Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@nisan_yagmur782

 

"Arven koşmasana annecim düşeceksin." Küçük kız her zaman ki gibi duramıyordu yerinde. Küçücük evi defalarca turlamıştı. Abisi gelecekti okuldan, her gün saat 5'te olduğu gibi yine bekliyordu onu sevinçle.

 

Kapı çaldı. Küçük kız heyecan ile kapıya koşarken ayağı takılınca düştü yere.

"Sana dedim ben Arven koşma diye." Arven düştüğü yerden kalkıp odasına giderek ağlama köşesine saklandı. Şimdi bağıra bağıra ağlayabilirdi.

"Ağğğğbiiiiii ben yere düştüm. Ağbiiiiiğğ." Aslında bir şey olmamıştı ama nazının abisine geçmesi Arven'i çok mutlu ediyordu. Tam bir abi delisiydi bu küçük kız.

 

"Yine nereden düştün boncuğum?" Abisi odaya girince Arven hiç bağırmıyormuş gibi daha çok bağırarak ağlamaya başladı.

"Halı bana çelme taktı ağbiii. Düşürdü beni." Bir yandan ağlayarak konuşuyor bir yanda da akan burnunu koluna siliyordu.

"Dur ben şu halının bir ifadesini alıp geleyim. Boncuğuma pusu kurmak meymiş görsün hayin halı." Küçük Arven abisinin sözlerine ışıldayan gözler ile bakıp koşarak arkasından gitti.

"Göster bakalım hangi halıymış o." Evin koridorundaki halıyı Abisine gösterip kendince şikayet etti. Anneleri onları gülerek izliyordu. Her zamanki kızı Arven ve kızının nazını geçirdiği oğlu Mert. Oğlunun kardeşini bu kadar çok sevmesi Mavi'yi sürekli duygulandırıyordu.

 

Mert yerdeki halıyı toplayarak annesine seslendi. "Anne bu halıyı bodruma kaldıralım. Ve beş sene kullanmayalım. Boncuğuma pusu kurmanın cezası bu." Mavi oğluna gülerek halıyı yerden alıp bodrumda götürdü.

 

"Kahraman abim benimmm." Diyip abisinin kucağına atladı küçük Arven. Yine yalandan ağlamaları gerçek kahkahalara dönüşü Arven'nin.

 

Mert ve Arven oyuna daldıkları sırada kapı çaldı. Bu gelen babaları Hakan bey olmalıydı ki, Mert hızlıca oyun oynadığı yerden kalkıp kendi odasına koşarak gitti. Babasının verdiği derslere çalışmazsa büyük azar yiyeceğini biliyordu. Atış yapması için odasına kurulmuş bir düzeneğe elindeki çubukları atmaya başladı. Atıyordu ve giriyordu içine. Bunları yapmak onun için çocuk oyuncağıydı ama babası hep daha iyisi olacaksın diyordu.

 

Odasının kapısı açıldığında göz hizasında ve yukarısında kimseyi göremeyince bücür kardeşi Arven gelmişti.

"Abişş bende atayım mı?"

"Gel at boncuğum." Küçük kardeşine bir kaç çubuk verip atmasını izledi. Hedefe ulaşmayı bırak yarı yola anca gidiyordu çubuklar.

"Olmuyor abiş." Küçük kız tekrar tekrar denedi ama olmuyordu bir türlü. Tam nasıl atmasını söyleyecekken hiddetle odasının kapısı açıldı. Kimin geldiğine bakmasına gerek yoktu. Gelen kişinin babası olduğunu biliyordu Mert.

"Çalıştın mı sana verdiğim derslere?" Kafasını sallayarak cevap verdi. Çocuk babasından korkmuyordu aslında kardeşinden ayrı kalmaktan korkuyordu. Babası, onu kardeşi ile tehtid eder düşmanların gelip kardeşini kaçıracaklarını söylerdi. Cocuk bu yüzden çok çalışır kardeşini korumak için yapardı babasının verdiği ödevleri.

"At bakalım tam on ikiden çubuğu?" Çocuk babasına öfke ile bakıp daha atacağı yere bakmadan attı çubuğu. Kendinden emindi. Çocuk oyuncağıydı bunlar onun için. Babası ne kadar yetenekli olduğunun farkındaydı aslında.

