@nisanur_0n9nn
|
"Çok güzel değil mi Barlas? Harika ya harika ben bu kadar güzel bir şey yememiştim. Her geldiğimde yiyorum ama nu müthiş bir şey."bu kadar övdüğüm şey Hamsiköy Sütlacının ta kendisiydi. Köyden dönmemin üzerinden iki gün geçmişti ve bugün ikimizde izinliydik.
Beraber bir şeyler yapabilmek adına Hamsiköy Sütlacı yemeye gelmiştik. "Güzel bence de... En sevdiğim tatlılarda ilk üçe girer."dediğinde tatlımın yanındaki demli çayımı içiyordum.
"Bak masaların içine bir şeyler yazıp bırakılıyor. Bizde yazalım mı?"diyerek masanın üzerindeki cam kısmı gösteriyordum. Masaların üzerinde cam vardı ama camlar içine not veya fotoğraf bırakılacağı zaman kaldırılıyordu. İnsanlar da tarih, isim gibi bir çok şey yazmışlardı.
"Yazalım. Kağıt isteyelim."diyerek garsonu çağırıp istemişti. Bir kaç dakika sonra gelen kağıt ve kalemlerle "Ne yazsak ki?"diye düşünmeye başladım.
Uzun bir düşünme süremizden sonra en son Barlas kağıdı almıştı. "Buldum ben."diyerek yazmaya başladığında ne yazdığını göremiyordum. Yazdıktan sonra kağıdı bana çevirdi. Üzerinde yazanları okuduğumda güldüm.
'Karadeniz'de sevda başkadır.'
"Ya Barlas. İyiki varsın."diyerek yanağından öptüm. Bir kaç saniye sonra cam kaldırıldığında notu içine koyduk.
"Sen olmasan iyi ki olmazdım."diyerek şakağıma küçük bir öpücük bıraktığında yüzümdeki tebessümle kalktım. "Hadi gidelim. Seni çok güzel bir yere götüreceğim."dediğimde hesabı ödeyip çıkmıştık.
Avuçlarının içindeki elimi okşarken, bende bir yandan gideceğimiz yere doğru yönlendiriyordum. "Nereye gidiyoruz savcım?"dediğinde gülüp "Az bekleyesun gelduk zaten."diyerek karşımızdaki büyük salıncağı göstermiştim. Yüksek dağın tepesindeki iki kişilik salıncaklar vardı. Binmeyi hep istiyordum ama hiç binmemiştim daha önce.
"Çok sağlam değil gibi sanki?"diyerek kontrol eder gibi salıncağa baktığında "Sen bordo berelisin aşkım. Korkuyor musun?"dediğimde yandan bir bakış atmıştı. "Valla yavrum en ufak şeyde bordo bereli olduğumu yapacağımı söylüyorsun. Hayatımın yarısı karada diğer yarısı helikopterde geçti korkmam."dediğinde "Çok güzel. Biniyoruz o zaman."dedim. Bu halime gülerken beklemek için sıraya girdik.
"İlk kez mi bineceksin?"demesiyle ona dönerek başımı salladım. Bu kadar dağ tepe çıkacağımız için topuklu ayakkabılarımı giymemiştim ve aramızdaki boy mesafesinden dolayı dudaklarım büzüldü. Başımı kaldırmam gerekiyordu. O fazla fazla uzundu.
Bana bakıp eğildi. Dudaklarıma küçük bir buse bıraktığında yüzündeki tebessümle "Bir insan nasıl hem bu kadar olgun bir kadın hemde küçük bir kız çocuğu olabilir anlayamıyorum."dediğinde "Öyle miyim bilmem ama etrafta çocuklar var öpme."dedim biraz önce bizi o halde görmüş ve peluş ayısı ile birlikte, kırmızı yanaklarıyla bakan kız çocuğuna bakarak.
