Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3 BÖLÜM ~Barınma~

@nisaltll

Gözlerimi yavaşça aralarken bulanık görüyordum. Gözlerimi bir kaç kez kırpıştırıp görüş alanımı iyice netleştirdiğimde bulunduğum yeri inceledim. Çadır mıydı burası?

"İyi misin? Canın acıyor mu?" Gözlerimi sesin geldiği yöne çevirirken doğrulamak için ellerimden destek aldığımda ellerime yerde ki halının kılları batmıştı. Siyah saçları iki yandan örgülü, kahverengi küçük, kırışık gözleri olan yaşlı kadın yanımda oturuyordu.

"İyiyim. Neredeyim ben? Neresi burası?" Dedim.

"Güvenli bir yerdesin, merak etme".
Ona güvenmemiş olduğumu anladığı için sanırım konuşmaya devam etti. "Sana yardımcı olmak için çantana bakmışlar, çantandan çıkan harita bizim kabilemizin haritası çıkmış. Yani doğru yerdesin." Dediğinde beni inandırmak için gülümsediğini düşündüm.

Başımla yaşlı kadını onayladığımda bulunduğum yere bir göz attım. Çadırın içi tamamen halı ile kaplıydı. Bazı kısımlara gerekli malzemeler ve sandıklar koyulmuştu.

"Ordu buraya geldi mi?" Derken gerilmiştim.

"Hayır. Neden onlardan kaçıyordun?" Bakışlarımı yere eğdiğimde konuşmaya devam etti. "Kraliyet ailesine mensup olduğun belli. Bugün senin törenin yok muydu kızım?"

Konuşmak için bakışlarımı kaldırdım.
"Vardı ama yapamadım, bu yüzden buraya gelmem gerekti." Yaşlı kadın bana dikkatlice baktı.

"Nasıl yani?"

"Aslında Büyük Yılan denen birisiyle konuşmam lazım." Emily Teyze bana öyle söylemişti.

"Oraya gittiğinde, Büyük Yılan'ı bul, O'na her şeyi anlat ama sakın adımı verme. Ne olursa olsun"
"Neden?"
"Böyle olması gerekiyor. Sana güveniyorum Alice"
"Ben kendime güvenmiyorum Emily Teyze yarın Vals ile evleniyorum"...

"Dışarıda olması lazım, O'nu istersen çağırabilirim"
"Hayır teşekkür ederim, dışarı çıksam iyi olur". Kalkmak için davrandığımda beni engelledi. Bu hareketi şaşırmama neden olurken konuştu.
"Önce sırtını kontrol etmeme izin ver". O'nu başımla onaylarken arkama geçip ellerini sırtımda gezdirmeye başladı. "Çok şanslısın, eğer Büyük Yılan gibi bir şifacıya denk gelmeseydin şu an ölmüş bile olabilirdin". Dedikten sonra son kez sırtımda bir yeri sıkıp önüme geçti.

"Gayet iyisin, gel seni O'na götüreyim". Dediğinde başımla onayladım, ellerini bana uzatınca ellerini tutup ayağa kalktım.
Gözlerim gelinliğime takıldığında eskisi kadar güzel gözükmüyordu, pis ve çimenlerden dolayı bazı yerleri yeşildi. Yaşlı kadının çadırdan çıktığını görünce gelinliğe bakmayı kesip dışarı çıktım.

Daire şeklinde konumlandırılan çadırların ortasında kuyular ve odunlardan bir tane büyük ateş ocağı vardı. Tam karşımdaki çadırların arkasında nehir vardı, burası büyüleyici bir yerdi.

Gözlerimi ormandan ayırıp bana bakan insanlara çevirdiğimde gerildim. Gördüğüm kadarıyla kimisi sinirli, kimisi meraklıydı. Bir süre sonra bana doğru gelen esmer tenli, siyah kıvırcık saçlı bir kız, bana iyice yaklaştı.
"Merhaba".

"Merhaba". Sıcak kanlılığına hem gülümsedim, hemde çok şaşırdım.