 

"Daha çok çalışmalısın" dedi adam. Çocuk sinirle bir kez daha çubuğu attı ve bir kez daha.

"Yapıyorum işte baksana. Daha ne kadar çalışabilirim." Dayanamamıştı artık. Henüz 9 yaşında olmasına rağmen en ağır silahları bile kullanabiliyordu çocuk.

"Daha çok çalışacaksın! Adını boşuna Mert koymadım senin. İsmin gibi olacaksın. Öyle büyük bir savaşçı olacaksın ki, korkacak düşman seni görmeden. Ayak izinden tanıyıp buradan Mert geçti biz geçemeyiz diyecek. Bu yüzden daha çok çalışacaksın! Annen için kardeşin için." Küçücük yaşta birilerini korumayı henüz bilmiyordu Mert. Bu yüzden bağırarak konuştu babasına.

 

"Sen babasın. Babalar korur ailesini çocuklar değil." Dedi. Adam böyle bir tepki beklemiyor olacak ki başta afallasa da sonra kendine gelip sinirli haline geri büründü.

"Babalar ve oğulları hem aileyi hem ülkeyi korur kurtarır. Anladın mı beni! Bu ülke için yetiştiriyorum seni. Fazla vaktin yok Mert." Adam son sözünü de söyleyip çıktı odadan. Küçük kız abisinin ağlayan gözlerini görünce aynı boya gelebilmek çıkan sandalyeyi çekip üzerine çıktı. Abisinin yüzü ile aynı hizaya geldi. Küçücük elleri ile sildi abisinin gözündeki yaşları. "Ağlama abiş sen zaten beni hep kurtarırsın." Abisi kardeşini kucağına alarak indirdi sandalyeden.

 

"Ben seni hep kurtaracam boncuğum. Annemi de kurtaracağım. Düşmanlar sizi almasın diye."

"Abiş sümüğün aktı." Çocuk gülerek oturdu yerden kalkıp peçete alıp sildi burnunu. Küçük Arven'de kalktı yerinden.

"Nereye gidiyorsun boncuk."

"Babamın çayına tükürüp kaçıp gelecem abiş." Babası abisini ne zaman üzse küçük Arven babasının çayına veya suyuna tükürür kaçardı. Koşarak odasından çıkıp dediğini yapmaya gitti.

 

Abisini böyle çok severdi Arven. Babasının çayına tükürecek kadar çok severdi.

 

Ve abisi gitti. Babası götürdü. Babasının çayına yine tükürmek istedi ama bu sefer babası da yoktu. Annesi de demlemez oldu çayı. Sonra yağmurlar yağdı hep. Küçük Arven gökyüzü sürekli tükürüyor ve işiyor sandı çok sevdi yağmurları. Babasının çayına düşer diye düşündü ve çok sevdi. Babasından intikamını gökyüzü alıyor sandı...

                                           

                                          ✨

 

 

 

 ✨

 

 

Ne garipti hayat değil mi? İsteklerimizi sıralarız ama o bize siktiri çeker ve kendi bildiğini yaşatmaya çalışırdı. Becermeyince de sınavdan bırakır ölüme terk ettirirdi bizi. Önce bir sürü aile rolünde insanlar verirdi. Sonra onları yabancı kılar, bizi yanlızlaştırırdı. Ne yapmıştık biz bu hayata. Ya da ben ne yapmıştım. Orta parmak mı çekmiştim, çomak mı? Selamlamaktan başta hiçbir şey yapmamıştım.

 

Dağhan ve Mert'in tartışmaları telsizden gelen ses ile durmuştu. "Sınır bölgesinde bir çatışma." Mert telsizden gelen sesi dikkatli dinleyip olduğu yerden uzaklaştı. Uzaklaşırken Dağhan'a da laf sokmayı ihmal etmedi tabi ki,

"Timi hazırla. Büyüttüğün götün işe yarasın. Yoksa bordo berene yazık. " Dağhan, Mert'e bir şey demeyip aksi yöne dönerek uzaklaştı. Bende bulunduğum yerden hareketlenip geldiğim yere doğru ilerledim.

