "Bu mavilikler bana hayat olmuşken ben nasıl başkasını umursayabilirim?" diye sordu.

 

Bugün keyifli bir gündü anlaşılan. Beyimiz pek romantikti. Hafif öksürerek yaslandığım yerde doğruldum. "Tamam, ikna oldum." diyerek elimi yeter der gibi ona salladığımda gözleri kısılacak ve gamzesi derince belli olacak bir şekilde kahkaha attı. Dayanamadığım için her ne kadar içimde hala bir öfke olsa da güldüm ben de. Gülmesi bulaşıcıydı.

 

"Eee sen yeni mi geldin, bir şey ister misin?" diye gülmesini bitirip konuyu değiştirdi. Hayır anlamında başımı salladım. "Daha önce geldim. Bayağı oluyor." dediğimde şaşkınca kaşlarını kaldırdı. "Neden bana haber vermedin?" diye çok mantıklı bir soru sordu.

 

Başımla arkadaki kalabalığı işaret ettim. "Bugün yoğun gibi. Rahatsız etmek istemedim." dediğimde az önce benim yaptığım gibi sırtını oturduğu sandalyeye yasladı ve kollarını göğsünde bağladı. "Ha diyorsun ki seni izlemek çok zevkliydi bozmak istemedim." deyip göz kırptı.

 

Bunu beklemediğim için ilk birkaç saniye herhangi bir cevap veremedim. Silkelenip kendime geldiğimde ise "Yoo ne alaka?" diye hemen inkar ettim. Böyle bir şey sormasından çok, doğru bilmesi beni bocalatmıştı. Çok zevkli kısmı hariç doğruydu. Ah tamam aptallar, çok zevkliydi!

 

Bilemem artık der gibi omuz silkti. Göz devirdim sadece. "Neyse, sen ne için gelmiştin beni izlemek dışında?" diye sorarak, sona doğru dalgaya vurduğunda buraya gelme amacımı hatırladım. Yalan söyledim, buraya gelme amacım yoktu. Sadece bunalmıştım ve kendimi burada bulmuştum.

 

"Aslında, sanırım biraz konuşmaya ihtiyacım var." istemeden gözlerim dolmuştu ve sesim kısılmıştı. Bu ani ruh hali değişimime karşın Çağrı yerinde dikleşti ve ciddiyetle baktı gözlerime.

 

"Olur."

 

___&&___

 

Biraz hava almanın bana iyi geleceğini söyleyip Çağrı beni plaja çıkarmıştı ama saatin 12 civarı olduğunu düşünürsek bu hiç iyi bir fikir değildi. Bu yüzden kefenin deposundan bulduğu dondurmacı şemsiyesini tepemize dikmişti. Bir de kafeden içi tamemen buz dolu iki bardak limonata getirmişti. "Dışarıya ürün çıkarmak yasak diye biliyordum." dedim pipetle bardağın içindeki buzları karıştırırken.

 

O benim aksime bardağı eliyle iki yana çalkaladı. "Talha'nın abartma seviyesini her zaman hatırlatmalı mıyım?" hayır anlamında başımı salladım. "Yasak ama bu çokta önemli değil." dedi ardından. "Bir sorun olmaz değil mi, senin için yani." diye yine de sordum. Sonuçta o bir çalışandı ve kuralları o koymuyordu.

 

"Hayır." diyerek başını iki yana salladı ve elindeki büyük bardak limonatayı kafasına dikti. Öyle büyük yudumlar aldı ki hareket eden ademcik elması yutkunmama neden oldu. Bakışlarımı sersem bir şekilde ondan alıp kendi içeceğimi içtim onun aksine pipetle.

 

Ona olanları anlatmayı düşündüm ama bir türlü dilim varmadı. Bunun yerine limonatamdan bir yudum daha aldım. "Neler olduğunu anlatacak mısın artık?" diyen sesiyle pipeti ağzımdan çekip ona baktım. Dudağımı yalayıp, sorduğu soruyu pas geçip "Çağrı." dedim.

 

"Söyle, Mavi."

 

"Senin adın neden Çağrı?" diye konudan tamamen bağımsız bir soru sordum. Bunu neden sorduğumu bilmiyordum. Bir anda bunu merak etmiştim ya da bilmiyorum, biraz oyalanmak için de olabilirdi. "Gerçekten bilmek istiyor musun?" diye sorunca hızla başımı salladım. Nedensiz yere heyecanlanmıştım. Neden olduğu hakkında bir bilgim yoktu. Belki de onun hakkındaki bir bilgi öğreneceğim için olmuştu.

