@nisanur_0n9nn
|
Acının Miladıyla
Acının miladıyla başlayan bir hikayedir bu yaşayıp gelmişiz ormanlar bir yanarak her dönemeçte uğultulu uçurumlar her şafakta uzun uzun kurt ulumaları Ey masalcı otur şu geyik postuna ve anlat şimdi bütün bunları
Önce yaşadıklarımızı koy ortaya hatamızı ve sevabımızı anlat görelim nelere kahretmişiz bunca zaman nelere göğüs germişiz görelim bir bir bedeli ödenmiş midir şafağın, bilelim yaşamak yeni acılara sürgün etse de bizi
Hayatımız göründüğü kadar basit değil ama anlaşılmaz gibi de değil öyle çoğunu unuttuk belki şimdiden belki bitti birtakım bekleyişler umutlar da bitti bir zaman, sevgiler de ama unutmayalım zulüm de biter hayatımızda
Ahmet Telli
🌊🌊🌊
Hayat bazen hiç beklemediğimiz yerlerden darbeler indirirdi. Olmaz dediğimiz dertler gelirdi başımıza. Olur dediklerimiz olmazdı... Sevdiğimizle ayrılmak zorunda kalırdık bazen. Bir gün sevgi biter, kendimiz giderdik belki. Hayatta ne olacağını kimse bilmezdi. Hayat sürprizlerle dolu derlerdi.
Sahî hayat sürprizlerle mi acılarla mı doluydu?... Her iki kişinin de aşina olduğu ses gülüşlerle birlikte adımları da durdurmuştu. Yaptıkları mesleklerden dolayı bu sesi tanıyorlardı, özellikle Barlas. Daha ilk şaşkınlığı üzerinden atamadan ikinci bir ses geldi.
İki kurşun.
Ve kanlar içerisinde ona bakan Karadeniz'i. Gözlerinde her zaman bir duygu olurdu. Sinir, öfke, mutluluk. Ama ilk kez o gözlerde acıyı çok net görmüştü. Ruhsal bir acı değildi gördüğü, bizzat fiziksel acıydı. Hızlı adımlarla, mesleğinin de getirdiği soğuk kanlılıkla ilerledi Umay'a doğru.
Umay'ın vücudundaki güç çekildiğinde arkasında duran Cenk tutmuş başını yere vurmasını ve daha çok darbe almasını engellemişti. Kulaklarındaki uğuldama ve vücudundaki acıdan dolayı gözleri kararmış ve idrak edebildiği kadar ile sevdiği adamın ona koşuşunu görmüştü.
Hızla sevdiği kadının yüzünü avuçları içerisine almış bilinci yerinde mi diye kontrol etmeye çalışıyordu. "Umay! Umay duyuyor musun?"kadın dudaklarını hareket ettirmeye çalışmış ancak sesini kendinde bulamamıştı. "Umay duyuyorsan parmağımı sık güzelim lütfen."kadından herhangi bir tepki almadığında yanında ambulansı arayan Cenk'le rahatladı. Birde ambulans için arama yapmasına gerek kalmadan Karadenizi ile ilgilenmeye devam etti.
Her zamanki savcı Umay gibi giyinmişti. Üzerindeki ceketin önünü açtı. Yaralarını görecek şekilde açmıştı. Üzerinde siyah dantelli bir büstiyer vardı. Üzerindeki ceketin önü kapalı olduğu sürece gözükmezdi ne giydiği. Sağ göğsünden akan kanlarla birlikte aldığı nefes ciğerlerine sığmadı. İkinci kurşun boşa mı gelmişti? Bunu düşünürken sırtı yere değen kadından acılı bir inleme yükselmesiyle birlikte bakışlarını yüzüne çıkardı.
Gözlerinden bir damla yaş akmıştı. Ağlamak kitabında yazmayan kadın kolları arasında acıdan göz yaşı döküyordu.
"Neren acıyor güzelim? Konuş hadi benimle."amacı bilincini açık tutmaktı. Ama sırtındaki elini çektiğinde elinde gördüğü kanla derin bir nefes aldı, nefessiz kalmış gibi. Sırtında ve göğüsüne iki yara.