 

Binanın içine girdiğimde bir kaç asker hazırlanmış çıkışa doğru hızlıca yürüyordu. Yüzleri dahi görünmüyordu hiçbirinin. Beni bıraktıkları revire doğru gidip içeriye girdim ama bir çift göz ile karşılaştım. Dağhan ne ara gelmişti?

 

"Neredeydin Leyan?" Yalan söylemeyecektim. Söylesem anlamayacak kadar salak bir adam değildi.

"Sizi dinledim. Arka tarafta bir yerde konuşuyordunuz."

"Hmm. Hepsini mi?" Kafa salladım. Her şeyi duymuştum sonuçta.

"Sormayacak mısın?"

"Neyi?"

"Duyduklarını." Bu dediğine de kafamı olumsuz anlamda salladım. Bir şeyler sordukça işler daha da karmaşık hâl alıyordu. Zaten anlamakta güçlük çektiğim bir hayatın içindeydim. Bırakayım da akışına göre ilerlesin. Er ya da geç öğrenilirdi.

 

Dağhan oturduğum revir yatağının yanına gelip oturdu.

"Bizim bir yere gitmemiz lazım. Abinde gidecek. Gitmeden onunla konuşmak ister misin?"

"Olur isterim. Nereye gideceksiniz?"

"Küçük bir operasyona."

"Sen yeni geldin ama."

"Buralar öyle güzelim. Beklemeye gelmez."

"Anladım dikkatli olun."

 

Dağhan oturduğu yerden kalıp kapıya doğru gitti. Bir anda gitmekten vazgeçip hızlı adımlar ile yanıma ulaşarak saçlarımın arasına derin bir buse kondurup aynı hızlı adımlar ile çıktı gitti. O gitti de ben olduğum yerde kalmıştım. Odanın kapısı ikinci kez açıldığında Dağhan yine gelmiş olabilir diyerek heyecanla baktım kapıya.

 

"Hayırdır birisini mi bekliyorsun?" Mert gelmişti. Kapıda gördüğüm askerler gibi hazırlanmıştı ama yüzü açıktı.

"Seni bekliyordum." YALAN!

Dağhan'ın biraz önce oturduğu yere gelip oturdu. Konuşmak istiyordu farkındaydım ama bir türlü konuşamadı. Benden çekindi büyük ihtimalle.

"Operasyona gidiyor muşsunuz?"

"O göt mü söyledi."

"Hangi göt?"

"Kaç göt tanıyorsun ki sen?"

"Şimdilik dört tane tanıyorum." Gülerek tekrar konuştu.

"Onlar kimmiş bakalım."

"Birisi amcam, birisi yengem, birisi bir kaç gün önce beni kaçıran birisi, bir diğeri de babam." En son dediğime kahkaha atmıştı. Beklemiyordu babam dememi galiba.

"Babamızda mı göt diyorsun yani?" Daha çok gülmeye başladı.

"Sen kimi tanıyorsun?"

"Boran götü. Ondan âlâ göt mü var?"

"Ama o iyi birisi gibi. Bak beni sana getirdi. Teşekkür etmen lazım bence." Ellerini çekinerek saçlarıma götürdü. Tepki vermemden koruyordu. Üzülmüştüm öyle olmasına.

"İyi olmasa seni O'na emanet eder miyim ben? Kardeşim o benim. Ama işte bazen göt oluyor." Konudan alakasız aklıma gelen bir soruyu yönelttim ona.

 

"Siz bordo bereli misiniz?"

"Evet boncuğum ama her yerde söyleme olur mu?" Dağhan'da böyle demişti.

"Rütbeniz yok o zaman sizin?"

"Var abim. Rütbesiz asker mi olur?"

"Ama Dağhan yok dedi."

"Bak işte göt herif. Yüz başı o. Ben üst teğmenim."

"Senden kıdemli ama nasıl öyle konuşuyorsun onunla?"

"Aramızda rütbe yok bizim Boran'la. Alaylıyız biz."

"Alay ne demek?"

"Yani çocukluktan yetiştirildik."

 

Küçükken babam ona hep değişik eğitimler ve ödevler verirdi. Çok hırslıydı ağlayarak yapardı babamın dediklerini.

