22. Bölüm

22. Orman

Nisabzzz6644
nisabzzz6644

Keyifli okumalar canlar 🐣💞

 

🎶Mustafa Sandal - Gel Bana🎶

 

*****

 

Katilden...

 

Cep telefonumda oynayan görüntüye bakarken gözümün seğirdiğini hissettim. Telefonu tutan parmak boğumlarım beyazlamış, cihazı fazla sıktığım için acımaya başlamıştı. Ama bu o kadar da önemli değildi.

 

Durmadan sallandırdığım bacağım ahşap zeminde tıkırtılar çıkartarak ölümcül sessizliği bozuyordu. Canım sıkılmıştı, hem de fazlasıyla.

 

Çağrı'nın sevgilimin saçından çekip çıkardığı tokayı gördükten sonra bu görüntüye daha fazla tahammül edemeyeceğimi fark ederek görüntüyü kapattım ve sert bir şekilde telefonu orta sehpaya çarptım. Ekranın kırıldığından emindim ama sorun değildi.

 

Ona, o evde daha fazla kalırsan o ikisini öldürürüm derken demek istediğim o evden ayrılması değildi. O çocuğun yakınlarında olmamasıydı.

 

Ona zarar gelmesini istemiyordum sadece.

 

İnsanoğlu çok aptaldı.

 

Ben istisnayım.

 

Ayağımı sallamaya inatla devam ettiğim için çıkan tıkırtılarda devam ediyordu. Bu çok rahatsız ediciydi. Beni rahatlatıyordu.

 

"Çok bile dayandım." diye ağzımın içinde mırıldandım. Ardından bunu onaylatmak istercesine başımı aşağı yukarı salladım. Yerimde daha fazla duramayacağıma karar vererek verandaya çıktım. Sık ağaçlardan başka bir şey görünmezken beynime oksijen girmesine izin vererek içime sesli bir nefes çektim.

 

Burayı seviyordum. Ormanlar hep ilgimi çekmiştir.

 

Bir adım atarak ağaçtan yapılma korkuluklara doğru bir harekette bulunduğumda ayağımın altındaki yine ağaçtan yapılma olan parkenin gıcırtısı kulaklarımı doldurdu. Huzursuzca yüzümü buruşturdum. Birilerinin tadilat zamanı gelmiş, diye içimden geçirdim.

 

Sonsuzluğa uzanıyormuş gibi bir izlenim veren ağaçlara bakarken cebimden bir sigara paketi çıkardım. İki dudağımın arasında sigarayı sabitlerken aynı anda çıkardığım çakmakla ucunu tutuşturdum. Sigaradan derin bir nefes çektikten sonra onu sağ elimin işaret ile orta parmağımın arasına sıkıştırarak sabitledim.

 

Sessizlik içindeki birkaç saniyenin ardından sigarayı bir kez daha dudaklarıma yaklaştırdım. Geri çektiğimde verdiğim nefesin arasında çıkan dumana bakarak gülümsedim. Tam bir nefes daha çekecekken dudaklarımın biraz önünde elimi durdurdum. "Elimdekini söndürmeden yere atsam ömrünüzün sonlanacağını biliyorsunuz değil mi?" diye ağaçlara doğru bağırdım.

 

Hiçbir yanıt gelmedi.

 

"Aslında," dedikten sonra dudaklarımın önündeki sigaradan bir nefes çektim. "Ona bakan herkesi buraya koyup bir çakmakla işlerini bitirmeyi nasıl istemem?" diye büyük bir hayranlınla sordum. Bazen şu zekama hayret ediyordum. Ama yine hiçbir cevap gelmedi. İçimde tuttuğum duman beni zehirlemeden sesli bir şekilde havaya karışmasına izin verdim.

 

"Sevdiniz değil mi?" ağaçların uzun dallarının esen rüzgar vasıtasıyla sallanmasından bunu bir evet olarak algıladım. "Madem konuşuyorsunuz, o zaman neden susuyorsunuz?" onaylamaz bir şekilde göz devirdim.

 

Sol elimi ağaçtan olan korkulukların üzerine koyarken sağ elimdeki sigarayı kaldırıp bir haline baktım. Küllüğe basmadığım için birçoğu çoktan dökülmüştü. Omzumun üstünden geriye baktığımda küllüğün tam da içeride olduğunu gördüm. Omuz silkerek tekrar önüme döndüm ve bir an bile düşünmeden izmariti sol elimin üzerine bastırarak söndürdüm.

 

Birkaç cızırtı sesi duydum ama tam olarak anlayamadım. Sonra bir yanık kokusu ilişti burnuma. Bu kokuyu beğenmediğim için burnumu huzursuzca kırıştırdım. "İnsanlar çok sorumsuz." diye söylendikten sonra parmaklarımın arasında yeterince küçülen izmariti atarak ayağımın ucuyla söndürdüm. Sonra onu iteleyerek yere attım.

 

Elimin üzerinde bir sızı vardı ama tam olarak hissedemiyordum. Rahatlamış gibi hissettim. Boşalmış gibi. Karşımdaki duvarda asılı duran resme bakarak gülümsedim. "Sevgilim?" diyerek ona seslendim ama gülümseyerek bana bakmaya devam etti. Huzurlu gülüşüne karşılık verdim. "Senin de rahatlamaya ihtiyacın var değil mi?"