Ambulans sesleri duyulduğunda "Dayan, yalvarırım dayan. Beni Karadenizsiz bırakma... Lütfen."Umay acıdan dolayı sesleri net duymuyordu ama bu cümleyi net bir şekilde duymuştu. Çok konuşmaya takadi yoktu yine de son gücüyle seslendi. "Barlas..."adam duyduğu kısık sesle hızla yanında oturduğu kadına döndü. "Söyle güzelim. Söyle Karadeniz'im. Söyle Umay'ım."
Barlas, Umay'dan duyabileceği tek bir cümleye bile muhtaçtı. Şu an bir şey söyleyecek olmasının merakı ile yanıp tutuşuyordu.
"Öl... Ölmek istemiyorum."kolları arasındaki kadının bunu söylerken gözlerinden akan yaşla birlikte içi yandı. Umay ise vücudunu ele geçiren acının uyuştuğunu, hissizleşen bedeninin sebebini bilmiyor olmak isterdi. Birazdan sesler tek bir uğultudan ibaret olacak, gözleri kararacak, acı tamamen yok olacaktı. Bilinci kapanacaktı. Ve belkide bir daha uyanmayacaktı.
Gözleri kapanan kadınla hemen bahçenin kapısından giren ambulans ve polis araçlarını gördü. Gerisi çok hızlı gelişti. Umay ambulansa alındı. Barlas onu tek bir an yalnız bırakmadı. Ambulansta dâhi yanındaydı.
Ellerinin ayrıldığı tek an paramediklerin yaptığı ilk yardım anlarıydı. Kısa bir süre içerisinde hastaneye gelindiğinde hızla sedyeye alınmış ve acil ameliyathaneye ilerleniyordu. Barlas uzun koridorun sonunda ameliyathane yazısını görmesiyle, okşadığı; Umay'ın elini öperek bilincini çoktan kaybetmiş kadına yanında olduğunu, onu bekleyeceğini, hiç bir şey olmadan buradan gideceklerini fısıldadı.
Aldığı yanıtsa dişlerini birbirine bastırarak çenesinde ve boynundaki damarların ortaya çıkıp korkunç bir görüntü ortaya çıkmasına sebep oldu. Umay'ın dudaklarından çıkan kan. Bilinci kapalı olmasına rağmen kan kusması...
Barlas'ın aklından iç kanama mı geçiriyor ihtimali gezerken, derin bir nefes aldı ancak aldığı nefes ciğerlerini yakmaktan başka bir şey yapmadı. Apar topar ameliyathaneneye alınacakken duymadığını bile bile son kez seslendi.
"Beni Karadenizsiz bırakma..."ilk önce elleri ayrıldı o kapının önünde. Sonra Barlas'ın, Umay'a bakan gözleri.
Kapılar kapandığında öylece bakabildi Barlas. Sadece baktı. Daha bir saat önce gitmiş en sevdiği çiçekleri almıştı ona. En sonunda ise çok sevdiği beyaz papatyaların üzerinde onun kanı vardı.
Bir kaç dakika önce adliye bahçesinde etraftaki insanlara inat yüzünde kocaman bir gülümseme varken. En sonunda ölmek istemiyorumdiyen acı dolu sesi vardı.
Bir kaç saniye önce elleri birbirine sıkıca kenetlenmişken şimdi Barlas'ın ellerinde sevdiği kadının kanı vardı. Üzerindeki üniforma ile şehitlik isteyen Barlas'ın üniformasında, Karadeniz'inin kanı vardı. Onu bırakmayacağına dair kendisine sayısız kez yemin eden adam, bırakılıyor muydu? Koca dünya dar gelmez miydi ona?
Aldığı nefesler yetmediğinde uzun hastane koridorunun sonuna kadar yürüdü... Başına yürüdü... En ufak bir haber alana kadar sayısız kez yürüdü aynı yeri.