 

"Şimdi benim gitme vaktim. Allah'ın izni ile geri gelecem. Çocuklar seni lojmana götürecek istediğin vakit. Seninle ilgilenmedi içinde bir ablamız var onu çağırdık. Etrafı gösterir yerleşmene yardımcı olur."

 

"Ben beklerdim burada. Gerek yoktu."

"Git dinlen boncuğum." Ayağa kalkıp karşımda dikildi. Bir şey bekliyordu benden. İstediğini verecektim ona. Bende tam karşısına dikildim. Duyduklarımdan sonra çekinmesini istemiyordum. Ben babasız büyümüştüm evet ama o da annesiz büyümüştü. Kollarımı açtım. Önce biraz şaşırsada sonra dolu gözler ile sarıldı bana.

"Bana izin ver, aramızın eskisi gibi olması için her şey yapacam boncuğum." Dediğine dolu gözler ile lafa salladım.

 

 

Onlar gideli saatler geçmişti. Ben de saatlerdir askeriyede bekliyordum. Esila ve Can ile konuştum. İyi olduğumu haber verdim onlara. Burada canım çok sıkılmıştı o yüzden biraz bahçeye çıktım. İlk defa bu kadar askeri bir arada görüyordum. Malum askeriyede olunca asker görürüz. Kimi asker kendi halinde otururken, kimisi de arkadaşlarına bulaşıyordu. Arkadaşlarına bulaşan asker bir diğer askerden kaçıyordu ama önüne bakmadan.

 

"Ulan Bilooooğ sikecem belanı!" Asker arkasına baka baka koşarken ben sağ sol yapsamda boştu çünkü ezdi geçti beni. Sümük gibi yapıştım yere.

 

"Abooovvv ne yaptın Bilooooğ."

"Bilerek olmadı vallahi bacım." Yapıştığım yerden zor gücül kalktım.

"Bittik biz Bilo bittik." İki asker karşımda mahşup bir şekilde duruyordu. Popom ağrıdı ya. Beni ezen asker iki katımdı zaten. Allah'ım ceza veriyorsun dengimle ver bari ya.

 

"İyi misiniz bacım. Vallahi bilerek olmadı."

"İyiyim ama bir dahaki sefere önünüze bakarsanız daha iyi olurum." Tozlanan pantolonumun paçalarını ve kalçamı temizliyordum. Gelir gelmez bela çekti yine beni.

"Bunun yüzünden Arven bacım. Kovalamasa bir şey olmazdı."

"Adımı nereden biliyorsunuz?"

"Siz gelmeden isminiz geldi. Sizi tanımayan yoktur bu karargâhta." Mert herkese söylemiş miydi beni.

"Bu arada ben Bilal. Arkadaşlarım Bilo der." Askere elimi uzattım tanışmak için ama elim hava da kaldı. Bilo'yu kovalayan asker konuştu bu sefer.

"Şimdi elinizi sıkarız Valdez komutanım görevde olsa bile AWM'si ile yakın gözlem yapıyordur buralarda. Şimdi görür elimizi münasip yerimize monta edebilir." Askerin dediğinden hiçbir şey anlamadım.

"Elinizde kanamış bacım revire gidelim de temizletelim."

"Al Bilooo al. Boku yedik. Zaten anamızı ağlatıyor Valdez komutanla Süngü komutan. Şimdi Arven bacımın elini görürlerse ne olur biliyor musun?" Arkadaşı konuşmadan ben konuştum. Merak etmiştim.

"Ne olur ki görürlerse?"

"İki metre Amerikan bezi ve bir kilo pamuk yardımı ile bizi ebedi bir yolculuğa gönderirler." Bu kadar mı korkuyorlardı Mert ve Dağhan'dan. Ayrıca Mert'e süngü diyorlardı. Anlamı neydi acaba?

"Tamam ben söylemem merak etmeyin."

"De vallah Arven bacım." Kıpır kıpır olmuşlardı. Bu hareketleri beni gülümsetti.

"Vallah demem."

"Allah razı olsun. Süngü gibi komutandan böyle bacı beklemiyordum. Bu arada benim ismim Orhun. Arkadaşlar yörük der."