"Uyanmışsın, nasıl hissediyorsun?" Dediğinde aynı samimiyetle karşılık verdim.

"İyiyim teşekkür ederim" dediğimde, yanımdaki yaşlı kadın konuştu.
"Cora, Büyük Yılan nerede biliyor musun?"

"O'nun için bir kaç bitki toplamaya gitti. Döner birazdan". Derken beni gösterdi adının Cora olduğunu öğrendiğim kız.

Yaşlı kadın beni işaret etti.
"Büyük Yılan ile konuşması gerekiyormuş, sen ilgilenirsin"

"Tamam". Yaşlı kadın giderken Cora denilen kız tekrar bana baktı.
"Eee adın ne?"
"Alice"
"Bende Cora. Gerçi az önce Büyük Hanım söyledi". Gülümsedim.

"Sana etrafı gezdirmek isterdim ama ordu ormanda seni arıyor. Sahi neden ordu seni arıyor?". Bu sırada iki adam yanımıza geldi biri ellerini Cora'nın beline doladı.

"Uncas". Cora kıkırdarken ben kendimi bir adım geri çektim.

'Ne yapmam gerekiyor? Artık Emily Teyze olmadığına göre bana yardım edebilecek tek kişi sensin' derken sesle konuşmaya çalışıyordum.

'Büyük Yılan'ı bekle' dediğinde sinirlerim bozulmuştu.

'Bekliyorum zaten'.

"Alice!" Cora'nın yükselen sesi irkilmeme neden olurken tekrar konuştu. "Korkutmak istemedim özür dilerim. Tanıştırayım, Uncas ve Hawkeye". Uncas siyah uzun saçlı ve siyah gözleri olan birisiydi, ten rengi Cora'dan biraz da esmerdi ve iriydi. Boynunda altın rengi değişik bir kolyesi vardı, kıyafetleri de şu kitaplarda okuduğum gibi yarı çıplak değildi. Hawkeye da kahverengi uzun saçlı. Saçının iki küçük kısmı örgülüydü ve omuzundan göğsüne düşüyordu. Yeşil gözleriyle ten rengi kabiledeki herkese göre daha açık hatta bizim gibiydi o da iriydi.

Beylere "merhaba". Dediğimde Cora, devam etti.
"Alice neden Büyük Yılan'ı arıyorsun?" Cora'nın ardı ardına sorular sorması O'nun meraklı birisi olduğunun en büyük kanıtıydı. "Yani şey, biraz geç gelirse diye söyledim".

"Aslında bende tam olarak bilmiyorum, onunla konuştuğumda her şey daha iyi netleşecek". Dedim.
Bu konu hakkında biraz endişeliyim çünkü hiç tanımadığım birisine aylardır yaşadığım garip sorunu anlatacaktım. Nasıl bir sonuca bağlanacağını çok merak ediyorum?

"Herkes ona garipçe bakıyor". Hawkeye olduğunu öğrendiğim adam tam karşımızda bize doğru bakan insanlara bakıyordu.

"Saraydan olduğu için kin besliyorlar. Zamanında yapılan sömürgeler yüzünden". Dedi Cora.

Kötü bir konuya değindikleri için sessiz kaldım, ailemin hataları yüzünden suçlanmak istemiyordum.

"Alice istersen gel bu saçma kıyafetten kurtaralım seni, Büyük Yılan gelmeyecek sanırım." Diyen Cora, eteğimi tutup yana doğru açtı.

"Olur. Çantam nerede?" Derken gelinliğin beni ne kadar sıktığını anlamıştım.

"Kaldığın çadırda". Cora ile tekrar çadıra girip çantamı aldım. "Senin için çadırı tutacağım daha rahat giyinirsin".

Çıkmak için davrandığında O'nu durdurdum.
"Aslında gelinliğin arkası için bana yardım etsen güzel olur".

"Bu gelinlik mi?" Kısa bir süre sustu. Sonra aydınlanmış gibi heyecanla konuştu. "Sen düğününden kaçtın. Bugün büyük gündü hatta senin düğünün için çiçekli süsleri bize hazırlattılar sayende iyi kazandık".