Cenk bir yandan olayı adliyenin kamera kayıtlarından izliyordu. Yakalanan şüphelileri, daha doğrusu direkt Umay'a o kurşunu sıkanları bizzat Cumhuriyet Başsavcısı sorguya almış onlarca avukat, savcı... Bir şeyler öğrenebilmek istiyordu. "Oyyy benum boncuk gözlum! Nasil kiydılar sağa!?"duyduğu tanıdık sesle birlikte başını sol tarafa çevirip ameliyathanenin önüne gelen, Oflaz ailesine baktı.
Abisi, babası, babaannesi hepsi buradaydı. Cihan bile buradaydı. Duydukları haberle birlikte hızla hastaneye gelmişlerdi. İshak, yanına gelerek elini omuzuna koyup sıktı. "Nasıl oldu bu koçari?"dediğinde onsuz aldığı her nefes gibi yine ciğerlerine batan bir nefes çekti içine.
"Adliye bahçesinde, tehdit ediliyordu. Onunla bir bağlantısı olduğu düşünülüyor." Soğuk kanlılıkla konuşmuştu. Ama duygularını saklama konusunda da ustaydı. O istemediği sürece hiç kimse, hiç bir duygusunu anlayamazdı. İzin vermezdi.
"Ula kimmuş benum kizumu tehdit edecek adam!"diye hidddetle konuşan yaşlı adama döndü. Kızını ne denli sevdiğini biliyordu. Onun için canını vereceğini de orada olsaydı o kurşunun önüne geçeceğini de...
Saatler geçmiş ve Umay ameliyata gireli 10 saate yakın bir süre olmuştu. Hiç kimse tek bir şey söylemiyordu. Hastane bahçesinde bitirdiği kaçıncı sigara olduğunu saymayı bir süre sonra bırakmıştı. İkinci paketin sonundaydı. Dudakları arasındaki sigarayı söndürüp derin bir nefes verdi ve dudakları arasından çıkan dumanın havaya karışmasını izledi.
Tek bir haber yoktu. Canım dediği kadın içeride saatlerdir yaşam savaşı verirken elinden hiç bir şey gelmiyordu. Saatlerdir kalbinde olan acı arttığında yüzünün ıslanmasıyla başını gökyüzüne çevirdi. Yağmur yağıyordu.
Geldiklerinden beri fazla butluydu hava ama şu an bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Gök gürleyip gece adeta gündüze döndüğünde karşıdan ona doğru gelen Cenk'i gördü. Kısa bir sürede yanına gelmiş ve telaşla "Bir şeyler oluyor. Bir sürü doktor girdi içeriye. Gir içeriye artık."demişti. Cümlenin devamını dinleme gereksinimi duymadı bile. Koşar adımlarla hastaneye girdi ve ameliyathanenin olduğu kata çıktı. Yoğun bir kalabalık vardı. Gözleri hızla etrafı taradı.
Bir köşede oturmuş ağlayıp dualar eden kadın, diğer köşede telefonla konuşan adam ve içerideki kadın hakkında en ufak bir bilgi öğrenebilmek için herkese sorular soran abi. Sert adımlarla yönünü değiştirip sabah ameliyata giren doktorun odasına ilerlerledi kapıyı çalarak içeriye girdi ancak içeride sadece doktorun özel sekreteri vardı.
"Buyurun?"
"Ben Salih Bey'le görülecektim."diyerek kendini açıkladığında cevao gecikmeden geldi. "Siz... Umay Oflaz'ın ailesisiniz değil mi?"dediğinde bir yandan da önündeki bilgisayardan bir şeylere bakıyordu. Olumlu yanıtla birlikte gözlüklerini çıkarıp "Salih Hocam tekrar Umay Oflaz'ın ameliyatına girdi acil olarak."dediğinde kalbine bir balyoz darbesi daha indi.
"Durumu hakkında bir şey biliyor musunuz? İyi mi? Riskli mi?"dediğinde kadın başını iki tarafa doğru sallayarak "Maalesef bir bilgim yok."dediğinde dışarı çıktı.
Bir kaç saniye öylece kapının önünde kaldı. Hiç bir haber yoktu. Her şey koca bir boşluk, koca bir bilinmezdi.