"Memun oldum Orhun. Bu arada bu kadar çok gaddar Dağhan ve Mert?"

"He vallah bacım. İmanımızı gevretiyorlar." Konuşa konuşa yürürken bir tane kamelyaya oturduk.

"Ne yapıyorlar mesela?"

"Geçen gün eğtimdeyiz. Süngü komutan var. Hepimizin omzunda elli kilo odun. Suya girip çıkıyoruz. Görsen tipimizi, Allah affetsin ıslanmış sıçan gibiyiz. Gir çık suya artık ağırlaşmışız. Bizimle birlikte Süngü komutanda girip çıkıyor. Dört saat omzumuzda odun parçası ile suya girdik çıktık. Sor hele bacım ne oldu siz suya girip çıkınca ne öğrendiniz diye bir sor." Ben yüzüne anlatması için bakarken Bilal tekrar konuştu.

 

"Sorsana bacım."

"Ne öğrendiniz?"

"Hiçbir şey. Deniz kızı olduk çıktık." Dediği şeye kahkaha atmıştım. Zaten şivesi komikti birde mimikler ile anlatınca daha komik oluyordu.

"Dağhan'da mı böyle?"

"Yooook olur mu öyle şey." Demek ki merhametliydi Dağhan.

"Valdez komutanım bize Süngü komutanımı ağlayarak aratır. Süngü komutanım varken hic değilse çarşıya gidiyoruz ama Valdez komutan varken oksijene bile hasretiz vallahi." Ne düşündüm Dağhan için, ne çıktı.

"Şimdi görevdeler siz neden gitmediniz?"

"Ufak operasyonlarda az kişi ile giderler. Bize gerek kalmaz."

"Sizde onların timinde misiniz? Yani bordo beremisiniz?"

"Aman bacım yerin kulağı vardır. Öyle sesli söyleme." Herkeste de bu cümle ya.

 

Bilal ve Orhun ile biraz daha oturduktan sonra askeriyeye kocaman iki tane tank girdi. Ben sürebilir miydim acaba bunu? Esila'yı da yanıma alırdım. Alem yapardık be.

 

Tankın içinden yüzleri kapalı bir gurup asker indi. Arkalarından ise Dağhan ve Mert. İlk kez Dağhan'ı üniforma ile görüyordum. Çok yakışmıştı üzerine. Kafasında bordo beresi elinde uzun bir dürbünlü tüfek.

 

Dağhan bizi kamelyada farkedince yanımıza doğru adımladı. Arkasından Mert'te. Yanımıza geldiklerinde karşımda oturan iki asker ayağa kalkıp ellerini alınlarına koyara selam verdi. Bu iki heybetli adamı görünce benimde selam veresim geldi.

"Biloo, Yörük?" Dağhan soru sorar nitelikte onlara seslenince Bilal cevap verdi.

"Biz burada Arven bacımla oturduk komutanım. Koruduk onu uçan sinekten bile. Hatta Yörük sineğin bir tanesine ebedi ceza verdi. Arven hanımın etrafında geziyordu ve erkekti komutanım." Dediği şeye kahkaha atarak gülerken Mert'te güldü. Askeriyenin bu kadar komik olduğunu bilmiyordum.

 

"Daha sonra ne oldu Bilo?"

"Yörük beni kovaladı bende Arven hanıma çarptım. Kendisini yere düşürdüm ve üstüne üstlük avcunu kanattım komutanım." Bunlar değil miydi bana söyleme diyen. Ne değişti şimdi kendi kendine öttü.

"Eeee Bilo?" Bu seferde soran Mert'ti.

"Sonrası burada oturduk sohbet ettik komutanım."

"Peki ya şimdi?" İki askerde aynı anda bağırarak konuştu.

"VERECEĞİNİZ HÜKÜME BOYNUMUZ KILDAN İNCEDİR KOMUTANIM EMREDİN!" Dağhan ve Mert gülerek iki askere bakıyordu. Bu iki adam karşılarında ki askerler ile eğleniyordu anlaşılan.

"Cezanızı Arven kesecek sizin." İki asker gözlerimin içine baktı. Bende anlamaz gözler ile Mert'e.

"Ne demek ben ceza kesecem?"