Barlas'ta baktığım yere baktığında kız çocuğu yüzündeki tebessümle Barlas'ı izliyordu. Barlas onun bu haline gülüp el salladı. Kız utanarak başını babasının boynuna salladığında güldüm. "Bu küçük biraz önce senden utandı."dedim.
Söyledilerimden sonra kahkaha atıp "Küçük bir çocuğun çocukluk aşkı mı oldum acaba."dedikten sonra elini belime koydu.
"İlerde... Bizimde bir tane bundan olsun. Küçük küçük gezer evde."dediğinde gözlerim şokla açıldı.
"Hızlı gideysun frene bas koçari."dedim ciddi olmayan ses tonumla. O söylediğimi umursamdan "İnşallah sarışın olur amin."demişti. "He sarışın olmasa sevmeyeceksin yani!"dedim ister istemez. Birden bana bakıp "Severim tabii ki ama sana benzesin. Evde iki tane senden olsa düşünsene."dediğinde "Tabii benim gibi güzellik abidesinden bir tane daha... Dünya daha ne ister ki?"dediğimde bir şey demesine vakit kalmamıştı çünkü sıra bize gelmişti.
İçimdeki büyük heyecanla birlikte salıncağa doğru yaklaştık. "Korkuyor musun Karadeniz?"Barlas'ın sesiyle ona bakarak güldüm. Yerime oturduğumda "Babaannem olsa şöyle derdi: 'Ula ben yaradandan başka hiç bir şeyden korkmayrum. Bundan mı korkacakmişum.' E bende onun torunuyum. O yüzden korkmuyorum."dedim gülerek.
Sessiz kalarak O da yerine geçti. Bir kaç dakika sonra mekanizmayla yukarıya çekildik. "Çok heyecanlıyım."dediğim an serbest bırakıldık ve büyük bir hızla ileriye doğru saklandık.
Trabzon ayaklarımızın altındaydı resmen ve bu manzara dünyalara bedeldi. Uzungöl buradan gözüküyordu mesela. Bütün diğer köylerde. Etraf yemyeşildi ve ileriye baktığımız zaman karşı taraftaki dağların tepelerindeki dumanlar gözüküyordu.
Bu güzel manzara bir kaç dakika sonra durmamızla bitmişti. Ama çok iyi geçen dakikalardı. Ve her saniyesine değerdi.
"Barlas çok güzel değil miydi?"diyerek heyecanla konuşurken bir yandan da yerimde durmayıp sürekli etrafa bakıyordum. "Güzeldi."dediğinde "Manzara çok güzel değil miydi? Uzungöl bile gözüküyordu."dedim. Bir kaç saniye yüzündeki küçük tebessümle beni dinleyip "Sen Doğu Karadeniz'in bir kısmını görmüşsün. Ben bütün Karadeniz'i izledim."dediğinde anlamazca ona baktım.
"Güneş de yok ki, başına güneş mi geçti sevgilim?"diyerek elimi alnına koydum. Eğilip alnımdan öperek "Benim Karadeniz'im yanımda oturuyordu ve onu izlemek inan çok güzeldi."dedi. Çok ince düşünüyordu. Çokta romantikti ve ben onun yanında kendimi yalı kazığı gibi hissediyordum.
Nasıl romantik olunur diye kitap varsa almayı çok isterdim.
Kahkaha sesiyle Barlas'a çevirdim bakışlarımı. "Fondöten sürmeyince kızardığın belli oluyor. Her halinle çok güzelsin bir daha sürme fondöten."dediğinde omzuma etkisiz bir şekilde vurdum.
"Uğraşma benimle!"dediğimde arabanın yanına gelmiştik. "Senin bu araba bu yolları iyi çıkıyor."derken düşüncelerimi dile getirdim. "Bir çıkmasın, o kadar para verdim tabii çıkacak."demesiyle güldüm.
Arabaya binince "Seni haftasonu bir yere götüreceğim."dediğimde "Görev çıkmazsa gideriz."dedi. Başımla onayladığımda iki saatte çıktığımız yayladan inmeye başladık.