Tekrar ameliyathaneye gittiğinde bir köşeye oturup bekledi. "Anlattı bağa..."duyduğu boğuk sesle birlikte yavaşça sol tarafına oturan yaşlı kadına döndü bakışları. Torununun gözleri gibi masmavi bakıyorlardı. Ağlamaktan kızarmıştı. Sessizce ne anlatacağını dinlemeye başladı. "Seni sevduğuni ilk bağa anlatti. Serttur, asidur ama pamuk gibi kalbi vardur boncuk gözlümun. Ha koca Karadeniz'e sığmay onun öfkesi. Ama geldu bağa senu ne kadar sevdiğinu anlatti."anlatılanlarla birlikte genzi yandı.
İzin verse, engel olmasa gözleri dolacaktı. İzin vermedi.
"Ha benum biriciğum anasızluğa... Ona buna dayanur, duygusuz gibi gözükür ama canu tatlidur onun. Canu çok yanmuştur."araya hıçkırıkları girdi. "Benum boncuğumun canu çok acimiştur!"tekrar ağlayarak kurduğu cümlelerle birlikte dişlerini biraz daha birbirine bastırdı.
Bir görüntü düştü aklına. Saatler öncesine ait.
Barlas... Ölmek istemiyorum.
Başka bir görüntüde de sırtı yere değince dolan mavilikleri, acıyla inleyişi... Düşünceler beynini istila ederken dayanamayıp ayağa kalktı. Tam o sırada ameliyathaneden çıkan doktorlar ile o tarafa yöneldi. "Nasıl geçti ameliyat? İyi mi?.."o an aklına gelen ilk şeyleri söyledi. Aklından tonlarca soru vardı özellikle onu gördüğü son kan kusmasından sonra ama bunları söyleyebildi o an.
Doktor başındaki bandajı çıkarıp derin bir nefes aldı. "Hastamız geldiğinde durumu kritikti. Hâlâ öyle... Göğüsüne gelen kurşun meme dokularına zarar vermiş."doktorun söylediği her bir cümlede içinde yanan ateş daha da artıyordu. "Nasıl bir zarar bu?"Fırat'ın kendisine ters bakışlarla baktığını farkındaydı. Ama o hayatındaki kadındı. Ona en ufak bir zarar geldiyse sebebini öğrenmek için her şeyi yapardı.
"Şöyle açıklayayım... Zarar gören dokular maalesef kendisini yenileyebilen dokular değil. İlerde annelik düşündüğü zaman emziremeyebilir. Süt kanalları zarar görmüş olabilir. Ameliyat yaptık ancak bunları detaylı bir şekilde görmek için iyileştikten sonra ultrason, MR türevi şeylerle kontrol etmemiz gerekiyor. Asıl durum..."diyerek sessiz kaldığında artık dayanamayıp yükseldi. "Tane tane anlatmayın şunları. Ne oldu, ne olmadı tek seferde söyleyin."dediğinde doktor başıyla onayladı.
"Umay Hanım'ın sırtına gelen kurşun asıl kritik olan yer. Omuriliğe çok yakın bir noktaya gelmiş çıkartırken de sinirlere gelmemesi için çok uğraştık. 12 saattir ameliyatdayız ve bunun 9 saati sırtı içindi. Durumu kritik. Önümüzdeki 12 saat önemli. Uyanabilir, uyanamayabilir. Uyansa bile felç kalabilir. Birazdan yoğun bakıma alacağız. Geçmiş olsun."diyerek yanlarından ayrılan doktorla birlikte herkes farklı ama aynı duyguyu içeren tepkiler verdi. Duyduklarına dayanamayıp bayılan bir kadın, gözyaşları içinde kızını bekleyen bir baba.
Kimseye görünmeden, kimseyle konuşmadan lavaboya adımladı. İçeride kimsenin olmaması onun için iyiydi. Buz gibi suyu defalarca kez yüzüne çarptı. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Ağladığından değil, ağlamamak için kendisini sıkmaktan dolayıydı.
Gözlerini kapatıp ellerini lavabo tezgahının iki tarafına yasladı. Felç kalabilir demişti. Umay kaldıramazdı. Her şeyi kaldırırdı ama bu çok ağır gelirdi. Dua etti içinden ona bir şey olmasın. Eskisi gibi çıksın oradan. . . .