"Sen kesmezsen ben keserim bu da onların hoşuna gitmez boncuğum."

"Evet komutanımızın boncuğu bacımız cezamızı kesin komutanlarımız yorulmasın." Yanlışlıkla olan bir şeye ne cezası verilirdi Allah için. Biraz önce askerlerin bana bu iki zalim komutanlarının merhametsizliğinden bahsettikleri için, Bilal ve Orhun'u onların eline bırakmayacaktım.

 

"Tamam o zaman beni burada ki görev yapacağım hastaneye götürsünler."

"Böyle ceza mı olur kızım. Ben götürürüm seni. Ödül bunlara dışarıya çıkmak."

"Ben böyle istiyorum. Benim cezam bu."

"Olmaz bu ceza."

"Sanane lan kardeşim bu cezayı hak görmüş. Ayrıca sen ne diye götürüyorsun abisi var burada ben götürürüm."

"İkinizde götürmüyorsunuz. Ben Bilal ve Orhun ile gitmek istiyorum."

"Hadi gidelim gelin." İki asker karışlarında duran komutanlarına bakıp onay beklediler.

"Gelin siz gelin. Bir şey diyemezler ben korurum sizi."

"Benim askerimi benden mi koruyacan sen Leyan hanım." Dağhan biraz gülerek birazda imalı bir şekilde konuştu.

"Aynen öyle Valdez komutan. Bak şimdi de götürüyorum." Arkamı dönüp gideceğim sırada iki askere baktım. Hâlâ hareket etmemişlerdi.

"Şimdi gelmezseniz sizi o iki canavarın eline bırakırım." Askerler cümlemi duydukları an koşarak yanıma geldiler.

"Canavar mı olduk yani?"

"Öyle duyduk. Pek iyi anılmıyorsunuz siz ikiniz." Arkamı dönüp yürümeye başladım. Merak ediyordum burayı. İnsanlarını.

 

Bilal ve Orhun üniformalını değiştirmek için gittiler. Bende gideceğimiz arabanın yanında onları bekliyordum. Gözlerim etrafı süzerken bir adet binanın içinden çıkan üniformalı birisini gördü. Zaten kocaman bir şeydi bu adam üniforma giyince daha da kocaman olmuştu. Yanıma doğru gelirken bir asker durdurdu onu.

 

"Valdez komutanım hoş geldiniz."

"Hoşbulduk Çerkez."

"Oralar mı güzeldi komutanım buralar mı?"

"Silahım neredeyse orası güzel Çerkez."

"Zor olmuştur o zaman komutanım sizin için. Erler kendi aralarında konuşuyor."

"Ne diyorlarmış."

"Valdez komutan uyurken silahına sarılıp uyuyor diyorlar komutanım."

"Siz ne diyorsunuz peki?"

"Valdez komutan uyumaz ki silaha sarılsın diyoruz."

"Aferin o zaman tanımışsınız komutanınızı."

"Şey komutanım bir sorum olacaktı. Yani askeriye konuşuyor da bende sizden duyayım dedim."

"Sor Çerkez sor."

"Valdez komutan vatanını bulmuş diyorlar."

"Sizin işiniz gücünüz yok dedikodu mu yapıyorsunuz lan. Askersiniz siz asker mahalle teyzesi değil. Git onu söyleyen askerlere de ki." Dağhan cümlesini bitirmeden bana baktı öyle konuşmaya başladı.

"Valdez komutan vatanı bulmuş. Gökyüzünü de içine koymuş millet yapacak de."

"Essahtan diyim mi komutanım." Dağhan gözlerini benden çekip tekrardan askere döndü

"Hayır tabi ki lan! Valdez komutan bizi ipten geçirecek sabır çekecek de."

 

Askere son sözünü de söyledikten sonra yanıma doğru geldi Dağhan. Asker komutan ilişkileri ne tuhaftı. "Gidiyor musunuz?"

"Evet üniformalarını değiştirmeleri gerekiyormuş onları bekliyorum."

"Dikkatli ol Leyan. Burası küçük yer."

"Orada asker sana vatanı bulmuşsunuz gibi bir şey dedi. Ne demek istedi? Senin zaten bir vatanın yok mu?"