Bu sırada Barlas'ın temas bağımlısı olma ihtimalini düşünüyordum çünkü tüm gün elimi tutmuş şu an bile bir eli bacağımın üzerinde duruyordu.
Aklıma gelen şeyle yüzüm düştü. Annenin geleceğiyle ilgili bir şeyler söylemişti babam. Görüşmezdim. İstemiyordum o kadınla tek bir kelime bile konuşmayı.
"Umay!"
Düşüncelerimden Barlas'ın sesiyle ayrıldığımda ona doğru çevirdim bakışlarımı "Efendim?"
"Kaç kere seslendim. Dalmışsın."dediğinde sıkıntıyla nefes aldım.
"Annem olacak insansı varlığı düşünüyordum. Bizi görmeye gelecekmiş."diyerek histerik bir şekilde güldüm. "Tabii o sanıyor ki herkes onun bıraktığı gibi kaldı. Çocuklar hâlâ küçük, ben giderim anne özlemiyle bana sarılırlar."dedim alaylı bir şekilde.
"Böyle düşünüyor sanırım."diyerek sözümü bitirdiğimde O da sıkıntıyla nefes aldı. "Empati yapamam bu konuda ama sen ne yapacağını bilirsin. Kalbin ne istiyorsa onu yap."dediğinde ofladım. "Umay Oflaz kalbiyle değil aklıyla hareket eder. O yüzden ne yapacağım belli."dedim.
"Sonuna kadar direneceksin."dediğinde onayladım.
"Güçlüsün... Gördüğüm en güçlü kadınsın hatta. Yıkılmazsın, kimsenin de seni yıkmasına izin vermezsin biliyorum. Ama eğer olurda bir gün yorulursan, dinlenmek için bir limana ihtiyacın olursa... Aklına ilk ben geleyim."dediğinde gözlerimdeki ışıltıyla ona baktım.
"Benim hayatımdaki en büyük iyikimsin."dediğimde aldığım cevap küçük ama etkiliydi. Elimde hissettiğim öpücük kalbimin ritmini değiştirmeye yetmişti.
🌊🌊🌊
Olay yerine hızlı adımlarla ilerledim. Savcı ruhsatımı gösterip olay yeri incelemenin çektiği sarı şeritleri geçerek bölgeye ulaştım. Bu sefer daha kalabalık bir ortam beni karşıladı. Gelmeden önce öğrendiğim kadarıyla stajyer savcılar da buradaydı.
"Hoşgeldiniz savcım."komiserin söylediklerimi başımı sallayarak onayladım.
"Olay nedir?"diyerek yerde yatan cesede baktım. Gözlerindeki morluklar dikkatimi ilk çeken şey olmuştu. "10. Katta yaşıyormuş maktül, aşağı düşmüş, evde tek olup olmadığı bilinmiyor. Ona göre bir şüpheli bulabiliriz."dediğinde onayladım. "Eldiven verin bana."dediğimde bir kaç saniye sonra getirilen eldivenleri takmıştım.
Maktülün yanına yaklaşıp boynuna baktım. Herhangi bir zorlanma izi yoktu. Ellerine baktığımda tırnaklarının kenarları yaraydı. İnsanlar stresli bir durum yaşadığından veya küçüklükten beri gelen alışkanlıklarından sonra yapardı bunu.
Bu alışkanlık değilse maktül çok stresli biriydi ve tedirginlik içerisindeki bir hayat içindeydi. Bunları düşünürken kısık bir sesle başımı kaldırıp stajyer savcılara baktım.
"Biraz hızlı olur musunuz?"bunu söyleyen kıza baktığımda ayağa kalktım. Bütün stajyerlere bakarak "Kural 1. İyi bir savcı olmanın ilk kuralı sabır. Bekleyeceksiniz. Her ihtimali düşünecek, tek tek tartacaksınız kafanızda."diyerek tekrar maktüle döndüm.
