25. Bölüm

25. Senden Nasıl Vazgeçeceğim?

Nisabzzz6644
nisabzzz6644

Selammmmmmmmmmm canlarım.

 

Yeni bölümümüze hoşgeldiniz ve bir an önce okumak üzere hoşçakalın.

 

Bu bölüm için sabit bir şarkım yok. Bu yüzden sizden alalım şarkıları 👉

 

Dilenci değilim ama bir voteyi çok görmeyin 😝

 

Byssss

 

*****

 

Katilden...

Saatler önce...

 

Birkaç dakikadır dudağımda yer edinen gülümseme ile beraber masanın üzerinde duran viskimden bir yudum aldım. Kristal bardağı geri bırakırken bu sefer de diğer elimde tuttuğum sigaramdan bir nefes çekerek aldığım nefesi geri verdim ve gri dumanın odada özgür kalmasına izin verdim.

 

Gözlerim bir an bile karşımdaki ekrandan ayrılmıyordu. Küçük, karelere bölünmüş ekranın her bir noktasında gezindi bakışlarım. Kapının önü, pencerenin çevresi -ki sadece tek bir pencere vardı- ve küçük harabede görülebilecek her yer.

 

Ama asıl odak noktam ekranın ortasındaydı. Kanepede oturan kişide.

 

Ona bakarken dudağım biraz daha kıvrıldı. Burnumdan alaylı bir nefes verirken sigaramı küllüğe bastım ve bir nefes daha çektim içime. Fakat bu sefer dumanı üflemeden birkaç saniye bekledim. İçimde bir savaş çıkaran duman dışarı çıkmak için ufak ufak burnumdan sızıyordu. Daha fazla zorlamadan gri bulutu sesli bir şekilde dışarı bıraktım. Aynı anda tutan öksürük krizi yüzünden hala yarı dolu olan viskiden büyük bir yudum aldım.

 

Gülerken bardağı elimde tutarak anlamsızca iki yana salladım. "Az kalsın ölüyorduk," diye mırıldandım ağzımın içinde. Tekrar gülerken ekrana baktım ve her şeyin pürüzsüz bir şekilde olduğunu gördüm. Keyfim yerine gelirken laptopun hemen yanında duran telefonuma kaydı bakışlarım. Yanıp sönen mavi noktaya baktığımda keyfim iki katına çıktı. Kulübeye çok yaklaşmışlardı.

 

yaklaşmışlardı, diyorum çünkü bir misafirim daha vardı. Halbuki ona ondan uzak durmasını çok fazla söylemiştim. Onu uyarmadığımı söyleyemezdi. Eğer ondan ayrılmazsa öldürürüm demiştim. Direkt söylememiş olsamda dolaylı yollardan bir bebek zekasında olan birisinin bile anlayacağı bir şekilde niyetimi belli etmiştim. Ama o inatla sevgilisinden ayrılmıyordu. Bu kadar mı önemsemiyordu onu?

 

Ekin Ertekin beni bir yüzüyle daha tanıştırmıştı. Her adımını biliyordum aslında. Kimin yanında nasıl olduğunu mesela. Arkadaşlarının yanındaki yüzünü veya zorla birlikte olduğu yamaç paraşütünün yanındaki yüzünü. Onu ezbere bilmeme rağmen tanıştığım bu yüz beni epey şaşırtmıştı.

 

Bencildi.

 

Sırf Çağrı onun yanında olsun diye ona ne olacağını umursamıyordu. Ne zannediyordu? Benim sözlerimin boşa çıkacağını mı? Çok sevdiğim bir söz vardı, laf ağızdan bir kere çıkar, diye. Benim ağzımdan laf birden fazla kez çıkmıştı ama o kendi mutluluğundan başka bir şey düşünmediği için beni ciddiye almıyordu.

 

Ciddiye almadığı için de kendisine bir şey yapmayacağımı düşünüyordu. Doğru bir düşünceydi çünkü ona zarar vermezdim. Zaten ona zarar verenleri ortadan kaldırmamış mıydım? Tolga onu rahatsız etmişti. O istememesine rağmen ona dokunmuştu. Bu yüzden artık bir eli yoktu, pislik akan gözlerini onun vücudunda gezdirerek onu da kirletmeye çalışmıştı. Bu yüzden artık dünyaya kördü. Ve en önemlisi o siktiğimin ses telleriyle ona hitap etmişti. Bu yüzden artık kendini ifade edemezdi.

 

Amacım onu öldürmek değil, sadece bu uzuvları olmadan bir yaşam sürmesini sağlamaktı. Fakat fiziksel acıya bir halt etmeyen vücudu fazla dayanamamış, içindeki ruhun kendisini terk etmesine neden olmuştu. Üzülmüş müydüm? Asla. Sevinmiş miydim? Belki. Hak etmiş miydi? Kesinlikle.

 

Benim dünyaya adalet dağıtmak gibi bir amacım yoktu. Kendini kahraman sanarak habere çıkan bunaklar umrumda değildi. Dünya kimsenin düzeltemeyeceği kadar karanlık bir yerdi. Aslında o kötüleri öldüren kahramanlar bunlarla uğraşmak yerine kendilerini düzeltmeliydi. Ne de olsa birisini öldürmeye meyilli olan alt yapıları pek masum değildi. Ne yani, öldürdükleri kişilerin kanları üzerlerinde değil miydi? Onlarda artık bir kötü değil miydi?

 

Dünyada adalet diye bir şey yoktu. Hiç olmamıştı ve zannımca gelecekte de olmayacaktı. Adalet sınıf farkına dayanıyordu. Paran varsa müebbet bile alsan o bok çukurundan çıkardın. Ama elinde hiçbir şey olmayıp sadece yüreğinin temizliği ile adalet bekliyorsan daha çok beklerdin.

 

Burada edebiyat kesecek değildim. Zaten hiç sevmezdim. Sadece bu dünyanın gerçeklerini insanoğlunun yüzüne vurmayı seviyordum. Çünkü fiziksel acıdan çok gerçeklerin oluşturduğu psikolojik acı kanatırdı insanı. Ve insanoğlu acı çekmeyi hak ediyordu.

 

Tüm sigaranın küllüğe döküldüğünü görünce huysuz bir şekilde ağzımın içinde homurdandım. Aklımda bir girdap oluşturan düşünceler beni gerçeklikten soyutlamıştı. Tamamen biten izmariti yine de küllüğe bastım ve içkimden bir yudum aldım. Boğazımı yakan kekremsi tatla yüzümü ekşiterek bardağı masaya geri bıraktım.

 

Gözlerim kulübeyi sarmalayan görüntülere kaydığında bir sorun olmadığını gördüm. Kurban, kaderinin son demliğinde olduğunu bilmeden rahat rahat uyuyordu. Sorun değildi, zaten birkaç dakika sonra bir daha uyanmak zorunda kalmayacaktı.