"Bir vatanım var Allah'a hamd olsun. Ama bana vatanı hatırlatacak olan birisi daha var. Bunun içinde Allah'a hamd olsun." Ağzımı açmış bir şey soracaktım ki Bilal ve Orhun geldiler.

"Biz hazırız Arven bacım." Dağhan'a asker selamı verip bana döndüler. Bir şey demeden arabaya doğru ilerledim.

"Bir şey ister miydiniz komutanım?"

"İstediğim belli yörük."

"Emredersiniz komutanım. Gözünüz arkada kalmasın." Bilal ve Orhun'da arabaya bindiklerinde askeriyeden çıktık.

 

 

Araba küçük bir hastanenin önünde durduğunda arabadan indim. Şirin ve güzel bir hastaneydi. Askerler ile beraber içeriye girip etrafı izledim.

"Başhekimlik odası şurası." Bilal'in gösterdiği yere gidip odanın önünde bekledik.

"Tamam ben gireyim sizde gezin dolaşın isterseniz."

"Olmaz bacım, bizde girelim."

"Ne demek bizde girelim. Olmaz öyle şey ben girerim."

"Kapı biraz açık kalsın bari. Bizi papaz etmeyin komutanlar ile." Kapıyı tıklatıp içeriye girdim. Tabi ki kapıyı da açık bırakmadım ne münasebet.

 

"Merhabalar hocam. Arven Leyan Çakıl." Diyerek elimi uzattım adama. Oldukça genç görünüyordu. Belki 30'unda anca vardı.

 

"Merhabalar Arven hanım. Yiğiter Tokeli. Buyrun oturun. Biz ve hastanemiz bir aydır sizi bekliyorduk." Bir aydır mı? Yeni verilen bir karar değil miydi bu? Adamı bozuntuya vermeden dinledim.

"Odanız ve her şeyiniz hazır. Bizi gururlandırdınız doğrusu. Buralara kimse gelmek istemez."

"Teşekkür ederim ama buradaki insanlarında bir doktora ihtiyacı var diye düşünüyorum."

"Tabi ki öyle çok fazla hemde. Ama azlıktan dolayı yetemiyoruz. Umarım artık yeteriz."

"Umarım hocam."

"O halde tekrardan memnun oldum. Gelmenizi hastanedeki arkadaşlar ile kutlarız bir ara."

"Bende memnun oldum. Tabi ki neden olmasın."

 

Yiğiter beyin odasından çıkıp bana gösterilen odaya doğru ilerledim. Odaya geldiğimde göz gezdirdim. Küçük bir masa, sandalye ve bilgisayardan oluşuyordu. Yeterdi bence. Nereye gitsem kuyruk gibi peşimden geliyordu Bilal ve Orhun. İyi mi yapmıştım peşime takmak ile kötü mü bilemedim.

"Siz gidin gezinsenize. Zor çıktığınızı söylediniz."

"Öyle ama sizi yanlış bırakamayız."

"Ben buradayım bu gece. Gidin siz artık hadi."

"Bundan komutanlarımızın haberi var mı?"

"Olması mı gerek Biloo."

"Tabi ki bacım. Bekleyin ben arayıp geleyim." Bilal elinde telefon ile biraz uzaklaşıp kulağına götürdü. Konuşması bitmiş olacak ki yanımıza tekrardan geldi.

"Telefonunuza bakın." Cebimde duran telefonu çıkarıp gelen mesaja tıkladım. Dağhan'dandı.

 

Dağhan: "Pazartesi başlarsın. Şimdi gel çocuklarla."

"Şimdi başlayacam."

Dağhan: "İnatlaşma işte. Daha yeni geldin yoldan."

"Ee sende yeni geldin ama operasyona gittin. Ben olmaz dedim mi?"

Dağhan: "seninle ben bir miyim Leyan?"

"Biriz tabi ki. Kadın erkek ayrıştırmanı dinleyemem."

 

Mesajı atıp telefonu kapatıp cebime koydum. Tamam siz gidebilirmişsiniz ben konuştum.

"Bana hiç öyle gelmedi ama?"