 

"Benim annem Doktor. Burada, Büyükada'da. Tahmin edeceğin üzere o insanlara yardım ediyor. Onların yardım çağrılarına kulak veriyor. Benim ismim bu yüzden Çağrı," bakışlarını üzerimde hissedince yavaşça ona döndüm. Evet, bana bakıyordu.

 

"İnsanların yardım çağrılarına kulak verip onlara yardım etmem için." dediğinde hiç beklemediğim bir şekilde elini kalbimin üstüne koydu. O ana dek kalbimin deli gibi attığını anlayamamıştım. Bakışları gözlerimden kayıp elinin altındaki kalbime indi.

 

"Ama ben senin kalbinin çağrısını duyamıyorum Mavi." dedi ve o an dudaklarımın titrediğini hissettim. Hayır, ağlamamalıydım. "Sana yardım edebilmem için kalbinin çağrısı olmama izin ver." dedi. "Kalp çağrını duymam için kalbinin çağrısı olmama izin ver." diye de ekledi.

 

Bakışları tekrar gözlerime tırmandığında gözlerimin dolu olması kaşlarını çatmasına neden oldu. Eli hala kabimin üzerinde, gözleri gözlerimdeydi. "Ya bu çağrı seni sağır ederse, ya kalbimin çağrısını duymak sana ağır gelir ve dinlemekten vazgeçersen?" diye titreyen dudaklarımın arasından zorlukla sordum. Sana anlatmadıklarım var Çağrı. Bilmediklerin var.

 

Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Kalbimin üstündeki elini çekip asla beklemediğim bir anda kulağını kalbimin üstüne koydu. Başı göğsümdeyken öylece kalakaldım. Destek almak için kolumu tutuyordu. Ama hafifçe.

 

Huzurla mırıldandığını duydum. Yandan ona bakmaya çalıştığımda gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. Bu kadar yakın olması kalbimin daha da hızlanmasını sağlamaktan başka bir işe yaramadı. Ve o kalbimin tam üstündeydi! Ayrıca burnuma dolan tanıdık vanilya kokusu başımı döndürmüştü.

 

"Bu ses, " diyerek, işaret parmağını kafasının altından geçirip kalbimin üstüne vurdu birkaç kez. "Dünyanın en huzurlu melodisiyken ben nasıl bunu dinlemekten vazgeçerim?"

 

Yutkunmak istedim ama yapamadım. Hayır hayır, Ağlamamalıydım. Ama o kadar güzel cümleler kuruyordu ki hüzünden değil de mutluluktan ağlayabilirdim. O hala göğsümdeyken derin bir nefes aldım ve göğsümle birlikte o da inip kalktı. Ağlama noktasında olmama rağmen güldüm.

 

"Ben artık ismimi sevmiyorum. Anlamı da önemli değil artık." göğsümün üzerinde kıpırdandı ve kalktı sonunda. Gözlerime bakarken sersem gibiydi. Yanağında iz oluşmuştu. İstemsizce çok tatlı buldum bu görüntüsünü. Kaşlarını çatarak baktı bana. Sanırım neden böyle bir şey söylediğimi soruyordu.

 

"Hani o gün beni bulmuştun ya. Dünden önce," diyerek az önce söylediğim şeyin aksine başka bir konuya başladım. Evet anlamında başını salladı. "O gün ben bir şey öğrendim biliyor musun?" dediğimde cevap vermesini beklemedim. "O gün annemin babamı aldattığını öğrendim. Hatta gözlerimle gördüm." dedim gözlerinin içine bakarak. Bunu hala kabul edemiyordum.

 

Şaşkınlıktan olsa gerek dudakları aralandı. Bir süre hiçbir şey demeden elalarına baktım. O ise şaşkınca göz kırpıştırdı. Anlayabilmesi daha doğrusu olayı idrak edebilmesi için biraz süre tanıdım ona. Birkaç dakikanın ardından silkelenip kendine geldi. "Oo" dedi şaşkınlığını belli ederek.