 

Telefonumu elime alarak bulundukları konuma baktım. Mavi ışığın artık ilerlemediğini fark ettiğimde kaşlarımı çatarak yerimde doğruldum. Bakışlarım bilgisayara dönerken sol altta bulunan küçük kareye baktım. Kapının dışını ve çevresini net bir şekilde gösteriyordu. Gözlerimi kısıp etrafı taradığımda onları gördüm. Yüzlerindeki aptal zafer gülüşüne kadar.

 

Aynı gülüşü dudağıma yerleştirerek koltukta rahat bir şekilde geriye yaslandım. Saate baktım. Onlara tanıdığım sürenin dolmasına tam iki dakika vardı. Aslına bakarsanız sevgilimi kendim karşılayacaktım. Yani en azından planım bu yöndeydi. Belki yüzümü göremeyecekti ama asıl olması gereken kişiyle tanışmış olacaktı. Fakat her şey polislere haber vermesiyle altüst olmuştu.

 

Belki onlara ve yanındaki elemana haber vermeyip kendisi buraya gelseydi bir can bu dünyadan göçüp gitmeyecekti. Yamaç'ı öldürmek planımda hiç olmamıştı zaten. Yediği dayak onu komalık etmek için yeterliydi. Ama polislere haber verip beni aptal yerine koyarak büyük bir hata yapmıştı.

 

Bu hatanın bedelini başka birisi ödeyecekti.

 

Ama onun boynuna asıl takılan günah geride kalanların acısı olacaktı. Bir can saniyelik bir acıyla yitip gidecekti ama arkasında kalanların acısı yüreklerine sığmayacaktı.

 

Ve bunun tek sorumlusu o ve onun bencilliğiydi.

 

Polislerden nereden haberin oldu, diye soracaksınız, biliyorum. Sonuçta herkes bir şeyler öğrenmek ister. Soru soran insan zeki olur. Öğrenmeye açtır. Ama soru sormayarak içinde merak duygusu yeşermeyen insanlar kainattaki en aptal kişilerdir.

 

Şu an konumunun yerini bilmemde telefonuna yüklediğim virüsün etkisi vardı. Çok güçlü bir yazılım olduğu için fark edilmesi ve cihazdan silinmesi imkansızdı. Ama istersem virüsü görünür hale getirebilirdim. Onlar da silerek veya sildiklerini düşünerek rahatlarlardı. Ama bu visürün girdiğinde çıkmamak gibi bir huyu vardı.

 

Bu konuda fantezi hayatımdan örnek almış olabilirim.

 

Telefonunda yaptığı her hareketten haberim oluyordu. Tıpkı polisleri kendi telefonundan araması gibi. Bunun için şükredeceğimi düşünmezdim ama şükürler olsun ki polisleri başka bir yerden aramamıştı.

 

Bu hareketinden sonra kulübede daha fazla oyalanmayarak çıkmıştım. Ama arkamdan bir sürpriz bırakmayı da ihmal etmemiştim. Silahlı bir düzenek kurmuştum kapının yanına. Yerde yatan Yamaç'ın bedenini koltuğa taşımak açıkçası beni biraz zorlamıştı. Silah normal bir silah değildi. Zaman ayarlıydı, yani tetiğe kendisi basıyordu. Özel üretim bir silahtı zira yurt dışında üretiliyordu. Dünyanın kendisinde adalet olmadığı için kendi içimde de bulundurmaya zahmet etmedim ve silahın patlama süresini normalden birkaç saniye öncesine aldım.

 

Böylece onlar muhtemelen kulübenin civarlarındayken silah sesi kulaklarına konuk olacaktı. Yamaç denen it de her ne kadar kafa olmasa da fiziksel anlamdaki kafasını tam namlunun önüne denk gelecek şekilde yerleştirmiştim. Vücudunun öne düşme ihtimali yoktu zira bedeni koltuğa bağlıydı.

 

Böyle de dahi bir insandım işte.

 

Bir kez daha saate baktım. 1 dakika 41 saniye vardı. İçime yerleşen keyifle konumdan çıktım ve 10 dakika öncesinde kalan sohbete tıkladım. Tebrikler, yetiştin sevgilim, diye yazdığım mesajı gönderdim. Özellikle sevgilim demiştim ki yanındaki eleman gerçeği anlasın. Özellikle tekil şahıs eki kullanmıştım ki Çağrı'dan haberim olmadığını düşünsünler.

 

Mesajın okunmasının ardından asıl konuya gelerek ama kurallar bozulmak içindir, yazdım ve gönderdim. Sonuçta onlar da kuralları bozmuşlardı. Buradaki tek günahkar ben değildim.

 

Onlar mesajı algılasıya kadar silahın patlayacağı gerçeği ile keyfim iyice yerine geldi. Bu haksızlık, diyecek olursanız eğer, haklısınız. Ama sizin kafanızdaki mahkeme beni ilgilendirmiyor.

 

Keyifle tavana diktiğim bakışlarımı bilgisayara çevirdiğimde gördüğüm görüntü ile dudağımdaki gülümseme bıçak değmiş gibi kesildi. "Siktir!" diye ağzımın içinde dehşetle mırıldandım. Şaşkınlıktan aralanmış dudaklarım ile ekrana biraz daha yaklaşırken gözlerim kocaman açıldı. "Siktir, siktir, siktir."

 

Yamaç uyanıyordu ve silahın patlamasına daha 1 dakika 23 saniye vardı. Lanet olsun ki silah kurulan süre dolmadan patlamazdı. Yamaç huysuz mırıltılar çıkarırken elini kaldırıp başını tuttu. Yine lanet olsun ki sabit durması için sadece belini bağlamıştım. Elleri buna dahil değildi. "Hayır, hayır," derken stresle bacağımı sallayarak ölüm sessizliğini tıkırtılarla bölüyordum.

 

Korktuğum şeyi yaptı ve neler olduğunun farkına vararak vücuduna dolanmış ipi çözmeye çalıştı. Saate baktım. 29 saniye. İmkansızdı. Silahın namlusu hala onu işaret ediyordu. Süre azdı ve kurtulamazdı.

 

Kurtulmamalıydı. Kurtulamazdı.

 

İpi gevşetirken canı acımış olacak ki inledi. Son 21 saniye.

 

"Hadi, hadi," derken kalbim ağzımda atıyordu. Başı hala dikti. Yani vurulma ihtimali yüksekti. Ölüm yakasındaydı ve o bunu bilmiyordu.

 

Son 17 saniye.

 

Bakışları kayıyordu ama o inatla ipi çözmeye uğraşıyordu. Ama bir yerden sonra hareketleri ağırlaşmıştı. İpin üzerinde gezinen elleri yavaşlamaya başlıyordu. Yediği dayak vücut direncini sıfırlamış olmalıydı.

 

Son 10 saniye.