Üzerine bakarken göğüs kısmında bir sertlik hissettim. "Arkadaşlar biriniz gelin."diyerek olay yeri incelemeden birini çağırdım. "Üzerini çıkartıp bakın. Göğüs kısmında sertlik var. Bir şey var orada."dediğimde onaylayıp maktulün tişörtünü yırttılar içinde bandaj vardı.
Bandajın içinde bir şey olduğu belli oluyordu elimi kaldırarak durmalarını belirttim. "Gerisi bende."diyerek bandajın açtım. Göğsünden bir paket çıkmıştı.
"Ay çok heyecanlı."diyen sesle birlikte onu onaylayan sesler duyduğumda sinirle gözlerimi kapatıp arkama döndüm.
Tekrar ayağa kalkarak stajyer grubun karşısına geçtim. "Kural 2. Bu meslekte duygulara yer yok. Heyecanlanırsanız belli etmeyecekseniz, korkudan altınıza yapsanız ağzınızı açıp, tek bir şey belli etmeyeceksiniz korktuğunuza dair."biraz geriye çekilip kollarımı birbirine bağladım.
"Kural 3. Ve en önemlisi kural budur. Bir savcı işini yapıyorken yorum yapılmaz. O size öğrenmeniz gereken yerleri sonra söyleyecektir. Konu yine sabıra giriyor. Yani kapatın şu çenelerinizi!"diyerek tekrar maktüle eğildim. Paketi çıkarınca gördüğüm şeyle derin bir nefes aldım.
"İntihar da yüksek bir ihtimal. Uyuşturucu çıktı. Göz altları da mor. Belki nöbet geçirdi."dediğimde komiser onaylayıp "Adli Tıpa sevk edilecek. Gerçekler çıkar. Zorlanma izi de yok. Kamera kayıtlarını izleyeceğiz, evine giriş yapılmadıysa intihardır."dedi. "Tamamdır... Kamera kayıtlarını bana da mail olarak gönderin."diyerek stajyer gruba döndüm.
"Kural 4. Adlî Tıpa gideceksiniz ve belgeleri kontrol edeceksiniz."söyleyeceklerim bittikten sonra arkamı dönerek çıkışa doğru ilerledim. Polislerle konuşan komiser beni görünce yanıma geldi. "Gidiyor musunuz savcım?"dediğinde başımla onayladım.
"Evet, iyi günler."elini sıkarak çıktım olay yerinden. Arabaya binince İstanbul'u aradım bir kaç çalıştan sonra açtığında arkadan sesler geldiğinde yüzümü buruşturdum.
"İso neredesin?"derken nerede olabileceğine dair aklımdaki ilk ihtimal Cenk'ti ama o beni yanıltarak "Benim merkezin oradayım. Tadilat işleri vardı."dedi. "Anladım, boş vaktin varsa yemek yemeye gidelim diyecektim."söylediklerimden sonra neşeli sesini duydum. "Yemek mi? Tabii ki gelirim."dediğinde "Tamam ben geliyorum hazırlan."dedim.
"Biraz bekle ama, işçiler sabahtan beri uğraşıyor. Yemek söyleyip öyle çıkacağım. Kaç kişi var uzun sürer, biraz bekleteceğim sizi savcı hanım."dediğinde onaylarak telefonu kapattım.
Merkezde büyük bir salon açıyordu kendisine ve hemen hemen her gün oradaydı. Bir kaç dakika sonra gelmiş büyük binanın önünde İstanbul'u bekliyordum. Dakikalarca beklememin sonucunda nihayet teşrif etmişti.
"Hoşgeldiniz hanımefendi. Gelmeseydiniz."dediğimde göz devirip arabanın aynasını açtı. Rujunu sürerken "Dur bakayım sana bi'."diyerek bana dönüp kısa bir şekilde süzdükten sonra tekrar aynaya bakarak rujunu sürmeye devam etti.
