@nisaltll
|
Gözlerimi yavaşça aralarken bulanık görüyordum. Gözlerimi bir kaç kez kırpıştırıp görüş alanımı iyice netleştirdiğimde bulunduğum yeri inceledim. Çadır mıydı burası? "İyi misin? Canın acıyor mu?" Gözlerimi sesin geldiği yöne çevirirken doğrulamak için ellerimden destek aldığımda ellerime yerde ki halının kılları batmıştı. Siyah saçları iki yandan örgülü, kahverengi küçük, kırışık gözleri olan yaşlı kadın yanımda oturuyordu. "İyiyim. Neredeyim ben? Neresi burası?" Dedim. "Güvenli bir yerdesin, merak etme". Başımla yaşlı kadını onayladığımda bulunduğum yere bir göz attım. Çadırın içi tamamen halı ile kaplıydı. Bazı kısımlara gerekli malzemeler ve sandıklar koyulmuştu. "Ordu buraya geldi mi?" Derken gerilmiştim. "Hayır. Neden onlardan kaçıyordun?" Bakışlarımı yere eğdiğimde konuşmaya devam etti. "Kraliyet ailesine mensup olduğun belli. Bugün senin törenin yok muydu kızım?" Konuşmak için bakışlarımı kaldırdım. "Nasıl yani?" "Aslında Büyük Yılan denen birisiyle konuşmam lazım." Emily Teyze bana öyle söylemişti. "Oraya gittiğinde, Büyük Yılan'ı bul, O'na her şeyi anlat ama sakın adımı verme. Ne olursa olsun" "Dışarıda olması lazım, O'nu istersen çağırabilirim" "Gayet iyisin, gel seni O'na götüreyim". Dediğinde başımla onayladım, ellerini bana uzatınca ellerini tutup ayağa kalktım. Daire şeklinde konumlandırılan çadırların ortasında kuyular ve odunlardan bir tane büyük ateş ocağı vardı. Tam karşımdaki çadırların arkasında nehir vardı, burası büyüleyici bir yerdi. Gözlerimi ormandan ayırıp bana bakan insanlara çevirdiğimde gerildim. Gördüğüm kadarıyla kimisi sinirli, kimisi meraklıydı. Bir süre sonra bana doğru gelen esmer tenli, siyah kıvırcık saçlı bir kız, bana iyice yaklaştı. "Merhaba". Sıcak kanlılığına hem gülümsedim, hemde çok şaşırdım. "Uyanmışsın, nasıl hissediyorsun?" Dediğinde aynı samimiyetle karşılık verdim. "İyiyim teşekkür ederim" dediğimde, yanımdaki yaşlı kadın konuştu. "O'nun için bir kaç bitki toplamaya gitti. Döner birazdan". Derken beni gösterdi adının Cora olduğunu öğrendiğim kız. Yaşlı kadın beni işaret etti. "Tamam". Yaşlı kadın giderken Cora denilen kız tekrar bana baktı. "Sana etrafı gezdirmek isterdim ama ordu ormanda seni arıyor. Sahi neden ordu seni arıyor?". Bu sırada iki adam yanımıza geldi biri ellerini Cora'nın beline doladı. "Uncas". Cora kıkırdarken ben kendimi bir adım geri çektim. 'Ne yapmam gerekiyor? Artık Emily Teyze olmadığına göre bana yardım edebilecek tek kişi sensin' derken sesle konuşmaya çalışıyordum. 'Büyük Yılan'ı bekle' dediğinde sinirlerim bozulmuştu. 'Bekliyorum zaten'. "Alice!" Cora'nın yükselen sesi irkilmeme neden olurken tekrar konuştu. "Korkutmak istemedim özür dilerim. Tanıştırayım, Uncas ve Hawkeye". Uncas siyah uzun saçlı ve siyah gözleri olan birisiydi, ten rengi Cora'dan biraz da esmerdi ve iriydi. Boynunda altın rengi değişik bir kolyesi vardı, kıyafetleri de şu kitaplarda okuduğum gibi yarı çıplak değildi. Hawkeye da kahverengi uzun saçlı. Saçının iki küçük kısmı örgülüydü ve omuzundan göğsüne düşüyordu. Yeşil gözleriyle ten rengi kabiledeki herkese göre daha açık hatta bizim gibiydi o da iriydi. Beylere "merhaba". Dediğimde Cora, devam etti. "Aslında bende tam olarak bilmiyorum, onunla konuştuğumda her şey daha iyi netleşecek". Dedim. "Herkes ona garipçe bakıyor". Hawkeye olduğunu öğrendiğim adam tam karşımızda bize doğru bakan insanlara