Söyledikleri O'na saçma gelmiş gibi yüzünü astı. "Beni aldırma lütfen". Arkama geçip ipleri çözmeye başladı. "Bazen garip konuşuyorum, kusura bakma".

"Yok, hayır". İpler çözüldükten gelinlik düşmesin diye önden tuttum. "Senin kadar eğlenebilmeyi çok isterdim". O'na döndüm. "Yani eğlenceli birisine benziyorsun"

"Evet eğlenmeyi severim". Hafif gülümsedi. "Sarayda böyle şeyler yasak mı? Eğlenmek gibi?"

"Hayır değil ama bilirsin işte orası saray, her istediğini yapamazsın, daha asil ve katı görünmek zorundasın" dediğimde şaşkınca bana bakıyordu.

"Hadi canım, sen prensessin ne istersen o olur". Dediğinde başımı hayır anlamında salladım.

"Biraz daha otoriterler diyebiliriz"

"Neyse sen üzerini değiştir, dışarıda bekliyorum". Derken gelinliğin işaret etmişti.

"Teşekkürler". Bana gülümseyip çadırdan çıktı. Gelinliği çıkardığımda göğüslerimden belime kadar sarılan beyaz kumaşı görmüştüm ve çok değişik bir kokusu vardı. Sanırım Büyük Yılan'ın iyileşmem için kullandığı ilaçlardı. O kadar sıkı sarılmıştı ki sarayda giydiğim korselerden pek bir farkı yoktu. Derin nefes alıp verdiğimde olduğum durumu kısaca durup düşündüm. Ne yapıyordum ben?

Emily Teyze'min çantama koyduğu mavi, uzun kollu ve ayak bileklerime kadar uzanan elbiseyi üzerime geçirdim. Gelinliği yerden kaldırdığımda aklıma Vals geldi, eminim şu an her yerde beni arıyordu. O'nu ilk kez bu kadar sinirli görmüştüm, delirmiş gibiydi. Belki de zihnimdeki ses haklıydı, Vals gerçekten tehlikeli birisiydi, bunu geçte olsa anlamıştım.

"Alice, Büyük Yılan geldi!"

Düşüncelerim Cora'nın sesinden dolayı dağılırken dışarı çıkıp Büyük Yılan'ın yanına gittim. Yaşlı olmasına rağmen simsiyah, hafif kısa saçlarını at kuyruğu yapmıştı. Simsiyah hafif kırışık ceylan gözleri ve yaşını göstermeyen bir yüzü vardı. Altın rengi halka küpeleri ve altın renginde değişik bir kolyesi vardı.

"Benimle konuşmak istediğin mesele nedir?" Tok sesiyle konuştuğunda yanımızda dikilenlere baktım.

"Daha sakin bir yere gidebilir miyiz?" Dediğimde başıyla onayladı.
"Tabi".

İkimizde ormanın derinliklerinde bir yere geçtiğimizde anlatmaya başladım.
"Birisi sizinle konuşmam gerektiğini söylediği için sizi arıyordum neyse ki siz beni buldunuz". Derken çok gergindim ve neredeyse kekeleyecektim.
"Sakin ol biraz ve anlatmaya başla. Merak etme seni buraya yönlendiren kişi eminim bize güvenen birisidir."

"Pekala. Benimle zihnimde konuşan birisi var. Düşüncelerimi değiştiren, hayatıma karışan birisi var. Kim olduğunu bilmiyorum, O'nu göremiyorum ama benimle hep konuşuyor." Yüzünde garip bir ifade oluştu ama anlayamadım.

"Sana tam olarak neler söylüyor? Şunu en baştan anlatabilir misin?" Dediğinde yüzünde anlayamadığım bir ifade vardı.