"Neye baktın?"derken arabayı çalıştırmıştım. "Ağaç olup olmadığına."dediğinde göz devirdim. "E ne yaptın bugün bakalım asiciğim?"dediğinde omuz silktim. "Ne yapabilirim. Ceset gördüm, niye olduğunu bulmaya çalıştım... Her zamanki şeyler."dedim.
"Ay tamam yeter! Tüylerim diken diken oldu. Tövbe tövbe, psikolojimle oynayacaksın."dediğinde "İstanbul, sen dedin ne yaptın diye."dediğimde omuz silkti.
Bu hallerine alışık olduğum için güldüm. Restorana gelince inerek üzerimi düzelttim. Her zamanki klasik kombinlerimden birini yapmıştım.
Beyaz palazzo pantolon ve beuaz yelekten oluşan bie takım giymiştim. Siyah stilettolarımla her zamanki Cumhuriyet Savcısı Umay Oflaz'dım.
Restorana girince cam kenarında bir masaya geçerek siparişlerimizi verdik. Yemeklerimizi yerken bir yandan da sohbet ediyorduk. "Nasıl gidiyor sevgilinle hayatın. Ayy kız seni aşık göreceğim aklıma gelmezdi!"diye heyecanla konuştuğunda suyumdan bir yudum alıp "Güzel gidiyor. Uzun zaman sonra ilk kez mutluyum."dediğimde telefonumun sesi bölmüştü konuşmamı.
Araya baktığımda sitenin güvenliği olduğunu gördüm. Kaşların çatılırken telefonu açtım.
"Umay Hanım, bir hanımefendi size geldiğini söyledi. Yukarıya gönderelim mi?"dediğinde yerimde dikleştim.
"Haberim yok. Adı neymiş?"dedim yemeğimden bir parça daha alarak. "Pelin Koca."dediği an sinirle ayağa kalktım.
"Sakın almayın beklesin. Geliyorum."diyerek telefonu kapattım. "Umay ne olmuş söylesene bir."diyen İstanbul'da benimle birlikte kalkmıştı. Hesabı ödeyerek hızla restorandan çıkıp arabaya bindim.
"Pelin Hanım gelmiş."dedim sinirle gülerken. Hangi hakla gelirdi. Özellikle benim evime. Telefonum çaldığında arayana baktım. Abim olduğunu görmemle telefonu açtım. "Umay annem-"sözümü keserek sinirle konuştum.
"Biliyorum. Eve gidiyorum."dedim. "Umay sakin ol. Delice bir şey yapma sakın."dediğinde güldüm.
"Şu saatten sonra Allah merhamet etsin ona, bende ona karşı gram merhamet yok çünkü. Kapatıyorum."diyerek telefonu kapattım. İstanbul "Umay biraz sakin ol. Bak derin derin nefes-"dediğinde önümdeki arabanın çekilmesiyle nihayet sol şeride geçebilmiştim.
"Ben tüm oksijeni içime çeksem yine sakin olamam İstanbul. Bana sakin ol demeyin. Yıllar önce çıkıp gitti şimdi gelip hayatımın içine sıçamaz. Yine siktir olup gitsin."dediğimde derin bir nefes aldı.
Kısa bir süre sonra eve gelince arabayı sitenin önüne park ettim. İlerleyince güvenliğin olduğu yerde yoktu. Güvenliğin yanına ilerledim hızlı adımlarla. "Nerede?"dediğimde karşı yolu göstermişti. Bir arabanın önünde lüks çantası ve kıyafetleriyle denizi izliyordu.
"Sakin ol Umay, sakin ol."diyerek karşıya geçtim. İstanbul biraz geride kalıp bizi yalnız bırakmıştı.
Topuklu ayakkabımın sesini duyduğunda bakışlarını bana çevirdi. Hâlâ aynıydı. Ona beni de yanında götürsün diye yalvardığım günkü gibiydi.