"Ne geldi sana Bilo gidin hadi." Cebimdeki telefon çaldığında ekranda Dağhan'ın ismini gördüm. Tabi ki açmayacaktım. Ne demek eşit değildik. Tekrar tekrar telefon çalıyordu. Pes etmiş olacak ki aramadı bir daha. Telefonu tekrar cebime koydum. Bu seferde Bilal'in telefonu çaldı. Bilal telefonu açıp karşı tarafı dinledi ama tam ağzını açmışken telefon yüzüne kapandı.

 

"Ben anladım Bilo, desene bizim tayin isteme vaktimiz geldi."

"Ne oldu ben anlamadım."

"Şu oldu Arven bacı. Valdez komutan aradı Biloyu. Bir süre sınırı koydu ve dedi ki, o sürede sizi askeriyeye götürmezsek bizim belamızı si-"

 

"Tamam lan detay verme. Kısacası şimdi kışlaya dönmemiz gerekli."

"Ben gitmiyorum. O komutanınıza söyleyin iki asker tehtid etme ile beni korkutamaz."

"Yapmayın Allah için Arven bacı. Haydi gelin gidelim."

"Mert'in numarasını verin bana." Yüzüme boş boş baktılar.

"Verinsenize!"

 

Numarayı alıp tuşladıktan sonra kulağıma götürdüm. İlk çalışta açtı hemen telefonu.

 

"Alo Arven." Numaram varmış demek ki onda.

"Evet benim. Bir şey isteyeceğim de senden."

"İste boncuğum bir şey mi oldu?"

"Evet oldu. O gorilden hallice arkadaşına söyle, ben hastanedeyim bugün. Yanımdaki askerini korkutarak beni de korkuttuğunu düşünmesin."

"Tamam abicim kal. Bir sik- yani bir şey yapamaz o."

"Tamam o zaman kalabilirim değil mi burada?"

"Kalabilirsin tabi ki çiçeğim benim."

"Teşekkür ederim."

 

Diyerek telefonu kapattım. Karşımda duran iki askerin telefonlarına aynı anda mesaj gelince bana baktılar.

"Tamam siz kalıyorsunuz bizde sizinle kalıyoruz ." Hey Allah'ım Yarabb'im. Bela oldular başıma.

 

Bana verilen odaya girip bilgisayardaki sisteme baktım. Kolaydı aslında zorlayabileceğim bir şey yoktu. Bilal ve Orhun'da odadaki koltuklara oturmuş öylede duruyorlardı.

 

Odamın kapısı tıklatılıp içeriye önlüklü iki kadın girdi.

"Merhabalar rahatsız etmiyormuş umarım."

"Estağfirullah buyrun."

"Sizi merak ettikte. Kim bir aydır ismi geçen Arven doktor dedik, ondan geldik." Birisi hemşire birisi doktordu. Benimle muhattap olan kişi doktor olan kişiydi. Orhun ve Bilal oturdukları yerden kalkıp yer verdi iki kadına.

"Yok biz oturmayacağız. Merak ederek geldik. Torpille gelen doktorların odası daha mı konforlu diye bakalım dedik."

"Pardon torpil derken?"

"Öyle demek istemedi Canan hocamız." Hemşire olan kadının mahcubiyeti her halinden belli oluyordu.

"Gayette öyle demek istedim." Kadına cevap vereceğim sırada odanın kapısı fuhuş operasyonuna dalınırcasına açıldı.

"Komutanım?" Dağhan'dı gelen. Bana yönelerek konuşacaktı ki odadaki iki kadın yüzünden susmak zorunda kaldı. Doktor olan kadın Canan hanım Dağhan'ı görünce üstünü başını düzeltip konuşmaya başladı.

 

"Beni oda da bulamadınız da ondan mı geldiğiniz buraya Boran bey?" Ne alaka be. Dağhan kadına bakmadan cevap verdi.

"Hayır Canan hanım. Buraya geldim ben. Konuşmanız bitti ise bizi yanlız bırakır mısınız?"

"Sizde öfkeli olmalısınız torpille gelen bu doktor için. Belki de doktor bile değildir."

 

Sinir tepeme çıktı aktı gitti bile yerlere. İlk hastam belliydi anlaşılan. Hasta edecek kişi de belliydi. Hayde bismillah...

      

 

                                     ✨

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%