 

Gülümsemeye devam etti. Bu bir süreden sonra canımı sıktığı için hemen yanındaki diğer resme baktım ama hayır, bu habersiz çekildiği için bana bakmıyordu.

 

Göz teması kurmalıydı, göz teması önemliydi.

 

Onu da pas geçerek bir üstteki resme baktım. Burada da elleriyle yüzünü kapatırken yalnızca açık bıraktığı ağzıyla kameraya dil çıkarıyordu. Tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Ciddiyetsiz," diye hoşnutsuz bir şekilde söylendim.

 

Ardından ilk başta baktığım fotoğrafın hemen solundaki fotoğrafa baktım. Bu sefer memnuniyetle dudaklarım kıvrıldı. Yatak odasında, yatağında uyuyordu.

 

"Masum melek." diye mırıldandım. Gerçekten de bir melek gibi uyuyordu. Birkaç adım yaklaşarak fotoğrafa daha yakından baktım. Sol elimi kaldırarak fotoğrafa dokunduğumda elimin üzerinde gördüğüm delikle korkuyla elimi geri çektim. Elimin üzerine bakarken şaşkınlık tüm çehreme hakim olmuştu. "Bunu ne zaman yaptım acaba?" diye sesli bir şekilde düşündüm.

 

"Ah," elimin üzerinde bir sızı vardı ve bu canımı çok yakıyordu. Sağ elimle diğerinin üzerini örttüm. "Dikkatsizlik." diyerek kendimce bir sebep buldum. Başımı iki yana sallayarak güldüm. Hemen sağımda duran duvarda asılı, küçük kare aynaya baktığımda gözlerimle karşılaştım.

 

Ah, göz rengimi söylememi bekliyordunuz değil mi? Bu şekilde mi beni bulacaktınız? Çok komiksiniz.

 

Bakışlarımı daha fazla orada tutmadan arkamı döndüm ve sehpanın üzerindeki parfüm şişesini alarak vücuduma sıktım. En çok boynumda oyalandım. Onun en sevdiği koku buydu. Neyseki kolay bulunan bir kokuydu.

 

Vanilya, cidden mi?

 

Gömleğimin kollarını sıvadım ve ellerimi belimin iki yanına yerleştirdim. "Önceliğim bir adet Çağrı'yı ortadan kaldırmak," diyerek kendime yapacaklarımı hatırlattım. Sonrasında aklıma gelen bir düşünceyle burnumu kırıştırdım. "Sonra o sevimsiz arkadaşına da bakarız."

 

"Gizem sorunsalı da çözüldü." diyerek başımı onaylarcasına salladım. "Tolga cinayetinde polisler şaşırtıldı." önemsiz bir şeyden bahseder gibi düşünmeye devam ettim. "Ah, Yamaç paraşütünü uçurmayı unuttum!" bunu nasıl unuturdum?

 

"Gerçi onlar ayrıldı." üzgünce dudak büzdüm.

 

"Umrunda olanlar?" ellerimi bir santim bile hareket ettirmedim. Kimsenin umrunda olmadığını varsayarak bu fikri onayladım. Sol elimde garip bir sızı hissettim. Nedenini anlayamadım. "Onaylandı."

 

"Kusura bakma Çağrı. Sıran bir adım geriledi." beni duymaması üzücüydü.

 

___&&___

 

Sözde okul tatilimizin bitmesine bir haftadan daha az kalmıştı. Bu zaman tamamen dolduğunda herkes otobüsler ile İzmir'e geri dönerken ben burada kalmaya devam edecektim. Ne olacaktı bilmiyorum, belki de burada bir işe girerek hiç değilse üniversite sonuçları açıklanasıya kadar para biriktirebilirdim.

 

Düşüncelerimden Çağrı'nın sesiyle yavaşça sıyrıldım. "Bana gidelim mi?" dinlediğim o çarpıcı hikayeden sonra daha fazla orada durmak istemediğim için geri dönmüştük. Başımı kaldırıp baktığımda kafenin yanına kadar geldiğimizi gördüm. O kadar dalmıştım ki buraya geldiğimizi bile fark edememiştim.

 

Çağrı bir soru sormuştu ama tam olarak anlayamamıştım. "Affedersin, bir daha söyler misin?" diye bakışlarımı ona çevirdim. Hafiften kaşlarını çatarak sorgu dolu gözlerle beni inceledi. Bakışlarının yoğunluğu altında daha fazla dayanamayacağımı anladığımda gözlerimi kaçırdım.

 

"İyi misin güzelim?" diye yumuşak bir sesle sordu.

 

"Evet, neden?"

 

"Biraz dalgın gibisin." bakışlarım öylece boşluğa dalmışken bağımsız bir şekilde ona cavap verdim. "Sana öyle gelmiştir." normalde yalan söylerken kendimi pek ele vermezdim fakat sesim o kadar yalan olduğu belli bir şekilde çıkmıştı ki ben olsam ben de kendime inanmazdım.