"Kızım ne kadar büy-"elimi kaldırarak sözünü kestim. "Niye geldin?"sesimdeki soğukluğu hissetmeme ihtimali yoktu. Bunun farkıyla çekingence konuşmaya çalıştı. "Pişmanım annec-"yine sözünü kestim.
"Sen pişman değilsin. Sen pişman olmazsın. Sen üç çocuğunu ve sana deliler gibi aşık olan adamı terk edip siktir olup gittin. Senin pişman olmaya hakkın yok."dedim sinirle.
Sinirlendiğimde ne söylediğime dikkat etmezdim. Lafların keskin olurdu ve karşımdakinin canını yakmayı hedef alırdı. En zayıf noktalarından, zaaflarından vururdum insanları. Ve şu andan itibaren bende sözlerime sahip çıkacak sabır kalmamıştı.
"Özür dilerim. Gerçekten. Çok pişmanım. Affedin anneciğim."dediğinde başımı hırsla sağa sola salladım. "Sen benim annem değilsin bende senin 10 yaşındaki bırakıp gittiğin o çocuk değilim. O çocuk büyüdü. Şimdi uzatma, yıllar önce yaptığın gibi Trabzon'dan tozlarını da alıp git."dedim. Umurumda değildi onun pişmanlıkları, özürleri.
"Konuşalım kızım, ne olur..."dediğinde sinirle güldüm. "Konuş! Ne konuşacaksın bakalım."bu kadar sabırlı olmam beni bile şaşırtıyordu. Şu an dışardan, bu an beni hiç etkilemiyor gibi gözüktüğüme emindim. Yüzümde ifade olmadığına, sesimin hiç titremediğine, sesimin soğuk olduğuna emindim ama içimdeki 10 yaşındaki Umay saklandığı yerden kafasını uzatmış bu anı dolu gözleriyle izliyordu.
Ama onun karşısında 26 yaşında, savcı olan ve kendi ayakları üzerinde kimseye minnet eylemeden duran bir kadın vardı. 10 yaşındaki küçük kız çocuğu değil.
"Sizi çok özledim, çok büyümüşsün, güzelleşmişsin."dedi sessiz kalarak denizi izlemeye devam ettiğimde "Savcı olmuşsun. Aferin sana kızım."dedi. Başımı ona çevirerek histerik bir şekilde güldüm.
"Ben senin kızın değilim! Sen benim hiç bir şeyim değilsin. Doğurmakla anne olunmuyor!"diye sinirle bağırdım. Gözünden akan yaşla güldüm. "Sen asıl amacını söylesene ya! Ne istiyorsun, para... Ne istiyorsun!?"dedim şiddetle.
Başını hızla iki tarafa salladı. "Param var kızım. Ben sizi istiyorum. Tekrar aile olalım istiyorum."dediğinde işaret parmağımı ona uzattım. "Aile olmak için 16 yıl kadar geç kaldın sen. Ne oldu... Niye terk ettin mesela, bak bu sorunun cevabını küçükken hep benim yaramazlıklarım sanırdım. Sonra anladım senin karaktersizliğinmiş!"dedim.
Sessiz kaldığında devam ettim. "Babamın parası mı az gelmişti? Karadeniz havası mı fazla gelmişti niye geldin sen... SEN NİYE GELDİN TEKRAR BURAYA."artık çığlık çığlığa bağırıyordum. İçimdeki öfke dinmiyordu.
Sinirimle üzerine yürüdüğümü bile fark etmemiştim. Karşı yoldan yanımıza gelen adamla bakışlarım kısa süreliğine ona döndü. Zengin biri olduğu her halinden belliydi.
"Sakin ol küçük hanım. Evet sinirlisin anlıyorum-"dediğinde sinirle bir kaç adım geriye gittim. "YA BANA KİMSE SAKİN OL DEMESİN, KİMSE BANA SENİ ANLIYORUM DEMESİN."hırsla adama dönüp "Nesi oluyorsun kocası mı nesi bilmiyorum ama gidin... Ben sizi bu şehirden yollamadan önce gidin."diye yüksek bir sesle konuştum.