 

Ve o an gelmişti. Artık ölüm hiç olmadığı kadar yakınındaydı. Kafası öne düşmüştü ki,

 

Bir şey oldu.

 

Son 7 saniye.

 

İpi yeterince gevşetmiş olacak ki öne doğru düşen bedeni ile ip çözülerek koltukta kalmıştı. Ve onun vücudu soğuk zeminle buluşmuştu.

 

"Lanet olsun!" diye bağırdığım sesime ekrandan yükselen silah sesi karıştı. Süre bitmişti. Ama kurşun boş duvara isabet etmişti.

 

Yerimden bir hışım kalkarken sinirle önümdeki laptopu yere çarptım. Paramparça olasıya kadar da zemine vurmaya devam ettim. Titreyen ellerimi tanınmaz haldeki hurdadan çekerek odada volta atmaya başladım. Derin derin nefesler solurken aslında nefes alamıyor gibiydim. "Hata yaptım, hata yaptım." diye söyleniyordum ağzımın içinde. Hata yapmıştım. O ipi yeterince bağlamayarak hata yapmıştım.

 

Ellerimle sert bir şekilde yüzümü ovuşturdum. Yetmedi, saçlarımın arasına daldırdım. Ne zaman stres olduğumda yaptığım gibi kollarımı kaşımaya başladım. Bir anda ortalık fazla sıcaklamıştı ama ben tüm bunlara rağmen aynı cümleyi mırıldanıyordum. "Hata yaptım, hata yaptım,"

 

Hata yapmıştım ve hiçbir hata cezasız kalmamalıydı.

 

Hışımla arkamı döndüğümde masanın üzerindeki içki dolu bardağa uzandım. Bardağı elime alıp aynı anda hızla yere çarptığımda camın kırılma sesi doldu kulaklarıma. Eş zamanlı olarak her yeri içindeki sıvı ıslatmıştı. Bir saniye beklemeden yerden gözüme kestirdiğim en büyük cam parçasını kavradım.

 

Bir an bile düşünmedim ve elimdeki cam parçasını koluma sapladım.

 

Sadece esen rüzgarın uğultusuna konuk olan ormanda benim güçlü haykırışım da konuk oldu. Kolumda hissettiğim acının bir tarifi yoktu. Ama zamanla geçecekti, biliyordum. Şimdi üzerinde hissettiğim sızı sonrasında yok olacaktı. Çünkü fiziksel acı geçiciydi.

 

Oluk oluk akan kan altımdaki ahşabı ıslatırken rahatladığımı hissettim. "Hata yaptım ama geçti," diye mırıldanırken kolumdaki acıyı unutmuş gibiydim. Uyuşmuştu biraz ama sorun değildi. Kan kaybından ölebilirdim ama bu da sorun değildi.

 

Önemli olan yapılan hatanın cezasız kalmamasıydı. Ve benim adalet anlayışım tam olarak buydu.

 

___&&___

 

Çağrı'nın altındaki canavardan çıkan ses gittikçe boğuk bir hal alırken derin bir nefes alarak dudağımdaki silinmeyen tebessümle arkamı döndüm ve koca otele doğru adımladım. Kanatlı, döner kapının önünde bekledim birkaç saniye. İki kanadın arasında kalan boşluk önüme denk geldiğinde hızla içine girdim.

 

Çağrı beni öptükten sonra sersemliğimden faydalanarak dudaklarını bir süre yüzümden çekmemişti. Burnumdan, çenemden hatta gözlerimin üzerini bile öpmüştü. Hale bak! Sanki kırk yıllık hasret çekiyor. Ama inkar edemezdim, bu hoşuma gitmiyor değildi yani şimdi. Evlenince ne bok yiyeceksin acaba? Diye iç ses kendini konuşturdu.

 

Adam bir öptü diye evlilik düşünüyoruz, hale bak!

 

Birden aklıma Talha'nın kulağıma fısıldadığı sözler geldi. "Çağrı abim biraz çapkındır. Beş benim tahminim o da en iyi ihtimal."

 

Aklıma akın eden düşünceleri odanın kapısının önüne geldiğimde bir kenara bıraktım. Begüm direkt kendi odama gelmemi söylemişti. Büyük ihtimalle Buğra ile odada güzel şeyler olmuştu ve bunları anlatmak içindi bu toplantı. Oda kartım Buğra'da olduğu için Zeliş'in içeride olmasını umarak yumruk yaptığım elimi kapıya iki kez vurdum ve uzun koridorda tok bir sesin yankılanmasına neden oldum.

 

Yalnızca birkaç saniye sonra pijamalarıyla kelebeğim açtı kapıyı. Bakır rengi saçlarını iki yanından örerek omuzlarına atmıştı. Yüzünde sıfır makyaj vardı ve badem gözleriyle çipil çipil bana bakıyordu. "Hoş geldin," derken kocaman gülümsemişti. Üzerindeki saçlarıyla uyumlu turuncu pijama takımına şaşkınca bakarak içeri girdim. Aynı anda arkamdan kapıyı kapattı.

 

"Hoş buldum, hoş buldum da." derken şaşkın bakışlarımı üzerinde gezindirmeye devam ettim. "Sen hayırdır? Tavuklar gibi erken yatmaya mı karar verdin?" diye sorduğumda gözlerini devirdi ama dudaklarından kayıp giden kıkırtılara engel olamadı.

 

"Yok, Begüm," diyordu ki iti an çomağı hazırla deyimini gerçekleştirerek içeriden ismimi haykıran Begüm'ün sesi geldi. Arkadaşıma it dediğim için pişman değildim tabii.

 

"Gel kız gel," diye bağıran sese doğru adımladım. Tamamen içeri girdiğimde Begüm ve Deniz'in de pijamalarıyla oturduklarını gördüm. Daha doğrusu Deniz benim yatağımda bağdaş kurmuş, oturuyor; Begüm ise elindeki cips paketinden kaseye cipsleri boşaltıyordu.

 

Herkesin pijamasıyla olmasının nedenini çoktan anlamış bulunuyordum fakat şaşkın bakışlarımın asıl odağı yatağımın üzerindeki bedendi. Begüm pembe, şortlu bir takım gitmişti. Deniz ise mavi, gömlekli bir takım gitmişti. Ama hayır, sorun bu değildi. Takımın üstü olan gömlekte ve altındaki eşofmanda beyaz bulutlar vardı. Bulutların gözleri ince bir çizgiden ibaretken uyur gibi kapalıydı. Yanlarında ise üç tane z harfi uçuşuyordu.

 

"Sakın," diye adeta sıktığı dişleri arasından tıslayan Deniz'in yüzüne çevirdim bakışlarımı. Sinirden kızarmıştı ve gözleri tehditkar bir şekilde bana bakıyordu. "Gülme!" diyerek cümlesini tamamladı. Ama böyle söylenince gülesim yokken bile gülmek geliyordu içimden.