"Dört ay önce evlilik teklifi aldım ve annemin baskılarından kaçmak için kabul ettim. O günden beri evlenmemem için uğraştı ve başardı da. Bakın biliyorum bunlar çok saçma ama-"
"Hayır saçma değiller. Seni buraya gönderen kim bilmiyorum ama tam zamanında gönderdi." Derken ceylan gözlerinde parıltı görmüştüm.
"Ne için?" Diye şaşkınca sordum.

"Sana bunu şu an açıklayamam, bir iki gün beklemelisin"

"Ama beni burada barındırmazlar-". Büyük Yılan beni dinlemeden hızla kabileye geri dönerken ağır adımlarla onun peşinden gittim.

'Eee şimdi ne olacak?' Dediğimde ses cevap verdi.

'Söylediği gibi bekleyeceksin' dediğinde sinirle nefes alıp verdim.

'Adamın söylediklerini neden tekrar bana söylüyorsun'

–'Konuşmak için. Bu sefer de konuşmuyor diyorsun'.

Zihnimde dolanan saçma diyaloğu kestim, sonucu bir yere varmayacaktı çünkü.

"Buraya gelmemeliydin hepimizi öldürecekler"
"Ne?" Kadın birden belirdiği ve kolumu aniden tuttuğu için şaşırmıştım.
"Kral senden vazgeçer mi sanıyorsun? Burada daha fazla kalma yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim" sinirli bir şekilde konuştuğu için yüzüme tükürüğü gelmişti.

"Kızı rahat bırakın". Hawkeye, Uncas ve Cora yanıma gelirken kadınlar gitmek yerine baş kaldırdılar.

"Neden rahat bırakalım? O'nun yüzünden hepimiz öleceğiz. Bu kız burada kalmamalı!" Diye Hawkeye'ye diklendiğinde Cora devam etti.
"Saçmalama öyle bir şey olmayacak". Cora kadın ile konuşurken Uncas Hawkeye'ye gözleri ile işaret yaptı.

"Alice gel". Hawkeye kolumu kadından kurtarıp beni nehrin kenarına götürdü. "İyi misin?" Dediğinde eli nehire daldırıp yüzümdeki tükürüğü yıkadım.

"Harikayım" diye kinaye yaptığımda sinirlerim çok bozulmuştu. Hawkeye, umursamazca etrafı izlerken biraz sonra sakinleşmiştim.
"Haklılar burada olmam büyük bir hata". Dediğimde yüzündeki değişmeyen ifadeye baktım.
"O zaman neden geldin?" Diyen Hawkeye'nin değişmeyen ifadesi daha sinir bozucuydu.
"Bak bu uzun bir hikaye". Aslında değil ama açıklamak zorunda değildim.

"Bunun gibi şeylerle çok karşılaşacaksın. Halkımız yabancı insanlara karşı asabi ve korumacıdır." Dediğinde haklı olduğunu biliyordum.

"Ne diyebilirim ki? Ben olsam bende aynı şekilde yapardım, en azından yabancıyı tanıyana kadar." Aramızda biraz sessizlik oluşunca tekrar konuştum.
"Sanırım beni ormanda bulan sizsiniz. Seni hatırlıyorum" derken aklıma görüş açıma giren gözleri gelmişti.
Tüfeğini omzunda düzeltirken konuştu.
"Evet bizdik."
"Teşekkür ederim"
Sadece başını sallarken aramızda sessizlik oluşmuştu.

"Birisi var, sessiz ol". Kolumu tutup beni arkasına çekince şaşırmıştım. "Sanırım ordudan birisi?" O sesini azalttığı için bende azalttım.
"Ben göremiyorum".

Tüfeğini hızla kaldırıp ateş ettiğinde çalıların arasından inleme sesi gelmişti. Hawkeye hızla çalıların arasına koşarken Uncas da oraya doğru gidiyordu. Uncas buraya ne zaman gelmişti? Hawkeye ve Uncas adamı çalıların arasından çekip gün yüzüne çıkardılar.