 

İnatla boşça yerdeki kumlara bakmaya devam ederken çenemin altında onun sıcak elini hissettim. İşaret parmağı ile çenemi zarifçe kaldırarak ona bakmamı sağladı. Boyu benden uzun olduğu için başımı kaldırmak zorunda kalmıştım ve güneş yüzünden gözlerim kısılmıştı. Bunu fark etmiş olacak ki küçük bir kıkırtı eşliğinde koca ellerini gözlerimin üzerinde siper ederek yüzüme gölge düşürdü.

 

"Daha iyi gibi ha?" dedi muzip bir ifade ile dudaklarında bir gülümseme yer alırken. Güneş gelmediği için gözlerim açılmıştı. Direk olarak elalarına bakarken sıkıntılı bir nefes çektim içime. "Sadece gelecek kaygıları." dedim kısaca.

 

Tek kaşını sorarcasına kaldırdı. "Mesela?" bir cevap vermemi beklerken onu şaşırtarak sorar bakışlarla gözlerine baktım. "Kaç yaşındasın Çağrı?" böyle bir soruyu beklemediğini belli ederek gözlerini kırpıştırdı. "Anlamadım?"

 

"Kaç yaşındasın?" diyerek sorumu tekrarladım. Gözlerini üzerimden hiç çekmeden "21." dedi. Başımı ağır ağır salladım. "Yani üniversiteye gidiyorsun. Peki üniversiten burada mı?"

 

"İstanbul'da." diyerek yanıtladı beni. Bir kez daha başımı salladım. "Benim büyük ihtimal başka bir şehirde olacak." dediğimde gözlerinden geçen anlık endişeyi gördüm. Anlamıştı.

 

"Yani,"

 

"Ayrı kalacağız." diyerek beni tamamladı. Kavurucu güneş tenlerimizi ısıtsa da üzerimden bir ürperti geçtiğini hissettim. Onu daha yeni bulmuşken kaybedemezdim. Olmazdı. "Dert ettiğin şeye bak." dedi Çağrı dalga geçercesine. Ellerini yüzümden ani bir şekilde çektiği için güneş ışınları tekrar onları esir aldı. Bu yüzden gözlerimi kapatmak zorunda kaldım.

 

Çağrı birkaç adım geri çıkarak yine aynı şekilde aramızdaki mesafeyi kapatarak bu sefer ellerimi tuttu. "Hangi üniversite?" diye sordu gözlerimin tam içine bakarak. Sanırım İstanbul'da bir yerleri söylememi bekliyordu. "Tutarsa Ankara."

 

Gözlerindeki umut ışığı sönerken sanki kalbimde bir şeylerin kırıldığını hissettim. Yüzü bir anlığına düşse de hemen toparlayarak kocaman gülümsedi. Ama benim yüzüm çoktan düşmüştü. "Hey, bana bak!" dedi başımı yere eğdiğimi görünce.

 

Sesini neşeli çıkarmaya çalışarak üzüldüğünü bana yansıtmamaya çalışıyordu. "Her gün seni ararım, mesajlaşırız. Bir şekilde hallederiz. Ayrı kalmayız yani." dediğinde başımı kaldırarak ona baktım. Gözlerimi heyecanla kırpıştırdığımda güldü. İşi dalgaya vurmak adına "Ya telefonlarımız bozulursa?" diye yalandan bir korkuyla sordum.

 

"İkisi birden mi?"

 

"İkisi birden."

 

"Hmm," diye ağzının içinde mırıldanarak birkaç saniye düşündü. En sonunda gülerek tekrar bana baktı. "O zaman bir güvercin almam gerekecek." kafamı arkama atacak derecede büyük bir kahkaha attım. Direk havaya baktığım için onu göremiyordum fakat huzurlu kahkahası kulaklarıma konuk oldu.

 

"Çağrı ya." dediğim sırada normal insan formuna sonunda dönmüştüm. Ama burnumdan gülmeye devam ediyordum. "Güzelim benim." diyerek tokamı aldığı için gözümün önüne gelen saçları eliyle kulağımın arkasına sıkıştırdı. Yüzüm daha da açığa çıkarken eğilip alnıma tüy gibi bir öpücük kondurdu.

 

"Seni seviyorum sevgilim." dedi dudaklarını tenimden ayırdığında.

 

"Sanırım ben de seni."

 

___&&___

 

Zeliş'ten...

 

Odanın içinde durmadan volta atarak bir ileri bir geri gidiyordum. Stresle tırnaklarımı kemirmeye başladım. Yatağımın üzerine attığım telefona düşman gözüyle bakarken bir bildirim daha gelmemesi için dua ettim.

 

Fakat duam reddedilerek boş odada bir bildirim sesi yükseldi.

 

"Bakmayacağım, bakmayayağım," diyerek kendimi dizginlemeye çalıştım. Tam kontrolü ele almışken bir bildirim daha geldi ve tüm iradem kırılarak yatağa doğru ilerledim. Telefonu titreyen ellerimle zor tutarken yerde oturarak sırtımı yatağa yasladım. Bacaklarımı kendime doğru çekerken gözlerimi kapattım ve içime derin bir nefes çektim.