 

Dudaklarımı birbirine bastırarak ağzımın içine yuvarladım. Ellerimi teslim olur gibi havaya kaldırarak ateş saçan gözlerine baktım. "Niye gülsün ki?" diye tiz sesi ile konuştu Begüm. Bardaklara meyve suyu dolduruyordu. "Bence çok güzel oldu." derken gülücük saçarak Deniz'e döndü. Fakat karşılaştığı bakışlar daha farklıydı.

 

"Ve," dediğinde işaret parmağını söz almak isteyen bir öğrenci gibi havaya kaldırdı. Deniz kurulacak cümleyi anlamış gibi uyarır tonda kaşlarını havaya kaldırdı. Begüm ise onu zerre umursamayarak yüzünü Deniz'in yüzüne iyice yaklaştırdı. "Çok sevimli oldun."

 

Deniz'in şu hayatta kendisine hitap edilmesinden en nefret ettiği cümleler şunlardı; tatlı olmuşsun, sevimli olmuşsun, şeker olmuşsun, minnoş olmuşsun, kuzum, şekerim, tatlım, balım, canım, kanım...

 

Deniz kahve gözlerini bir tur attırarak devirdi. "Deme işte şunu." derken sesi daha çok bıkkın çıkmıştı. Begüm omuz silkerek atıştırmalıkları koyduğu masaya döndü. Oturma kısmındaki orta sehpayı çekmişti iki yatağın ortasına. Bakışları hala ayakta dikilen bana döndüğünde eee der gibi bana baktı. "Sen niye hala buradasın?"

 

"Haklısın, kendi odamda ne işim var acaba benim?" diye alayla sordum. Gözlerini devirerek tekrar bana döndü. "Git sen de pijamalarını giy." deyince tam itiraz etmek için dudaklarımı aralamıştım ki Deniz'e bile bu takımı giydirdiyse bana neler yapardı tahmin edemeyeceğim için açtığım ağzımı geri kapattım.

 

Hala omzumda olan çantamı rastgele bir yere fırlattım. Gardırobumdan rastgele bir takım alarak banyoya girdim. Aslında yanlarında giyinebilirdim fakat cebimdeki telefonun titrediğini hissetmiştim. Kapıyı arkamdan örterken hızla telefonumu elime aldım.

 

Benimkisi mesaj atmıştı.

 

Öküz herif: Eve vardım ben ama vardığım için heyecanlanacağım biri yok yanımda 😭😭

 

Siz: Talha duymasın bu dediğini

 

*Öküz herif kişisi bir fotoğraf gönderdi*

 

Fotoğrafa tıkladığımda kanepede boylu boyunca uzanmış bir Talha ile karşılaştım. Üç kişilik koltuğa öyle bir serilmişti ki yer kalmamıştı. Ayaklarının birinde siyah, diğerinde beyaz bir çorap vardı. Kısa bir şort giymişti altına. Üstünde ise salaş bir tişört vardı. Fakat göze en çok çarpan detay kafasındaki baxterdı.

 

Koca bir kahkaha atmaktan zor alıkoydum kendimi.

 

Siz: WPDNŞSNDŞDNDLD

 

Öküz herif: Duysun ya, duysun da kendine çeki düzen versin.

 

Öküz herif: Kafasına külot geçirmiş ya!

 

Siz: Yorum yok 🤭

 

Öküz herif: Yalnız ben seni özledim 😿

 

Siz: Olum 10 dakika olduysa oldu

 

Siz: Hangi ara özlemiş olabilirsin?

 

Siz: (Senin için ? koydum 😘😘😘)

 

Öküz herif: Öyle deme,

 

Öküz herif: Ben seni yanımdayken bile özlüyorum,

 

Siz: Yaaaa 💞

 

Öküz herif: Tabii

 

Öküz herif: Bu arada,

 

Öküz herif: Yamaç'ı ameliyata almışlar.

 

Öküz herif: Durumu kritikmiş.

 

Öküz herif: Bir araba dayak atmış herif,

 

Öküz herif: Bir de yarın Yamaç'ı ziyaret ettikten sonra karakola gidelim.

 

Öküz herif: Gördüğüm o mekanizmayı soracam polislere.

 

Öküz herif: Bir de koltuğun üstünde ip gibi bir şey vardı,

 

Öküz herif: Olanları anlatmamız lazım.

 

Siz: Yamaç'ın ameliyatta olduğunu nereden biliyorsun

 

Siz: Ayrıca hayatımda ilk defa birisi ile mesajlaşırken bu kadar noktalı cümle gördüm.

 

Öküz herif: cfcfcfcfcfcfcfcfcfcf

 

Öküz herif: Annemin çalıştığı hastanede. Anneme rica ettim onunla özellikle ilgilenecek.

 

Siz: Sen dünyanın en iyi sevgilisi olabilir misin acabasındı?

 

Öküz herif: Muhtemel 😊

 

Siz: Neyse benim gitmem lazım. Kızlarla oturacağız biraz. Dedikodu falan

 

Öküz herif: Beni şu donsuzla yalnız mı bırakıyorsun🥺

 

Siz: DBSPSNPSDLSLSDMDLD

 

Siz: Akşam konuşuruz aşkım bay ❤❤❤

 

Hızla ekranı kapatarak telefonu bir kenara bıraktım. Zaten aşkım yazarken otuz kere silip silip yazmıştım. Bir de üzerine şımarırsa sevimli kız hallerim mahalle kabadayısına dönüşebilirdi. Üzerimdeki şort ve gömlekten kurtularak sarı pijamalarımı üzerime geçirdim. Küçükken bu halimin aksine sarışın olduğum için üst komşumuz Saniye teyze bana sarı civciv diye seslenirdi.

 

Ayağımdaki çoraplardan da kurtulduktan sonra salınık saçlarımı bileğimdeki tokayla dağınık bir topuz yaptım. Yüzümdeki makyajı çıkarırken göz kısmına dokunmadım. Zaten abartılı olmadığı için fazla göze çarpmıyordu. Tam yerdeki kıyafetlerimi top haline getirip kucağıma almıştım ki aklıma gelen düşünceyle elimi telefonuma doğru uzattım.

 

Orta büyüklükteki aynaya doğrulttuğumda art arda fotoğraflarımı çektim. Birisinde kıyafetler elimdeydi, diğerinde yere atmıştım. Çekildiğim ondan fazla fotoğrafın ardından banyodan çıktım. "Biz de deliğe düştüğünü zannetmiştik. Bakmaya geliyorduk," diyen Begüm'ün sesi ben daha kapıyı kapatamadan geldi kulağıma.