"Kocam değil evlenmedim. Sevgilim... Anneciğim gelin birlikte-"söyledilerinden sonra gözlerim hızla adamın eline döndü.
Sinirle kahkaha atıp "SEN HAYATIMDA GÖRDÜĞÜM EN OROSPU İNSANSIN. SEN VARYA SEN İNSAN DEĞİLSİN!"gözlerinden akan timsah gözyaşlarıyla güldüm.
"Metreslik tatlı gelmiş."dediğimde gözleri adamın parmağındaki alyans yüzüğe kaymıştı. "SEN KÜÇÜCÜK ÇOCUKLARINI METRESLİK İÇİN Mİ BIRAKTIN!?"sinirle bağırdığımda sessiz kaldı. Haklıydım. Bunu biliyordu.
Tek bir şey lazımdı bana... Pimi çekilmiş bombaydım ve patlamam için tek bir şey yeterdi.
"KEŞKE ANNE OLMASAYDIN. Metreslik tatlı geliyor şimdi. Ama unutma dünya tersine dönmeyi de çok iyi bilir."dediğimde "Metres deme kızım."dediğinde sinirle güldüm.
"Ne oldu ağır mı geldi? Para da veriyor mu bar-"dediğimde sözümü kesen şey yüzümde hissettiğim ince sızıydı. İstanbul'un adımı söyleyerek yanımıza koşmasıyla sağa dönmüş yüzümü önümdeki kadına çevirdim.
"Bi-bir anda oldu özür dileri-"titreyen sesiyle ve kekeleyerek söyledileriyle o an ne yaptığımı umursamadan tamamen iç güdüsel davrandım. Karşımdaki kadının saçlarını avucumda toplayarak ve çekerek karşı kaldırıma götürmeye başladım. Hızla yürürken bir yandan da konuşmaya devam ediyordm."Sen kim oluyorsun da bana tokat atabiliyorsun? SANA BU HADDİ KİM VERDİ BANA VURABİLİYORSUN! ULA SENİ BU TRABZON'A GÖMERUM. ALLAH BELAMİ VERSUN GÖMERUM SENU."diyerek sinirle biraz önceki adamın indiği arabaya ittim. Elleriyle arabaya tutunarak destek aldı.
"ŞİMDİ İKİNİZDE SİKTİR OLUP GİDİN. SİZİ DEĞİL TRABZON'DA DOĞU KARADENİZ'İN EN KÜÇÜK TOPRAĞINDA GÖRÜRSEM EMİN OLUN HİÇ BİR ŞEY UMURUMDA OLMAZ."adam ve İstanbul hızla yanımıza gelirken "Senden anne falan olmaz. Senden eş olmaz, abla olmaz, evlat olmaz... Sen ne olacağını bulmuşsun zaten."dedim.
Annenin kulağına yaklaştığımda hâlâ ağlıyordu. "Bu şehirden gidecesun, tozunu bile bırakmayacasun. Ne abimi, ne ablamu görecesun. Bir daha da gelmeyeksun. Got kafalisin ama umarım anlamuşsunudur."diyerek fısıldadım.
Sinirle adama döndüm ama bunu belli etmedim. Sanki bütün bu süreleri ben yapan ben değimişim gibi bir sakinlikle sordum sorumu."Pardon isminizi öğrenebilir miyim acaba? Nasıl hitap edeceğimi bilmediğimden."dedim. "Salih Dumancı."demesiyle onayladım. "Şimdi defolup gidin bir daha da gelmeyin."dedim öfkeyle.
Salih bir şeyler mırıldanarak annenin yanına gitti. "Hadi hayatım gidelim."dediğinde hâlâ ağlıyordu bana son kez bakıp arabaya bindi. Onlar gittikten sonra İstanbul bir şey diyeceği sırada bedenime sarılan kollar ve saçlarımda hissettiğim dudaklarla en sevdiğim kokuya sığındım.