 

Telefonu açıp bildirimlere girdiğimde direk olarak bir sohbete girdim.

 

Talha: Naber kız

 

Talha: Çok sıkıldım

 

*Talha Bir fotoğraf gönderdi*

 

Fotoğrafa tıkladığımda elinde tuttuğu bir maymun oyuncağı gördüm. Oyuncak biraz tanıdık geliyordu. Gözlerimi kısarak biraz yakından incelediğimde oyuncağı tanıdım. Eskiden yayımlanan marsupilami çizgi filmindeki baba maymunun oyuncağıydı. Upuzun bir kuyruğu vardı ve birçoğu kadraja sığmamıştı.

 

Talha: Marsu da özlemiş

 

Zeliha yazıyor...

 

Talha: Oha Su Perisi yazıyor yazıyor

 

Siz: Sen benim numaramı nereden buldun?

 

Talha çevrimiçi...

 

Talha yazıyor...

 

Talha: Tefeciden

 

Talha: Şaka şaka

 

Siz: Bir soru sordum

 

Talha: Dün numaranı aldım ya hani, sen de benimkini aldın (😉)

 

Başımı ekrandan kaldırarak kıstığım gözlerimle öylece boşluğa bakarak düşünmeye çalıştım. Dün Talha benden numaramı istemişti ve kahretsin ki benim boş bulunduğum bir ana denk gelmişti. O an numaramı vermiştim ve Talha'nın kendi numarasını bana kaydetmesine de izin vermiştim.

 

Dur, ben zaten telefonuma gelen bildirimde Talha yazıyor diye odanın içinde koşuşturup durmamış mıydım? Ah, aptallık denince de ben cidden.

 

Talha: Kız yoksa sildin mi numaramı

 

Talha: 😭😭😭😭😭

 

Siz: Hayır

 

Talha çevrimiçi...

 

Talha yazıyor...

 

Talha çevrimiçi...

 

Talha çevrimiçi...

 

Talha yazıyor...

 

Talha: 🥰

 

Attığı emojiyi gördüğümde abartılı bir şekilde gözlerimi devirdim. Ben de o kadar yazıyor yazısını falan gördükçe uzun bir şey yazacak zannetmiştim. Heyecanla ne atacağını beklerken bunu beklemiyordum. Eli ağır birisi olmalıydı. Bir bildirim daha gelince başımı tekrar telefonuma eğdim ve yeni attığı mesajı okudum. Tabii kendimi büyük bir kahkaha atmaktan geri koymamıştım. Cidden beni deli ediyordu.

 

Talha: Şaşırtmayı severim 😉

 

Siz: Peki, benim biraz işim var. Sonra görüşürüz

 

Talha: Ne işi

 

Talha: Bekle

 

Siz: Bir iş işte

 

Talha: Dünkü bebek çok tatlıydı değil mi?

 

Birden nasıl bu konuya geldiğimizi anlayamamıştım.

 

Siz: Evet, çok tatlıydı

 

Talha: Sen de çok tatlısın

 

Son attığı mesaj dudaklarımı ararlarken şaşkınca ekrana bakakaldım. Yanlış görme ihtimalime karşın uygulamadan çıktım ve bir daha girdim. Hayır, doğru yazıyordu ve ben de doğru okumuştum. Yanaklarıma bir sıcaklık yayılırken tek bir mesaj yazarak telefonu tamamen kapattım.

 

Siz: Sonra görüşürüz

 

Dün Talha ile o ağlayan bebeğin yanına gittiğimizde bir kız çocuğu olduğunu görmüştük. Annesi onu bir türlü susturamamıştı, sadece 8 aylıktı. Onu kucağıma aldığımda göğsüme yatırmıştım ve sırtını elimle hafifçe ovmuştum. Hep bebekleri seven bir yapım olmuştur. Ağlayan bir bebeği veya çocuğu gördüğümde asla duramazdım. Hemen onu sakinleştirmeye çalışırdım.

 

Çoğunlukla bebekler beni çabuk sever ve eğer ağlıyorlarsa hemen susarlardı. Fakat o bebek bende de susmayıp ağlamaya devam edince Talha kucağımdan alarak bebeği kendi kucağına yatırmıştı. Kabul etmek gerekirse bende bile susmayan bu mızmızın Talha'da hiç durmayacağını düşünmüştüm.

 

Fakat bebek beni fazlasıyla şaşırtarak birkaç dakika daha ağladıktan sonra Talha'nın kucağında uyuyakalmıştı. Annesi bize sayısız teşekkür ederken onu bile duyamayacak kadar dalgın bir şekilde Talha ile kucağındaki bebeği izlemiştim.

 

Kucağındaki ufaklığa dudağındaki tebessümle o kadar güzel bakıyordu ki bir an bebeği kıskanmıştım. Ve o an fark etmiştim Talha'nın eline bir çocuğun ne kadar yakışabileceğini.

 

Benim gibi bebek seven birisine her zaman sempati beslemişimdir. Ondan her ne kadar haz etmesem de bir yandan da hoşuma gidiyordu.

 

Talha konusunda arafta kalmış gibi hissediyordum.