 

Gözlerimi devirirken elimdekileri bir köşeye bıraktım. Begüm Deniz'in yanında yerini alırken Zeliş'de benim için yer ayırmıştı. Hızla yatağa otururken bacaklarımı kendime çekerek bağdaş kurdum. Deniz bıkkın, Zeliş utangaç, Begüm ise neşe saçan bakışlarını etrafta gezdiriyordu. "Evet, herkes tamamsa bu önemli buluşmanın neden olduğunu açıklıyorum," Begüm'ün ellerini birbirine çırparak, heyecanla söylediği sözlere karşılık Deniz gözlerini devirdi.

 

"Kabile toplantısı sanki," diye söylenirken Begüm onu umursamadı. Bakışları ben ile Zeliş arasında mekik dokurken gözlerini kıstı. "Öncelikle aramızda bir hain var." gözleri direkt beni bulurken kim olduğunu söylemesine gerek kalmamıştı. Herkesin bakışları onun yüzünden beni bulurken uzanıp ortadaki cipslerden birini ağzıma attım.

 

"Ne haini?" diye masumca sorusunu ilk Zeliş sordu. Begüm hala kısık olan gözleriyle işaret parmağını kaldırdı ve beni işaret etti. Sanırsın cinayet işledik amına koyayım. "Beni Buğra ile odaya kilitledi." dediğinde kimse şaşırmamıştı. "Evet, o yüzden odada değildim ben." diyerek ilk itiraf Zeliş'ten geldi. "Bana da söylemişti. Sen gitmeseydin ben götürecektim seni." diyerek Deniz onu takip etti.

 

Begüm hayatının ihanetini yemiş gibi bize baktı. "Arkadaş dediklerimize bak hele! Ben daha ölmemişken üzerime toprak atmış, bir de helvayı kavurmuşlar!" yükselişi kimsede bir etki yaratmadı. Zeliş ortama yabancı olduğu için biraz utanıyordu ama ilerleyen zamanlarda alışırdı. Zaten Begüm onu kovmadıysa yanımızda olması sorun değildi.

 

"Neyse," diyerek az önce hiç bağırmamış gibi desibelini düşürdü Begüm. Ellerini önünde şap diye birleştirip, biraz öne doğru eğildiğinde dedikodu moduna geçmiş bulunuyordu. Benden başka cips yiyen olmadığını fark ederek kaseyi kucağıma aldım.

 

İddia konusunu buradaki herkes bildiği için o kısma değinmedi. "Şimdi Ekin beni odaya bırakıp gittikten sonra kapıdan bir ses geldi. Ekin zannettiğim için bir de beni çok fazla sinirlendirdiği için elime gelen ilk şeyi aldım ve kapıya doğru kaldırdım." durarak derin bir nefes aldı. "Küllüğü almışım." diyerek gözlerini kaçırdığında neredeyse cips boğazımda kalıyordu. Her odada vardı bu küllüklerden. Tabii ne ben ne Zeliş sigara içtiği için kullanmıyorduk.

 

Kocaman açtığım gözlerle ona baktım. "Yani o kapıdan ben girseydim Hakk'a kavuşuyordum, öyle mi?" yazıklar olsun sana verdiğim emeklere be Begüm. Ben senin için odamdan oluyorum, senin işleri hızlandırıyorum, sen benim kafamı yaracaksın. Gerçekten yazıklar olsun! "E attın mı küllüğü çocuğun kafasına?" Zeliş herkesin aklından geçen soruya tercüman olmuştu.

 

Begüm gözlerini kaçırdığında yediğim cips boğazıma takıldı. Öksürmeye başladığımda Zeliş sırtıma vuruyordu. Ama şaşkın bakışları Begüm'deydi. Bir süre herkes benim hayata dönememi bekledi ve üçümüz aynı anda "Begüm!" diye onu uyardık. Deniz bile olayı merak etmişti. Begüm sıkıntıyla ofladıktan sonra "Aslında atmayacaktım. Yani sadece geleni sen sandığım için seni korkutacaktım. Ama bir an karşımda Buğra'yı görünce panikledim,"

 

Tekrar sessizleştiğinde yine üçümüz aynı anda "Eee?" diye devam etmesi adına bağırdık. Bakışlarını kaçırmaya devam ederken omuzlarını silkti. "Küllüğü fırlattım ama refleksen eğildiği için kül tabağı arkasına giderek koridora düşüp kırıldı."

 

Ortam bir anda sessizleşti. Herkes -Begüm dışında herkes- olayı algılamaya çalışıyordu. Birkaç dakikalık sessizliğin ardından ilk gülen ben oldum. Beni Zeliş takip etti. Hatta Deniz'de. Yarım saat süren kahkahanın ardından -Yarım saat sadece ben gülmüştüm- tekrar sessizleştik. Zeliş "Garip," diye söylendi ağzının içinde. Ses tonu nedense farklı bir konuya garip dediğini gösteriyordu. Bunu sonra sorgulayacaktım.

 

Zeliş uzanıp elimdeki kaseye elini daldırdığında ince parmakları cips yerine tabağın dibi ile buluşmuştu. Saçları ile aynı renk kaşlarını çatarak bana baktığında masumca gülümseyip omuz silktim.

 

Hep derdim cips aşıkları içinde bir ben, iki Talha'ydı. O yüzden Zeliş bunlara alışacaktı.

 

Neyseki canım kardeşim Begüm tek kaselik cipsle sınırlı kalmamıştı. Zeliş uzanarak ortadan başka bir kaseye yöneldi ve içinden bir cips alarak ağzına attı. "Sonra şaşırdı tabii. Bir iki dakika boş boş bakıştık. Sonra ben bağırdım çağırdım. E o kadar yalanmış her şey sinirlenmem normal." dedikten sonra salak salak sırıtmaya başladı. "Ay kızlar bir kapı kapatışı vardı. Görmeniz lazım. Böyle bana doğru adımlıyor ağır ağır, üfff." derken yandı buralar Fuat Abi! der gibi bir havası vardı.

 

Deniz kusar gibi yaparken Zeliş erimişti çoktan. Ben ise çok ayrı kafadaydım. "Kamera takacaktım işte ya!" kendi kendime kızarken ellerimi tüh der gibi birbirine vurdum.

 

Begüm ise anlatmaya devam etti. "Ben onu kovmaya çalıştım ama gitmedi tabii. Böyle yüzüme doğru "Begüm lütfen bir dinle artık beni, deyişi var." Begüm yataktan eriyip gidecek gibi dururken Deniz kafasına bir tane patlatarak onu kendine getirdi. "Öyle işte."

 

Konu bitiş hızı: 1, ışık hızı: 0

 

"Barıştınız yani?" diye onaylatmak isteyerek sordum. Dudağını ısırarak başını aşağı yukarı salladı. "Dahası," derken etrafa kaçamak bakışlar atıyordu. "Sevgili olduk."

 

Deniz ses etmezken, Zeliş eriyerek "Yaaa," demeye başlamıştı. Ben ise Zeliş'in dalgınlığından istifade ederek avucunda tuttuğu cipsleri gömüyordum.