Uyuyordu, canından çok sevdiği kadın vücudu kablolara bağlı bir şekilde yatıyordu. Yoğun bakıma alınmıştı sabaha karşı. Günün doğduğunu bulutların arkasında olmasından dolayı soluk doğan güneşten anlayabiliyordu. Uyanmıyordu, doktorlar ilaç vermeyi bırakmış uyanmasını bekliyordu ama uyanmıyordu.
Uyansa bile... Onu nasıl bir şeyin karşılayacağını bilmiyordu. Ya yürüyemezse... Çok üzülürdü o.
Aklındaki düşüncelerle birlikte son kez baktı yoğun bakımın camından, içeride yatan kadına. Göz altları mosmor olmuş, sarı saçları eskisi gibi parlamıyordu artık.
Hastaneden çıkıp sahile gitti ve her zamanki kayalıklara oturdu. Gülüşü geldi, şarkı söyleyişi, bağırışı, öfkesi... Bazen nasıl çocuklaştığı.
En sonunda kolları arasında ölmek istemiyorum diyerek acıdan ağlayışı.
Genzi sızladı. Ama bu defa kendini tutamadı. Omuzları sarsılarak ağlamaya başladı. Kalbi çok acıyordu, basit bir acı değildi. Çaresizlikle yanıp tutuşuyordu. Kalk demek istiyordu. Kalk oradan ama olmuyordu. Aç gözlerini, gözlerini göreyim ama açmıyordu. Elinden hiç bir şey gelmeden sadece bekliyordu.
En çokta bu üzüyordu. Acılar içerisinde kıvranan halini görmüştü ama bir şey yapamamış, acısını söküp alamamıştı. Daha önce çok kez vurulmuş, işkenceler görmüştü. Onlar tepki vermemeye alışmış olsa da insanlardı sonuçta acıyordu. Kurşun deriyi delip geçince çok acıyordu. O bu acıya nasıl dayanmıştı.
Hıçkırıkları denize doğru yankılanırken yağan yağmur bile ona, onu hatırlatıyordu. Onun her acısında onunla ağlayan Trabzon; bugün onun acısı için ağlayan Barlas'la birlikte ağlıyordu.
"Onu benden alma yalvarırım."ağlamazdı kimsenin yanında ama saatlerdir duruyordu. Hiç bir şey yapmadan duruyordu.
Ağlamak, bir durumda acı eşiği dolduğunda verecek tepki olmadığı için, dayanılamayan durumlarda verilen bir tepkidir. Kitaplarda yazan bu cümleye hiç bir zaman inanmazdı. Ama şu an inanıyordu.
Telefonunun sesiyle ağladığını umursamadan direkt açtı telefonu. Hastaneden bir haber olduğunu düşündü ama aldığı ses başkaydı. "Oğlum..."annesinin sesini duyduğunda gözünden bir damla yaş daha aktı. Annesinin onu ne kadar sevdiğini biliyordu. Ama yaptığı şeyi affetmezdi.
"Efendim?"dedi sadece.
"Hasta mı- niye ağlıyorsun sen? Barlas, geliyoruz biz oraya ne oldu?"sesiyle birlikte derin bir nefes alıp gözlerini şimdi sertçe.
"Yok bir şey. Gelmene gerek yok."dedi ama karşıdaki kişi bunu hiç umursamadı.
"Barlas ne oldu?"İlayda'nın sesini duyduğunda sessizce o acı gerçeği fısıldadı. "Umay vuruldu."
🌊🌊🌊
Selamlar, bu bölüm burada bitmedi 2 part şeklinde atacağım. Yoğunum gerçekten biliyorsunuz bu kadar bekletmezdim normalde.
Sınav senesi de rahatlıkla yazabilirim gibi geliyordu ama öyle değilmiş.
Bugün de kpss sınavım vardı şimdi bitirdim ve atıyorum yeni yazabildim.
Bölüm günleri belli değil.
Kendinizi iyi bakın.
Bol yorum ve vote❤️
15.09.2024 Vote gelmezse buraya bölüm atmayı bırakacağım bilginize
|
0% |