 

___&&___

 

Çağrı ile geçirdiğimiz süre zarfı bittiği için otele geri dönüyordum. Aslında evine gitmem için beni ikna etmeye çalışmıştı fakat zaten işten çıktığında yorgun olmasına rağmen kayalıkların olduğu yere kadar götürmüştüm onu. Evine gidip dinlenmek yerine benimle yeterince vakit kaybetmişti zaten. Şimdi gidip dinlenmesi gerekiyordu.

 

Evi de çok uzaktı zaten.

 

Kıyamam.

 

Yol boyunca sürekli şu üniversite konusunu düşünmüştüm. Aklıma burada kalıp para biriktirmekten başka bir çözüm gelmiyordu. Ya da belki bir bursluluk kazanabilirdim. Tabii bursluluk sınavları geçmediyse.

 

Annemin beni göndermek için bu kadar hevesli olmasını hastalarından ötürü yorgun olmasına bağlarken aslında eve birisini atmak için olduğunu öğrenmek hala çok koyuyordu.

 

Dalgın bir şekilde otelin önüne geldiğimi yeni fark ediyordum. Bulanık gören gözlerimi kırpıştırarak görüntümü netleştirdim. Çok fazla daldığımda gözlerim bir süreden sonra etrafı bulanık görmeye başlıyordu ama bu anlık bir şeydi. Başımı iki yana sallayarak dudağımdaki tebessümle otelin koca döner kanatlı kapısının önünde beklemeye başladım.

 

Bir anda aklıma Çağrı geldi ve beni tüm o kasvetli düşüncelerden sıyırıp çıkardı.

 

İyice deli bir şey olmaya başlamıştım.

 

Döner kapıdan girerek otelin içine girdim. Asansörlerin olduğu tarafa ilerleyecektim ki adımın seslenilmesini duyunca durarak arkama baktım. Gördüğüm kişiyle abartılı bir şekilde göz devirerek tekrar asansörlere doğru gidecektim ki arkamdan bağıran "Ekin bir durur musun!" sesiyle öfleyerek durdum. Arkama dönmediğim için kendisi yanımdan dolaşarak önümde durdu.

 

Ona bakmak yerine otelin her bir noktasını incelemeye başladım. Ellerimi ceplerime sokarak her ne kadar burnumun ucunda olsa da onu görmezden geldim. "Ekin sana bir şey soracağım." bir şey demeden etrafı incelemeye devam ettim. Göz ucuyla kaşlarını çattığı gördüm.

 

"Begüm'ü gördün mü, onunla konuşmam lazım." dediğinde bakışlarımı durdurup bu sefer ona çevirdim. Soran gözlerle onu süzdükten sonra "Neden?" diyerek sordum. O da aynı şekilde beni kısa bir an süzdükten sonra ağırlığını sağ ayağına verdi. Gözlerinde anlayamadığım bir endişe vardı. "Begüm bu aralar biraz değişik." dedi sanki söyleyecek kelimeleri bulamıyormuş gibi.

 

Kaşlarımı çatarak "Ne gibi?" diye sorarak gözümü kırptım. Sıkıntılı bir nefes verip eliyle saçlarını karıştırdı. "Bilmiyorum, aslında bir anda oldu. Aramız çok iyiydi fakat iki gündür ya beni görmezden geliyor ya da dünyadan silinip gitmek isteyeceğim kadar yoğun bir şekilde bakışlarını üzerime dikiyor." kısa bir an soluklandı. "Az önce onunla konuşmak istedim ama bağırıp çağırdı sonra da gitti."

 

Kaşlarımı hayretle kaldırdım. "Nereye?"

 

"Bilmiyorum."

 

"Peki," dedikten sonra yanından çekip gitmek için bir hamle yapmıştım ki "Peki mi?" diye sorarak tek bir adımda tekrar önüme geçti. "Sana o kadar şey anlattım ve senin söyleyeceğin tek şey sadece bir 'Peki' mi?"

 

Hayretle sorduğu soruya karşın sadece omuz silktim. Elinin hala kolumu tuttuğu fark ettiğimde hızla geri çektim. Zaten o kadar gevşek tutmuştu ki bu yüzden hissetmemiş olmalıydım. Buğra sinirle elleriyle yüzünü ovuşturdu. Cidden çok fazla dağılmış görünüyordu.

 

Yeniden çekip gitmek için bir hamlede bulunmuştum ki bir kez daha önüme geçerek buna engel oldu. Sinirle çenemi havaya dikerek ona baktım. "Çekilsene sen de be. Sıktın artık!" sesimin fazla çıktığını etraftaki bize dönen bakışlardan fark etmiştim. Ama Buğra bunu zerre umursamadı.

 

"Onu bulmalıyım." sesi sanki acı çekiyor gibiydi. Acaba iddiayı tam olarak kazanamamış mıydı? Belki de daha büyük bir iddiaya girmişlerdi ve bu sefer bu iddia Begüm'e zarar verirdi. Buna asla izin vermezdim. "Sen ne utanmaz bir adamsın ya, bir daha Begüm'ün adını ağzına bile almayacaksın." dedim tehditkar bir şekilde, işaret parmağımı ona doğru sallandırırken.