 

"Geçmiş olsun artık." dediğimde bakışlar bana dönmüştü. Ama ben çoktan alacağımı alarak doğrulmuştum. "Yani yıllardır uğraşıyorsun. Helal sana!" diye coştum. Hatta yerimde duramayarak kollarımı boynuna doladım. Art arda Deniz ve Zeliş'te tebrik etmişti onu.

 

Ortama bir anda ölüm sessizliği çökerken Begüm ve Zeliş bir şeyler konuşuyor, Deniz ise telefonuyla ilgileniyordu. Ben ise tüm cipsleri bitirmemişim gibi kurabiye tabağına damlamıştım.

 

Çağrı sevgilime 150 kilo olsam beni yine sever miydin? Sorusunu gerçeğe dönüştürmek üzereydim. Zira bu hızla rekora koşacaktım.

 

Ama şu an için zayıftım. Tesellim buydu.

 

Ben de Deniz gibi telefonu elime aldım ve 1 saat kadar önce çekildiğim pijamalı ayna pozlarımı sevgilime gönderdim. Öküz herif, yazısı çok kaba kaçtığı için değiştirmiştim. Anında çevrimiçi oldu ve aynı anda yazıyora dönüştü.

 

Öküz Sevgilim: Civciv misin sen?

 

Siz: He aynen azıcık ufak at da yiyeyim

 

Öküz Sevgilim: Beni de yiyebilirsin 🤭

 

Öküz Sevgilim: Ben de biraz civciv yerim 🐣

 

Siz: Bok ye

 

Begüm'ün sesiyle telefonu kapattım ama seslenmeseydi de kapatacaktım. Beyimiz fesat çıktı dostlar yetişin! Bu ilişkide birisinin libidosu tavan olacaksa o kişi ben olmalıyım! Başımı kaldırıp Begüm'e baktığımda o da bana bakıyordu. "Sahi, sen beni odaya kapattıktan sonra nereye gittin?"

 

Deniz'in bakışları telefondan kalkarak bana dönünce hafifçe yutkundum. Tabii ki hiç peşimde bir tane sapık vardı, o Yamaç'ı dövdü sonra dağa kaçırdı, biz de Çağrı ile onu kurtarmaya gittik. Sonra polisler falan geldi, Yamaç hastaneye gitti. Biz de karakola gittik diyemedim. Onun yerine "Çağrı'ylaydım." dedim. Yalan mıydı? Değildi.

 

Begüm imalı imalı gülerken detaylara girmek için hazırlık yaptığını anladım. Fakat Deniz'in sorduğu soru Begüm'ü sollarken herkesi şaşkına çevirmişti. "Ne yaptınız?"

 

Kaşlarım çatılırken bu soruyu onun sormasının şaşkınlığını yaşıyordum. "Kulübe gittik bir tane. Müzik falan dinledik." dediğimde şüpheli bakışlarım onun üzerindeydi. Normalde Begüm'ün sorması gereken soruları onun sorması garipti. "Akşama kadar mı?"

 

"Hayırdır Deniz, neden bu kadar merak ettin?" Omuz silkerken umursamaz bir ifade kuşanmaya çalıştı. İnatla sürdürdüğümüz göz temasını başını telefonuna eğerek böldü. "Öylesine."

 

Ona inanmadım ama daha fazla sorgulamadan konuyu kapattım.

 

___&&___

 

Akşam kızlarla koyu bir sohbete dalmıştık ve farkında olmadan gece 2'ye kadar oturmuştuk. Begüm enerjisini korurken Deniz uykusunun geldiğini söylediği için odalarına gitmişlerdi. Gitmelerinin ardından ne Zeliş ne ben ortalıktaki dağınıklığı toplamıştık.

 

Akşam biraz abartıp yastık savaşı yapmış olabilirdik. Sonra biraz Talha'yı çekiştirdik. Tabii kızlar onu tanımadığı için ilk önce onu tanıtmak zorunda kalmıştım. Zeliş manava verilecek kadar kızardığında ise biz deli gibi gülüyorduk.

 

Fake hesap açıp birilerini trollemiştik. En son aradığımız kişi bizi polise vermekle tehdit edince telefonu yüzüne kapatmış bir de üstüne çocuğu engellemiştik. Göt korkusuyla oturduğumuz yarım saat ise sessizlik içinde geçmişti.

 

Gecenin ikisinde yatmama rağmen yine sabahın altısında gözlerimi açmıştım. Tekrar uyumayı denemiştim ama yatakta dönüp durduğum yarım saat kocaman bir hiçti. Zeliş'e değinmiyordum bile. Tavuk gibi erkenden yatsa bile öğlen kalkıyordu. Bugün değil de yarın sabah uyanacağını tahmin ediyordum.

 

2 saat telefonumla ilgilenmiştim. Restoran yedide açılıyordu ve oda servisi dokuzda geliyordu. Bu yüzden akşamdan kalan kurabiyeleri fare gibi kemirmiştim. Bir süre sonra telefondan sıkılınca 3. Dünya Savaşı çıkmış gibi duran odayı toplamıştım. Dip bucak temizlemesem de fena olmamıştı.

 

Kefenin açılmasıyla sevdiceğimi izlediğim dakikaların ardından hazırlanmış, kafeye doğru adımlıyordum. Beş dakika sonra çıkıyordu öküz sevgilim. İşi biter bitmez hastaneye gidecektik. Öğrendiğim kadarıyla Yamaç'ın durumu daha iyimiş. Hatta yoğun bakımdan çıkabilirmiş.

 

Kurt bakışlımın mekanının önüne geldiğimde telefonuna başını eğmiş bir şekilde dışarıda beklediğini gördüm. Yanına gidip küçük çocuklar gibi bö! Yapacaktım ama telefonumdan yükselen bildirim sesiyle başını kaldırıp bana baktı. Aynı anda dudaklarına her zamanki tebessümünü yerleştirdi.

 

Ekranı açtığımda ondan mesaj geldiğini görmüştüm. Kafenin önündeyim, yazmıştı. Aferin koçum. Başın o telefona sadece bana yazmak için eğilsin. Böyle devam.

 

Şaka tabii ki.

 

Olmayadabilir.

 

Şüpheli.

 

"Mavi'm," demesiyle beraber beni aniden belimden tutarak kendine çekti ve yanağıma sert bir öpücük bıraktı. Yeni yeni çıkan sakalları tenimi gıdıklarken gülümsemeden edemedim. Son bir kez derince kokumu içine çekti. Hatta o kadar içine çekti ki derimin üzerine vakum yapılıyormuş gibi hissettim.

 

İçi dışı bir olan bir insan olduğum için içimdeki düşünceleri söylemekten çekinmedim. "Derimi buruşturdun köpek!" dudaklarını yanağımdan çekerek çoktan benimle göz teması kurmuştu. Söylediğim şey hoşuna gitmiş gibi güldü. Öyle ki gözleri ince bir çizgi halini almış, yanağındaki gamze belediye çukuru gibi derinleşmişti.