bakıyordu. "Saraydan olduğu için kin besliyorlar. Zamanında yapılan sömürgeler yüzünden". Dedi Cora. Kötü bir konuya değindikleri için sessiz kaldım, ailemin hataları yüzünden suçlanmak istemiyordum. "Alice istersen gel bu saçma kıyafetten kurtaralım seni, Büyük Yılan gelmeyecek sanırım." Diyen Cora, eteğimi tutup yana doğru açtı. "Olur. Çantam nerede?" Derken gelinliğin beni ne kadar sıktığını anlamıştım. "Kaldığın çadırda". Cora ile tekrar çadıra girip çantamı aldım. "Senin için çadırı tutacağım daha rahat giyinirsin". Çıkmak için davrandığında O'nu durdurdum. "Bu gelinlik mi?" Kısa bir süre sustu. Sonra aydınlanmış gibi heyecanla konuştu. "Sen düğününden kaçtın. Bugün büyük gündü hatta senin düğünün için çiçekli süsleri bize hazırlattılar sayende iyi kazandık". Söyledikleri O'na saçma gelmiş gibi yüzünü astı. "Beni aldırma lütfen". Arkama geçip ipleri çözmeye başladı. "Bazen garip konuşuyorum, kusura bakma". "Yok, hayır". İpler çözüldükten gelinlik düşmesin diye önden tuttum. "Senin kadar eğlenebilmeyi çok isterdim". O'na döndüm. "Yani eğlenceli birisine benziyorsun" "Evet eğlenmeyi severim". Hafif gülümsedi. "Sarayda böyle şeyler yasak mı? Eğlenmek gibi?" "Hayır değil ama bilirsin işte orası saray, her istediğini yapamazsın, daha asil ve katı görünmek zorundasın" dediğimde şaşkınca bana bakıyordu. "Hadi canım, sen prensessin ne istersen o olur". Dediğinde başımı hayır anlamında salladım. "Biraz daha otoriterler diyebiliriz" "Neyse sen üzerini değiştir, dışarıda bekliyorum". Derken gelinliğin işaret etmişti. "Teşekkürler". Bana gülümseyip çadırdan çıktı. Gelinliği çıkardığımda göğüslerimden belime kadar sarılan beyaz kumaşı görmüştüm ve çok değişik bir kokusu vardı. Sanırım Büyük Yılan'ın iyileşmem için kullandığı ilaçlardı. O kadar sıkı sarılmıştı ki sarayda giydiğim korselerden pek bir farkı yoktu. Derin nefes alıp verdiğimde olduğum durumu kısaca durup düşündüm. Ne yapıyordum ben? Emily Teyze'min çantama koyduğu mavi, uzun kollu ve ayak bileklerime kadar uzanan elbiseyi üzerime geçirdim. Gelinliği yerden kaldırdığımda aklıma Vals geldi, eminim şu an her yerde beni arıyordu. O'nu ilk kez bu kadar sinirli görmüştüm, delirmiş gibiydi. Belki de zihnimdeki ses haklıydı, Vals gerçekten tehlikeli birisiydi, bunu geçte olsa anlamıştım. "Alice, Büyük Yılan geldi!" Düşüncelerim Cora'nın sesinden dolayı dağılırken dışarı çıkıp Büyük Yılan'ın yanına gittim. Yaşlı olmasına rağmen simsiyah, hafif kısa saçlarını at kuyruğu yapmıştı. Simsiyah hafif kırışık ceylan gözleri ve yaşını göstermeyen bir yüzü vardı. Altın rengi halka küpeleri ve altın renginde değişik bir kolyesi vardı. "Benimle konuşmak istediğin mesele nedir?" Tok sesiyle konuştuğunda yanımızda dikilenlere baktım. "Daha sakin bir yere gidebilir miyiz?" Dediğimde başıyla onayladı. İkimizde ormanın derinliklerinde bir yere geçtiğimizde anlatmaya başladım. "Pekala. Benimle zihnimde konuşan birisi var. Düşüncelerimi değiştiren, hayatıma karışan birisi var. Kim olduğunu bilmiyorum, O'nu göremiyorum ama benimle hep konuşuyor." Yüzünde garip bir ifade oluştu ama anlayamadım. "Sana tam olarak neler söylüyor? Şunu en baştan anlatabilir misin?" Dediğinde yüzünde anlayamadığım bir ifade vardı. "Dört ay önce evlilik teklifi aldım ve annemin baskılarından kaçmak için kabul ettim. O günden beri evlenmemem için uğraştı ve başardı da. Bakın biliyorum bunlar çok saçma ama-" "Sana bunu şu an açıklayamam, bir iki gün beklemelisin" "Ama beni burada barındırmazlar-". Büyük Yılan beni dinlemeden hızla kabileye geri dönerken ağır adımlarla onun peşinden gittim. 