 

Şaşkınca bana bakmaya devam etti. Parmağımı indirerek en öfkeli bakışlarımı yüzünde gezindirdim. Aslında boy farkı olarak falan benden çok çok avantajlıydı ama bende de deli cesareti vardı işte. Buğra hafifçe kaşlarını çatarak "Bana neler olduğunu anlatacak mısın? Hem Begüm hem sen. Bir şey yaptım da haberim mi yok benim?" inanamaz bir şekilde yüzüne baktım. Bir şey söyleyemeyecek kadar şaşkındım şu an.

 

Hay anasını satayım ya!

 

Sonunda kendime gelebildiğimde "Sen ne olduğunu çok iyi biliyorsun." dedim tek kaşımı kaldırırken. Buğra stersle baş parmağı ile burnunun ucunu kaşırken boştaki elini beline yerleştirerek bakışlarını biraz etrafta gezindirdi. Ben de bu süre zarfında çatık kaşlarımla onu izliyordum. En son bana döndüğünde kaşları ile arkasını gösterdi. "Bana neler olduğunu anlatacaksın, hadi."

 

Daha bir şey demek için ağzımı bile açamamışken arkasını döndü ve benim birkaç dakika önce girdiğim kapıdan çıktı. Şaşkınca bir arkamda kalan asansörlere bir de tekrar ona baktım. Şaşkınlığımı bir kenara bırakarak onun peşinden döner kanatlı, geniş kapıdan çıktım. Begüm belki canımı okuyacaktı ama onun için bunu yaptığımı bilmeliydi. Buğra'ya benim arkadaşımı ağlatmak ne demekmiş gösterecektim. Şimdiden anlatacaklarım hakkında zihnimden prova yapmaya başlamıştım.

 

Sessizlik içinde geçen birkaç dakikanın sonunda Çağrı'nın çalıştığı Yıldız Kafe'ye gelmiş ve boş bir masaya oturmuştuk. Yanımıza bir garson geldiğini göz ucuyla görmüştüm çünkü sinirli bakışlarım karşımda oturan adam demeye dilimin varmadığı kişinin üzerindeydi.

 

"Hoşgeldiniz efendim," diyen garsonla birlikte düşmanca olan bakışlarımı düzeltip ona döndüm. Garson biraz beni inceledikten sonra gözleri heyecanla açıldı. "Aaa yenge. Seni tanıyamadım kusura bakma. Hoşgeldin. Çağrı abi çıktı yalnız." heyecanla konuşan bu garsona sadece tip bir bakış attım. Bana yenge mi demişti o?

 

Buğra'nın sorgu dolu bakışlarını gördüğümde yerimde dikleşerek boğazımı temizledim. Sahte bir şekilde gülerek tepemde dikilmiş olan garsona baktım. "Hoşgeldim tabii canım. Hoşgeldim, yenge ha? İyiymiş, böyle devam." biri beni sustursun!

 

Garson hala gülüyordu ama gözlerinde bir deliye bakar gibi bir ifade vardı. Merak etme koçum, doğru kişiye bakıyorsun. "Peki, ne istersiniz?" diye sordu biraz zorlukla. Adam şoke oldu tabii. Öyle bir anda patlanır mı? Çocuğun ne günahı var? Az önceki sinirli halimin aksine samimi bir sesle "Ben bir şey almayayım." dedim. Buğra'da beni onaylamak için hiç geç kalmamıştı. Fakat garson -büyük ihtimal artık onunla samimi olacağız- asla diyen gözlerle bize daha doğrusu bana bakmaya başladı.

 

"Aa olmaz. Ben Çağrı abiye yengemi bir şey yedirmeden gönderdim diyemem." dedikten sonra bize konuşma fırsatı tanımadan arkasını dönüp gitti. Çağrı beni bütün kafeye anlatmış olamazdı, değil mi?

 

Umarım anlatmamıştır şayet anlattıysa sabah haberlerine sevgilisini katletti manşetiyle çıkmak istemiyordum. "Tebrik ederim." diyen bir sesle kafamın içinde dönen tüm cinayet yöntemlerini bir kenara bırakarak gerçek dünyaya döndüm. Dalgın dalgın "Ha?" diye dağ ayısı gibi bir çıkış yaptım.

 

Allah'ım bu hallerimi Çağrı öküzünün yanında gösterme.

 

Şüpheli ama garibin ekmeği duadır. Amin.

 

Buğra benim aksime gayet kibar bir şekilde "Sanırım sevgilin var. Tebrik ederim diyorum." dediğinde boş boş kafa salladım. Hay taşıdığın tepsideki çayın içine sinek düşsün Çağrı.

 

Ortamda o kadar ciddiyetsiz bir hava vardı ki Buğra hafif bir öksürükle gözlerini bana dikti. Buraya neden geldiğimizi hatırlayarak kendimi içten içe uyayarak ona odaklanmaya çalıştım. "Direk konuya giriyorum," demişti ki araya yine o garson girdi. Elindeki tebsiden birer bardak soğuk kahve -ki içindeki buzlar kahveden çok- ve ortaya ikramlık makaron, ekler gibi şeyler koymuştu.