 

"Pek bir neşelisiniz Çağrı Bey?" diye sorarken tek kaşımı kaldırdım ve belimdeki elinden kurtularak kollarımı göğsümde bağladım. Yüzüme sorgulayıcı bir ifade takınırken o pişmiş kelle gibi sırıtmaya devam ediyordu. Bir etki etmedi. Gülümsedi yine. "Neşeli olmamam için bir sebep mi var?"

 

"Neşeli olman için var yani?"

 

Gözleri yüzümün her bir noktasına uğradı. "Var."

 

"Yaaa," dedim gözlerimi pörtletirken. Biz her sabah beyefendiyi izlemek için uykumuzdan olalım. Götümüz sandalye yüzünden düzleşsin. Beyefendi kim bilir ne halt yediyse onun neşesi içinde. Hele hele!

 

"Neymiş o neden?"

 

Cevap için beklemedi. Tek bir kelime çıktı dudaklarından ama bunu söylerken bir an bile tereddüt etmemişti. "Sen."

 

Kaşlarım memnuniyetle kalkarken yanağımın içini ısırdım. Salak değildik herhalde. Bu cevabı bekliyorduk. Hele sen demeseydi o zaman boku yerdi. Yine de çok iyi bir insan olduğum için helal dercesine omzuna iki kez çaktım.

 

Yarım saat kadar sonra Çağrı'nın annesinin çalıştığı hastanenin önüne gelmiş bulunuyorduk. Çağrı motoru arkadaşına verdiği için ne yazık ki taksi ile gitmek zorunda kalmıştık.

 

Fakirliğin gözü kör olsun!

 

Özel hastanenin asansöründe katları tırmanırken gergince tişörtümün uçlarını çekiştirdim. Yamaç'ı bulduğumuzdaki hali gözümün önünden gitmiyordu. Şimdi ne haldeydi tahmin edemiyordum.

 

Çağrı buralara daha hakim olduğu için önden gidiyordu ve ben de annesini takip eden ördek gibi peşinden ilerliyordum. Çağrı aniden durunca ben de durmak zorunda kaldım. Neden birden durduğumuzu sorgularken Çağrı yavaşça bana doğru döndü ve dudağına sıcacık bir gülümseme kondurdu. Bakışlarını yere indirdi ve elimi tutarak parmaklarını parmaklarımın içine yerleştirdi. Beni bir adım ilerletecek şekilde çektiğinde tam yanında durdum.

 

"Ben senin önünde durmam bir tanem. Ya senin yanında olurum ya da tam bir adım arkanda." bir anda neden böyle düșünmüștü anlayamamıștım ama bu hoșuma gitmiști.

 

Kurabiye yapmak için dışarı konulmuş olan ama unutulan margarin gibi eridim. Kalbim şaha kalkarken tam yanında ilerledim. Eli elimden bir an için bile ayrılmadı. Ayrılsın istemedim zaten. Hep böyle tutsun istedim. Hiç bırakmasın.

 

Birkaç dakika sonunda adımları yavaşlayınca otamatik olarak benimki de yavaşladı. Karanlık denilebilecek bir koridorda bulunurken karşımızda sadece tek bir kadın duruyordu. Elleri beyaz önlüğünün cebinde, öylece yere bakıyordu. Birilerinin varlığını hissetmiş gibi başını kaldırdı ve bizimle göz göze geldi. Yüzüne anında bir tebessüm hakim olurken ellerini cebinden çıkardı.

 

"Oğlum," diyerek yanına vardığımız anda kollarını Çağrı'nın boynuna doladı. Çağrı'nın eli elimden çekildi bir anlığına. O da kollarını karşısındaki kadına dolarken elimin elli derece havaya rağmen üşüdüğünü hissettim. Ama bu çok kısa sürdü çünkü ayrıldıkları an Çağrı elimi yine eline hapsetti.

 

Kadın yüzündeki gülüşü silmeden bana döndü ve beklemediğim bir anda kollarını boynuma doladı. Ne yapacağımı bilemezken mal gibi kaldığımı fark ederek ben de ellerimi sırtına koydum. Onun aksine daha mesafeli bir sarılış olmuştu benimkisi. Ayrılmadan önce kulağıma doğru "Hoş geldin kızım," diye fısıldamıştı. Ama Çağrı'nın da duyduğuna emindim.

 

Ayrıldığımızda yüzüme samimi bir tebessüm yerleştirdim. "Hoş buldum." kadın bir iki adım gerileyerek beni baştan aşağı saklama zahmeti göstermeden süzdü. Gördüğünden memnun kalmış gibi dudağı kıvrılırken bakışlarını gözlerime çıkardı. "Çok güzelmişsin," dedi ve bakışlarını büyük bir imayla Çağrı'ya çevirdi. "Çağrı'nın söylediği kadar varmışsın."

 

Jetonum otuz dakika sonra olsa da sonunda düşmüştü. Elimi mahcup bir şekilde alnıma attım. "Ah, siz Çağrı'nın annesisiniz," kaynana ile de tanışmıştık. Bence ben tamamdım ya.

 

Yüzündeki gülümseme daha da genişledi. Çağrı ellerini pantolonunun cebine yerleştirirken "Mavi," diye bana seslendi. Ona dönerken bir elini cebinden çıkardı ve annesini işaret etti. "Tanıştırayım, annem Yıldız Kılıç. Anne bu hatun da," derken bir an duraksadı. "Ekin." diye tamamladı sonrasında cümlesini. Elimi ileri uzatarak "Memnun oldum," dedim büyük bir samimiyetle. Aynı samimi ifadesiyle elimi sıktı. "Ben de."

 

Yıldız Hanım'ın sapsarı ve dalgalı saçları vardı. Beline kadar uzanan saçları parlaklığını hiç kaybetmemişti. Yüzü ona yaşlı demeye bin şahit isteyecek cinstendi. Koyu kahve gözleri vardı ve bu Çağrı'nın gözlerini babasından aldığını gösteriyordu. Çünkü babası da ela gözlüydü. Gözlerinin altı şiş ve mordu. Çağrı dün annesinin bizzat Yamaç ile ilgileneceğini söylemişti. Sabaha kadar nöbet tutmuş olmalıydı. Umarım bunun sorumlusu ben değilimdir.

 

Yıldız Hanım o kadar da yaşlı değildi. Kırklarının içinde olduğuna yemin edebilirdim. Yüzü yaşından çok yaptığı işten ötürü kırışmış gibiydi. Ama güzelliğinden bir şey kaybettiği söylenemezdi.

 

"Arkadaşınız burada," diyerek eliyle bir yeri işaret ettiğinde onu süzmeyi bıraktım ve işaret ettiği yöne baktım. Benim konumuma göre solda kalıyordu ve dönüp baktığımda büyük bir cam olduğunu gördüm. Adımlarım yavaş ve korkaktı. Ama en sonunda oraya ulaştım.