'Eee şimdi ne olacak?' Dediğimde ses cevap verdi. –'Söylediği gibi bekleyeceksin' dediğinde sinirle nefes alıp verdim. 'Adamın söylediklerini neden tekrar bana söylüyorsun' –'Konuşmak için. Bu sefer de konuşmuyor diyorsun'. Zihnimde dolanan saçma diyaloğu kestim, sonucu bir yere varmayacaktı çünkü. "Buraya gelmemeliydin hepimizi öldürecekler" "Kızı rahat bırakın". Hawkeye, Uncas ve Cora yanıma gelirken kadınlar gitmek yerine baş kaldırdılar. "Neden rahat bırakalım? O'nun yüzünden hepimiz öleceğiz. Bu kız burada kalmamalı!" Diye Hawkeye'ye diklendiğinde Cora devam etti. "Alice gel". Hawkeye kolumu kadından kurtarıp beni nehrin kenarına götürdü. "İyi misin?" Dediğinde eli nehire daldırıp yüzümdeki tükürüğü yıkadım. "Harikayım" diye kinaye yaptığımda sinirlerim çok bozulmuştu. Hawkeye, umursamazca etrafı izlerken biraz sonra sakinleşmiştim. "Bunun gibi şeylerle çok karşılaşacaksın. Halkımız yabancı insanlara karşı asabi ve korumacıdır." Dediğinde haklı olduğunu biliyordum. "Ne diyebilirim ki? Ben olsam bende aynı şekilde yapardım, en azından yabancıyı tanıyana kadar." Aramızda biraz sessizlik oluşunca tekrar konuştum. "Birisi var, sessiz ol". Kolumu tutup beni arkasına çekince şaşırmıştım. "Sanırım ordudan birisi?" O sesini azalttığı için bende azalttım. Tüfeğini hızla kaldırıp ateş ettiğinde çalıların arasından inleme sesi gelmişti. Hawkeye hızla çalıların arasına koşarken Uncas da oraya doğru gidiyordu. Uncas buraya ne zaman gelmişti? Hawkeye ve Uncas adamı çalıların arasından çekip gün yüzüne çıkardılar. "Ladinli" Cora, Uncas'ın yanına giderken bende adama yaklaştım. Cora kollarını göğsünde kavuştururken konuştu. "Bilmiyorum". Uncas yayını omzuna astı. "Ama bir daha adamlarını burada göreyim işte o zaman o kabileye basıp yakacağım" Cora gidip Uncas'ın yanına otururken orta yaşlı bir adam yüksek sesle konuşmaya başladı. Kutsal taş mı? Fazla uzakta olmadığım için onları duyabiliyordum ve bu hikaye ilgimi çekmişti. "Daha sonra ikisi evlendiler, bu evliliği iki tane güzel kız çocuğu süslemişti. Birisi Cora'dır". Ne? Vay canına bu ne kadar garip bir hikaye, keşke yanlarına gitseydim. "Diğerinin kim olduğunu kimse bilmiyor, ortalıktan kayboluşu bir sır, bildiğimiz tek şey annesi gibi koruyucu olması. Daha sonra taş kurtulduğu zaman Noah yaralandı bende oradaydım, Agatha görevini tamamladığında kocasının yaralandığını öğrendi. Sonra ne olduğunu anlayamadık taş öyle şiddetli parladı ki etrafı göremedik, o sırada Agatha ve Noah ortadan kayboldu." "Ay taşı yine parçalanıyor değil mi?" Soruyu kimin sorduğunu göremedim. "Evet ve bizim koruyucuyu beklemekten başka bir seçeneğimiz yok." "Kesin koruyucuyu şu prenses bozuntusunun ailesi kaçırmıştır". Adamın biri ayağa kalkıp bana doğru gelmeye başladı. "Bizi sömürdüğü gibi koruyucumuzu da almıştır." O sinirle bana yaklaşırken korkudan ne yapacağımı bilememiştim. "Edward, ondan uzak dur." Hawkeye, hızla adamı tuttu. "Gereksiz kaos yaratmayın!" Dediğinde Edward denen adam hırsla kolunu Hawkeye'den kurtardı. "O kadının burada bulunması başlı başına bir kaos. Onu buraya sen getirdin Hawkeye, eğer başımıza bir şey gelirse bu senin suçun". "Tamam tüm sorumluluğu üstleniyorum"... |
0% |