"Ladinli" Cora, Uncas'ın yanına giderken bende adama yaklaştım.
"Ladinli de kim?" Dedim.
"Kabilemizin azılı düşmanı". Cora beni cevaplarken yerde yatan adama baktım. Göğsündeki delikten kan sızıyordu.
Yüzünde kırmızı ve siyah ağırlıklı boyalar ve anlında siyah yuvarlak halka işareti vardı. Ten rengi fazla koyu idi ve kıyafeti de bacaklarının arasını zar zor kapatıyordu. İşte bu tam kitaplarda okuduğum kızılderililerdendi.

Cora kollarını göğsünde kavuştururken konuştu.
"Acaba yine ne için buradaydılar?"

"Bilmiyorum". Uncas yayını omzuna astı. "Ama bir daha adamlarını burada göreyim işte o zaman o kabileye basıp yakacağım"
"Sakin ol dostum". Hawkeye, Uncas'a gülerken Büyük Yılan, yanımıza geldi.
"Hadi kabileye geri dönün artık. Yemek yeniyor".
Hepimiz kabileye geri döndüğümüzde Cora daha rahat yemem için benimle uzağa oturmuştu.
"Yanımda oturduğun için teşekkür ederim. Çok incesin ". Gülümsedi. "Cora bu ne yemeği böyle?"
"Geyik yahnisi, seversin diye umuyorum."
"Güzel kokuyor". Yemeğimizi yedikten sonra Cora ayağa kalktı.
"Hadi gel ateşin etrafında toplanacağız".
"Burada kalsam sorun olur mu?" Derken gerilmiştim, beni istemeyen insanlar ile beraber olmak beni korkutuyordu.
"Sen bilirsin".

Cora gidip Uncas'ın yanına otururken orta yaşlı bir adam yüksek sesle konuşmaya başladı.
"Bugün hangi hikayeyi anlatayım?"
"Kabile reisimizin hikayesini bir daha anlatın".
"Öyle mi? Pekala. Bir gün kabile reisimiz Noah evlenmek için sevdiği kadını kabileye getirdi ama bu kadın normal bir kadın değildi koruyucuydu. Kutsal taşımızın sırada ki koruyucusu O'ydu."

Kutsal taş mı? Fazla uzakta olmadığım için onları duyabiliyordum ve bu hikaye ilgimi çekmişti.

"Daha sonra ikisi evlendiler, bu evliliği iki tane güzel kız çocuğu süslemişti. Birisi Cora'dır".

Ne? Vay canına bu ne kadar garip bir hikaye, keşke yanlarına gitseydim.

"Diğerinin kim olduğunu kimse bilmiyor, ortalıktan kayboluşu bir sır, bildiğimiz tek şey annesi gibi koruyucu olması. Daha sonra taş kurtulduğu zaman Noah yaralandı bende oradaydım, Agatha görevini tamamladığında kocasının yaralandığını öğrendi. Sonra ne olduğunu anlayamadık taş öyle şiddetli parladı ki etrafı göremedik, o sırada Agatha ve Noah ortadan kayboldu."

"Ay taşı yine parçalanıyor değil mi?"

Soruyu kimin sorduğunu göremedim.

"Evet ve bizim koruyucuyu beklemekten başka bir seçeneğimiz yok."
"Ya gelmezse ne olacak?"
"Gelecek. Ay taşı her zaman koruyucuyu çağırmanın bir yolunu bulur".

"Kesin koruyucuyu şu prenses bozuntusunun ailesi kaçırmıştır". Adamın biri ayağa kalkıp bana doğru gelmeye başladı. "Bizi sömürdüğü gibi koruyucumuzu da almıştır." O sinirle bana yaklaşırken korkudan ne yapacağımı bilememiştim.

"Edward, ondan uzak dur." Hawkeye, hızla adamı tuttu. "Gereksiz kaos yaratmayın!" Dediğinde Edward denen adam hırsla kolunu Hawkeye'den kurtardı.

"O kadının burada bulunması başlı başına bir kaos. Onu buraya sen getirdin Hawkeye, eğer başımıza bir şey gelirse bu senin suçun".

"Tamam tüm sorumluluğu üstleniyorum"...

Loading...
0%