 

Yamaç hastane yatağında bilinçsiz bir şekilde uzanıyordu. Yüzünün büyük bir bölümü sargı içinde, vücudu ise hortumlara bağlıydı. Ellerinde ve ağzına uzanan borular vardı. Kısa bir an ürperdiğimi hissettim. Yanındaki makinede kalp atışlarını gösteren bir çizgi vardı. Nabzı düşüktü.

 

Benim yüzümden olmuştu. Onun tek suçu beni sevmekti. Beni sevmeseydi diye başlayamazdım cümleye çünkü bu yanlıştı. Onu kabul etmeseydim diye başlamalıydı arkasına sığınacağım bahane. Gözümden bir damla yaş düşerken elimi kaldırıp cama yasladım.

 

Onun suçu da aynı değil miydi? Çağrı'nın. O da beni sevmiyor muydu?

 

Ben onu da bu şekilde görmeye dayanamazdım. Olmazdı. Benim yüzümden ona bir şey olursa ben kendimi asla affetmezdim.

 

Olay biraz senin iyiliğin için senden vazgeçiyorum klişesine dönüyordu ama gerçek buydu.

 

Onunla en kısa zamanda konuşmam lazımdı.

 

"İlk geldiğinde çok kötü haldeydi. İki kez kalbi durdu ama geri getirdik. O kadar çok darbeye maruz kalmış ki iç kanaması başlamış. Ameliyata aldık. Açıkçası doktora hayatımda geçirdiğim en stresli ameliyatlardan biriydi," diye bize açıklama yapmaya başladı Yıldız Hanım. Sessizce onu dinlerken yutkundum. "Akşam iyiydi hatta normal odaya geçebilecek konumdaydı. Fakat gece saat 4 gibi tekrar kötüleşti."

 

"Tekrar durumu toparladık ama durumu kritik. Sonucu bize zaman gösterecek." tüm gece onunla ilgilenmişe benziyordu. Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyordum. Yaptığı şey o kadar kıymetliydi ki.

 

"Peki ailesine neden haber vermediniz? Neden burada değiller?" hemen arkamda olduğunu camın yansımasından gördüğüm Çağrı'nın sorusuyla arkamı döndüm. Göz göze geldiğimizde annesine sorduğu soruyu ben yanıtladım. "Çünkü babası yüksek ihtimal bir yerlerde kafayı buluyor. Annesi de evde asla gelmeyecek olan eşini bekliyor." söylediğim her bir kelime boğazımı yaktı geçti. Bunları söylemek benim için çok zordu.

 

Yamaç'ın babası alkol bağımlısı piçin tekiydi. Bir de kumar oynuyordu. Yamaç'ı yanımdayken çok kez arayıp para istediğini hatırlıyordum. Annesi ise babasına takıntılı bir kadındı. Eșini aşktan öte bir takıntı haline getirmişti. Bu yüzden inatla ondan ayrılmıyor, çoğu zaman Yamaç diye bir oğlu olduğunu unutuyordu.

 

İşittikleri ile bakışları yumuşadı Çağrı'nın. Yamaç'ın böyle bir hayatı olduğunu düşünmüyor olmalıydı. Ne kadar adaletli ki hayata iki sıfır geriden başlayan Yamaç'a bir hançer de ben takmıştım. Bana karşı duyguları olmasaydı belki onunla arkadaşça ilgilenirdim. Annesinin açtığı yaraları ben sarmaya çalışırdım. Fakat baba konusunda yardım edemezdim çünkü aynı yara bende de vardı.

 

Bir süre hastanede kaldık. Yıldız Hanım Yamaç ile görüşemeyeceğimizi söylediğinde mecburen onu sadece cam arkasından izleyebildim. Durumunda bir değişiklik olmadı hiç. Nabzı hep düşüktü. Yıldız Hanım burada durmamızın bir anlamı olmadığını söyleyerek bizi hastane kantinine indirmeyi teklif etmişti ama hastanenin ortamından yeterince nasibimi aldığım için onu reddetmek zorunda kalmıştım.

 

Çağrı ile hastaneden çıktığımızda temiz havadan büyük bir soluk çektim içime. O neydi ya öyle? Hastaların iyileşememe sebebi soludukları havaydı bence. Zira benim içim dışıma çıkmıştı.

 

"İyi misin?" diye soran Çağrı ile başımı ona çevirdim. Hafifçe silkilenerek gülümsemeye çalıştım. "İyiyim." yürürken birden durdu ve ben de durdum. İki eliyle ellerimi kavrarken tam önüme geçti. Baş parmağı ile hafifçe ellerimin üzerini okşuyordu. "Değilsin." diye kendince bir çıkarım yaptı.

 

Dışarıdan nasıl göründüğümü bilmiyordum. Ya gerçekten berbat bir haldeydim ya da o fazla abartıyordu. "Midem bulandı sadece biraz. Hastane havası tabii." diye kendimi açıklamaya çalıştım ama sorgular ifadesi yerini korumaya devam etti.

 

"Oteli boşver, hadi bana gidelim," dediği an bakışlarımı ona çevirdim. "Yani, hem sen biraz dinlenirsin. Hem de ufaktan şu kendini savunma çalışmalarına başlarız." dediği anda gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Tek kaşım sorgularcasına kalkarken ellerimi ellerinden çektim. "Ha başka bir nedeni yok yani?"

 

Gözlerini yalandan büyültürken ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı. "Ben bir şey demedim. Sen fesat düşünüyorsun." dediğinde gülerek omzuna vurdum. "Salak," diye söylenmeden edemedim.

 

Ben seni nasıl bırakacaktım sevgilim? Ya bencillik edip sana bir şey olacak korkusuyla yaşayacaktım. Ya da senin için senden vazgeçecektim.

 

Peki ben senden nasıl vazgeçecektim?

 

 

_____BÖLÜM SONU_____

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Tozluyaka Hazal'ın sesiyle) Hellööö

 

Nabersiniz cancağızlarım? Özlediniz mi beni?

 

Bölüm hakkında konuşacak olursak en sevdiğiniz yer neresiydi?

 

Begüm'ün Buğra'nın kafasına küllük atması XNZĞSNSŞDĞDMD

 

Çağrı'nın annesiyle de tanıştık. Bence biz tamamız ya XNSNSLSNDŞDND

 

Bu arada spoi olacak ama hadi bakalım size söyleyeyim.

 

Çağrı'nın annesinde bir detay var ve bakalım kim fark edecek. Hadi size kıyak geçeyim. Çağrı'nın çalıştığı yerle bir bağlantısı var.

 

Tahminleri yazın bakalım kim doğru bilecek?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek dileği ile hoşçakalın, Talha ile kalın jdksndlsnsbdldnd

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 26.01.2025 15:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...