 

"Peki, babanın haberi var mı?" diye sordu biraz şüpheyle. O an gözlerimin yandığını hissettim. Dolan gözlerimi gizlemek için bakışlarımı güneş ışığıyla parlayan denize çevirdim. Sıcaktan terlemiştim. Sessiz kaldığım sırada o da bir şey demedi ama bakışlarını üzerimden çekmedi.

 

"Babam öldü. 10 yıl önce. 3 kurşun yarası." aslında detaya girmeme gerek yoktu ama söylemek istemiştim. Şaşkınlık bir kez daha yüzünü esir aldı. "Polis miydi?" diye sordu ardından. Onaylayan mırıltılar çıkardım.

 

"Başkomiser."

 

"Başın sağ olsun."

 

"Vatan sağ olsun." dedim hiç düşünmeden. Babam hep böyle derdi. İkimizi derin bir sessizlik ele geçirirken bunu ben bozdum. "Kiminle aldattı biliyor musun?" diyerek konuyu tekrar aynı yere getirdim. Kim der gibi başını salladı.

 

"Okul müdürümüzle." bu sefer ağzı beş karış açıldı. "Bu ne amına koyayım Aşk-ı Memnu gibi." dedi hala ağzı kapanamazken.

 

İstemeden de olsa güldüm. "Öyle." dedim. Katil konusunda konuşmak ile konuşmamak arasında kalmıştım ama söylememeye karar verdim. Hiç değilse şimdilik.

 

Sessizliğimizin arasında havanın gerçekten de çok sıcak olduğunu yeni idrak ettim. Limonatama uzanmak istedim ama güneşin tam da altında olduğunu gördüm. Elimi bardağa dokundurduğumda ılık olması canımı sıktı. Tam somurtarak eğildiğim bardaktan geri doğrulduğum sırada gözümün önüne uzatılan bir bardakla gözlerimi kocaman açtım. Çağrı'ya baktığımda bardağı işaret etti. "Benimki hala soğuk. Tiksinmeyeceksen iç." dediğinde gülümsedim ve bardağı aldım.

 

"Teşekkür ederim." dedim bir yudum almadan hemen önce. Buz gibi içeceği içerken telefonumdan bildirim sesi yükseldi. Alıp telefonuma baktığımda Begüm'den mesaj geldiğini gördüm.

 

Baș Belam: Annen bir gün burada kalacakmış.

 

Sinirlenmemek için kendimi sıkarken Çağrı omzuma dokundu. "Bir şey mi oldu?"

 

"Aslında annem bugün buraya geldi. Kavga ettik ve bir gün burada kalacakmış. Otelde yani." diyerek anlatmadığım bir diğer konuya değindim. Başım ağrıyınca elimle şakağımı ovuşturdum.

 

"Gidecek misin?" diye sordu.

 

"Gidecek yerim yok. Mecbur." dedim hala gözlerim kapalı, şakağımı ovalarken. Nedense sırıttığını hissettim.

 

"Bence Talha bir gün daha koltukta yatabilir."

 

_____BÖLÜM SONU_____

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Selammmmmm naberrrrr

 

Güzel okurum bölümü nasıl buldu?

 

Deniz'in diğerleri kadar endişeli bakmamasına ne diyorsunuz? Sizce gerçekten de Ekin'in nerede olduğunu biliyor muydu? Biliyorsa bile nereden biliyordu?

 

Kaan ile Deniz şokunu atlatabildiniz mi peki? Snalaiöalsşa

 

Ekin'in kıskançlığı tuttu ve kafede anlık sinirle kıza Çağrı'nın sevgilisi olduğunu söyledi. Ama bunun farkında değildi o yüzden kızamıyorum.

 

Peki Çağrı'nın "Benim mi?" diye sorması akskxnlasnşsmamd

 

Garibim heyecan yaptı.

 

Çağrı'nın isminin hikayesini sevdiniz mi? Bu kurgu ilk aklıma geldiğinde böyle bir sahne de aynı anda aklıma gelmişti. Aslında Çağrı'nın ismini başka yapacaktım ama bu sahne için Çağrı yaptım.

 

Yaaaa (imalı)

 

Ve sanırım Ekin'imiz bir kez daha Çağrı'nın evinde kalacak. Bu ne kadar etik?

 

Ve bilin bakalım bu hikaye de kim yanacak?

 

 

 

Bölüm : 18.12.2024 18:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...