Şu an onun kokusu bile sakinleştirmiyordu. Kalbimin sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Hızlı bir şekilde çarptığını hissetmek zor değildi."Burdayım Karadeniz'im. Sakinleş. Nabzını düşür hadi Umay'ım."diyerek kısık bir ses tonuyla konuşuyordu. Derin nefesler alıp ondan ayrıldım. Hiç bir şey demeden arabadan telefonumu almaya gittim.
İstanbul'da, Barlas'ta peşimden gelmişti. Adliyeden birilerini aradığımda hemen açılmıştı. "Salih Dumancı. Bütün bilgilerini bul. Özellikle karısının bilgilerini. Telefon numarası da dahil."diyerek cevap beklemeden telefonu kapattım. Benim canımı yakanın canını yakardım. Böyle olmaya da devam edecekti.
Fazla sakindim. Sebebini kendim de bilmiyordum.
Barlas'a baktığımda gözlerindeki merakla bana bakıyordu. "Eve gidelim mi?"dediğimde sessizce onaylamıştı. Aynı zamanda kendimi yorgunda hissediyordum. Abimin arabasını gördüğümde hızla yanıma geliyordu. Kollarını belime sardığında "Abim... İyi misin? Ne dedi?"dediğinde "Abi, şimdi soru sormayalım."İstanbul'un söyledilerinden sonra sessiz kalmıştı.
Ondan ayrılıp "Eve gideceğim."dedim sadece. Eve gitmem gerekiyordu çünkü küçük Umay yıllar sonra anne tarafından yediği tokatı kaldıramıyordu. Yine incinmişti. Kendine ne kadar söz verse de yıllar sonra bu onu üzmüştü.
"Umay... Ben eve bugün gelmem tamam mı aşkım?"İstanbul'un bunu Barlas'la beni yalnız bırakmak için söylediğini biliyordum. Sadece başımla onayladığımda abimde bizi yalnız bırakmıştı.
Barlas arabadan çantamı alıp anahtarı güvenliğe vererek sitenin otoparkına götürmesini istemişti. Apartmanın girişine doğru ilerlerken hiç bir şey olmamış. Eve gidince ağlamayacakmışım gibi ilerliyordum.
Her zamanki gibi zırhımı kuşanmıştım. Hiç bir darbe beni yıkamazmış gibi ilerliyordum.
Barlas'ın yanıma geldiğini elimi tutmasından anlamıştım. İçinde bulunduğumuz tuhaf durumdandır ki ikimizde sessizdik. Birbirimizi sessizliğimizden anlıyorduk.
Eve girdiğimizde topuklu ayakkabılarımı çıkardım yavaşça. Barlas bana bakıp "Umay... Karadeniz'im, denizim. Sadece ikimiz varız. Nasıl davranmak istiyorsan öyle davran."dediğin dolu gözlerimi deniz gözlerine çevirdim.
"Barlas..."dediğimde sözümü kesen şey hıçkırıklarım olmuştu. Devamında da bir şey diyememiş göğsüne yaslanıp dakikalarca ağlamıştım.
Tabularım bir tek Barlas'ın yanında yıkılıyordu. Ve ben saatlerce yanında ağladım. O kadın zerre umrumda değildi. Yıllar sonra gelmişti. Metresliği seçmişti. Şimdi gelip pişmanım demesi hiç bir şeyi ifade etmiyordu.
Demiştim.
Yıkılmayacaktım.
Buna o kadının gücü de yetmezdi.
Kimsenin yetmezdi.
🌊🌊🌊
Sınır: 70 oy 20 yorum. Bölümü 200 kişi okuyor ama sınır dolmuyor. Kalbe basmaktan aciz olmayın. Okuyorsanız seviyorsunuzdur.
|
0% |