 

"Afiyet olsun yenge." dediğinde kederli bir gülümsemeyle ona döndüm. "Sağ ol yengem! Sağ ol koçum. Hadi sen işinin başına dön. Yengen kurban olsun sana!" git koçum, nolur beni daha fazla konuşmaya mecbur bırakma.

 

Neyseki iç sesimi duymuşçasına hızla ortamdan tüydü. Az önceki ifademin aksine gayet sinirli bir şekilde elini bir makarona uzatmış olan Buğra'ya döndüm. Garibim bakışlarımı görünce uzandığı makarondan elini geri çekerek yerinde dikleşti. Milletin lokmasına göz dikmiş gibi olmuştu ama neyse.

 

Zıkkım yesin.

 

"Nerede kalmıştık?" diye sorduğumda asıl konumuza giriş yapmış bulunuyorduk. Buğra sanki daha fazlasını yapabilecekmiş gibi yerinde daha da dikleşti. Kendini sıkıyor gibime gelmişti. "Evet, gelelim asıl konumuza. Şimdi Begüm'deki ve her ne kadar çok konuşmamız olmasa da sendeki bu bana karşı olan nefreti açıkla bakalım."

 

"Aslında dediğim gibi sen çok iyi biliyorsun,"

 

"Sikeyim, yemin ederim bilmiyorum. Söyle artık yoksa siktiğimin beynimdeki dönen senaryoları görsen inan benliğini unutursun!" böyle bir çıkışı beklemiyordum.

 

"Höst ulan, ağır ol. Lafımı bitirtmiyorsun ki! 'Ama bir de benden dinle' diye devam ettirecektim cümlemi." Çağrı'ya öküz dediğim için haksızlık yaptığımı düşünmeye başlamıştım. Bu daha da öküzmüş!

 

"İyi anlat o zaman." dedi bir özür dileme zahmeti bile göstermeyerek. Tek kaşımı kaldırararak ona baktım. Burnundan sesli bir nefes vererek "Lütfen artık anlatır mısın?" diye sordu samimiyetsiz bir kibarlıkla. Kaşımı daha da kaldırdım. Ağzının içinde mırıldandıktan sonra -ki kesin küfretti- "Az önceki çıkışım için özür dilerim ve artık lütfen neler olduğunu anlatır mısın?" diye dişlerini sıkarak bütün kelimeleri özellikle vurguladı.

 

Kaşımı indirerek sevimlice gülümsedim. "Tabii ki." başını sağ tarafa hafifçe burarak "Ya sabır." diye ağzının içinde söylendi. Boğazımı temizleyerek yüzümdeki sevimli ifadeyi yok ettim. "Bak Buğra," diyerek önemli bir sır verecekmişim gibi öne doğru eğildim. O da aynı şekilde bana doğru yaklaştı. Direk koyu kahve gözlerine bakarak "Begüm'ün haberi var." dedim.

 

Kaşlarını hafifçe çatarak "Neyden?" diye sordu.

 

"İddiadan." kaşlarını daha derin bir şekilde çatarken gözlerini sanki dediğim şeyi hatırlamak ister gibi kıstı. Birkaç saniyenin ardından hatırlayamamış olacak ki "Şunu en başından anlat!" diye cırladı.

 

Derin bir nefes aldım. "2 gün önce falan Begüm sana sürpriz yapmak istemiş,"

 

"Ne sürprizi?"

 

"Bi' dinleyecek misin?" sustu neyseki. "Neyse, bu senin odana gelecekmiş. Aklında ne vardı bilmiyorum. Senden habersiz bir şekilde yanına gelmiş işte. Sonra odanın kapısının açık olduğunu görmüş. Aldırmamış, tam içeri girecekmiş ama senin Batıcan'la olan konuşmanı duymuş."

 

Elini havaya kaldırarak aramızda tuttuğunda susmak zorunda kaldım. "Bir dakika," dedi ve gözlerini söylediklerimi kavramak ister gibi kırpıştırdı. Sanırım o günü hatırlamaya çalışıyordu. Boş boş masaya diktiği bakışlarını birkaç saniye sonra bana çevirdi. Gözlerinde aydınlanmış bir ifade vardı. "Tam olarak ne duymuş?

 

Bakışlarındaki ciddiyeti gördüğümde hiç uzatmadan "Bir kısmını, sonra çekip,"

 

"Nereye kadar duymuş?" ben bunu çok pis döverdim yalnız. Lafı ağzıma tıkıp duruyordu. Göz devirmemek için kendimi sıkarken biraz düşündüm. "Senin Batıcan ile bir iddiaya girdiğini ve bu yüzden onunla bir anda samimiyet kurduğunu,"

 

"Sikeyim!" dedi elleri ile yüzünü sıvazlarken.

 

"Yalnız bu 3 oldu." dedim sinirle. Fakat onun beni bir yerlerine taktığı yoktu. Hala sinirle yüzünü ovuşturuyordu. Yüzünü göremediğim için kaşlarımı çatarak alttan ona bakmaya çalıştım. Bir kez daha küfrederek ellerini yüzünden çekti. "Yani artık yeter Buğra. Bak, Begüm benim kardeşim gibidir. Alacağını almışsın bu yüzden artık bırak onun peşini," dedim ve yüzümü buruşturarak "Ayrıca onu önemsiyormuş gibi davranmayı da bırak. Yoksa bu da başka bir iddia mı?" diye şüpheyle kıstığım gözlerimle sordum.

 

Öldürecekmiş gibi bakması normal miydi? "İddia falan yok!" diye patladı bir anda. Bakışlarımı görünce derin bir nefes alarak biraz sakinleşmeyi bekledi. "Yani eskiden vardı."

 

"Uzatma!"

 

"O konuşmanın devamı var Ekin. Evet, Batı ile bir iddiaya girdik ama bu iddia bozuldu."

 

"Nasıl yani?"

 

"Çünkü ben Begüm'e gerçekten aşık oldum!" diye fısıldadı bana doğru. Kaşlarımı çatarak söylediklerinin doğruluğunu tarttım. Yüzünde hiç yalana dair bir ifade yoktu. Oldukça ciddiydi. "Beni etkilemeye çalıştığının hep farkındaydım. Hep benim karşımda saçmalıyordu, yüksek sesli kahkahalar atarak dikkatimi çekmeye çalışıyordu. Sikeyim, sizin yanınızda benim için yaptığı makyajları biliyorum."

 

"Ama ondan etkilenmedim. Benim için sıradan birisiydi. Bilmiyorum, belki de onunla neredeyse bir diyoloğumuzun bile olmaması yüzünden de böyle olabilirdi. Ama şu iddia yüzünden geçirdiğimiz birkaç gün var ya," sesi sonlara doğru çok neşeli çıkmıştı. Çoktan dalıp gitmişti o günlere. Boşluğa dalan gözlerinden anlıyordum bunu. "Begüm şu üç beş günde gözüme ayrı bir güzel göründü. O çocuksu neşesi, bir pamuk şekere bile nasıl sevindiğini gördüm ben."

 

"Begüm pamuk şeker sevmez." dedim dalgınca ve bakışları hayretle bana döndü. "Ama bana çok sevdiğini söyledi." dediğinde göz kırpıştırarak imayla ona baktım. Anlamış olacak ki dudağını gülmemek için dişledi. "Çünkü o şekeri ona sen aldın." diyerek onun söyleyemediğini söyledim.

 

Buğra'nın yüzündeki neşeyi gördüğümde ne kadar ciddi olmaya çalışsam da dudağımda oluşan tebessüme engel olamadım. "Eğer Begüm orada kalıp konuşmanın devamını dinleseydi," derince yutkundu. "Ona gerçek anlamda aşık olduğumu anlardı. Çünkü Batı'ya bu iddianın bozulduğunu ve benim gerçekten Begüm'le bir ilişki istediğimi söylemiştim."

 

"Peki, bu 3 gün ona aşık olmak için yeterli mi?" anlattığı her şeyde dürüst gibiydi ama yine de emin olmam gerekiyordu. Kalbim tüm samimiyetiyle çoktan ona inanmışken beynim bir onay bekliyordu. Dudağındaki tebessümle "Geç kalınmış bir süre bence." dedi ve bu cümle beynimi de ikna etmeye yetti.

 

"Yani onu seviyorsun?"

 

"Seviyorum."

 

"Bak Buğra eğer onu üzerse,"

 

"Asla." 4 oldu 4!

 

Başımı onaylarcasına salladım. "Sana inanıyorum. Ama bunların hepsini aynen Begüm'e de anlatmalısın." yüzündeki gülümseme silinirken dudaklarından sıkıntılı bir nefes verdi. "Ama beni dinlemiyor bile." dedi kederli kederli.

 

Tek kaşımı oldukça egolu bir şekilde kaldırdım. Yerimde dikleşerek kabadayılar gibi dudağıma bir sağ gülüş kondurdum. "Sen o kısmı bana bırak."

 

_____BÖLÜM SONU_____

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

A- abi dbsosnlsnslsnsksndd

 

Çağrı cabbar tüm kafeye Ekin'i anlatmış galiba jsksnsksndmd

 

Garson ile olan diyalogları yazarken karnıma ağrılar girdi.

 

Ee bu mükemmel girişten sonra sorayım. Adettendir. Nasılsınız, nasıl gidiyor?

 

Gitmiyor nisa wattpad yok deyin de bayılayım ndlsmsldkdlememe

 

Sakın ha

 

Hatırlatmayın

 

Neyse bölümü beğendirebildim mi size? Birçok kişinin ağzından okuduk bölümü

 

Katilden de okuduk

 

Ee var mı bir tahmin?

 

O sigarayı elinde söndürdü o içim bir hoş oluyor öyle sahnelerde

 

Ayyyy piskopat

 

Çağrı ile Ekin'de çok tatlı oldu yalnız ha. Ama bu üni için ayrı kalacakları bir gerçek.

 

Talha ile Zeliş peki? Kızımız Talha'ya karşı biraz yumuşadı gibi sanki

 

Dua edin de Talha bir mallık etmesin

 

Neyse bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle ballarım. Kendinize iyi bakın evrene pozitif enerji gönderin bysssssss

 

 

Bölüm : 17.01.2025 18:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...